Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Türkiye Cumhuriyeti ve ATATÜRK : Tarihin Eşsiz İkizleri

Dostlar,

02 Kasım 2024 günü, İzmir Narlıdere’deki Huzurevi kalanlarının (sakinlerinin) çağrılısı olarak
bu büyük ve önemli kurumda bir görsel konferans verdik.
Yaşamlarının sonbaharını – kışını burada geçiren “kıdemli yurttaşlarımız” örgütlenmişlerdi!

  • Emekli Sandığı Emeklileri Dayanışma Derneği-EMSANDER

Dernek yönetimi adına, ikisi de emekli Cumhuriyet öğretmeni olan Sn. İsmail Çakar ve
Sn. Ali İhsan Barut bizimle ilişki kurdular aylar öncesinden ve Kurum yönetiminden gerekli izinleri alarak hazırlıkları yürüttüler. Onların çok özverili ve sabırlı – yorucu emekleri olmasaydı bu konferans düzenlenemezdi. Saygın emeklerini şükranla selamlıyoruz.

Yaygın duyuru yaptılar ve Huzurevinin “Efes Balo Salonu” birkaç yüz sandalyesini doldurdular. Kimi izleyiciler tekerlekli sandalyeleri ile, kimisi yürüteç, tekli-ikili koltuk değneği yardımıyla konferans salonunu onurlandırdılar.

Ak saçlılar Meclisi” gibiydiler ve bana, gelişmiş ülkelerin olgun Senato üyelerini çağrıştırdılar.

91 yansıdan (slayt) oluşan görsel konferansımızı, biraz da “yavaş” sunarak yaklaşık 2 saatte tamamladık. Ardından soru ve yanıtları aldık ve kafede çay içerek söyleşimizi tamamladık.


***
Huzurevi yönetimi, konuşmamızın bir özetini rica etmişti. Müdür V. Recep bey bizimle telefonla görüştü ve kimi “beklentilerini” örtük olarak bize duyumsattı. Biz de endişe edilmemesini, “günlük siyasete girilmeyeceğini” belirttik. Öyle de yaptık, kişilere değil olgu ve sorunlara, çözümlere odaklandık. Konuşmamızın üç sayfalık özetini Kurum yönetimine önceden sunduk. Okumak için, aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak PDF’yi indirebilirsiniz.

Ahmet Saltık’ın Narlıdere Emekliler Huzurevinde 02 Kasım 2024’te yaptığı konuşma özeti

Görsel konferans yansılarını (slaytlarını) indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız :

Narlıdere konferansımız, 02.11.24
(91 yansı 9MB)

İzlenmesi, paylaşılması ve Cumhuriyetimize sahip çıkılması dileği ve beklentisiyle.

Sevgi ve saygı ile. 03 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Not : Video kaydı bize ulaşırsa burada paylaşacağız..

TOPLUMSAL KİRLENMELER-ÇÜRÜMELER; NEDENLERİ, SONUÇLARI ve ÇÖZÜM

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

Sosyolojik açıdan; bir ülkedeki toplumsal ya da sosyal kirlenme; o ülkedeki genel geçer olağan değerler sisteminin, davranış kurallarının ve var olan kültürel normlar ve insanî bağların giderek yozlaşması, önemsizleşmesidir.

Bu kötü gidişin toplumun çoğunluğunca kanıksanması ve olağanlaşmasıdır. Genel toplumsal zihniyetin ahlaksal, hukuksal , kültürel ve insansal… açılardan olağan rotasından sapmasıdır.
Bir başka betimleme ile de her konu ve her alanda gündelik yaşamı belirleyen topyekün genel zihniyet çürümesidir.

Ülke ve kamu çıkarlarının aşınmaya (erozyona) uğraması; buna karşın yasa dışı bireysel bencillik ve çıkarların ahlak, hukuk ve yargı engeline takılmadan elde edilir duruma gelmesidir. Bireyler, aileler kümeler (gruplar)… arasındaki ilişkilerin giderek yozlaşması, kirlenmesi ve çürümeye başlamasıdır.

Sosyolojik açıdan; bir ülkedeki toplumsal bozulma, yozlaşma ve çürüme ile o ülkedeki hukuksal, siyasal örgütlenme ile yönetim adaleti ve niteliği (kalitesi) arasında kaçınılmaz, zorunlu bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Eğer bir ülkede siyasal yöneticiler ahlak, adalet ve hukuk normlarından (kurallarından) saparak yolsuzluk, kayırmacılık, rüşvet, rant kollama, dışlama, liyakatsizlik.. vb. yanlış ve kural dışı tutum ve davranışlar içine girerlerse; bireyler ve değişik toplum katmanları da bu siyasal aktörler ya da figürleri taklit etmeye başlar. Kendileri de haksız filler ve hukuksuz davranışlara alışan bireyler, aileler ve toplumlar, giderek siyasal iktidarların haksız, hukuksuz, adaletsiz ve hatta ahlak dışı tutum, uygulama ve davranışlarını hoşgörmeye alışırlar. Yani balık baştan kokar ama gövdeyi de kokuşturur. Siyasetçilerin adalet, hukuk ve ahlak anlayışındaki kirlenmeyle toplumsal kirlenmeler eşitlenir.

Bir ülkede, sosyolojik açıdan gözlenebilen başlıca toplumsal kirlenme ya da çürüme belirtileri kısaca şöyle sıralanabilir :

1- Ahlaksal ve insansal değerlerin giderek zayıflaması. Adaletten ve hukuktan sapma. Yargı erkinin güvenilirliğini yitirmesi. Devlet yönetimindeki siyasal erkin, adaleti ve güvenliği sağlayacağına karşı oluşan inançsızlık ve güvensizlik.

2- Dürüstlükten sapmanın, yasa ve kural tanımamanın cezasız kalması. Ahlak ve adalet ilkelerine kayıtsız kalmanın yaygınlaşması. Bireyler ve kurumların ahlak, hukuk ve adalet dışı eylemlere sapmalarının yaygınlaşması.

3- Sosyolojik açıdan, doğru bireyselleşmiş ve doğru özgürleşmiş; ailesine, çevresine, ülkesine ve toplumuna karşı sorumluluk duyan insanlar ve yöneticiler yerine, toplumda aşırı bencilleşen,
hiçbir kural ve yasa tanımayan ve sorumluluk taşımak istemeyen bireyler ve insan tiplerinin yaygınlaşması.

4- Ülkedeki suç oranları ve suçlu sayısının artması. Yolsuzluk, hırsızlık, zorbalık, zoralım (gasp), insan öldürme, bağımlılık yapan madde ticareti ve kullanımının hızlanması, mafyatik ilişkiler ağının… vb. etkinliklerin gözle görülür olarak çoğalması ve yaygınlaşması.

