Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 09 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BAKIŞ

Bahçeli, öldürülen Sinan Ateş’in annesi için “Yaşına bakmayan figüran” dedi.

Haline bakmayan perişan…

FETÖCÜ

28 Şubat kumpas davasının soruşturma yargıcı firari Mustafa Karatay elbise dolabında saklanırken yakalandı.

28 Şubat davasında mahkumiyetlere ilaveten (ek olarak) dava sürüyor.

Kel başa şimşir tarak…

TOKA

Anayasa mahkemesine DEM Partiyi kapatmadığı için çatan Bahçeli,
Meclis açılışında DEM partililerle gidip tokalaştı. “Gerginlik yaratmaya gerek yok” dedi.

Lahana turşusu…

TÜİK

Vatandaş pahalılıktan inim inim inlerken TÜİK enflasyonu %50’nin altına indirdi.

Çalışıyor, başarılı…

NARİN

AKP ve MHP’li vekiller Narin cinayetinin soruşturma önergesini reddettiler.

Katilin oy potansiyeli?..

TALKINCI

RTE, dünyayı İsrail’e karşı olmaya çağırıyor. Halkımıza, İsrail’in hedefinin Türkiye toprakları olduğunu söylüyor.

Gelin görün ki;

Kürecik radarı ABD kanalıyla İsrail’e yardım ediyor.

Ülkemizden İsrail’e jet yakıtı gittiği açıklanıyor.

Talkını verip salkımı yutuyor…

ATAŞE

Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın üniversiteden arkadaşının aşçılık yapan ve yabancı dil bilmeyen damadı Batuhan Gül, Çalışma Ataşesi olarak tayin edildi.

Bir devlet nasıl çökertilir?..
(A. Saltık : Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, ya hemen istifa et ya da atamayı geri al, özür dile!)

SOFTA

Sakarya Ünv. Öğr. Üyesi Prof. Ebubekir Sofuoğlu, 19 yaşındaki iki genç kızın katledilişi (öldürülüşü) sonrası, “Eğer bu kızcağız İslam hassasiyeti ile yetiştirilmiş olsaydı kendisine namahrem olan bu katille hiç tanışmayacaktı bile ve şu an hayattaydı.” paylaşımı yapmıştı.

Kur’an kurslarındaki taciz-tecavüzlere ne der softa Sofuoğlu?..

(A. Saltık: “namahrem”, “mahrem olmayan” demektir. Sofuoğlu nasıl Prof. ise, yanlış kullanıyor!)

YOKSULLIK ŞİŞMANLIĞI

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzm.
08 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Prof. John M. Last bu şişmanlık türü için “Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaşmış olan şişmanlık çok yaygın reklamı yapılan ‘abur cubur yiyecekleri’ tüketme alışkanlığıdır. Abur cubur yiyecekler; kitlesel olarak üretilen kahvaltı gevrekleri, şekerli çörekler, hazır pişmiş televizyon başı yemekler, tatlandırılmış karbonatlı içecekler ve birçok bisküvi ve makarna çeşididir. Bunlar özellikle düşük gelirliler tarafından tüketilir, toplumun bu kesiminde bir ‘yoksulluk şişmanlığı’ sendromu vardır.” diyordu.

BESİN KITLIĞI

Yoksulluk şişmanlığı” yoksulluk ile daha yüksek şişmanlık oranları arasındaki paradoksal (çelişkili) ilişkiyi yansıtır. Bu kavram, yoksulluk içinde yaşayan bireylerin, ekonomik zorlukların genellikle besin kıtlığı veya yetersiz beslenmeyle ilişkilendirilmesine rağmen (karşın), şişmanlama olasılıklarının genellikle daha yüksek olduğunu vurgular. Bu olguya katkıda bulunan başlıca etmenler şunlardır:

– Sağlıklı besinlere erişim kısıtlılığı: Düşük gelirli topluluklardaki insanlar genellikle taze, besleyici ve uygun (yüksek!?) fiyatlı gıdalara kısıtlı erişebilmektedir. Bunun yerine, kilo alımına katkıda bulunan şeker, yağ ve sodyumdan zengin, ucuz, işlenmiş, kalorisi yüksek besinlere yönelmek zorunda kalırlar.

Besin çöllerinin oluşması: Yoksul bölgelerde sağlıklı besin seçenekleri sunan market veya pazarlar bulunmadığından, sakinlerin daha iyi beslenme seçimleri yapması zorlaşır. Bunun yerine, sağlıksız, yüksek kalorili seçenekler sunma eğiliminde olan marketlere, hazır veya ayaküstü yenen yemeklere yönelirler.

– Zaman ve kaynak kısıtlılıkları: Ücret yetersizliği ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan kişiler genellikle sağlıklı yemekler hazırlamak için gereken donanım, bilgi ve zamana sahip olamamaktadır. Bu nedenle sağlıksız ayaküstü veya paketlenmiş yemekler daha rahat veya uygun fiyatlı (ucuz!) seçenekler gibi algılanmaktadır.

Süreğen stres: Yoksulluk içinde yaşamak süreğen strese yol açmakta, bu durum aşırı yeme ve kötü yiyecek seçimleriyle ilişkilendirmektedir. Stres ayrıca metabolizmayı ve kilo alımını da etkilemektedir.

Sağlık hizmetlerine ve eğitime erişebilme yetersizliği: Yoksulluk içindeki bireylerin şişmanlığı önlemelerine veya yönetmelerine yardımcı olabilecek sağlık hizmetlerine ve beslenme eğitimine erişimi sınırlı olmaktadır.

