Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Nobel, ahmaklık ve açılım

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
21 Ekim 2024, Cumhuriyet

Daron Acemoğlu’nun ekonomi alanında Nobel ödülünü alması; İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmaklık” davası; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM açılımı, geçtiğimiz haftanın gündemindeki konuların arasındaydı.

Daron Acemoğlu’nun Nobel ödülünü alması hem kendisi hem de Türkiye için önemli bir gelişme olmakla birlikte, Nobel ödülünün geçmişte her zaman hak edenlere verilmediği dikkate alınacak olursa, Nobel konusunda abartılı heyecanlara kapılmamak daha doğru olur.

Nâzım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi Türk edebiyatının öncü isimlerine verilmeyen Nobel edebiyat ödülünün Orhan Pamuk’a verilmesi bunun örneklerinden birisidir.

Nobel barış ödülünün de Mustafa Kemal Atatürk, Mahatma Gandhi ve Olof Palme gibi emperyalizme karşı mücadele eden ve dünya barışına hizmet eden kişilere verilmemiş olması, Nobel’in tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Nobel hakkında yorum yapılırken bu gerçeklerin de dikkate alınması gerekir.
***

  • Ekrem İmamoğlu’na karşı açılan kumpas (tuzak) davası bir sivil darbe girişimidir.

Eğer bir iktidar seçimlerdeki rakiplerini kendisi belirliyorsa, seçimleri kazanabilecek olası adayları hukuk dışı yollarla bertaraf ediyorsa, bunun adı sivil darbedir. Böyle bir “seçimin” gerçek bir seçim olmadığı açıktır.

CHP bu gerçeği dikkate alarak bir strateji geliştirmeli, seçmeni ve halkı bu darbe girişimine karşı harekete geçirecek önlemleri almalı, örgütlenmeleri planlamalı, Ekrem İmamoğlu’na sadece söylemle değil, etkili eylemlerle sahip çıkmalıdır.

Ekrem İmamoğlu’nu seçimlerde bertaraf etmek mert, cesur, onurlu, namuslu ve şerefli insanların yapacağı bir şey de değildir. Alçak, kurnaz, korkak ve entrikacı insanlar böyle hesaplarla iktidarlarını korumaya çalışırlar. Mert, cesur, onurlu, namuslu ve şerefli insanlar, rakipleriyle eşit ve özgür koşullarda yarışırlar, hile yoluyla seçim kazanmanın yolunu aramazlar.
***
Bugüne kadar HDP’nin ve DEM’in kapatılmasını talep eden, eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı bir biçimde hapiste kalmasını ve seçilmiş HDP’li, DEM’li belediye başkanlarının yerine hukuka aykırı bir biçimde kayyum atanmasını savunan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, DEM milletvekillerine zeytin dalı uzatması, ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

AKP, HÜDA PAR, BBP ile birlikte laiklik karşıtı bir anayasa yapma hazırlığı içinde olan MHP, bu anayasa değişikliğini yapabilmek için DEM ile yakınlaşma stratejisi izlemektedir. Bugüne kadar laiklik konusunda etkili bir duruş sergilemeyen DEM de buna çanak tutmaktadır.

Din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapılması
Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamayacağı gibi, büyük bir zarar verir. 

AKP din ve mezhep üzerinden siyaset yapmaktadır. HÜDA PAR ve BBP hem din hem etnik kimlik üzerinden siyaset yapmaktadır. HÜDA PAR Kürt etnik kimliği ve din, BBP Türk etnik kimliği ve din üzerinden siyaset yapmaktadır. MHP Türk etnik kimliği, DEM Kürt etnik kimliği üzerinden siyaset yapmaktadır.

Bu nedenlerden ötürü bu siyasal partilerin hiçbiri Türkiye partisi değildir. Bu partiler Türkiye’nin bütünlüğünü sağlayabilecek siyasal partiler olmadıkları gibi, Türkiye’nin din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden bölünmesini ve parçalanmasını teşvik etmektedirler.

Bu partilerin, yine din ve mezhep üzerinden siyaset yapan Gelecek Partisi’nin, Demokrasi ve Atılım Partisi’nin, Saadet Partisi’nin ve Yeniden Refah Partisi’nin de desteğiyle yapacağı bir anayasa, Türkiye için büyük bir felaketle sonuçlanacaktır.

Bu nedenle TBMM’de temsil edilen CHP’nin, İYİ Parti’nin ve Türkiye İşçi Partisi’nin üzerinde büyük bir sorumluluk bulunmaktadır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik ve ekonomi14 Ekim 2024
AKP ve İsrail7 Ekim 2024

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DAMAT

Ordu Şehir Hastanesi ihalesini 2021’de 1.7 milyar liraya alan AKP’li Fatih Belediyesi Başkan Yardımcısı’nın damadı, işi belirlenen tarihte bitiremedi. Yeni ihaleyi 4.7 milyara yine aldı.

Kime eş değil kime damat olacağını bileceksin!…

YIL DÖNÜMÜ

FETÖ’nün elebaşı sümüklü Feto, Ergenekon kumpas davasının ilk duruşmasının görüldüğü gün olan 20 Ekim 2008’in yıl dönümünde öldü.

Darısı, ülkemize zarar veren öbürlerine…

MANKURTLAR

MSB, Fetö’nün ölümü sonrası yaptığı açıklamada, “Mankurtlaştırdığı beyinlerle asil Türk milletinin istiklal ve istikbaline kast eden, devletimize ve kahraman ordumuza büyük zarar veren FETÖ elebaşı ölmüştür.” dedi.

Siyasetin en tepesindeki eski/kripto mankurtların başı sağ olsun…

İBLİS

RTE, Feto için, “Sonu diğer iblisler gibi onursuz bir ölüm olmuştur.” dedi.

Bari ölüsü gelsin, hasret bitsin…

FIRINCI

Maliye Bakanı Şimşek, en çok vergi kaçağının fırıncılarda olduğunu söyledi.

  1. Ben zengine, rantçıya dokunmam.
  2. Zenginin milyonlarca liralık vergi borcunu affederim, fırıncıya gücüm yeter hamur gibi ezerim!..

ÜÇÜNCÜ

AB Komisyonu Başkanı Leyen göçmenleri AB ülkelerinden geri gönderecek üçüncü ülke arandığını söyledi.

AKP’nin ülkesini tarif ediyor gibi…

SARAY

Cumhurbaşkanlığı sarayları için bütçeye 1.8 milyar TL ödenek ayrılmış.

Padişahı aratıyor…

ŞEREF

Ülke bebeklerin katledilmesi olayı ile çalkalanıyor. Tek istifa yok.

İstifa şerefli insanlar için onurlu bir kurumdur…

TARAF

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı atan teğmenlerin cezalandırılacağı konusunda
Özgür Özel, RTE’ye, ”Atatürk mü, Yunan mı, hangi tarafta olduğunu seç!” dedi.

Ne tarafta olduğu belli değil mi?..

Ödünsüz Kemalist Ahmet Taner Kışlalı

Hilmi TAŞKIN (@HLMTSKN) / XHİLMİ TAŞKIN

EĞİTİMCİ /YAZAR
21 Ekim 2024, Cumhuriyet

Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, ülkemizin yetiştirdiği yürekli bir Cumhuriyetçi, yiğit bir Kemalist idi.

Kendisi ile son söyleşimiz Mustafa Balbay ile birlikte, o dönem şube başkanlığını yaptığım, ADD’nin çağrısı üzerine Giresun’a geldiğinde olmuştu. Konferans sonrasında, uzun bir söyleşi yapmıştık. O uzun söyleşi sanırım son söyleşisi oldu.

Kışlalı, daha o günlerde FETÖ tehlikesine işaret etmişti. FETÖ’nün “Made in USA” olduğunu söylemişti. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında yeni kurulan Türk cumhuriyetlerine, ABD’nin FETÖ ve okulları aracılığı ile girdiğine işaret etmişti. Bu okulları anlatmış, özellikle de ABD vatandaşı İngilizce öğretmenlerine(!) işaret ederek bunların öğretmen görünümlü CIA elemanı olduğunu söylemişti.

