Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

VAZGEÇMEYEN, VAZGEÇİLMEYEN BİR CUMHURİYETÇİNİN PORTRESİ : MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Dostlar,

Bu gün, 28 Ekim 2023 günü, kısa adı “Yüksek Ticaretliler Derneği” olan dostlarımızın örgütünde bir “İkili Konferans” verdik.

Onur Üyesi kabul edildiğimiz bu Derneğin Sn. Başkanı Davut Özdemir, Prof. Dr. D. Ali Ercan ve bizden, Cumhuriyetimizin 100. yılı anısına böylesi bir etkinlik istediler. Belirledikleri konu,

  • “VAZGEÇMEYEN, VAZGEÇİLMEYEN BİR CUMHURİYETÇİNİN PORTRESİ : MUSTAFA KEMAL ATATÜRK” idi.

Oturumu Dr. Taner Şahin yönettiler. Biz de aşağıdaki pdf dosyasında sunduğumuz yansılarla sunumumuzu yaptık (50 yansı, 5,33 MB)

Vazgeçilemeyen ATATÜRK 28.10.23

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 28 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Cumhuriyet ‘kurtarılabilir’ mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset  28.10.2023, BİRGÜN

Cumhuriyet’in nitelikleri üç katmanlı bir anayasal yazım tarzını yansıtmakta:

-Ana üçlü; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti.

-İkinci halka, ana üçlüyü belirleyen özellikler: insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanma.

-Üçüncüsü, ilk iki halkanın ortam ve koşullarına ilişkin: toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı.

Bunları somutlaştırdıktan sonra md. 2’nin ne ölçüde saygı gördüğünü uygulama bakımından test edip, 2. Yüzyıla dönük çözüm önerileri sıralanacak.

NİTELİKLER

Demokratik devlet, Yasama ve Yürütmenin seçimler yoluyla belirlendiği devlet değil yalnızca. Yerel yönetimler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üniversiteler de bu özellikte. Hepsi için altyapı niteliğindeki demokratik toplum ise kişi güvenliği ve özgürlüğü, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne saygıyı gerekli kılar.

  • Laiklik din, inanç ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınmasını gerekli kılar;
    dinin siyasete alet edilmesini yasaklar; devlet, bütün din ve inançlara eşit davranır.

Sosyal, “insan haysiyetine yaraşır bir yaşam” için, Devletin fırsat ve olanak eşitliğini sağlayıcı, hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırma yükümlülüğü öngörür.

ÖZELLİKLER

İnsan haklarına saygı: “İnsan haklarına saygılı Devlet”, “insan haklarına dayanan Cumhuriyet” yazımı sonucu (2001) insan hakları, devletin varlık nedenine dönüştü.

Atatürk milliyetçiliği: Akıl ve bilim ışığında belirlenen ulus ve yurtseverlik.

-Başlangıçta belirtilen temel ilkeler: Anayasa bütününü esinleyen Devlet örgütlenmesine ve kişi özgürlüklerine ilişkin ilkeler olup, 1995 ve 2001 Anayasa değişikliklerinde ırkçılık çağrışımı yapan öğeler kısmen ayıklandı.

İLKE ve DEĞERLER

Toplumun huzuru: İnsan haysiyeti ile bağdaşır asgari yaşam gerekleri, toplumsal huzurun öncülü. Huzur, yaşam kalitesi ve gelir bakımından büyük dengesizliklerinin bulunmadığı toplumsal yapıda sağlanır.

Milli dayanışma, kederde ve kıvançta ortak bir gelecek için paylaşılabilecek duygu ve düşüncelere sahip olunması ölçüsünde sağlanır.

Adalet, mahkeme önünde adalet, toplumsal adalet ve çevresel / ülkesel adalet biçiminde geniş yelpazelidir.

Nitelikler, özellikler ve değerler, toplumsal, siyasal ve hukuksal öğelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzlemde tasarlanma tarzı (biçimi) olarak ileriye açıktır.

UYGULAMA: 100. Yılında Türkiye devleti, -ülkesi, toplumu ve yurttaşları ile- Cumhuriyet’in niteliklerinin neresinde yer alıyor?  Anayasa madde 2 ne ölçüde saygı görüyor, uygulanıyor ve gerekleri yerine getiriliyor? Şimdi kısaca buna bakalım:

1.- Anayasal düzlem: Önce, madde 2 üzerine siyaset ve hukukun karşılıklı rövanşı:

-2008: AKP’nin yaptığı türban için Anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi’nce madde 2’ye aykırılık gerekçesi ile iptal edildi.

-2017: AKP-MHP, Anayasa değişikliğinde madde 2’ye dokunmadı, ama özünü boşalttı.

  • Bu nedenle Cumhuriyet’in 100. yılında ‘ikili anayasal düzen’ geçerli:

-Madde 2 ile uyumlu hak ve özgürlükler düzeni.

-Madde 2 ile bağdaşmayan Cumhuriyet’in temel kurumlarının yapılanma tarzı.

2.- Yasalar: Madde 2 gereklerine aykırı yasalar hep yürürlükte oldu; ama bunlar, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) döneminde zirve (tepe) yaptı. Öyle ki kimi yasalar, bir değil, sayılan 9 öğenin birçoğuna aykırı. Kur Korumalı Mevduat örneği, sosyal ve laik devlet özelliği, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı başta gelmek üzere, Cumhuriyet ile bağdaşmaz.

 3.- Keyfi ve yasakçı uygulama: Kamu makamları, Anayasa’ya aykırılıklar içeren ama yine de yurttaşlar için asgari güvenceler öngören yasalar yokmuş gibi keyfi ve yasakçı uygulamaları yaygınlaştırmış bulunuyor.