RİSK ETMENLERİ

Yoksulluk şişmanlığı” ekonomik yoksunluk ile düşük gelirli kesimlerde daha yüksek şişmanlık oranlarına yol açan risk etmenleri arasındaki karmaşık etkileşimi yansıtan bir sorunudur.

Enflasyonla birlikte yoksulluk şişmanlığının artışı çeşitli ekonomik ve davranışsal düzengelerin sonucudur. Enflasyon bireylerin, özellikle düşük gelirli hanelerin satın alma gücünü azaltır ve sağlıklı yiyecek seçeneklerini karşılayabilmelerini ve sağlıklı yaşam tarzlarını sürdürmelerini daha da zorlaştırır. Özellikle sağlıklı besin fiyatlarındaki artışlar, besin maliyetlerini artırarak daha ucuz seçeneklere yöneltir. Nitelikli besinlere erişim zorlaşır. Enflasyon, ücret artışını geride bırakarak gerçek geliri etkili bir biçimde azaltır. Haneler, konut ve kamu hizmetleri gibi temel ihtiyaçları (gereksinimleri) ödedikten sonra daha az harcanabilir gelire sahip olduğunda, yiyecek için daha az paraları kalır, bu da sağlıklı seçenekler satın alma yeteneklerini daha da sınırlar.

Kaynaklar kısıtlı olduğunda, insanlar kendilerini doyuran yiyeceklere öncelik verme eğiliminde olurlar, bu eğilim genellikle kalorisi yüksek ancak besin değeri düşük yiyeceklerin tüketilmesine yol açarak kilo alımına katkıda bulunur.

Güç sahipleri, anlayın artık                      :

  • “Yoksulluk şişmanlığı” bir “halk sağlığı acil durumudur”.
  • Geleceğimize, sağlık sorunlarında ve harcamalarında göğüslenemeyecek derecede artış
  • Ya da erken ölümler olarak yansıyacak,
  • Bugün gereği yapılmayanların telafisi (giderimi) olanaklı olmayacaktır.

Vaccination & Public Health

Dear Phase 2 Students of Atılım Univ. Medical School


All medical students,

Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 8th October 2024, we’ll conduct a 1 hour lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

Vaccination & Public Health

Here are 50 main (+25 for further reading) power point slides having a rich and up to date content including COVID-19 vaccines.. (PDF 6 MB)

IMMUNIZATION & PUBLIC HEALTH

With respect and love. 8th October 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Sciences & Public Administration
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X @profsaltik

AKP ve İsrail

Örsan K. Öymen
07 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, İsrail-Filistin anlaşmazlığı konusunda, dinci ve mezhepçi bir dış politika izleyerek, köktendinci “Müslüman Kardeşler” örgütü tarafından kurulan köktendinci terör örgütü Hamas’ı desteklemeye, laiklik ilkesini benimsemiş olan ve Yaser Arafat’ın kurduğu Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı mesafeli davranmaya devam ediyor.

AKP ve Erdoğan bu nedenle, köktendinci İran yönetimi ve onun desteklediği Lübnan’daki köktendinci terör örgütü Hizbullah ile aynı cephede konumlanmış durumda.

Bunların bir sonucu olarak da Erdoğan ve AKP iktidarı, İsrail-Filistin anlaşmazlığında yapıcı ve uzlaştırıcı olmak yerine, İsrail’e meydan okuyarak, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını da tehlikeye atmaktadır.

Erdoğan geçtiğimiz aylarda İsrail’i tehdit ederek, Karabağ’a ve Libya’ya “girdikleri” gibi çatışma bölgesine “girebileceklerini” söylemişti.

Aynı Erdoğan şimdi, İsrail’in Türkiye’nin topraklarında gözü olduğunu ve İsrail’in saldırganlık konusunda Türkiye’yi hedef aldığını iddia ederek, İsrail-Filistin ve İsrail-İran anlaşmazlığını iç politika malzemesi yapmaya çalışmaktadır.

Oysa İsrail devleti ve hükümeti bugüne kadar, Türkiye’nin topraklarını işgal etmek, Türkiye’ye savaş açmak, Türkiye’ye saldırmak doğrultusunda hiçbir açıklama yapmış veya bu doğrultuda herhangi bir eylemde bulunmuş değil. Aksine, bölgeye “girmekten” söz eden Erdoğan’ın kendisiydi.

İsrail’in Türkiye’yi işgal etmesi, jeo-stratejik gerçeklere, uluslararası ilişkilerin doğasına ve Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin tarihine tamamıyla aykırı olan fantastik ve saçma bir iddiadır.

  • Erdoğan, Türkiye’deki ekonomik krizi, ekonomik ve sosyal adalet sorununu ve
    siyasi baskıları örtbas etmek amacıyla savaş çığırtkanlığı yapmakta ve
    yapay düşman icat etmektedir. 

Başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerinin bu tuzağa düşmemeleri gerekmektedir.
***
İsrail-Filistin anlaşmazlığı konusunda söylenmesi gerekenler açıktır:

Batı Şeria, Doğu Kudüs, Golan Tepeleri ve Gazze bölgesi, İsrail işgali altındadır.
İsrail, işgal ettiği topraklardan çekilmelidir ve Filistin devletini tanımalıdır. 

Filistin’i temsil eden yönetim de, FKÖ ve El-Fetih yönetimidir, Hamas değildir!
Onlarca yıldır sivillere karşı şiddet eylemleri uygulayan ve binlerce insanın ölümüne neden olan Hamas, bir terör örgütüdür.

