Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ANAYASA MADDE 105

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Eş Genel Başkanı

“CB hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla, TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılabilir!”

(“Olmayacak duaya amin diyorsun” diye düşünmeyin. AKP ve MHP’nin toplam 314 MV var. Bunların içinde, vatanını seven, dürüst, çok sayıda MV var. Kim kendini-geçmişini-geleceğini-ailesini ve onurunu, “Emperyal Devletlere ruhlarını satmış, Hırsızlar İmparatoru ve İşlevsiz Eleman” için yakar ki?
Çaresi var, anlatacağız!)

CB’nın yargılanması koşullarının oluştuğunu kanıtlamak için özet bir durum saptaması yapalım! T.C. Devleti kuruluşundan bu yana, ortaya çıkan dünya krizleri-petrol krizleri-ABD Ambargoları- depremler-1994-2001 krizleri dahil, hepsinden daha fecisini, tarihinin en ağır ekonomik bunalımını, ekonomideki yağmayı soygunu ve derin yoksullaşmayı AKP döneminde yaşadı!

Cehalet ve ihanetten kaynaklanan akıl ve bilim dışı uygulamalar ile yağma ve soygun düzeni birleşince; İnsanların fakirleştiği, mutsuzlaştığı, geleceğe güvenin kalmadığı, işsizliğin, dış borçların, yatırımsızlığın, kronik enflasyonun, ekonominin çarklarını döndürebilmek için kapı-kapı dilenmenin ortaya çıktığı bir durumdayız.

Bu ağır tablonun üstüne 15 milyon sığınmacıyı, 2 milyon ABD Askeri Afganlıyı, IŞİD- El Kaide teröristlerini, emniyetin kayıp silahlarını, Uluslararası suç örgütleri liderlerinin para karşılığı Türk Vatandaşı yapılmalarını da ekleyin.

Borç batağını kapatmak için Cumhuriyetin varlıkları, fabrikaları, arazileri satıldı.
Öz vatanımızda, yeni ve küçük devletçikler, federasyonlar oluşması için ortam hazırlandı!
Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde üç temel kolon var:

  • Laik Yapı – Ulus Devlet – Üniter Yapı!

BOP kapsamında bunların temeline dinamiti, İhvancı AKP ile sözde Milliyetçi MHP yerleştirdi. Bu felaketlerde, ne çalışanların ne işverenlerin ne de milletin kabahati yoktur.
Sorumluluk tümüyle, ülkeyi batırmak için uğraşan AKP-MHP ortaklığıdır.
Dış Açık; AKP, 129 milyar Dolar dış borç devraldı. Şu an 460 milyar Dolar!
AKP öncesi 22 yılda Türkiye’nin cari açık toplamı 30 milyar Dolar idi.
AKP, son 22 yılda cari açığı 630 milyar Dolara fırlattı. Tam 21 kat…
AKP öncesi İŞSİZLİK %6-8 arasında idi. Bugün 10-12. Tam iki katı!
AKP, %26 ile enflasyonu devraldı. Bugün %140-150! (ENAG)
Devletin iç borç stoku sürekli artıyor. Bütçe açığının, ulusal gelire oranında kabul edilebilir oran %3’tür.
Bizde bu oran %8-10 düzeyinde. KKM için aktarılan 800 milyar TL faiz ödemesi de gizlendi.

Hukukun Üstünlüğü Endeksi; Türkiye 140 ülke arasında 116’ncı sırada.
Basın Özgürlüğü Endeksi; 180 ülke arasında 165’inci sıradayız!
İnsani Özgürlük Endeksi; Türkiye 139’uncu sırada.
Yolsuzluk Endeksi; 180 ülke arasında 101’inci sıraya düştük.

Aziz Türk Milleti;

AKP, Türk Milletinden 3,2 TRİLYON DOLAR vergi topladı. Cezalar, turizm, özelleştirme gelirleri eklenince bu rakam 4,5 TRİLYON DOLARA ulaşır.
Türk Milleti bu parayı AKP’ye verdi!
AKP, Türk Milletine ne verdi? Kamu hizmetlerinin fiyatlarını insafsızca artırdı!

EĞİTİM; Tümüyle paralı duruma getirildi. Üniversiteyi kazanan gençlerimiz parasızlıktan okuyamıyor. Dindar ve Kindar eğitim modeli ile Cumhuriyetin Eğitimde Fırsat Eşitliği yok edildi.

SAĞLIK; Doktorlarımız yurt dışında. Hastanelerden randevu almak mümkün değil. Bin kişiye ancak İKİ Doktor düşüyor.

GÜVENLİK; Milli Savunma Bütçesi 22 yılda %6,7’den %4,4’e düştü. Sınırlarımız yol geçen hanına döndü.

  • Türk Ordusu, planlanarak çökertildi.

Hala zindanlarda Ordu Komutanlığı yapmış, 85-90 yaşında kahraman komutanlarımız var.
Avrupa’da “Organize Suçlarda” yani çeteleşmede 1’nci sıradayız. Ülkemiz GRİ Listede. Adalet Hizmetleri çok pahalı hale getirildi.

Yazıyı bağlayalım;
Tüm bu gerçekler, Türk Devletine ihanetin ve Anayasayı ihlal suçunun kanıtlarıdır. Bu kanıtlar ve çok daha fazlası nedeniyle;

Ya, Türk Milleti kaderine el koyacak, TBMM’ye baskı yapacak ve CB’nını görevden alma süreci başlatacak,

Ya da, Türk Milleti baskısını artırıp, CB Erdoğan’ın tam donanımlı bir Üniversite Hastanesinden SAĞLIKLI raporu almasını isteyecek.

Bunlar, “Hakimiyetin Kayıtsız Şartsız Sahibi olan Türk Milletinin Hakkıdır.”
Hakimiyetin de, Vatanın da ilk ve tek sahibi sizlersiniz…

Not; DOĞRU Parti siyasal sorumluluk aldığında, Eğitim-Sağlık-Adalet hizmetleri ÜCRETSİZ olacaktır. Elektrik-doğalgaz dağıtımı yeniden devletleştirilecek ve insanlarımıza en ucuz biçimde aktarılacaktır.

  • Anayasa’ya aykırı olan ve birer HOLDİNG haline gelen tarikat – cemaat, uzantıları kapatılacak.

Türk Devleti Üniversitede okuyan gençlerine ücretsiz yurt ve yemek verecektir. İhtiyaç sahibi evladına, ücretsiz yurt-yemek-faizsiz kredi veremeyen devlet, devlet değildir. Batsın öyle devlet…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 17 Kasım 2023

Anayasa ihlali ve yokluk hali meşrulaştırılamaz

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin C. Atalay dosyasını dört ay bekletip, AYM’nin gündemine aldığı sırada kararını vermiş olması, İstanbul 13. ACM’nin, AYM kararının gereğini yapmak yerine dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermesi, Başsavcılık “Anayasa mütalaası” (!) eşliğinde Daire’nin “uymama – suç duyurusu ve TBMM’ye ihtar” metni yazması, Cumhur İttifakı’na mensup siyasilerin ve bürokratların “Anayasa ihlali” iradesini destekleyen açıklamaları, üstelik bütün bunların Cumhuriyet’in ikinci 100. Yılına girişimizin ilk iki haftasında gerçekleşmiş olması, rastlantı olamaz.

Cumhur İttifakı’nın Türkiye yüzyılı ‘vizyonu’ (!) bu. Bu ‘musibet’, hukuk devleti ve insan hakları savunucusu demokratik Cumhuriyetçiler için ‘uyanma’ vesilesi olmalı.

Sorun Anayasa değil, ‘Anayasa ihlali’ olup,
“anayasal düzene yönelik” açıklamalardır.

Aslında sorun siyasal olup,
demokratik hukuk devletini yıkımın 3. Dalgasına ilişkindir.

ANAYASAL YETKİ

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın yoruma muhtaç hükümlerini “nihai yorum” yetkisi ile yorumlayarak kararını verdi. Ama örneğin, “kanunla düzenlenir” açık kaydı karşısında, haklı olarak kendini yasa koyucu yerine geçirmekten kaçındı.

2010’da bireysel başvurunun tanınması sırasında değiştirilmeyen maddeler de insan hakları açısından AYM’yi öne geçirdi: “Kesin mahkeme kararı” (md.84/2) ve “Yargıtay, son inceleme merciidir” (md.154) kayıtları tipik örneklerdir.

Yargıtay, adli yargıca verilen ve hak ihlali yaratmayan kararlar açısından “son inceleme mercii”dir; ancak, AYM’nin ihlal kararı, yeniden yargılama gibi dosya üzerinde başlatılan yeni süreç, “kesinleşme” kaydı açısından da durma anlamına gelir.

İHLALİN ÖTESİ

Anayasa madde 153/son EMİR; madde 6/son ise, YASAK hükümleridir.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının hak ihlali yarattığına karar verdi. Yargıtay 3. Ceza dairesinin “uymama” yönündeki kararı, açıkça Anayasa ihlali. İhlal kararı yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu ise, kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkiyi kullanma girişimi.

Amaç, AYM kararını uygulatmamak, infaz hakimliği yolunu kesmek ve TBMM’ye vekilliği düşürtmek.

YÜRÜTME DESTEĞİ

Yürütme yetkisini tek başına elinde tutan Cumhurbaşkanı, 3. Ceza Dairesi kararını destekledi. Yargıtay Başkanlığı da gecikmeden açıklama yaptı.

‘Anayasa’yı ihlal suçu’na giden süreç, 2017 kurgusunun aktör ve antrenörünün öncülük ettiği, Anayasa yoluyla demokrasi ve hukuku ortadan kaldırma girişimidir.