4.- Nefret söylemi: Özellikle yönetici konumda olan ve sözleri ile toplumu etkileme gücü bulunan kişilerin söylemleri, Cumhuriyet üçlüsüne tümüyle yabancı: ”dindar ve kindar nesil” söyleminden “illet ve zillet ittifakı” nakaratına dek, -terör ve ihanet yaftası dahil- kendinden olmayanı ötekileştiren ve hedef gösteren süreklilik taşıyan öfke yüklü ifadeler.

5.-Sansür: Cumhuriyet’i çürütme eşiğine sürükleyen keyfi yönetim, kamu yöneticilerinin de bulaştığı “pislikleri” örtmek ve gerçekleri öğrenme hakkını bile engellemek için Saray ve çevresi,  yasama ve yargıyı da kullanıyor.

 6.- Hukuk dışı alanlar: Hükümet yokluğu, siyasal sorumsuzluk ve yaptırımsızlık, hukuk dışı alanları genişletti.

7.- Bellek tahribi: Anayasal ve siyasal yıkımın ardından, tarihsel, kültürel ve doğal dokuyu yok etme  seferberliği hiç hız kesmedi: havaalanından hastanelere, tarihsel eserlerden doğal mekanlara bozucu ve yok edici işlemler ve eylemler dizisi, Cumhuriyet dönemi toplumsal belleği de silmeye yöneliyor.

 ÖNERİLER: 100. yıl önce, Kurtuluş ve Kuruluş süreci eşzamanlılığı ile gerçekleştirilen kurumlar ve kurallar, 21. Yüzyıl gerekleri ışığında yeniden nasıl kazanılabilir?

1.- Anayasa: Cumhuriyet’in niteliklerini benimseyenler için, içi boşaltılmış olsa da madde 2, belirleyici itici güç. Bu bilinçle Anayasal geleceğe bakmak gerek.

2.- Demokratik toplum: Anayasal hak ve özgürlükler sahiplenilmeli ve kararlılıkla savunulmalı.

3.- Nitelikli ülke: Anayasa, ekosistemi koruyucu yönde okunmalı ve uygulanmalı.

4.-  Demokratik Cumhuriyet: Düşünce-hukuk-eylem üçlüsünde savunulmalı.

5.-  Doğru bilgi: Cumhuriyet’in kazanımları ve eksikleri üzerine, Devlet yönetimindeki çürüme ve toplumun karşı karşıya bulunduğu sorunlar üzerine hep doğru bilgi ağı genişletilmeli.

6.- Meşruluk ve kanıksama sorunu: PBDBY’yi asla kanıksamadan, Cumhuriyet’in niteliklerini, demokrasi dışı 2017 kurgusunu aşmanın kaldıracı olarak kullanmada amaç ve araç tutarlılığı sürekli gözetilmeli.

7.- Siyasal münavebe:  Siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri ve tüm toplumsal kesimler, “mutlak çürümeye” karşı, -Anayasa değişikliği dahil- seçenekler önerme sürecine zaman yitirmeden başlamalı, iktidarın eldeğiştirme yolunu tıkayan düzenleme ve uygulamalara sürekli ve kararlı biçimde karşı çıkmalı.

8.- Toplumsal seferberlik: İleriye götürülmeye açık ‘nitelikler/özellikler ve değerler’ olarak Cumhuriyet ortak paydasının asgari gerekleri, yurtseverlerce toplumsal sahiplenmeye dönüştürülebildiği ölçüde, 2. Yüzyılında ‘iç hasımlarına karşı’ kurtuluş umudu doğar.

Kutlu olsun! 

CUMHURİYETİMİZİN 100. YIL DÖNÜMÜNÜ SALT KUTLAMAK YETMEZ!!!

Dr. Güzide Filiz TUZCU AKDAĞ

CUMHURİYETİMİZİN 100. YIL DÖNÜMÜNÜ SALT KUTLAMAK YETMEZ!!!

Kesinlikle yetmez!

T.C. devletinde 85 yıldır (11 kasım 1938 – 29 ekim 2023) yaşanan siyasal ve ekonomik olumsuz gelişmeler ve bu bağlamda başta tam bağımsızlığımız olmak üzere, bir bir yitirilen Cumhuriyet kazanımlarımız, Cumhuriyetin salt  “kutlamalarla korunamayacağını” net ve açık olarak ortaya koymuştur.

Türkiye’de 85 yıldır neler olduğunu anlamak için gerçek Osmanlı tarihini öğrenmek zorundayız.

Osmanlı padişahı 2. Mehmet iktidarı (1444-1481) Türk ulusu için devasa bir kırılma (bir dönüm) noktasıdır : İkinci kırılma noktası ise 11 kasım 1938 – 15 mayıs 1950 arası 12 yıl saltanat süren İsmet İnönü iktidarıdır

  • O halde Cumhuriyetimiz nasıl korunur?

Ancak ve ancak “Ulusal tarih bilinci” kazanmakla korunur ve yüzyıllarca yaşatılabilir…
Ulusal Tarih Bilinci – öbür adıyla Ulusal Bellek de ancak “Ulusal eğitimle” oluşur.

Cumhuriyetimiz, Büyük ATATÜRK’ün doğrudan belirleyip uygulamaya koyduğu Ulusal Eğitim sistemiyle, yani “Ulusal tarih bilinci” ile korunabilir. Ancak 1938 sonrası Ulusal Eğitim Sistemimiz ne yazık ki ulusal olmaktan çıkarılmıştır!

Böylece zaten yüzyıllarca geç kalarak ayrımına vardığımız “milli kimliğimiz ve milli aydınlanma sürecimiz” maalesef sürdürülmemiş ve bilerek sekteye uğratılmıştır! Maalesef…

Böylece Büyük Atatürk’ün başlatmış olduğu, “bilimi” yaşamın her alanında biricik rehber kabul eden, görkemli Aydınlanma çağımız acımasızca, hoyratça durdurulmuştur! Binlerce yıllık köklü geçmişimizi – Öz Türk Kültürümüzü ve varsıl tarihimizi – ortaya koyan Ulusal Eğitim Sistemimiz, 11 Kasım 1938’den sonra saldırılara uğramaya başlamıştır!

