Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Hacıbektaş: Zaman, mekân, siyaset

Türkiye’de sistemin, Alevi inanç kimliğine dair tutumunu anlamaya imkan veren hususlardan birisi, Hacı Bektaş Veli dergâhıyla ilişkilenme biçimidir. Tarihin farklı dönemlerinde ve farklı siyasal rejimlerde yönetici elitlerin dergâha dair tutumları genellikle benzer olmuştur. II. Mahmut’un yönettiği Osmanlı devletinin Bektaşi Tekkelerini yıkma kararı, Osmanlı coğrafyası içinde çok sayıda tarihi inanç mekanının ortadan kaldırılmasına yol açtığında, Hacı Bektaş Veli Dergâhı kurtulabilmişti. Ama dergâh, Aleviliği düşman olarak gören ve ‘düşmanını’ ortadan kaldırmaya pek hevesli Nakşibendi şeyhlerinin eline verilmişti.

Zamanla şartlar değişmiş, mekan yeniden geleneğin inisiyatifine geçmiş ve yeni Türkiye’nin kurulmaya çalışıldığı günlerde, yeni rejimi kuracak olanlar için bir umut mekanına dönüşmüştü. Nitekim M. Kemal Anadolu’ya çıktığında (AS: Sivas Kongresi’nden dönerken, 23 Aralık 1919’da) bu mekanı ziyaret etmiş, dergâhın desteğini almış ve geleneğin önderi Cemalettin Çelebi’yi de Kırşehir milletvekili olarak TBMM’ye seçmişti. Rivayet olunur ki Mustafa Kemal, Cumhuriyeti kuracağını da dergâhta doğrudan Cemalettin Çelebi’ye söylemişti. Ne var ki türlü politik oyunlar nedeniyle, Cemalettin Çelebi, üyesi ve başkan vekili olduğu meclisi göremeden Hak’ka yürümüştü.
∗∗∗
II. Mahmut’un dergâha müdahalesinden yüzyıl sonra, umut ve endişenin iç içe geçtiği ortamda bu kez Cumhuriyetin meşhur ‘Tekke ve Zaviyeleri kapatan’ kanunu dergâha çökmüştü. Yeni rejim öyle bir yasa çıkarmıştı ki açık açık ‘Aleviliği men etmişti’. Artık seyitlik, pirlik, çelebilik gibi ifadeler bile yasaktı. Dergâh yeniden kurucu geleneğinden ve mukimlerinden koparılmış, artık askerlere ve diğer devlet görevlilerine verilmişti. Onlar da ‘görevlerini’ yapmış; dergâhın tarihi ve kültürel mirasını talan etmişlerdi.

Uzun zaman böyle devam eden dergâhın öyküsü 1960’lı yıllarda askeri darbe ile kurulan yeni rejimin Alevi dünyaya ‘ilgisinin’ bir neticesi olarak bu kez bir ‘müze’ haline getirilmişti. Yeni rejimin gözünde Alevilik ‘müzelik’ bile olsa yine de Alevi dünyasında büyük umut sağlamıştı. Geleneğin sahipleri yeniden mekana dönebilmişlerdi. Resmi olarak müzenin kurulmasının yıl dönümü olan 16-18 Ağustos günlerinde hem ilçe, hem de dergâh Alevi dünyasının gözde ziyaret mekânına dönmeye yeniden başlamıştı.

Geçtiğimiz hafta Hacı Bektaş etkinliklerine katıldığımda bütün bu öyküyü düşündüm. Tanıklık ettiğim fotoğraf bu kez çok daha ilginçti. Uzun yıllar dergâhtaki etkinliklerin bir tür ‘partneri’ olan devlet, bu yıl bir adım daha öteye geçmiş ve kendini hem dergâhın sahibi ilan etmiş hem de Alevilerin yerine geçmişti. O kadar ki Hacıbektaş halkının seçtiği Belediye Başkanı da dahil, geleneğin kurumları neredeyse tümüyle ‘dışarıda’ tutulmuştu. ‘Memlekete komünizm lazımsa, onu da biz getiririz’ politikası sanki yeniden tezahür etmiş gibiydi. Ayrıca aşırı güvenlik kararları nedeniyle küçücük kasabada hareket etmek bile olağanüstü zorlaştırılmıştı.
∗∗∗
Ama herhalde sistemin ihmal ettiği bir detay vardı. Aleviler artık 1826’daki veya 1925’deki ortamlarından daha farklı bir noktadaydılar. Devlet neyi münasip görüyorsa ona uyum gösterme eğiliminde değillerdi. Tam da böyle oldu ve Hacıbektaş Belediyesi’nin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte ve Alevi kurumların da dahil olduğu bir program ve etkinlikler serisiyle mekana damgasını vurdu. İBB Başkanı sayın İmamoğlu ve gelenek içinde büyük saygı gören sayın Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, parti liderlerinin şahsen katılmaları da bu başarılı manzarada çok büyük bir rol oynadı.

2024 Hacı Bektaş etkinlikleri dergâhın tanıklık ettiği tarihi tecrübe dikkate alındığında, önemli bir sosyolojik olguya işaret ediyor. Gelenek kendi mecrasını buluyor ve koruyor. Bunun anlamı şudur:

  • Devlet, inançlara engel olmak ve/veya kendini onların yerine koymaktan vazgeçmelidir.
  • Yani ülke, sözcüğün gerçek anlamında laik olmalıdır.

Türkiye o günleri gördüğünde inançlar kendi mecralarında, ihtiyaçlarının gerektirdiği seviyede, biçimde ve nitelikte var olabilecektir.

Unutmamak gerekir ki toplumsal barışın yolu da buradan geçiyor.

Orman Yangınlarına Karşı Bütüncül Önlemler: Sorumluluk ve Hazırlık Şart

Prof. Dr. İbrahim Ortaş: Rakı Değil İnsanın Sahtesi Öldürüyor - Son DakikaProf. Dr. İbrahim ORTAŞ
Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümüiortas@cu.edu.tr  Adana

Orman yangınlarına karşı bütünlüklü önlemler alınması, top yekün sorumluluk almak zorunlu. Yetkili organlar önceki risk durumuna uygun hazırlık yapmalı. Yoksa her yıl aynı sorunlar yaşanır durur.

Son yıllarda, özellikle yaz aylarında Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında meydana gelen orman yangınları, geniş alanların yanmasına ve zaman zaman insan ölümlerine neden olmaktadır. Son yangınlarda kimi mahalleler yanmış, birçok insan evini yitirmiştir. Ayrıca yangınlar, doğaya beklenenden çok daha büyük zararlar vermekte, atmosfere salınan sera gazları ve biyoçeşitliliğin yok olması insanın vicdanını derinden yaralamaktadır.

Yangınların oluşmasında, bölgenin coğrafya yapısı gereği yaz aylarında 40°C’nin üzerine çıkan aşırı sıcaklıkların etkili olduğu bilinmektedir. Ancak, resmi kayıtlarda da belirtildiği gibi, birçok orman yangınının kundaklama sonucu çıktığı da bir gerçektir. Bölgenin turizm alanı olması, yazın tatilcilerin, piknikçilerin ve arsa rantı peşinde olan kişilerin varlığı, insan etmeninin bu olaylarda ne denli etkili olduğunu göstermektedir. Basında sıkça yer bulan kundaklama olaylarının ardındaki başlıca neden, yangın sonucu zarar gören alanların yeniden ağaçlandırılması değil; “nasıl olsa yandı” denilerek, bu alanların orman niteliğinden çıkarılıp konut alanı, turizm ve madencilik etkinlikleri gibi ormancılık dışı amaçlarla  kullanıma açılmasıdır. Bu tür kundaklamalar, zaman zaman ülke sınırlarını aşarak mafyalaşmış şebekelerin bile ilgisini çekmektedir.

Bu bağlamda, TMMOB Yönetiminin ülke çapında yaşanan son orman yangınlarına ilişkin yaptığı basın açıklamasındaki

  • “Orman yangınlarını önlemek için kamucu politikalara ihtiyacımız var.”

