Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Cumhurluğumuzun 101. Yıldönümünde “Quo Vadis” (Nereye Doğru) ?

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Tarihçisi
29 Ekim 2024 / Toronto-Kanada

Yazımızın başlığı, genç yaşında Büyük Atatürk’ün bilim sofralarına  oturma onurunu tadan, Cumhuriyetin ilk yıllarında özgün ve coşku (heyecan) verici düşünsel ve eylemli tasarımlarda (projelerde) yer alan, Kemalizm‘in (Atatürkçü düşünce sistemi) ilkelerine (prensiplerine) ilişkin derinlikli çözümlemeler yapan Kıbrıslı Türk, bilim insanı
M. Saffet Arın Engin’in, kimi haklı kaygılarla Cumhuriyetin 50. yıl dönümü  kapsamında
yazmış olduğu bir makalesine verdiği başlığın- 50 yıllık bir zaman farkı ile– aynısıdır.

Nedeni; anılan makalenin yazımından elli yıl sonra bugün, Cumhuriyetimiz yüz bir yaşına girerken, rejim adına daha koyu kaygılar içinde oluşumuzdur.

Türk toplumu açısından anlamını irdeleyip, yerini belirlemeye çalıştığımızda, Cumhuriyet’in bir aydınlanma devrimi olduğunu, Cumhuriyetle birlikte Türk toplumunun ortaçağın karanlığından çıktığını, kul konumundaki Anadolu insanının onurlu bireyler konumuna eriştiğini, kadınların ise kafeslerin ardından çıkarak yasalar önünde erkeklerle eşit haklara sahip özgür yurttaşlar kimliğine kavuştuklarını; yine Cumhuriyetle birlikte ülkemizin, yüzlerce yıllık gecikmeden sonra çağdaşlaşma evresine girdiğini görürüz.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, demokrasinin temel (esas) alındığı Fransız tipi bir cumhuriyettir. Bir başka deyişle bu Cumhuriyet, demokrasinin eşiğidir. Atatürk Cumhuriyeti’nde özlenen, egemenliğin bağsız-koşulsuz ulusta olduğu, çoğulcu parlamenter düzene dayalı
laik-demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Amaç; tüm kurum ve kurullarıyla işleyen, kusursuz bir demokrasiye kavuşmak, ayrıca tüm yurttaşların eşit olarak gönenç içinde, güvenli ve mutlu yaşamasını sağlamaktır.

Atatürk’ün 4 Haziran 1933’te, Cumhuriyetin 10. yıl söylevinde yer alan ‘Biz Cumhuriyeti kurduk. O, on yaşını doldururken, demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.’ (ASD. II, 1924, s. 182) içerikli sözleri, yukarıda vurgulanan yaklaşımın ne denli içtenlikli olduğunu gösterir.

Cumhuriyet’in temel taşları dışarıya karşı tam bağımsızlık, içte laikliktir.

Yüzüncü yılını geride bırakmış olan bugünkü Cumhuriyetimiz, temel harcını Atatürk ve
yol arkadaşlarının kardığı, tüm kurum ve kuruluşları ile çağdaş uygarlığın ötesini erek edinmiş
ilk on beş yılında kanıtlandığı gibi– yazık ki toplumu ve ülkeyi  önceleyen bir Cumhuriyet değildir artık!

Özellikle son on yıldır, “üretim ekonomisiyerinefinans ekonomisiile oyalanan ve toplumu oyalayan; bu nedenle bürüt 507 milyar $ (Eylül 2024 sonu) dış borç batağına sokulan; Hazinesinin yanında yer altı ve yer üstü kaynakları  ile doğası yağmalanan ve yağmallattırılan; ülkeye sokulan milyonlarca sığınmacı ile adeta bir mülteci kampına dönüştürülen; döviz güvenceli ballı ihalelerle yağmacı çetelerin yaratıldığı; toplumda azımsanamayacak bir kitlenin yoksulluk ve açlığın kucağına itildiği; anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı çiğnenerek hukuk devletinin yok edildiği, doğal olarak mülkün (ülkenin!) temeli olan adaletin buharlaştığı, keyfi tek adam yönetimi ve çıkarının egemen kılındığı; sistemin artık kustuğu, yeni yetme sokak çeteleri ile toplumsal erinç (huzur) ve güvenin kalmadığı; eğitimin, imamların, melelerin (resmi olmayan din görevlisi), tarikat ve cemaatlerin güdümüne terk edildiği, dolayısıyla us (akıl) ve bilimin dışlandığı; Diyanet İşleri Başkanı’nın, “Şeyhülislâm” edasıyla hemen her ortamda özellikle boy gösterip sözde fetvalar verdiği; perdelenmesi olanaksız bir ikiyüzlülükle  ‘Anayasanın ilk 4 maddesine ilişkin bir sorunumuz yok!’ deyip, anayasa değişikliği cinlikleri ile “ulusun çeşitliliğinin” önünü açabilecek tuzakların kurulduğu; laik-demokratik sosyal hukuk devletimizin aşama aşama dinci (teokratik) bir yapıya sürüklendiği; gelenek olduğu üzere bitirme (mezuniyet) töreninden sonra kılıç çatıp, laik Cumhuriyete bağlılıklarını dile getirerek “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen gencecik teğmenlere Ordu’dan atma (ihraç) sopasının gösterildiği; yine asker kökenli Milli Savunma Bakanı ve Kuvvet Komutanlarının yıllardır Anıtkabir ziyaretini protesto eden tescilli (kayıtlı) Türk düşmanı Suudilerin Milli Günü töreninde, Suud büyükelçisinin yanı başında saf tuttuğu bir “Cumhuriyet”,

ATATÜRK CUMHURİYETİ” değildir, olamaz ve olmayacaktır!

