Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Konferansımız

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Kutlama Etkinliği Konferansı
Heybeliada İnönü Evi, 24 Temmuz 2024, İstanbul

Lozan Barış Andlaşması 101 Yaşında!
21 inci Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri

Değerli İNÖNÜ ailesi,
Kurucu Parti CHP’nin Sayın Genel Başkanı Özgür Özel,
Sevgili çocuklar,
Hanımefendiler, beyefendiler, Sayın Metropolit,
Ve Cumhuriyetin emanet edildiği her yaştan genç insanlar, yurttaşlar..

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. yılında anma toplantısında, Heybeliada’da İNÖNÜ evinde olmaktan çok mutluyum. Bu toplantıyı düzenleyen ve 101. yıl konferansını verme onurunu bana sunanlara şükran doluyum.
Sn. Özden Toker ve Gülsün Bilgehan varolsunlar.

 

Bana ayrılan 45 dakika sürenin 15 dakikasını genel olarak Lozan Barış Andlaşmasına,
kalan 30 dakikayı ise Küresel sağlık sorunlarına ayıracağım.
***

Lozan Barış Andlaşması – LBA 101 Yaşında!

LBA ülkemizin uluslararası hukukta tapusudur. Ek olarak TABU’sudur.. LBA “Tapu ve Tabu” muzdur! Başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Lozan görüşmelerinde ülkemizin baş temsilcisi, Dışişleri Bakanımız, LBA’nın gerçek kahramanı İsmet Paşa’yi, İsmet İNÖNÜ’yü sonsuz bir vefa ile anmak isterim. Onlara borcumuzu, LBA’nı mutlak biçimde ve sonsuza dek koruyarak ödeyebiliriz.

LBA görüşmelerinde ilk turda İsmet Paşa’nın kurulunda (delegasyonunda) yer alan Prof. Dr. Veli SALTIK aile büyüklerimizdendir. Daha sonra Ankara Hukuk Mektebinin (Fakültesinin) kurucuları ve öğretim üyeleri içinde yer almıştır. Kaynaklara göre;

Prof. Veli Saltık’ın Lozan Konferansı’ndaki Katkıları

  1. Hukuksal ve Diplomatik Bilgi Birikimi:
    Veli Saltık, İsmet Paşa’nın takımında (ekibinde) yer alan önemli hukukçulardan biriydi.
    Hukuksal bilgi birikimi ve diplomatik deneyimi ile Lozan Barış Konferansı süresince
    Türk kuruluna (heyetine) önemli katkılarda bulundu.
  2. Görüşmeler ve Stratejik Danışmanlık:
    Özellikle görüşmeler (müzakereler) sırasında, karşı tarafın önermelerine (argümanlarına) karşı hukuksal ve mantıklı yanıtlar hazırlanmasında önemli rol oynadı.
    İsmet Paşa’nın stratejik danışmanları arasında yer aldı.
  3. Metinlerin Hazırlanması ve denetimi :
    Antlaşma metinlerinin hazırlanması ve denetlenmesinde görev aldı. Lozan Antlaşması’nın maddelerinin Türk çıkarlarına uygun biçimde yazılması konusunda çalıştı.

***
1. Meclis Sevr’i reddedip kabul edenleri lanetlemeseydi, LBA bağıtlanamamış olsaydı,
uygulanacak olan, aşağıdaki Sevr Andlaşmasıydı (10 Ağustos 1920).

LBA hakkında kimi temel yanlış ve yanıltmalara, kara propagandaya yanıt vermek uygun olacak.

12 Ada Lozan’da mı yitirildi?

UŞİ ANDLAŞMASI

Trablusgarp Savaşı’nda İtalyanlara karşı başarılı direnişler başlamıştı. Aralarında Mustafa Kemal‘in de bulunduğu genç subaylar, yerli Arapları örgütleyerek başarılı bir savunma hattı kurmuşlardı. Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle bu yetenekli ve genç subaylar İstanbul’a çağrıldı. Bundan sonra, direnme cephesi çöktü ve İtalyanlar Trablusgarp ve Bingazi’yi rahatça ele geçirdiler. Ege denizine de bir filo yollayan İtalya 12 adayı işgal etti. Libya elimizden çıktı. Bunun üzerine Ouchy (Uşi) kentinde, 15-18 Ekim 1912’de İtalya ile Osmanlı Devleti arasında barış antlaşması imzalandı, Vahdettin döneminde Libya İtalya’ya bırakıldı. 12 ada ise, Balkan Savaşları sonunda Osmanlı devletine geri verilecekti. Ama, İtalyanlar sözlerinde durmadı ve böylece Ege’deki Türk egemenliği de sarsılmaya başladı.

Lozan Barış Andlaşması süreli mi, 100. yılında bitecek mi,
gizli maddeleri var mı?

Lozan Andlaşması süresizdir, 100. yılında bitmeyecektir, bitmemiştir ve
hiçbir gizli maddesi yoktur!

CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği şu yanıtı verdi:

  • “Sayın Bahtiyar Süha Keskin, T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CIMER)’ne 20.03.2022 tarihinde yapmış olduğunuz 2201301208 sayılı başvurunuz incelenmiştir. Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. Lozan Barış Anlaşması metnine Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar / Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi saygılarımla rica ederim.”

LBA’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu, Andlaşma yürürlüktedir. Ayrıca Türkiye, Cumhuriyetimizin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işletmektedir. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verilmiş madenler çıkarılmıştır. Büyük ATATÜRK döneminde maden aramalarına akçalı (mali) kaynak sağlanması için ETİBANK kurulmuştur. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla kurulmuştur (14 Haziran 1935, 2805 ve 2804 s. yasalar ile).

Görüldüğü gibi madenlerimizin çıkarılmasının LBA ile yüz yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsızdır. Son olarak Karadeniz’de doğalgaz (20 Temmuz 2020), Şırnak – Gabar’da petrol bulunduğu AKP / RTE tarafından açıklanmıştır (1 Ocak 2023; 100 yıl bitmeden!). 1955’te açılan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi Batman rafinerisi, bölgede üretilen ham petrol içindi.

Bunlar hep, Lozan Barış Andlaşması’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de. Üzücü olan, böylesine saçma-tutarsız ve uydurma yalanlara kananların olması. Ulusun gerçek tarih bilgisi ile donatılması yaşamsal önemde. Bu da Milli Eğitim’in ve ailelerin asal işi. Her Ulus, tarihini çok iyi bilmek zorunda. Atatürk bu amaçla Türk Tarih Kurumu’nu bir dernek olarak kurdu ve gelirini güvenceledi.

LBA ve AB Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB)

AB, LBA’nı tanımıyor!

Müzakere Çerçeve Belgesi‘nin 4. paragrafındaazınlıklar” vurgusu geçmektedir. Bu Belgede;

“AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir.” denilmekte. AB’nin LBA’nda tanımlanan azınlık kavramından farklı bir arayış içinde olduğu, yazdığı İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin bu isteği, Türkiye’nin ulus devlet kurgusunu zedelemeyi hedefleyen
yeni azınlıklar üretme çabasına yöneliktir. Bu paragrafla anlaşılmaktadır ki, AB bu konudaki çabalarını yoğunlaştıracaktır.
(LBA’da salt Ermeni, Rum, Musevi olmak üzere müslüman olmayan 3 azınlık kümesi tanındı).

AB, MÇB ile Türkiye’yle Hesaplaşıyor !

  • BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto (fiilen, eylemli olarak) yaratılan siyasal oluşum, gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir.
  • Bu durumda AB MÇB 6. paragrafa göreanlaşmazlık” BM UAD-Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak ve ABD-AB’nin yönlendirmesi belirleyici olacaktır. UAD kararı ülkemizi bağlar!
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, bu paragrafa göre Türkiye, meşru “güç kullanma” hakkını işletemeyecektir.
  • Ordumuz-TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, kapsamlı yaptırım da uygulayabilecektir.(Cumhuriyet-Strateji 24.10.2005, Doç.Dr. Y. Hacısalihoğlu)

MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili anlaşmalar ile uluslararası anlaşmaların sona erdirileceğini  belirtiyor.

Bu paragrafa göre Türkiye’nin hangi ikili veya uluslararası anlaşmalarının geçersiz kılınacağı
açıkça belirtilmiyor. Örn. KKTC’nin varlığı, 1959 ve 1960 Londra-Zürih garantörlük andlaşmaları,
bu paragrafa dayanarak Türkiye için geçersiz kılınabilir! Ucunun LBA‘na ve/veya Montrö‘ye dayanmayacağını kim güvenceleyebilir? AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn’in
MÇB ile ilgili söylediği “kasıtlı muğlaklık” oyununa herhalde bu maddede fazlaca uyulmuştur.

İzlediğiniz ve paylaşacağınız, gereğini yapacağınız için teşekkür ederim.

  • Lozan Barış Andlaşması T.C.’nin Tapusu ve Tabusudur; sonsuza dek yaşatacağız!

24 Temmuz 2024, Heybeliada – İSTANBUL
============================== /// ==============================

Konferansımızın 2. Bölümü Metni 

21 inci Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri

Küresel sağlık sorunları ve sağlığa erişim hakkı, 21. yüzyılda giderek önem kazanan konular arasında yer almakta. Konferansımızda aşağıdaki başlıklar altında konuyu irdeleyeceğiz:

  1. Küresel Sağlık Sorunları
  2. Bulaşıcı Hastalıklar

HIV/AIDS, Tüberküloz ve Sıtma: Bu hastalıklar, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde ciddi sağlık sorunları yaratmakta. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 2023’te dünyada yaklaşık 40 milyon insan HIV ile yaşamaktadır. 1,3 milyon kişi HIV enfeksiyonuna yakalanmış ve 630.000 kişi AIDS nedeniyle yaşamını yitirmiştir.

Tüberküloz : 2022’de dünya genelinde 10,6 milyon insan hastalığa yakalandı ve 1,6 milyon ölüme neden oldu.

Sıtma..
2022’de 249 milyon yeni olgu ve 680 bin ölüme neden oldu.

KOVİT-19 Pandemisi: KOVİT-19’un küresel etkileri, sağlık sistemlerini ne çok zorladığı ve
sağlık politikalarında köklü değişikliklere yol açtığı üzerinde durulmalıdır. Pandemi,
sağlık hizmetlerinde kurulu kapasite aşımına ve birçok ülkede sağlık hizmetlerine erişimde ciddi kesintilere neden oldu. Aynı zamanda, aşı geliştirme ve dağıtımı gibi konularda küresel işbirliği ve eşitsizlikler de öne çıktı. Bu ciddi sorun salgının uzamasına, çok sayıda önlenebilir ölümlere yol açtı (toplam 21 milyon..).

  1. Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar (BOH)

Kalp Hastalıkları, Diyabet ve Kanser… BOH’lar dünya genelinde en yaygın ölüm nedenleri.
Dünyada 20,5 milyon kişi kalp hastalıkları nedeniyle öldü (2021).

Diyabet.. dünya genelinde 540 milyon erişkin insan diyabetik (%10,5), hastaların yarısı
tanı alamıyor (saklı – gizli!). 2021’de maliyet 1 trilyon Dolar ve 6,7 milyon ölüm!

Kanser.. 2022’de 9,7 milyon kişinin ölümüne yol açtı, 20 milyon kişi kansere yakalandı..