önerisi son derece önemlidir. Bütüncül bir yaklaşımla neden-sonuç ilişkisini analiz ederek soruna kalıcı çözümler sunmuşlardır. TMMOB’nin önerilerine katılmakla birlikte, önlemler konusunda toplumun her kesiminin sorumluluk alması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Ülkemizde ve bölgemizde orman yangınları neredeyse bir yaz rutini haline gelmiş durumda.
Ancak 20 yıl önce gördüğümüz eksiklikler, yetki sorunları ve organizasyonsuzluklar maalesef hala sürüyor. OGM geçmişte ülkemizin en iyi orman mühendislerinin yetiştiği önemli bir kurumuydu. Antalya’da düzenlediğimiz bir toplantıda ziyaret ettiğimiz Antalya’daki yangın eğitim merkezi, gözetme kuleleri ve  tesislerinde çok yetkin kişilerin anlatılarından çok etkilenmiştik. Şimdilerde o eğitim tesisleri ve altyapılar ne durumda bilmiyorum. Ancak basına yansıyan bilgiler, orman alanlarının, madenciliğe açılması, özeleştirme ve yetkin olmayan kişiler ile iş tutulması yangınla mücadelede önleyici önlemler almayı sekteye uğrattığı vurgulanıyor.

Bu nedenle, sorunları çözmek ve analitik yöntemlerle yaklaşmak gerekiyor. Yangınların yaşandığı yaz dönemine uygun risk analizleri yapılarak, afet yönetmelikleri çerçevesinde gerekli altyapı, ekipman (donanım) ve uzman personelin hazırlanması koşuldur. Aksi takdirde, her yıl aynı yerde kendi çevremizde dönüp dururuz. Bu biçimde gidersek, büyük yitikler vermeyi sürdürürüz. Hepimize gerekli olan oksijenin korunması için,

  • Herkesin yangınlara karşı önlem alması ve sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.

Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere, yıllar içinde artan yangınlar ile insan etkinlikleri arasında bir ilişki olmaktadır.

Orman Genel Müdürlüğü-OGM yangın verilerinden derlenen bilgiler üzerinden Orman yangınları, 1988-2023 yıllarında yangın sayıları artıyor ve bu arada geniş miktarda alanlar artıyor. Bu arada verilerden ortalama biyokütle analizi yapıldığında ciddi miktarda biyokütle yanarak atmosfere sera gazı olarak yansımaktadır. Tabloda görüleceği gibi Türkiye’de orman yangınlarının yıllar içinde sayıca artması ile toprak canlıları ve öbür biyoçeşitlilik yitirilmektedir. Özellikle 2021’de Akdeniz’den Egeye dek yaşanan yangınlar hem yanan alan büyüklüğü hem de biyokütle miktarı açısından dikkat çekici niteliktedir. Ekolojik açıdan yer, hiç girdi ile doldurulamayacak nitelikteki orman ekosisteminin bu genişlikte yangınla ortadan kalması tam bir afet ve doğal bütçe çöküşüdür.

Bu bağlamda Anayasanın 169 ve 170’inci maddelerine uygun orman varlığının korunması görevi yerine getirilmeli ve bu alanlar amaç dışına çıkarılmadan yeniden ekolojik varlığına kavuşturulmalıdır.

  • Öncelikle, yakılan orman arazilerinin konut alanı yapılması kesinlikle yasaklanmalıdır.

Tablo : 1980-2023 yılları arasında Türkiye’de çıkan yangın sayısı ve yanan alanlar.

Yıllar

Yanan Alan (ha)

Yangın Sayısı Tahmini Yanan Biyokütle Miktarı (ton)
1980

13,000

1,190

1,500,000

1985

16,500

1,870

2,000,000

1988

 18 210

 1 372

2,145,000

1990

 13 742

 1 750

2,200,000

1995

 7 676

 1 770

2,100,000

2000

 26 353

 2 353

2,000,000

2005

 2 821

 1 530

2,800,000

2010

 3 317

 1 861

1,900,000

2015

 3 219

 2 150

3,000,000

2020

 20 971

 3 399

2,600,000

2021

 139 503

 2 793

17,000,000

2022

 12 799

 2 160

1,800,000

2023

 15 520

 2 579

2,800,000

Orman alanlarının elden çıkarılması, niteliğini yitirmesi ve 2B türü düzenlemelerin yasa ile değiştirilemez olması sağlanmalıdır.

  • Ormanlar, ekolojik dengeyi sağlayan ve iklim değişikliklerini azaltmada en önemli rolü oynayan varlıklardır.

Ekosistemin biyolojik dengesinin korunması, toprak erozyonunun önlenmesi, yağışların tutulması ve çölleşmenin engellenmesi için orman varlıklarının korunması gerekmektedir. Toplumların bu konuda ilkokuldan başlayarak eğitilerek bilinçlendirilmesi koşuldur. Yangınları önleyecek önlemlerin alınmasında, kamu ve toplum birlikte hareket etmelidir. Kamunun, mevcut orman yasası ve birikimli bilgisi ile bütüncül bir orman koruma politikası geliştirmesi gerekmektedir. Bu konuda daha sistemli bir bilinç ve tutum sahibi olmalıyız.

Bu bağlamda, Türkiye, İspanya ve Yunanistan’da son günlerde yaşanan ve kentleri tehdit eden yangınlardan çıkan bir başka ders, tek tek ülkelerin bu tür büyük sorunlar karşısında yetersiz kaldığıdır. Yunanistan’da başlayan yangınların Atina’nın tarihi yerlerine yaklaşmasıyla uluslararası yardım istediğinde, Türkiye’nin de aynı anda acil uçak ve helikoptere gereksinim duyduğu görülmüştür. Türkiye’nin Yunanistan’a bir uçak ve helikopter göndermesi, iki ülkenin dayanışma içinde olması gerektiğini göstermiştir. Bu durum, aynı anda birçok yerde başlayan yangınların söndürülmesinde zorluk yaşandığını ve yetkililerin çoğu zaman çaresiz kaldığını ortaya koymaktadır.

Bu vb. durumlarda, orman yangınlarına karşı bütüncül bir yaklaşımla ulusal ve uluslararası ölçekte plan ve programlar geliştirilmelidir. Ülkelerin toprak, bitki örtüsü, coğrafya yapısı ve
su kaynakları doğru analiz edilerek ekolojik yapıya uygun önlemler alınmalıdır.

Sonuç olarak                     :

Orman yangınlarıyla mücadele, bütüncül bir bilgi, bilinç, farkındalık ve tutum gerektirmektedir. Sorunun, insanın bilerek veya bilmeyerek gerçekleştirdiği eylemlerden kaynaklandığı gerçeğiyle herkesin sorumlu davranması gerekmektedir. OGM-Orman Genel Müdürlüğü’nün bu konudaki görev alanı, tek başına sorunu çözmeye yetmemektedir. Başta yerel yönetimler olmak üzere, sivil toplum örgütleri, öbür kamu kurum ve kuruluşları, orman köylüleri ve gönüllülerin de bu sürece etkin biçimde katılması gerekmektedir. Tüm bu paydaşlar arasında eşgüdüm (koordinasyon) sağlanmalı ve bütünleşik bir yaklaşımla hareket edilmelidir.

Bu bağlamda, Orman Genel Müdürlüğü’nün sorumluluk alanında olan ve insan kaynaklı yangınların önlenmesi konusunda sorunun çözümüne odaklı, yetkinliğe (liyakate) dayalı bir yapılanma sağlanmalıdır. Ayrıca, yangın önleme ve söndürme konularında mevzuat yeniden gözden geçirilerek güncellenmeli, eksiklikler giderilmelidir. Gerekli denetim ve önlemler alınmalı, her yönüyle hazırlıklı olunmalıdır.

Özellikle yangınların çok olduğu yaz aylarında, piknik gibi etkinliklere kısıtlamalar getirilmesi yararlı olabilir.

Sonuç olarak : Hepimizin oksijen kaynağı olan ormanlar için bütünsel bir savaşım gerekiyor. Başta ilgili ve yetkili birimlerin, yangınların önlenmesi konusunda çok önceden gerekli hazırlıkları yaparak donanımlı duruma gelmesiyle, bu yıkımların denetim altına alınması olanaklı olacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 21 Ağustos 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DİKTATÖRLÜK

Sokak röportajında siyasal sistemi eleştiren genç kadın tutuklandı.