Başsavcılık mütalaasında ve Daire kararında yanlış olarak kullanılan aktivizm, yerindelik denetimi ve öteki kavramlar, resmi bilgi kirliliği araçlarıdır.

Bu süreçte araçsallaştırılan Yargıtay, eğer adli yargı düzeninin asgari gerekleri doğrultusunda “hukuku dile getirme” yükümlülüğünü gözetse idi, sayıları 500 bini aşan yurttaş, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak zorunda kalmazdı.

YIKIMIN 3. DALGASI

İlk yıkım 2017’de oldu; direnme yetersiz kaldı.

İkinci yıkım, beş yıllık uygulama karşısındaki hatalar sonucu, 14 ve 28 Mayıs hezimeti ile oldu.

Üçüncü güncel dalganın hedefi üç aşamalı:

– Cumhuriyet’in niteliklerini (md.2) ortadan kaldırmaya yönelik işlem, eylem ve söylemler, “siyasal denge ve denetim düzeneklerinden arındırmış oldukları anayasal düzeni, yargısal denetimden de arındırma tasarımı”dır.

– Hesapverebilir hükümetin olmadığı bir Anayasal kurguda amaç, demokratik toplum ve demokratik siyaset üzerine şal örterek iktidarın eldeğiştirme yollarını tıkamaktır.

– Asıl hedef, ‘ırk ve mezhep’ vizyonlu totalitarizm inşasıdır.

Tek teselli kaynağı, henüz iş işten geçmemiş olması.

ÜÇ UYARI

Şimdilik dört çağrı:

– Yürütme’yi kollayıcı ve siyasal çizgide kararlara imza atan AYM üyelerini hukuka.

– CHP başta, siyasal partiler ve vekilleri, TBMM’nin araçsallaştırılmasına karşı direnmeye.

– Baroları, sivil toplum örgütlerini ve medyayı, AYM kararını uygulatmaya.

– Yurttaşları, resmi dezenformasyona karşı uyanık olmaya.

3. Dalgayı hukuk ve demokrasi yoluyla püskürtmede bu kez de geç kalmayalım!
================================
Yazarın Son Yazıları

===============================================
Dostlar,

Sayın Prof. İ. Kaboğlu, uluslararası ölçekte bir Anayasa Hukukçusudur.
Yarım yy’lık deneyimi vardır.
Ülkemiz çoooooooook zor dönemlerde..
Kendisine şu iletiyi yazdık bu yazısı için :
***
Ülkemiz ağır bir bunalımda.
Nereye sürüklendiği belli.
Ve siz çok ciddi, tarihsel bir nöbettesiniz.
Uyarılarınız, yol gösterileriniz çok değerli.

Lütfen sürdürün..
Bu aralar BİRGÜN ve. başkaca yerlerde daha sık yazın..

Dün akşam da M. Günday hoca Flash Haber TV’de idi.

Savaşım sürecek ve biz AYDINLANMACILAR KAZANACAĞIZ..
========================
Bu arada;

Son Osmanlı Padişahı ve ATATÜRK‘ün NUTUK‘ta “hain, deni, soysuz..” olarak nitelediği Vahdettin, 101 yıl önce bu gün, 1 Kasım 1922’de BMM’nin (İlk Meclis) Saltanatı kaldırması üzerine İstanbul’daki İngiliz kuvvetleri komutanına dilekçe vererek sığınma isteminde bulunmuştu.
Malaya adlı bir zırhlıya bindirilerek ülkeden uzaklaştırıldı.

Herkese ders ve ibret olmalıdır..

Saygı ve sevgi ile. 17.11.23

Dr. Ahmet SALTIK

LAİKLİK MECLİSİ’NİN EĞİTİMDE GERİCİ MÜDAHALELERE KARŞI TAVRI AÇIKTIR

LAİKLİK MECLİSİ’NİN
EĞİTİMDE GERİCİ MÜDAHALELERE KARŞI TAVRI AÇIKTIR

Cumhuriyet’in 100. yılında gerici kuşatma her gün saldırılarını artırarak toplumu bir ağ gibi sarmaktadır. Cumhuriyet’in tüm kazanımları, ama özellikle eşit ve özgür yurttaşlar yaratmak için koşul olan laiklik, uzun zamandır siyasal iktidarlar eliyle yok edilmeye çalışılmaktadır. Bunun için devletin elindeki tüm ideolojik aygıtlar kullanılmakta ve bu müdahalenin en çok eğitim alanında olduğu görülmektedir.

EĞİTİMDE DİNSELLEŞME ANAYASA’YA AYKIRI

Siyasal iktidarın oluşturduğu gerici ve piyasacı eğitim sistemi, sistemin her kademesindeki emekçileri bu gerici mekanizmanın parçası haline getirerek öğrenciler başta olmak üzere toplumu, Anayasa’ya ve Milli Eğitim Temel Yasasına aykırı biçimde laik ve bilimsel eğitimden uzaklaştırmaktadır. İktidara geldiklerinden bu yana, dindar, kindar, biat eden bir kuşak yetiştirmek için çok çeşitli taktikler uygulayan siyasal iktidarın amacına ulaşma konusunda oldukça büyük bir mesafe kaydettiği görünmektedir.

Laik bilimsel eğitim müfredatına ve Anayasa’ya aykırı olmasına karşın ilköğretimden yükseköğrenime dek süren zorunlu din derslerinin yanı sıra 4+4+4 düzenlemesi ile başlayan din dersleri dayatması, teoride seçmeli dersler gibi görünürken, uygulamada liyakatsiz yöneticiler eliyle zorunlu seçmeli derslere dönüştürülerek yaygınlaştırılmıştır. 2023-2024 eğitim-öğretim yılı başlarken ders dağılım çizelgelerinde yapılan değişiklikle her öğrencinin en az bir tane dini içerikli dersi seçmesi de zorunlu duruma getirilmiştir.

EĞİTİM DİYANET’E VE GERİCİ OLUŞUMLARA TESLİM

Dayatılan bu dönüşümle hedeflenen, eğitimi Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve gerici cemaat / tarikat / vakıfların eline teslim etmektir. Yapılan protokollerle pek çok dini örgütlenmeye Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesinden mali kaynak aktarılarak bu unsurların kendi ideolojilerini eğitimin her basamağında yaymaları için okullarda ve yurtlarda çalışma yapmalarına olanak sağlanmaktadır. Eğitimde dinselleşme çabaları okul dönemleri ile de sınırlı değildir. DİB tarafından açılan yaz kuran kurslarına devam eden öğrenci sayısı 2023 yılında üç milyona ulaşmıştır. Bu çalışmalar yalnızca DİB ile sınırlı kalmamış, MEB’e bağlı binlerce okul binası TÜGVA’nın yaz okulu faaliyetlerine açılmıştır. ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi için MEB bütçesini kullanan DİB, 4-6 yaş kuran kursları için Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesinden de milyonlarca lira teşvik almaktadır.

ÇEDES’TEN CİNSEL İSTİSMAR BİLE ÇIKTI

Okullarda çağın gereklerine uygun laik ve bilimsel eğitim verilmesi gerekirken, velilerin ve toplumun büyük bir kesiminin itirazlarına karşın görev alanları ve çalışma yetkinlikleri belirsiz din görevlilerinin okullarda görevlendirilmesi ÇEDES projesiyle gerçekleştirilmiştir. İptali için eğitim sendikalarının da dava açtığı ÇEDES projesi uygulamada öğrencilerin bilimsel eğitim haklarının ellerinden alınmasının yanı sıra, çocukların güvenliğini de tehdit etmektedir. ÇEDES ile okullara giren din görevlileri, henüz uygulamanın ilk günlerinde cinsel istismar olaylarıyla gündeme gelmiştir. Şanlıurfa Akçakale müftüsü ÇEDES protokolü kapsamında sözde değer eğitimi için gittiği bir okulda cinsel istismar iddiasıyla tutuklanmıştır. Çocuklarımız için güvenli bir yer olması gereken okullar, MEB’in, görevlerini ÇEDES ile birlikte DİB’e ve il müftülüklerine devretmesi sonrasında çocuklar için tehlikeli alanlara dönüşmektedir.

KARMA EĞİTİMİN TASFİYESİNE HAYIR!

Şimdiye dek uygulanan din referanslı politikalar, son Milli Eğitim Bakanı ile daha da güçlendirilmektedir. Hem karma eğitimi hedef tahtasına koyan konuşmaları hem de okul öncesinden ilkokul üçüncü sınıfa değin din derslerinin zorunlu olmasını da kapsayan müfredat değişikliğini “sürdürülebilir bir hakikat rejimine yönelme arayışını ifade eden öze dönüş” olarak nitelendirmesi, hedeflenen dönüşümün dinci niteliğini de ortaya koymaktadır. Yine aynı Bakan döneminde MEB’in daha önce “talep edilmesi” şartına bağladığı okulda mescit açılması uygulamasını, okul öncesinden başlamak üzere zorunlu duruma getirmesi, okulları medreseye ve sıbyan mektebine dönüştürme hevesinin dışa vurumudur.

  • Okullarda mescit açılması Anayasa’nın laiklik ilkesine açıkça aykırıdır.

Laiklik ilkesini çiğneyen, dini inanç ve kurallarla düzenleme yapan Milli Eğitim Bakanlığı Anayasal suç (AS: Anayasayı ihlal suçu) işlemektedir.

DİNSELLEŞME DAYATMASINA HAYIR!