Peki yakın tarihimiz olan ve 600 yılı aşkın dev bir zaman dilimini kapsayan, hatta koskoca Türk Ulusunu, Türklüğü yok olmanın eşiğine dek getiren Osmanlı Hanedanı ve Osmanlı tarihi bizlere doğru anlatılmış mıdır? Kesinlikle hayır! Çünkü 11 Kasım 1938’den başlayarak iktidara gelen siyasetçiler, “Türkleri devlet yönetiminden uzaklaştıran ve köleleştiren” Osmanlı devrine geri dönüşü başlatmışlardır. Böylece Osmanlıları örnek alan siyasetçiler, İslâm dinini bir kez daha Kuran’dan uzaklaştırarak, kişisel çıkar ve siyasetlerine alet etmişler ve bunda da oldukça başarılı olmuşlardır. 21. yüzyıl ve 2000’li yıllar ve Müslüman Türkler Kuran’da yazılan Yüce Allah buyruklarını halâ bilmiyorlar!

Dünya Tarihini, Antik Türk Tarihini, Dinler Tarihini, Kuran’ı ve gerçek Osmanlı Tarihini çok iyi bilen, hatta Osmanlı yönetimi altında okumuş, yaşamış, baskı ve zulüm görmüş biri olarak

  • Büyük Atatürk, Osmanlıların Türkleri kendilerine kul – köle yapmak için “İslâm Dinini” nasıl ustaca kullandıklarını, Kuran’ın Türkçeye tercümesini ve anlaşılmasını Türklere nasıl yüzyıllarca yasakladıklarını ve Türkleri “din adına” baskı altına alarak, nasıl cehalet ve sefalet girdabı içinde yaşattıklarını çok iyi biliyordu.

Ve doğal olarak O, Türk Ulusunun da bu tarihsel gerçekleri bilmesini istiyordu.

Bunun içindir ki; O’nun en büyük hedeflerinden biri de “Kuran’ın tanıttığı Gerçek İslam Dinini” Türk Ulusuna öğretmek, Türklere “din bilinci” vererek, bir daha din adına sömürülmelerini ve tüketilmelerini önlemek istemiştir. Peki 85 yıldır Türk Ulusuna “din bilinci” verilmiş midir; yani Kuran’ın tanıttığı Gerçek İslam halka anlatılmış mıdır? Kesinlikle hayır! Türklere ulusal tarih bilinci verilmediği gibi, İslam Din bilinci de verilmemiştir! Oysa ki Büyük Atatürk Diyanet İşleri Kurumunu salt bu hedefle kurmuştu!

Şimdi gelelim, 1938 sonrası Türk Ulusundan titizlikle gizlenen gerçek Osmanlı tarihine :

Bir bilim insanı sorumluluğuyla şu hususun altını önemle çizmek zorundayım; eğer Türk Ulusu gerçek Osmanlı tarihini bilseydi, yani Tarih Bilincini – Ulusal belleğini kazanmış olsaydı, 85 yıldır yaşadığı sorunların hiçbirini, evet hiçbirini yaşamayacaktı. Din kisvesi altında bir kez daha sömürülmeyecekti, hatta 21. yüzyılda halâ geri kalmış bir ülkeye sahip olmanın utancını da yaşamayacaktı!

Türkiye’de iktidara gelenler, Türk Ulusuna – Türk Ulusunun temsil edildiği TBMM’nde söz verdikleri ve yemin ettikleri gibi, Atatürk ilkeleri ve ulusal politikalara bağlı kalmamışlardır! Eğer bağlı kalsalardı bugün Türkiye’miz bir İngiltere’den, bir Fransa’dan, bir Almanya’dan veya Japonya’dan çok daha ileri uygarlık düzeyine kavuşmuş, vatandaşlarının eğitim ve gönenç düzeyi (refah seviyesi) yükselmiş, dünyada sözü geçen, son derece güçlü bir ülke olacağı yüzde yüz kesindi. Çünkü Türkiye’miz, bunun için her olanağa, yer üstü ve yer altı varsıl kaynaklara, verimli topraklara ve iklime, tatlı su kaynaklarına, denizlere, o saydığım ülkelerden çok daha fazlasına sahiptir…

Türk Ulusu tarih bilinci kazanmış olsaydı, her şeyden önce 600 küsur yüzyıl Osmanlı devrinde içine düşürüldüğü tuzaklara, yanlışlara ve hatalara Cumhuriyet sonrası tekrar ve tekrar düşmemiş olacak ve 15 yıl gibi kısacık bir zamanda kazandığı nerdeyse tansıksal (mucizevi) kazanımlarını yitirmeyecekti. Türkler için tarih yinelemeyecekti… Unutmayalım ki Avrupalı halkların, krallar – ayrıcalıklı üst katman yöneticiler ve ruhban sınıfı üçlüsüne karşı büyük savaşımlar vererek, kanları ve canları pahasına yüzyıllar içinde edindikleri kazanımları Büyük Atatürk Türk Ulusuna, altın tepside, zahmetsizce sunmuştu. Ancak Türk Ulusu bu muazzam kazanımların ne yazık ki değerini bilememiş ve ne yazık ki sahip çıkmamıştır!

Bu denli Osmanlı tarihi demişken, makalemin başında yer alan 2. Mehmet portresine de açıklık getirmek ve gerçek Osmanlı tarihini çok kısa özet olarak sunmak isterim :

Bir kez 1938 sonrası bizlere “Osmanlı Tarihi” diye öğretilenlerin hepsini bir yana atmamız, önyargıdan ve ezberlerden kurtulmamız gerekiyor. Çünkü bizlere anlatılanlar tarih değildir!