Ancak bütün bu yıkıcı gelişmelere de şaşırmamak gerekir. Çünkü Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte “halifelik” makamının kalması gerektiğini savunanlardan tutun da, ‘kanımın zerrelerinde padişahın ekmeği var’ yaklaşımı ile “Cumhuriyet” kavramından ürken Cumhuriyet karşıtları dün de vardı, bugün de var! Cumhuriyet düşmanları, yine dün olduğu gibi bugün de gizli ve/veya açık düşmanlıklarını sürdürmekte, hatta meydan okumaktadırlar!

Örneğin, Cumhuriyetin ilanından sonra Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit imzası ile çıkan bir yazı üzerine Atatürk’ün  yapmış olduğu; ‘Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin amacı, bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek kuşakların, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği gün, ona hiç acımadan saldıranların başında “cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmıyoruz. Tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç de güçlük çekmeyeceklerdir. Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki; başında çürümüş bir padişah soyunun, halife sanıyla yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette cumhuriyet ilan olunsa bile, onu yaşatma olanağı yoktur!’ (Nutuk, T. İş Bnk. kültür yay., 2010, s. 554) içerikli değerlendirme, bugünleri anlatır gibidir!

Cumhuriyetimizin 101. yılında onu saran tehlike ve tehditler yürekleri sıkıştırırken, Büyük Atatürk’ün vurgulamasıyla Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, O’nun Büyük Söylev’inin 20 Ekim 1927 günü okunan; “Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün belirtisi olan cumhuriyet yönetimine, çağdaş harekete karşı cahillik ve taassup (bağnazlık) ve her çeşit düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle  ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yoksa gericilerin ümit ve faaliyet (etkinlik) kaynağı olan saf değil…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 20. cilt, s. 351) içerikli uyarıcı sözlerini sık sık anımsamalı ve O’nun, 23 Ağustos 1923’te Yalova’da dile getirdiği aşağıdaki vasiyetini asla unutmamalıdırlar.

  • Biz bu kurumu (Cumhuriyeti) hacılara, hocalara bırakmak için meydana getirmedik.
    Tarihi, “
    Octav”a (Roma İmparatoru Gaius Octavius/Augustus) bırakmayız!
    Cumhuriyet kurumunun, bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam,
    millete karşı haykırmak isterim…
    Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek tek amacımdır
    .”
    (23 Ağustos 1930,Yalova)

Yine parlak söylevler ve törenlerle anılacak olan Cumhuriyetin 101. yıl dönümünde inancımız
o ki; sorulması gereken soru

  • Cumhuriyeti kuşatan tehlikeleri ve tehditleri kim(ler) yarattı?” sorusudur!

Yanıtlaması gerekenler ise; yaklaşık üç çeyrek yüzyıldır (74 yıl; DP’nin iktidar olduğu 14 Mayıs 1950’den günümüze) Cumhuriyeti salt törensel boyutu ile algılamış olan siyasiler ve onların ardıllarıdır.

Dileriz çok gecikmeden, “Atatürk ilke ve devrimlerinin içini bizler (özellikle tarikat, cemaat ve
din soslu sağ iktidarların ardılları) boşalttık, Cumhuriyeti biz yozlaştırdık, sorumlusu bizleriz!”
diye özeleştiri yapar ve Cumhuriyet’e ihanetten vazgeçerler!?

FLASH Haber TV programımız : Yenidoğan Çetesi Ne Anlatıyor, Çözüm Ne?

Dostlar,

FLASH Haber TV’de Sn. Fatih Ertürk‘ün konuğu olduk.

https://www.youtube.com/watch?v=Eq_M1O1zTiI
(18-32. dakikalar arası)

https://youtu.be/Eq_M1O1zTiI?t=1498

Bu utanç da AKP iktidarının karnesine yazıldı.
Ne yazık ki tek bir istifa yok.. Yüzler teneke kaplı halk deyimiyle..

Haziran 2003’te başlatılan kökü dışarıda yabanıl (vahşi) kapitalist SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM
(Health Transformation) programı, yenidoğan bebeklerimizim bile yaşam hakkını bizlerden çalmaya başladı! Dehşet verici bir tablo ile karşı karşıyayız.

Bu özelleştirme programına derhal son vermeliyiz.
İnsanımızı piyasalaştırılan sağlık hizmetlerinin yabanıl (vahşi) çarklarına atmamalıyız.
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programı insanımızı MÜŞTERİ görüyor, oysa sağlık insan hakkı.
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programı, Devleti sermayenin sopalı tahsildarı yapıyor; oysa devletin en temel 4 görevinin başında tüm yurttaşlarına kamusal sağlık hizmeti sunmak geliyor.

Bu çürümüş düzen böyle gidemez!

AKP=RTE ülkemizi yönetemiyor!

  • 21. yy’da 500 yıl öncenin feodalitesini yaşıyoruz.

Bir adam, koca ülkenin yönetiminde tüm yetkileri gasp etmiş ama neredeyse hiiiiiiiç sorumluluğu yok! Geçmişte atadığı Sağlık Bakanları bile bu yenidoğan çetesinin içinde!
Ülkeyi anonim şirket gibi yönetmek istediğini söylemişti Erdoğan, öyle de yapıyor ama
“Türkiye Anonim Şirketi” (!?) batıyor.. Ülke kaynakları bir vauç yandaşın cebine, onmilyonlar derin yoksul, milyonlar açlık içinde, yarım trilyon Doları aşan borç..

İflas tamtamları çalıyor… ve bize “ahmak” yerine konarak yeni anayasa – açılım gündeml dayatılıyor.. Bu halk, bunca zulmü hak etmiyor..

İzlenmesi, paylaşılması, gereklerinin hızla yapılması ve
anamuhalefetin derhal kendine gelmesi dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

TELE1 Programımız : Yenidoğan Cinayetleri

Dostlar,

TELE1‘de, Sayın İnan Demirel‘in konuğu olduk ve hepimizi derin bir acı ve utanca boğan yenidoğan ölümlerini, SGK’nın dolandırılmasını, şimdilik 20 dolayında özel hastanede yalanan rezaleti konuştuk.