Bir başka Anayasa’ya aykırılık ise 5. sınıfa geçen öğrenciler arasında hafızlık eğitiminin yaygınlaştırılmasıdır. İlkokuldan sonra hafızlık eğitimi için iki yıla kadar örgün eğitimden koparılan binlerce çocuk Diyanet İşleri Başkanı’nın katıldığı “hafızlık icazet törenleri” ile hafız ilan edilmişlerdir. Bu törenlerde sokak sokak dolaştırılan 11-12 yaşlarındaki çocukların sarıklı ve cübbeli görüntüleri, bu durumun çocuklar ve aileleri için bir seçim değil; toplumsal, siyasal ve ekonomik baskılar ve yoksullaştırmayla örgün eğitimden koparılıp medreselere yönlendirilen binlerce çocuğun varlığına işaret etmektedir.

Cumhuriyet Eğitimi‘ni hedef alan uygulamalar, ÇEDES gibi gerici protokoller tesadüf değil, gerici kuşatmanın saldırılarını yaygınlaştırdığının göstergesidir. Anayasa’yı uzun süredir ayaklar altına alan siyasal iktidar, Cumhuriyet’in 100. yılında vites büyüterek biat edecek, ucuz işgücü haline gelecek “dindar ve kindar nesiller” için laik ve bilimsel eğitimi okul öncesinden başlayarak tümüyle ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.

VELİLERE HUKUKSAL DESTEK VERİLECEK

Eğitimde laiklik karşıtı uygulamalar hız kazanırken, Laiklik Meclisi, laiklik mücadelesinin
başat alanlarından olan eğitimde dinselleşmeye karşı ilerici bir cephe kurma kararlılığını sürdürecektir. Tüm gerici uygulamalar ve fiilen uygulamaya konmuş olan ÇEDES projesi ve zorunlu din dersleri ile okullarda mescit açılması yönündeki düzenlemeler başta olmak üzere hukuksal destek isteyen velilere destek verilecek, laiklik için ödünsüz bir barikat kuracaktır.

GERİCİ KUŞATMAYA KARŞI MÜCADELEYİ BÜYÜTÜYORUZ

Laiklik Meclisi üyesi hukukçular yurttaşlarımızın yanında olacak, eğitimde gerici kuşatmaya karşı mücadele etmek isteyen tüm ilericileri bir araya getirerek mücadeleyi büyütecektir.

Bu saldırılar karşısında yitirecek zaman yoktur.

Laiklik Meclisi;

  • Bütün ilerici kesimleri, Cumhuriyetçi yurttaşları, eğitim emekçileri sendikalarını,
    veli derneklerini mücadeleyi büyütmeye çağırır;
  • eşit, laik ve aydınlık bir ülke için, bu tür gayri meşru girişimlere karşı gereken adımların atılacağını bir kez daha ilan eder.

Laiklik Meclisi, 16 Kasım 2023

https://laiklikmeclisi.org/
====================================
Dostlar,

Bir üyesi olarak LAİKLİLK MECLİSİ‘nin yukarıdaki açıklamasını, uyarısını ve istemlerini bütünüyle paylaşarak yayınlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

Cumhuriyet olmasa ne olurdu?

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu

ataolbehramoglu@gmail.com
Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet, 15 Kasım 2023..


(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Kurtuluş Savaşı kazanılmasa ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmasa ne mi olurdu?

Paris’in Sevr (Sèvres) banliyösünde 10 Ağustos 1920’de imzalanan teslimiyet belgesinin gerekleri yerine getirilirdi.

Buna göre Edirne ve Kırklareli içinde olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a; Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Fransız mandası olarak Suriye’ye verilir; Musul, Birleşik Krallık (İngiliz) mandasına bırakılırdı.

İzmir ilinde Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik haklarının kullanımı beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakılır, bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı ya da Yunanistan’a katılması konusunda göstermelik olarak bir halkoylaması yapılırdı. (Bu demektir ki İzmir ve çevresi fiilen Yunanistan topraklarına katılırdı.)

Göstermelik Osmanlı yönetimi Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanır; Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illeri Ermenistan’ın olurdu.

Bazı bölgeleri kapsayan bir Kürt devleti kurulurdu. (Sevr’in 62-64. maddeleri)

Osmanlı; savaşta ya da daha önce yitirdiği Arap toprakları, Kıbrıs ve Ege adaları üzerinde artık hiçbir hak iddia edemezdi.

Bu artık sözde devletin ordusu belli bir sayı ile sınırlandırılır, bu göstermelik ordu ağır silahlara sahip olamazdı.

Padişah görüntüde yerinde bırakılır; İstanbul bu sözde devletin göstermelik başkenti olarak kalır; hukuksal, yönetimsel, mali ve ticari etkinlikler bütünüyle işgalci devletlerin yönetiminde ve denetiminde olur; Osmanlı’nın (İttihat-Terakki hükümetinin) 1914’te tek yanlı olarak feshettiği (kaldırdığı) kapitülasyonlar söz konusu devletlerin vatandaşları lehine yeniden işlerlik kazanırdı.

Özetle bu geçiş döneminde kolu bacağı kesilen, bedeni zincirlenen bu zavallı sözde devlet, bir zaman sonra devlet kimliğini bütünüyle yitirmiş olarak haritalardan ve tarihten silinirdi…

Sonrasında ne mi olurdu?

Kanımca şöyle olurdu:

İstanbul, adalarıyla, çevresiyle işgalci güçler arasında paylaşılır; Rusya ve başka çevre ülkeler de özellikle İstanbul ve Boğazlar konusunda etkili olmaktan geri durmaz; ülkenin geri kalan bütün bölgeleri yerine göre hızlı yerine göre yavaş bir tempoyla paylaşılır, sömürgeleştirilirdi.

Yüz yıla kalmaz, işgal altındaki bölgelerin Türk halkına, dinsel inançlarına belki pek fazla dokunulmaksızın, hangi ülkenin sömürgesi olmuşlarsa, o ülkenin dili ve kültürü benimsetilir, bütün bu bölgelerde Türklük ve Türkçe ya büsbütün ortadan kalkar ya da bu halk baskı altında yaşayan, zavallı bir azınlık topluluğuna, Türkçe de giderek silinip unutulacak bir azınlık diline dönüşürdü.

Türklere belki Orta Anadolu’nun kimi bölgelerinde zaten olmayan ulusal kimliğiyle değil, İslami kimlikle özerk yaşama olasılığı sağlanır ve sonuçta böylece bir zamanlar Avrupa’yı titretmiş Osmanlı İmparatorluğu’yla birlikte Batı’nın hiçbir zaman kendinden saymadığı Türklüğün bu imparatorluğun sınırları içindeki varlığı silinmiş, sindirilmiş, ortadan kaldırılmış olurdu…
(AS: Tam asimilasyon!)

Peki, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanıyla ne oldu?

Silinmek, sindirilmek, yok edilmek istenen Türkiye Türklüğü, çağdaş bir ulusal devlet olarak “Milletler Cemiyeti”ne katıldı.

Halkın dili, dini, onuru, namusu, kimliği, çiğnenmekten, hor görülmekten kurtarıldı.

Bu topraklar ve bütün dünya, paramparça bir sömürgeler topluluğuna dönüşmek üzere olan bir toplumdan, yepyeni bir ulusun yaratılmasına, bir mucizeye (tansığa) tanık oldu.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet, belki çelişkili gibi görülebilir fakat Osmanlı’nın ve onun da öncesinde Türklüğün haysiyetini kurtardı.

Sömürgeleşen bu topraklarda çiğnenecek, bozulacak, yok olup gidecek bütün bir tarih, bütünüyle kültürel değerlerimiz Cumhuriyetin korumasında, dünya kültürü içinde varlığını sürdürdü, daha da yüceldi.

Cumhuriyet olmasa Osmanlı tarihini ve öncesini nesnel ve bilimsel olarak değerlendiren tarihçilerimiz de olamayacak, bu tarih belki de pek çok yabancı elde haksızca küçümsenecek, karalanacaktı.

Cumhuriyet olmasa Türkiye Türkçesinin bugünkü evrensel düzeyine ulaşması hayal bile edilemeyecek; evrensel değerde bir sanatımız, edebiyatımız olamayacaktı.

Cumhuriyet olmasa bugün ona ve kurucusuna sövenler de olamayacaktı!
Çünkü onlar bile, zavallı ve hain var oluşlarını, istemeseler de Cumhuriyete borçludurlar…
===========================
Dostlar,

Saygın Behramoğlu, son derece başarılı ve gerçekçi betimlemelerle, bu yazısına başlık olarak verdiği soruya yanıtlar üretmiş. Var olsun.

Mustafa Kemal Paşa, Lozan Barış Andlaşmasının bağıtlanmasının 10. yılında Hakimiyet-i Milliye’de şu dizeleri yazdırmıştır :

  • “Lozan muahedesi, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr muahedenâmesile ikmal edildiği zannedilmiş, büyük bir suikasdin inhidamını ifade eden bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte eşi geçmemiş bir siyasi zafer eseridir.” 

Bu saptamaya göre:
1. Lozan Barış Andlaşması, Osmanlı tarihinde benzeri olmayan bir siyasal utkudur (zaferdir).
2. Batılılar, Türk Milleti aleyhine yüzyıllardır büyük bir suikast (SOYKIRIM!) hazırlamaktadır!
3. Söz konusu büyük soykırım, Sevr Andlaşması ile tamamlanmış sanılmıştır.
4. Lozan Barış Andlaşması, anılan büyük soykırımın sonlandırılmasının belgesidir.