5- Toplumdaki etnik, dinsel, mezhepçi, siyasal, ideolojik, cinsiyetçi, bölgeci… vb. fay hatlarının çoğalması; toplumsal (sosyal) ayrışma ve ekinsel (kültürel) bölünmelerin belirginleşmesi. Demokrasiden uzaklaşma. Etnikçilik ve dinbazlık dozunun yükselmesi.

6- Bireyler, aileler, ve ülkede var olan çeşitli toplumsal kümeler (gruplar) ve katmanlar arasındaki hoşgörü, duygudaşlık (empati) işbirliği ve dayanışmanın yitirilmesi. Toplumsal birlik ve bütünlüğün zayıflamaya ve çözülmeye başlaması.

Bir ülkedeki toplumsal kirlenme ve çürümeyi doĝuran ana etmenler olarak da şunlar sayılabilir :

1- Özgür akıl ve deneysel bilimden uzaklaşmak. Dünyayı salt teokratik (dine dayalı – dinci), feodal (ağalık düzeni), töresel ve geleneksel değerlerle algılamak.
Cağın evrensel normları ve değerler dizelgesini (sistemini) dışlamak. Bu nedenle tarihsel gerçeklere ve çağın gereklerine aykırı olarak idealleştirilen çağ dışı rejimler – politikacılar ya da yeni ideolojik arayışlar içine girmek.

2- Eğitim sisteminin ussallıktan (rasyonellikten) kopması, bozulması, çağın gerisinde kalması, hatta gerilemesi, fırsat eşitsizliklerin çoğalması, bireysel yaraşırlık (liyakat) ve yeteneğin işe yaramaz duruma gelmesi, başarıyı ödüllendirme güdülenmesinin (motivasyonunun) yok olması, nepotizmin (aile ve arkadaş kayırmacılığı) çoğalması.

3- Ahlakın, adaletin, hukukun, anayasal düzenin, yargının aşınması. Toplum çoğunluğunun, özellikle de aydınların, kendi insansal, hukuksal, siyasal, mesleksel… geleceklerinden umutsuzluğa düşmeleri. Bireysel ve toplumsal geleceğin belirsizleşmesi.

4- Üretim yetersizliğinden ve maddi gönenç (refah) düşüklüğünden kaynaklanan sorunlar.. Aşırı ekonomik dengesizlikler ve alt-üst oluşlar. Bireyler, aileler, çeşitli toplumsal katmanlar ve sınıflar arasındaki gelir farklarının ve yaşam standartlarının dayanılması zor kerteye düşmesi. Yaygın işsizlik ve süregenleşen (kronikleşen) aşırı enflasyonun oluşturduğu ekonomik yıkımlar.
Gelir dağılımının bozulması. Varsıllar (zenginler) aşırı varsıllaşırken (zenginleşirken), halkın yoksullaşTIRılması, toplumsal birlik ve dirliğin güvencesi olan orta direğin yok olup bel vermesi.

5- İç ve dış dinamiklerden kaynaklanan demografik baskılar. Hızlı ve düzensiz kentleşme. Konut, eğitim ve sağlık sorunlarının oluşturduğu sosyal ve ekonomik dengesizlikler. Ayrıca ülke dışı kaynaklardan hızlanarak gelen ve ülkenin güvenlik ve demografik yapısını bozmaya yönelik göçmen nüfus hareketleri

6- Saydam olmayan, çağdaş ölçüler ve yöntemlerle, niteliksel ve niceliksel olarak denetlenemeyen, halktan toplanan vergilerin ve sayıları giderek çoğalan finansal kamu fonlarının nerelere, nelere ve niçin harcandığının hesabını vermeyen siyasal ve yasal düzenlemeler her türlü yolsuzluklara ve dolaysıyla da toplumsal kirlenme ve çürümelere uygun bir zemin hazırlamış olurlar. Saydamlık (Şeffaflık) ve denetim, demokratik hukuk devletlerinin olmazsa olmazı konumundadır.

Salt kendilerini Tanrının vekili kabul eden sultani ve diktoryal yönetimlerde halka hesap verme yoktur.

Son söz, ya da çözüm yolları nedir ??

Tanı koymak (ya da teşhis) sağaltımın (tedavinin) yarısı hatta anahtarıdır.
Çıkış yolu, son altı maddede konan tanıları tersine çevirmektir.

Özgür aklı,
Deneysel bilimi,
Çağdaş eğitimi,
Sosyal adaleti,
Hukukun üstünlüğünü,
Yargı bağımsızlığını

egemen kılmaktır.

Üretim ekonomisine geçmektir.
Ekonomik dengesizlikleri, işsizliği, enflasyonu olağan sınırlara çekmektir.
Gelir dağılımı adil duruma getirmektir.
Orta sınıfı (direği) yeniden güçlendirmektir.
Demografik hareketlerde de ulusal güvenliği tehlikeye atmaktan ve demografik dengesizliklerden kaçınmaktır.
Saydam ve çağdaş yöntemlerle halka hesap vermektir.

MELTEM TV Programımız : YENİDOĞAN ÇETESİ UTANCIMIZ!

Dostlar,

Meltem TV‘de Sayın Gülgûn Feyman Budak‘ın konuğu olduk
ve YENİDOĞAN ÇETESİNİ – BEBEK ÖLÜMLERİNİ konuştuk..

Sağlık hizmetleri, Haziran 2003’te dış destekli dayatılan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (özgün adı HEALTH TRANSFORMATION) programıyla 21+ yıldır sistemli olarak özelleştirilmekte.

Dönemin Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ bu kökü dışarıda piyasacı sağlık sistemini 10+ yıl gözü kara (militanca) uyguladı.

Asla yerli – milli olmayan “Sağlıkta Dönüşüm” böyle başlatıldı..

  • Hak öznesi insanlar müşteriye indirgendi.
  • Hizmet yükümlüsü Devlet, sermayenin sopalı tahsildarı!

Şimdi anlaşılıyor mu sağlıktaki çöküş ve acı yozlaşma?

  • Reçete                            :
  • Sağlıkta dönüşüm derhal durdurulmalı,
    öncesi Sosyalleştirilmiş sisteme güncellenerek dönülmeli.

Sayın Feyman’ın programında 30. dakikada bizim katkımız başlıyor, 23-34 dakika sürüyor..

İzlemek için lütfen tıklayınız.

Paylaşılması ve üzerinde düşünülerek çözümler üretilmesi gerek.
Bunu yapmazsak sistem giderek daha da çürüyecek ve sağlık hizmetlerine erişim giderek daha da güçleşecek.. Özellikle, onlara daha çok gereksinimi olan yoksullar için..