Sağlıkta özelleştirmenin geldiği yer böylesine ürkünç.
Tablo gerçekte Haziran 2003’te ABD dayatmasıyla başlayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation!), asla yerli ve milli olmayan politikaların ürünü.

Dönemin Sağlık Bakanı Akdağ, 26 Temmuz 2003’te Milliyet’te yer alan demecinde aynen şunları söyledi :

  • Artık hastalar memnun edilecek, müşteri olarak kabul edilecek.”

Sağlık hizmetinin hak sahibi öznesi müşteriye indirgendi!

Devlet de sermayenin sopalı tahsildarlığına (zorunlu GSS primi, özelleştirme) terfi ettirildi (!).

Geldiğimiz yer, yenidoğan bebeklerin bile can güvenliği yok.

Bu katil politikaların sorumlusu kim?

Her gün, her saat çürümüş düzen giderek ağırlaşan sorunlar üretiyor.

Can güvenliği de yok!

Ülke yönetilemiyor, gerçekte ise kurgulu karmaşa ile yığınlar öğrenilmiş çaresizlik sendromuna itilerek teslim alınmak, diz çökertilmek isteniyor.

Kök neden budur, iktidar sorunudur, AKP ve taşeron politikalarıdır!

İzlemek için lütfen tıklayınız :

İzlenmesi, paylaşılması, yararlı olması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle..

Sağlık haktır, parayla satılmaz; devlete ana yükümdür.

Sevgi ve saygı ile. 25 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Halil Çivi şiiri : BAK HELE!

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

BAK HELE!

Halkı yolunacak bir kaz görenler,
Zalimlerin ettiğine bak hele !
Yoksula, işçiye tuzak kuranlar,
Emekçinin çektiğine bak hele !
                    Xxx
Aklı ve bilimi çöpe atanlar,
Dinbazlığı din diyerek satanlar,
Haramları helal diye yutanlar,
İnancını yaktığına bak hele !
                   Xxx
Siyaseti servet yolu görenler,
Zenginliğin doruğuna varanlar,
Rotamızı Ortaçağ’a kıranlar,
Uygarlıktan çıktığına bak hele !
                   Xxx
Siyaset sazının teli bozuldu,
Sazı çalanların dili bozuldu,
Terazi tutanın eli bozuldu,
Zıvanadan çıktığına bak hele !
                   Xxx
Yargı yandaş oldu, hukuk çürüdü,
Ahlak, vicdan pınarları kurudu,
Güçlü, dişli saltanatı yürüdü,
Adaletin yokluğuna bak hele !
                  Xxx
Eğitim çarkını bozan bozana,
Mazlumu, garibi ezen ezene,
Halkın parasıyla gezen gezene,
Emeklinin çektiğine bak hele !
                   Xxx
Eşler birbirini düşman belliyor,
Aşık maşukunu kabre yolluyor,
Herkes kendi yandaşını kolluyor,
Geleceği  yaktığına bak hele !
                    Xxx
Hukuk sağırlaştı, ahlak körleşti,
Barış firar etti, nefret gürleşti,
Sokaklara çete, mafya yerleşti,
Huzursuzluk çıktığına bak hele !
                    Xxx
Yurdu kurtaranı düşman bilenler,
Atatürk’ü gönüllerden silenler,
Irk, mezhep diyerek halkı bölenler,
Kin tohumu ektiğine bak hele !
                   Xxx
Halil Çivi der ki; bu kâbus bitsin,
İşsiz, aşsızların bacası tütsün,
Liyakatsız olan bırakıp gitsin,
Saltanata çöktüğüne bak hele !
                    Xxx


Prof. Dr. Halil Çivi
Doğanbey / Seferihisar / İZMİR

Yaz saati inadı!

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
Halk Sağlığı, Fizyoloji ve Çevre Sağlığı Uzmanı

22 Ekim 2024, Cumhuriyet

Kış saatine geçmeyerek; öğrencileri ve çalışanları karanlıkta okula ya da işe gitmeye zorlamak günümüz bilimsel gelişmelerinin ışığında yanlıştır, artık bireysel ve toplumsal etkileri göz ardı edilmemelidir.

Olumsuz sağlık sonuçlarının başında yaşamsal vücut ritimlerinin bozulması gelir.

İnsan vücudu, uyku ve uyanıklık döngülerini kontrol eden (denetleyen) ritimleri düzenlemek için doğal ışığa dayanır. İnsanlar uyanmak ve günlerine karanlıkta başlamak zorunda kaldıklarında, iç vücut saatleri bozularak uyku yoksunluğuna, yorgunluğa ve bağlantılı bir dizi sağlık sorununa yol açar. Bunlar arasında kalp-damar sorunları riskinin artması, günışığı etkileniminin azalması nedeniyle çöküntü (depresyon), mevsimsel duygusal bozukluk olgularının artması sayılabilir.

Kötü uyku kalitesi (niteliği) nedeniyle bilişsel işlev bozulurken, bellek ve dikkat azalır. Sabahın erken saatlerindeki karanlık sürücü ve yayalar için kaza olasılığını artırır. Karanlıkta görüşün zayıf olması, özellikle okul çocukları ve çalışanları etkileyen trafik kazalarını artırabilmektedir.

YARARDAN ÇOK ZARAR

Karanlıkta çalışmak veya okula gitmek ruhsal durumu, moral gücü ve üretkenliği olumsuz etkiler.

Doğal gün ışığı etkileniminin dikkat yoğunlaşmasını, uyanıklığı ve ruh halini (durumunu) iyileştirdiği gösterilmiştir.

Sabah ışığının eksikliği, tam olarak uyanmayı ve erken saatlerdeki üretkenliği zorlaştırabilir.