Türkleri, bir ulusu Anadolu’da yok etme, tarihten silme… Birkaç milyon “kılıç artığı” idiler zaten.. Bulaşıcı hastalıklardan kırılıyorlardı. Çok yoksul ve eğitimsizdiler. Sanayi yoktu, karasabanın sapına yapışmışlardı kendileri gibi cılız öküzleri, katırları ile. Anadolu’nun yalıtılmış 1/3’ünde birkaç kuşağa kalmaz hem asimile edilirler hem de biyolojik olarak tükenirlerdi..
(Bkz. Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız, “85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz??” 09.11.2023)

Mustafa Kemal PaşaSÖYLEV‘de (NUTUK) şu tümceleri kullanıyor Sevr Andlaşması için :

  • “İstanbul Hükümeti delegeleri, Türk topraklarını parçalayan, Türklere bırakılan arazi üzerinde milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan, milli hakimiyeti tanımayan bu antlaşmayı Sevr’de 10 Ağustos 1920’de imzalamıştır.”
  • “…  Sevr Barış Antlaşması’na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk milleti de yaşama hakkından yoksun bırakılıyordu.”
  • “…Sevr’e göre, Türklere bırakılan bölge; hakimiyet hakkı en ağır biçimde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi.”
  • “..Sevr Antlaşması’nın Osmanlı Hükümeti’nce imzalanması Anadolu’daki milli mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti’nden ümitlerini tamamen kesmesine neden olmuştur.”

Saygın Behramoğlu nasıl da güçlü bir vurgu ile bağlıyor yazısını :

  • Cumhuriyet olmasa bugün ona ve kurucusuna sövenler de olamayacaktı! 
    Çünkü onlar bile, zavallı ve hain var oluşlarını, istemeseler de Cumhuriyete borçludurlar…

Cumhuriyet’in Dışişleri Bakanı (1925-1937) Dr. Tevfik Rüştü Aras, 1937’de 1937 yılında Milletler Cemiyeti Başkanlığı bile yaptı! (Günümüz BM Genel Sekreterliği..)

Cumhuriyetimizin 100. yılına armağan niteliğinde olan bu uyarı yazısı çok yayılmalı ve okunmalıdır.. Sonra da gerekleri yapılmalıdır elbette..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Türkiye’nin Efsane İsimleri 5: Bozkurt Güvenç

R. Bülend KIRMACI

R. BÜLEND KIRMACI

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Değerli okurlarımız, 

Bu günkü makalemle bir yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyorum. “Türkiye’nin Efsane İsimleri” adını verdiğim bu yazı dizisinde, her biri alanında bence son derecede etkili imzalar atmış değerlerimizin yaşam öyküleri ve kariyerlerinden birer kesiti kendimce sizlerle paylaşmaya çalıştım.

Bunu yaparken iki ölçütü temel aldım. Birincisi, bu isimler değişik alanlarda son derecede yetkin bir kariyere imza atmış olmalıydılar; ikinci ölçütüm de bu parlak mesleksel verimlerine karşılık günümüz medya veya kitle iletişim araçları tarafından öykülerinin pek de “popüler” olarak işlenmemiş olmasıydı. (15.11.2023)

Özellikle “gençler” için yazdım…

Bu bağlamda yazı dizisine konu ettiğim her bir değerimizin hem görünürlüğüne hem de özellikle gençler tarafından bilinirliğine bir katkı yapmış oldum sanırım. Şimdiye dek işlediğimiz 4 bölümün kahramanları, Allah ömürler versin yaşamdadırlar. Maalesef bu beşinci bölüm için aynı şeyi söyleyemiyorum, ancak bir vefa duygusuyla 5 bölümde yer alan tüm “konukların” saygıyı fazlasıyla hak ettiklerine ve topluma karşı olan borçlarını ziyadesiyle ödediklerine inanıyorum.

Her bölümde Bir Efsane… Bu gün Bozkurt Güvenç..

Yazı dizisinin

  • 1. bölümünde Bahriyenin efsane ismi “Büyük Amiral” Işık Biren,
  • 2. bölümünde değerli filozof, düşünür, felsefe öğretmeni Prof. İoanna Kuçuradi,
  • 3. bölümünde sporun ve futbolun efsane başkanlarından Mustafa Kemal Ulusu,
  • 4. bölümünde Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku Uzmanı-Mülkiyeli, akademisyen
    Prof. Dr. Ahmet Saltık yer aldı.

Askerlik, Felsefe, Spor, Tıp ve Sosyoloji…

Görüldüğü gibi askerlik/denizcilik, felsefe/akademi, spor/futbol, tıp/sağlık hizmetleri alanlarında dört ayrı konuğumuz oldu.

Bu günkü son bölümün konuğu ise yine bir akademisyen:
Merhum Prof. Dr. Bozkurt Güvenç.

Yaşamını ve ömür emeğini toplumbilim ve antropoloji alanında eserler vermeye adamış gerçek bir düşünce insanı, bilge bir kimlik. Dr. Güvenç’in yazılarının ve kitaplarının özellikle gençler tarafından daha çok okunması, başka çalışmalarda çok daha fazla kaynak oluşturmasını dilerim.

Samsun’da başlayan dolu dolu bir yaşam yolculuğu..

Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, 16 Temmuz 1926’da Samsun’da doğmuş ve ne yazık ki 10 Aralık 2018’de aramızdan ayrılmıştır. Dr. Güvenç, iyi bir mimarlık eğitimin yanı sıra bürokrat olarak hizmet etmiş ve elbette asıl ününü toplumbilimleri ve özellikle aynı adı taşıyan (tam iki kez okuduğum referans kitaplarımdan) “Türk Kimliği” üzerinde yapmış değerli bir akademisyendir.

Sosyolojinin, antropolojinin, toplum psikolojisinin ve arkeolojinin öneminin daha da artacağı bir çağa giriyoruz. Bu alanlarda tekil olarak çok ama çok değerli akademilerimiz ve akademisyenlerimiz var. Ama bundan öte bunların ortak alanlarına da yoğunlaşmak, yapılandırmak gerekiyor. Gerçekten geçenlerde bu düşüncemi sosyal medyada paylaşmış, özellikle Türk devletlerinin bir ortak Türk Antropoloji ve Arkeoloji Akademisi (Türk AAA) oluşturması gereği üzerinde durmuştum. Bozkurt Güvenç gibi değerler yaşamda olsalardı, eminim bu gibi girişimleri destekler ve katkı verirlerdi.

Hacettepe Üniversitesi’nde “İnsanbilim” bölümü kurucusu..

Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, İstanbul’da Kabataş Lisesinde yatılı okudu. Üniversite eğitimine İstanbul’da İTÜ’de başladı. Bu üniversiteye bir yıl devam ettikten sonra devlet bursuyla Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek mimarlık öğrenimini ABD’de tamamladı (1950). Türkiye’ye geri döndükten sonra bir süre TCDD’de çalıştı. 1952’de evlendi. Felsefe ve yabancılaşma sorunlarıyla ilgilendi. Naçizane benim gibi Erich Fromm da özel ilgi alanı içindeydi. Dr. Güvenç, Hacettepe Üniversitesinde de “İnsanbilim Bölümü” nü kurdu. 1969’da doçent, 1977’de profesör unvanlarını aldıktan sonra 1993’te emekli oldu.

Dr. Güvenç’in yayımlanmış araştırmaları; İnsan, Kültür, Eğitim ve Değişim sorunlarına odaklanmaktadır. Ayrıca 1974’te Başbakanlık Kültür Müsteşarı olarak atandı.

Bozkurt Güvenç ve yayımlanmış kitapları

Türk Kimliği

Yazarın; Türk kültür tarihini, Orta Asya bozkırlarından bugünkü Türkiye topraklarına dek yolculuğuyla birlikte sistematik bir biçimde sosyolojik, teolojik ve siyasal açıdan ele aldığı araştırmalarının bir ürünüdür. Kitap 1992 yılında basılmıştır.

Türkiye Demografyası (HÜ 1971)

Sosyal Kültürel Değişme (HÜ)

İnsan ve Kültür (Remzi 1982, Boyut 2016)

Kültür Sorunu (Remzi 1985)

Japon Kültürü (Boyut 2008)

Mantık ve Metod (AÜ 1992)

Üniversiteye Geçiş (ÖSYM 1992)

Evet özellikle genç kuşaklar ve akademisyenler Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in eserleri (yapıtları) ve düşünüşünü çok iyi analiz etmeli, O’nun çalışmalarının toplumda daha da yer almasına katkıda bulunmalı ve yapıtlarından yararlanarak birçok akademik tez yazılmalıdır.

Dr. Güvenç’le yıllar önce Ankara’da ayaküstü karşılaşmamızda “Türk Kimliği” adlı yapıtı üzerinde görüş alışverişinde bulunmuş ve kendisinin aynı zamanda son derece insancıl bir aydın olduğu izlenimimi pekiştirmiştim. Saygıyla, rahmetle yâd ediyorum (anıyorum).
==============================
Dostlar,

Sayın R. Bülend Kırmacı ile dostluğumuz 2 on yılı bulmuştur.
Kendilerini tanımaktan ve dostları olmaktan kıvançlıyız.
İnsan yaşamında bizce en önemli değer – erdemlerden biri de Vefa ve Değerbilirliktir.
Sn. Kırmacı bu 2 değeri fazlasıyla içselleştirmiş durumda.
Dolayısıyla dışa vurma gereksinimi var ve aydın sorumluluğu ile de birleştirince böylesi zor bir işe girişti, üstesinden de geldi.

Türk kamuoyuna tanıtmak için seçtiği “5 insan” arasında bize de yer vermesi ile çok onurlandık, şükran doluyuz.