  • Osmanlı padişahları bizlere tanıtılan kişiler değildir!
  • Onlar Türklerin Atası ve Ecdadı da değildir.
  • Evet Osmanlı İmparatorluğunu kuran, olağanüstü özverilerle emekleri, kanları ve canlarıyla yüzyıllarca yaşatan elbette Türklerdi. Ama ne yazık ki zamanla devlet yönetimi “Türklere düşman” yabancı ögelerce ve hileyle ele geçirilmiştir. Hem de Orhan Gazi devrinden başlayarak…

Yabancıların etkisi ve saltanatı Orhan’ın üç Grek hıristiyan eşleri – Holofira, Asporçe, Teodora ve onların akrabaları, yakın hizmetlileri, rahipleri ve Avrupalı soydaşları ile başlamış ve hiç değişmeden yüzyıllarca 1919’a dek sürmüştür. Bu yabancı ögeler tümüyle güçlenene dek Türk boylara (Ahilere, Türk Devlet Beylerine, Türk İslâm Bilginlerine vs…) büyük saygı ve bağlılık göstermişler ve takiyye siyaseti uygulayarak, “Türk ve Müslüman” görüntüsü vermeye özellikle dikkat etmişlerdi. Böylece onlar Anadolu Türklerinin her türlü desteğini elde etmeyi başarmışlardı. Öte yandan bunlar Türk ve İslam karşıtı politikalarını sinsince ve kararlı biçimde uygulamaya koymuşlardı…

1453’te ise Türkler için tam bir kırılma noktası yaşanmıştır. Hıristiyan Sırp kralı Kuraç Brankoviç’ in kızı Mara Despina’dan doğan 2. Mehmet, (ki Osmanlı havarisi tarihçiler bu gerçeği de canhıraş yadsımaktadırlar!) Türk Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’ya İstanbul’u fethetmesi buyruğunu vermiş ve Halil Paşa da büyük hazırlıklar ve çabalarla, hatta Osmanlı Ordularının Baş Komutanı olarak doğrudan savaşarak, çağının en büyük – en göz kamaştıran utkusu (zaferi) olarak İstanbul’u fethetme onuruna ermiştir. Artık Osmanlılar muazzam bir dünya gücü olmada tepeye ulaşmışlardı. Ancak 2. Mehmet, Fetihten salt 3 gün sonra, başta Hıristiyan annesi ve lalası (öğretmeni – akıl hocası) Grek Zağanos olmak üzere çevresine topladığı Grek ve Sırp devşirmelerin iftirasını gerekçe göstererek Türk Halil Paşa’yı zindana attırmış ve sonra da öldürtmüştür. Böylece İstanbul’un fethi gibi çağının en büyük utkusunu da 2. Mehmet, elinde bulundurduğu yetkiyle kolayca ve zahmetsizce sahiplenmiştir!

Artık tahtı ele geçiren 2. Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nun en üst makamlarından, en alt makamlarına dek Türkleri devlet yönetiminden tümüyle atmış ve bu bir gelenek, hatta yasa olarak 1919’a dek, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Türkler, derin aymazlık (gaflet) uykusundan uyanıp, kendi geleceklerine kendileri sahip çıkana dek sürmüştür.

Osmanlı devrinde Türkler, köklü ulusal kimliklerini, geçmişlerini, insanlık onurlarını, kendilerine olan güven ve saygılarını ve yaşam sevinçlerini tümüyle yitirmişlerdi. Ayrıca Müslüman Türkler, kula kul olmuşlar ve Kuran’a göre hiç bağışı olmayan şirk batağına batmışlardı. Elbette yazacak daha pek çok şey var, ancak bu yazılanlar Türklerin başına Osmanlı devrinde neler geldiğine ilişkin fikir verecektir kanısındayım.

Evet, bundan 100 yıl önce 29 Ekim 1923’te, görkemli aydınlık ve ferah bir Ankara sabahında, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Paşamız büyük muştuyu vermiştir;

Türkiye Devleti’nin siyasal rejimi cumhuriyet olacaktır.” demiş ve bunu tüm ulusa ve dünyaya övünçle duyurmuştur. Dünyadaki ve Türkiye’deki Türk düşmanları çok üzülmüşler, hatta kahrolmuşlardır. Asil Türk ulusu ise elbette sevince boğulmuştur. Çünkü artık Türkler “kula kul” olmayacaklardı… Türkler başları dik yürüyecek, insanlık onur ve saygılarını koruyabileceklerdi. Allah’tan başka hiç kimsenin önünde artık eğilmeyeceklerdi. Türkler binlerce yıllık saygın ulusal kimliklerine ve göz kamaştıran kültürlerine yeniden kavuşmuşlardı. Böylece 15 yıl boyunca her yıl coşkuyla – gururla cumhuriyet bayramı hak edilerek kutlandı… ama ya sonra!!!

Elbette ulusal bayramlarımızı (ve dinsel bayramlarımızı) büyük coşkuyla kutlayacağız, ancak şuna inanın ki kutlamak yetmez. Ulusal tarih bilinci kazanmak ve kazandırmak her birimizin görevi olmalıdır. Bu hususta önerebileceğim başlıca kitaplar şunlardır :

Önce TÜRKÇE KURAN ve NUTUK, sonra da Söğüt’ten İstanbul’a adlı Gerçek Osmanlı Tarihi; Neşri Tarihi – iki cilt, Koçibey Risalesi. Ayrıca çok değerli bilim insanlarının tarih kitapları; Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Halil İnalcık, Şerafettin Turan, Enver Ziya Karal, Doğan Avcıoğlu, Bozkurt Güvenç, Taner Timur, Kemal H. Karpat, Turgut Özakman, Alphonse De Lamartine, Bernard Lewis, Andrew Mango, Franz Babinger, J. Stanford Shaw vs… (29 Ekim 2023)

CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI KUTLU OLSUN,
TARİH BİLİNCİYLE NİCE 100 YILLARA İNŞALLAH!

Halil Çivi şiiri : YÜZÜNCÜ YIL MARŞIMIZ (Atamızla sonsuza dek)

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı

YÜZÜNCÜ YIL MARŞIMIZ
(Atamızla sonsuza dek)

Özgür vatan, özgür devlet,
Özgür ülke, özgür millet.
Hem uygarlık, hem hürriyet.
Cumhuriyet, Cumhuriyet,
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Tam yüzyıldır baştacımız,
Devlet ve millet harcımız,
Atatürk’ten ilacımız,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Keyfi buyruğu bitiren,
Evrensel hukuk getiren,
Halkın kalbinde oturan,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Vicdanların özgür sesi,
Her inancın güvencesi,
Laik hukuk abidesi,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Bağımsızlık ilkesidir,
Halkımızın gür sesidir,
Kimsesizler kimsesidir,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Hilafet, saltanat bitti,
Egemenlik halka gitti,
Demokrasi maya tuttu,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Bütün yurdu imar eden,
Uygarlık yolunda giden,
Cehaleti çöpe atan,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Kadın, erkek eşit yurttaş,
Ortak sofra, ortak uğraş,
Her insana özgür bir baş,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Demokrasi kapısıdır,
Çağdaşlaşma tapusudur,
Hak, adalet köprüsüdür,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Çağdaşlaşma rotasıdır,
Akıl, bilim potasıdır,
Atatürk’ün gür sesidir,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Türk Gencine emanettir,
Hiç bitmeyen saadettir,
Tek bayraktır, tek millettir,
Cumhuriyet, Cumhuriyet.
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx
Halil Çivi umudu yaz,
Bizim için yüz yıl çok az,
Gönüllere bin yılı kaz,
Cumhuriyet, Cumhuriyet,
Ata’mızla sonsuza dek.
Xxx

Şiirin görüntülü seslendirmesi CEM TV tarafından yapılmıştır.. 


Prof. Dr. Halil Çivi
26 Ekim 2023, Çiğli – İZMİR

Her Yere  Asker Gönderilmez

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

İsrail – Filistin savaşının şiddetini artırması ve İsrail’in savaş suçları, insanlığa karşı suç ve soykırım suçu tanımına giren eylemleri üzerine kimi çevreler savaşa askeri olarak müdahale etmemiz gerektiğini gündeme getirmektedir.

Türk askerinin yurt dışına gönderilmesi kararı ideolojik, duygusal, öznel (sübjektif), anlık tepkilere göre değil; önceden belirlenmiş somut, nesnel (objektif) ve bilimsel ölçütlere göre ve kurumsal devlet aklı kullanılarak alınmalıdır.

Yurt dışına asker gönderme kararı verilirken dikkate alınması gereken ölçütler şunlardır:

1.Uğrunda ölmeye değer yaşamsal bir ulusal çıkarımız var mı?
Yaşamsal ulusal çıkar, bizim veya müttefiklerimizin ülke bütünlüğünün korunmasıdır.
AtatürkMilletin hayatı tehlikede olmadıkça harp bir cinayettir” demiştir.

2.Uluslararası hukuka uygun mu?
Bu anayasanın 92. maddesinde aranan bir ölçüttür.
Uluslararası hukuka uygunluk iki biçimde olabilir:
BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) BM anlaşmasının (BMA) 42. maddesine göre silahlı yollara başvurma kararı ile veya BMA’nın 51. maddesine göre meşru savunma durumunda.

  1. Asker göndermek son çare mi?
  2. Daha önce alınan siyasi, diplomatik, ekonomik… önlemler yetersiz kaldı mı?
  3. Kamuoyu onayı var mı?

Asker göndermenin gerekliliğinin çocuklarını ölüme gönderecek olan ulusa anlatılması ve ulusun inandırılması demokrasinin gereğidir.

  1. Gidilecek ülkedeki meşru otoritenin kabulü / daveti var mı?
    Aksi durumda birliğimiz işgalci durumuna düşer ve çatışma riski artar.
  1. Verilecek yitikler (zayiat) ve maliyet hesaplandı mı?
  2. Orta / Uzun erimli (vadeli) siyasal, ekonomik, askeri riskler neler olabilir?
  3. Asker göndermekle elde edeceğimiz yarar; verilecek yitiklere, maliyete ve alınacak risklere değer mi?
  4. Gidecek birliğin görev tanımı ve emir-komuta ilişikleri açıkça belirlenmiş mi?

Görev açıkça tanımlanmalı, kısıtlamalar belirlenmeli, emir-komuta iliş ikircikliğe yer verilmeden tanımlanmalıdır.

  1. Çıkış stratejisi belirlendi mi?

Askerin ne zaman ve hangi, koşullarda nasıl çıkacağı önceden belirlenmelidir.

  1. Yurt dışına Asker gönderilmesi yurt savunmasında ve terörle savaşımında (mücadelede) zafiyet yaratır mı?

Değerlendirme                             :

Bu ölçütleri güncel somut olaya (İsrail – Filistin savaşına) uygularsak şu değerlendirmeler yapılabilir :

Söz konusu savaş bizim ülke bütünlüğümüzü tehdit etmemektedir.
Bize bir saldırı yoktur.
Meşru savunma söz konusu değildir.
BMGK’nın silahlı yollara başvurulması konusunda bir kararı da yoktur.
Bu nedenlerle asker göndermek uluslararası hukuka, dolayısıyla anayasanın 92. maddesine aykırıdır.

Türkiye’nin Filistin’le ilgili ulusal çıkarı savaşın yayılmasını önlemek ve bölgenin kısa zamanda adil ve kalıcı bir istikrara kavuşmasıdır. Filistin halkının çektiği acıları dindirmek Hamas’a duyulan ideolojik ilginin ötesinde insancıl ve ahlaksal bir gereksinim olmakla birlikte; bizim Kıbrıs’ta olduğu gibi uluslararası anlaşmalara dayalı garantörlük statümüz yoktur.