Toplam küresel ölüm sayısı yaklaşık 57 milyon/yıl içinde bu 3 hastalığın payı çok ağırlıklı.

Ruh Sağlığı Sorunları: Depresyon, bunaltı (anksiyete) gibi ruh sağlığı sorunları da önemli
küresel sağlık sorunu olarak ele alınmalıdır. Dünyada 2023 sonunda 280 milyon kişi
depresyonla yaşıyor. Ruh sağlığı sorunları, genellikle yeterince tanınmayan ve kaynak ayrılmayan bir alan olup, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturuyor. ABD’de sıklığı %5,9.

  1. Sağlığa Erişim Hakkı

    a. Evrensel Sağlık Kapsamı
    (UHC – Universal Health Coverage)

Her bireyin gereksinim duyduğu sağlık hizmetlerine, ekonomik sıkıntıya (çöküntüye!) düşmeden erişebilmesini sağlamak temel hedeftir. Dünya Sağlık Örgütü, Evrensel Sağlık Kapsamı’nı (UHC)
tüm insanların gerek duydukları sağlık hizmetlerine, parasal zorluklar yaşamadan erişebilmesi olarak tanımlar. UHC’nin ana hedefleri arasında, tüm bireylerin nitelikli sağlık hizmetlerine erişimini sağlamak ve sağlık hizmetlerine erişim sırasında oluşabilecek akçalı yükü en aza indirmek yer alır.

Başarılı Örnekler: İsveç, Japonya gibi ülkelerde UHC’nin nasıl uygulandığı incelenebilir.

  • İsveç, tüm vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti sunan bir sağlık sistemi kurmuştur.

Japonya ise düşük maliyetli ve yüksek nitelikli sağlık hizmeti sunan bir sigorta sistemi geliştirmiştir.

  1. Sağlık Eşitsizlikleri

Soso-ekonomik belirteçler: Gelir, eğitim, cinsiyet ve coğrafi konum, konut, yeterli-dengeli beslenme, toplumsal ekin (kültür) gibi etmenlerdir. Bu belirteçler (determinantlar), kişilerin
sağlık durumunu belirleyen sosyal, ekonomik ve çevresel etmenlerdir. Sağlık hizmetine erişimi, hastalık riskini ve genel sağlık durumunu çok belirgin düzeyde etkilerler. Sağlık çok etmenlidir.

Sağlık sorunlarının nedenleri salt fiziksel – kimyasal – biyolojik etmenler değildir.
Sosyal-ekonomik-kültürel etmenler asıl altta yatan kök nedenlerdir (nedenlerin nedeni!).

  • Yoksulluk, başta gelen ana sağlıksızlık nedenidir.
  • Yoksullar daha sık ve kolay, ağır hasta olur ve ölürler.
  • Hastalığı atlatırlarsa daha da yoksullaşmışlardır, engelli kalma ve ölüm riski de yüksektir.
  • Yoksullukla sağlıksızlık arasındaki ilişkiler “nedensel(causal, deterministik) türdendir.

Mülteciler ve Göçmenler: Sağlık hizmetlerine erişimde karşılaşılan zorluklar…
Mülteciler ve düzenli – düzensiz göçmenler dil engeli, yasal statü sorunları ve ekonomik güçsüzlük nedeniyle sağlık hizmetine erişimde ciddi güçlüklerle karşılaşmaktadır. Bu eşitsiz kesimlerin sağlık gereksinimine dönük özel politikalar geliştirilmesi önemlidir. BM’ye göre bu kitle tarihsel rekor düzeydedir.

Kırılgan toplum kümeleri olarak yoksullar, işsizler, yaşlılar, sığınmacı ve düzensiz göçmenler,
gebe-emziren kadınlar, çocuklar ve gençler, etnik azınlıklar, ağır işçiler, çatışma bölgelerinde yaşayan halk.. gerektiğinde çok yönlü farklılaştırıcı pozitif ayrımcılık politikalarıyla kollanmalıdır.

Eşitsizliklerin giderilmesi, en aza indirilmesi dayanışmacı kamusal sosyal politikalarla olanaklıdır.

Neo-liberal küreselleşTİRme dayatmasıyla sağlıkta özelleştirme, kamusal sağlık hizmetini ve yatırımlarını azaltma çok olumsuz ve çok ağır sonuçlara neden olmuştur.

Dünyada, o arada Türkiye’de 2003’ten beri uygulanan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmalarına
IMF-DB vd.nin son vermesi gereklidir. Beklenen makro verimlilik artmamış, sağlık hizmeti niteliği iyileşmemiş, sağlığa erişimde zorluklar, yaygınlık ve derinlik kazanmış bu politika tıkanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü : TEK TIP – TEK SAĞLIK!

DSÖ, 2008’de bu yaklaşımı benimsedi : İnsan sağlığı + hayvan sağlığı + çevre sağlığı..

Bu 3 ana öge tümelci bir yaklaşımla, birbirine destek olarak birlikte ele alınmalıdır.

Hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar (zoonozlar) denetim altına alınmalıdır. Kuduz vd.

Çevre  kirliliği alarm vermektedir. Örn. Dünya nüfusunun %90’ı temiz hava soluyamamaktadır.

Küresel ısınma İKLİM FACİASI’na (climate diaster!) dönüşmüştür. Yeşil yaşam” zorunludur.

  • Homo sapiens, Evrim srecinde “Homo environmentum”a evrilmelidir, hem de hızla!

Sürdürülebilir kalkınma” dönemi bitmiştir; insanlık yeryüzünde sağkalım (beka) tehdidiyle
yüz yüzedir. Dolayısıyla “Sürdürülebilir yaşam” dönemine zorunlu geçiş ve uyum zorunludur.

Nüfus artışı durdurulmalı, dünya nüfusu azaltılmalıdır!

2030’a dek 800 milyon “İnsan Eşdeğeri robot” (MER – Man Equivalent Robot) üretimde yer alacaktır. Yapay zeka ile donatılmış bu teknoloji harikaları, karanlık (aydınlatma gerekmeyen) fabrikalarda üretim yapmaktadır. İşsizlik zaten ciddi sorun iken, 800 milyon ek tekno-işsizi
ne yapacağız? İş bulmak üzere uzaya, başka gezegenlere mi yollayacağız?!

Türkiye’de ve dünyada nüfusun yaşlanmasından ürkü (panik) yersizdir. İnsan ömrü uzamıştır
ve MER’ler üretimdedir. Türkiye nüfusu 2050’lere dek azalmayacak, 96 milyona erişecektir. Sonrasında dünya ile birlikte duraksama ve azalma beklenmektedir. 8,2 milyar nüfusa dünyanın doğal kaynakları yetmemektedir. Dünya sonludur ve insanlar sonsuza dek zaten çoğalamazlar!

Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip ama toprakları toplamın % yarımı. Küresel enerji kaynaklarının %0,2’sine su kaynaklarının ise %0,6’sına sahibiz; su ve enerji yoksuluyuz! Nüfus yoğunluğumuz dünyanın 2 katı, 1 km2’ye 110 kişi düşüyor!

Anayasa m.41’de devletin aile planlaması hizmeti verme yükümü var. AKP engelliyor!
Oysa temel hak, özenle uygulanmalı ve

  • HER KADINA 1 ÇOCUK politikası, küresel ölçekte ivedilikle benimsenmelidir.

Türkiye’de 85 milyon vatandaşa ek resmi yabancılar ve düzensiz göçmenlerle 100 milyon nüfus barınmaktadır. Yurt toprakları bu nüfusa doğal kaynaklarıyla yeterli değildir; gıda fiyatları yüksek!

  • Çağımızda nüfusun niceliğinden çok niteliği önemlidir. “Sağlıklı ve eğitilmiş” nüfus !

Oysa demografik yapımız, Suriye iç savaşının BOP ile başlatıldığı 2011’den bu yana aldığı 13+ milyon muazzam büyüklükte göç ile çok ciddi, dönüşümsüz tehdit altındadır ve

Ulus, Araplaştırılarak ümmete dönüştürülmek, din devleti kurulmak istenmektedir!

Ana demografik sorun doğurganlığın azalması değil, güncel olarak bu BOP operasyonudur.

Koruyucu Sağlık Hizmetleri öncelik almalı, 1. Basamak sağlık sisteminin temeli olmalı

Aşılama – bağışıklama

Aşılamanın tarihsel gelişimi ve hastalıkların önlenmesindeki rolü çok öğreticidir. Aşılar, bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınmasında ve ortadan kaldırılmasında en etkili araçlardan biridir. Çiçek hastalığının kökünün kazınması (1978) ve çocuk felcinin denetim altına alınması, aşılamanın küresel sağlığa çok değerli katkılarının en önemli örneklerindendir.

HBV ve HPV aşıları sırasıyla karaciğer ve Rahim ağzı kanserlerinden koruyucudur.

AŞILAR stratejik biyolojik – tıbbi ürünlerdir. Ancak Türkiye son çeyrek yüzyıldır hiç aşı üret(e)miyor! Kovit-19 salgınında yeterli aşı sağlamada çok zorlandık. 1928’lerde Atatürk döneminde kurulan ve olağanüstü başarılı halk sağlığı hizmeti veren Dr. Refik Saydam Umumi Hıfzıssıhha Enstitüsü (Genel Koruyucu Sağlık Kurumu) 2011’de kapatıldı (663 s. KHK, m.58/3). Hızla, güncel örneklerine uygun olarak açılmalı, donatılmalı, yönetsel-akçalı bakımdan özerk, bilimsel özgür olmalıdır.

Aşı çekincesi sorunu : Aşı çekincesinin nedenleri ve bununla savaşım önemlidir. Aşı çekincesi, bireylerin aşıların güvenliği ve etkinliği konusunda endişe taşıması nedeniyle aşı yaptırmaktan kaçınmalarıdır. Bu durum, aşılanma oranlarının düşmesine ve salgın riskinin artmasına neden olur. Aşı çekincesi ve reddiyle savaşmak için toplumun aşılar hakkında doğru bilgilendirilmesi ve sağlık yetkelerinin (otoritelerinin) güvenilirliği artırılmalıdır.

Aşı reddi sorunu : Bu sorun daha da ciddidir. Oysa aşılar, ilaçlardan daha güvenilir tıbbi ürünlerdir. Güvenlik ve etkinlikleri kanıtlanmıştır. Bu sorun ile toplumu etkin – yaygın biçimde eğiterek ve gerektiğinde yasal yaptırımlar da uygulayarak küresel ölçekte sürekli savaşım verilmelidir.

Aşı reddi bir insan hakkı ve özgürlüğü değildir! Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı vardır
(Anayasa m.56) ve temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sınırsız – mutlak olmayıp başkalarına
zarar vermeme sınırı vardır (Anayasa m.12). Ayrıca bu tutum-davranış, bilimsel ve etik de değildir.

  1. Halk Sağlığı Kampanyaları – Halkın Sağlık Eğitimi

Tütün Kullanımının Azaltılması: Dünya Sağlık Örgütü’nün çabaları ve tütün denetim politikaları önemlidir. Tütün kullanımı, dünya genelinde her yıl 8 milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır. DSÖ’nün tütün denetim yordamları (stratejileri) arasında vergilendirme ile fiyat politikası, reklam yasakları ve halkı bilinçlendirme kampanyaları bulunmaktadır. Ülkemizde 4207 s. yasa asla esnetilmemeli, özellikle kapalı alanlarda tütün kullanımı mutlak yasağı sürdürülmelidir.