Diktatörlük düzeni!…

İMAM

Bursa’da İHL müdürü Kırbıyık, başını örtmeyen öğrencilere karışacağını, gerektiğinde bağırıp çağıracağını söyledi. Fotoğraflarda kız öğrencilerin yüzünün görülmesini engelledi.

İmamın yobazı müdür yapılmış, o da gemi azıya almış…

NİŞAN

AKP’nin kuruluş yıldönümü kutlamasında AKP’ye geçen iki milletvekili ve 13 belediye başkanına rozetlerini RTE takmış.

Halkın oyuna ihanet, bagajda sorun ve döneklik nişanı…

EĞİTİMCİ!

Tarsus Milli Eğitim Müdürü Mustafa Anteplioğlu, göreve atanır atanmaz 40 okul müdürünü alıp AKP İl Başkanına makam ziyareti yaptı.

Böyle başa böyle tarak, böyle bakana böyle müdür…

AHIR

Kürsüde konuşan TİP milletvekilini yumruklayan AKP‘li maganda Alpay Özalan’a kınama cezası verildi.

Saray’ın başdanışmanı Köroğlu da yumruk atanı savunarak, ”Burası TMBB, Dingo’nun ahırı değil, hakaret edersen cevabını alırsın.” dedi.

  1. Kınama değil yüzüne tükürülme cezası verilse anlar mı?
  2. Dingo’nun ahırı Meclis değil tabii.. Alpay yanlış yerde…

BAŞKOMUTAN

Mafya liderleri ile pozları çıkan J. Gen. K. Arif Çetin, RTE’ye “Başkomutanım” diyerek üst düzey yalakalık yaptı ama aynı gece yaş haddinden emekli edildi.

Orgeneral olmuş ama..

Makam ve rütbesi gibi; “Başkomutan kimdir, kim temsil eder?” konusundaki Anayasa maddesini de sindirememiş…

İZMİR

Yurdun her tarafı cayır cayır yanarken birileri İzmir’in yanmasından mutlu oldu.

Mustafa Kemal kurtarsın” diyen bile çıktı.

  1. Bunlar insan mı? Vatandaş mı? Türk mü? Müslüman mı?
  2. İzmir’i M. Kemal kurtaramadı, yanan diğer yerleri kim kurtaramadı?..

ADALET (Sosyal medyadan)

Türk adaleti paralı sanığı sever,

Dilan gibi.

Parasız pulsuz yurtsever, üstelik de yurdunu karşılıksız sevmiş ise açılan zindan kapıları onları hasretle bağrına basar!

Dilruba gibi…

Bu depremin olduğunu görmeden önce ölmek, tek dileğimdir

Dostlar,

25 yıl önce 17 Ağustos 1999 gecesi Gölcük’teki Donanma Komutanlığında görevli Em. Tümamiral Mustafa Özbey, deprem gecesi ve sonrası yaşadıklarını bir söyleşi ile paylaştı :

İzlenmesini öneririz. Biz bu erişkeyi (linki) paylaştık. Kendisine de bilgi sunduk. Bize sşağıdaki iletiyi yazdı Sayın Amiral :
***
Değerli Hocam

Sağolun.
Bu hazırlıksız ve sorumsuzlukla Marmara Depremini yaşadığımızda Türkiye’nin bir bütün olarak yaşamda kalması ve toparlanıp yeniden geleceğe güvenle bakması olanaksızdır.

  • Bu depremin olduğunu görmeden önce ölmek, tek dileğimdir.

Deprem ile ilgili yaptığım söyleşiden sonra pek çok telefon ve ileti aldım.
Yukarıda paylaştığım, aralarındaki en üzüntü verici olandı.
Bu kişi üst düzey konumu olan biri olarak yaşadıklarını paylaşmış. Daha binlercesi 6 Şubat depreminde yaşanmıştır. Marmara Depreminde ise yüzbinlerce benzer vaka yaşanacaktır.
Türkiye yaşamdan, yaşananlardan ders çıkarma becerisini bu iktidarla yitirmiştir.

Yukarıda size ilettiğim paylaşımı kendi gruplarınızla da paylaşmanız dileği ile…
====================
Sn. Amiral Özbey’e ulaşan çok sayıda dönütten “aralarındaki en üzüntü verici olan” diye nitelediği iletiyi aşağıda tıpkısıyla (aynen) veriyoruz.
Kaynak :

Opens profile photo
Yusuf Karlı
@Psibilim

PhD, Physicist, Musician. Cavendish Lab –

, Quantum things. alumni:

Coordinator

, youtu.be/PsiBilim

Cambridge, England yusufkarli.com

***

Depreme hazır değilsiniz.
Eviniz hazır olabilir, ama siz değilsiniz. Deprem sadece evinizde olan bir şey değil.

Bugün 17 Ağustos güneşli bir Cambridge cumartesi olsa da benim için “bugün” bunları size yazmak zorunda olduğum bir gün.
Çünkü çoktan depremleri yıl dönümünden yıl dönümüne hatırladığınız zamanlara geri döndünüz. Ben ise istikrarlı bir şekilde her gece uyumaya çalışırken depremle mücadele ediyorum.

Yazmam lazım çünkü değiştirilmesi gereken şeyler var.
Biliyorum gözünüzü kapatıp yokmuş gibi davranmak istiyorsunuz ama inanın bana ölümden daha beter şeyler var.
Kurumlarınızı düzeltmezseniz aylarca morg morg, mezarlık mezarlık gezip sevdiklerinizin cesetlerini arayabilir ya da enkazdan çıkıp SGK’ya gitmek zorunda kalabilirsiniz 🙂

Deprem size iyi insanı da kötü insanı da; iyi kurumu da kötü kurumu da gösterir. Ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu topraklarda iyi insanların sayısı kötülerden kat kat fazla.
Ama iyiler kimi zaman görece iyiyken, kötülerin hepsi her zaman oldukça kötü.

Peki ya kurumlar??

Daha iyi anlamanız için kısa bir mekanik özet vereyim.
4 şubatta bir konferans için Türkiye’ye gelmiştim, hazır gelmişken 1 yıldır görmediğim ailemi görmeye Adıyaman’a gideyim dedim. Ablamı da yanıma alarak 6 Şubat sabaha karşı depremden bi kaç saat önce eve girdik. Deprem oldu ev yıkıldı, enkaz altında kaldık. Annem yaralı, ben hareket edemeyecek şekilde ağır yaralı çıktım. Babam, Nenem, Amcalarım, halalarım öldü. Ablam yaralı çıkartılıp Ambulansa verildi ve cesedini iki ay sonra isimsiz bir mezarı zorla açtırarak DNA testinden bulduk.

Bir kuantum fizikçisi olarak istatistiğin önemini çok iyi biliyorum. “Bir günlüğüne geldiği şehirde depreme yakalanıp enkaz altında kalan” bilmem kaç milyonda bir ihtimal benim.

Şimdi gelelim kurumlara, bunlar sadece bazı örnekler.

-2023 senesinde kendisine teslim edilen yaralıyı kaybedip, cesedini DNA almadan isimsiz bir şekilde gömebilen bir kriz yönetimi var. Bir birey olarak ben kriz yönetemeyebilirim ama bir ambulans, bir hastane, AFAD bunlar “beklenmedik bir kaostu” diyemezler. Ayşegül KARLI, 6 Şubat günü enkazdan çıkartılıp bir ambulansa teslim edildi ve kaybedildi. Cesedi 2 ay sonra Adıyaman Mezarlığında isimsiz bir mezar var söylentisi üzerine annemin gidip savcıyla kavga dövüş bir şekilde zorla o mezarı açmaya ikna etmesi sonucu bulundu.
Ambulansa verilen Ayşegül ne zaman öldü? Nereye bırakıldı, kim oradan aldı mezarlığa götürdü ve isimsiz bir şekilde gömdü?
Bunların halen bir cevabı yok, bırak AFAD başkanını, Sağlık Bakanını, mezarlık müdürü veya çalışanı bile görevinden alınmadı ya da istifa etmedi.
Bir Cumhuriyet Kadını, ne insana, ne töreye, ne de kitaba yakışmayan bir şekilde onursuzca kayıt alınmadan, DNA alınmadan, kefensiz kıyafetleriyle bir leş gibi gömüldü.
Düşünebiliyor musunuz? Ayşegülü çıkartan akrabalarım “Keşke Ambulansa vereceğime, sırtımda taşırken sırtımda ölseydi de en azından yıkayıp, duasını okuyup gömseydim.” dedi.
Halen geç değil, bu cümlenin ağırlığını taşımak hiçbir makama değmez. Bireysel olarak suçunuz olsun olmasın, sorumluluk olan makamındır. Halen geç değil, istifa edin ve sorumluları görevden alın, bu lekeyi taşımayın. Çünkü bu bir hata değil bu bir “liyakatsizlik”.
What say you?