  • Çok sınırlı olanaklarla ulusalcı – yurtsever yayınlar yapan MELTEM TV ve çok özverili emekçilerini kutluyoruz. Bize fırsat verdikleri için çok teşekkür ediyoruz.
  • Ulusumuzun bu TV kanalına sahip çıkmasını diliyoruz.

Konuya ilişkin Cumhuriyet gazetesi makalemizi de ekliyoruz :

Yenidoğan Çetesinin Anlamı, 24.10 24

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ADD Trabzon konuşmamız : CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA – sonsuza dek yücelteceğiz

Dostlar,

Cumhuriyetimizin 101. kuruluş yılı kutlaması kapsamında ADD Trabzon Şubemizden bir konferans çağrısı aldık. EĞİTİM-İŞ ile ortaklaşa bir etkinlik düzenliyorlardı.

ADD Trabzon Şubesi Başkanı Sayın Arif Atalay, bizi sabah havaalanından aldı. ADD ve EĞİTİM-İŞ Şb. Başkanı ve yönetim kurulu üyeleriyle bir kahvaltı salonunda birkaç saat söyleşimiz oldu. Şubenin kurucu başkanı değerli dostumuz Nuri AYDIN da gün boyu bize katıldı.

Öğlene doğru Atatürk anıtına çelenk sunumu yapıldı.
Trabzon büyükşehirin tek merkez ilçesi Ortahisar’ın ana caddesinde yürüdük.
Mustafa Kemal Paşa‘nın Samsun’a çıktığında kullandığı aracın kendisi Samsun’daki sahibinin izni ile bu caddeye getirilmişti. Araç çok bakımlıydı. Mustafa Kemal Paşa ile emir subayı ve korumasının çok gerçekçi maketleri araçta yerlerindeydi ve halktan büyük ilgi görüyordu.

Kentte Cumhuriyet anmaları yıllardır ilk kez çok canlı ve halkın coşkulu katılımı ile yapılmaktaydı. Bu başarı, merkez ilçe Ortahisar Belediye Başkanı, 27. dönem CHP Milletvekili dostumuz Ahmet Kaya‘nın. Sayın Başkanı makamında ziyaret ettik ve nazik karşılaması ile 1 saate yakın söyleşimiz oldu.

Belediye binasının zemin katındaki çok amaçlı çağcıl (modern) salonda konferansımıza geçtik. Her zaman olduğu gibi görsel hazırlığımız vardı, 121 yansıdan (slayttan) oluşan bir “power point” sunumu.. Gerek ADD gerek EĞİTİM-İŞ yönetici ve gönüllüleri, belediyenin de desteği ile konferans için ciddi çaba harcadılar. Özelikle ADD Şube Yönetim Kurulu üyesi Hülya Güneş Kalfa çok yoruldu, sağolsun.

Konferansa Ortahisar Belediye Başkanı Sn. Ahmet Kaya, CHP Trabzon MV Sibel Suiçmez da katıldılar. Belgelere dayalı 121 yansımızı perdeye yansıtarak yaklaşık 1,5 saat içinde sunduk.
Eşzamanlı olarak bizim youtube hesabımızdan yayın yapacaktık ancak bilgisayarımızla internet bağlantısı sağlanamadı. Viyana’daki Düzgün TV yöneticisi dostumuz Serdar Altun’u üzdük..

Ardından Cumhuriyet pastasını katılımcılarla birlikte kestik.

19:00’da ÇAY TV’den Sn. Aleyna Keskin’in konuğu olduk ve yaklaşık bir saat Cumhuriyet’e giden yolu, Cumhuriyetimizin 101 yıllık kazanımlarını ve güncel tehlikelerle çıkış yollarını değerlendirdik. Gece yarısı evimizde idik..

Bu etkinliğe emek veren ve bizi konferans vermek üzere onurlandıran tüm emek sahiplerine şükranlarımızı sunuyoruz.

101. yılda Cumhuriyetimiz çok yönlü ve ciddi – ağır risklerle yüz yüze.
Ne yazık ki, bunların kaynağı görevdeki siyasal kadrolar.
Bu durum çok talihsiz bir tarihsel tablo.
Tüm Cumhuriyetçilerin ulusal birlik ile bu kuşatmayı yarması gerek.
Yansılarımızda sorunu tüm boyutlarıyla ve çok ayrıntılı ortaya koyduk.

Bu yansıları indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız.
(1996’dan bu yana arşivlediğimiz 2170’inci aydınlanma konferansımız..)

Cumhuriyet 101 Yaşında; Sonsuza dek yücelteceğiz, Trabzon, 29.10.24

Paylaşılması, üzerinde dikkatle durulması ve ULUSAL BİRLİĞİN kurucu parti CHP öncülüğünde hızla ve mutlaka gerçekleştirilerek Cumuriyetimizin sonsuza dek yüceltilmesi en ivedi görev!

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

102 YIL SONRA, “OSMANLI SALTANAT’IN KALDIRILMASI” ve Günümüz..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli

www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik        X : @profsaltik    

Saltanatın / padişahlığın kaldırılması, Büyük Millet Meclisi’nin
1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.. 1299 – 1 Kasım 1922. 623 yıllık Osmanlı devleti tarihe karışmıştır.

Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım 1922 günü son toplantısını yapan Osmanlı kabinesi istifasını son padişah 6. M. Vahdettin’e sunmuştur.
5 Kasım 1922’de Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele), tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’nda toplayarak çalışmalarına son vermelerini tebliğ etmiştir.
7 Kasım 1922’de Babıali’de başbakanlık ofisi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayını durdurulmuştur.
***
Şu utandırıcı sözler, son (36.) Osmanlı Padişahı Halife-Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in :

  • “Koşullar ne denli ağır olursa olsun kabul edelim. İngiltere’nin doğudaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra bağış ve iyiliklerini kazanabiliriz.”

Ardından, Paris Konferansında Vahdettin’in Sadrazamı ve damadı Ferit Paşa, İzmir için İngiliz işgalini önerir. Buna karşılık, ekonomik, parasal, hukuksal bağımsızlık.. gibi en yaşamsal istemlerden vazgeçer. Hatta Bakanlıklarda İngiliz Müsteşar bulunması, illerde vali yardımcılığı görevini İngiliz konsolosların yapması ve Osmanlı maliyesinin tümüyle İngilizlerin denetimine bırakılması bile Padişah Vahdettin tarafından önerilir. Yeter ki, son (36.) Osmanlı Padişahı “Halife-Sultan” VI. Mehmet Vahdettin, içi boşaltılmış – göstermelik  taht ve tacından geri kalmasın. Ülke parçalanmış, açıkça sömürgeleşmiş, ulus tutsak alınmış ve vatan toprakları bir avuç kalmış olsa da..