İnsanlar uyanık oldukları saatlerin “değerli” bir bölümünü karanlıkta geçirdiklerinde sosyal ve aile yaşamları bozulabilir. Yaşam kalitesi (niteliği) azalır. Sabah evden çıkışların bir dayanışma ve güven desteği olmasını engeller.

Öğrenciler, özellikle küçük çocuklar, uyku düzenlerindeki ve ışık etkilenimindeki değişikliklere karşı daha duyarlıdır. Sabahları ışık eksikliği öğrencilerin yoğunlaşmalarını zorlaştırarak akademik başarımlarını (performanslarını) olumsuz etkileyebilir.

Daha çok insanın karanlıkta okula veya işe gitmesiyle kaza riski artar. Okula yürüyen veya otobüs duraklarında bekleyen öğrenciler için sabah karanlığındaki düşük görüş mesafesi (uzaklığı) ciddi bir risk oluşturur. Benzer biçimde, sürücüler için zayıf görüş uzaklığı, özellikle kötü hava koşullarında kaza oranlarını artırmaktadır.

Kötü niyetli kişilerin karanlık ve alacakaranlığı amaçlarını gerçekleştirme fırsatı olarak değerlendirme eğilimleri yüksektir.

Olumlu sanılan birkaç durum da söz konusudur. Kış saatine geçmeyiş, akşamları daha çok gün ışığının yapay aydınlatma ve ısıtma gereksinimini azaltarak enerji tasarrufu sağladığı düşüncesine dayanır. Ancak, günümüz çalışmaları, kış saatine geçmeyerek sağlanan enerji tasarrufunun çok küçük hatta ihmal edilebilir düzeyde olduğunu göstermiştir. Sabahleyin artan ısıtma gereksinimi, karanlık sabah saatlerinde yapay aydınlatmanın kullanılması gibi etmenler söz konusu kazanımı ortadan kaldırmaktadır.

Günümüzde enerji tüketimi daha çok elektronik aygıtlar, aletler ve ısıtma / soğutma sistemleriyle ilgilidir ve bunlar günışığından bağımsız olarak kullanılır. Kış saatine geçmemek, akşam saatlerinde daha çok gün ışığı olması anlamına gelir. Bunun, insanlara işten veya okuldan sonra açık hava etkinlikleri, egzersiz ve sosyalleşme için daha çok zaman sağlayabileceği düşünülebilir. Ancak ülkemizde güvenli oyun alanlarının bulunmaması ve güvenlik sorunları yararlı oyun ve beden eğitimi etkinliklerini kısıtlamaktadır.

  • Bu durumda adeta toplumsal işkenceye dönüşen bu inadın sürdürülmesindeki amaç nedir?

Değişmez hükümler ikiyüzlülüğü-1 ve 2

Dostlar,

Geçtiğimiz Pazar günü, 20 Ekim 2024’te İstanbul Barosu Başkanlığına seçilen

Sayın Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU‘nun tartışmalara neden olan
“ANAYASAMIZIN DEĞİŞMEZ MADDELERİ”

hakkında BİRGÜN gazetesindeki haftalık köşesinde yer alan 2 makalesini aşağıda “birlikte

sunuyoruz. İlki 26 Eylül 2024, ikincisi bu gün, 24 Ekim 2024 tarihli.

Kaboğlu hocamızın her 2 makalesinde yer alan şu tümceyi özellikle paylaşmak isteriz:
  • “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan Türkiye Devleti…

Birbirimizi doğru anlamak ve sınırlı enerjimizi doğru hedeflere yönlendirmemiz gerek.

Sayın Prof. Kaboğlu, 50 yıllık hukukçudur ve Anayasa Hukuku alanında yetkinliği
tartışma dışıdır.

O’nun deyimiyle, kendisini Cumhuriyet’in 2. Yüzyılıyanlısı (Türkiye yüzyılı” yanlısı değil!) görüyoruz ve yeni görevinde içten başarılar diliyoruz.

Ağır bedeller ödemiş namuslu bir hukukçu olarak, çok yerinde tanımladığı 3’lü hedefe birlikte yürüyelim isteriz :

“Üçlü hedef ise, asla gündemden düşürülmemeli :

1. Doğru ve gerçek bilgi,
2. Yürürlükteki Anayasa’ya saygı,
3. TBMM önünde sorumlu Hükümet için Anayasa değişikliği.

Sevgi ve saygı ile. 24 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli  
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

==========================================================

Değişmez hükümler ikiyüzlülüğü-1

Güncel 26.09.2024, BİRGÜN

Değişmez anayasal hükümler dokunulamaz değil. Nitekim 1995 ve 2001 değişikliklerinde dolaylı da olsa dokunularak korunan alan pekiştirildi. Nasıl? Başlangıç metni ve madde 14 yoluyla.

Başlangıç’tan ırkçılığı çağrıştıran ibareler çıkarıldı (1995 ve 2001); “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” yeniden tanındı (md.14).

Irkçı çağrışım yapan öğelerin azaltılması ile madde 2’nin yollama yaptığı Başlangıç metni, “demokratik hukuk devleti” bağlamına yaklaştırıldı. “İnsan haklarına saygılı Devlet” kaydını öngören madde 2, “insan haklarına dayanan Devlet” olarak okunmaya başlandı.

Böylece, 2001’de Türkiye Cumhuriyeti(md.1)’nin niteliği, ‘insan haklarına dayanan’ kaydı ile pekiştirilmiş oluyordu.

Özet: karşılaştırmalı anayasa hukuku verileri ışığında, değiştirilmez maddeler, kurucuların hedefini ileriye götürücü anlamda pekiştirilebilir.

Bununla birlikte, 2017 sonrası ve 1 Ekim 2024 öncesi, değişmez maddelere ilişkin düzenleme, uygulama ve söylemler, tersi yönde oldu ve bu durum sürüyor:

-düzenleme olarak; 2017değişikliği, özü itibariyle ‘demokratik devlet’ niteliği ile bağdaşır değil: hesapverebilir hükümet ve siyasal sorumluluk kuralı kaldırıldı.

-uygulama bakımından; dini siyasete alet etme yasağı (md. 24/son), sürekli çiğnenmekte. Dinsel inanca dayandırılan kur korumalı mevduat (KKM) düzenlemesi, bir dönüş eşiği. Temel norm ihlaliyle anayasa bilimi ve iktisat bilimi yadsıması, Hazine’yi yuttu, halkı daha da yoksullaştırdı.

-söylemler düzleminde; değişmez maddeler karşıtlığını açıkça dillendiren Hüda-Par, 1995 ve 2001’de yapılanların tam tersine değişmez maddelerin içeriğinin boşaltılması yönünde bir irade ortaya koydu. İşe madde 4’ten başlamanın kendince ‘akıllıca’ bir yaklaşım olduğunu düşünmüş olsa gerek ki, karşı çıkanlara ‘ahmak’ dedi. Arkasında, DİB-MEB-MSB ve cemaat-tarikat ekseninde oluşturulan akıl ve bilim dışı kuşatma hattı giderek kök salıyor.

“İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti”nin içeriğini, söylem, düzenleme ve uygulama bakımından boşaltma seferberliğindeki Cumhur İttifakı,

  • “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan Türkiye Devleti’ni

ülkesel yağma ve toplumsal ayrıştırma yoluyla madde 3’ü de ihlalde sınır tanımıyor.

Geriye, haliyle yine içeriği boşaltılan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1) tanımı kalıyor. Madde 4’ü sorgulamakla işe başlamak, aslında –Taliban ve Hizbut Tahrir hattında- Cumhuriyet’i hedef almaktır.

Yıkım faaliyeti, ‘otoriter hükümler’ (2017 düzenlemesi) ve ‘keyfi uygulama’ (2018-24) sarkacında yürütülüyor.

Keyfiliği Resmi Gazete ile tescillenen 6 yıllık uygulamanın tümü, şekil yönünden de Anayasa’ya aykırı: bakanların af talebi ve kabulü.

“Kaynağını anayasadan almayan hiçbir devlet yetkisi kullanılamaz” yasağına karşın, kendini Anayasa-üstü konumlandıran Cumhurbaşkanı, suç zanlısı bakanları aklıyor, tam tersine görevini yapanları şaibeli kılıyor.

Bu egemenlik gaspı, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığını felç ediyor. (Dahası, OHAL KHK’leri çağrıştırıyor: KHK ek çizelgelerine adlarını yazdıkları kişilere yargı yolunu kapatanlar, tersi yönde, “sorumsuzluk yasaları” ile kendilerine karşı yargı yolunu kilitledi.).

Bugün ise yargı, bir yandan, demokratik siyaset alanını daraltmak için muhalifleri tasfiye (E. İmamoğlu vak’ası); öte yandan, demokratik toplum aktörlerini susturma ( düşünce ve siyasi suçlular hapiste iken, 26 suç kaydı bulunan katil serbest) aracı olarak kullanılıyor.

Bu ortam ve koşullarda adil yargılanma hakkı (AYH), başat hak konumuna geliyor: en çok ihlal edilen ve merkeze oturtulması gereken bir hak. Barolar, AYH savunucuları ve bekçileri olarak dayanışma ve eylem halkalarını örebilmeli.

1 Ekim günü TBMM’nin açılışı vesilesiyle: darbe anayasası/sivil anayasa ikileminde ‘sahte anayasa’ söylem sahneleri karşısında “demokratik Cumhuriyetçi yurttaşlar” uyanık olmalı: Anayasal ve siyasal mirası yıkım sürecinde “toplum üzerinde akıl ve bilimdışı egemenlik” iştahı asla meşrulaştırılmamalı, kanıksanmamalı ve kategorik olarak reddedilmeli.

Üçlü hedef ise, asla gündemden düşürülmemeli :

1. Doğru ve gerçek bilgi,
2. Yürürlükteki Anayasa’ya saygı,
3. TBMM önünde sorumlu Hükümet için Anayasa değişikliği.
=====================================================

Siyaset 24.10.2024, BİRGÜN

“Değişmez anayasal hükümler dokunulamaz değil. Nitekim 1995 ve 2001 değişikliklerinde dolaylı da olsa dokunularak korunan alan pekiştirildi. Nasıl? Başlangıç metni ve madde 14 yoluyla.

Başlangıç’tan ırkçılığı çağrıştıran ibareler çıkarıldı (1995 ve 2001); “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” yeniden tanındı (md.14).

Irkçı çağrışım yapan öğelerin azaltılması ile madde 2’nin yollama yaptığı Başlangıç metni, “demokratik hukuk devleti” bağlamına yaklaştırıldı. “İnsan haklarına saygılı Devlet” kaydını öngören madde 2, “insan haklarına dayanan Devlet” olarak okunmaya başlandı. Böylece, 2001’de Türkiye Cumhuriyeti (md.1)’nin niteliği, ‘insan haklarına dayanan’ kaydı ile pekiştirilmiş oluyordu.

Özet:

  • Karşılaştırmalı anayasa hukuku verileri ışığında, değiştirilmez maddeler, kurucuların hedefini ileriye götürücü anlamda pekiştirilebilir.”

Alıntı, ‘Değişmez hükümler ikiyüzlülüğü’ başlıklı yazımdan (BirGün, 26 Eylül).

Devamı şöyle özetlenebilir:

“İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti”nin içeriğini, söylem, düzenleme ve uygulama bakımından boşaltma seferberliğindeki Cumhur İttifakı, 

  • “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan Türkiye Devleti’ni

ülkesel yağma ve toplumsal ayrıştırma yoluyla madde 3’ü de ihlalde sınır tanımıyor.