Diğer bir hastane problemi, bu sefer başrol benim.
– Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğum hâlde, sadece oturumum yurtdışında olduğu için bir depremzede olarak hastanede ortopedi ve plastik cerraha gitmeye çalışırken bana ücret çıktı. Cüzdanım enkazda kaldığı için arkadaşım benim yerime ödedi Sonra cerrahi profesör olur mu öyle şey saçmalamayın “depremzede Türk vatandaşı bu insan” diyerek isyan etti. Sonra ücret iadesini yaptılar acilden giriş açıp kons attılar (AS: Konsültasyon istediler). Ama bunun için bile YUPASS denilen bir şey lazımmış ve evet ayağımda inşaat demirinin açtığı deliklerle ve ayakta kırıklar vücutta ezikler içinde SGK’ya götürüldüm. Şaka yapmıyorum .
Avusturya’dan bir evrak gelmesi lazım dediler (A-TR3), Avusturya’daki sigorta şirketime üstümde hiçbir evrak olmadan mail attım durumu anlattım ve 30 dakika içinde evrağı gönderdiler ve “başın sağolsun, çok üzgünüz. Baktın olmuyor sen öde biz hepsini sana iade ederiz.” dediler. Ama yine polikliniğe giremedim, sadece her seferinde acilden rica minnet girip plastik cerrahi ve ortopediye kons attırdılar en az bi 10-15 kere yapılmıştır bu.
Bu noktada doktorların, personelin hiçbir şekilde sorun çıkarmadığını söylemeliyim, başhekim, il sağlık müdürü “sen vermeyeceksin gerekirse ben veririm” teklifinde bulundu ama sistemde sıkıntı var sistemde, kayıt açamıyor ödeme olmadan. Röntgen çekilecek, ödeme olmadan çekilemiyor. Sistemi tasarlayanlar oraya bir “acil durum” butonu koymamışlar, bypass edilemiyor. Şimdi düzelmiş midir bilmem ama yurt dışında yaşayanlar aklınızda bulunsun.

Gelelim meşhur telefon operatörlerimize 🙂
-Telefonum enkazda kaldı, ve simcard’ım babamın üstüneydi, babam da öldüğü için Vodafone yedek simcard vermedi. Durumu saatlerce anlatıp bakın banka hesaplarıma, mail hesaplarıma giremiyorum, hayati bir durum söz konusu DEPREM olmuş, onu aradım bunu aradım twitter’a yazdım bir simcard çıkartamadım. Olmazmış, mirası üstüne devral, babanın ölüm belgesini getir ancak öyle verebilirlermiş.
Hattı üstüme devralmak istiyorum dedim, bana suratıma bakarak “ablan da dahil tüm varisler gelmeden veremeyiz” dediler. Ablamın cesedi henüz bulunmadığı için sistemde ölü görünmediğini söyledim, yapacak bişi olmadığını söylediler.

-Yine bir operatör vakası, Ankara’da bir şubede babamın ve ablamın hatlarını iptal ettirmeye çalışırken yüksek iptal, cayma bedeli gibi şeyler aldılar, Twitter’a yazınca arayıp “bizle alakası yok şube yapmış diyerek özür dileyip iade ettiler.” Twitter’a yazamayan kaç kişi oldu acaba?

Peki o sırada Avusturya’da kullandığım simcard şirketim naptı biliyor musunuz? Durumu anlatan bir mail attım bir telefon numarası istediler görüntülü aradılar ben olduğumu onayladılar, baş sağlığı dileyip yeni simcard’ımı ücretsiz bir şekilde bana kargoladılar.

Yıllık sözleşmeli spor salonumu üyeliğimi iptal ettirmek için Avrupa’nın kurumsal spor salonlarından birisi olan Fitinn’e mail attım, sonuçta 3-4 ay tekerlekli sandalyede kalacaktım. Sözleşme cayma bedeli falan lafını bile etmeden, aynı gün çok samimi bir şekilde baş sağlığı dileyip iptal ettiler. (ekran resmi ektedir.)

Binalar ve zeminleriniz için bir şey yapamıyorsanız bile, Kamu kurumlarının ve iletişim gibi kritik noktalarda olan özel kurumların kriz yönetimine hazır olması için mücadele edin.
Ben mücadelesiz bir şekilde ölmekten korkuyorum. Vakitli ya da vakitsiz, bir gün bir yerde mücadele içinde ölmek dileğiyle, aksi geride bırakılanlara ihanet olur.

https://x.com/Psibilim/status/1824841607155249545?t=2t_69TfnENGpNZpGMifRxg&s=19

***
Dostlar,

İbret için biz de paylaştık.

Devlete ve ulusumuza sunmuş olduk.

Devleti – hükümeti öncelikle ve ivedi adımlar atmaya çağırıyoruz..

Dr. Ahmet SALTIK
20.08.2024, Ankara

KAFALARINI KOPARTACAĞIZ !

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı

Türk Milleti, Erdoğan’ın gerçek yüzünü bir türlü göremedi.

Erdoğan, insanlara nasıl tanıtıldıysa, haram paralar ile satın alınan medya grupları, onu nasıl gösterdilerse, öyle tanımayı tercih etti.

Biz yıllardır yazıyor, söylüyoruz. Erdoğan “DEMOKRAT” değildir!

Erdoğan, dikta heveslisi Siyasal İslamcıdır, İhvan’cıdır. Yalan söyler.
Söylediği yalanları alt alta yazın, 12 Ciltlik YALAN KÜLLİYESİ ANSİKLOPEDİSİ olur.

Bir örnek verelim :
16 Temmuz 2017’de CB Erdoğan, 15 Temmuz’un yıldönümünde canlı yayında konuşuyor :

  • “FETÖ ile bağlantısı tespit edilenler, mahkemeye Guantanamo’da olduğu gibi tek tip elbiseyle çıkarılacaktır. Önce bu hainlerin KAFALARINI KOPARTACAĞIZ.”

İşte, Erdoğan budur. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki;
Tüm dünyanın İŞKENCE MERKEZİ- İNSANLIK AYIBI kabul ettiği bir yeri örnek gösterebiliyor, henüz yargılanmamış insanların KAFALARINI KOPARTMAKTAN bahsedebiliyor!
Sanmayın ki Erdoğan sonradan böyle oldu, güç zehirlenmesine tutuldu!

Bir yüzüklük servetinden Belediye Başkanlığı ile 1 MİLYAR DOLAR servete ulaşan Erdoğan
o gün ne ise, bugün de aynı Erdoğan’dır!

Avrupa Basınına göre dünyanın en zengin 8 siyasetçisinden biri olan Erdoğan ne ise,
12 sene CIA Uşağı FETÖ Silahlı Terör Örgütünü Türk Devletinin “Harem-i İsmet’i” sayılan KOZMİK ODAYA, FETÖ elemanlarının girmesine izin veren de aynı Erdoğan’dır!

Hiçbir GÜVENLİK-HİJYEN-KİMLİK denetimi yapmadan 17 milyon İti-Uğursuzu-Türk Düşmanını vatana sokup, demografik bombayı içimize yerleştiren Erdoğan ne ise,
Suriye’de Fırat’ın doğusunda YPG/PKK’ya Kürt Devletinin ikinci parçasının
ABD tarafından kurulmasına engel olmayan aynı Erdoğan’dır!