Bugün Gazze’de Filistinlilere yönelik yaşanan katliamların birinci derece sorumlusu
İsrail’deki Binyamin Netanyahu hükümeti olsa da, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde yaklaşık 1200 İsrailli sivil vatandaşı katletmesi (öldürmesi), olayların bugünkü durumuna ulaşmasının
ana nedenlerinden bir tanesidir.

Hem Hamas, hem onu destekleyen Hizbullah ve İran yönetimi, hem de Netanyahu hükümeti, yaşananlardan sorumludur. Sorunun parçası olanlar sorunu çözemezler.
İsrail Netanyahu hükümetinden, Filistin de Hamas’tan kurtulmalıdır.

Filistin’in Hamas’tan kurtulması için Orta Doğu’nun, Lübnan’daki Hizbullah’tan ve İran’daki köktendinci teokratik yönetimden kurtulması gerekmektedir.

Yayılmacı ve saldırgan olmadığını iddia eden İran yönetimi yalan söylemektedir.
İran onlarca yıldır, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de kendisiyle ittifak halinde olan silahlı güçleri doğrudan desteklemektedir, başka ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale etmektedir.
***
İsrail’de mutlaka açıklığa kavuşturulması gereken bir konu, Hamas’ın 7 Ekim 2023 terör eylemini nasıl gerçekleştirebildiği, istihbarat teknolojisi konusunda dünyanın en gelişmiş olanaklarına sahip olan İsrail devletinin, bu saldırıyı neden önlemediği veya önleyemediğidir.

Netanyahu hükümeti ve üst düzey bürokratlar hakkında bu konuda geniş çaplı bir soruşturma açılmalı, hukuksal süreç başlatılmalı, Netanyahu hükümeti, Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarla birlikte, bu konuda da yargılanmalıdır.

Bununla birlikte, ABD destekli Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın, Hamas’ın 7 Ekim 2023 terör eylemini gerçekleştirmesine yol açan ortamın altyapısını nasıl hazırladıkları da araştırılmalıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP ve İsrail7 Ekim 2024
Atatürk ve eğitim30 Eylül 2024

Yıkım kararlılığı sürekli; ya yapım iradesi?

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 03.10.2024, BİRGÜN

2017 otoriter Anayasa kurgusu ve tümüyle  keyfi uygulaması yokmuş gibi “sivil anayasa” söylemi ile TBMM’yi açış,  beklenen  bir  durumdu. Bu söylem, Eylül ayında yükselen  “ihlal ve kirlilik”  dalgasını sürekli kılma iradesini yansıtmakta. Her geçen gün, ülkeyi  geriye dönülmesi zor bir sürece sokmakla birlikte, yine de ‘ne yapmalı?’ sorusu, demokratik cumhuriyetçilerin güncel düşünce ve geleceğe yönelik irade testi niteliğinde.

EYLÜL BELLEĞİ
siyasal, toplumsal ve yönetimsel ağır sorunlara karşın, “İki 12 Eylül” yıldönümleri nedeniyle Eylül ayına “anayasal bilgi kirliliği” damgasını vurdu.

Birikim ve yıkım karşıtlığı ise, yeterince sergilenemedi. Şöyle ki;

Güvenlikçi ve otoriter 1982 Anayasası, 1987’den 2004’e dek süren değişikliklerle özgürlükotorite dengesine oturtuldu. 2007-2017 çizgisindeki değişiklikler ise, tam tersi yönde “kişisel iktidar fetişizmi” ile sonuçlandı.

Kısaca; iki yüz yıllık siyasal ve anayasal birikim (2004), kurumlar ve kuralların tasfiyesi sonucu anayasal ve siyasal yıkım ile noktalanmak istendi (2017).

Devleti temsil ve yürütme yetilerinin tek kişide toplandığı 2017 kurgusunun -parti başkanlığı yoluyla- (PBDBY) 6 yıllık uygulaması, Anayasa’nın demokratik hükümleri (md. 1-11) bir yana, otoriter düzenlemeler (md.104 vd.) ötesinde geniş bir “keyfi alan” yarattı.

EKİM HAMLELERİ

TBMM’nin açılışı vesilesiyle  ivme kazandırılan “Anayasa yalanları”, Ekim ayında da başta hukuksuzluk ve yoksulluk gelmek üzere ülkenin yakıcı sorunlarını küllendirecek görünüyor.

Anayasa’ya aykırı yasal düzenlemeler yoluyla ‘demokratik siyaset’  ve ‘demokratik toplum’ alanını daraltma işaretleri ilk günden verildi. Anayasal düzleme gelince; Cumhur İttifakı ana bileşenleri, söylemlerini ‘anayasa ve tehdit’ eksenine oturttu: Ülkeye yönelik dış (İsrail) ve Parti’ye yönelik iç (S. Ateş cinayeti). “Türkiye’nin 21. yüzyılda büyük hedef ve iddialarını gerçekleştirmesi ancak yeni uzlaşmacı, özgürlükçü, katılımcı sivil bir anayasa ile mümkündür.
AK Parti ve Cumhur İttifakı olarak yeni anayasayla ilgili olarak kendi hazırlıklarımızı çok titiz şekilde yapıyoruz. “ sözleri (RTE), tam bir anayasal bilgi kirliliği.

Neden? ÜÇ MAYMUN


Yürürlükteki Anayasa ihlali,  2017 kurgusunun sürdürülemezliği, sistemsizlik, üç yokluk hali: “görmedim, duymadım, konuşmadım”. Anayasal yıkımın yargıyı araçsallaştıran üç güncel hali:-Sinan Ateş davası, bir siyasal örgütü ceza sorumluğundan kurtarmak,

Ekrem İmamoğlu davası, siyaseten sorumsuz bir kişi iktidarını sürekli  kılmak,

C. Atalay ve Gezi davası, demokratik toplumu sönümlendirmek için.

Yüz bini aşkın yurttaş katliamı kararnamelerinin altında imzası bulunan TBMM Başkanı ise, aktör ve antrenörce daha çok figüran olarak kullanılıyor; tıpkı 8 yıl önce “kolektif suç ortağı”nın “sandalye elimde kaldı” söylemi ile Hükümeti ilgada gördüğü işlev gibi.

OHAL’i, canavarca hislerle kullanan ve kendileri için “cezai, siyasi, mali ve idari sorumsuzluk yasaları” çıkaranların “sivil anayasa” sakızı karşısında demokratik Cumhuriyetçiler, şu üç farkındasızlığı aşabilmeli. Şöyle ki;

ÜÇ FARKINDASIZLIK

Öncelikle, yürürlükteki Anayasa’yı tanımayan ve sürekli ihlal edenlerin “yeni anayasa” söyleminin meşru olmadığını ve “YA HEP YA HİÇ” ikilemine dayanan PBDBY’nin sürdürülemezliğini fark etmeli.

Sonra, üç maymun oyunu arkasında yatan büyük korkunun ayırdına varmalı. Akıldan, bilimden ve emekten korku; dahası, her türlü engele karşın dünyevilik temelinde yetişmek isteyen çocuk ve gençlerden, hatta genç teğmenlerden..

Nihayet, 2017’de siyasal egemenliği gasp eden oyuncuların, “sivil anayasa” örtüsü ile ‘toplumsal egemenlik’ iştahını fark etmeli.

Ayrıca yazacağım gibi  Ekim, seçim ayı olduğundan Barolar, Yasama-Yürütme-Yargı üçlüsünde ortaya çıkan ve süreklilik taşıyan Anayasa ihlallerini izlemeyi ve teşhir etmeyi gündemlerine almalı.

Baro seçimleri, avukatların savunma hakkı- adil/düzgün yargılanma hakkı ve yargı bağımsızlığı ereğinde düşünsel tartışma, dayanışma ve ortak eyleme ivme kazandırmalı.
=========================================
Yazarın Son Yazıları

ÜMMETÇİLİK İDEOLOJİSİ ve BU İDEOLOJİNİN AÇMAZLARİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaşlar, ” Hocam Ümmetçilik üzerine bize kısa ve öz bilgiler verebilir misiniz ?” diye soruyor. Denemeye çalışayım.

Ümmetçilik; İslam toplumlarının ya da dünyadaki Müslümanların hepsinin siyasal olarak, İslam dini çatısı altında dinsel bir birlik kurup, şeriat hukuku ve Halifelik temelinde birleşmelerini ve yaşamalarını öngören bir dinsel ideolojidir.

Tek din, tek mezhep, tek bayrak ve üstün ilahi yetkilerle donatılmış, şeriatçı bir halifelik yönetimi anlamına gelir. Ümmetçi ideolojinin diğer bir adı da Panislamizm olarak bilinir.

Ümmetçilik, tarihsel ve sosyolojik olarak, ulusal devletler ve toplumlar arasında doğal olarak var olan sınır, dil, ırk, coğrafya, tarih, dinsel yorum, kültür… vb. farklılıkları bilmez ve görmezden gelen, bağımsız, tek kimlikli, tek merkezli, şeriat ve hilafetle yönetilen ütopik bir siyasal yönetimi amaçlar.

Ümmetçilik ideolojisinin temel varsayımları şunlardır :

1- Din Birliği ya da Ümmet Birliği

Dinsel birlik, tüm müslümanları tek bir İslam anlayışı ve islam kimliği çevresinde toplamak demektir. Ümmet birliği sağlamaktır. Yurttaş olmaya, bireyselleşmeye ve bireysel özgür düşünce ve davranışlara kapalıdır.

2- Siyasal Birlik, Panislamizm

Dünyadaki tüm Müslümanları, başlarında İslam halifesi olmak üzere, tek bir siyasal çatı,
tek İslam devleti, tek dini anlayışı ve şeriat hukukuna göre bir araya getirmek demektir.

3- Batı Uygarlığına Kökten Karşıtlık, Geri Kalmışlığa Tepki

Siyasal olarak Batı tipi yönetimlere, laikliğe, çağdaş demokrasiye, evrensel din ve vicdan özgürlüğüne, aklın ve bilimin belirleyiciliğine, çoğulculuğa, Batı kaynaklı laik hukuka, Batı tipi eğitim modellerine, Batı tipi yaşam, giyim ve eğlenme biçimlerine… karşı olmak.
Böylece Batı etkisinden ve Batı sömürüsünden kurtulmak(!)
***
Peki Ümmetçi İdeolojinin Açmazları Nelerdir?

1- Hem tarihsel ve hem de güncel olarak Dünyadaki Müslüman nüfus, Dünyanın beş kıtasına yayılmış ve coğrafya olarak çok dağınıktır. Müslüman toplumları tek ve bütünleşik bir coğrafyada toplama ve koruyabilme olasılığı sıfıra yakındır.

2- Müslüman toplumu Arap, Acem, Türk, Kürt, Afgan, siyahi … vb. farklı ırklar, soylar ve bir o denli farklı diller, töreler, gelenekler ve uluslardan oluşur. Ümmetçilik ise her türlü ırk, din, mezhep, milliyet, ulus… farklarına karşıdır. Ümmetçi yönetimlerin, Müslüman olan onlarca, belki de yüzlerce farklı dil ve etnisiteyi kendi ulusal dilinden, tarihinden ve kültüründen kopartıp bir arada, barış ve adalet içinde yaşatma olasılığı çok azdır. Bu konuda, öbür etnisiteler bir yana, İslamı kendi öz bağrında doğurmuş Araplar bile tek ulus olamamışlardır.

3- İslam dinini topluma öğretmek için yapılan Kur’an çevirileri ve hadis anlayışları dahil, İslam uleması ve İslam toplumları arasında herkesçe benimsenen tek bir din ve İslam anlayışı yoktur. Siyasal, uygulamalı ve inanca dayalı (itikadi) yığınla mezhepler; ayrıca görüşleri birbirleri ile çok bağdaşmayan yüzü aşkın tarikat ve cemaat yorumları vardır. İslam dininin tek bir mezhebinin tek bir yorumunu bu denli farklı etnisite, dıl ve dağınık coğrafyaya kabul ettirmek olanaksız gibidir. Siyasal ve dinsel mezhep ve tarikat farklıklarından öteye, dinsel cemaatlar bile, kendi aralarında rekabete girip farklı dinsel yorumlar yaparak, birbirlerini kâfirlık ve dinsizlikle suçlayabilmektedir.

4- Evreni, dünyayı, doğayı, canlıları, insanı ve uygarlıkların gelişimini yalnızca dogmatik ve dinsel bir bakış açısı ile değerlendirmek; aklı, bilimi, evrensel çağdaş teknolojik, ekonomik, sosyal, kültürel değerlerden, demokrasiden… vazgeçmek akıl ve bilimden yeniden uzaklaşmak, sosyolojik ve kültürel İslamın yeniden içine kapanması demektir..

  • İslam yaşam biçimini Ortaçağ koşullarına geri çekip,
    tarihi orada dondurmak olanaklı değildir.

Değişim ve gelişmeyi yadsımaktır, çağdaş dünyadan kopmaktır. Her türlü dinsel, siyasal, ekonomik, hukuksal, sosyolojik yaşamlar, zaman içinde duragan (statik) değil devingen (dinamik) bir biçimde akarlar. Akarken değişir, bu değişime bağlı olarak da toplumlar ve devletler yeniden yapılanırlar.

Peki Kıssadan Hisse Nedir?

Ümmetçilik ideolojisi; akıl ve bilim ekseninde, sanayileşmiş, halklarının toplumsal gönençlerini (refahlarını) yükseltmiş, ekonomik, teknolojik ve askeri gücünü doruğa çıkarmış; laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne ve evrensel insan haklarına dayalı siyasal yönetimler kurmuş Batı Uygarlığına karşı oluşmuş büyük bir tepkinin seslendirilmesi olarak anlaşılmalıdır.

Ümmetçilik tarihsel olarak, daha önceleri görece üstün ve başat konumda olan İslam Uygarlığının Batı Uygarlığı karşında oldukça geri kalmasının anlaşılabilir vicdan sancıları ve
düş (hayal) kırıklıklarının bir dışavurumu ve ürünü olarak kabul edilmelidir.

Batı uygarlığına karşı duyulan bu İslamcı tepkinin özeti; konulan tanı dinden uzaklaşma, sağaltımı da (tedavisi de) yeniden dinsel değerlere geri dönerek içe kapanma biçimindedir.
Bu yaklaşımın hem tanısı ve hem de sağaltımı eksik ve yanlıştır.

Batı uygarlığı önce Hıristiyanlık inancını özgür aklın ve bilimin ışığı ile eleştirdi. Ruhban (din adamları) sınıfının toplum, devlet ve siyaset üzerindeki egemenliğine son verdi. Kiliseyi devlet yönetiminin dışına çıkardı. Birey, toplum, eğitim, ekonomi, anlayış (zihniyet), siyaset, kültür… laikleşti. Kaldı ki, çağın koşullarına göre yapılanmış akılcı, bilimsel, teknolojik, ekonomik, laik, demokratik ve sivil, yani dinsel olmayan bir Batının akılcı, bilimsel, laik ve sivil uygarlığına meydan okuma; sosyolojik açıdan, başarısı salt feodal koşullarda egemen olmuş bir tarihsek, teokratik uygarlığa geri dönerek rekabet edebilme olasılığı yoktur.

Eğer günümüzdeki Batı Uygarlık havzası hemen her konuda egemen ya da başat bir konuma gelmişse bunun nedenlerini doğru saptamak, tanıyı doğru koymak, geliştirici nedenleri de doğru saptamak gerekir. İslam öğretisine göre bile, düşmana kendi silahı ile karşılık vermek gerekir. Düşman size uzaktan kumandalı füzelerle saldırırken siz ona kılıç ve kalkanla karşı koyamazsınız…

Sonuç ve Çözüm :

Ülkemizi düşman işgalinden ve emperyalizmin sömürüsü ve zulmünden kurtaran, bize düşmansız bir yurt, egemen bir ulus, kendi geleceğine kendisi sahip çıkmayı öğrenmiş bir toplum, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir Cumhuriyet bırakmış; gelecek rotasını da akıl ve bilimle belirleyen ve çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmayı isteyen bir ülkü belirlemiş olan Yüce Önder M. Kemal Atatürk, Batı emperyalizmine yine Batının silahı ile karşı konulabileceğinin örneklerini çok sevdiği Türk halkına açık seçik göstermiştir.

Çağdaş uygarlık rotasından, Atatürk’ün izinden gitmek, laikleşmek, dinsizlik değildir.
Tam terine tıpkı uygar Batının yaptığı gibi, dini ve dinsel kurumları dünyevi devlet yönetiminin dışına taşımak; dini yani ilahi buyruk ve öğretileri de siyaset ve çıkar dinbazlarının kötüye kullanımından kurtarmak, kimi tarikat ve cemaat madrabazlarının da cahil halka, hurafeyi din diye pazarlamalarına engel olmaktır.

Çağdaş uygarlık, özgür aklın ve çağdaş bilimin ışığıdır.
O ışığı izleyenler doğruları çok kolay bulur ve hep aydınlıkta yaşarlar.
O ışığı izlemeyenler ise geçmişin geri dönülemez zifiri karanlık labirenlerinde ķör ebe oynar gibi yol bulmaya çalışırlar.
Çağımız kör ebe oynama çağı değildir!
Özgür aklın, deneysel bilimin laik eğitimin, hukuk devletinin… bir başka söylemle çağdaş uygarlığın rotasında gitme çağıdır.

MEB OKULLARDA TEMİZLİK HİZMETLERİ İÇİN UCUZ İŞÇİLİĞİ TERCİH EDİYOR

Mahmut ESEN
Em. Mülkiye Başmüfettişi

Bu yıl okullar açıldıktan sonra temizlik hizmetlerinde belirgin olarak görülen, toplum sağlığının doğrudan etkileyen olumsuzluklar üzerine Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş başta olmak üzere kimi CHP’li belediye başkanlarınca MEB bağlı okullara temizlik maddeleri verilmeye ve temizlik işlerinin fiilen (eylemli olarak) belediyelerce üstlenilmesine başlanılmıştır.

Bu durum MEB’de ciddi rahatsızlığa yol açmış, hizmetin belediyelerce sunulması siyasal gösteri olarak değerlendirilerek yer yer engellenmiştir.

MEB tarafından 30.09.2024 günü konuya ilişkin bir basın açıklaması ile okullardaki temizlik hizmetleri yapabilecek sayıda çalışanları olduğu kamuoyuna duyurulmuştur :https://www.meb.gov.tr/basin-aciklamasi/haber/34939/tr

Sözü edilen basın açıklamasında:

”MEB’e bağlı 60.487 adet okul olduğu, temizlik hizmetleri için halen 49.578’i kadrolu olmak üzere toplam 143.355 personel istihdam edildiği, bu sayının daha da artırılacağı, okullarda temizlik sorunu olmadığı ve belediyelerin algı operasyonu yapmaya çalıştıkları..“ belirtilmiştir.

MEB açıklamasında okul sayısına yer verilirken, toplam 613.785 adet derslik olduğunun açıklanmasından kaçınıldığı, böylelikle sorunun gerçek boyutunun saklı tutulmaya çalışıldığı görülmektedir.

Öte yandan 93.777 personelin (eldekinin yaklaşık 2/3 ünün) kadrosuz olarak istihdam edileceği (çalıştırılacağı) anlaşılmaktadır.

Çünkü kadrolu olanlar dışındaki çalışanlar Türkiye İş Kurumu‘nun “işgücünün istihdam edilebilirliğini artırmak, çalışanların niteliklerinin yükseltilerek işsizliğinin azaltılmasını sağlamak, istihdamı artırıcı ve koruyucu önlemler almak ve uygulamak amacıyla” yürütmekte olduğu
İşgücü Uyup Projesi (İUP) ve Toplum Yararına Programı (TYP) kapsamında sağlanmıştır / sağlanmaktadır.

Bilindiği üzere bu programların işçilik giderleri tümüyle İşsizlik Fonundan karşılanmaktadır. MEB bütçesinden herhangi bir ödeme yapılmamaktadır.

Bu yolla personel çalıştırılmasının sürekli/güvenceli bir istihdam türü olarak kabul edilmesi olanaklı değildir.

Nitekim; MEB bu yıl uygulamaya koyduğu İşgücü Uyup Projesi (İUP) kapsamında 120 bin kişilik kontenjan olduğu halde başvuru sayısının 63.777’de kaldığını belirtmiştir. Bu konumdaki personel ilk ay haftada 5 gün daha sonraki haftalarda ise salt 3 gün çalıştırılabilecektir.
Çalışma süreleri yılda 140 günle sınırlıdır. Kendilerine günlük 566,73 TL cep harçlığı ödenecektir. Uzun erimli sigorta kollarına kapsamında sigortalanmadıkları için, hizmetleri emeklilikten sayılmamaktadır. İşçilerin program sırasında başka bir işte çalışmaları da olanaklıdır.
https://www.iskur.gov.tr/is-arayan/aktif-isgucu-programlari/isgucu-uyum-programi/

Toplum Yararına Programları (TYP) afet, salgın, acil durum dönemlerinde ve öbür zorunluluk durumlarında kamu hizmetlerini desteklemek amacıyla getirilmiştir. Çalışanlara asgari ücret üzerinden ödeme yapılmaktadır. Bununla birlikte programın uygulanma süresi 6 ayla sınırlı olup, bir kişi TYP kapsamında yaşamı boyunca en çok 9 ay çalışabilmektedir.
Çalışanlar, program süresince 5 gün ücretsiz izin kullanılabilmektedir.
https://www.iskur.gov.tr/is-arayan/aktif-isgucu-programlari/toplum-yararina-programlar-typ/

MEB tarafından bu yıl TYP kapsamında toplam 30 bin personel çalıştırılacaktır.

Sonuç olarak            :

MEB’in; 15.887.296 öğrencinin bulunduğu, 974.488 öğretmenin görev yaptığı, 613.785 dersliğe sahip toplam 60.734 okuldaki temizlik hizmetlerinin gördürülmesi için, kadrolular dışında çalışan personeli için uygun bulduğu istihdam türünün; süreklilik arz etmeyen / hiçbir güvencesi olmayan “modern kölelik sistemi” olduğu anlaşılmaktadır.

 

 

 

Türkiye’de orta vadeli plan ve ekonomik sefalet

Prof. Dr. Mehmet Tomanbay'dan ekonomi değerlendirmesiProf. Dr. Mehmet Tomanbay

03 Ekim 2024, Cumhuriyet

Son yıllarda hızla yükselen enflasyon Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in akılcı ekonomi yönetimine geri dönüleceği vaadiyle Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Haziran 2023’de tekrar atanmasına yol açmıştı. Geleneksel iktisat anlayışının dışına çıkan cumhurbaşkanı tarafından son beş yılda Merkez Bankası’na beş başkan atanmıştı. Enflasyon bu istikrarsız süreçte hızla çift haneli düzeylere çıktı.

Bakan Şimşek’in de katıldığı 5 Eylül 2024 tarihli basın toplantısında ise 2025-2027 dönemini kapsayan orta vadeli plan (OVP) açıklandı. OVP ekonomik büyüklükleri ve hedefleriyle ekonomi gündeminde tartışmalı bir belge olarak yer aldı.

Özellikle enflasyon, işsizlik ve büyüme hedefleri tartışmalı olan belgenin tanıtım toplantısında Bakan Şimşek “Hükümetimizin temel hedefi, toplumsal refahı artırmaktır.” diyerek üç göstergede de olumlu beklentilerini ifade etmiş ve “Türkiye ekonomisi özlenen bir refaha ulaşacaktır.” savını dile getirmişti.

Bakan Şimşek’in işsizlik, enflasyon ve toplumsal refah hedefleri ile ilgili savını doğrulayan bir çalışma, Almanya’da İş Ekonomisi Enstitüsü tarafından Ekim 2023’te yapıldı. 156 ülkede 1.9 milyondan çok bireyi kapsayan ve işsizlik ve enflasyonun toplumsal refah ve istikrarı nasıl etkilediğini inceleyen küresel çalışmada; işsizliğin kurumsal güvene karşı kasvet ve endişe duygusu yarattığı, bireyler, ekonomi ve siyasal süreç için ciddi sorun olduğu saptanmış. Enflasyon ve işsizliğin en çok ve orantısız bir biçimde orta yaşlı, düşük eğitimli, bekâr bireyler ile kırsal kesimde yaşayanları etkilediği görülmüş. Bu nedenle toplumsal maliyetini hafifletmek için hedefe yönelik stratejiler geliştirilmesi önerilmiş.

AKIL DIŞI YÖNETİM

Peki geçtiğimiz bir yıl içinde sayın Şimşek enflasyon, işsizlik ve refah (gönenç) ile ilgili savının gereğini yerine getirebildi mi?

Sayın Şimşek’in göreve geldiği Haziran 2023’te enflasyon %38.21, işsizlik %9.6 oranındaydı. Haziran 2024’te ise enflasyon %71.60’a çıkmış, işsizlik de %8.9 olmuş. “Akılcı” yönetim enflasyonu bir yılda iki katına çıkarmış! Yaz bolluğu ve enflasyon, hesaplamada olumlu baz etkisi yaratan önceki yılın temmuz, ağustos aylarının yüksek artışları hesaplardan çıkmasına rağmen (karşın) güvenilirliği kalmamış, TÜİK rakamlarına göre bile Ağustos 2024’te enflasyon %51.97 gibi yüksek bir oranda gerçekleşti. İşsizlik ise temmuzda %8.8 oldu. Bu rakamlar ENAG ve İTO gibi bağımsız araştırma kuruluşlarına göre çok daha yüksek.

Bakan Şimşek’in ekonomiyi getirdiği düzeyi Amerikalı iktisatçı Arthur Okun’un enflasyon ve işsizlik oranlarını toplayarak geliştirdiği “Sefalet Endeksi” ile de açıklayalım. Johns Hopkins Üniversitesi iktisatçılarından Steve Hanke’in düzenlediği sefalet endeksine göre Türkiye 2022’de dünyanın en kötü onuncu, 2023’te yedinci, akılcı yönetime rağmen 2024 yılında da dünyanın ekonomik açıdan en sefil beşinci ülkesi olmuş. Birincilik Arjantin, ikincilik Suriye’de. Sefalet endeksi toplumsal refahın (gönencinin) gittikçe kötüleştiğini gösteriyor. Akıl dışı ekonomi yönetiminin yarattığı yüksek enflasyon ve yoksullaşmanın maliyeti, başta çalışanlar olmak üzere toplumun geniş bir kesiminin sırtına yüklenmiş.

Sayın Şimşek ve ekonomi yönetiminin bugünkü yaklaşımıyla iyiye gidileceği umudu da ufukta görünmüyor. Çünkü uygulanan politikalar doğru olsa bile, dikkate alınan ekonomik veriler doğru değil. Değerli iktisatçı Mahfi Eğilmez de enflasyonun %100 olduğu, ancak % 70 olarak açıklandığı bir durumda enflasyonla mücadelenin başarılı olamayacağını belirtiyor. TÜİK’in iktisadi verilerde yaptığı saptırmaların son kanıtı genç iktisatçı Dr. Ozan Mutlu’nun çalışması. Dr. Mutlu’ya göre enflasyon, Kasım 2002’den Ağustos 2024’e kadar yani AKP döneminde %2742 oranında, farklı söyleyişle Kasım 2002’den beri 27.4 kat artmış. 22 yıldaki artışın %441’i ilk 18 yılda. Kasım 2020-Ağustos 2024 enflasyon artış oranı ise %2453.