Sağlıklı Yaşam Biçimi Teşvikleri: Dengeli-yeterli beslenme, düzenli egzersiz ve alkol tüketiminin azaltılması gibi önlemler.. Sağlıklı yaşam biçimi teşvikleri, kreşler, süregen (kronik) hastalıkların önlenmesinde ve genel sağlık durumunun iyileştirilmesinde önemli rol oynar. Örgün ve yaygın halk sağlığı eğitimi, aile planlaması ve genetik danışma hizmetlerine erişim öncelikli alanlardır.

Toplumsal dayanışma, iyi komşuluk, sosyal devlet ana ögelerdir.

Küresel Sağlık Politikaları ve İşbirlikleri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)

DSÖ’nün küresel sağlık sorunlarına yönelik stratejileri (yordamları) ve programları çok değerlidir.
DSÖ, uluslararası sağlık çalışmalarını eşgüdümleyen ve sağlık standartlarını belirleyen BM uzmanlık birimidir. Türkiye kurucu üyedir. Temel hedefi, tüm insanların olanaklı en yüksek sağlık düzeyine ulaşmasını sağlamaktır. Bu Birimden Teknik destek alınmalı, işbirliği – eşgüdüm ile çalışılmalıdır.

COVAX Programı: Kovit-19 aşılarının adil dağıtımı için yürütülen uluslararası işbirliğidir.
COVAX, düşük ve orta gelirli ülkelerin Kovit-19 aşılarına erişimini sağlamak için kurulmuş bir
küresel işbirliği girişimidir. Bu program, aşıların adil ve hızlı dağıtımını teşvik ederek küresel aşılamayı artırmayı amaçlamaktadır. Ancak özlenen düzeyde başarılı olamamıştır, bu yüzden
Kovit-19 savaşımı çok olumsuz etkilenmiş, salgın uzamış ve önlenebilecek ölümler, engellilikler yaşanmıştır. Aşılar-ilaçlar yaşam kurtarıcıdır ve kâr amaçlı olmamalı, kamu eliyle sağlanmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları ve Özel Sektör

Hükümet Dışı Kuruluşlar – HDK (NGO)’ların Rolü: Médecins Sans Frontières (MSF) gibi gönüllü kuruluşların katkıları değerlidir. MSF, dünya genelinde acil sağlık hizmetleri sunan ve insansal bunalımlarda etkin rol oynayan bir sivil toplum kuruluşudur. Bu tür yapılanmalar, sağlık hizmetlerine erişimi artırmak ve sağlık eşitsizliklerini azaltmak için önemli katkı sağlamaktadır.

Ancak kamunun sorumluluğu birincildir, asaldır, ertelenemez, sınırlanamaz ve devredilemez.

Özel Sektör İşbirlikleri: İlaç şirketleri ve teknoloji firmalarının sağlık sorunlarının çözümüne katkıları dikkate alınmalıdır. Özel sektör, yenilikçi sağlık çözümleri ve ilaç geliştirme süreçlerinde önemli rol oynamaktadır. İlaç şirketleri, yeni tanı ve sağaltım yöntemleri ile aşılar geliştirerek küresel sağlık sorunlarına çözüm üretmektedir. Ancak bu ürünlere erişim piyasa koşullarıyla olmaz, Kamu, gereksinimi olana sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca kamu kurumu niteliğinde sağlık meslek örgütleriyle (AY m.135) işbirliği koşuldur. TTB-Türk Tabipleri Birliği, TEB-Türk Eczacıları Birliği gibi.

Gelecekteki Zorluklar ve Fırsatlar

İklim Faciası ve Sağlık

İklim değişikliği, küresel ısınmanın sağlığa etkileri ve uyum çabaları kritik önemdedir.

İklim değişikliği / faciası, havanın niteliği, su ve gıda güvenliği gibi sağlıkla doğrudan ilişkili etmenleri etkilemektedir. Bu durum, özellikle düşük-orta gelirli ülkelerde sağlık sorunlarını ağırlaştırmaktadır. Uyum yordamları (stratejileri), iklim değişikliğine karşı dayanıklılığı artırmak ve sağlık sistemlerini güçlendirmek için önemlidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek kaçınılmaz görünmektedir.

Sürdürülebilir Yaşam / Kalkınma : Sürdürülebilir kalkınma hedefleri çerçevesinde sağlığın
ele alınması zorunludur. Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDGs), yoksulluğu azaltmak, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve gezegenimizi korumak amacıyla belirlenmiştir. BM 3. Binyıl Hedefleri, sağlık dahil, 2030’da erişilmek üzere tasarlanmıştır.

Dijital Sağlık ve Teknoloji

  • Tele-Tıp ve e-Sağlık: Sağlık hizmetlerinin dijitalleşmesi ve bunun sağlığa erişime etkileri,
    etik ve yasal boyutları, etkinliği yeni umut ve sorun alanlarıdır. Teletıp Yönetmeliği yürürlüktedir.
  • Yapay Zeka : Hastalıkların erken tanısı, sağaltımı, kimi cerrahi girişimler ve gerektiğinde kişiselleştirilmiş tıp uygulamaları bakımından önem taşır. Alan, umut ve sürprizlerle doludur.
  • Genetik tanı ve sağaltım : Pre-implantasyon tanı olanakları büyümektedir.
    Akraba evlilikleri önlenmeli ve genetik danışmanlık hizmetleri yaygınlaşmalıdır.
    Genetik onarım gündemdedir.
  • “Büyük veri” (Big data) umut- fırsat ve tehdit boyutlarını birlikte taşıyor. Kişisel veriler
    6698 s. KVK Yasası kapsamında korunmalı ama gelişmiş bilgisayarlarla milyarlarca insanın anonim (kimlikten arındırılmış) sağlık verileri üzerinde vazgeçilmez Epidemiyolojik araştırmalar yapılmalı, sağlık sorunlarına, hizmetlerin yönetimine bilimsel çözümler üretilmelidir. Halk Sağlığı Uzmanı-Epidemiyolog-Biyoistatistikçi hekim gereksinimi büyüktür.

Kamucu sağlık politikaları, Sağlığa yatırım!

Tüm bunlar kamu öncülüğünde demokratik – laik – sosyal – hukuk devleti ortamında olanaklıdır.

Türkiye ulusal gelirden %5’ten de az pay ayırıyor sağlık sektörüne. Mutlak yetersiz! Önümüzdeki on yıl içinde her yıl % yarım puan artırarak OECD, AB ortalaması yakalanmalı, kamunun payı büyümeli.

Kaynaklar öncelikle sağlığı koruma ve geliştirmeye ayrılmalı, 1. Basamak güçlendirilmeli.

Türkiye, Batı’nın baskısıyla SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) dayatmasını aşmalı
ve yeniden SAĞLIKTA SOSYALLEŞTİRME’ye dönmelidir!

SAĞLIKLI + EĞİTİMLİ toplum sosyal-ekonomik-kültürel kalkınmanın ana girdisi,
temel kaldıracıdır ve 21. yy’da çok zorlu küresel yarışta tutunabilmek için kaçınılmazdır!
İnsana yatırım etik yükümdür!

Sağlıkta dönüşüm ve özelleştirme, sağlık hizmetlerinde nitelik artışı sağlamadı!
Oxford Üniversitesi’nin çok kapsamlı bir çalışması Lancet Public Health’de Mart 2024’te yayımlandı. Veriler,

  • Sağlıkta özelleştirmenin hiç de yıllardır propagandası yapıldığı gibi
    hizmet niteliğini artırmadığını, tam tersine düşürdüğünü gösteriyor!

Sonuç olarak                                     :

Büyük ATATÜRK,

  • “Devlet olma iddiasındaki siyasi müesseselerin EN BİRİNCİ görevi halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” buyurmuştu.

Keza,

  • “Kendine devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak ulusal sorunumuzdur.
    Çünkü Cumhuriyet, düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”

uyarısı da Kurucu Mustafa Kemal Paşa’nın.

  • Sağlık hizmetleri herkese hak, sosyal Devlete ise kaçınılmaz kamusal yükümdür.

***
Dinlediğiniz için teşekkür ederim..

Konferansımızı izlemek için tıklayınız : https://youtu.be/-P5gfq_5_-o

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik          https://www.instagram.com/ahmet_saltik   

24 Temmuz 2024, İNÖNÜ Evi Heybeliada – İstanbul

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. Yılı etkinliği konferansımızın PDF metni (1,2 MB) :

101. Yıl Konf. metni, fotolu, web sitemize konan

Bu yazı ADD genel merkezi web sitesinde de yayınlanmıştır :
101.-Yil-Konf.-metni-Ahmet-Saltik.pdf (add.org.tr)

İNÖNÜ Vakfı
web sitesine de yüklenecektir.

Büyük strateji ihtiyacı

Ahmet YavuzAhmet Yavuz

SÖZCÜ,  29 Temmuz 2024
https://www.sozcu.com.tr/15-temmuz-uzerine-p66246

Cumhuriyetin ilk yüz yılı, kurucusunun belirlediği rotanın dışına çıkıldığı için karşı devrimi bünyesinde besledi, iktidara gelmesini de engelleyemedi. Bunun çeşitli nedenleri var ve bu nedenleri doğru olarak saptamadan yol almak mümkün değil.

Dünya değişti, ülke değişti, insanların yaşama bakışı değişti ama ihtiyaçlar değişmedi: Güvenlik, refah ve güvenceli özgürlük arayışı devam ediyor.

AKP’nin zaten kötürüm edilmiş Atatürk cumhuriyetini adım adım yıkmaya ve kendi cumhuriyetini kurmaya dayalı büyük stratejisi; ideolojik olarak çökmesine ve siyaseten oldukça zayıflamasına karşın sürüyor. Son zamanlarda TBMM’de çıkarmaya çalıştığı yasalar da bu büyük stratejinin devamı niteliğindedir. Özellikle maarif yasa tasarısı Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki bağı güçlendirmeyi az da olsa düşünme becerisi elde eden nesillerden (kuşaklardan) daha çok inanan nesiller yaratmayı ve dinci vesayeti tahkim etmeyi (pekiştirmeyi) amaçlıyor.

Bütün bunlar insanların bilincine belli ölçüde yansıdığı ve geniş kesimlerin refah kaybı uyanışı körüklediği için siyasal zayıflamanın devamı kaçınılmazdır.

Ancak…

Karşı devrimin karşısına konan bir büyük strateji henüz ortada görünmüyor. Bu olumsuzluğa rağmen şimdilik tek umut kaynağı, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in biraz aceleci bir tarzda ileri sürdüğü normalleşme stratejisi ya da taktiğinin geride kalmış olmasıdır.

AKP’nin yıkım stratejisine karşı yeniden yapmayı/kurmayı esas alan
büyük strateji yaşama geçirilemezse bu sarmaldan çıkış yoktur!
Önce bunun ayırdına varılmalıdır.