Ve şimdi Türk Milletinin büyük çoğunluğu olan sizler;
Üyelerini kendisinin seçtiği Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan Erdoğan’ı,
Anayasa İhlal Suçu işleyen YSK’yı emir eri gibi kullanan Erdoğan’ı,
Yüksek Yargıyı Sadullah Ergin kanalıyla FETÖ’ya teslim eden Erdoğan’ı,
CHP’nin bu günkü yönetimiyle yenebileceğinizi mi umuyorsunuz?

Emperyalist Devletlerin Özel’e uzattıkları “Parlamenter Sistem ve Başbakanlık” havucunu, YUMUŞAMA sosuyla yutan Özgür Özel mi, Erdoğan’a karşı çıkacak?

Erdoğan’ın 3’ncü kez kazanması için, Sinan Oğan’ı “Koşu Tavşanı” olarak çıkarıp,
Türk Milliyetçilerinin oylarını çıkar karşılığı, Erdoğan’ın hanesine yazdıran çakma istihbaratçılarla mı Erdoğan’ı indireceksiniz?

Eğer bu kanıda iseniz, hiç kendinizi de bizleri de yormayın!
Nasılsa PKK ve Sığınmacı PİÇLERİ ormanlarımızı yakıyorlar, şimdi 15-50 yaş arası Iraklılar da gelecek, siz de alın elinize benzin bidonlarınızı, yakın Atatürk’ün emanetini…
***
Aziz Türk Milleti;
Parti, din değildir. Parti kötü amaçlı kişilerin eline geçti ise, onu terk edeceksiniz.
Beğendiğiniz parti mi yok? O zaman, ya yenisini kuracaksınız, ya da Kuvay-ı Milliye hareketini başlatacaksınız. Yani bizim gibi yapacaksınız!

Bizler, bu günlerin geleceğini sizlere 2007 yılından beri söylüyoruz.
Her dediğimiz doğru çıkmadı mı?

Önümüzde, toparlanıp başımızdaki düşman Eşbaşkanlarını defetmek için yaklaşık BİR Yıllık zaman kaldı.

Ya bir araya gelir, öz evlatlarınıza görev verir ve yanlarında kaya gibi durursunuz
ya da kaderinize razı olursunuz…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 20 Ağustos 2024

23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı

Cumhuriyet gazetesinde köşe yazımız

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/23-yillik-akp-darbeciligi-ve-yikimi-2237776 15.8.24

23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı

23 yaşını bitirdi AKP, çeyrek yüzyıl! Kuruluşu 14 Ağustos 2001, iktidara gelişi 3 Kasım 2002 seçimi.

Fas’ta da aynı adla bir siyasal parti var, 1998’de kuruldu (Parti de la Justice et du Développement, PJD).

Cezayir; Adalet ve Kalkınma Hareketi (Mouvement de la Justice et du Développement – MJD) 1990’lar. Ürdün; İslami Hareket Cephesi (IAF) genellikle Ürdün Müslüman Kardeşler’in siyasal kanadı olarak anılır ve resmi olarak böyle adlandırılmasa da Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla ilişkilendiriliyor. (1992)

İlginç siyasal rastlantılar (!) olmalı bunlar.
***
Erdemliler Hareketi“nce R.T. Erdoğan önderliğinde, Türkiye’nin 39. partisi olarak siyasal yaşama atılan AKP, siyasal kulvarda 23 yılı geride bıraktı. Girdiği tüm genel seçimlerde 1. parti olmayı başardı. Çok partili siyasal yaşama geçtiğimiz 1946’dan beri iktidarda en uzun kalan parti oldu. 4 başbakan, 2 cumhurbaşkanı çıkardı. Kuruluşundan 15 ay sonra “Tek başına, iş başına” söylemiyle, siyasal yasaklı önderi Erdoğan’la girdiği 3 Kasım 2002 seçiminde %34,3 oyla 1. parti oldu ve A. Gül başkanlığında 58. TC Hükümetini kurdu.

Anayasa değişikliği ile siyasal yasak engeli kaldırılan RTE, (21 Ocak 2003 tarihli 4787 s. yasa, Erdoğan’ın önünü açtı ve istifa ettirilen bir vekil yerine, eşinin memleketi Siirt’te yenileme seçimlerinde) vekil seçildi. Anayasa değişikliği m.76’da yapıldı ve “affa uğramış olsalar bile, basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı suçlar ile kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından mahkûm olanlar milletvekili olamazlar.” hükmünden “affa uğramış olsalar bile koşulu kaldırıldı.

CHP Gn. Bşk. Baykal bu süreçte öncüydü.

Sabıkalı RTE, 14 Mart 2003’te 59. Başbakan oldu ve 2014’te CB seçilene dek kesintisiz 11+ yıl bu görevde kaldı. 2010 Anayasa değişikliği halk oylamasında %58 oy aldı. RTE 10 Ağustos 2014’te ilk kez doğrudan halkoylaması ile kıl payı CB seçildi (%51,8).

Üniversite diploması var mı? Hala belirsiz, sis kaldırılamıyor.

15 Temmuz 2016’da, haber alınan ama denetimli olarak izin verilen Batı destekli FETÖ darbesi yaşandı ve TSK’nin yurtsever güçleri eliyle bastırıldı.

AKP/RTE FETÖ ile ortaktı.

RTE, “Ne istediler de vermedik?!” diyecekti sonradan. İktidar kavgası ve Batı’nın aceleciliğiyle kanlı darbe girişimi sahnelendi. RTE 5 gün sonra OHAL ilan etti ve çok sayıda OHAL CBK ile rejim köktenci olarak değiştirildi. Yüz bini aşkın insan kamudan atıldı!

Anayasa 2017’de 5. kez değiştirildi: 2003, 2004, 2007, 2010, 2017. Tipik geri kalmış 3. dünya ülkesi! 16 Nisan 2017’de halkoylamasıyla onaylandı. %51,4 “evet” çıktı ama

  • Yaklaşık 2,5 milyon mühürsüz oyun oylama sürerken YSK tarafından kullanılmasına
    izin verilerek açık bir işlev zoralımı (fonksiyon gaspı) ile!
  • Tam yasasızlıkla, açık AKP-YSK darbesiyle.

Bu tablo hukuk dünyasında doğmamıştır!

Tüm sonuçlarıyla geçersiz-hükümsüzdür; “keenlemyekûn”dur eski Yargıtay Bşk. Prof. S. Selçuk’a birçok yetkin hukukçuya göre!

Dünyada örneği olmayan uydurma-ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‘ne geçilmiş, Başbakanlık ve Bakanlar kurulu-Hükümet kaldırılmıştır.

CB hem devletin hem yürütmenin başıdır, yürütme yetkisi tek başına ondadır (md. 8).
Yasamaya ortaktır, CBK çıkarma yetkisi vardır. Partilidir ve TBMM-Yasama çoğunluğu da RTE’dedir.
AYM, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Yargıtay, Danıştay üye atamalarında yetkisi belirleyicidir.
***

Türkiye, büyük bir hızla demokratik-laik-sosyal hukuk devleti olmaktan kurgulu olarak koparılmaktadır

9 Temmuz 2018’de Fetret devri başlamıştır. RTE artık, tek sözcükle kadife eldivensiz demir yumruktur.
Mayıs 2023 CB seçiminde YSK oyunu-darbesiyle, AY bir kez daha açıkça çiğnenerek RTE 3. kez aday olur.
2023, Cumhuriyet’in 100. yılında devletin resmi kutlaması yok gibidir,
RTE/AKP Cumhuriyetle kavgalıdır!

DİB iyice öne çıkarılır, akademi kurar, fetvalar savurur, Erbaş kılıçla vaaz verir..
AKP iktidar olduğunda 2,5 milyon olan kamu çalışanı sayısı iki katını aşar. Oysa toplam nüfus aynı dönemde 70,5 milyondan 85,3 milyona ulaştı %20 artışla. Yandaşlar, ölçüsüz bir kayırmacılıkla (nepotizmle) ve hızla kamuya dolduruldu.