Altın nesil” denilen kadroların, gelecekte ülke yönetimini ele geçirmek için örtülü emperyal işgal planı olduğunu anlatmıştı. Askeriyeye, Adliyeye, Mülkiye’ye, Emniyet’e ve eğitime FETÖ kadrolarının bilinçli olarak yerleşmeye başladığını ve bunun gelecekte yaratacağı tehlikeleri de söylemişti. Bir emekli vaizin maaşı ve himmet paraları ile böyle bir organizasyonun yapılamayacağını söyleyerek maddi kaynağın CIA’nın yan kuruluşundan sağlandığını söylemişti.

Giderek holdingleşecekler, öyle görülüyor ki ciddi bir sermaye gücünü de ülkemizde denetim altına alacaklar.. demişti.

Her siyasal parti ile yakın ilişki kurmak yolu ile adeta siyaset dışı “hizmet hareketi” gibi kendilerini gösteriyorlar ki, bu tam bir evrimleşme dönemidir.. demişti.

Ve günümüze ışık tutan daha pek çok konuyu anlatmıştı.

Sayın Kışlalı konuşurken ben notlar alıyordum. O sırada Mustafa Balbay da zaman zaman sohbetimize katılıyor ve sevgili Kışlalı’nın sözlerine katkı sunuyordu.

CUMHURİYET AYDINI

Ne yazık ki, ülkemizin yetiştirdiği en önemli aydınlardan olan Kışlalı, 21 Ekim 1999’da Ankara’da hain bir bombalı saldırı ile öldürüldü.

Kemalist bir aydın daha susturuldu.

Tıpkı Uğur Mumcu gibi, Muammer Aksoy, Abdi İpekçi, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu… gibi.

Daha nice aydınlarımız gibi… Adeta bugünlerin kilometre taşları döşeniyordu…

Kışlalı’nın Eğrice kıyısında başlayıp, Trabzon havaalanına dek süren söyleşimizde anlattıkları ise bir bir doğrulandı. 15 Temmuz (2016) kalkışması ve ABD’nin tutumu da kanıtıdır.

Bu arada, “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği” günümüzde de artarak sürmektedir.

O’nun uyardığı gibi,

  • Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğüdür.

Saldıranlar bunu biliyor ve ondan saldırıyor. Biliyorlar ki bu düşünce, kurmaya çalıştıkları gerici düzenin önünde en büyük engel.

  • ”Türkiye’yi etnik kökenlere göre parçalamak isteyenlerin
    önündeki en büyük engel Kemalizm.”

Ve “yeni mandacınumaracı cumhuriyetçilerin önündeki en büyük engel de, BOP’un önündeki en büyük engel de yine Kemalizm! O’na saldırmanın dayanılmaz hafifiliği bundan!

Yine Ahmet Taner Kışlalı’ya kulak vererek noktayı koyalım :

  • Atatürk’ün, Kemalizm‘in Altı İlke“si içinde, niçin en çok laiklik konusunda duyarlı olduğunu anlamak zor değildir. Laiklik, devletçilik dışındaki öbür ilkelerin hepsinin ön koşulu içinde yer alır.

Demokrasinin de ön koşuludur.
Çünkü laiklik olmadan gerçek bir demokratik özgürlük de olamaz, gerçek bir özgür seçim de.

Laiklik, Milliyetçiliğin (Ulusalcılığın) de ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan ulus değil, inananların oluşturduğu ümmettir.

Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz.

Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel seçkinlerin düşünceleri önemlidir.”
***
Işıklar içinde uyu güzel insan, unutulmayacaksın…

ATEŞLE OYNAMAYIN YANARSINIZ

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı

Bahçeli, MHP Grup Toplantısında,

  • “PKK Teröristbaşı Öcalan’ı TBMM’ye davet etti”!

Bu Anayasaya, Siyasal Partiler Yasasına ve Türk Ceza Yasasına aykırı bir tutumdur, suçtur.

  • Bahçeli, Türk Devletini parçalamaya yönelik eylemlere destek olmuştur.

Bu davranış Erdoğan-Bahçeli-Hüda Par ve Kürtçü-Bölücüler-Hilafetçiler ve emperyalist devletlerle yapılan bir plandır. Sevr’i hortlatmak isterler.

Bunu da, kafalarına geçireceğiz. Sevrcileri evlerinden çıkamaz hale getireceğiz.

  • Uyarıyoruz                : Ateşle oynayan yanacaktır!…

Şu gerçeği herkes bilmeli ve kabullenmeli :
Bu ülkenin sınırlarının her metresi can vererek, kanla çizilmiştir.
Emperyalistlerin cetvelle çizdikleri, Arap ülkelerinin sınırlara benzemez bizim sınırlarımız.
Sınırlarımız üzerinden Türk Vatanına plan yapıp oyun kurmak isteyenler, bunu iyi bilmeli. Atalarımızın çizdiği sınırlarımızı değiştirmek isteyenlerin, ancak can vererek, kan dökerek yani savaşarak yapabileceklerini bilmeliler.

Emperyal Devletler, bir ülkeyi ele geçirmek istediklerinde önce kendilerine koşulsuz itaat edecek birini bulurlar. Sonra o ülkede şu üç ihaneti yaptırırlar, adamlarına ilk buyrukları şudur :

1- Önce Ordu’yu çökerteceksin,
2- Sonra Yargının nirengi noktalarını ele geçireceksin,
3- En son olarak, ülke ekonomisini batıracaksın.

Cumhuriyetin ilanından bu yana iki kesim, yıkım için mücadele ederler :

1) Şeriat-Hilafet isteyen seccade şeytanları,
2) Kürtçü-Bölücü katiller.

Cumhuriyetten bu yana devlete karşı kalkışılan 28 silahlı isyanı incelerseniz bunu görürsünüz.
İç yapıyı parçalamak için planları da bellidir :

-Eşit Vatandaşlığı dayatacaksın.
-Ana dilde eğitim ve öğretim.
-Ülkeyi önce Eyaletlere bölecek, ileride de basit bir plebisitle kopartacak oyun.

Bunları açıklayalım :

Eşit vatandaşlık başkadır, vatandaşların eşitliği başkadır.

Öcalan’ın istediği, Eşit yurttaşlık istemi şudur :

Anayasal yapı içinde, Türk kimliği dışında başka bir kimlik daha tanınsın.
Tanınan ikinci kimlik de Türk kimliği ile eşit olsun. Yani sen Türk olarak kal, ben de Kürt olarak. Anayasada yanına geleyim. İsterlerse, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Kafkas, Çeçen, Laz, Gürcüler gelsin, Anayasada yerlerini alsınlar!
Anayasamızdaki Yurttaşların eşitliği ise;
Anayasa ve yasalar önünde tüm yurttaşların eşit olması anlamına gelir.
Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, soy, bölge, köken ayrımı yapılmaz.

Ana Dilde Eğitim ve Öğretim :

Herkesin ana dili, inancı, kökeni, kültürü onların onurudur. Buna herkes saygı duymalıdır. Herkes bunları özgürce yaşamalıdır. Devlet bunu kolaylaştırır. İstenmesi durumunda desteklemelidir.

  • Ama Ana dilde eğitim ve öğretim, ülkenin bölünmesi için ciddi bir tehdittir.

Eğer bu yola sapılırsa 15-20 yıl sonra, bu ülkenin çocukları birbirleriyle anlaşamaz, konuşamaz durum gelirler. Bu olmaz, olmamalı.