Ülkeyi böylesine satan, vatan haini bir Osmanlı saltanatının işbaşında daha çok tutulmasının ulusa hiçbir yararı olmadığı ortadayken, Lozan Barış Görüşmelerine bağlaşıklarca (İtilaf Devletleri) taraf olarak çağrılınca, Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı taşar. Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca emperyalistlerle işbirliği yaparak ülkeyi arkadan hançerleyen Osmanlı Saltanat kadrosunun artık ulusa daha çok ihanetine katlanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa ve Türk ulusu “ya bağımsızlık ya ölüm” ilkesiyle şanlı Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Vahdettin ve tayfası düşmanla açık işbirliği içindeydiler. Yıllarca savaş alanlarında kan, can ve gözyaşıyla kazanılan ulusal bağımsızlığın ve utkunun Lozan Konferansı’nda masada tehlikeye atılmaması gerekiyordu.

İşte bu gerekçelerle, 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafet (Halifelik) birbirinden ayrılarak Saltanatın kaldırılması, TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın şu kararlı sözlerinin ardından
oybirliği ile kabul edildi :

  • “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
  • Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı.
  • Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir.
    Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir.
  • Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.
  • Bu behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır…
  • Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”

İşgalci İngiliz dostlarının (!), kendisinin istemini izleyen gün Malaya zırhlısıyla 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçırdıkları son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in (Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi davranışı görülmemiştir!) Halifeliği de kaldırıldı ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. Böylece ulus yönetiminin demokratikleşmesi ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi için çok önemli bir adım daha atılmış oldu.

  • Kimi aymazların dediği gibi Mustafa Kemal Paşa diktatör olsaydı,
    kendisine önerilen Halife-Padişah makamını kabul ederdi
    .
  • Oysa O, “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet’in,
    TBMM istenciyle seçilen demokrat, çağdaş Cumhurbaşkanı olmayı yeğlemiştir.

Böylelikle; Padişahın tebası-kulu olan insanımız, Cumhuriyetin yurttaşı olma yolunda
çok önemli bir kazanım sağlamıştır.

  • Egemenliğin kaynağı, gökyüzünden yeryüzüne indirilerek,

Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımı atılarak, Türkiye’nin çağdaş dünyada
kendine yaraşır yeri pekiştirilmiştir.
***
Türk Ulusuna; Anayasamızın 2. maddesinde, “toplumun huzurumilli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” altı temel niteliği tanımlı –insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti– olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizde
sonsuza dek onurlu bir yaşam diliyoruz.

Cumhuriyetimiz, 101 yılda kendisine kol – kanat gerecek aydın kadroları – kuşakları yetiştirmiştir.

Ayrıca 1 Kasım 1922’den bu yana tarihin köprülerinin altından çooook sular akmıştır..
Küresel toplum insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, çevreci, hukuk devletine evrilmektedir.

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞIDIR.. 

Türkiye’de de hiç kimse ama hiç kimse suları tersine akıtmaya ya da tarihin tekerleğini değil tersine

çevirmek, çomak sokmaya bile kalkışmamalı, dahası yeltenmemelidir. Herkes haddini bilmelidir. Despotik – teokratik rejimlerin sonu gelmiştir; doğrudan demokrasi, e-demokrasi gündemdedir.

AKP=RTE iktidarı / TEK ADAM REJİMİMillet – Ulus” değil “Ümmet – tebaa” peşinde koşmayı bırakmalıdır, boşuna döner avare kasnak ve kendini tüketir.. Ülkemiz sınırlı kaynaklarını boşa tüketiyor, enerjisini yersiz kullanıyor. Oysa 21. yy’da uluslararası toplum ile küresel rekabet öylesine zor, öylesine güç, öylesine bilimsel – akılcı yönetim ve toplumsal düzen istiyor ki… anlatmak kolay değil.. Biatçı ümmet sürüsü değil özgür yurttaşlarla T.C. geleceğe taşınabilir!

  • 101. yılda AKP = Erdoğan köktenci bir politik muhasebe yapmalı ülkenin – ulusun geleceğini tehlikeye atacak en küçük bir girişimden bile mutlak olarak, AR-TIK sakınmalıdır.
  • Asla unutulmasın; Türkiye Cumhuriyeti yüzbinlerce şehit-gazi kanı ile kurulmuştur!

Ar-tık; insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti saldırısı bitmelidir.

  • Saltanat – Halifelik tarihin çöplüğünde tükenip bitmiştir.
  • Egemenlik, bağsız – koşulsuz Ulusundur!
  • Demokratik Cumhuriyet fazilettir (erdemdir) ve özellikle kimsesizlerin kimsesidir!

Bu tartışılmaz gerçekleri içinize sindirmeli ve tek başına iktidarınızın 22. yılı biterken,
rotanızı doğru belirlemelisiniz.. Hem siz, hem ülke yoruldu hem de Cumhuriyetçilerin sabrı tükeniyor..

1 Kasım 2024’te, Türkiye temel demokratik anayasal ilke Erkler ayrılığını terk etmiş, Yürütme
yetki ve görevini partili Cumhurbaşkanına devretmiştir (Anayasa m.8). 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması hileli yapılmış (YSK tarafından tam kanunsuzlukla mühürsüz oylar geçerli sayılarak), dünyada örneği olmayan ucube bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi” dayatılarak demokratik cumhuriyet yozlaştırılmıştır. RT Erdoğan, bu yoz ve meşru olmayan sistemde Yargı ve Yasamayı da çok büyük ölçüde güdümüne alarak otoriter-totaliter, baskıcı, despotik bir rejim kurmuştur.

Taaaa 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na 1. madde olarak konan “Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusa ait olduğu” ilkesi, 102 yıl sonra ülkemizde artık geçerli değildir!

  • Ulus hayınca adatılmıştır. Ulusun egemenliği apaçık gasp edilmiştir.

SÖYLEV’in sonundaki “Gençliğe Sesleniş” (1927) ve “Bursa Söylevi”ndeki (1933) olağanüstü koşullar doğmuştur. Türk Ulusu, bu hayın kuşatmayı da yarmasını bilecektir.

  • Reçete, tüm Ulusal güçlerin birleşmesidir; tarihsel sorumluluk CHP’nindir.