DARBELER ÜLKESİ TürkiyeAKP/RTE eliyle

Elbette Batı desteğiyle! RTE, 14 Kasım 2002’de dönemin ABD Bşk. GW Bush tarafından,
daha milletvekili – başbakan bile değilken o protokolle kabul edilmişti.

Ülkemizde askeri vesayet, darbeler dönemini kapatmakla övünen ve böyle pazarlanan AKP/RTE, tam anlamıyla darbeci.

Hedef BOP ve Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti!

RTE kezlerce, TV’ler önünde BOP eşbaşkanı (ABD Bşk. ile) olduğunu açıkladı.
BOP, Sevr’in 21. yy uyarlaması. Tablo çok ürkünç (vahim)!
***
Ancak                                              :
Taşeron siyasetle buraya dek, artık maske düştü!
Yetersizliğini, kötü niyetini yapay gündem din, beka, milliyetçilik.. söylemleri de örtemiyor.
Yıkım ve adaletsizlikler ters tepiyor, böyle gitmez elbet.
Yarın belki yarından da yakın, vatansever Atatürkçü, dürüst kadrolar işbaşına gelecek ve Türkiye’yi yeniden kuracak, olanlar tarihte kötü bir ders olarak kalacak..

CHP ulusal birliği acilen sağlamalı, kesin görevi bu!

==================================================
Makalemizin pdf biçimi : 25. 23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı, 15.8.24

Dincilik afyondur

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
19 Ağustos 2024, Cumhuriyet

Türkiye’de normal geçen bir hafta yok. AKP iktidarında ülke her hafta anormal olaylara şahit (tanık) oluyor. Son bir haftada da durum değişmedi.

Önce İzmir’de sokak röportajında düşüncelerini ifade eden bir vatandaş tutuklandı.
Böylece vatandaşın neleri ifade edip edemeyeceğine de hükümet karar verdi,
AKP’nin faşist ruhu bir kez daha tescillendi (onaylandı).

Arkasından, TİP milletvekili Ahmet Şık TBMM’de kürsüde konuşurken, AKP “milletvekili”
Alpay Özalan’ın fiziki (bedensel) saldırısına uğradı. Böylece AKP’nin faşist ruhu bir hafta içinde ikinci defa (kez) tescillenmiş (onaylanmış) oldu.

  • Bu olaylar sayesinde, AKP’lilerin aslında ne denli korkak ve zavallı oldukları da
    bir kez daha ortaya çıktı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde düşüncelerden, sözcüklerden, cümlelerden bu kadar korkan,
bu nedenle de düşüncelerini ifade edenleri hapishaneye atan veya onlara fiziksel saldırıda bulunan, düşünceye düşünceyle yanıt veremeyecek ölçüde alçalan ve özgüveni zayıf olan
bir başka hükümete nadir rastlanır.
***
Düşünceyi ifade özgürlüğüne vurulan bu darbelerin temelinde, AKP’nin teokratik ve monarşik bir düzen kurma amacı yatmaktadır. AKP gerçekte bu düzeni büyük ölçüde kurmuştur,
ancak bu süreci hala tam olarak arzu ettiği ölçüde tamamlayamamıştır.

Monarşi, Yasama, Yürütme, Yargı arasında güçler ayrılığının ve düşünceyi ifade, medya, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, yönetme yetkisinin tek kişide ve ailede toplandığı bir düzendir.

Teokrasi, laikliğin olmadığı, dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim alanlarını tutsak aldığı
ve bu alanlara müdahale ettiği, din devletinin geçerli olduğu bir düzendir.

Dünyada, yaklaşık 200 ülke içinde, monarşiyle ve/veya teokrasiyle yönetilen çok az sayıda
ülke kaldı.

Krallık, çarlık, padişahlık gibi monarşik düzenler dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğunda ortadan kaldırıldı, birkaç ülkede de Yürütme yetkisi elinden alınarak simgesel bir konuma sokuldu.

Dünyada teokrasiyle yönetilen de çok az sayıda ülke kaldı. Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Vatikan bunlara ilişkin örnekler arasında sayılabilir. Malezya, Pakistan, Sudan, Somali, Mısır gibi ülkeler de yarı teokratik ülkeler olarak nitelendirilebilir.

Vatikan dışında, teokrasiyle yönetilen ülkelerin tümü İslam dininin yaygın olduğu coğrafyadadır. Hıristiyan dininin yaygın olduğu coğrafyada Vatikan dışında teokratik bir devlet kalmamıştır.

Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler hem teokratiktir
hem de monarşiktir.

  • Dünyada teokrasiyle ve/veya monarşi ile yönetilip gelişmiş olan tek bir ülke yok!

Bu ülkelerin tümü, demokraside, insan haklarında, bilimde, felsefede, sanatta geri kalmış ülkelerdir.

Bu ülkelerin içinde, petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklara sahip Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri dışında, ekonomik açıdan gelişmiş tek bir ülke de yok.
***
AKP, dünya gerçeklerinden tümüyle kopuk yaşadığı ve çarpık zihnindeki bir hayalin peşinden inatla koşmayı sürdürdüğü için, Türkiye’yi ileri bir noktaya taşıması kategorik (ilkesel) olarak olanaksızdır.

  • Alman filozof Karl Marx, din sömürüye dayalı düzenlerin sürmesine katkı sağladığı için,
  • Din halkın afyonudur, uyuşturucusudur tezini ortaya atmıştı.

Laikliğin geçerli olduğu bir düzende, dinin siyasal bir zararının olmayacağı, kişinin özel ve öznel yaşamının bir parçası olacağı, vatandaşların kendi özgür iradeleriyle dindar veya dinsiz olmayı seçebilecekleri gerçeği dikkate alınacak olursa, Marx’ın bu sözü şöyle revize edilebilir (yenilenebilir) :

  • “Dincilik halkın afyonudur, uyuşturucusudur.”

Türkiye bu uyuşturucudan kurtulmadığı sürece, ne demokrasi ve insan hakları alanında,
ne bilim, felsefe, sanat alanında, ne de ekonomide, hiçbir ilerleme ve gelişme sağlayamaz.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Dincilik afyondur19 Ağustos 2024
Hamas gerçeği12 Ağustos 2024
AKP ve Hamas5 Ağustos 2024

TUNCELİ GEZİMİZİN DOĞA ve İNANÇ COĞRAFYASI AÇISINDAN BİZLERE ANIMSATTIKLARI

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

Tunceli’ni nasıl bilirsiniz??

Çivi ve Karabulut aileleri olarak(×), İzmir’den hareketle, Tunceli ilimizin doğa ve inanç coğrafyasını daha yakından tanıyabilmek için iki aile birlikte yaptığımız, 30 Temmuz – 07 Ağustos 2024 tarihlerini kapsayan özel bir gezinin Tunceli yöresindeki kesitinin bizlere öğrettikleri ve düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istedim…

Tunceli ya da Dersim yöresi, tarihsel, kültürel, dinsel, toplumsal, siyasal ve ideolojik olarak, belleklerimizde olumlu ya da olumsuz birçok çağrışımları harekete geçirir. Bu çağrışımların bir bölümü Osmanlı, önemli bir bölümü de Cumhuriyet dönemi ile ilgilidir. Bu çağrışımların çok önemli bir kesiti de 1937 ve 1938 yıllarında Devlet eliyle gerçekleştirilen askeri operasyonların, gerek Tunceli halkı ve gerekse Türkiye’nin hem iç ve hem de dış politikası açısından ürettiği siyasal ve sosyal etkiler ve bu etkiler üzerindeki tartışmalardır. Ancak, yapmış olduğumuz gezi açısından bu tarihsel olaylar konumuz dışındadır.

Bu yazının konusu Tunceli’ yöresinin büyüleyici vahşi doğası ve özellikle de inanç coğrafyası ile ilgili olacaktır.