Öte yandan, kamuoyuna kısaca yapıp ettikleri, ürünleri, “Aydınlanma kavgaları” ile tanıtmaya çalıştığı 5 insandan bu gün anılan merhum Prof. Güvenç dışında öbürleri yaşamda. Dolayısıyla insanları yaşamda iken ödüllendirmek de çok değerli.

Merhum Prof. Güvenç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Bölümünde uzmanlık eğitimi almakta olduğumuz yıllarda biz asistanlara, birkaç saatliğine Tıbbi Antropoloji derslerine gelmişti (sanırım 1979 başları). Yeni Profesör olmuştu. Yurt dışında gelişkin Tıp Fakültelerinde “Tıpta İnsanbilimleri” (Medical Humanities) bölümleri vardır. Burada Tıbbi Sosyoloji, Tıbbi Antropoloji, Tıp Felsefesi ve Etiği… gibi dallar vardır ve hekimler ile anılan alanların profesyonelleri disiplinlerarası araştırmalar yürütür, eğitim verirler. Öteden beri ilgimizi çekmiştir.

Tıpta “Halk Sağlığı” öğretim üyesi olarak atandığımız 1988’den bu yana, Tıbbi Sosyoloji -Tıp Sosyolojisi, Tıbbi Antropoloji – Tıp Antropolojisi derslerini vermekteyiz.

Prof. Güvenç, biz Toplum Hekimliği asistanı hekimlere Tıbbi Antropoloji – Tıp Antropolojisi için birkaç saatliğine geldiğinde, ününü ve birkaç kitabını biliyorduk ve okumuştuk. Cumhuriyet gazetesi 2. sayfa yazılarını da hep öğrenerek okuduk. Derste kısa yaşam öyküsünü bizlerle paylaştı. Mimardı ama bu alana kaymıştı. Biz sorduk nedenini, açıkladı :

ABD’deki mimarlık eğitimi sırasında çok farklı kültürlerden gelen insanlar, öğrencilerle karşılaşmıştı. Onlarla tanışmış ve kültürleri ile yüzleşmişti. İnsanlar nasıl oluyor da böylesine kökten farklı kültürel kalıplar ve yaşamlar üretebiliyordu? Oysa hepsinin ortak yanı “insan” olmalarıydı.

Bu soru ve merak O’nu sürüklemiş ve Mimarlık – Matematik ağırlıklı bir temel eğitim alanı üstüne “İnsanbilimleri” inşa etmek zor olmamıştı; mimari becerileri ve engin bilimsel coşkusu işini kolaylaştırdı. Çok değerli kitaplar kazandırdı alanında kültürümüze.

Ben de özlem ve şükran ile anıyorum, bana da bir ölçüde rol modeli olan bu saygın kültür insanını.
***
Sn. Kırmacı hem bizi Türkiye’nin bu 5 saygın insanın arasına koyarak gönendirdi hem de bu anılarımızı tazeledi ve çağrışımlarımızı paylaşmamızı sağladı.

Dileriz O’nu da hak ettiği yerlere taşıyacak biçimde özyaşam öyküsünü (Biyografisini) çok iyi bilen dostları yazsınlar…

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Not : Sn. Kırmacı’nın bizi yazdığı makalesine web sitemizde erişilebilir..
Keza Sn. Kırmacı’nın çok sayıda makalesi de web sitemizde yayınlandı..
Türkiye’nin Efsane İsimleri-4: Prof. Dr. Ahmet Saltık | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA ULUSUN SAĞLIĞI : Stratejik bir Sorunsal ve öncelik..

TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA
ULUSUN SAĞLIĞI :
Stratejik bir Sorunsal ve öncelik..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
ADD Bilim Kurulu Başkan V.
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı-Siyaset Bilimci
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Merkezi, Cumhuriyetimizin 100. yılı anısına, 1989’dan bu yana düzenli olarak yayınlayageldiği “Atatürkçü Düşün” dergisinin 153. sayısını (Ekim-Kasım-Aralık 2023) özel sayı olarak çıkardı.

Bu sayıda bizden de Cumhuriyetin başından bu yana sağlık hizmetlerinin evrimini, güncel durumunu, geleceğe ilişkin beklenti ve planları yazmamız istendi.

Hiç kuşku yok, “CUMHURİYETİN SAĞLIK DEVRİMİ” dir söz konusu olan hem de DESTANSI! A4 boyutunda on sayfa yazdık. Derginin 15-25. sayfaları oluştu.

Kısa bir giriş, kimi seçmeler ve sonuç sunup, yazının tümüne pdf erişimi vereceğiz (en sonda)..

***
MUVAKKAT İCRA ENCÜMENİ HEYETİ
Mustafa Kemal Paşa Hükümeti,
25 Nisan 1920 –
03 Mayıs 1920

Sağlık Bakanlığı yoktur ve sağlık konuları yer almamaktadır. Ancak 3 Mayıs 1920’de TBMM’nin açılışının 10’uncu gününde ilk kez Sıhhat ve İçtimai Mavenet Vekaleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) kurulmuştur. Dr. Adnan Adıvar ilk Bakan’dır.

  1. İCRA VEKİLLERİ HEYETİ :
    Mustafa Kemal Paşa Hükümeti, 3 Mayıs 1920 –
    24 Ocak 1921,

Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili Dr. Adnan Bey (İstanbul), 03.05.1920-24.01.1921

“Umuru sıhhiye ve muavenet-i içtimaiye hususunda hali hazır-ı malimizin müsaid olabildiği kadar ve mümkün mertebe iktisada riayet olunarak azamî fevaid-i sıhhiye ve içtimaiye teminine çalışılacaktır. Ahalinin ve memlekette mevcut müessesat-ı sıhhiyenin edviye ve levazımı sıhhiye hususunda müşkilâta uğramamaları için şimdiden bu gibi levazımın memlekete ithaline say olunuyor. Elimizde mevcut edviye ve eczayi tıbbiyeyi israf etmemek üzere kullanırsak bu buhranlı devreyi kolaylıkla atlatabileceğimizi zannediyoruz. Emrazı sariyenin lehülhamd memlekette bu sene evvelki harp senelerine nisbeten pek az olduğunu marazı hamdü şükranda zikretmekle beraber bugün emrazı içtimaiye namı altında zikrolunan malarya ve frenginin tahdidi mazarratı için diğer şuabatı idare ile müttehiden ittihazı tedabir olunacağını söylemek isteriz.”

  1. Yasama Yılı Açış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa’nın, 1 Mart 1921 – 1 Mart 1922 arasında 2. Yasama döneminde Meclis Hükümetinin sağlık alanında yaptıklarını aktaran tarihsel sözleri oldu :
  • “Efendiler, ulusumuzu güven içinde yaşatmak amacımız olduğu gibi, onun sağlığına özen göstermek ve olanaklarımızın elverdiği oranda sosyal acıları dindirmek de hükümetimizin görevlerindendir. Bu cümleden olmak üzere ülkemizin doktor ihtiyacı olanakların elverdiği oranda karşılanmaya çalışıldı. 1920 yılında 260 (iki yüz altmış) doktor görevli idi. Bu sayı, bu geçen yıl zarfında 312’ye (üç yüz on iki) yükseltildi. Elli doktor daha bulunup, doktorsuz ilçelere gönderilmeleri düşünülmektedir. Bu yıl bulaşıcı hastalıkların yayılması önlendi, başgösteren hastalıklar derhal sıhhi önlemler alınarak, bulundukları yerde yok edildi. Bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin önlem olan aşılar, artık tümüyle ülkemizde yapılmaktadır. Üç milyondan fazla kişiye yetecek çiçek aşısının Sivas’ta yapılmış bulunduğunu belirtmekle bu konuda gerekli bilgiyi vermiş oluyoruz. Ülkenin sıtmalı bölgelerine yeterli miktarda kinin dağıtılmıştır.
    Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olan para sarf edilmiştir. Sosyal hastalıklar ile uğraşımızın daha etkili ve daha ayrıntılı bir şekilde yerine getirilmesinin gereğini de
    belirtmek isterim.”

………………….
…………………………….
…………………………………….