Yerel Yönetimlere özerklik : 

Öcalan bu istemi o denli ileri götürmüştür ki; vergi toplama, kuvvet toplama, yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklara el koyma gibi.
Ayrılmak için plebisit hakkı gibi. Bu da olmaz olmamalı.
***
Aziz Türk Milleti,

Devlet yönetiminde toplumun bütününü ilgilendiren önemli konularda acele karar verilmemeli, iyice araştırıp düşünmeli.
Şu an Türkiye’de Hukuk Devlet yok, Yargı ve kurumlar çalışmıyor.
Hukuk Devletinin olmadığı bir ortamda, siz Anadilde eğitim hakkını, eşit yurttaşlık hakkını alsanız ne olacak ki? Kullanamadıktan sonra…
***
Yazıyı bağlarken şunu hiç unutmamalıyız               :

Türk Devletinin bugün için en büyük sorunu, AKP Faşist Dikta iktidarıdır.
Derhal demokratik yolla indirilmelidir.
Sonra ülkenin demokratik standartları yükseltip,
bugün için sorun olan konuları konuşarak çözebiliriz…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 23 Ekim 2024

KONFESYONALİZM ya da MEZHEPÇİLİK ÇIKMAZI ve LÜNAN’ın BAŞINA GELENLER

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Lübnan’da neler oluyor? Lübnan halkları neden sıkı bir sosyolojik, siyasal ve kültürel birlik kuramıyor? Lübnan Ordusu niçin İsrail saldırılarına yanıt ver(e)miyor? Lübnan’da, özellikle de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta kimi mahalleler İsrail Ordusu tarafından şiddetle bombalanırken, aynı kentin öbür semtlerinde hiç savaş yokmuş gibi, bir kesim halk, nasıl gülüp eğlenmeye devam edebiliyor…

Bu durumun, acaba Lübnan’ın sosyolojik, siyasal ve kültürel yapısı ile bir ilişkisi olabilir mi?
Batı emperyalizmi, Lübnan’a ve çoğu İslam devletlerine nasıl bir siyasal örgütlenme biçimi bıraktı. Lübnan Devleti’nin Batı üretimli bu konfesyonalist sosyolojik ve siyasal, devlet örgütlenmesini bilmeden bu sorunun yanıtını bulma olasılığı oldukça zayıftır.

Şimdi önce konfesyonalizmi (confesyonalism) tanıtmak, daha sonra da Lübnan’daki sosyolojik ve siyasal örgütlenmeyi açıklamak daha aydınlatıcı olabilir.

A- KONFESYONALIZM NEDİR?

Konfesyonalizm sözcüğü, latince “confessio” yani itiraf sözcüğünden türetilmiştir. Özellikle Katolik – Hristiyan kiliselerinde “confesyon” yani itiraf ya da günah çıkarma kabinleri vardır vardır. Günah işleyenler kabine girer ve yüz yüze gelmeden günahlarını papaza itiraf ederler. Papaz da onlara dinsel nasihatlarda (öğütlerde) bulunur ve işlenen günahlar için Tanrıdan af umudu aşılar Bu işlemler bizim konumuz dışındadır.

Konfesyonalizm ise felsefesi, demografik ve sosyolojik olarak, ülkedeki din ve mezhep farklıklarını dikkate alıp devletin sosyal ve siyasal yapısını, din ve mezhep esasına (ilkesine) göre inşa etmek (kurmak) anlamına gelir. Konfesyonalist yaklaşım biçiminin üç ana nedeni vardır.

1- Etnografik ve demografik gerekçe

Bir toplumdaki din ve mezheplerin toplam nüfus içindeki ağırlıkları farklıdır. Adil bir siyasal yönetim için her inanç türünün Parlamentoda, merkez ve yerel yönetimlerde demografik ağırlıklarına göre temsil edilmeleri gerekir.

2- Yasama, Yürütme, Yargı ve devlet bürokrasisinin paylaşımı.

Her ırk, din ve her mezhep mesuplarının devlet yönetiminde her alanda temsil edilme hakkı vardır. Devlet gücünün ve devlet kadrolarının da ülkedeki farklı din ve mezhepler arasında nasıl dağıtılacağı anayasal ve yasal güvenceye alınmalıdır.

2- Toplumsal uzlaşı ve barış gerekçesi

Eğer devlet yönetiminde, siyasal güç olarak, her din ve mezhep grupları, sayısal güçleri oranında temsil edilirse yönetim adil olur. Toplumsak barış ve huzur (erinç) daha uzun erimli olur.

Peki gerçek durum nedir?
Tarihsel olarak etnisite, din ve mezhep temelleri üzerine örgütlenmiş en önemli devlet örneği eski Yugoslavya idi. Parçalandı ve yedi farklı devlete ayrıldı. Ayrıca, başta Lübnan ve Irak olmak üzere, bu tür mezhep ve etnisite temelli siyasal devletler vardır. Örneğin zamanın devlet başkanı Saddam, Irak’ta ABD tarafından saf dışı edildikten sonra, siyasal olarak Irak devletinin yönetimi Şiiler ve Sünniler arasında paylaştırıldı.

B- KONFESYONALİZMİN TEMEL SAKINCALARI

1- Bu tür örgütlenmeler etnik, dinsel ve mezhepsel rekabete, birbirlerini ötekileştirme ve düşmanlaştırmaya açıktır. Fakat Uygulamalarda birçok siyasal ayrımcılık ve eşitsizlikler ortaya çıkabilir. Kendi aralarındaki dinsel çekişmelerin siyasal rekabeti, siyasal rekabet de din ve mezhep çatışmalarını körükleyebilir.

2- Ortak siyasal çıkarlar ve uluslararası sorunlarla ilgili kararlarda sonuç almak zorlaşır; karar düzenekleri (mekanizmaları) tıkanabilir. Her etnisite, din ya da mezhebin çıkarlarını bağdaştırmak her zaman olası değildir. Çatal kazık yere batmaz atasözümüz böyle durumlar için kullanılır.

3- Sisteme dahil olan etnik, din ve mezheplerin demografik sayıları eşitsiz olduğu için, güç dengeleri de eşitsiz olur. Yurttaşların eşitliğini sağlamak zorlaşabilir. Devlet gücüne daha çok sahip olan sayısal çoğunluğun azınlıklara baskı kurmasına neden olur.

4- Sistematik ayrımcılık, kendi yandaşını koruma, ırkçı, dinci, mezhepçi ve hatta toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlar giderek geri dönülmez biçimde kurumlaşır. Nepotizm kurumlaşır. Uzlaşma yolları kapanabilir.

5- Zamanla, savaşlar, göçler ve nüfus artış hızı farklarından kaynaklanan demografik değişmelere uyum sağlamak zorlaşır. Güç dengeleri alt-üst olur.

6- Etnisite, din, mezhep vb. ayrımlar üzerine kurulmuş, kemikleşmiş ve heterojen bir yapı toplumsal birlik ve beraberlik için aşılması çok zor büyük bir engel oluşturabilir. Ülke genelinde toplumsal bir güç ve ideal birliği kurmak olanaksızlaşır.

7- Kanımca en büyük engel de şudur : Etnik ve teolojik ayrımlar ve farklılıklar üzerine devlet kurmak çağımızın aklına, bilimine, hukukuna, demokrasisine ve evrensel insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.

  • Teokratik (dinci) devlet modeli artık miadını doldurmuştur.

C – GÜNÜMÜZÜN EMPERYAL GÜDÜMLÜ LÜBNAN DEVLETİ

Tarihsel olarak, şimdiki Lübnan coğrafyası, önce Osmanlı toprağı iken daha sonra Fransız sömürgesi konumuna düştü. Şimdiki Lübnan devleti, Fransız mandası olarak, 01 Eylül 1920’de
“Büyük Lübnan” adıyla kuruldu. 22 Kasım 1943’te bağımsız devlet oldu. Fakat din ve mezhep ayrımcılığı yani konfesyonalizm temelinde örgütlendirildi. Devletin siyasal yönetimi ve devlet kadroları dinler ve mezheplerin demografik ağırlıklarına göre paylaştırıldı.