Doğa Turizmi ya da ekoturizm, doğanın ve ve çevrenin jeolojik, ekolojik, biyolojik ve coğrafi değerler ve görsellikler açısından insanlara kendiliğinden sunduğu çeşitli güzellikleri kapsar. Bu açıdan, Tunceli coğrafyasının tümü, yüksek dağları, derin vadileri, geniş ormanları, bol akarsuları, geyikleri ve dağ keçileri ile süslenen bir yaban yaşamı ve sayısız bitki çeşitleri ile çok büyük bir zenginlik (AS: Flora ve fauna) ve görsellik barındırır. Tunceli coğrafyasının tümü, gözümüz gibi korunması gereken bir MİLLİ PARK‘tır ve öyle kalmalıdır.

Munzur Vadisi ve Munzur Suyu gözeleri, Pertek Kalesi ve Keban Baraj Gölü, Ovacık ve Karagöl, Pülümür Vadisi ve Kutu Deresi…sizlere hem benzersiz ve olağanüstü bir görsellik ve hem de baştan çıkarıcı derecede etkileyici bir biyolojik çeşitlilik sunar… yöreye özgü yemekler, yardımsever, sıcak ve cana yakın insanları da cabası…

İnanç Coğrafyası nedir?

İnanç coğrafyası, özellikle din sosyolojisi açısından, toplumsal inançlar ve dinsel uygulamaların (pratiklerin) yersel (mekânsal) dağılımını, bu dağılımın demografik, ekonomik, kültürel, tarihsel ve siyasal süreçlerle olan ilişkiler ve oluşumlarını ve yaşam biçimlerini kapsar. O coğrafyada yaşayan homojen (türdeş) ya da heterojen (türdeş olmayan) dinsel inanç kümelerinin yaşam biçimlerini inceler. Bir bölgede kutsal varsayılan mekânlar, dinsel yapılanmalar, türbeler, ziyaret yerleri, bu yapılanmaların mekânsal dağılımı, dinlerarası etkileşimler, inanç ve sosyal kimlik ilişkileri; ayrıca dinsel kaynaklı değerler sisteminin toplumun sosyo-kültürel ve özellikle de toplumsal ekonomik yaşam üzerindeki etkileri inanç coğrafyasının kapsam alanı içinde kalır…

Tunceli inanç coğrafyası, Alevi-Bektaşi inanç kimliğinin en önemli çıkış kaynağı ya da ana gözesi gibidir. Tunceli’de yaşayan çeşitli Alevi ocaklarını temsil eden Dede soylu insanlara, Tunceli’ne nereden geldikleri sorulduğunda, büyük oranda ” HORASAN’dan GELMİŞİZ” yanıtını verirler. Alevi inancı açısından büyük önem taşıyan bu inanç önderleri, Ehlibeyt, 12 İmam ve Hz. Ali soyundan geldiklerini söyler ve inanırlar.

Türkiye, ve Balkanlar’daki Alevi ve Bektaşi inancına mensup (bağlı) insanlarla derinlemesine bir sohbet (söyleşi) olduğunda, köklerini Tunceli’ne dayandırırlar. Başka bir tanımlama ile de şöyle söylenebilir. Tunceli Alevilerinin uluları, anayurtlarını nasıl ki Horasan kabul ediyorlarsa , Anadolu ve Balkan Alevi ve Bektaşilerinin anayurtları da Tunceli’dir. Yani Tunceli, Anadolu ve Balkan Alevi ve Bektaşiliğinin Horasan’ı olarak kabul edilebilir. Bu ortaklaşa inanç figürünün en önemli şahsiyetleri de, hem Anadolu ve hem de Balkan coğrafyasında aynı saygınlıkta tanınan SARISALTIK ve benzerleridir.

Gezimizde, Düzgün Baba, Sarısaltık ve Babamansur’un Alevilerce kutsal sayılan makamlarını ziyaret ettik…

Düzgün Baba’nın makamı Tunceli’nin NAZİMİYE ilçesindedir. Düzgün Baba Cemevi, Düzgün Baba Dağı’nın eteğinde, ziyaret makamı ise, yüksekliği kestirimle 3000 metreyi aşan aynı dağın doruğundadır. Her iki makama da bizzat ulaştık. Dağdaki ziyaret makamına ikibuçuk saatlik bir yaya tırmanışla ulaşabildik…

Halkın anlattığına göre, Düzgün Baba :
a- Baba Mansurun oğludur.
b- Hızır Aleyhisselamın oğludur.
c- Haz.Ali’nin oğludur (soyundandır).

Sarısaltık Makamı                          :

Tunceli’nin Hozat ilçesindedir. Makam, tıpkı Düzgün Baba gibi, kendi adı ile anılan ve yine olası yüksekliği 3000 metreyi aştığı söylenen Sarısaltık Dağı’nın doruğundadır.
Zirveye dek, cipler ve ufak otolarla ulaşma olasılığı vardır.

Sarısaltık tarihsel bir kişiliktir. Hacıbektaş Veli’nin halifesi olarak kabul edilir. Anadolu ve Balkan Coğrafyası, Bulgaristan’da da makamları vardır.

Sarısaltık Vakfı, 04 Ağustos 2024 günü, Zirvedeki Sarısaltık Makamı’nda yeni bir Sarısaltık Cemevi‘nin açılışını yapmıştır.

Babamansur Makamı, Tunceli ilinin Mazgirt ilçesindedir. Horasan’dan, önce Konya’ya, oradan da Tunceli Mazgirt’e gelen Seyit Mahmut Hayrani’nin oğlu, hatta bir söylenceye göre de Düzgün Baba’nın babası olarak kabul edilir. Daha sonraki yıllarda ise, bu oğlun mistik, dinsel ünü babasını aşmış kabul edilir.

Hiç kuşkusuz Tunceli’indeki kutsal makamlar bu üç Alevi Bektaşi ulusundan ibaret değildir. Başta Ağuçan ve Kureyşan dede ocakları olmak üzere birçok inanç merkezi daha vardır.

Bir önemli noktayı daha belirtelim. Alevi ocakları arasındaki rehber, pir ve mürşit sıralaması inançsal değil işlevseldir, görev gereğidir. Çünkü yine Alevi inancına göre “Yol cümleden uludur” ve ayrıca eri erden seçen kördür. İnsanlar arasındaki alt, üst farklılaşma, kibir ilişkisi hem Efsanevi “Kırklar Cemi” ve hem de “Rıza Şehri” söylencelerine aykırıdır.

Peki Tunceli inanç coğrafyasında, Düzgün Baba, Sarısaltık, Baba Mansur… gibi kurucu ocak ulularının halkın belleğindeki ortak özellikleri nelerdir?

Halk bunlara niçin hürmet eder, sever sayar, ziyaret eder ve tapınır…. bunları kısaca özetleyelim.

1- Din ulularından beklenen yol göstericilik, inanç ve düşünce rehberliği ve önderliği.
Manevi olarak temiz ve ahlaklı yaşamak.
2- Doğayla, çevreyle ve insanlarla ahlak, adalet, saygı, sevgi ve uyum içinde yaşayabilme isteği. Toplumsal barışı koruyabilmek.
3- Savaş, zulüm, doğal afetler, olumsuz ekonomik koşullar, kıtlıklar, baskıcı sosyal koşullar çeşitli etnik kültürel dışlanmalara karşı inanç ulularından manevi destek ve direnç gücü kazanmak. İnanç ulularından keramet ve yardım bekleyerek rahatlamak. Gelecek için umutlanmak…
4- Kendi inanç sistemi ile biçimlenen bir dünya görüşüne uygun bir kimlik kazanmak. Benzer kimliklerde olanlarla yardımlaşma ve dayanışma içine girerek güç devşirmek…
5- Hiç kuşkusuz toplumun inanma ve tapınç (ibadet) gereksinmelerini karşılamak.
……
Sonuç ve önemli bir öneri..

Tunceli yöresi, dağları akarsuları, derin vadileri, sayısız biyoçeşitliliği, zengin bitki örtüsü, yaban yaşamı, ormanları, yabanıl (vahşi) çıplak ve yüksek zirveleriyle… eşi ve benzeri az bulunur bir doğa harikasıdır. Ayrıca, Alevi ve Bektaşi inancı gibi

-evrensel değerlere uyum yanı ağır basan,
-kadın, erkek, ırk, din, mezhep, renk farkı gözetmeyen,
-demokratik, laik ve çağdaş yaşamla barışık,
-sevgi, saygı, ahlak, adalet, kardeşlik, eşitlik… temelli
-hiç kimseyi ötekileştirmeyen…

bir inanç havzası ve coğrafyasına sahiptir.