  1. Yasama Yılını Açış Konuşması, Cumhurreisi Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1923
  • Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen, aşıların hazırlanması ile uğraşan hıfzıssıhha kurumu üstün bir başarı ile çalışmalarını sürdürmekte ve hastalıklarla savaşta yararlı hizmetler yapmaktadır. 1921 yılı içinde, üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Kurumu geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 Kg. kolera, 477 Kg. tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yeterli bir şekilde yapılmıştır. Halen İstanbul ve Sivas’ta bulunan her biri bakteriyoloji laboratuvarı, kimya. laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden kurulu hıfzıssıhha müesseselerinin üçüncüsü de bu yıl Diyarbakır’da kurulacak ve böylece hastaların uzak yerlere gitmelerinden doğacak sakıncalar ortadan kalkacaktır. Bulaşıcı hastalıklara karşı önemli bir savaşın aracı olan temizlik ve etüv araçları gittikçe çoğaltılmakta ve düşman tarafından zarar görmüş olanlar onarılmakta, var olanlar ise yenileştirilmektedir. Bu şekilde yakında Afyon Karahisar, Eskişehir ve Niğde etüv kurumları faaliyete gireceklerdir. İzmir’de ve Ankara’da her türlü aracı olan birer etüvevi inşası düşünülmektedir. Aslında sağlık korunmasını sağlayan etüvevleri bulunmayan şehirlerde yerel yönetimler tarafından verilecek ödenekle ve merkezden yapılacak yardımla bir an önce bunların tamamlanması, 1923 yılında yerine getirilmesi amaçlanan işlerden birisidir. Bu arada, çeşitli yollarla dışarıdan gelecek salgın hastalıklara karşı korunmak için sınırlarımızda karantina yeri projesi de incelenmektedir. Kapitülâsyonların kaldırılması sonucu olarak uluslararası bir yönetim durumundan çıkarılıp, halen doğrudan doğruya bakanlığın şubelerinden biri durumuna gelen eski karantina sağlık işleri de, en güç şartlar içinde teslim alınmış olmakla birlikte başarı ile yönetilmekte ve çalıştırılmaktadır. Bir harabe halinde teslim alınan Sinop ve Kılazömen karantina yerlerinin çalışır bir duruma getirilmesine çalışılmaktadır. Sadece bulaşıcı ve mikrobik hastalıklara yakalananların tedavi gördüğü hastahanelerin bulunmamasının ülkemiz için büyük bir eksiklik olduğu düşünülerek bu yıl İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde 5 adet bulaşıcı hastalıklar hastahanesinin kurulması ve açılması sağlık programımıza konmuştur.
    Bu arada İzmir’deki hastahane çalışmaya başlamış, İstanbul’dakiler de açılmaya hazır olarak beklemektedir. Gerek yerel yönetimlerin çalışmaları gerek örnek kurumlarımızın ülkemize
    iyi bir şekilde dağıtılması ile Anadolu’nun her yanında eldeki imkanlar içinde önemli sağlık merkezlerinin kurulmasına çalışılacaktır. Salgın hastalıklar oranı kadar önemli ve hatta ülkemizde bunlardan daha çok ölüme neden olan sıtma, frengi ve vereme karşı da önlemler alınmasından geri durulmuyor. Sıtma hastalığının ülkemizdeki yayılma oranı ve yaptığı yıkıntıya karşı yeterli önlemler bulunduğu iddia edilmemekle birlikte, sıtmanın en etkili ilacı olan, İstanbul kimyahanesinde üretilen devlet Kinin’inin bin kiloya yakın mevcudu Ziraat Bankası eli ile bütün bölgelere dağıtılmak üzeredir. 250 kilo da parasız kinin dağıtılmıştır. Yine geçen yıl ödeneğinden artan para ile dışarıdan yeniden bin kilo kadar kinin alımı için başvurulmuştur. Sıtma hastalığının kökünün kazınması için, tek çare olan kurutma ve arazi ıslahı sorununa ve şehir ve köylerin sağlık koruyucu şartlarının düzeltilmesine olağan durum sağlandığında hemen başlanacak ve bunun tamamlanması bayındırlık ve sağlık işlerimizin en gerekli ve önemli görevlerinden olacaktır.
    Frengi ile mücadele her yerde alışılmış olan biçimde sürdürülmektedir.
  • Yıkıcı memleket hastalıklarından başlıcası olan vereme karşı şimdiye kadar durum ve şartlar nedeniyle uygulamaya izin ve imkan bulamadığımız önlemlere başlangıç olmak üzere İstanbul’da veremliler tedavievi açmak ve böylece yeni ve çok gerekli bir mücadelenin
    ilk temel taşını koymak düşüncesindeyiz.
  • Bakanlığa bağlı genel hastalıklar hastahanelerinden geçen yıl içinde yirmi bini aşan
    hasta tedavi edildi ve bütün kurumların laboratuvarlarında 30 bin muayene yapıldı.
  • Sağlık işlerimizin nüfus ile ilgili konularını geleceğin önemli icraat programına bırakarak
    sosyal yardım işlerine geçiyorum.”

***
Böyle başladı Kurtuluş ve Kuruluş aşamalarında sağlık hizmetleri Türkiye’mizde.
Onlar, şanlı Kurtuluş’un ardından görkemli Kuruluş aşamasında devrimlerle dünyayı şaşırtmıştı.

  • Sağlık alanında yaptıkları da büyük bir SAĞLIK DEVRİMİ’dir, destandır, örnek alınmalıdır.

………………………….
………………………………….
…………………………………………

Sonuç olarak                                                                  :

Yalnız sağlık sektöründe değil, tüm toplumsal yapılanmada merkez değer SAĞLIKLI – ONURLU – ÜRETKEN yaşam biçimine erişmek olmalıdır.

Toplum 5.0 kaçırılmamalıdır.

İnsan hakları çağı” olarak tanımlanan yüzyılda, tüm insan haklarının öncülü “SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI” dır. “Hak temelli” yaklaşım, sorunları çözmede bilimsel – değer eksenli politikalar geliştirmek için kritik anahtar işlevindedir.

Hiç unutulmasın                                          :

  • “ Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.”
  • “Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz.
    Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız.”
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

****
Yazının tümü için lütfen tıklayınız :

100. Yıl ADD dergisine makalemiz

ADD Dergisi 100. yıl özel sayısına, TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA ULUSUN SAĞLIĞI…

TÜRK HUKUK KURUMU BASIN DUYURUSU


TÜRK HUKUK KURUMU
BASIN DUYURUSU

Anayasa madde 153/son :

 

‘’Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır
ve yasama, yürütme ve YARGI ORGANLARINI, idare makamlarını,
gerçek ve tüzelkişileri bağlar.‘’

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu yapma kararı (!)

Cumhuriyet’in hukuk tarihine, hiçbir şekilde silinmeyecek şekilde geçen BİR KARA LEKEDİR.

Bu karara onay veren üyeler derhal istifa etmeli ve haklarında yasanın ön gördüğü usul içinde soruşturma açılmalıdır.

1961 Anayasa’sının hazırlanması aşamasında genel olarak bu Anayasa karşıtlığını belirten Prof. Dr. Ali Fuad BAŞGİL

  • ‘’…..ÇOĞUNLUĞUN HÜKÜMETİ, MUTLAKA HAKKIN VE ADALETİN TEMİNATIRDIR DENİLEMEZ. HAKSIZLIĞIN VE ZULMÜN BİR ŞAHISTAN VEYA BİR AZINLIKTAN GELMESİ İLE BİR EKSERİYETTEN GELMESİ ARASINDA BİR FARK YOKTUR. 
    ZULÜM DAİMA ZULÜMDÜR VE AYNI DERECEDE İĞRENÇTİR.
  • DEMOKRASİYİ SIRF BİR EKSERİYETİN HÜKÜMETİ ALMAK VE TARİF ETMEK, TIPKI İNSANI İSKELETTEN İBARET BİR MAHLUKTUR DİYE TARİF ETMEK KADAR SATHİDİR.’’

O aşamada, bir akademisyenin bile bu görüşleri savunması Anayasa’daki özgürlüklerin bir kişi ve toplum için önemini ortaya koymuş ve ANAYASA MAHKEMESİ,
YENİ BİR KURULUŞ OLARAK HUKUKUMUZDAKİ YERİNİ ALMIŞTIR.

Ne yazık ki bu durum; Bize ilim adamı değil ulema lazımdır.anlayışının sonucudur.

Geçmişte, iktidarının çoğunluğuna seslenirken “SİZ İSTERSENİZ HİLAFETİ DE GETİREBİLİRSİNİZ” diyen anlayışın, ülkeye büyük zararlar verdiği unutulmamalıdır.

Bu ülkenin, hukuka inanan ve onu ödünsüz savunan hukukçuları olarak, Cumhurbaşkanlarının yemininde de yazılı olduğu gibi,

  • ANAYASAYA ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE BAĞLI KALACAĞIMIZA
    AND İÇER” ve BUNU DA YEDİ DÜVELE İLAN EDERİZ!..

Av. Nail GÜRMAN
TÜRK HUKUK KURUMU BAŞKANI

HASUDER : 14 KASIM DÜNYA DİYABET GÜNÜ BİLGİ NOTU

Diyabet, pankreasın insülin üretiminde veya üretilen insülinin kullanımında sorun olduğu zaman oluşan kronik (süreğen) bir hastalıktır. İnsülin yiyeceklerdeki glikozun (şekerin) kan dolaşımından hücrelere geçerek kullanılmasını sağlayan temel hormondur. İnsülin üretiminde ya da kullanımında sorun olduğunda kan dolaşımındaki glikoz miktarı artar ve kan şekerinin yükselmesine yol açar. Yüksek kan şekeri ise zamanla vücuttaki doku ve organlarda hasara neden olur. Diyabetin üç tipi vardır:
Tip 1 diyabet,
Tip 2 diyabet ve
Gebelik diyabeti (Gestasyonel diyabet) (1).

Tip 1 diyabet, pankreasın çok az insülin ürettiği ya da hiç üretmediği tiptir ve şu an için nedeni yeterince aydınlatılamamıştır.

Tip 2 diyabet, dünyada en sık olarak izlenen diyabet tipidir. Gelişimini önlemek, komplikasyonları engellemek için etkili olduğu kanıtlanmış yaklaşımlar vardır.

Gestasyonel diyabet (gebelik diyabeti) ise ilk kez gebelik sırasında ortaya çıkan diyabet tipidir ve gebe kadınların ortalama %10’unda gestasyonel diyabet görüldüğü kestirilmektedir. Gestasyonel diyabet, plasenta hormonlarının insülinin etkilerini engellemesine (insülin direncini artırmasına) bağlı olarak gelişir. Genellikle gebeliğin 24. haftasından sonra ortaya çıkmakta olup 24-28. haftalarda yapılan tarama testi ile saptanabilmekte ve insülin ile denetim altına alınabilmektedir. Denetim altına alınmayan gestasyonel diyabet, gebelik zehirlenmesi ve erken doğum riskini artırdığı gibi bebekte de sarılık, makrozomi (anormal büyüme-iri bebek), solunum sıkıntısı gibi çeşitli sağlık sorunlarına ve hatta ölüme yol açabilir. Gestasyonel diyabeti olan kadınların ve çocuklarının ileride tip 2 diyabete yakalanma riski vardırr (2,3).