Bu savaşa asker göndermek “daha az Filistinli ölsün” diye Türk askerini ölüme göndermektir.

  • Emperyalistlerin “Türkiye’nin en ucuz ihracat kalemi askerdir” söylemi dikkate alınmalıdır.

Askerden önce Filistin’e insancıl yardım, sağlık personeli ve donatımı, arama-kurtarma unsurları gönderilmeli, diplomasi yolları denenmeli, İsrail’e daha etkili tepki gösterilmelidir.

Göndereceğimiz kuvvet Filistinlileri koruyacağından, Batı’yı karşımıza almak sonucunu doğuracaktır. Bunun siyasal ve ekonomik riskleri ayrıntılı değerlendirilmeli, asker gönderilecekse risk azaltıcı önlemler alınmalıdır.

İsrail – Filistin çatışması yüz yılı aşkın süren bir çatışmadır ve birçok savaşlara neden olmuştur (1948, 1956, 1967, 1973, 1982). Bu çatışmanın kısa sürede adil ve kalıcı bir çözüme ulaşması olası değildir. Bu nedenle gönderilecek kuvvetin bölgede belirsiz, uzun süre kalma riski vardır. Bu da çıkış stratejisinin belirlenmesini zorlaştırır, maliyet ve yitik (zayiat) riskini artırır.

Yurt dışına asker gönderme konusunun parti grup toplantılarında devlet görevi olmayan siyasetçiler tarafından gündeme getirilmesi ve sınırlı sayıdaki kişilerce kararlaştırılması yanlıştır. Böyle bir gereksinim duyuluyorsa Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Genelkurmay, Dışişleri Bakanlığı, istihbarat örgütü (MİT) gibi kurum ve kurullarda görüşülmeli; bir veya birkaç kişinin aklı yerine uzmanlığa ve deneyim birikimine dayalı kurumsal devlet aklı kullanılmalıdır.
Karar sürecinde konunun demokratik tartışma ortamında serbestçe tartışılması da demokrasinin gereğidir.

Asker gönderme kararı verildiği takdirde; manevra birlikleri yerine, uçaksavar ve istihkam birlikleri, seyyar cerrahi hastane, levazım birimleri, arama-kurtarma timleri ve insancıl yardım birliklerini içeren bir “görev kuvveti(task force) öncelikli olmalıdır.MCEPASTEBIN%

Mustafa AYDINLI şiiri : YÜZÜNCÜ YILINDA CUMHURİYETİN

Mustafa AYDINLI
Eğitimci, Halk Ozanı

 

 

YÜZÜNCÜ YILINDA CUMHURİYETİN

Dokuz yüz yirmi üç ekim ayında
Cumhuriyet bizim yüce milletin
Seksen altı milyon nüfus sayımda
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Padişaha kulluğumuz bitirdik
İşgalciyi kovup dize getirdik
Ekmeğimiz kuru yavan yetirdik
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Saltanatın denizinde yüzeni
Devrim ile değiştirdik düzeni
Eşit yapsak ezileni ezeni
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

İşgalciye tokat oyunu bozan
Ülkenin tapusu olmuştur Lozan
Bunu böyle bilip yazacak ozan
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Laik demokratik hukuk devleti
Bir bayrakta birleştirdik milleti
Çağdaşlıkla değiştirdik zilleti
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

 İsyanlar çeteler durmadı yine
Çok hevesli vardı geçmişe düne
Binbir engel yıkıp geldik bugüne
Yüzüncü yılında cumhuriyetin

Ümmetten ulusa bir düzen kurduk
Laik demokrasi üstünde durduk
Eğitim işine çok kafa yorduk
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Cumhuriyet kimsesizin kimsesi
Onunla gür çıkar milletin sesi
Mutlu eder büyük küçük herkesi
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Uydulara Türk imzası atalım
Bilime tekniğe değer katalım
Yurdumuzu candan aziz tutalım
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Uygarlık yolunda birlik olalım
Hakiki mürşitten ilham alalım
Aydınlı’yım TAM BAĞIMSIZ kalalım
Yüzüncü yılında Cumhuriyetin

Filistin’in kendini belirleme hakkı

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu 
Dünya 26.10.2023, BİRGÜN

İnsan haklarının uluslararası ölçekte tanınması, 2. Dünya savaşından sonra gerçekleşti. Uluslararası insancıl hukuk, Cenevre sözleşmeleri çerçevesinde gelişti. Roma Antlaşması  ile kurulan Uluslararası Ceza mahkemesi (UCM), şu üç suçu işleyenlerin yaptırıma tabi tutulması bakımından kayda değer: soykırım suçu (md.6), insanlığa karşı suç (md.7) ve savaş suçu (md.8).

Halkların kendini belirleme hakkından uluslararası insancıl hukukun oluşumuna değin uluslararası hukuktaki gelişmelerde, Birleşmiş Milletler Örgütü (BMÖ)  çalışmaları ve insan hakları belgeleri belirleyici oldu.

Ne var ki, kendini belirleme hakkını en çok hak eden halk Filistin (halkı) olduğu halde ve üç haftadır tanık olduğumuz insanlık dışı vahşet karşısında en çok insancıl hukuka ihtiyacımız olduğu halde, ne hak var ne de hukuk.

AŞİRET DEĞİL, HALK…

Kendi birliğini sağlayamamış olma, dünyevi hukuk ve dinci akımlar ayrışması, demokratik yönetimi kuramamış olma vb. olumsuzluklar, Filistin’in kendini belirleme ve  ‘halklaşma süreci’ önündeki iç engeller.

Buna, İsrail’in ve Musevilik üzerinden destekçilerinin dış engelleri eklenince, ne hak kalıyor ne de hukuk.