Geriye, haliyle yine içeriği boşaltılan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1) tanımı kalıyor.

Yıkım faaliyeti, ‘otoriter hükümler’ (2017 düzenlemesi) ve ‘keyfi uygulama’ (2018-24) sarkacında yürütülüyor. (…).

Bilgisiz fikirciler!

Değişim İçin Avukatlar (DİA) olarak katılımcı ve kucaklayıcı yolla yürüttüğümüz seçim çalışmasını saldırı için fırsat bilen bir “güruh”, iftira kampanyası başlattı. Bu “kara kampanya” tutmadı ve DİA seçimleri kazandı: Kazanan aslında İstanbul Barosu ve Hukuk oldu.

“Ben değil, BİZ” olarak çıktığımız yolda, hakkımda üçlü karalama yapıldı:

– Avukatlık yapmadı;
– 2010’da ‘yetmez ama evet’ dedi;
– Değişmez maddelerin değişmesini savunuyor.

İlk ikisini, Kurultay sırasında yaptığım konuşmada yanıtladım. Üçüncüsünü ise, sonuçlar belli olunca sandalye üstünde yaptığım teşekkür konuşmasında, elli yıllık akademik alışkanlık, saydamlık ve saflıkla, ‘değişmez hükümler ikiyüzlülüğü’ başlıklı yazımda işlediğim görüşü dillendirdim.

  • Anayasa’yı şantaj malzemesi olarak kullanan sözde milliyetçi kimi siyasetçi ve/ya Atatürk’ü sömüren sözde medya mensubu müfterilerle, daha önce olduğu gibi yargı önünde hesaplaşacağım.

Üzücü olan, 2017 yıkımı karşıtı olan veya öyle görünen hukukçu veya olmayan diplomalıların, “olumlu, ileriye götürücü, güçlendirici ve pekiştirici” dokunuş ne demek? vb. sorgulamalarla
kalıp yargılar eşliğinde kara çalma furyasında yer alması.

Kamuoyunu bilgilendirme adına yaptığım açıklamadan alıntı:

“Anayasal yıkım karşısında seyirci kalanlar, 1995 ve 2001 Anayasa değişikliklerinin neden olduğu iktidar-özgürlük dengesizliğinin özgürlük lehine düzeltilmesine yönelik dokunuşların dile getirilmesini “linç kampanyası” nın gerekçesi olarak kullandı. (…)

Anayasal bilgilenme hakkı ve Anayasa’ya saygı için mücadele, İstanbul Barosu üyesi 65 bin avukatın ve özellikle genç avukatların sorunlarının çözümü için de gerekli. Bu inançla, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu olarak laik ve demokratik hukuk devleti için hızlıca görevimize odaklanacağız.”.

Konuyu daha çok işleme gereği açık. Şimdilik, olumlu örnek için 2001’de yeniden yazılan madde 13’ü aktarmakla yetineyim:

  • “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”

İşte, demokrasi, insan hakları ve laiklik için güçlendirici düzenleme budur.

2017’de Hükümetin, siyasal karar düzenekleri ve sorumluluğun kaldırılması ise,
“demokrasi” için yıkıcı sonuçlar doğurdu.

“Anayasal bilgi kirliliği”, 21. yüzyılın büyük ayrışmasını yansıtan “Cumhuriyet’in 2. Yüzyılı” yanlıları ve “Türkiye yüzyılı” yanlılarının ortak paydası mı yoksa? Ne acı!

“Değişmez maddeler kırmızı çizgimiz” nakaratı eşliğinde bu maddelerin koruduğu değer ve ilkeleri yadsıyan Anayasa düşmanlarının dilini kullanmamı kimse beklemesin!

Ulus devlet, yurttaşlık ve dil birliği konusu

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞI GENEL BAŞKANI

22 Ekim 2024, Cumhuriyet

Yıllardır ısıtılan, son günlerde cumhurbaşkanı ve Cumhur İttifakı sözcülerince gündemin başına taşınan, yandaş basının da iştahla savunup kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı, “Darbe anayasasından kurtulma” soslu, “sivil anayasa” ambalajlı, üniter (tekil) ulus devlet ve laik Cumhuriyeti
hedef alan yeni (gerçekte oldukça eski) anayasa arayış ve tartışmalarının, laiklik ilkesini silikleştirmek (giderek ortadan kaldırmak) yanında, görünürde masum ve insan hakları
temeline dayandırılan iki temel taleple (istemle) yürütüldüğü görülüyor.

Anayasamızın “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep
ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
” diyen
10. maddesi varken “eşit yurttaşlık” istemek; Anayasa hükmüyle, kurucu iradenin
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına (halklarına değil) Türk milleti denir.
tanımını yok etmeyi istemektir.

ÜNİTER YAPI

Çünkü bu millet tanımı; kan, ırk, soy temelli değil, egemenlik (devlet), coğrafya (vatan) ve kültür temelli bütüncül bir millet (milliyetçilik) tanımıdır. Bu tanım terk edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran “Türkiye halkı” bölünmek, şimdilik 2 (giderek 3, 4, 5…) kurucu halk tanımlanmak, devlete (ve millete) bu halkların ayrı uluslar olduğu ve self determinasyon
(kendi yazgısını belirleme) hakları bulunduğu kabul ettirilmek istenmektedir. Bu, Batı emperyalizmi üretimi, devletimizin “üniter ulus devlet” olma özelliğini berhava (yok) etmeye, bugün “Türkiye halkları” olarak söylenen ifadeyi “Türkiye ulusları” biçimine dönüştürmenin hukuksal zeminini oluşturmaya, “Türk” kavramını da “Türkiyeli” ile değiştirmeye yönelik bir istemdir; masum da değildir. Temel insan hakları ile bir ilgisi de yoktur.

ULUS ve ORTAK GELECEK

“Ana dilde eğitim” istemi de yine Batı emperyalizminin 100 yıldır bir türlü gerçekleştiremediği anti-emperyalist ve laik bir üniter ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, 2 ile başlayıp zamanla artırılacak parçalara bölmek hedefine hizmet eden, “insan hakkı” tatlandırıcısı ile cilalanmış art niyetli bir istemdir. İstenen; ana dili öğrenmek, ana dille konuşmak, yazmak,
eser (yapıt) vermek değildir. Bunlar her yurttaş için temel haktır, serbesttir. Asıl istenen,
ulus olmanın olmazsa olmazı olan “dil birliği” yok edilerek bölünmeyi kolaylaştırmaktır.

Bir ulus devlette eğitim mutlaka dil birliği ilkesiyle (tek dille) yapılmalıdır. Ülkenin bütününde
tüm yurttaşlar aynı dille eğitim görmediklerinde, yaşamları boyunca farklı dillerde eğitim alan, ortak bir dille anlaşamayan yani dil birliğinden yoksun insanlar nasıl olup da ulus olabilecekler, ortak gelecek hedefinde birleşebilecekler, ülkenin her yerinde yaşamlarını sürdürebilecek, çalışabilecek, milletin diğer fertleriyle (ulusun öbür bireyleriyle) anlaşabilecek ve mesleklerini yapabileceklerdir? Bu soruların yanıtlarını bilmek için müneccim (önbilici) olmaya gerek yoktur.

LAİKLİK İLKESİ

Bu iki istemin ve laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmasının (devletimizin Ortadoğu tipi bir
din devletine dönüştürülmesinin)
aynı zamanda Batılı emperyalist devletlerle yaratıp destekledikleri bölücü terör örgütlerinin ve siyaset kurumundaki temsilcilerinin ortak istemi olması ise kuşkusuz tesadüf (rastlantı) değildir.

  • Türkiye Cumhuriyeti devleti ilelebet üniter ulus devlet olarak payidar kalacaktır!

Terörle Savaşım Stratejisiz Olmaz

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, Strateji uzmanı

  • Stratejik hatalar taktik başarılarla giderilemez!

Devlet Bahçeli’nin son çıkışı terörle savaşım (mücadele) konusunda yeniden düşünmemizi gerektiriyor.

“Türkiye Cumhuriyeti devleti 40 yıldır terörü neden bitiremedi?” sorusunun temel yanıtı strateji (yordam) noksanlığıdır.

Kapsamlı ve gerçekçi bir strateji olmayınca terörle mücadele teröristlerle mücadeleye indirgenmiş, dolayısıyla güvenlik güçlerine bırakılmıştır. Etkisiz duruma getirilen terörist sayısından daha çoğu örgüte katıldıkça, teröristleri etkisiz duruma getirmekle sorun çözülememektedir (Havuz problemi!).

Terör, silahlı savaşımın ötesinde toplumsal, siyasal, yönetsel, eğitim, ekonomik, ruhbilimsel,  uluslararası boyutları olan çok boyutlu bir olgudur. Bu nedenle savaşım da çok boyutlu olmalı ve silahlı gücün yanında devletin tüm güç ögelerini kapsamalıdır.

Terörü bitirmek için şu üç ögeyi dikkate alarak kapsamlı bir strateji (yordam) saptamak gerekir:

  1. Teröristleri etkisiz duruma getir,
  2. İç desteği kes,
  3. Dış desteği kes.

İç desteğin kesilmesi için yukarıda değinilen toplumsal, siyasal, yönetsel, eğitim, ekonomik,   ruhbilimsel alanlarda önlemler saptanmalı ve uygulanmalıdır. İnsanlar yaşamlarından
mutlu olursa ve devletin gücü karşısında terörle bir sonuç alınamayacağını anlarlarsa
dağa çıkmak istemezler. Dağa çıkış azaldıkça terör de azalır.

Dış desteğin kesilmesi için ABD’ye karşı başta ekonomik bağımsızlığımız olmak üzere,
tam bağımsızlığımızı gerçekleştirmek ve coğrafya gücümüzü kullanmak gerekmektedir.

  • Terör örgütünü açıkça destekleyen ABD’nin üslerimizi ve
    hava sahamızı kullanmasına izin verilmemelidir..

Böyle bir strateji (yordam) geliştirilmezse Sn. Bahçeli’nin yaptığı gibi günübirlik,
taktiksel çözüm önerileri ile bir sonuç alınamayacağı anlaşılmalıdır.

Siyasal istenç (irade) olursa Türkiye birikimi ve 40 yıllık deneyimi ile kapsamlı ve
uygulanabilir bir “terörle savaşım stratejisini” saptayabilecek olanaklara sahiptir.

Zararın neresinden dönülürse kardır.

Nobel, ahmaklık ve açılım

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
21 Ekim 2024, Cumhuriyet

Daron Acemoğlu’nun ekonomi alanında Nobel ödülünü alması; İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmaklık” davası; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM açılımı, geçtiğimiz haftanın gündemindeki konuların arasındaydı.

Daron Acemoğlu’nun Nobel ödülünü alması hem kendisi hem de Türkiye için önemli bir gelişme olmakla birlikte, Nobel ödülünün geçmişte her zaman hak edenlere verilmediği dikkate alınacak olursa, Nobel konusunda abartılı heyecanlara kapılmamak daha doğru olur.

Nâzım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi Türk edebiyatının öncü isimlerine verilmeyen Nobel edebiyat ödülünün Orhan Pamuk’a verilmesi bunun örneklerinden birisidir.

Nobel barış ödülünün de Mustafa Kemal Atatürk, Mahatma Gandhi ve Olof Palme gibi emperyalizme karşı mücadele eden ve dünya barışına hizmet eden kişilere verilmemiş olması, Nobel’in tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Nobel hakkında yorum yapılırken bu gerçeklerin de dikkate alınması gerekir.
***

  • Ekrem İmamoğlu’na karşı açılan kumpas (tuzak) davası bir sivil darbe girişimidir.