    1 Kasım 2024, Ankara

Umut hakkı konusu ve bağlı sorunlar

Yargıtay Onursal Daire Başkanı Aktan: Soyut gerekçelerle tüm oylar sayılamaz - 09.04.2019, Sputnik Türkiye

Hamdi Yaver Aktan
Yargıtay Onursal Ceza Dairesi Başkanı

31 Ekim 2024, Cumhuriyet

Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin 5218 sayılı yasanın 11. maddesi, ölüm cezasına mahkûm olmuş olanların cezasını “kendiliğinden ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına” dönüştürmüştür”. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu da  5218 ve 4771 sayılı yasalara gönderme yaparak, cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmüş terör suçlularının koşullu salıverilmeden yararlanamayacaklarını, haklarındaki ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezalarının ölünceye dek süreceğini öngörmektedir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’a (İnfaz Kanunu) göre de “…bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet halinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.” (md. 107/16, geçici md. 2)

‘VİNTER KARARI’

Belirtilen düzenlemelere göre ölüm cezasından dönüşen ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ile bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan verilen aynı nitelikteki cezaların infazında koşullu salıverilme hükmü uygulanmayacak, infaz yasaların düzenlemesiyle hükümlü, “ölünceye dek”, “yaşamı boyunca” sürecektir.

Kara Avrupa’sından İtalya ve Almanya anayasa yargısında bu denli uzun süreli infaz onlarca yıl önce gündeme gelmiş ve tartışılmıştır. Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ilk kez, Birleşik Krallık yurttaşlarının başvurusu üzerine bu konuda bir karar vermiştir. Öğreti ve süren içtihatlarda “umut hakkı” olarak adlandırılan ve ilk olma özelliği olan Vinter kararı AİHM’in “Büyük Dairesi”nce 09.07.2013 tarihinde (Başvuru no 66069/09, 130/10 ve 3896/10) verilmiştir.

Bu AİHM kararda kimi saptamalar yapmıştır: Öncelikle iç hukukta cezanın, koşullu salıverilmeye elverişli olup olmadığı, infazın durdurulmasının olanaklılığı ile bir başka cezaya dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğini incelemiştir. Mahkeme ayrıca, Vinter kararında, önceki iki kararından ayrılmıştır.

Bu nedenle Vinter kararı, kapsamı göz önüne alındığında ilk karardır. Mahkeme Vinter kararında, “iç hukuktaki belirsizlikleri, cezanın indirilebilir olduğunu kanıtlamak için yeterli bulmamıştır.” (Erdi Yetkin, Vinter ve Diğerleri v. Birleşik Krallık Davasından…, İzmir Barosu Dergisi, Eylül 2019, s.229) Bu gerekçeyle, iç hukukta devlet başkanının af yetkisinin varlığını yeterli görmemiştir. AİHM daha sonra söz konusu içtihadını geliştirmiştir.

ALEYHTE ÜÇ KARAR

Umut hakkı kapsamında Türkiye ile ilgili ilk kararı 18.03.2014 tarihinde veren AİHM, Vinter kararındaki ilkelerine gönderme yapmıştır. Kararda başvurucunun koşullu salıverilmeden,
iç hukuktaki düzenlemeler nedeniyle, yararlanamayacağını saptadıktan sonra cumhurbaşkanının cezayı hafifletme, kaldırma yetkisini (AY, m. 104) salıverilme umudu olarak görmemiştir.

Sonuçta Sözleşmenin (AİHS), işkence yasağı başlıklı 3. maddesine aykırılıktan ihlal kararı vermiştir. Söz konusu karardan sonra AİHM tarafından Türkiye aleyhine üç karar daha verilmiştir.

AİHM, ihlalin zamanını da “cezanın hükmedildiği an” şeklinde belirlemektedir. Salıverilme için
ilk incelemenin 25. yılda yapılmasını kararlaştıran AİHM, söz konusu süreden sonra yapılan incelemelerde 30. yıl sonrası ihlal kararı vermemiş, 40. yıldan sonraki incelemede ise ihlal kararı vermiştir.

Anayasa Mahkememizin “umut hakkı” kapsamında herhangi bir kararı bulunmamaktadır. Yalnızca bir kararında Sözleşmenin 3. maddesi uyarınca, hak ihlali kararı verilmesi gerekliliğine bir üye karşı oy yazmıştır.

AİHM’in içtihadı karşısında anayasamızın 90/son fıkrasının hemen gündeme gelmeyeceği ifade edilmiştir. (Tolga Şirin, Umut Hakkı ve Yanlış Bilgiler) Bu görüşün tartışılması gerekliliğine işaret etmekle yetinmek istiyoruz.

YASAL DÜZENLEME

Asıl sorun, ne yapılabilir; düzenleme yapılmaması durumunda sonuç ne olur sorusu sorulmalıdır. Öncelikle belirtilmelidir ki; AİHM’in iç hukuktaki düzenlemeler karşısında ihlal kararları vereceği kesindir. Ayrıca ağırlaştırılmış müebbet ağır cezalarına hükmedilenlerin yurt dışında olmaları durumunda Avrupa Konseyi üyelerinin iadede direnç göstermeleri olasıdır. Davaları devam edenleri de vermeyebilirler.

İç hukukta AİHM içtihadı doğrultusunda düzenleme yapılması durumunda, çelişkilerin çıkması iddialı bir öngörü sayılmamalıdır. İnfaz Kanunu’na, göre ölüm cezasından dönüşen ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezalarında 30 yıl hapis yattıktan sonra koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. (İnfaz Kanunu m.107/2.)

Umut hakkı kapsamında, yazımızın başındaki yasal düzenlemelerin kaldırılması ve 25 yıl infaz kabul edilmesi durumunda, daha az nitelikli ceza alanlarla eşitsiz sonuç doğuracağından, infaz sisteminin yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Kuşkusuz ki olası düzenleme, kişiye özel yasa çıkarılamayacağından, aynı konumdaki tüm hükümlüler için geçerli olacaktır!

“İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” için

Siyaset 31.10.2024, BİRGÜN
  • Erkler ayrılığının sağlanmadığı, hakların güvence altına alınmadığı toplumlar, asla Anayasaya sahip değildirler. (1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, md.16)

İnsan (toplum) ve iktidar (devlet)  arasında kurulan bu ilişki, Anayasa tanımıdır aynı zamanda: iktidarı sınırlayarak özgürlükleri güvenceleyen temel norm.

Anayasa bilimi de iktidar ve özgürlük ikilemi üzerinde inşa edildi. Devletin varlık nedeni insan ve hakları olsa da, en kapsamlı hukuk örgütlenmesi olarak hak ve özgürlükleri tehdit eden en güçlü iktidardır. Erkler ayrılığı da bu bağlamda anlam kazanır: Kural koyma, uygulama ve yargılama işlevlerinin birbirinden ayrılması…

İnsan haklarına dayanan devlet”, bütün bu söylenenleri en özlü biçimde yansıtan tanım (1961). Buna karşılık, “insan haklarına saygılı devlet” tanımı (1982), öncekine tepki ve iktidar-özgürlük ikileminde bir kırılma oldu. Öyle ki; bu kırılma, özgürlükleri düzenleyen  (Kısım II: md.12-74) ve iktidarı düzenleyen (Kısım III: md.75-160) madde içeriklerine açıkça yansıdı.

İktidarı yücelten ve özgürlükleri korkulan değer olarak yansıtan bu dengesizlik, değişiklikler yoluyla büyük ölçüde giderildi. “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” tanımı (md.14), onarımın iskeletini oluşturdu. Bunu, Avrupa Devletleri anayasalarında bile bulunmayan güvence ölçütleri demeti somutlaştırdı:

  • Demokratik toplum ve laik Cumhuriyet, ölçülülük ve hakkın özü, Anayasa’nın sözüne ve özüne saygı, yasallık ve anayasal nedensellik ilkesi (md.13).

Yirmi yıl boyunca yapılan eleştiriler, 2001’de Anayasa normuna doğrudan ve dolaylı olarak yansımış oluyordu; haliyle insan hakları, artık devlet iktidarının varlık nedeni oluyordu. Böylece, Anayasa hükümlerini okuma ve anlama tarzı (biçimi) bakımından yeni bir dönem açılmış oluyordu. İnsan hakları uluslararası hukukuna açılım (2004) da bu yeni dönemi pekiştiriyordu.

Araya girmiş olan farklı bellek kayıtları (2007-2017), birikim bellek kaydını silebilir mi? Ya da daha doğru bir deyişle, iktidar ve özgürlük ikilemi, tıpkı madde 2’de tanımlandığı üzere “insan haklarına saygılı devlet” olarak okunmaya mı devam edilecek; yoksa değiştirilmesi teklif edilemeyen madde 2’de yer aldığı için asla, “insan haklarına dayanan devlet” tanımı ışığında okunamayacak, yorumlanamayacak ve anlaşılamayacak?

Üç anayasal dönemi hatırlayalım: İlk metin (1982-87), onarım dönemi (1987-2004) ve yıkım dönemi  (2007-2017).

İlk dönemde düşülen “İnsan haklarına saygılı Devlet” kaydı, ikinci dönemin ürünü olan “İnsan haklarına dayanan Devlet” kaydı ışığında “Okunamaz, yorumlanamaz ve anlaşılamaz” diyenler şu sorulara dürüstçe yanıt vermeli:

-1982 Anayasası’nın ilk biçimini savunmuş olmuyor musunuz?
-1987-2004 iktidarı sınırlayan ve özgürlükleri pekiştiren düzenlemelere karşı mısınız?
-Değişmez maddelerin içeriğini boşaltan iktidar fetişizmi ile sonuçlanan (2007-17) Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nın kalıcı duruma gelmesine mi katkı sunmak istiyorsunuz?

Bu sorular karşısında ikircikli, kaçamak ve konjonktürel tavır (tutum) takınabilirsiniz; ama anayasal belleği asla silemezsiniz.

Cumhuriyet’in 101. yılında, “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” okumasından rahatsız olanlar, gerçekte ulus egemenliğinden korkmakta:

  • “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. (…)
    Hiç kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
    (md.6)

Bu nedenle sözde Cumhuriyetçilere tavsiyem;  demos-kratos’tan değil mono-kratos’tan korkun; üstelik bu iktidar;

  • YA HEP YA HİÇ! anlayışı ile kamuya ve özele ait bütün iktidarları –parti aracılığıyla– uhdesinde birleştiren ve siyasal sorumluluktan arındırılmış bir kişi iktidarı şeklinde uygulama koymuş ise.

“İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik Cumhuriyet” savunucularına çağrım ise,
2017 yıkımının ürünü olan PBDBY’yi kabullenme, kanıksama ve meşrulaştırma tuzağına,
sözde Anayasacılar gibi sözde Cumhuriyetçilerin tuzağına düşmemek.
=======================================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 30 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

URGAN

İYİ P Gn. Bşk. Dervişoğlu, APO‘yu Meclise davet eden Bahçeli’ye idam istemini anımsatan urgan attı.

Zincirlenmiş adama urgana ne gerek…

MEDET

Kıyılarımıza Yunan botları geldi, Yunan başbakanına havale etti.

Terörün bitirilmesi terör örgütünün başına havale edildi.

Niye devletin başındasınız?..

TEREDDÜTSÜZ

Dönek AK Çelebi, “Cumhur İttifakı, Bilge lider Sn. Devlet Bahçeli ve Avrupa ve Dünyanın En Kıdemli lideri Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan ile devletimizi ve milletimizi güvenli limanda tutacak, Türkiye Yüzyılıyla şahlandıracaktır. Tereddütsüz yanlarındayız!” demiş.

Tereddütsüz çıkarcı ve yağcı.

RTE için “Dünya dönekler lideri” demeyi unutmuş…

DİĞERLERİ

Özgür Özel, “Selahattin Demirtaş dışlanarak bu süreç ilerleyemez ve diğer aktörler..”

Kandil, mandil!…

MAFYATİK

Organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti.

Devleti yönetenlere değnek olanlar mafya ile kol kolaysa, devleti yönetenler de o kola girmektedir…

KATİL

Özel hastane acillerindeki bebek katilleri ve TUSAŞ saldırısı ile ilgili muhalefetin araştırma önergelerine Cumhur ittifakı ret verdi.

Katil koruyucuları/ortakları…

HABERSİZMİŞ!

Eski AKP Milletvekili Şamil Tayyar, Devlet Bahçeli’nin ‘Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun’ çağrısından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haberi olmadığını ifade etti.

Dinle şapkam…

DİNDAR

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın damadı, hizmet süresi yetmemesine karşın Beykoz’a mütfü, eşi de vaize olarak tayin edildi.

Bu adam dindar mı şimdi?..

KİNDAR

Suudi gününe bile katılan DİB Erbaş, her törende olduğu gibi 29 Ekim’de de Anıtkabir’e gitmedi.

Arapçı çocuğu… (AS: Ama Arapça da bilmiyor.. söylenen bile anlamıyor! Oysa özgeçmişinde “Arapça bilir” yazıyor.. elle tutulur yanı var mı??)

AKP-MHP-DEM-PKK çıkmazı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
28 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, terör örgütü PKK’nin silahlarını bırakıp kendisini feshetmesi ve PKK’nin kurucusu Abdullah Öcalan’ın bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kürsüde konuşarak ilan etmesi çağrısında bulunması, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir.

Bahçeli bu açıklamasıyla, kendi seçmenine ihanet ettiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve TBMM’nin temellerine de bir kez daha ihanet etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin muhatabı bir terör örgütü olamaz!

Devletin bir terör örgütüyle müzakereye girmesi, o devletin zayıflığının itirafıdır. Özellikle Ortadoğu gibi stratejik önemi yüksek bir bölgedeki terör örgütlerini muhatap alan ve onlarla müzakereye giren devletler ve hükümetler, terörizmin labirentinde kaybolurlar, Ortadoğu’nun kaygan zemininde yere çakılırlar, terör örgütlerinin oyuncağı durumuna gelirler.

Çünkü bu bölgedeki terör örgütlerinin tamamı, emperyalizmin oyuncağı ve aracısı haline dönüşmüştür. Bu örgütler ABD, Britanya, AB, Rusya, İsrail, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Katar gibi birçok devlet ve güç tarafından kullanılmaktadır.

Nitekim AKP hükümetinin daha önce başlattığı sözde “çözüm sürecinin” sonrasında nelerin olduğu açıkça görülmüştür, terör eylemleri azalacağına, aksine artmıştır.
***
Ayrıca PKK’nin kendi içinde de bir bütünlük, İmralı’da hapiste yatan Abdullah Öcalan ile Irak-İran sınırındaki Kandil’den örgütü yöneten Murat Karayılan ve Cemil Bayık arasında uyum yoktur. Edirne’de hapiste yatan eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile Ankara’daki DEM Genel Merkezi arasındaki ilişkilerde de aynı durum geçerlidir.

Buna karşın Bahçeli’nin, “Ne Edirne, ne Kandil; İmralı ve DEM sorunu çözsün” biçiminde bir açıklama yapmasıyla sorunun çözülmeyeceği baştan açıktır. Ulusal güvenlik ve ulusal beka (sağkalım) konusunda yüksek bir bilgisinin ve duyarlılığının olduğunu iddia eden Bahçeli, böyle bir açıklamayı nasıl yapmıştır, ona tarih karar verecektir.

Bahçeli’nin bu çağrısının hemen arkasından PKK’nin, Ankara’daki askeri savunma tesisi TUSAŞ’ta gerçekleştirdiği terör eylemi rastlantı değildir.

Bu eylemin araştırılması için muhalefetin TBMM’de verdiği önerinin AKP ve MHP tarafından reddedilmesi ve TUSAŞ’taki güvenlik zaafiyeti de, belki de tesadüf değildir!

Bahçeli’nin çağrısından sonra, Kandil’deki PKK’nin veya onunla bağlantılı teröristlerin, “PKK, İmralı’dan da, DEM’den de ibaret değildir” mesajı vermek için böyle bir eyleme girişebileceklerini bilmemek, ancak aptallıkla, bu bilinerek yapılan böyle bir çağrı da, ancak kötü niyetle açıklanabilir.

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, İmralı’da devlet yetkilileriyle Abdullah Öcalan arasında görüşmelerin gerçekleştiğini açıkladı. Eğer bu doğruysa, Bahçeli’nin açıklaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

AKP iktidarda olduğuna göre ve onun bilgisi, onayı olmadan hiçbir şey gerçekleşemeyeceği için, AKP ve onun genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan da başından sonuna kadar bu sürecin içindedir.
***
Türkiye’yi bir terör sarmalının içine soktuktan sonra, bunu iç siyaset malzemesi yapmak ve sahte bir beka (sağkalım) söylemiyle seçim kazanmaya çalışmak, anlaşılan hem AKP’de hem de MHP’de alışkanlık haline geldi.

Suriye’nin ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacağına bu ülkelerin bölünmesine yol açan, böylece PKK’nin bu ülkelerdeki varlığını sürdürmesini kolaylaştıran; PKK’nin fiili liderleri Murat Karayılan’ı ve Cemil Bayık’ı 22 yıldır yakalamayan, tutuklamayan, etkisiz hale getirmeyen AKP iktidarının ve onun destekçisi MHP’nin, teröre karşı mücadelede samimi (içten) olduğuna inanmak, ancak cehaletle ve/veya kötü niyetle açıklanabilir!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ise sanki ortada bir açık artırma varmış gibi, Bahçeli’ye “El yükseltiyorum” diyerek tepki vermesi, CHP yönetiminin de kaygan bir zemine savrulduğunun göstergesidir!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Laiklik ve ekonomi14 Ekim 2024

Cumhurluğumuzun 101. Yıldönümünde “Quo Vadis” (Nereye Doğru) ?

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Tarihçisi
29 Ekim 2024 / Toronto-Kanada

Yazımızın başlığı, genç yaşında Büyük Atatürk’ün bilim sofralarına  oturma onurunu tadan, Cumhuriyetin ilk yıllarında özgün ve coşku (heyecan) verici düşünsel ve eylemli tasarımlarda (projelerde) yer alan, Kemalizm‘in (Atatürkçü düşünce sistemi) ilkelerine (prensiplerine) ilişkin derinlikli çözümlemeler yapan Kıbrıslı Türk, bilim insanı
M. Saffet Arın Engin’in, kimi haklı kaygılarla Cumhuriyetin 50. yıl dönümü  kapsamında
yazmış olduğu bir makalesine verdiği başlığın- 50 yıllık bir zaman farkı ile– aynısıdır.

Nedeni; anılan makalenin yazımından elli yıl sonra bugün, Cumhuriyetimiz yüz bir yaşına girerken, rejim adına daha koyu kaygılar içinde oluşumuzdur.

Türk toplumu açısından anlamını irdeleyip, yerini belirlemeye çalıştığımızda, Cumhuriyet’in bir aydınlanma devrimi olduğunu, Cumhuriyetle birlikte Türk toplumunun ortaçağın karanlığından çıktığını, kul konumundaki Anadolu insanının onurlu bireyler konumuna eriştiğini, kadınların ise kafeslerin ardından çıkarak yasalar önünde erkeklerle eşit haklara sahip özgür yurttaşlar kimliğine kavuştuklarını; yine Cumhuriyetle birlikte ülkemizin, yüzlerce yıllık gecikmeden sonra çağdaşlaşma evresine girdiğini görürüz.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, demokrasinin temel (esas) alındığı Fransız tipi bir cumhuriyettir. Bir başka deyişle bu Cumhuriyet, demokrasinin eşiğidir. Atatürk Cumhuriyeti’nde özlenen, egemenliğin bağsız-koşulsuz ulusta olduğu, çoğulcu parlamenter düzene dayalı
laik-demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Amaç; tüm kurum ve kurullarıyla işleyen, kusursuz bir demokrasiye kavuşmak, ayrıca tüm yurttaşların eşit olarak gönenç içinde, güvenli ve mutlu yaşamasını sağlamaktır.

Atatürk’ün 4 Haziran 1933’te, Cumhuriyetin 10. yıl söylevinde yer alan ‘Biz Cumhuriyeti kurduk. O, on yaşını doldururken, demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.’ (ASD. II, 1924, s. 182) içerikli sözleri, yukarıda vurgulanan yaklaşımın ne denli içtenlikli olduğunu gösterir.

Cumhuriyet’in temel taşları dışarıya karşı tam bağımsızlık, içte laikliktir.

Yüzüncü yılını geride bırakmış olan bugünkü Cumhuriyetimiz, temel harcını Atatürk ve
yol arkadaşlarının kardığı, tüm kurum ve kuruluşları ile çağdaş uygarlığın ötesini erek edinmiş
ilk on beş yılında kanıtlandığı gibi– yazık ki toplumu ve ülkeyi  önceleyen bir Cumhuriyet değildir artık!

Özellikle son on yıldır, “üretim ekonomisiyerinefinans ekonomisiile oyalanan ve toplumu oyalayan; bu nedenle bürüt 507 milyar $ (Eylül 2024 sonu) dış borç batağına sokulan; Hazinesinin yanında yer altı ve yer üstü kaynakları  ile doğası yağmalanan ve yağmallattırılan; ülkeye sokulan milyonlarca sığınmacı ile adeta bir mülteci kampına dönüştürülen; döviz güvenceli ballı ihalelerle yağmacı çetelerin yaratıldığı; toplumda azımsanamayacak bir kitlenin yoksulluk ve açlığın kucağına itildiği; anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı çiğnenerek hukuk devletinin yok edildiği, doğal olarak mülkün (ülkenin!) temeli olan adaletin buharlaştığı, keyfi tek adam yönetimi ve çıkarının egemen kılındığı; sistemin artık kustuğu, yeni yetme sokak çeteleri ile toplumsal erinç (huzur) ve güvenin kalmadığı; eğitimin, imamların, melelerin (resmi olmayan din görevlisi), tarikat ve cemaatlerin güdümüne terk edildiği, dolayısıyla us (akıl) ve bilimin dışlandığı; Diyanet İşleri Başkanı’nın, “Şeyhülislâm” edasıyla hemen her ortamda özellikle boy gösterip sözde fetvalar verdiği; perdelenmesi olanaksız bir ikiyüzlülükle  ‘Anayasanın ilk 4 maddesine ilişkin bir sorunumuz yok!’ deyip, anayasa değişikliği cinlikleri ile “ulusun çeşitliliğinin” önünü açabilecek tuzakların kurulduğu; laik-demokratik sosyal hukuk devletimizin aşama aşama dinci (teokratik) bir yapıya sürüklendiği; gelenek olduğu üzere bitirme (mezuniyet) töreninden sonra kılıç çatıp, laik Cumhuriyete bağlılıklarını dile getirerek “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen gencecik teğmenlere Ordu’dan atma (ihraç) sopasının gösterildiği; yine asker kökenli Milli Savunma Bakanı ve Kuvvet Komutanlarının yıllardır Anıtkabir ziyaretini protesto eden tescilli (kayıtlı) Türk düşmanı Suudilerin Milli Günü töreninde, Suud büyükelçisinin yanı başında saf tuttuğu bir “Cumhuriyet”,

ATATÜRK CUMHURİYETİ” değildir, olamaz ve olmayacaktır!

Ancak bütün bu yıkıcı gelişmelere de şaşırmamak gerekir. Çünkü Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte “halifelik” makamının kalması gerektiğini savunanlardan tutun da, ‘kanımın zerrelerinde padişahın ekmeği var’ yaklaşımı ile “Cumhuriyet” kavramından ürken Cumhuriyet karşıtları dün de vardı, bugün de var! Cumhuriyet düşmanları, yine dün olduğu gibi bugün de gizli ve/veya açık düşmanlıklarını sürdürmekte, hatta meydan okumaktadırlar!

Örneğin, Cumhuriyetin ilanından sonra Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit imzası ile çıkan bir yazı üzerine Atatürk’ün  yapmış olduğu; ‘Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin amacı, bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek kuşakların, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği gün, ona hiç acımadan saldıranların başında “cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmıyoruz. Tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç de güçlük çekmeyeceklerdir. Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki; başında çürümüş bir padişah soyunun, halife sanıyla yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette cumhuriyet ilan olunsa bile, onu yaşatma olanağı yoktur!’ (Nutuk, T. İş Bnk. kültür yay., 2010, s. 554) içerikli değerlendirme, bugünleri anlatır gibidir!

Cumhuriyetimizin 101. yılında onu saran tehlike ve tehditler yürekleri sıkıştırırken, Büyük Atatürk’ün vurgulamasıyla Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, O’nun Büyük Söylev’inin 20 Ekim 1927 günü okunan; “Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün belirtisi olan cumhuriyet yönetimine, çağdaş harekete karşı cahillik ve taassup (bağnazlık) ve her çeşit düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle  ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yoksa gericilerin ümit ve faaliyet (etkinlik) kaynağı olan saf değil…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 20. cilt, s. 351) içerikli uyarıcı sözlerini sık sık anımsamalı ve O’nun, 23 Ağustos 1923’te Yalova’da dile getirdiği aşağıdaki vasiyetini asla unutmamalıdırlar.

  • Biz bu kurumu (Cumhuriyeti) hacılara, hocalara bırakmak için meydana getirmedik.
    Tarihi, “
    Octav”a (Roma İmparatoru Gaius Octavius/Augustus) bırakmayız!
    Cumhuriyet kurumunun, bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam,
    millete karşı haykırmak isterim…
    Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek tek amacımdır
    .”
    (23 Ağustos 1930,Yalova)

Yine parlak söylevler ve törenlerle anılacak olan Cumhuriyetin 101. yıl dönümünde inancımız
o ki; sorulması gereken soru

  • Cumhuriyeti kuşatan tehlikeleri ve tehditleri kim(ler) yarattı?” sorusudur!

Yanıtlaması gerekenler ise; yaklaşık üç çeyrek yüzyıldır (74 yıl; DP’nin iktidar olduğu 14 Mayıs 1950’den günümüze) Cumhuriyeti salt törensel boyutu ile algılamış olan siyasiler ve onların ardıllarıdır.

Dileriz çok gecikmeden, “Atatürk ilke ve devrimlerinin içini bizler (özellikle tarikat, cemaat ve
din soslu sağ iktidarların ardılları) boşalttık, Cumhuriyeti biz yozlaştırdık, sorumlusu bizleriz!”
diye özeleştiri yapar ve Cumhuriyet’e ihanetten vazgeçerler!?