İsrail, Filistin yönetimine karşı güç oluşturmak için Hamas’ı desteklemişti. Hamas’ın 7 Ekim  saldırısı ise, yargılama erkini etkisizleştirme girişimi nedeniyle demokratik kamuoyunca silkelenen Başbakan Netanyahu için bulunmaz bir fırsat oldu.

Kimi Avrupa ve Amerikalıların aşiret olarak niteledikleri Filistin halkı için din ve ırktan arındırılmış söylem gerekli; bu söylemi dinamitleyen iç engelin Hamas olduğu unutulmaksızın. Oysa bu bir din savaşı değil, vatansızlaştırılan bir halkın varlık savaşı.

NE ARAP NE DE AVRUPALI…

Museviler ve Filistinliler arasında  haysiyet  eşitliği mutlak, birey ve halk olarak.

Laik Türkiye Cumhuriyeti, hem Avrupalılardan hem de Araplardan farklı olabilirdi, olmalı da.

Eğer dinsel aidiyet öne çıkarılmasa idi, Batı ve Arap Dünyası karşısında daha güçlü ve saygın olabilirdi ülkemiz. Ankara’dan Kazablanka’ya ‘Müslüman kardeşler hattı’ söylemi bile rahatsız edici.

Unutmayalım; Filistin halkına Türkiye’den sol destek, “kendini belirleme”  mücadelesi için verilmişti.

Dünyevi ve hukuki katkı, aslında Filistin yönetimini demokratikleşmesi için de gerekli.

BM ve NGO’LAR

Barış hukukunun temellerini atan BM’nin etkisiz kalması, kuşkusuz BM’nin yapılanma tarzından kaynaklanıyor. Avrupa Devletleri yöneticileri –tıpkı 20 yıl önce Irak saldırısında olduğu gibi- ABD gölgesinde dolanırken, en gerçekçi tepkiyi BM Genel Sekreteri Guterres gösterdi. Yetersiz kalsa da,  BM gözetiminde insancıl yardım kuruluşlarının  ve hükümet-dışı örgütlerin (NGO) etkinlikleri kayda değer; özellikle doğru bilgi yayma işleviyle.

Filistin halkını topraklarından etmek için İsrail’in sırtını sıvazlayanlar, yalnızca İsrail Devleti’nin meşruluğunu değil, kendi yönetimlerini de sorgulatabilir.

Hastane, ibadethane, okul vb. ne kadar savaş dışı kalması gereken yer varsa bombalanıyor ve içindeki insanlarla birlikte yok ediliyor. Öyle ki sivil hedefler, rehin tutulan kendi yurttaşlarını da kapsıyor; bir bölgeyi, ekosistemi ve kültürel/tarihsel ve doğal değerleri ile yok ediyor. İsrail yönetimi, hem öldürerek tüketmek istiyor; hem de kanıtları yok  ederek…

Gazze’yi yakıp yıkmakla yetinmeyen Netanyahu yönetimi, Doğu Kudüs’te Filistin topraklarını işgale ivme kazandırıyor, köylüleri yerinden yurdundan ederek.

YİNE DE HUKUK

Savaş suçu ötesinde, toprak için bir halkı yok etmeye yönelik bir soykırım  karşısında Roma Sözleşmesi’ne taraf olmaması, İsrail yönetimini kurtarmaya yetmez; çünkü, zaman aşımına uğramayan suçlar işliyor.

Bu nedenle hukuku dillendirmek, öncelikle insancıl hukuk ve  insani yardım için her zamankinden daha yaşamsal.

UCM’nin varlık nedeni hep gündemde tutulmalı, ‘şimdi değilse ne zaman’? sloganıyla.

Bu yönde, uzman ve özerk kuruluşlar ötesinde sivil toplum örgütleri (NGO) işlevsel kılınabildiği ve toplu özgürlükler seferber edilebildiği ölçüde, ırkçı ve dinci söylemler gölgede bırakılabilir ve Filistin halkının kendini belirleme yolu açılabilir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ 100 YAŞINDA : Kutlamalı ve Korumalı

Dostlar,

Bu akşam 18:00 – 18:50 arasında CADDE TV‘de Sayın Rahmi Ayygün‘ün konuğu olduk.

Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlamaları çerçevesinde bize yönelttiği soruları yanıtlamaya çalıştık.

Sağolsunlar, programın hemen ardından youtube kaydının erişkesini (linkini) gönderdiler. Sayın Aygün 17:00 – 19:00 arası 2 saat program yapıyor. Aşağıdaki erişkede (linkte) 1. saat sonunda bizimle söyleşi başlıyor. Kırmızı renkli zaman ayarı sağa – sola kaydırılarak izlenecek kesimi seçebilirsiniz.

İzlenmesi, Cumhuriyet’e sahip çıkılması, iktidarın takiyyelerine kanılmamasını dileriz.

CADD TV ve Sn. Aygün’e bizimle söyleşi için teşekkür ederiz. Program Müdürü Sn. Arzu Öztürk’e de teşekkür borçluyuz.

Bu arada, RTE=AKP her yan bayraklarla donatılsın… buyurmuş bir tweet ile :

  • “Cennet vatanımızın 81 vilayetindeki tüm kardeşlerimi, yurt dışında yaşayan tüm vatandaşlarımızı evlerini, dükkânlarını, arabalarını Türk bayraklarıyla süsleyerek Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını selamlamaya, bu gurur gününe ortak olmaya davet ediyorum. Yer gök bayrak olsun!” 

Bit X (twitter) iletisi ile değerlendirdik :

  • RTE, Cumhuriyetin 100’üncü yıl kutlamaları için yurttaşları her yeri bayraklarla donatmaya davet etti. “Yer gök bayrak olsun” “BU GURUR GÜNÜNE ORTAK OLMAYA DAVET EDİYORUM” dedi. İyi de, Cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK nerede? Gene ucuz takiyye, vefasızlık, nankörlük, günü kurtarma? https://x.com/profsaltik/status/1717981836964405613?s=20

YAŞASIN CUMHURİYET!
YAŞASIN CUMHURİYET!
YAŞASIN CUMHURİYET!

YAŞATACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ!

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında Tehditler ve Fırsatlar

Dostlar,

Dün, 25 Ekim 2023 gece 21:30’da POYRAZ Grup üyesi arkadaşlarımızla aşağıdaki görselde belirtilen sanal oturumu (zoom) yaptık.

68 yansı (slayt) ile konuyu işlemeye çalıştık (75 dakika).
(Yansıların hazırlanması ise 9 saat sürdü).

Yansılar aşağıdaki pdf dosyasında.. (7 MB)

Poyraz Grup zoom konf. Cumhuriyetimizin 100. Yılı, Ahmet Saltık, 25.10.23

Oturumun you tube erişkesi şöyle : https://youtu.be/vg-fWTG8WUo

Ardından tartışma ve katkı bölümü başladı (80 dakika daha..) :
https://youtu.be/eBOG_ideZ18?si=lZLV_QjfXAGsqytj

İzlenmesi, yaygın paylaşılması ve Cumhuriyetimize sahip çıkılması dileğiyle.

Etkinliği düzenleyen Avusturya ADD kurucu başkanı dostumuz Erol Güçlü ve POYRAZ Grup yöneticisi Ünal Gül beyefendiye, değerli katılımcılara, you tube izleyicilerine ve izleyeceklere teşekkür ederiz.

Mustafa Kemal Paşa telgraf kullanıyordu iletişim için.
Teller kesiliyordu, sağlıksızdı üstelik izleniyordu gizli servislerce.
Tek 1 harfi kodlamak için Mors abecesi (alfabesi) ile ilgili alete (manuple) kısa – uzun 4 kez basmak gerekiyordu. Çoook yavaştı. Görsellik yoktu, salt şifreli yazılar.

Sabahlıyordu telgraf başında!..

Günümüzde öyle mi?
Sanal ortam olanaklarını halkı aydınlatmak ve kamuoyu oluşturmak için etkin kullanmalıyız.
Hesaplarımız olmalı.
Bilgisayar kullanım becerilerimizi geliştirmeliyiz (bilgisayar okur-yazarlığı)..

Örn. bu dosyayı herkes 50 kişiye yollasa, katılanların sayısı ile çarpın… ne çok insana ulaşır.. Yurt görevidir..

Sevgi ve saygı ile. 26 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

BİN YILIN DEVRİMİ YÜZ YAŞINDA

LÜTFÜ KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. – İTÜ

Cumhuriyetimizin ilanının Yüzüncü yılını coşkuyla kutluyoruz. Halkımızın ezici çoğunluğunun yaşadığı bu coşkuya, cumhuriyet idaresi sayesinde Cumhuriyetimizin tepe noktalarını işgal edenlerin katıldığı söylenemez.

  • Bu kişiler yıllar boyunca saldırdıkları LAİK CUMHURİYETİMİZİ yıkamamış olmanın üzüntüsünü yansıtıyorlar!

İnsan yaşamında uzun sayılabilecek 100 yıl, ulusların yaşamında oldukça kısa bir süredir. Ulusumuzun büyük kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk 57 yıllık kısa yaşamına yeryüzünün ilk anti-emperyalist kurtuluş savaşını sığdırdığı gibi, sonsuza dek yaşayacak cumhuriyet devrimini de sığdırdı. “İleri, uygar” denilen ulusların birkaç yüzyılda yapamadığı devrimleri, kuruluştan hemen sonraki 15 yılda gerçekleştirdi.

Sarışın bir kurda benziyordu.
Mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Bıraksalar ince uzun bacakları üzerinde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

Sarışın Kurt” 26 Ağustos 1922 sabahı, Kocatepe’den Afyon ovasına değil, İzmir rıhtımına atlıyor, 14 güne sığdırdığı bu zorlu atlayışı ile büyük ulusunu BİN YIL ileriye sıçratıyordu.

Osmanlı Devletinin son 200 yıldaki yöneticileri, bin yıl önce vatan yaptığımız bu toprakları emperyalizmin kanlı çizmelerine terk ettiler. Şimdilerde Osmanlı torunları olma iddiasında olanlar hiç utanmadan, “keşke Yunan kazansaydı” diyebiliyor ve ülkeyi yönetme iddiasındakiler de bu utanmazları ölüm döşeğinde bile yalnız bırakmıyor!!??

Bir Osmanlı paşasının daha önce dediği gibi; emperyalistler dışarıdan, hainler içeriden 100 yıldır ellerinde kazma kürek Cumhuriyetimizi yıkmaya uğraşıyorlar. Bu Cumhuriyeti kuranlar temellerini o denli sağlam atmışlar ki, yıkıcılar 100 yıldır büyük hasarlar yaratsalar da yıkamadılar… yıkamayacaklar!!.

Unutmasınlar                                                      :

Keşke Yunan kazansaydı” diyenler, bu büyük ulusu, Kocatepe’den Afyon ovasındaki son (nihai) boğuşmaya değil, Sakarya cephesinde işgal ordusu saflarında mevziye sokmaya heves edenlerdir.

Türk Ulusunu işgal ordusu mevzilerine sokmaya heveslenenler, emperyalist çizmeleri altında ezdirmeye heves edenler, geçmişte olduğu gibi Türk Ulusunun ayakları altında kalacaklardır.

Türk ulusu büyük önderinin gösterdiği ışıklı yolda bütün engelleme çabalarına karşın kararlılıkla yürüyecek, muzaffer ve bahtiyar (yengin ve mutlu) olarak Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatacaktır.

  • YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ ve GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE!
  • YAŞASIN KEMALİST DEVRİMLER!
  • YAŞASIN CUMHURİYET!!!