Liderlerin asıl rolü sorunları çözecek bir vizyonu ortaya koymak ve bunu tutarlı bir stratejiyle kamuya mal etmektir.

Günümüzde bu vizyon cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak yani özgür ve eşit birey, egemen halk ve bağımsız ülkeyi yeniden yaratmaktır.

Sorun bu vizyonu bir büyük stratejiyle yaşama geçirmektir. Bu büyük stratejinin merkezinde biri diğeriyle uyumlu

– ulusal güvenlik stratejisi,
– kalkınma stratejisi,
– eğitim stratejisi,
– halk sağlığı stratejisi,
– hukuk devletini gerçekleştirme stratejisi

özel bir öneme sahiptir. Bunlarının her birinin çalışılması ve ana çizgileriyle halka anlatılması, desteğinin alınması ve yüksek bir güvenin sağlanması gerekiyor.

Ülkenin içinde bulunduğu sorunlu durum bir yana çevremizde yaşanan savaşlar ve gerilimler yaşanırken tek kutuplu dünya düzenin sonuna yaklaşılması ama yenisinin henüz ete kemiğe bürünmemiş olması nedenleriyle, ulusal güvenlik stratejisi netleşmemiş bir iktidar ve ana muhalefet partisiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz.

Siyasal iktidarı bir yana bırakacak olursak, son mavi vatan tartışmaları büyük stratejisini belirleme sorumluluğuyla karşı karşıya olan CHP’de yaşananlar ilginç. Milletvekili E. Büyükelçi Namık Tan mavi vatan kavramını masal olarak nitelerken aynı kavramı partinin gölge Milli Savunma Bakanı ve güvenlik politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı E. Amiral Yankı Bağcıoğlu savunuyor. Hangisi CHP’yi açıklıyor? Hem dış politika hem de güvenlik konusu olması münasebetiyle liderin/partinin tercihini bilmek gerekiyor.

Eğer üzerinde çalışılacaksa, ulusal güvenlik stratejisini belirlerken üyesi olduğumuz, kurulduğunda bir savunma örgütü olan ancak günümüzde daha çok kendisine saldırı örgütü rolü vermeye eğilimli bir NATO’ya ilişkin yaklaşım ne olacaktır? Daha net söylemek gerekirse, yeni konsepti temel olarak ele alındığında NATO’nun ülkemizi de olası bir savaşa sürükleyebilecek tercihlerine karşı tutum ne olacak?

Ya da Suriye’nin siyasal birliğini, toprak bütünlüğünü ve devlet egemenliğini savunurken hatta son zamanlarda dillendirildiği gibi sığınmacıların ülkelerine gönderilmeleri yüksek sesle dillendirilirken, ABD ile nasıl bir ilişki geliştirileceği, yanıt bekliyor.

Büyük stratejiniz yoksa stratejinizin ve ona ilişkin taktiklerinizin ömrü uzun olmaz ve sizi kalıcı hedefe götürmez…

1920’lerde değiliz ama aynı gereksinimler sürüyor.

Gereksinimlerin çağa uygun olarak giderilmesi ise büyük stratejinin belirlenmesini ve yaşama geçirilmesini bekliyor. Üstelik 1920’lere göre çok daha donanımlı bir kadroya, önemli bir deneyime ve yol haritasının birikimine sahip olmanın avantajıyla…

YES BE ANNEM

Suay Karaman

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin uğradığı baskı ve zulmü ortadan kaldırmak için 20 Temmuz 1974′te gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yıl dönümünü kutluyoruz. Atatürk sonrası Cumhuriyet tarihinin en önemli askeri ve siyasal başarılarından olan bu harekâta emek veren o dönemin siyasilerini, tüm komutanları, kahraman şehitlerimizi ve gazilerimizi saygıyla ve şükranla anıyoruz.

50. yıl kutlamaları için tüm siyasiler Kıbrıs’a gitti. “Yes be Annem” sloganıyla Annan Planı‘na destek veren AKP’li yöneticilerin törenlere katılması inandırıcılıktan uzaktır. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı plan, Türk ve Rum kesimi olarak bölünmüş Kıbrıs Adası’nın bağımsız tek bir devlet olarak birleştirilmesini öneren bir plandı. 24 Nisan 2004 tarihinde halkoyuna sunulan bu plan Türk tarafında %65 kabul görmüş ancak Rum tarafında %75 ret olduğu için yaşama geçirilememiştir. Bu Planın kabul edilmemesinin Türk tarafı için çok iyi olduğunu söylemek gerekir.

Kıbrıs’taki halk oylaması öncesinde Türkiye’den azarlanıp gönderilen Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret eden “Yes be Annem” destekçisi siyasiler ne düşündüler acaba? TİP ve DEM Parti ise 50. Yıl törenlerine katılmadıkları gibi hiç anmadılar da. Emperyalizmin kucağında solculuğun nasıl yapıldığını bizlere gösterdiler; tabii anlayana…

Kıbrıs’taki Türkleri toptan yok etmek için 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Rumlarının kurduğu silahlı örgüt, Türklere acımasız davranışlarda bulunarak, iki soydaşımızı öldürerek işe başlamıştı. 24 Aralık 1963 Salı günü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın (1924-2016) 37 yaşındaki eşi Mürüvet İlhan, çocukları 6 yaşındaki Murat, 5 yaşındaki Kutsi ve henüz 10 aylık olan Hakan, Lefkoşa’da saklandıkları evlerinin küveti içinde Rumlar tarafından katledildi. Bu olay Kanlı Noel olarak anında bütün dünyaya yansıdı. Katliamın yapıldığı ev, bugün Barbarlık Müzesi olarak korunmaktadır. Günümüzde Kıbrıslı Türklerden henüz bu müzeyi görmeyenler bile vardır, yaşanan korkunç olayları bilmeyenler vardır.

15 Temmuz 1974’te Yunanistan’daki faşist cuntanın desteğiyle Kıbrıs’ta darbe yapıldı ve Rum terör örgütünün desteklediği bu darbe ile uluslararası andlaşmalar hiçe sayılarak yapılan baskılarla Ada’dan büsbütün tasfiye etmek istediği soydaşlarımız Kıbrıs Barış Harekâtı sonucunda özgürlüğüne kavuşturulmuş, Yunan cuntasının Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için giriştiği askeri harekât önlenmiştir. Kıbrıs Türkleri, Rumların baskısı altında yaşadıkları bölgeden kurtarılarak kuzeyde Türk yönetiminin egemen olduğu bölgeye getirilmiştir. Daha sonra 15 Kasım 1983’te Rauf Denktaş‘ın önderliğinde kurulan bağımsız, laik ve demokratik Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak yaşama olanağına sahip olmuşlardır.

Geçmişte yaşanan acı olayları bilmeyenler, bugün Rumların kucağına atlayıp, AB’ye girmek sevdası ile hayal görmektedirler. Kıbrıs sorununun çözümü için iki ayrı egemen-eşit devletin savunulması ve sonuca ulaşılması için gerekli girişimlerin yapılmasının zamanıdır. Bunca yıldır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası tanınırlığının olmaması da çok büyük eksikliktir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması için çok daha fazla çaba göstermeleri gerekir(di).

Emperyalist devletlerin kışkırtmaları sonucunda başta İzmir olmak üzere ülkemizi işgal ederek insanlık dışı savaş suçları işlemiş olan ve İzmir’den denize döktüğümüz Yunanlar ile daha sonra dostluk köprüleri kurulmuştu. Yunanistan başbakanı Eleftherios Kyriakos Venizelos (1864-1936), 27-31 Ekim 1930 arasında Ankara’ya gelerek, Atatürk ile görüşmüş ve Atatürk’ün karakterinden, içtenliğinden, Türkiye’de yaptığı reformlardan son derece etkilenmiştir. 12 Ocak 1934’te Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteren Venizelos, Türk-Yunan barışının kalıcı olması gerektiğine inanıyordu.

Ancak Yunanistan Milli Marşı’nın sözlerinde Türk düşmanlığı ve nefreti anlatılmaktadır. Bu marş 1966’da başlayarak Kıbrıs Rum Kesiminin de milli marşı olarak kabul edildi. Venizelos’tan sonra gelen siyasetçiler bu dostluğa sıcak bakmadılar. Yunan yazar Dido Sotiriyu’nun (1909-2004), 1962’de yazdığı Kanlı Topraklar (Yunanca Matomena Homata) adlı romanı, Türkçeye “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” olarak çevrilmiştir. Şirince doğumlu ve mübadele nedeniyle Yunanistan’a göç eden bir ailenin kızı olan Dido Sotiriyu’nun romanında Türkleri ve Türklüğü aşağılayan ifadeler vardır, ancak bu roman 1982 yılında Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’nü almıştır.

2004’te başlayarak Yunanistan Ege adalarımızı işgal etti, silahlandırdı ve yerleşime açtı. Bu işgal halen artarak sürmektedir. 2012’de Yunan televizyonlarında Türk dizileri gösteriliyordu. Yunanistan’ın tanınmış müzisyeni ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğun simgesi olan Mikis Teodorakis (1925-2021) şunları söylemişti:

  • “Uyanık olmalıyız. Düşman sinsice içimize sızıyor. Bu dizileri izlemeye devam ederseniz ülkemizi ve dilimizi kaybedeceğiz. Yunan TV’leri Türk propagandasına hizmet ediyor. Yunanistan’ın zor durumda olduğu bu dönemde propaganda silahını kullanmayı seven komşu ülke altın bir fırsat buldu. Bu dizilerde yoksul ve İslami fanatizme bulaşmış bir Türkiye yerine hayali bir ülke gösteriliyor. Bu şekilde kendi çıkarlarını ve hedeflerini yerine getiriyorlar.”

17 Temmuz 2024 Çarşamba günü Türk Eğitim Vakfı’nın Çeşme’de düzenlediği konsere Yunan müziğinin önemli adlarından Despina Vandi çağrıldı. Ancak alana asılan Atatürk posterinden ve Türk Bayraklarından rahatsızlık duyan Despina Vandi, konseri iptal ederek, ülkesine döndü. Yunan basınına verdiği demeçte; “Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle dolu bir etkinlikte herhangi bir Yunan sanatçının sahne alması, tarihsel belleğe hakaret olurdu. Hele ki Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin 50. Yıldönümünde!” diyen Yunan şarkıcıyı davet edenlerin bilinçsizliği de düşündürücüdür.

Ülkemizde tatil yörelerindeki fiyatların yüksekliği nedeniyle, tarihte ve günümüzde yaşanan olaylardan habersiz ve gamsız Türk vatandaşları tatil için Yunan adalarına gitmektedir. Siyasal iktidarın yanlış ve tutarsız politikaları sonucunda bizim esnafımız, bizim halkımızı açıkça kazıklamaktadır. Bu yüzden Yunan adalarına gidenleri yadırgamamak gerekebilir belki.

Ancak adalarımızı işgal eden ve her türlü düşmanlığı körükleyen Yunanistan’a para akıtmak da aymazlık olarak açıklanabilir. Yaşlısından gencine Yunan halkının Türklere karşı nefreti, doğru ya da yanlış bir bilinçtir ama benzer bilinç Türk halkında yoktur ve ne yazık ki bizler karşılıksız kalan bir dostluk eli uzatmaktayız.