YAPISAL REFORMLAR

TÜİK rakamlarının tartışılmaya başlanması da bu büyük artıştan yani 2020’den sonra. Dr. Mutlu’nun ikinci önemli bulgusu hızlı artı sürecinde TÜİK ve İTO rakamlarında ortaya çıkan büyük sapma. Baz yılları farklı olduğu için 2015 yılı aralık ayı değerleri yüze eşitlenen iki kurumun enflasyon serileri karşılaştırıldığında 2015 Aralık’tan 2022 yılına kadar (dek) endeksler (göstergeler) birbirine yakın seyrederken (giderken), 2022 yılından sonra ayrışmaya başlamış. TÜİK’e göre fiyatlar 9.1 kat artmışken İTO’ya göre 11.4 kat artmış. Bu bulgu TÜİK’in açıkladığı rakamların son yıllarda baskılanarak açıklandığının bir önemli göstergesi.

  • Bakan Şimşek’in “akılcı” yönetiminin 14 ay sonra Türkiye’yi getirdiği ekonomik ortam, geldiğinden daha kötü.

Yüksek enflasyon ve DİSK-AR’ın TÜİK verilerinden yaptığı hesaba göre Temmuz 2024’te 10 milyon 681 bin geniş tanımlı işsizle toplumun yaşadığı ekonomik sefalet yaygınlaşmakta. Toplumsal istikrarımız hızla bozulmakta.

  • Ekonomik sorunlardan çıkışın ve sürdürülebilir kalkınmanın tek yolu,
    hızla yeniden hukuk devleti olmak.
  • Hukukun üstünlüğünü ve kurumları düzenli ve adaletli çalışan demokratik bir yönetimi tekrar (yeniden) egemen hale (duruma) getirmek.

Bu yönde siyasal, sosyal ve ekonomik yapısal refomları yaşama geçirmeden, sürdürülebilir sağlıklı bir ekonomi olanaklı değil.

Aksi halde toplumsal istikrarı sağlayarak iç barışı korumak gittikçe zorlaşacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İSTİSMAR

Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Erzurum Hacı Bahattin Evgi Yatılı Erkek Kuran Kursu’nda 2022’de yaşanan istismarın ortaya çıkmasıyla görevden alınan Palandöken Müftüsü Abdulhalim Acar terfi ettirildi.

İstismar, dinciler için kusur oluşturmaz!..

ÖZGÜRLÜK

Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, okul müdürü Ergin Kaya Kırbıyık’ın ‘Başı açık öğrenciye karışırız’ sözlerini  ‘ifade özgürlüğü’ kapsamında değerlendirerek soruşturmaya gerek görmedi.

Ben de dinciliğe, yobazlığa, tarikata, cemaate karşıyım…

SUÇLU

Mersin’deki İsa Öner Anadolu Lisesi’nde, ÇEDES projesi kapsamında din eğitimine katılan öğrencileri “veli izin belgesi” almaları için uyaran  öğretmenler Esin Azize Sor ve Ali Doğan’a, yasal dini eğitimi engelledikleri gerekçesiyle maaş katı (kesimi) ceza verildi.

Dinci Eğitim Bakanı’nın suçluları…

GURUR

Özgür Özel, Kılıçdaroğlu’nun tenkit ettiği rüşvet şaibeli Türk Evi için “Gurur kaynağımız” dedi.

Hangisi gururlu?…

GERİCİ

Lüleburgaz Orduevi’ne cüppe ve sarıkla giren kişiyi şikayet eden emekli astsubay hakkında garnizon komutanı suç duyurusunda bulunmuştu.

Harbiye Orduevi’ne kara çarşaflı bir kadın girdi.

Orduevlerini bunlara açan yolun başında Hulusi Akar duruyor. Övünebilir…

ŞEHİT

“Şehit kokusu” satan tüccar çıktı!

Adamın satamayacağı değer var mıdır?..

AYRICALIK

Devlet okullarında temizlik görevlisi bile yokken, İmam Hatip’ler “ulaşım-yemek ücretsiz” ilanları veriyor.

Ahlaksızlık yolunun taşları böyle döşeniyor…

TESLİMİYET

Kıyılarımıza gelip toprağımıza ayak basan Yunan botları ile ilgili sorunda RTE,
Miçotakis Ege’deki sorunları çözecek.” dedi.

Kuzularımız kurda teslim…

TAKI

BDDK Genel Müdür yardımcısı, denetlediği bankaların yöneticilerini davet etmiş,
yüklü takı takılmış.

Bankacılar takar, denetleyici gözünü kapar…

ENAYİ

Bütçesini altı ayda tüketen Diyanet, Hac başvurusundan 115.5 milyon TL para almış.

Bunlara göre dünya sınav yeridir,

Böyle sınava giren enayi değil midir?..

İSTİFA

Elektronik sigara kaçakçılığı yapan CHP Edirne milletvekili Ediz Ün istifa ettirildi.

AKP ‘ye geçmesi uygundur…

What is Evidence Based Medicine?

Dear Phase 1 Students,
Research Assistants of Atılım University Medical School
and general readers of our website

A two hour lecture with the title What is Evidence Based Medicine?will be conducted on 02nd October 2024, a.m. 11:30 – 12:20 p.m.

This lecture is consisted of 42 slides (6,5 MB) and can be downloaded by the following link :

What is EBM

With the hope and expectations of being usefull..

I wish all of you a very successfull undergraduate medical training at Atılım Medical School..

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
Atılım University School of Medicine

LLM in Health Law
BSc in Political Science & Public Administration
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com