Eğer bir iktidar seçimlerdeki rakiplerini kendisi belirliyorsa, seçimleri kazanabilecek olası adayları hukuk dışı yollarla bertaraf ediyorsa, bunun adı sivil darbedir. Böyle bir “seçimin” gerçek bir seçim olmadığı açıktır.

CHP bu gerçeği dikkate alarak bir strateji geliştirmeli, seçmeni ve halkı bu darbe girişimine karşı harekete geçirecek önlemleri almalı, örgütlenmeleri planlamalı, Ekrem İmamoğlu’na sadece söylemle değil, etkili eylemlerle sahip çıkmalıdır.

Ekrem İmamoğlu’nu seçimlerde bertaraf etmek mert, cesur, onurlu, namuslu ve şerefli insanların yapacağı bir şey de değildir. Alçak, kurnaz, korkak ve entrikacı insanlar böyle hesaplarla iktidarlarını korumaya çalışırlar. Mert, cesur, onurlu, namuslu ve şerefli insanlar, rakipleriyle eşit ve özgür koşullarda yarışırlar, hile yoluyla seçim kazanmanın yolunu aramazlar.
***
Bugüne kadar HDP’nin ve DEM’in kapatılmasını talep eden, eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı bir biçimde hapiste kalmasını ve seçilmiş HDP’li, DEM’li belediye başkanlarının yerine hukuka aykırı bir biçimde kayyum atanmasını savunan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, DEM milletvekillerine zeytin dalı uzatması, ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

AKP, HÜDA PAR, BBP ile birlikte laiklik karşıtı bir anayasa yapma hazırlığı içinde olan MHP, bu anayasa değişikliğini yapabilmek için DEM ile yakınlaşma stratejisi izlemektedir. Bugüne kadar laiklik konusunda etkili bir duruş sergilemeyen DEM de buna çanak tutmaktadır.

Din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapılması
Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamayacağı gibi, büyük bir zarar verir. 

AKP din ve mezhep üzerinden siyaset yapmaktadır. HÜDA PAR ve BBP hem din hem etnik kimlik üzerinden siyaset yapmaktadır. HÜDA PAR Kürt etnik kimliği ve din, BBP Türk etnik kimliği ve din üzerinden siyaset yapmaktadır. MHP Türk etnik kimliği, DEM Kürt etnik kimliği üzerinden siyaset yapmaktadır.

Bu nedenlerden ötürü bu siyasal partilerin hiçbiri Türkiye partisi değildir. Bu partiler Türkiye’nin bütünlüğünü sağlayabilecek siyasal partiler olmadıkları gibi, Türkiye’nin din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden bölünmesini ve parçalanmasını teşvik etmektedirler.

Bu partilerin, yine din ve mezhep üzerinden siyaset yapan Gelecek Partisi’nin, Demokrasi ve Atılım Partisi’nin, Saadet Partisi’nin ve Yeniden Refah Partisi’nin de desteğiyle yapacağı bir anayasa, Türkiye için büyük bir felaketle sonuçlanacaktır.

Bu nedenle TBMM’de temsil edilen CHP’nin, İYİ Parti’nin ve Türkiye İşçi Partisi’nin üzerinde büyük bir sorumluluk bulunmaktadır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik ve ekonomi14 Ekim 2024
AKP ve İsrail7 Ekim 2024

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DAMAT

Ordu Şehir Hastanesi ihalesini 2021’de 1.7 milyar liraya alan AKP’li Fatih Belediyesi Başkan Yardımcısı’nın damadı, işi belirlenen tarihte bitiremedi. Yeni ihaleyi 4.7 milyara yine aldı.

Kime eş değil kime damat olacağını bileceksin!…

YIL DÖNÜMÜ

FETÖ’nün elebaşı sümüklü Feto, Ergenekon kumpas davasının ilk duruşmasının görüldüğü gün olan 20 Ekim 2008’in yıl dönümünde öldü.

Darısı, ülkemize zarar veren öbürlerine…

MANKURTLAR

MSB, Fetö’nün ölümü sonrası yaptığı açıklamada, “Mankurtlaştırdığı beyinlerle asil Türk milletinin istiklal ve istikbaline kast eden, devletimize ve kahraman ordumuza büyük zarar veren FETÖ elebaşı ölmüştür.” dedi.

Siyasetin en tepesindeki eski/kripto mankurtların başı sağ olsun…

İBLİS

RTE, Feto için, “Sonu diğer iblisler gibi onursuz bir ölüm olmuştur.” dedi.

Bari ölüsü gelsin, hasret bitsin…

FIRINCI

Maliye Bakanı Şimşek, en çok vergi kaçağının fırıncılarda olduğunu söyledi.

  1. Ben zengine, rantçıya dokunmam.
  2. Zenginin milyonlarca liralık vergi borcunu affederim, fırıncıya gücüm yeter hamur gibi ezerim!..

ÜÇÜNCÜ

AB Komisyonu Başkanı Leyen göçmenleri AB ülkelerinden geri gönderecek üçüncü ülke arandığını söyledi.

AKP’nin ülkesini tarif ediyor gibi…

SARAY

Cumhurbaşkanlığı sarayları için bütçeye 1.8 milyar TL ödenek ayrılmış.

Padişahı aratıyor…

ŞEREF

Ülke bebeklerin katledilmesi olayı ile çalkalanıyor. Tek istifa yok.

İstifa şerefli insanlar için onurlu bir kurumdur…

TARAF

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı atan teğmenlerin cezalandırılacağı konusunda
Özgür Özel, RTE’ye, ”Atatürk mü, Yunan mı, hangi tarafta olduğunu seç!” dedi.

Ne tarafta olduğu belli değil mi?..