Lübnan devletinin yüzölçümü 10.452 km2. Yani Lübnan çok küçük bir devlettir. 2023 verilerine göre Lübnan devletinin toplam nüfusu 5.630.000 kişidir. Bu nüfusun 3.510.000 kadarı (% 62.33’ü) Müslüman, 2.120.000 kadarı (% 37.67’si Hıristiyandır. Çok az da Yahudi nüfus vardır. Müslüman nüfus Sünniler, Şiiler, Dürziler ve Nusayrilerden oluşmaktadır. Aynı biçimde Hıristiyan nüfus da Maronit Katolikler, Rum Ortodokslar, Rum Katolikler ve Ermeni Ortodokslardan oluşmaktadır. Az miktarda da Yahudi nüfus vardır Ayrıca, 1.500 000 kadar da Suriye’li göçmen gelmiştir.

Lübnan’da kişi başına ulusal gelir 11.562 ABD Doları kadardır. Fakat gelir dağılımı çok bozuktur. Halķın % 60 kadarı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.

Lübnan’daki siyasal merkezi yönetim, devlet kadroları ve yerel yönetimler yukarıda sözü edilen Hıristiyan ve Müslüman mezhepler arasında nüfus büyüklükleri oranında paylaşılmış durumdadır. Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamları dahil kimi kadrolar, mezhepler arasında dönüşümlü olarak paylaşılmaktadır. Dinler ve mezhepler arasındaki çekişme ve çatışmalar hep gündemde kalmakta ve istikrarsızlık üretmektedir. Ayrıca, dış politika ve ülke güvenliği açısından ortak kararlar almak çok zordur.

Acaba günümüz Lübnan toplumu neden İsrail’e karşı topyekun bir tutum belirleyemiyor??Demek ki dincilik ve mezhepçilik yüzünden henüz bir ulus (millet) olamamıştır. Kökten dinci ve mezhepçi siyasal örgütlenme biçimi Lübnan halkının uluslaşmasını engellemektedir.

Kıssadan hisse

Osmanlı Devleti, çok etnikli, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir yapıdaydı. Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bu çok etnikli ve çok dinli yapı, küçük ölçeklerde de olsa, aynen yeni Türkiye Cumhuriyetine miras kalmıştır. Zaten Osmanlı’dan ayrılarak kurulan yeni devletler de Osmanlı’daki bu ırk, dil, din ve mezhep farklarını bahane ederek Osmanlı’ya isyan edip ayrılmışlardı…

Yüce önderimiz büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurarken hem etnisite hem de din ve mezhep farklılıklarını devre dışı bırakan laik bir ulus devlet kurmuştu. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” diyerek etnik ve dinsel ayrımcılıktan kaçınmıştı. Ancak bu tutum, çeşitli nedenlerle yeterince sürdürülemedi.

Güncel olarak, Arnavutluk’ta yeni tezgahlanan sözüm ona “Bektaşi Devleti” de ne Arnavutların ne Balkan devletlerinin ne Türkiye’nin ve ne de Alevi – Bektaşilerin hayrınadır.
Böl ve yönet politikasının bir gereği olarak geleceği istikrarsızlaştırma çabalarıdır.

O halde bize düşen temel görev;

  • Atamızın kurduğu laik ve demokratik cumhuriyeti,
  • ulusal birlikten asla ayrılmadan,
  • evrensel demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile taçlandırmaktır.

Değişim için avukatlar, sandığa çağırıyor

Siyaset  17.10.2024, BİRGÜN

 

Meslektaşlarımın kitlesel çağrısı üzerine, “ben değil, BİZ”  yanıtı ile birlikte yola çıktık. Katılımcı yöntem ve kucaklayıcı yaklaşımla yürüttüğümüz kampanya büyük ilgi gördü, genç avukatlar arasında görünür bir heyecan yarattı.

Anayasal yıkıma karşı hukuku etkili kılma ereğinde Değişim İçin Avukatlar (DİA), pusuda bekleyen iftira odaklarını panikletmiş olmalı. “Anayasa’nın değişmez maddeleri” ve DİA adaylarının avukatlık meslekleri üzerinden karalama kampanyası başlattı.  Değişmez maddeler üzerine yazdıklarımı hiç okumamışlar; avukat arkadaşları ise müvekkillerinden hareketle  “Veryansın”! etmişler.

Son yirmi yılda Anayasa ve insan hakları çalışmalarım nedeniyle saldıran bileşik kaplar görünümlü müfterilerle yargı önünde hesaplaşmam sürüyor: Kimisi kaçtı, kimisi kılık değiştirdi, kimileri yargıdan kaçmak için kendileri için yasa çıkardı.

TESCİLLE SONUÇLANDI

İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı seçimlerinde Fetöcü bir adayı karşıma çıkaranlar kaybedince, görev yaptırmamak için hukuk ve ahlak dışı her yolu denediler. İnsan Hakları Raporları nedeniyle açtıkları davalar, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun “Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı”nı tescil etmesi ile sonuçlandı.

Anayasal yıkıma karşı çıktığım için OHAL KHK’si ile Üniversiteden uzaklaştıran –bu kez Fetö ile sözde hesaplaşan- Yürütme’ye “alnım açık, veremeyeceğim hesabım yok” sözleriyle meydan okudum. Anayasa, Ceza ve İdari yargı önünde aklandım. Hükümeti lağveden Yürütme ise,
yargı önünde hesap vermemek için 5 yasa çıkarttı.

Haziran 2018 seçimlerinde milletvekili adaylığıma itirazı YSK, oybirliğiyle reddetti. 2020’de ‘Yasama Yetkisi Devredilemez’ başlıklı belgesel nitelikte kitapçık-raporu okumadan, hiç ilgisi olmadığı halde, ‘Anayasa’nın değişmez maddeleri’ üzerinden vurmaya başladı. Ama ben bütün gücümle TBMM’nin saygınlığı için gece gündüz çalıştım:

  • Beş yıl boyunca AYM’ye iptal başvuruları ile bir tür “Anayasa Avukatlığı” yaptım.

20 Ekim 2024 seçimleri yolunda “hukuku etkili kılmak için İstanbul Barosu’nun niceliksel gücünü niteliğe dönüştürme” andı içen DİA’ya veryansın edenler de, sav + savunma + hüküm diyalektiği ile yüzleşecek.

Bireysel barış hakkı ötesinde kolektif barış hakkını, “Yurtta sulh, cihanda sulh” temelinde anayasal düzlemde savunan bir kişiyi terörizmle ilişkilendirmeye çalışanlara, ülke/çevre, insan hakları ve hukuk devleti savunucularına sürekli iftira atanlara “BEN” olarak yanıtım şu:

Yeşil Artvin Derneği üyeliğinden -BM nezdinde tanınan- Karşılaştırmalı Çevre Hukuku Uluslararası Merkezi Başkan Yardımcılığına uzanan güncel ve geçmişteki görevlerimi niteleyen üç kavram:

  • Hukukilik, Saydamlık ve Yurtseverlik.

Yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte hukuk kuramı ve uygulamasında, kamu yönetimi ve üniversitelerde, yargı ve yasamada 50 yıllık deneyim ve birikimimi, bütün meslektaşlarımla birlikte İstanbul Barosu hizmetine sunmak amacıyla yola çıktım.

ÖNCÜ OLABİLİR

Sav + savunma + hüküm diyalektiğinde, hukuku ortaya çıkarmanın ana aktörü olan Barolar, Yasama + Yürütme + Yargı işlevlerinde biçimlenen erkler ayrılığının hak ve özgürlüklerin güvencesi olmasında da belirleyici. Güncel ortam ve koşullarda barolar, adil yargılanma hakkı gereklerinin yalnızca aktörü değil, aynı zamanda antrenörü konumunda.

  • Bu tarihsel sorumluluk karşısında
  • İstanbul Barosu, hukuk ortak paydasında siyasal görüş ve grupların üstünde “Anayasa’ya bağlılık çerçevesinde siyaset” mücadelesinin de öncüsü olabilir.