Peki bu doğa harikası ve özgün inanç coğrafyasının en önemli eksiklikleri nelerdir?

1- İnanç merkezlerine ve makamlarına giden yollar çok dar, kötü, hatta kimi kez ürpertici ve korkutucudur. Ulaşımı zordur.
2- Tunceli ve yakın çevresindeki konaklama tesisleri yetersizdir.
3- Tunceli halkını yöresel gerikalmışlık, ekonomik sıkıntılardan kurtarılması gerekmektedir

Çözüm nedir?
Tunceli yöresinde doğa ne denli güzel ve yabanıl (vahşi) ise üretim ve geçim koşulları bir o denli verimsiz ve kıttır. Yaşama olanakları fazla nüfus barındırmaya uygun değildir. Bu nedenle sürekli göç verir.

Tunceli yöresi için doğa ve inanç coğrafyasını birlikte bütünsel olarak planlamak, yol ve konaklama eksiklerini çağın araçları ve gereklerine uygun duruma getirmek, bölgeyi doğa ve inanç turizminin önemli bir havzasına dönüştürmek gerekiyor.. Merkez yöneticilerine, yerel yönetim birimlerine ve demokratik bir tasarım olabilmesi için de Tunceli halkına duyurulur.

Prof. Dr. Halil Çivi. 16 Ağustos 2024 Seferihisar/ İzmir

(×)- Söz konusu gezi programını, ben Halil ve eşim Mefaret Çivi; Karabulut ailesinden de H. Hüseyin ve Birgül Kabulut’larla bilikte yaptık. Bu gezi için Karabulut ailesine teşekkürümüz sonsuzdur.

HACIBEKTAŞ DESTANI…

Canlar,

Destanı yazan dostumuz A. Kadir Paksoy‘u kutlar ve kendisine teşekkür ederiz.

Ustalıkla seslendiren Sn. Murat Kara‘ya da..

Dinleyin özenle, Türkiye’nin ve dünyan insanlarının bu sevecen, şefkat dolu insancıl felsefeye ne çok gereksinimi var…

Barış için, adalet için, gönenç için, uygarlık için ve de insanın insanlaşması için..

İzlenmesi, paylaşılması, Hace Bektaş’ın aslanla ceylanı kucağında bir arada simgesel de olsa tutan “hikmet” inin kavranmaya çalışılması dileğiyle..

Bu arada, AKP iktidarının Alevi – Bektaşi inancını yozlaştırarak, başkalaştırarak güdümüne almaya çabalaması insan haklarına aykırıdır. İnsanların inançlarına saygılı olunuz. Asimilasyon vahşetini  terk ediniz. Alevi – Bektaşi yurttaşlar, Anadolu kültürünün ana taşıyıcı kolonudur.

Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Hak ihlali ve Can Atalay

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver Kumbasar
Yargıç

16 Ağustos 2024, Cumhuriyet

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/hak-ihlali-ve-can-atalay-enver-kumbasar-2238169 

Gezi davasından hükümlü olarak cezaevinde bulunduğu sırada 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan milletvekilliği genel seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçilen Av. Can Atalay’ın yaptığı tahliye talepleri, davanın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından reddedilmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı bireysel başvuru haklı bulunarak iki kez hak ihlali kararı verilmesine karşın, anayasanın açık, emredici ve bağlayıcı hükmüne (m. 153/6) aykırı olarak ve adeta anayasaya, hukuka ve vicdanlara meydan okurcasına AYM kararları gereği yerine getirilmemiş, tahliye edilmemiştir.

TBMM’nin 30.01.2024 tarihli 54. birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 03.01.2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının başkanlıkça Genel Kurul’da okunarak bildirilmesi işlemi ile Hatay milletvekili Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü ilan edilmiştir.

Anayasa ve İçtüzük kuralları ile TBMM geleneklerine aykırı olarak yapılan bu işleme karşı hukuksuzluğun tespiti ve işlemin iptali için AYM’ye yapılan başvuru, Yüksek Mahkemenin 01.08.2024 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 22.02.2024 tarih ve 2024/43-65 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesinin yok hükmünde olduğunun tespiti ve anayasanın 85. maddesi uyarınca iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. AYM’nin bu son kararından sonra Av. Can Atalay’ın tahliyesi için İstanbul 13. ACM’ye yapılan başvuru da ret edilmiştir. Hak ihlali sürmektedir. O arada TBMM, bu konuyu görüşmek üzere muhalefet milletvekillerince 16.08.2024 tarihinde toplantıya çağrılmıştır.

AYM KARARI VE MİLLETVEKİLLİĞİ

TBMM’nin sözü geçen işleminden sonra bu köşede 08.02.2024 tarihinde yayımlanan “Hak arama mücadelesi ve Can Atalay kararı” başlıklı yazıda (http://ahmetsaltik.net/2023/12/03/yarginin-cigligi-ve-insan-onuru/) Av. Can Atalay hakkında AYM’nin hak ihlali kararıyla birlikte ve o nedenle kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün (anayasa m.84/2) varlığından artık söz edilemeyeceğinden bahisle Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yazısının TBMM Genel Kurulunda okunmak suretiyle milletvekilliğinin düşürüldüğünün ilanına ilişkin işlemin anayasa, içtüzük ve hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yok hükmünde olduğunu belirtmiştik. AYM’nin son kararı bu görüşümüzü doğrular niteliktedir.

Milletvekili Av. Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğünü ilan eden işleminin yok hükmünde olduğunun tespitine ilişkin karar 22.03.2024 tarihinde alınmış ancak gerekçeli karar yaklaşık altı ay sonra, 01.08.2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu gecikme, AYM kararlarının Resmi Gazete’de hemen yayımlanacaklarına ilişkin anayasanın 153/6 hükmüne aykırı olduğu gibi, zaten hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulan başvurucunun daha fazla mağdur edilmesine yol açtığı açıktır. AYM’nin bu geciktirmesini anlamak ve kabul etmek olanaklı değildir.

AYM karar gerekçesinde öncelikle, TBMM Genel Kurulunda okunan İstanbul 13. ACM’nin 27.12.2023 tarihli ek kararının bir mahkûmiyet kararı değil, Anayasa Mahkemesi’ne 27.12.2023 tarihli bireysel başvurunun daire tarafından değerlendirilmesi için dosyanın anılan daireye gönderilmesine ilişkin karar olduğunu belirtmiştir.

HUKUKA UYMAYA ÇAĞRI

AYM haklı ve yerinde olarak, milletvekilliğinin düşürülebilmesi için kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün varlığı gerektiğini (anayasa m. 84/2) hatırlattıktan sonra, AYM’nin daha önce verdiği hak ihlali kararları nedeniyle kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün varlığından artık söz edilemeyeceği tespitini yapmıştır. AYM devamla, ihlal kararlarının yerine getirilmemiş olmasının bu sonucu değiştirmediğine vurgu yapmıştır. AYM’nin ihlal kararını sadece mahkemeler değil, ihlal sonucunun oluşmasına yol açan veya ihlalin giderilmesi sürecinde etkin konumda bulunan diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür.

‘YOK HÜKMÜNDE’

Bu bakımdan yasama organının da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 25.10.2023 tarihinde tespit ettiği ihlalin giderim sürecinin bir parçası olduğu kuşkusuz olup, söz konusu karar yasama organı yönünden de bağlayıcı niteliktedir. O nedenlerle, TBMM’nin milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin işlemi hukuksal dayanaktan yoksun olup yok hükmündedir. Ortada iptali gereken bir yasama işlemi bulunmamaktadır.

AYM’nin bu son kararı ile milletvekili Av. Can Atalay’ın hukuksuz olarak cezaevinde tutulmasının hak ihlaline (kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı) yol açtığı bir kez daha vurgulanmıştır. İhlalin, dolayısıyla Atalay’a yaşatılan bu ağır mağduriyetin giderilebilmesi için başta Hâkimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere ilgili bütün yasama, yürütme ve yargı otoritelerini, anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.