Yunanistan’ın sürekli olarak Türkiye’ye yönelik iftira kampanyaları ve düşmanlıkları, ülkemizdeki aydınımsı insanlarca yeterince anlaşılamamaktadır. AB’den ve ABD’den fonlanan kimi kitle örgütleri de bu iftiralara destek vermekte, Yunan’ı haklı görmektedir. “Yes be Annem” sloganının içeriği ile Yunanistan’ın düşmanlıklarını anladığımız zaman, ülkemize yapılan emperyalist saldırıları da püskürteceğiz. İşte bunun için geçmişin iyi bilinmesinin yanında günümüzde de bilinçli olmak zorundayız. Zaman, bizlere örgütlü olarak gerekli ve doğru eylemlerin yapılmasına olanak sağlayacaktır.

Azim ve Karar, 22 Temmuz 2024

ABD gerçeği

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
29 Temmuz 2024, Cumhuriyet

Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki gerçekler, Türkiye’de ne yazık ki, genellikle, olgulara ve akla uygun bir biçimde değerlendirilmiyor.

Türkiye’de siyasetin hem sağındaki hem de solundaki birçok kişi, anti-Amerikan olmakla, anti-emperyalist olunacağını sanıyor.

Oysa, ABD’ye özgü her şeye karşı çıkmak, Amerikan halkına, kültürüne, tarihine karşı toptan tavır almak, anti-emperyalizm değil, ırkçılık ve şovenizmdir.

Mustafa Kemal Atatürk de, Britanya’ya ve Fransa’ya karşı anti-emperyalist bir mücadele verirken, bu ülkelerin halklarını ve kültürlerini kategorik olarak karşısına almamıştır, onların siyasal düzenine ve emperyalist uygulamalarına karşı mücadele vermiştir, hatta o ülkeleri yönetenlerin, kendi geçmişleriyle, kültürleriyle, uygarlıklarıyla ve ortaya koydukları Aydınlanma değerleriyle çeliştiğini vurgulamıştır.
***
ABD gerçeğini anlamak için, ABD’nin tarihini, Avrupa ve dünya tarihiyle karşılaştırmalı olarak incelemek gerekir.

ABD’nin 1776 yılında kurulması, o dönemde, dünya ölçeğinde büyük bir devrimdir. Monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasını sağlayan bu devrim, 1789 Fransız Devrimi’ni de öncelemiştir. ABD’nin kurulması, Britanya Krallığı’na karşı bir isyan hareketidir.

Britanya’nın Amerika kıtasının kuzeyinde kurduğu kolonilerde yaşayan Thomas Jefferson, George Washington, Benjamin Franklin, Thomas Paine gibi devrimci liderler, Britanya’nın hegemonyasına karşı isyan bayrağını açmışlar; bağımsızlık isteyenlerle Britanya’nın parçası olarak kalmayı isteyenler arasında iç savaş çıkmış, Britanya ordusuna karşı savaş açılmış; sekiz yıl süren savaşta on binlerce insan yaşamını yitirmiştir.

ABD, 4 Temmuz 1776’da, Philadelphia’da kabul edilen Bağımsızlık Bildirgesi ile bu savaşın ortasında kurulmuştur.

Bu Bildirgede kabul edilen ilkelerle ve sonrasında kabul edilen anayasa maddeleriyle, monarşik düzen yıkılarak cumhuriyet kurulmuş, böylece kralın ve kraliçenin egemenliğinden halkın egemenliğine geçilmesinin yolu açılmış; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı ilkesi benimsenmiş, kongre ve senato gibi organlar devreye girmiş; teokrasinin yerine laiklik ilkesi benimsenmiş ve dinin, devlet, siyaset, hukuk işlerine müdahale etmesi engellenmiş; feodalizm yıkılmış, yani toprak ve mülkiyet ağalığının, tekelinin yerine, tüm vatandaşlara toprak ve mülk edinme hakkı tanınmıştır.

Bu dönemde Afrika kökenlilere yönelik kölelik sorunu henüz çözülememiş ve bunun çözümü için 19. yüzyılda bir başka iç savaşın yaşanması gerekmiş olsa da, ABD 18. yüzyılda, dünyada örneği görülmemiş bir siyasal adım atmıştır.

Bu devrimi gerçekleştirenler, Avrupalı filozoflardan, 17. yüzyıl filozofu John Locke’tan ve 18. yüzyıl filozofları Adam Smith, David Hume, Jean Jacques Rousseau ve Charles-Lois Montesquieu’dan etkilenmişlerdir.
***
ABD’nin kapitalizmin merkezine dönüşmesi 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’nden sonra başlamıştır. Avrupa’da, sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan kapitalizme karşı, üretim ve sömürü biçimlerinin ve araçlarının değiştiği gerçeği ve 18. yüzyıl devrimlerinin ilkelerinin güncellenmesi gerektiği dikkate alınarak, 19. ve 20. yüzyılda, Karl Marx, Friedrich Engels, Karl Kautsky, Eduard Bernstein, Rosa Luxemburg, Vladimir Lenin gibi filozofların ve düşünürlerin öncülüğünde komünist, sosyalist, sosyal demokrat akımlar, kuramlar, hareketler, örgütlenmeler de ortaya çıkarken, ABD bu gelişmelerden çok etkilenmemiştir.

ABD’nin 18. yüzyılda devrimci bir adım attıktan sonra, 20. ve 21. yüzyılda, hem ekonomik ve sosyal adalet açısından Avrupa’nın gerisinde kalmasının, hem de küresel emperyalizmin öncüsü konumuna gelmesinin temel nedenlerinden birisi budur.

Bundan dolayı, sol siyasetin ABD’de gelişmesi kolay olmasa da, bir potansiyel olarak varlığını sürdürmesi, dünyanın geleceği açısından son derece önemlidir.

  • Dünya Avrupa’nın değil, bir gün ABD’nin sola açılmasıyla daha iyi bir gezegen durumuna gelebilecektir.

Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

ABD gerçeği29 Temmuz 2024
ABD, Trump ve Biden22 Temmuz 2024

Arap emperyalizmi ve Türkiye’nin Araplaşması

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
16 Mayıs 2022, Cumhuriyet
Önemi ve güncelliği nedeniyle bir kez daha yayınlıyoruz..

Geçmişte Sümer, Hitit, Urartu, Asur, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu coğrafyası, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin Şamanizm’i terk edip, Arabistan’da 7. yüzyılda ortaya çıkan İslam dinini benimsemek zorunda kalmasından dolayı, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları döneminde, Arap kültürünün etkisi altına girmeye başladı.

Araplar 7. yüzyılda önce, bölgenin en köklü uygarlıklarından birisi olan Pers uygarlığını asimile ettiler, Pers kültürünü din üzerinden Araplaştırdılar, Perslere yönelik saldırılar ve işgaller gerçekleştirerek İran-Pers topraklarındaki Zerdüşt dinini ve kültürünü ortadan kaldırdılar,
Persleri İslam dinini benimsemeye zorladılar. Daha sonra, hem Araplar hem de Persler, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden ve Şaman olan Türkleri, İslam dinini kabul etmeye zorladılar.

Ancak Anadolu’daki Arap etkisi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile belirli sınırlar içinde kaldı, Anadolu’nun daha önceden var olan yerel ve yerleşik kültürleri de Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin kültürü de belli bir ölçüde varlığını korumayı başardı. Anadolu’da yaşayan nüfusun, çok küçük bir azınlık dışında, hiçbir zaman Arap olmaması, halkın anadilinin Arapça olmaması, din üzerinden aktarılan Arap kültürünün etkisini belli ölçüde sınırladı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasıyla birlikte bu etki, laikliğin benimsenmesiyle, Türkçe dilinin Arapçanın ve Farsçanın etkisinden kurtarılmasıyla, Avrupa’daki siyasal, kültürel, bilimsel, felsefi, sanatsal gelişmelere de kapıların açılmasıyla,
en az düzeye düştü.

Atatürk önce Avrupa’daki işgalci ve emperyalist güç odaklarına karşı cephede mücadele verdi, arkasından da aydınlanma devrimleriyle, Arapların 7. yüzyıldan bu yana din ve dincilik üzerinden gerçekleştirdikleri kültür emperyalizmine karşı mücadele verdi.
***
Cumhuriyet döneminde Arap kültür emperyalizmi, ABD’nin de desteğiyle, 1950’den başlayarak, Anadolu topraklarında yeniden devreye sokuldu.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, imam, müftü, din insanı ve din uzmanı yetiştirmek yerine, laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası durumuna getirildi,
dinin yerini dincilik aldı. Aynı dönemde tarikatlar ve cemaatler yeniden yaygınlaştı.

İslam dini, Anadolu’da yaşamış olan Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yazar ve ozanların yorumları üzerinden değil; hadislerin ve Arap din insanlarının yorumları üzerinden anlatıldı, gençlerin beyinleri onlarca yıl boyunca, günümüze dek yıkandı.

  • Osmanlı döneminde halifenin, şeyhülislamın ve ulemanın
    Anadolu’ya ve halka zorla dayattığı din anlayışı yeniden canlandırıldı. 

Bu sözde eğitim kurumları ve merkezler onlarca yıl,
Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleri işlevini gördüler.

Türkiye’nin aydınlanma devrimleriyle her alanda gelişmiş, güçlü ve bağımsız bir devlet olmasını hiçbir zaman istemeyen,

  • Türkiye’yi cehalete sürükleyerek bir uydu ve sömürge devlet olmaya zorlayan ABD ve Avrupa emperyalizmi, bu hareketleri her zaman, doğrudan veya dolaylı olarak destekledi.

***

  • İslamcı siyasetin temsilcisi olan AKP’nin iktidarında,
    Anadolu kültürünün Arap kültürünün asimilasyonuna uğraması en yüksek düzeye çıktı.

Siyaset, ekonomi, ulaşım, iletişim, turizm, emlak ve arazi yatırımı, kültür, dış politika gibi alanlarda, demokrasi ve aydınlanma yolunda bir arpa boyu yol kat edememiş olan ve çoğu ABD tarafından desteklenen Arap ülkeleriyle işbirliklerine öncelik tanındı.

  • Türkiye AKP iktidarında, Arap ülkelerinin arka bahçesi durumuna dönüştürüldü. 

Son yıllarda, yine emperyalist devletlerin çıkardığı iç savaşların bir sonucu olarak,
milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması,
vatandaşlığın bile satılık duruma gelmesi, Anadolu’nun Araplaştırılması stratejisinin
son aşamasıdır.

Türkiye, demografik yapısı tersyüz edilerek monarşiye ve teokrasiye mahkûm edilmektedir!
=====================================================

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD, Trump ve Biden 22 Temmuz 2024
CHP’de Tüzük Kurultayı 15 Temmuz 2024
Dünya, İran ve AKP 8 Temmuz 2024

Devlet başkanlığı ve parti başkanlığı

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 25.07.2024, BİRGÜN 

CHP Genel Başkanı Sn. Özgür Özel’in, “Amacım, Parti Genel Başkanı olarak seçimleri kazanmak” biçimindeki sözleri, şöyle de anlaşılabilir: Parti genel başkanlığı devlet başkanlığı ile bağdaşmaz.

Anayasa açık: “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.”

Devlet başkanı, “.. aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” hükmü (m.103) doğrultusunda davranma yükümlülüğünde. Ne ki, parti genel başkanlığı buna engeldir.
Bu hükmün ihlali (çiğnemi) sonucu,  Devlet başkanlığı ve yürütme (hükümet) yetkilerinin tarafgir (yandaş) biçimde kullanılması, Kişi+Parti+Devlet (K+P+D) birleşmesi tehlikesi yaratmıştır.

Devlet Başkanının Parti Başkanlığı Anayasa’ya aykırı olduğuna göre, Sn. Özel’in yaklaşımı şöyle de okunabilir: Eğer ben aday olursam, parti başkanlığından çekilirim.

Bir ekleme daha: Bu konuyu şimdiden tartışmanın yerindesizliği, seçime olan zamandan kaynaklanmıyor yalnızca; CB’yi sistemin merkezi olmaktan çıkarmak, demokratik anayasa hedefi gereğidir.

Bir de, görevdeki CB’nin 4. kez aday olamayacağı: “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir”. Bu kural (2007) hiç değişmedi. Buna karşın aynı kişi 3. kez seçildi. Kural ve kişi aynı, hiçbir belirsizlik yok. 3. kez seçilmek için madde 116 koşuluna uyulmadığına göre, güncel durum Anayasa dışı.

Bu ve öteki hususlar, iktidar adayı parti olarak CHP için şu çifte gündemi gerekli kılıyor:

  • Parti başkanlığı vb. fiili durumlara ve demokratik olmayan 2017 kurgusuna son vermek.

YA HEP…

Bu ayrımın anlamı ve önemi çifte YA HEP yaklaşımında: Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti siyasal ve anayasal kazanımlarını reddeden AKP-MHP, kendilerinin çizdiği anayasal çerçevenin de hep dışına çıktılar; dahası, çoğu zaman tam tersini yaptılar. Örneğin, yasa önerisi, TBMM’nin tekelci yetkisi; ama tekliflerin hemen tümü bakanlıklarda veya Saray’da hazırlandı. Buna karşın hemen hiçbir bakan, bakanlığı ile ilgili yasa görüşmeleri için TBMM’ye uğramadı. Tersine, parti genel başkanının TBMM’deki grup toplantılarına katılan bakanlar, Parti’nin belediye başkan adaylarına oy dilenmek için seçim kampanyası yaptı.

Özetle; CB, Yürütme’yi tek başına üstlenerek Hükümet siyaseti dışına çıkardığı bakanları, seçim yarışmasında eşitliği öbür partiler aleyhine bozmak için parti siyaseti hizmetine yönlendirdi.  Anayasal düzlem ve fiili durumda “ya hep” ile yetinmeyen AKP-MHP ittifakı, ülke genelinde de demokrasiyi sönümlendirmeye yöneldi: “ve yekpare”

VE YEKPARE

Devlet ve Hükümet yetki tekeli ile yetinmeyen kişi, yerel yönetimler üzerinde de kararname (CBK) yoluyla çifte vesayet kurdu.

Kendini kamu yönetiminin sicil amiri yapan kişi, üniversiteleri de hiyerarşik ilişkiye soktu.

Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarını partizanlaştıramayan AKP-MHP, baroları parçaladı.

Anayasa’ya aykırı yasalar, CBK’ler ve talimatlar yoluyla kurulmaya çalışılan bu ‘yekpare fiili yapı’, siyasal iktidarın eldeğiştirmesi ile belli ölçüde tasfiye edilebilse de, 2017 kurgusu ancak demokrasiye geçiş dönemi için kullanılabilir; çünkü sürdürülebilir değil.

Bu nedenle şu anayasal hedef yaşamsal:

  • Hesapverebilir hükümet,
  • Görev + yetki + sorumluluk üçlüsü,
  • Anayasal denge ve denetim düzenekleri.

ÇİFTE KAVGA ve HEDEF

Özetle, uçurumun kenarındaki ülke ancak bu çifte hedefle kurtarılabilir. Bu nedenle, gündeme seçim çıkarıldıkça, rejim ve sistem tartışması ikinci plana kayıyor; CB adaylığı öne çıkarıldıkça, asıl sorun olan Anayasa, dikkatlerden kaçabiliyor.

Anayasa bilimini yadsıyarak ulusal mirası reddedenlerin, kendi kurgularına bile ihanetle yarattıkları K+P+D birleşme tehlikesi karşısında CHP, siyasal iktidarın eldeğiştirme hedefini geniş tutmak zorunda.

Çünkü “YA HEP’ten YEKPARE” ye giden yolda, demokrasiye karşı siyasal İslam kavgası veren mezhepçi ayak, şiddet ve tehdit yanlısı ayakla pekiştikçe Cumhur İttifakı’nın Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı amansız savaşı da günyüzüne çıkıyor.

Bu nedenle demokratik Cumhuriyetçiler, eşitlik-laiklik ve yurttaşlık tarihsel sınavı ile karşı karşıya…
=============================
Yazarın Son Yazıları

LOZAN BARIŞ ANDLAŞMASI ONURUMUZDUR…

günce yayınlarıGÜNGÖR BERK

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. yıldönümünü kutluyoruz.
Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasından sonra, 24 Temmuz 1923’te, yenilen devletler ile İsmet Paşa’nın başkanlık ettiği Türk Heyeti (Kurulu) arasında Lozan Barış Andlaşması imzalandı (bağıtlandı).

Bu Andlaşmayla vatanımızın sınırları çizildi. Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar çözümlendi. Kapitülasyonlar kaldırıldı. Kabotaj hakkı kazanıldı. Boğazlar, Osmanlı borçları, İstanbul’un ve Boğaz’ların boşaltılması konusunda antlaşma sağlandı.

Atatürk’ün dediği gibi: Lozan Barış Andlaşması,

  • “Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın yıkılışını gösteren bir belgedir.”

Lozan Barış Andlaşması ile “tam bağımsızlık” ve “ulusal egemenlik” temelinde,
çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu ve uluslararası alandaki saygın yerini aldı.

  • Lozan Barış Andlaşması, ideolojisi Kemalizm olan ulus devletimizin tapusudur.

Lozan’dan -24 Temmuz 1923’ten- sonra geçen 101 yıllık süreçte, emperyalizmin amacının değişmediği görüldü. Emperyalizm Lozan Barış Andlaşması yerine Sevr’i getirme, vatanımızı ve milletimizi bölme çabasını sürdürdü, günümüzde de sürdürmektedir.

2002 sonunda ülke yönetimine gelen siyasal iktidarın hedefi “ileri demokrasi” idi. Ama
15 Temmuz 2016’da yaşanan “darbe / işgal“ girişiminden sonra rejim değişikliğine gidildi. Parlamenter demokrasiden adına “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen
Başkanlık Rejimine geçildi. Bu rejim ile tüm erkler tek kişide ve onun iradesinde toplandı.

Bu “Tek Adam” rejimine giden yolun taşları, Anayasa değişikliğini içeren 12 Eylül 2010 halk oylaması ve 16 Nisan 2017 halk oylaması ile döşenmiştir. 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanı ve genel seçimleri sonunda ise, “Atatürk ve İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi aracılığıyla kurduğu Türkiye Cumhuriyeti”nin rejim değişikliği resmen gerçekleşmiştir.

Oysa yakın tarihimize bakıldığında, Emre Kongar’ın deyişiyle: “İsmet İnönü bir Demokrasi kurucusu olarak, tarihte eşi – benzeri olmayan bir önderdir. Bütün yetkileri elinde toplamış bir Tek Adam iken, salt Atatürk’ün hedeflediği Demokratik Cumhuriyet idealini gerçekleştirmek, Atatürk Devrimlerini Demokrasi ile taçlandırmak (AS: Bu Devrimler zaten demokratiktir ve özlerinde demokrasiyi içerir, benimser..) için çok partili rejime geçmiş ve barışçı seçimlerle iktidarı muhalefete teslim etmiştir (AS 14 Mayıs 1950). Günümüzde ise, Atatürk / İnönü ve CHP tarafından kurulmak istenen Cumhuriyetçi Parlamenter Demokratik rejimden yeniden Tek Adam rejimine dönülmüştür. Bu da tarihe terstir. Türkiye’nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti birikimine aykırıdır.”

Zaten geçen yıllar içindeki uygulama, “Tek Adam” rejiminde yaşanan sıkıntıları ortaya çıkarmış, demokrasiden uzaklaşıldığını ve ülkenin yönetilemeyeceğini göstermiştir.

Çağdaş ve uygar bir toplum hedefi için demokrasi mücadelesi (savaşımı) sürecektir.

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. yıldönümünde:

  • Yaşasın Lozan Andlaşması! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Türkiye!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Temmuz 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YOKLUK

Hulusi Akar, 15 Temmuz öncesi FETÖ’cü yapılanma konusunda, ”İstihbarat birimlerine tekrar tekrar sorduk. ‘Herhangi bir kayıt yoktur’ diye cevap geliyordu” dedi.

Kayıt olduğu açıklandı.

Demek ki darbeyi önlemek isteyen komutan yoktu…

SİZ-BİZ

RTE’nin eski metin yazarı Aydın Ünal, Müslüman bir Suriyeli, Türk olduğunu iddia eden bir ateistten daha fazla bizdendir dedi.

“Biz” dediğiniz sizsiniz.

Siz, biz değilsiniz; bizim gibi Türk de değilsiniz…

KÜRTÇE

Diyarbakır’dan sonra Van’da da yollara Kürtçe uyarılar yazıldı.

İki dilli devlete alıştırma denemeleri…

KATİL

Çeşme’deki şenliğe davetli Yunan şarkıcı Atatürk posterini kastederek, “Katilin posteri önünde asla şarkı söylemem” demiş.

Ülkemizi işgale yeltenip boyunun ölçüsünü alan ataları bile Atatürk’ü “Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti. (AS: Yunan Başbakan Venizelos, 1934

Cahillik başa bela… (AS: Dahası… Yunan ırkçısı..)

KIYIM

Beykoz’da Kuzey Ormanları’na kaçak olarak yapılan havuzlu villalar için Cumhurbaşkanı kararıyla bölge orman vasfından çıkarıldı.

Baştan ayağa kıyım… (AS: Yapanlar adına da çok utandım..)

REKLAM

ESK, kilosu 600-1000 TL olan kuzu etinin satılması için 193 milyon liralık reklam yapacakmış.

Tasarruuuuf! diye bağırılan ülkede akıl-fikir yokluğunun reklamıdır…

KÖLE

Soylu, “Tayyip Erdoğan liderliğine itiraz ve yeni bir siyasi parti kurmak siyasi cinnettir.” dedi.

Gönüllü kölelik… (AS : Étienne de La Boétie!)

TESETTÜR

Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı DİB’lığının Cuma hutbesinde “Kadın el, yüz ve ayaklarının haricinde bedeninin tamamını örtmelidir.” denildi.

Kafalarının içi karanlıkla örtülü…
(AS: İlahiyatçı Prof. Şahin Filiz : “Diyanet’in tesettür tanımı Taliban ve IŞİD tesettürüdür. Kuran’daki tesettürle hiçbir ilgisi yoktur. Hiçbir ayette ‘kadınlar tesettürlü olmalı’ diye bir emir yok. Amaç Cumhuriyetimizin Türk kadınını sindirmektir.) 