Katılımcı ve kucaklayıcı kolektif yönetim anlayışı, sorunların çözümü için en etkili yöntem.

İstanbul Barosu yönetimi ve üyelerinin ortak iradesi ve birlikte çalışması, ülkemizdeki tüm hukuksuzluklara karşı ortak tavırla hukuka ve adalete güvenin yeniden kurulmasını sağlayacak.

Böylece,  Anayasa ve uluslararası hukuk ile güvencelenmiş hukuk ve sosyal hukuk devleti gereklerini zedeleyici uygulamaların ve her alanda her bireyin mağdur kaldığı hukuksuzlukların takipçisi olmak, İstanbul Barosu’nun öncelikleri arasında yer alacaktır.

DİA olarak çağrımız, İstanbul Barosu’nun bütün üyelerine ve özellikle genç avukatlara:

  • Hukuku etkili kılmak, herkes için hukuk,
  • insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet,
  • Anayasa’ya saygılı Devlet ve hukuk yoluyla demokrasi
    için oyumuzu kullanalım.
    =====================================Dostumuz
    Sayın Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu ve İstanbul Barosu yönetimine aday olan
    Değişim İçin Avukatlar (DİA) kümesine (grubuna) bu hafta sonu seçimde başarılar dileriz.

    Sevgi ve saygı ile. 17 Ekim 2024

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
    Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
    Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
    www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
    https://www.instagram.com/ahmet_saltik

    ======================================
    Yazarın (Prof. Kaboğlu’nun BİRGÜN gazetesi) önceki yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ANAYASA

Bahçeli’nin “barış” diye DEM’lenmesi, RTE’nin “İsrail’in gözü topraklarımızda” demesi ve Anayasa’nın değiştirilme isteği geldi reisin yeniden seçilmesine dayandı.

Mihri Belli ne demişti?

  • Angara’da Anayasso, yap bize bir iltimasso…

YALANCI

Topraklarımızda gözü var” diye korkutulduğumuz İsrail’e, devlet kurumlarının yazılım güvenliği teslim edilmiş.

Aldat, aldat dön bir daha aldat…

KILIÇ

Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde teğmenlerin kılıç çekmesi ile ilgili soruşturmada komuta kademesindeki (Tk. Bl. Tb. A.) subaylar görevden alınmış.

Vatana ve cumhuriyete sahip çıkmak onlara mı kaldı?
Asın!..

ÖRTÜNME

AKP Eskişehir milletvekili ve RTE’nin başdanışmanı Ayşen Gürcan’ın yönettiği Enstitü,
kadın öğretmenlere “Dış görünüm ve giyim kodları” adı altında giyinme dersi verecek.

Kapanın yanarsınız!” eğitimi…

DEMLİ

BBP Başkanı Mustafa Destici, “Kredi kartına 100 bin TL limiti olup 750 lira ödemeyen DEM’lidir.” dedi.

Bahçeli’nin DEM’e uzanan elini unutmuş Cumhur’un yanaşması…

‘Güvenli su’

İstanbul Üniversitesi | Tarihten Geleceğe Bilim Köprüsü - 1453Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek

16 Ekim 2024, Cumhuriyet

Dünya Sağlık Örgütü, “güvenli su” kavramını, içinde belirli enfektif mikroorganizmaların ve hastalık yapıcı toksik kimyasalların olmadığı su olarak tanımlamaktadır. Okul çağı çocuklarının günde 1.2 litre, erişkin (Ortalama vücut ağırlığı 70 kg) bir kişinin 2.4 litre “güvenli su” tüketmesi gerekmektedir.

İklim değişikliği, küresel ısınma ve kuraklıkla birlikte ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülke su stresi içindedir. Kıt ve giderek azalan su kaynaklarını insanların güvenli olarak kullanabilmeleri için Su ve Kanal İdareleri (SUKİ) milyonlarca Dolar harcamaktadır. Ekonomik olarak maliyetli ve ham su biçiminden en az 6 ayrı işlemden geçirilerek içilebilir ve kullanılabilir biçimde musluktan akıtılan şebeke sularının güvenli su olup olmadıkları, ülkemiz kamuoyunu meşgul eden önemli konular arasındadır.

İstanbul özelinde kullanımı artan damacana suları da, giderek yükselen fiyatlarıyla yurttaşları maliyet yönünden etkilemektedir. Bir başka önemli sorun da, evlerde musluğa bağlanan değişik ilkelerle (reçine ve ozmoz yöntemleri) çalışan paket su arıtma aygıtlarının gerekliliği, arıtma etkinlikleri ve özellikle insan sağlığı bakımından sonuçlarının neler olduğudur.

ŞEBEKE SULARININ DURUMU

Ülkemizde, şebeke sularının birçoğunda yüzeysel ham su kaynakları kullanılmakta, adeta doldur-boşalt mantığıyla yağmur ve kar suları ile yüzeysel biriktirilen ham tatlı su barajları, gölleri veya regülatörler marifetiyle barajlara aktarılan su kaynakları tüketime sunulmaktadır.

Bir bilim insanı olarak ifade edebilirim ki;

  • İstanbul’da musluktan akan İSKİ sularının fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik olarak üretimi, standartlara uygun güvenli su kategorisindedir.

Güvenli su özelliğini artıran bir başka özellik, içinde insan sağlığı için çok temel mineralleri içermesi ve ayrıca ham su kaynaklarından musluğa dek dinamik ve akışkan biçimde, bekletilmeden güvenli suyun akıtılmasıdır.

İSKİ şebeke sularının güvenli su bakımından su arıtma cihazlarıyla elde edilen suyun özellikleriyle karşılaştırırsak :

Öncelikle arıtma cihazları farklı arıtma prensipli (sediment/karbon/membran filtre vb.) olup hepsinde arıtma işlemi sonunda insan sağlığı için gerekli olan inorganik mineraller ciddi oranlarda azalmaktadır. Bu durum bebekler ve okul çağı çocuklarında gelişme ve büyüme sorunları yaratabilir. Çünkü kemik, diş, kas ve öbür dokularda bulunabilen bu minerallerden kalsiyum, potasyum, sodyum, fosfor gibi moleküllerin insanlardaki günlük gereksinimi 250 mg’nin üzerindedir. İSKİ tarafından yapılan iki ayrı pilot çalışmada, şebeke suyu ve arıtma cihazlarıyla arıtılmış suyun iletkenlik ve sertlik düzeyleri karşılaştırılmış ve İTAS (İnsani Tüketim Amaçlı Sular) Yönetmeliğine göre şebeke suları yönetmelik standartlarına uygunken, arıtma sularında minerallerin anlamlı düzeyde azaldığı gözlenmiştir. Bilimsel literatür de bu verileri desteklemektedir.

ARITMA SULARI

Bu sonuçlar arıtma sularının özellikle gelişme çağındaki çocuklarda ve osteoporotik kadınlarda ciddi akut veya kronik sağlık sorunlarına yol açabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca arıtma cihazlarındaki mikrobiyal filtreler zamanla bakteriyel olarak kirlenmekte ve bu süreçte serbest klor düzeyi de azaldığı için, bakteriyel kirlenme artmakta ve bu suların tüketilmesi çeşitli ciddi bakteriyel enfeksiyonlara neden olabilmektedir.

Bir başka önemli husus ise, şebeke sularının musluklara dek basınçlı veya cazibeli bir biçimde dinamik ve yüksek bir akımla taşınmaları, mikrobiyal kirlenme bakımından avantaj oluşturmaktadır. Zira şebeke hatlarında bekleyen suların kalitesi (niteliği) bozulur ve mikroorganizma üretimini artırırlar.