Diyabetin belirtilerini şöyle sıralamak olanaklıdır:

  • Sık idrara çıkma,
  • Ağız kuruluğu ve susuzluk,
  • Sık acıkma,
  • Kilo yitimi,
  • Görme değişiklikleri,
  • Yorgunluk,
  • Enfeksiyonlara yatkınlık,
  • Sinirlilik durumu gibi ruhsal değişiklikler

Tip 1 diyabette belirtiler daha belirgin olup, tip 2 diyabette daha silik izlenebilir. Bu nedenle genellikle komplikasyonlar ortaya çıktıktan sonra geç tanı konulmuş olur. Bunun önüne geçmek için risk etmenlerinin ve belirtilerin ayırdında olmak önemlidir (4).

Diyabet zaman içinde kardiyovasküler sistem (kalp-damar sistemi), göz, böbrekler ve sinirlerdeki kan damarlarına zarar vererek sağlık sorunlarına yol açabilir. Gözde görme yitiği, ayaklarda sinir zedelenmesi ve zayıf kan dolaşımı ile ülserlere (yaralara) ve sonrasında amputasyonlara (organın kesilmesi), kalp krizine, felç, böbrek yetmezliği gibi ağır komplikasyonlara neden olabilir (4). Bu komplikasyonları ve erken ölümleri önlemek için etkisi olduğu bilinen yaklaşımlar vardır. Bunlar:

  • Yaşam biçimi değişiklikleri,
  • Stres yönetimi,
  • Sağlıklı bir kiloda olmak,
  • Günlük en az 30 dakika orta düzeyde fiziksel egzersiz yapmak,
  • Tütün ve tütün ürünleri kullanmamak,
  • Şeker ve doymuş yağlardan kaçınmak,
  • Hekim tarafından başlanan tedaviye (sağaltıma) uymak,
  • Tansiyon (kan basıncı) ve lipit profilini denetim altında tutmak,
  • Düzenli aralıklarla göz, böbrek ve ayaklarda oluşabilecek hasarlara (zedelenmelere) karşı tarama yaptırmak (2).

Yaşam koşullarında hareketsizliğin artması, nüfusun yaşlanması, kentleşme, aşırı kilo ve obezite sıklığında artış tip 2 diyabet sıklığını artırmaktadır. Alınacak önlemlerle (yukarıda anılan) Tip 2 diyabetin ortaya çıkışı geciktirilebilmekte ve tüm diyabet türleri için komplikasyonların önüne geçilmesi veya oluşumunun ertelenmesi olanaklı olmaktadır (5).

Her yılın 14 Kasım günü Dünya Diyabet Günü olarak kutlanmakta olup tüm dünyada diyabet farkındalığını artırmak amaçlı çeşitli etkinlikler ve çalışmalar yürütülmektedir. Dünya Diyabet Günü, 2007 yılında mavi daire logosuyla temsil edilmeye başlanmıştır. Mavi daire ile küresel diyabet topluluğunun birliği ifade edilmektedir. Dünya Diyabet Günü kapsamında her yıl bir temaya odaklanılmaktadır. 2021-2023 arası teması “Diyabet Bakımına Erişim” olarak belirlenmiştir (6).

Bu bağlamda, 2023 yılında “Riskinizi Bilin, Sorumluluğunuzu Bilin” sloganı ile diyabetin geciktirilmesine ve önlenmesine yardımcı olmak için diyabet riskini bilmenin önemine odaklanılmış, zamanında bilgiye ve bakıma erişimin önemine değinilmiştir (5).

Diyabet atlası (2021), yetişkin nüfusun %10,5’inin diyabet hastası olduğunu ancak neredeyse yarısının bunun ayırdında olmadığını belirtmektedir.

Kestirimler, 2045 yılına dek %46,0 artışla 8 yetişkinden 1’inin diyabetle yaşayacağını öngörmektedir.

Verilere göre, diyabetli her 4 kişiden 3’ü düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamakta, 541 milyon yetişkinin tip 2 diyabet riski yüksek derece bulunmakta, 1.2 milyondan çok çocuk ve ergen tip 1 diyabet ile yaşamakta ve 2021 yılında dünyada diyabet nedenli 6,7 milyon ölüm olduğu bilinmektedir.

Diyabet 2021 yılında en az 966 milyar dolarlık sağlık giderinin nedeni olmuştur ve bu dünya çapında sağlık hizmeti giderleri toplamının %9’unu oluşturmaktadır (7).

  • Diyabeti olan kişiler, hastalığı yönetmek ve komplikasyonlarını önlemek, geciktirmek için sürekli bakıma ve desteğe gereksinim duymaktadır. Dünya çapında milyonlarca diyabet hastası bu bakıma erişimde güçlük yaşamaktadır.

Dünya Diyabet Günü kapsamında 2023 yılında hükümetlerin diyabet bakımına yönelik yatırımlarında artış yapması; ilaç, teknoloji, destek ve bakıma gereksinim duyan tüm diyabetli kişilere ulaştırılabilir duruma gelmesi gerektiği belirtilmiştir (8).

HASUDER Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.

https://hasuder.org/Duyurular/Detay/bilgi-notlari/14-kasim-dunya-diyabet-gunu-bilgi-notu/70b51f81-a023-a2c7-d377-3a0edaff52a6

KAYNAKLAR

  1. International Diabetes Federation [Internet]. Erişim : 08.11.2023. Diabetes basics. https://idf.org/about-diabetes/what-is-diabetes/
  2. Diabetes [Internet]. Erişim : 08.11.2023.
    https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/diabetes
  3. Gebelik Diyabeti [Internet]. Erişim : 09.11.2023,  https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/diyabet/gebelik-diyabeti.html
  4. Diabetes [Internet]. Erişim 08.11.2023.
    https://www.who.int/health-topics/diabetes
  5. Federation ID. Key messages, World Diabetes Day [Internet]. Erişim 8.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/key-messages/
  6. Federation ID. About WDD | World Diabetes Day [Internet]. Erişim 08.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/
  7. Federation ID. Facts & figures, World Diabetes Day [Internet]. Erişim 8.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/facts-figures/
  8. Federation ID. Theme | World Diabetes Day [Internet]. Erişim 08.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/theme/

AYDINLANMA NEDİR ve NE DENLİ GÜÇLÜDÜR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eeski Dekanı

Aydınlanma güneş ışığı gibidir.
Kılıçlar ne denli çok ve ne denli keskin olurlarsa olsunlar, ışığı kesemezler.
Kurşunlar, roketler… ve füzeler ne denli gelişkin yapılırsa yapılsınlar ışığı öldüremezler.
Sular, fırtınalar tayfunlar… ne denli kahredici olurlarsa olsunlar ışığı boğamazlar.
Ateşler, yıldırımlar, yanardağlar ışığı yakamaz, hatta kendileri ışık olurlar.

Şahların, sultanların, kralların, diktatörlerin orduları, silahları, komutanları ne denli güçlü olurlarsa olsunlar ışığa güçleri yetmez.

Güneş ışığının ömrü sonsuzdur (AS: Güneşin ömrü 4,5 milyar yıl kestiriliyor..) ve dokunulamazdır. Aydınlanma da öyledir.

Çağdaş uygarlık, özgür aklın ve deneysel bilimin ışıkları ve aydınlanmasıyla doğdu.

Ancak karanlıklılar ve karanlık güçler her zaman ışığa, aydınlanmaysa her zaman düşman oldular ve düşman olmayı sürdürüyorlar.

Ama hiç unutulmasın ki; er ya da geç, ışığın yok edemeyeceği hiçbir karanlık, Aydınlanmanın da yok edemeyeceği hiçbir cehalet, hiçbir karanlık düşünce yoktur. Tarih baba bize öyle söylüyor.

Cehalet ve kör inanç zifiri karanlıktır

Buna karşın özgür akıl ve çağdaş bilim güneş ışığı gibidir. Her zaman ve her yerde aydınlıktır.

Mustafa Kemal Atatürk ulusumuzun hiç batmayan güneşi ve gün ışığıdır.

Atatürk’e düşmanlık ışığa, Aydınlanmaya düşmanlıktır.
Aklı ve bilimi yadsımaktır.
Ne denli kara çalmaya kalsalar da ışık leke tutmaz. Atatürk de öyle.

Ulusumuz uyandı ve artık cehaleti sürdürme haplarını yutmuyor, yutmayacak.

Tıpkı güneş ışığı gibi, Atatürk’ün hiç sönmeyecek olan özgür akıl ve çağdaş bilim ışığı, ülkemizi, devletimizi, eğitimimizi, beynimizi ve yaşamımızı sonsuza dek aydınlatmayı sürdürecektir. Tersine çabalar güçlü akıntıya karşı kürek çekmekten ibarettir ve boşunadır.

Umudumuzu hiç eksiltmeden, sevgi, barış ve ebedi (sonsuz) kardeşlik iklimini bozmadan, umuda yolculuk için doğru düşünmeye, verimli çalışmaya, nitelikli üretime ve Atatürk’ün
o güçlü, asla geri dönülemez özgür akıl ve bilim ışığında; laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı Cumhuriyetimizi inançla ve kararlılıkla, sonsuza dek yaşatmak için,
anayasal sınırlar içinde kalarak örgütlenmeyi ve birleşip çoğalmayı sürdürmeliyiz.

Uygarlık ışığının önünde hiçbir güç duramaz.

Yeter ki uygarlık rotasından ve uygarlık yolundan sapılmasın.