CEPÇİLER

Geçiş garantili 8 projeyi devletin yapması ile yandaş müteahhitlerin yapması arasında 27 milyar Dolar fark etmiş.

Paralar kimlerin cebinde?…

PERİNÇEK

Perinçek, CHP seçimi kazansa bile askerin iktidarı vermeyeceğini söyledi.

Ülkeyi böldürmemek başka, demokrasiye uymak başka değil midir?

Kendileri askeri iyi tanır, askerliği herkesten iyi bilir!
Bir korgenerale “Sen askerliği bilmiyorsun.” demişti…

YABANCI

Eski Trabzonspor başkanı Hacıosmanoğlu, TFF başkanı olur olmaz ilk iş olarak yabancı kontenjanını artırdı.

Türk futboluna yararlı olmak için gelmedi ya…

Lozan’a ömür biçen bilgiçler utandı mı acaba?

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Devrimi Tarihi Uzmanı

(AS: Bizim 2 kritik noktada katkımız yazının altındadır..)

Laik – demokratik Cumhuriyeti bir türlü içlerine sindirememiş olan devrim karşıtı çevrelerin, özellikle 2016’dan beri ivme kazanan Lozan’a ve Lozan üzerinden Cumhuriyet’e yönelik sistemli saldırıları ve bilimsellikten uzak uyduruk kent söylenceleri (şehir efsaneleri), Lozan Barış Andlaşması’nın 101’inci yıl dönümünde sönümlenmiş gibi duruyor!

Özünde Atatürk, Türk Devrimi ve laik Cumhuriyetle kavgalı ve usları mühürlü öbeklerin, özellikle saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922’den sonra izledikleri belirgin yordam (strateji) dikkat çekicidir. İsmet İnönü üzerinden Atatürk’e, Lozan üzerinden hem Atatürk’e hem İnönü’ye, din üzerinden laikliğe veya laiklik üzerinden Cumhuriyete saldırı, söz konusu bu yordamların (stratejilerin) önemli bir ayağıdır.

Anılan zaman diliminde, devlette elde edilen güçle doğru orantılı olarak kişilerden basın yayın organlarına, kurum ve kuruluşlara değin geniş bir yelpazede konumlanan etki ajanları üzerinden yeni bir tarih yazımına girişilmiş ve toplum mühendisliği yapılmıştır. Oysa, toplumu çağın gerisine çekme erekli bu yönelim ve girişim, olsa olsa akıl tutulması olarak tanımlanabilir. Temeldeki sorun, aslında aydınlıkla karanlığın tarihsel savaşımıdır (mücadelesidir) ve bilindiği gibi karanlığın en yararlı gıdası da cehalettir.

Lozan Barış Andlaşması görüşmeleri sürecinde İsmet Paşa (1934 Soyadı Yasasıyla İnönü.) üzerinden Mustafa Kemal’e yönelik örtülü, İnönü’ye ise cepheden muhalefetin temelsizliği ve bir senlik-benlik direnci olduğu, Lozan görüşmelerinin ikinci bölümünden önce Büyük Millet Meclisindeki tartışmalar sırasında, muhaliflerin utangaç kabulü ile anlaşılmıştır.[1]

İzleyen dönemlerde ise Lozan Andlaşması’na ilişkin yürütülen benzer çarpık tartışmaların, pek çok kişi gibi günümüz iktidar sahibi yetkili siyasal kişiliklerin de Büyük Doğu Dergisi aracılığı ile etkisi altında kaldıkları veya dinci öğretiminden (rahle-i tedrisinden) geçtikleri İslamcı ideolog, şair Necip Fazıl Kısakürek dışında, Mehmet Şevki Eygi ve misyonunu (özgörevini) tamamladıktan sonra 2019’da ölen tescilli (bilindik) Atatürk, devrim ve Cumhuriyet düşmanı -Milli Mücadele’yi ‘keşke Yunan kazansaydı’ diyecek ölçüde küçülen- Kadir Mısıroğlu ve benzerleri tarafından sürdürüldüğü görülür.

İşte Lozan Barış Andlaşması, yüz birinci yılına girmiş bulunuyor!

Milli Mücadele’deki yenilgilerini ve arkasından bağıtlanan (imzalanan) Barış Andlaşmasını bir türlü içlerine sindirememiş olan emperyal güçlere ve onların maşalarına; bu kez de acaba buyurun gelin, eylemli işgali yeniden başlatın deme soysuzluğu mu sergilenecektir?

Birinci Dünya Paylaşım Savaşından sonra taraflar, başka bir deyişle yenenler ve yenilenler arasında bağıtlanmış olan bütün andlaşmalar ya bir biçimde delinmiş ya da bütünüyle ortadan kalkmıştır. Lozan Barış Andlaşması ise halen yürürlüktedir; olanca dinamiği (heybeti) ile varlığını sürdürmektedir ve sürdürecektir.

Yüz kırk üç (143) maddelik bu uluslararası barış andlaşması, ileri sürüldüğü gibi “yüz yıl süreli” geçici bir andlaşma değildir. Andlaşma metni madde madde incelenecek olursa, süresinin bitimine ilişkin herhangi bir hüküm olmadığı görülür.[2]

Lozan Barış Andlaşması’nın ömrüne ilişkin fesat üretip bu dünyadan göçüp giden hainleri bilmiyoruz ! Yalnız hiç olmazsa, yaşayan fesat ortağı bilgiçlerin, yüzlerinin kızarması ve utanmaları gerekmez mi? Ama ne gezer! Çünkü “utanma” da insana özgü bir erdemdir.

Ancak -her ne olursa olsun- Lozan Barış Andlaşması’n’a dil uzatanların ölüsü de dirisi de,
tarihin arşivine “vatan haini” olarak çoktan kaydedilmiş hatta kazınmış bulunuyor!

[1]  Bkz. Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, Doğan Kitap, İstanbul, 2014, s. 199-220.
[2] Andlaşma tam metni için bkz: TTK. Kütüphane. “Lozan”.  Erişim: 16.08.2023. https://ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/3-Lozan 13-357.pdf.
=====================================================
Dostlar,

CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği’nden şu yanıt verildi:

Lozan Barış Andlaşması’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu.  Ama Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işlemektedir. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verilmiş madenler çıkarılmıştır. Büyük ATATÜRK döneminde maden aramaların akçalı kaynak sağlanması için ETİBANK kurulmuştur. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla kurulmuştur (14 Haziran 1935, 2805 ve 2804 s. yasalar ile).

Görüldüğü gibi madenlerimizin çıkarılmasının Lozan Barış Andlaşması ile yüz yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsızdır. Son olarak Karadeniz’de doğalgaz (20 Temmuz 2020), Şırnak – Gabar’da petrol bulunduğu AKP / RTE tarafından açıklanmıştır (1 Ocak 2023). 1955 yılında işletmeye açılan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi olan Batman rafinerisi, o bölgede üretilen ham petrol içindir.

Bunlar hep, Lozan Andlaşması’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de.
***

Ancak                                            :

AB Lozan’ı tanımıyor !

Müzakere Çerçeve Belgesi
‘nin 4. paragrafında azınlık vurgusu geçmektedir.
Belgede; “AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir…” denilmektedir.

AB’nin Lozan Antlaşması’nda tanımlanan azınlık kavramından farklı bir arayış içinde olduğu, yazdığı İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin bu arzusu, Türkiye’nin ulus devlet kurgusunu zedelemeyi hedefleyen yeni azınlıklar üretme çabasına yönelikti.
Bu paragrafla anlaşılmaktadır ki, AB bu konudaki çabalarını yoğunlaştıracaktır.

Cumhuriyet-Strateji 24.10.2005, Doç.Dr. Y. Hacısalihoğlu
***
AB, Müzkere Çerçeve Belgesi ile Türkiye’yle Hesaplaşıyor !

  • MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili anlaşmalar ile uluslararası anlaşmaların sona erdirileceğini
    Bu paragrafa göre Türkiye’nin hangi ikili veya uluslararası anlaşmalarının geçersiz kılınacağı açıkça belirtilmiyor.
  • Örn. KKTC‘nin varlığı, 1959 ve 1960 Londra-Zürih Andlaşmaları, bu paragrafa dayanarak Türkiye adına geçersiz kılınabilir! Ucunun Lozan‘a veya Montrö‘ye dayanmayacağını
    kim güvenceleyebilir? Genişlemeden sorumlu Olli Rehn’in MÇB ile ilgili söylediği
    kasıtlı muğlaklık” nitelemesine herhalde bu maddede fazlaca uyulmuştur. 
    Cumhuriyet
    -Strateji 24.10.2005, Doç. Dr. Y. Hacısalihoğlu
    ***
    BOP kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto (fiilen, eylemli olarak) yaratılan siyasal oluşum, gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir.
  • Bu durumda AB MÇB 6. paragrafa göre “anlaşmazlık” Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak ve ABD ve AB’nin tutumu belirleyici olacaktır.
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, bu paragrafa göre Türkiye, güç kullanma hakkını işletemeyecektir.
  • TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, yaptırım da uygulayabilecektir .

Lozan Barış Andlaşması ülkemizin uluslararası hukukta tapusudur.
Hem de TABUMUZDUR!
Son derece özenle, büyük bir titizlik ve ustalıkla korunmalı ve kollanmalı,
tuzaklara düşülmemelidir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

LOZAN UTKUDUR (Zaferdir)!

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 
101. Yıl, 24 Temmuz 2024

Atatürk ve Cumhuriyet karşıtları Ege adalarını ve Musul’u Lozan’da verdiğimizi ileri sürerek 101. yılını kutladığımız Lozan Barış Andlaşması‘ nın bir yenilgi olduğunu savlamaktadır. Önyargılı ve bilgiye dayanmayan bu savın çürütülmesi için anlaşmanın hangi koşullarda yapıldığını anımsatmak ve kazanımlarımız ile yitiklerimizi karşılaştırmak gerekmektedir.

Koşullar

  • Lozan barış görüşmelerinin tarihsel niteliği, dünyanın % 85’ini sömürge durumuna getirmiş emperyalist devletlerin ilk kez yarı sömürge durumundaki bir devlet karşısında savaşta yenik durumda olmalarıdır Gururlu emperyalistler, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk kurtuluş savaşında aldıkları yenilgiyi kabul edememekte, Türkiye’yi yenen devlet olarak değil, Birinci Dünya Savaşında yendikleri devlet olarak görmektedirler. Kurulumuzu en çok uğraştıran konu, emperyalistlerin bu önyargılarını yıkmak, masaya yenilen değil, yenen devlet olarak oturdukların ve eşit koşullarda görüşeceklerini anımsatmak olmuştur.
  • Türkiye’nin karşısında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat- Sloven Devleti (Yugoslavya) bulunmakta idi. Bu İtilaf Devletleri, başını İngiltere’nin çektiği bir bütün olarak davranıyorlardı. Ayrıca Sovyetler Birliği ve Bulgaristan, Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmış, ABD ise gözlemci konumunda olmasına karşın, İtilaf Devletleri tarafı gibi davranmıştır.
  • Türk kurulunun karşısında deneyimli diplomatlar vardı ve görüşmeler onların dili ile yapılıyordu.
  • Lozan görüşmeleri sürerken İstanbul işgal altındadır. Ulus 11 yıl (1911-22) süren savaşlardan çok yorgun, bitkin çıkmıştır. Yeni bir devlet kurulmaktadır. Ekonomi ve Ordu çok zayıftır. Kısaca Türkiye yeni bir savaşı göze alabilecek durumda değildir.
  • Karşımızdaki devletler bir bütün olarak, başlangıçta tüm tezlerimize karşı çıkmaktadır.
  • Lozan’da görüşülen salt Kurtuluş Savaşının sonucu değildir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun hesabı da (Doğu Sorunu!) bu görüşmelerin başlıca tartışma konularını oluşturmuştur.
    (Osmanlı borçları, kapitülasyonular, azınlıklar gibi).
  • Lozan ile Ankara arasındaki telgraf hatları İtilaf Devletlerinin denetimindedir.
    Kurulumuzun Ankara ile iletişimini dinleme olanakları vardır.
  • Türk kurulu Lozan’a gelen Ermeni teröristlerin tehdidi altındadır.

Bütün bu güçlüklere karşın İsmet İnönü başkanlığındaki Türk Kurulu, eşit koşullarda görüşerek haklı ve ölçülü (makul) ulusal tezlerimizi başarı ile savunmuştur. Lozan’ının başarı olup olmadığı değerlendirilirken bu koşullar anımsanmalıdır.

Konular

Rauf Orbay Başkanlığındaki Bakanlar Kurulunca 31 Ekim 1922’de Lozan Kurulumuza 14 madde-lik bir Yönerge vermiştir.[1] Bu 14 maddeden ikisi konusunda kesinlikle ödün verilmemesi, gerekirse görüşmelerden çekilebileceği vurgulanmıştır. Lozan’daki amacımızı tanımlayan bu iki konu şunlardır:

  1. Ermeni yurdu söz konusu olamaz. Olursa görüşmeler kesilir.
  2. Kapitülasyonlar kabul edilemez. Görüşmeleri kesmek gerekirse gereği yapılır.

24 Temmuz 1923’te bağıtlanan (imzalanan) Andlaşmada Ermeni yurdundan söz edilmemiş, böylece Ermeni sorunu hukuksal ve tarihsel olarak kapatılmıştır. Aynı biçimde karşımızdakilerin tüm direnmelerine karşın, kapitülasyonlar tümüyle kaldırılmıştır.

Bu iki yaşamsal konuda isteklerimizin kabul ettirilmesi bile başlangıçtaki amacımıza ulaştığımızı ve Lozan’ın büyük bir başarı olduğunu göstermeye yeterlidir.

Diplomatik görüşmeler bir “al-ver” sürecidir. İstediklerinizi almak için karşı yana kimi ödünler vermek gerekir. Önemli olan verdiğimizden daha çoğunu ve önemlisini, almaktır. Lozan’da da
asıl isteklerimizi kabul ettirebilmek için aşağıdaki konularda ödün verilmiştir:

  1. Boğazların askersizleştirilmesi ve yönetiminin uluslararası bir Kurula bırakılması,
  2. Hatay’ın Suriye’ye bırakılması.
  3. Musul sorununun çözümünün İngiltere ile yapılacak ikili görüşmelere bırakılması.

Verilen bu ödünler sonraki yıllarda Atatürk’ün başarılı dış politikası ile geri alınmıştır. Bu kapsamda Boğazların Konumu (statüsü) 1936 Montrö Sözleşmesi ile ulusal güvenlik çıkarlarımız doğrultusunda saptanmış, Hatay ise 1939 yılında savaşsız olarak anavatana katılmıştır. Musul görüşmelerinde İngiltere’nin Hakkâri’yi istemi kabul edilmemiş, petrol gelirlerinden bir süre pay alınmış, sorun İngiltere’nin egemen olduğu Milletler Cemiyeti (günümüzün Birleşmiş Milletleri) kararı ile İngiltere’nin istediği biçimde çözülmüştür (1926).
O dönemde Türkiye Musul için yeni bir savaşa girecek durumda değildir. Öncelik Cumhuriyet kurumlarının ve devrimlerinin yerleştirilmesindedir.

Ege adalarını Lozan’da vermedik!

Cumhuriyet ve Atatürk karşıtları Ege adalarını Lozan’da verdiğimizi söyleyerek Lozan’ı eştirmekte. Ege adalarının Lozan’da verilmediği, Ege’de deniz üstünlüğünü yitiren Osmanlı imparatorluğunca savaşlarda yitirildiği tarihsel bir gerçektir.

2. Abdülhamit darbe korkusu ile donanmayı Haliç’te çürütünce, Ege’de deniz üstünlüğüne sahip olan Yunanistan 1912 Balkan savaşında doğu Ege adalarını (Midilli, Sakız, Sisam, İkarya) ve Boğazönü adalarını (Limni, Semadireık) işgal etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Savaşı sonunda imzalanan Atina Andlaşması ile Doğu Ege Adalarının durumunun büyük devletler (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İtalya) tarafından belirlenmesini kabul etmiştir..

Altı büyük devlet 20 Ocak 1913’te yaptıkları Londra büyükelçiler konferansında, Yunan işgali altındaki doğu Ege adalarının (silahsızlandırılmak koşulu ile) Yunanistan’a bırakılmasına karar vermişler ve bu kararlarını 14 Şubat 1914’te bir Nota ile Türkiye’ye bildirmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu bu kararı kabul etmiştir.

Oniki Ada ise Trablusgarp (Libya) savaşında İtalya tarafından işgal edilmiş, savaş sonunda
Uşi Andlaşması ile İtalya’ya bırakılmıştır (1912).

  • Lozan görüşmeleri başladığında Ege’deki 12 Ada bizim değildir.

Osmanlı İmparatorluğunca Yunanistan’a ve İtalya’ya karşı savaşlarda yitirilmiştir.
Bize ait olmayan bir şeyi başkasına vermemiz olanaklı değildir.

Lozan’da Adalarla ilgili yapılanlar şunlardır

  • Daha önce Osmanlı imparatorluğunca silahsızlandırmak koşulu ile Yunanistan’a verilmiş olan adaların bu durumu (statüsü) tanınmış;
  • Boğaz’ın güvenliği için önemli olan Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adası alınmış,
  • Karasularımız içindeki adaların bize ait olduğunu kabul ettirilmiş; İngilizlerin tüm adaların müttefiklere verilmesi isteği kabul edilmemiştir.

Lozan’ı tümü ile değerlendirebilmek için Osmanlı imparatorluğu ile genç Türkiye cumhuriyeti arasındaki temel bir farkı belirtmek gerekir:

Bir din –  tarım toplumu olan Osmanlı imparatorluğunda temel üretim aracı  topraktır. Bu nedenle Osmanlı olabildiğince çok toprağa sahip olmak ister. Bu toprakları korumak / kaptırmamak için güçlü devletlerin yardımına gereksinim duyar, bağımsızlığını yitirir.

Türkiye cumhuriyeti ise “yetecek ölçüde (kendi gücümle koruyabileceğim) toprağım olsun,
ama bu topraklarda tam bağımsız olayım” anlayışına sahiptir.

İşte Lozan Andlaşması, “Misak-I Milli sınırları içinde tam bağımsızlık” anlayışına göre kurgulanmış ve bu hedefe ulaşılmıştır.

Lozan Utkudur, çünkü:

  • Çok zor koşullara ve sömürgecilerin direnmesine karşın kapitülasyonlar tümüyle kaldırılarak tam bağımsızlığımız kabul ettirilmiştir.
  • Ermeni yurdu istemleri kabul edilmeyerek Ermeni sorunu hukuksal olarak çözülmüştür.
  • Ege adalarının Osmanlı tarafından kabul edilen askersiz konumu doğrulanmış, kimi Boğaz önü adaları alınmış, karasularımız içindeki adaların bizim olduğu kabul edilmiştir.
  • Türkiye’deki müslüman olmayan dinsel azınlıklara öbür devletlerdeki azınlıklara verilen haklar ölçüsünde hak verilmiştir. ”Müslüman azınlık” konumu (statüsü) kabul edilmemiştir.
  • Osmanlı borçları bu devletten ayrılan ülkelere paylaştırılmış, 30 yıla taksitlenmiştir.
  • Kazanımlarımız korunurken, karşılık olarak verilen kimi ödünler zamanla geri alınmıştır; Hatay (1939), Montrö Sözleşmesi (1936) gibi..

Lozan’ın gizli maddeleri olduğu ve 100 yıl geçerli olduğu savları da somut kanıta dayanmayan asılsız söylemlerdir. (A. Saltık : Bizim bu konuda belge ekimiz şöyle..

  • CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği yanıt verdi:
  • “Sayın Bahtiyar Süha, T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CIMER) 20.03.2022 tarihinde yapmış olduğunuz 2201301208 sayılı başvurunuz incelenmiştir. Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. Lozan Barış Anlaşması metnine Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar / Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi saygılarımla rica ederim.” https://www.gazetevatan.com/gundem/lozan-antlasmasi-cimer-yaniti-lozan-antlasmasinda-gizli-madde-var-mi-lozan-antlasmasi-maden-maddesi-nedir-cumhurbaskanligi-iletisim-merkezi-acikladi-2034955 26.04.2022)

Lozan’ın Türkiye’nin başarısı olduğunu karşımızdaki uluslar bile kabul etmişlerdir. Bu konuda yazılan ve söylenenlerden örnek vermek gerekirse:

  • “Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere’nin şimdiye dek imzaladığı andlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür.” Sir Andrew Ryan.
  • Lozan manzarasının Avrupa diplomasisinde eşi yoktur. Türkiye müttefikleri yenilgiye uğratarak onları aşağılamıştır. Lozan barışı Avrupa çöküntüsünün yazılı bir belgesi olacaktır.”
    Yunan Patris gazetesi
  • Hilal, Haç’a böyle bir yenilgi darbesi indirmemiştir.” Fransız Eclair gazetesi.

Andlaşma imzalandıktan sonra Atatürk, İsmet Paşa‘ya şöyle bir telgraf çekmiştir:

  • “Lozan’da Heyet-i Murahhas Reisi (Temsilciler Kurulu Başkanı) Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı)
    İsmet Paşa hazretlerine,
  • Millet ve hükümetin zat-ı alilerine (yüce kişiliğinize) tevcih etmiş olduğu (verdiği) yeni vazifeyi muvaffakiyetle itmam buyurdunuz (başarı ile tamamladınz). Memlekete bir silsile (dizi) faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle teçviz ettiniz” (başarı ile taçlandırdınız).”[2]

Sonuç                       :

-Lozan büyük bir siyasal-diplomatik utkudur (zaferdir).
-Kurtuluş savaşındaki askeri utkumuzun sonucudur.
-Cumhuriyetimizin TAPU’sudur. (AS : ve TABU’sudur – dokunulmazıdır)
-Yıldönümlerinde coşku ile kutlanmalı ve yapanlar saygı ve şükran ile anılmalıdır.

(A. Saltık: Bizim aile büyüklerimizden hukukçu Prof. Veli SALTIK, Lozan görüşmelerinde ilk dönem, İsmet Paşa’nın hukuk danışmanlarındandır..)

[1] Bilal Şimşir. Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2012, s.67.
[2] Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam III. Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul,1965, s.129