Bir başka önemli sorun ise, artan damacana su tüketimiyle birlikte bu suların fiyatlarının da artmasıdır. Bu suların da üretimi, dağıtımı denetimleri ilgili Yönetmeliklere göre yapılsa da,
en sık gözlenen ve eleştirilen husus plastik damacanaların günlük uzun süre güneş ışığı veya yüksek ısıya maruz (sunuk) kalmaları durumunda su niteliğinin bozulmasıdır. Ayrıca, damacananın hammadde yapısında bulunan plastik yapıda BPA (Bisfenol A) gibi bir molekülün yüksek ısıyla suya karışmasıyla kanser, erkeklerde kısırlık ve kalp hastalıklarının gelişme olasılığı artmaktadır. (Ayrıca orman yangınlarında plastik malzemelerin yanmasıyla dioksin-furan gibi çok tehlikeli kanserojen moleküller de suya geçebilmektedir.)

SONUÇ

Musluklardan akıtılan şebeke suları doğal taşıma ve akıtılma rotasında arıtılmış ve dezenfekte edilmiş ve içinde sağlık standartlarını sağlayacak uygun düzeydeki minerallerle bozulmadan insanlara ulaşabildiği sürece, insan sağlığı da o ölçüde sağlam ve dirençli kalabilecektir.

Bu doğal sürece dışarıdan farklı amaçlarla ek aparatlar (aygıtlar) ve yapay önlemler katılırsa, insan yaşamı için o doğal ve kritik molekülün (Su!) içme ve kullanılabilme kalitesi (niteliği) bozulabilir ve tüketicilerde amaçlanan hedef yerine, daha ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

GIDA GÜVENLİĞİMİZ : FLASH HABER TV Konuşmamız

Dostlar,

BU GÜN DÜNYA BESLENME-GIDA GÜNÜ..

FLASH haber TV konuşmamızı ve kapsamlı metni dün yayınlamıştık.
Bu güne çekerek güncelleyelim istedik..

Dr. Ahmet SALTIK
16 Ekim 2024
=============================

BM raporu           :

  • Küresel krizler derinleşirken, açlığa ilişkin rakamların üç yıl üst üste yüksek çıkması
    dikkat çekiyor.
  • 2023 yılında dünya genelinde her 11 kişiden 1’i, Afrika’da ise her 5 kişiden 1’i
    açlıkla savaşım vermek (mücadele etmek) zorunda kaldı.

Bu sabah (15.10.24) saat 11:00 – 11:32 arasında, FLASH HABER TV‘de
sayın Begüm B. AYDOĞAN‘ın konuğu olduk.
Konumuz, son günlerde iyice gündem olan “GIDA GÜVENLİĞİ” idi. (Food safety)
Doğallıkla bu konuyu “GIDA GÜVENCESİ” nden (Food Security) ayırmak olanaklı değil,
et-tırnak gibi.

Türkiye bir yandan korkunç bir hiperenflasyon altında inliyor, neredeyse 3 yıldır;
bir yandan kendine özgü sorunları var ve küresel iklim faciası, 13 milyon dolayında göçmen ve çürüyen-çürütülen bir kamu yönetimi hatta devlet..

  • Hiçbir sorunu yönetemeyen tükenmiş bir çağdışı tek adam rejimi.. Kök neden bu! 

Sn. Aydoğan’ın sorularını yanıtlamaya çalıştık..

https://www.youtube.com/live/ytChmnwerzE?si=v-34iW9R7fzPno6w

Şunları vurguladık özetle.. (yayının 60-92. dakikaları arasında)..
***

  1. Türkiye’de Gıda Güvenliği: Temel Sorunlar
  2. a) Bozulmuş Gıda Ürünleri ve Denetim Eksikliği
  • Gıda güvenliği, sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimle ilgilidir. Ancak, Türkiye’de denetim yetersizlikleri, piyasada sık sık bozulmuş, küflenmiş ya da son kullanma tarihi geçmiş ürünlerin bulunmasına neden oluyor.
  • Üretim ve dağıtım zincirindeki denetim eksiklikleri, sağlıksız koşullarda saklanan ya da üretilen gıdaların halka ulaşmasına yol açıyor.
  1. b) Pestisit ve Kimyasal Kalıntılar
  • Tarım sektöründe yaygın kullanılan pestisitler ve kimyasal gübrelerin kalıntıları (residual),
    gıda güvenliği açısından önemli bir risk oluşturuyor. Özellikle meyve ve sebzelerde bulunan bu kimyasallar insan sağlığını tehdit ediyor.
  • Bu konuda bilinç eksikliği hem üreticiler hem de tüketiciler arasında yaygın.
  1. c) Hayvansal Gıdalarda Antibiyotik ve Hormon Kullanımı
  • Türkiye’de hayvancılık sektöründe antibiyotik ve hormon kullanımının denetim altına alınamaması, süt ve et ürünlerinde sağlık risklerine yol açıyor. Bu durum gıda güvenliği mevzuatında önemli bir boşluk olarak dikkat çekiyor.
  1. Mevzuat ve Düzenleyici Kurumlar
  2. a) Türkiye’de Gıda Mevzuatı ve Yetersizlikleri
  • Türkiye’de gıda güvenliği, başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca denetlenmekte, ancak yasal düzenlemeler uygulamada zayıf kalabiliyor.
    Yeterli sayıda denetçi ve laboratuvar desteğinin olmaması, alanda (sahada) etkin bir denetim yapılmasını zorlaştırıyor.
  • Tüketicilerin gıda güvenliği şikayetlerini iletebileceği kanallar mevcut, ancak bu kanallar genellikle yavaş işliyor. Türkiye, Avrupa Birliği’nin gıda güvenliği standartlarını tam olarak karşılayamıyor.“VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU” eksik ve güncellenmeli, en önemlisi etkin uygulanmalı. Gıda denetim altyapısı güçlendirilmeli ve bu denetimler toplumdan da katılımla saydam yapılmalı. Örn. Gıda Mühendisleri Odası, Tüketici örgütleri temsilcileri, Türk Tabipleri Birliğinden temsilciler denetim süreçlerine katılmalı.
    Yaptırımlar etkin ve caydırıcı olmalı. İşyeri kapatmaları, 41. madde bağlamında uygulanmalı ve sorumlusu gazetelere bedelini vererek ilanla, aldığı cezayı duyurmalı.
  • HALK SAĞLIĞI hiçbir şeye ikincil değildir (feda edilemez)!
    Ne var ki, iktidar yanlısı gıda-ticaret firmaları/şirketleri kollanıyor! Utanç verici!
  1. b) Uluslararası Standartlar ve Türkiye’nin Konumu
  • Türkiye, uluslararası gıda güvenliği standartlarına uyum sağlamada eksiklikler yaşıyor.
    Codex Alimentarius (Uluslararası Gıda Kodeksi), HACCP (Tehlike Analizleri ve Kritik Denetim Noktaları), EFSA (European Food Safety Agency) düzenlemeleri, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ve FAO (BM Gıda Tarım Örgütü) rehberleri gibi uluslararası standartlara uyum sağlanması, dışalım (ithalat) ve dışsatımda (ihracatta) sorunlara yol açmaması açısından kritik.
  • AB’ye dışsatım yapan firmalar için sıkı denetimler varken, iç piyasada bu denetimler
    daha gevşek olabiliyor.
  1. Enflasyonun Gıda Güvenliği Üzerindeki Etkisi
  2. a) Artan Gıda Fiyatları ve Kalite Düşüşü
  • Türkiye’de süregen (kronik) çok yüksek enflasyon, gıda fiyatlarını yakıcı düzeyde (dramatik olarak) artırmış durumda. Bu durum, hem üretici hem de tüketicileri çok zorlamakta. RTE‘nin, Laikliği ayaklar altına alarak ekonomide Dinci “Nass” dayatması hiperenflasyonu patlattı. Yoksulluk yatay-dikey eksenlerde çok yaygın ve derin. Geçen yıl 2,5 milyon aile
    Aile Bakanlığından destek aldı, bu yıl sayı %50 artışla 3,75 milyon!
  • Okullarda beslenme desteği kaçınılmaz.
  • Yaşamın ilk birkaç yılı kritik.. Beyin gelişiminin %95’i bu dönemde. Zihinsel (mental) gerilikten sakınmak için uygun emzirme ve yeterli – dengeli beslenme ilk 5 yılda mutlaka sağlanmalı.
  • On milyonlarca insanımız karnını bile doyuramıyor! 
  • 0-5 yaş çocuklarımızda “Bodurluk” artıyor. Çok ciddi sorun ve çok da utandırıcı.
  • Fiyat baskısı nedeniyle üreticiler maliyeti düşürmek için nitelikten ödün verebiliyor,
    bu da sağlıksız gıda ürünlerinin piyasaya sürülmesine neden oluyor.
  1. b) Tüketici Alım Gücündeki Azalma
  • Enflasyon, tüketicilerin alım gücünü düşürmekte ve bu da halkın daha ucuz, dolayısıyla daha riskli gıdalara yönelmesine neden olmakta. Özellikle dar gelirli kesimlerde bu durum çok daha belirgin. Yoksullar gıda enflasyonunu daha ağır deneyimliyor. Tüm geliri yeterli-dengeli beslenmeye bile yetmiyor. Varsıllar gelirlerinin önemsiz bir kesimini beslenmeye ayırıyor ve özellikle çok yüksek olan gıda enflasyonundan çok etkilenmiyor.
  • Dünyada gıda fiyatları düşüyor, bizde artıyor!
  1. Hızlı Nüfus Artışı ve Düzensiz Göçmenlerin Gıda Güvenliğine Etkisi
  2. a) Artan İstem (Talep), Azalan Kaynaklar ve Üretim
  • Türkiye, hızlı nüfus artışı ve düzensiz göç nedeniyle gıda güvenliği ve güvencesi konusunda ciddi çifte baskı altında. 86 milyonluk nüfusun yanı sıra ülkedeki
    13 milyon dolayındaki düzensiz göçmen, gıda tüketimini artırıyor.
  • Bu durum, verili (mevcut) gıda üretimi ve kaynakların yetersiz kalmasına,
    ürünlerde nitelik yitimine yol açabiliyor.
  • GDO’lu ürünler “çare” (!) olacaktı sözde.. Tıkandık.
  1. b) Göçmen Nüfusun Gıda Güvenliği Koşulları
  • On milyonu aşkın düzensiz göçmen nüfusun yerleştiği bölgelerde genel hijyen koşulları yeterince sağlanamıyor ve denetim zayıf. Gıda güvenliği düzensiz göçmen nüfusa yönelik sağlık sorunlarını artıran önemli bir risk etmeni.
  • Ucuz ve sağlıksız gıda ürünlerinin bu kesimlere sunulması, hem gıda güvenliği hem de
    Halk Sağlığı açısından ciddi risk kaynağı. Besin zehirlenmeleri artıyor.
  • Dünyada her yıl yarım milyon kanser, obesite (şişmanlık) kaynaklı gelişiyor. (toplam 20 m)
    Obesite, ucuz karbonhidrat beslenmesi yüzünden yoksullarda daha yaygın!
  1. İklim Krizinin Gıda Üretimi ve Güvenliği Üzerindeki Etkisi
  2. a) Kuraklık ve Gıda Üretiminde Düşüş
  • Türkiye’de iklim değişikliği ve kuraklık, tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor.
    Tarım bölgelerinde su kıtlığı nedeniyle verim düşerken, gıda güvenliği tehdit altında.
  • Bu durum, fiyatları artırıyor ve nitelikli ürün bulmayı zorlaştırıyor.
  • Türkiye, 100 milyon nüfusu besleyemiyor..
  • Dünya da 8,1 milyarı.. Nüfus mutlaka, gecikmeden azaltılmalı.
  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK!
  1. b) Toprak Verimliliği ve Kimyasal Kullanım Artışı
  • İklim faciası nedeniyle toprak verimliliği azalıyor, bu da çiftçilerin daha çok kimyasal kullanmasına yol açıyor. Aşırı gübre ve pestisit kullanımı besin zincirinde daha çok
    kimyasal kalıntıya yol açıyor, bu da önemli sağlık sorunlarına neden oluyor.
  • AKP döneminde 4 (dört) milyon Ha (hektar) tarımsal alan yapılaşmaya açıldı.
    Bu, her yıl yaklaşık olarak 4 milyon ton buğday üretiminden yoksun kalmak demek.
    Bir yandan da nüfus artar ve akıl dışı biçimde “..3-5 çocuk yapın..” denirken!
  • Türkiye ciddi bir tarımsal ürün dışalımcısı (ithalatçısı).. kendine yetemiyor.
  1. Gıda Dışsatımı ve Türkiye’nin Uluslararası Rekabet Gücü
  2. a) Nitelik (Kalite) Standartları ve Ticaret Anlaşmaları
  • Türkiye’nin özellikle AB’ye yaptığı tarım ve gıda dışsatımı, uluslararası standartlara uygunluk açısından sıkı denetleniyor. Ancak iç pazarda nitelik düşüklüğü,
    dış pazarlarda ise rekabet gücünün azalması sorunları var.
  • Tarım ve Orman Bakanlığı’nın aldığı önlemler, gıda dışsatımında (ihracatında) kimi  iyileşmeler sağlasa da, genel – sistematik bir düzenleme eksikliği/eskiliği sorun.
  • Veteriner Fakültelerinde “Veteriner Halk Sağlığı” Anabilim Dalları açılmalı.
  • DSÖ’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” ilkesi sıkı uygulanmalı :
    İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” ayrılmaz bir bütün.
  1. b) Küresel Piyasalardaki İstem (Talep) ve Türkiye’nin Konumu
  • Küresel iklim faciası ve KOVİT-19 küresel salgını (pandemi) sonrası tedarik zinciri sorunları, Türkiye gibi ülkelerin gıda dışsatımını (ihracatı) ve güvenliğini etkileyen başlıca sorunlar. Uluslararası pazarlardaki değişken istemler (talepler), Türkiye’nin gıda güvenliği ve güvencesi sistemini daha dirençli duruma getirmesi gerektiğini gösteriyor.
  • Daha açıkçası : Gıda – halkın beslenmesi stratejik bir sağkalım (beka) sorunu!
  1. Gıda İsrafı ve Tüketici Bilinci
  2. a) Gıda İsrafının Gıda Güvenliğine Dolaylı Etkisi
  • Türkiye, dünyada en çok gıda israfı yapılan ülkelerden biri. İsraf, gıda üretiminde kaynakların verimli kullanılamamasına yol açıyor ve bu da sürdürülebilir gıda güvenliğini olumsuz etkiliyor.
  1. b) Tüketici Bilincinin Artırılması
  • Gıda güvenliği salt üreticilere bağlı değil; tüketicilerin bilinçli olması da çok önemli. Tüketicilerin gıdalardaki tehlikeleri ve doğru saklama koşullarını bilmesi,
    sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimi doğrudan etkiliyor. Besin paketlerinin üstündeki barkodlar okutulmalı ve ürün hakkında yeterli bilgi edinilmeli, Tarım Bakanlığı lisansı var/yok dahil..
  1. Çözüm Önerileri ve Yol Haritası
  2. a) Daha Etkili Gıda Denetimleri
  • Denetim süreçlerinin iyileştirilmesi ve daha sıkı, saydam, katılımcı denetimlerle gıda üretiminin sürekli izlenmesi gerekmektedir. Özellikle tarımda pestisit ve kimyasal kullanımına ilişkin sıkı denetimler ve caydırıcı cezalar – yaptırımlar getirilmelidir.
  • Kaldırılan “Taşıyıcı (Portör) Muayeneleri“nin etkin biçimde yeniden uygulanması zorunludur. Bu sektörde işe giriş ve aralıklı denetim muayeneleri vazgeçilmezdir.
  1. b) Yasal Düzenlemelerin Güçlendirilmesi
  • Türkiye’de gıda güvenliği mevzuatının uluslararası standartlarla uyumlu duruma getirilmesi ve uygulamanın daha sıkı denetlenmesi gerekiyor. AB gıda güvenliği standartları ve kurumlaşması (EFSA!) bu konuda iyi bir örnek oluşturabilir.
  • 2024 NOBEL Ekonomi ödülü “Kurumlaşma“nın kalkınmada – gönenç (refah) toplumuna erişmede önemi konusuna verildi.
  1. c) Tüketici Eğitimleri
  • Halkın gıda güvenliği konusundaki farkındalığının artırılması, toplum sağlığı açısından önemli. Gıda israfı, bilinçli tüketim, sağlıklı saklama koşulları gibi konulara yönelik
    halk eğitimi düzenlenebilir.
  1. d) Sürdürülebilir Tarım Uygulamaları
  • İklim kriziyle başedebilmek için sürdürülebilir tarım tekniklerine geçiş teşvik edilmelidir. Organik tarım, su tasarrufu ve yerel üretim desteklenerek daha güvenli tarım..
    Tarım Yasası 21. madde der ki; “Milli gelirin en az %1’i oranında çiftçiye destek verilir.” AKP iktidarı bu desteği yıllardır tam vermiyor, dışalımla yerli üreticiyi cezalandırıyor.

Sonuç olarak                              :
Sorun stratejik, ulusal ve küresel boyutta ve ivedi (acil)!
Tarım – gıda – hayvancılık – beslenme sorunları çağcıl – bilimsel, “insan hakkı odaklı” olarak
İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) m.25 ve Anayasa m.5 vd), kamusal sorumlulukla
hızla ele alınmalı ve A, B, C.. planları geliştirilmeli, uygulamaya konmalı.
**
 24 Temmuz 2024 :
Birleşmiş Milletlerin alanında uzman beş farklı kuruluşunca yayımlanan
“Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) Raporu”na göre, 2023’te yaklaşık
733 milyon insan, bir başka deyişle dünya genelinde her on bir kişiden biri ve Afrika’da
her beş kişiden biri açlıkla mücadele etmek zorunda kaldı.

2024 yılı FAO açıklaması                        :
-Yeterli-dengeli beslenme evrensel bir yaşam ilkesidir.
-Temel bir insan hakkıdır.
-Herkes yeterli, besleyici, çeşitli, uygun fiyatlı ve güvenilir gıdalara erişebilmelidir.
-Her şey doğayla başlar.
-Çiftliklerimizden sofralarımıza uzanan bir yolculuk.
-Kültürel kimliklerimizi kutlamak için bir araya geldiğimiz yer.

  • “Dünya Gıda Günü: Gıda bir haktır .” Herkes için, her gün ve her yerde.

https://www.fao.org/world-food-day/ho…

Türkiye’de ve dünyada kapsamlı bir seferberliğe gereksinim ivedi ve kaçınılmaz.

11 yıl önce yazdıklarımız :
16 Ekim 2014 Dünya Gıda Günü | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
140 yansıdan oluşan GIDA GÜVENLİĞİ VE SANİTASYONU yansılarımız :
PowerPoint Sunusu (ahmetsaltik.net)

Sevgi ve saygı ile. 15 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com  
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

Dördüncü madde tartışması ve dördüncü halife

GANİ AŞIK
ESKİ CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ, MÜFTÜ
15 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Emevilerin Hz. Ali ve peygamber soyuna yaşattığı dramın 14 asırlık yansımalarının günümüz Türkiye’si açısından kısa bir analizini yapalım.

Ali ile Muaviye, Atatürk ile Vahdettin, Kuvayı Milliyecilerle Osmanlıcılar ve Ankara Müftüsü Rifat Hoca ve Anadolu uleması ile Dürrizade Abdullah arasındaki uçurumlar gibi, Cumhuriyetin hedefleri ile iktidarın hedefleri arasında da benzer derinlikte uçurumlar vardır.

Çeyrek asırlık uykudakiler artık uyanmalılar

  • İktidar için cumhuriyet, sırtından atılması gereken kambur;
    Erdoğan’ın son hedefi ebedi başkanlıktır.
    Emevilerin dördüncü halife Ali ve soyuna reva gördüklerini, siyasal İslam, Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyete uygulamaktadır.

Muaviye’nin, Sıffin Savaşı’nda Kuran’ı alet ve istismar ederek hakem hilesi ile Ali’nin hilafetini boğması gibi, 2.5 milyon geçersiz oy ve “Atı alan Üsküdar’ı geçti” oldubittisi ile de Cumhuriyet düşürülmeye çalışıldı.

YÖNTEM AYNI

Sıffin Savaşı ile Müslümanların ikiye bölünmesine İslam tarihinde “ilk fitne” denir. İslamcı iktidarın bile isteye sebep olduğu toplumsal yarılma da talihsiz demokrasimizin fitnesidir.

Sıffin Savaşı, İslam tarihi ve mezhepler tarihi ile kelam ilminin de çetin konularından birisidir. Atatürk’ün iktidarı 15 yıl, Ali’nin hilafeti 4 yıl 9 ay sürdü. Atatürk’ü ve Hz. Ali’yi kıyaslamamın nedeni, kahramanlık ve bilgelikleri ile Ali’nin döneminin Atatürk’ü, Atatürk’ün de devrinin Ali’si olmalarıdır.

Sağlam kaynaklar, Mekke Emevilerinin erken dönem İslamında Hz. Muhammed’e çektirdikleri acıların örnekleri ile dolu olduğu halde, engel olamadıkları İslam devletini, meşru halife Ali’ye baş kaldırarak ele geçirmişlerdir. Bizim İslamcıların Milli Mücadele’ye karşı durup sonra da kurulmasını önleyemedikleri Cumhuriyeti Muaviye yöntemleriyle ele geçirmeleri gibi…

Aradaki fark şu ki; Emeviler İslamı geniş coğrafyaya yaydıkları halde, siyasi İslam, devleti yıkma çabasında.

Genç teğmenlere “O kılıçları kime çekiyorsunuz?” azarlaması, korku iklimini diri tutma planının bir parçası.

  • Teğmenler, dünyanın neresinde darbe yapmışlardır, nasıl yapacaklardır?

Anayasanın 4’üncü maddesinin hedefe konulması da,
kuşkusuz Cumhuriyeti ve Anadolu Türklüğünü bitirmeye yöneliktir.

TEMEL GÜVENCE

Anayasanın ilk 3 maddesi devletin şeklini, niteliklerini ve başkentin Ankara olduğunu hükme bağlayan, 4’üncü madde ile de bunların değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğini karar altına alan bir bütün olarak, Cumhuriyet ve devrimlerin temel güvencesidir.

Yapıcıoğlu’nun –aslında “Yıkıcıoğlu”nun-, “Yalnızca 4. madde kaldırılsın” hezeyanı “tilkilik” olarak nitelendirildi ama tilki, kurnaz olduğu kadar da akıllıdır. Bir tavuk çiftliğinde yeni avlarına odaklanıp “Ecdadınızın çok kanını döktüm, hacca gideceğim, helalleşmeye geldim.” derken, karşı tepeden yaklaşmakta olan tazıyı gören tilki “Abdestim bozuldu, yenileyip geleceğim.” diyerek tüyer. Günümüz siyasal tilkilerinin de abdestinin bozulacağı günler yakındır. Ama ne var ki,
ulusal kaynaklarımızın doyumsuzca ve utanmazca yağmalanmasının önlenemiyor olması, toplumun belini bükmektedir.

SONUÇ

Kerimoğlu zeybeğindeki “Oynülen de kör Arabım sen oyna, senden başka yiğit kalmadı” mısraları gibi; geçiş, uçuş, hasta garantili ve adrese teslim tüm ballı ihalelerin “Devletteki ortağı kim/kimler” diyebilecek bir kör Arap (yiğit), Arapçı ve şeriatçı iktidarın elinden de Türklüğü ve Cumhuriyeti kurtaracak bir Atatürk aranmaktadır.