Hukuk devleti-Hukukun Üstünlüğü

Alev Coşkun
Alev Coşkun
Cumhuriyet, 13.11.23

Hukuk devleti Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tüm karar ve uygulamalarında hukuka bağlı ve saygılı olması demektir.

Evrensel demokrasinin temeli hukuk devletidir. Bu da ilk kural olarak siyasal iktidarın gücünün hukuk ilkeleri çerçevesinde sınırlandırılması ve hukuk içinde denetime bağlı tutulması demektir. Hukuk devleti, faaliyet ve kararlarında hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuksal güvenliği sağlayan devlet olarak tanımlanır.

POLİS DEVLETİ, HUKUK DEVLETİ

Ortaçağda “polis devleti” geçerliydi, daha sonra “kanun devleti” modeline, sonra da “hukuk devleti” ne ulaşıldı. Bu süreç büyük acılara, kan dökülmesine, ihtilallere neden olmuş ve yüzyıllar sürmüştür.

Günümüz evrensel demokrasisinin temellerinde özgür, adil, dürüst hukuka bağlı genel seçimler, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelerle korunması,
güçler ayrılığı ilkesine dayalı ve güçlerin birbirini denetlediği bir anayasal sistem
vardır. Bunlara ek olarak yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini gerçekleştirecek, vatandaşın anayasal haklarının güvencesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nin varlığı ve işlerliği koşuldur…

GÜÇLER AYRILIĞI

Demokrasinin temel ilkesi güçler ayrılığının bilimsel temellerini Fransız düşünür Montesquieu atmıştır. 1748’de yayımlanan “Kanunların Ruhu” (De L’esprit Des Lois) kitabında “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasal gücü elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanmak eğiliminde olacaktır. Bu nedenle, gücün gücü denetlemesi gerekir” diye yazmıştır.

Montesquieu’nun bu yargısı, insanlık tarihinde yüzlerce kez doğrulanmıştır.

Günümüz “azgelişmiş hibrit demokrasi” lerinde daha da kötü bir durum ortaya çıkmıştır.
Böyle modellerde Yürütmeyi elinde tutan güç, seçimlerde çoğunluğu sağlayarak Meclisi de denetim altına alıyor. Yürütme ile Yasama adeta bir elde toplanıyor. Geriye bir tek Yargı kalıyor.

YARGI

Yargı da Yürütmenin etkisi altına girerse, artık gerçek evrensel demokrasiden söz etmek olanağı ortadan kalkıyor. Bu nedenle, bağımsız yargının varlığı çok önemlidir. Bu noktada özellikle bağımsız ve tarafsız Anayasa Mahkemesi’nin varlığı önem kazanıyor.

YASALARIN ANAYASAYA UYGUNLUĞUNUN YARGISAL DENETİMİ

Meclis’in kabul ettiği bir yasa anayasaya aykırı ise ne olacaktır?

Yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilk kez, ABD’de gerçekleşti. ABD yüksek mahkemesinin 1803’te Marbury v. Madison davasında aldığı karar, yasaların yargısal denetiminin yolunu açmıştır. Böylece anayasa hukukunda ve demokrasi kuramında bir devrim oldu. Montesquieu’nun güçler ayrılığı ilkesi hukuksal açıdan gerçekleşiyordu. ABD Yüksek Mahkeme Başkanı John Marshall’ın yazdığı kararda şöyle deniliyordu:

Her hukuk kuralı, kendinden üstün olan hukuk kuralı karşısında gücünü yitirir.

– Anayasa, yasalardan üstün bir hukuk kuralıdır.

– Şu halde, yasalar anayasa karşısında güçlerini yitirirler. Bu durumda yargıç yasaya göre değil, anayasaya göre davayı karara bağlamalıdır.

AVRUPA’DA DURUM

Hukuk devletinin Avrupa’da gelişimi yüzyıllar sürmüştür. Avrupa’da anayasa mahkemelerinin kuruluşu ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşebilmiştir.

2. Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya, demokrasinin ortadan kaldırılıp otoriter yönetimlerin güç kazanmalarının simgesel örnekleridir…

Demokrasinin olanakları kullanılarak iktidara gelen Hitler, 1933-1945 yılları arasında Nazi partisine dayalı olarak ülkeyi yönetti. Anayasa rafa kaldırıldı, anayasaya aykırı yasalar Meclisten geçirilip uygulandı…

Aynı durum İtalya’da da yaşandı. İtalya’da Mussolini’nin faşist düzeni aynı yöntemlerle gerçekleştirildi.

2. Dünya Savaşı sona erince başta Almanya ve İtalya, yaşadıkları bu demokrasi karşıtı durumdan ders aldılar. Avrupa ülkeleri yeni anayasalar yaptılar. ABD’de 1803 yılından beri uygulanan yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilkesini kabul ettiler. 1947’de İtalya, 1949’da Almanya, 1959’da Fransa yeni anayasalarında anayasa mahkemelerinin kuruluşunu gerçekleştirdiler. 1976’da Portekiz, 1978’de İspanya bu yolda yürüdü…

TÜRKİYE ve 1961 ANAYASASI

1961 Anayasası, işte Avrupa’daki bu gelişmelerden etkilenmiştir. Bu nedenle 1961 Anayasası, Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, hukuka bağlı bir anayasa olarak değerlendirilmiştir.

Avrupa’daki bu yeni anayasalar çağdaş egemenlik anlayışını kabul ediyordu. Egemenliğin tek başına bir organ, bir kişi, bir siyasal iktidar tarafından kullanılmasını ve siyasal gücün diktaya doğru gidişini önlemek için anayasa mahkemelerini kuruyordu. Çağdaş demokrasilerde, Meclis çoğunluğuna dayanarak bir siyasal partinin her istediğini yapması artık olanaksızlaşıyordu.

Hukukun üstünlüğü ilkesi ve demokrasinin kendini korumak hakkı her şeyin önüne geçiyordu. Avrupa ülkelerinde anayasa mahkemeleri ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu. Böylece, siyasal iktidarın yetkileri sınırlandırıldı.

Bugün dünyada anayasa mahkemesi olmayan ülkeler, demokratik olarak kabul edilmiyor.
Eksik, hibrit, etkin olamayan yarı demokrasi olarak değerlendiriliyor.

ANAYASA NE DİYOR?

Bu temel girişten sonra son büyük kargaşaya geçebiliriz. Geçen hafta Türkiye’de yüksek yargı organları arasında çok ciddi bir deprem yaşandı. İstanbul’daki ilk mahkeme ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi, anayasanın kimi temel hükümlerine karşı geldiler. Milletvekili seçilen Can Atalay’ın cezasının devre sonuna bırakılıp milletvekili dokunulmazlığı gereği cezaevinden çıkarılması gerekiyordu. Anayasa Mahkemesi bu konuda hak ihlali olduğuna karar vermişti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu karara uyması gerekiyordu. Ancak 13. Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı ele almadan topu taca atar gibi Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. 3. Ceza Dairesi yetkisini aşarak Anayasa Mahkemesi yargıçları hakkında suç duyurusunda bulundu. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekiyordu.

YETKİ AŞIMI-ANAYASAYA AYKIRILIK

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) düzenlemiştir. “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlığını taşıyan 11. maddesi temel ilkeyi şöyle koymuştur:

  • Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”

Anayasanın 148. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini saymıştır. 158. maddenin son fıkrası da şöyledir:

Diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi’nin görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararları esas alınır.” Anayasanın 153/son fıkrası çok açıktır:

  • Anayasa mahkemesinin kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar”

Bu durumda, ilk mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekirken, dosyayı Yargıtay’a göndererek anayasaya aykırı davranmıştır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi kendisini mahkemeler üstü bir konuma taşımıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı incelemeye alınmış ve karar etkisiz duruma getirilmiştir.

Oysa anayasanın yukarıda belirtilen ilgili maddeleri, AYM kararlarının bağlayıcılığını hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde ortaya koymaktadır.

Tüm hukukçular konuşuyor, Barolar Birliği, tüm barolar hareket halindeler, direnç gösteriyorlar… Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk ve eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın değerlendirmeleri önemlidir. Her ikisi de bu durumu hukuksuzluk, anayasaya aykırılık, akıl tutulması, hukukun kötüye kullanılması olarak nitelendiriyorlar. (10 Kasım 2023, Karar gazetesi)

Bu karmaşa neden yaratılıyor? Kimi yorumcular Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin siyasete alet olduğunu belirtiyorlar. Tüm bu olanların AKP’nin hazırlamakta olduğu yeni anayasa için bir altyapı hazırlığı olduğu belirtiliyor.

Adalet Bakanı da konuya “Yeni anayasayla krizler çözülür” diye işaret etti.

KİME YARAR?

Bu karmaşa hiç kimseye yarar getirmez. Aslında en büyük zararı AKP iktidarı almaktadır. Zaten hukukun üstünlüğü raporlarında en kötü ligde bulunuyoruz. Bu durum Batı dünyasında kuşku ile karşılanacak, Türkiye’yi demokratik olmayan ülkeler düzeyine düşürecektir. Anayasa Mahkemesi konusundaki tartışmalar bir yarar sağlamaz, AKP aleyhine tartışmalara neden olur. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Erkan, Ocak ayında New York’a gidecekler, yatırımcılar toplantısına katılacaklar… Kendilerine her şeyden önce bu hukuksuzluk sorulacaktır… Yatırımcı, hukukun zedelendiği yere gelmek istemez.

Hukuk devleti, tüm devlet organlarının hukuka bağlılığını temel koşul olarak kabul eder… Özellikle de yüksek yargı organlarının hukuka bağlı olması gerekir. Anayasa ve temel hukuk kuralları, siyasal amaçlar için kötüye kullanılmamalıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları