Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ANAYASA

Bahçeli’nin “barış” diye DEM’lenmesi, RTE’nin “İsrail’in gözü topraklarımızda” demesi ve Anayasa’nın değiştirilme isteği geldi reisin yeniden seçilmesine dayandı.

Mihri Belli ne demişti?

  • Angara’da Anayasso, yap bize bir iltimasso…

YALANCI

Topraklarımızda gözü var” diye korkutulduğumuz İsrail’e, devlet kurumlarının yazılım güvenliği teslim edilmiş.

Aldat, aldat dön bir daha aldat…

KILIÇ

Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde teğmenlerin kılıç çekmesi ile ilgili soruşturmada komuta kademesindeki (Tk. Bl. Tb. A.) subaylar görevden alınmış.

Vatana ve cumhuriyete sahip çıkmak onlara mı kaldı?
Asın!..

ÖRTÜNME

AKP Eskişehir milletvekili ve RTE’nin başdanışmanı Ayşen Gürcan’ın yönettiği Enstitü,
kadın öğretmenlere “Dış görünüm ve giyim kodları” adı altında giyinme dersi verecek.

Kapanın yanarsınız!” eğitimi…

DEMLİ

BBP Başkanı Mustafa Destici, “Kredi kartına 100 bin TL limiti olup 750 lira ödemeyen DEM’lidir.” dedi.

Bahçeli’nin DEM’e uzanan elini unutmuş Cumhur’un yanaşması…

‘Güvenli su’

İstanbul Üniversitesi | Tarihten Geleceğe Bilim Köprüsü - 1453Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek

16 Ekim 2024, Cumhuriyet

Dünya Sağlık Örgütü, “güvenli su” kavramını, içinde belirli enfektif mikroorganizmaların ve hastalık yapıcı toksik kimyasalların olmadığı su olarak tanımlamaktadır. Okul çağı çocuklarının günde 1.2 litre, erişkin (Ortalama vücut ağırlığı 70 kg) bir kişinin 2.4 litre “güvenli su” tüketmesi gerekmektedir.

İklim değişikliği, küresel ısınma ve kuraklıkla birlikte ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülke su stresi içindedir. Kıt ve giderek azalan su kaynaklarını insanların güvenli olarak kullanabilmeleri için Su ve Kanal İdareleri (SUKİ) milyonlarca Dolar harcamaktadır. Ekonomik olarak maliyetli ve ham su biçiminden en az 6 ayrı işlemden geçirilerek içilebilir ve kullanılabilir biçimde musluktan akıtılan şebeke sularının güvenli su olup olmadıkları, ülkemiz kamuoyunu meşgul eden önemli konular arasındadır.

İstanbul özelinde kullanımı artan damacana suları da, giderek yükselen fiyatlarıyla yurttaşları maliyet yönünden etkilemektedir. Bir başka önemli sorun da, evlerde musluğa bağlanan değişik ilkelerle (reçine ve ozmoz yöntemleri) çalışan paket su arıtma aygıtlarının gerekliliği, arıtma etkinlikleri ve özellikle insan sağlığı bakımından sonuçlarının neler olduğudur.

ŞEBEKE SULARININ DURUMU

Ülkemizde, şebeke sularının birçoğunda yüzeysel ham su kaynakları kullanılmakta, adeta doldur-boşalt mantığıyla yağmur ve kar suları ile yüzeysel biriktirilen ham tatlı su barajları, gölleri veya regülatörler marifetiyle barajlara aktarılan su kaynakları tüketime sunulmaktadır.

Bir bilim insanı olarak ifade edebilirim ki;

  • İstanbul’da musluktan akan İSKİ sularının fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik olarak üretimi, standartlara uygun güvenli su kategorisindedir.

Güvenli su özelliğini artıran bir başka özellik, içinde insan sağlığı için çok temel mineralleri içermesi ve ayrıca ham su kaynaklarından musluğa dek dinamik ve akışkan biçimde, bekletilmeden güvenli suyun akıtılmasıdır.

İSKİ şebeke sularının güvenli su bakımından su arıtma cihazlarıyla elde edilen suyun özellikleriyle karşılaştırırsak :

Öncelikle arıtma cihazları farklı arıtma prensipli (sediment/karbon/membran filtre vb.) olup hepsinde arıtma işlemi sonunda insan sağlığı için gerekli olan inorganik mineraller ciddi oranlarda azalmaktadır. Bu durum bebekler ve okul çağı çocuklarında gelişme ve büyüme sorunları yaratabilir. Çünkü kemik, diş, kas ve öbür dokularda bulunabilen bu minerallerden kalsiyum, potasyum, sodyum, fosfor gibi moleküllerin insanlardaki günlük gereksinimi 250 mg’nin üzerindedir. İSKİ tarafından yapılan iki ayrı pilot çalışmada, şebeke suyu ve arıtma cihazlarıyla arıtılmış suyun iletkenlik ve sertlik düzeyleri karşılaştırılmış ve İTAS (İnsani Tüketim Amaçlı Sular) Yönetmeliğine göre şebeke suları yönetmelik standartlarına uygunken, arıtma sularında minerallerin anlamlı düzeyde azaldığı gözlenmiştir. Bilimsel literatür de bu verileri desteklemektedir.

ARITMA SULARI

Bu sonuçlar arıtma sularının özellikle gelişme çağındaki çocuklarda ve osteoporotik kadınlarda ciddi akut veya kronik sağlık sorunlarına yol açabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca arıtma cihazlarındaki mikrobiyal filtreler zamanla bakteriyel olarak kirlenmekte ve bu süreçte serbest klor düzeyi de azaldığı için, bakteriyel kirlenme artmakta ve bu suların tüketilmesi çeşitli ciddi bakteriyel enfeksiyonlara neden olabilmektedir.

Bir başka önemli husus ise, şebeke sularının musluklara dek basınçlı veya cazibeli bir biçimde dinamik ve yüksek bir akımla taşınmaları, mikrobiyal kirlenme bakımından avantaj oluşturmaktadır. Zira şebeke hatlarında bekleyen suların kalitesi (niteliği) bozulur ve mikroorganizma üretimini artırırlar.

Bir başka önemli sorun ise, artan damacana su tüketimiyle birlikte bu suların fiyatlarının da artmasıdır. Bu suların da üretimi, dağıtımı denetimleri ilgili Yönetmeliklere göre yapılsa da,
en sık gözlenen ve eleştirilen husus plastik damacanaların günlük uzun süre güneş ışığı veya yüksek ısıya maruz (sunuk) kalmaları durumunda su niteliğinin bozulmasıdır. Ayrıca, damacananın hammadde yapısında bulunan plastik yapıda BPA (Bisfenol A) gibi bir molekülün yüksek ısıyla suya karışmasıyla kanser, erkeklerde kısırlık ve kalp hastalıklarının gelişme olasılığı artmaktadır. (Ayrıca orman yangınlarında plastik malzemelerin yanmasıyla dioksin-furan gibi çok tehlikeli kanserojen moleküller de suya geçebilmektedir.)

SONUÇ

Musluklardan akıtılan şebeke suları doğal taşıma ve akıtılma rotasında arıtılmış ve dezenfekte edilmiş ve içinde sağlık standartlarını sağlayacak uygun düzeydeki minerallerle bozulmadan insanlara ulaşabildiği sürece, insan sağlığı da o ölçüde sağlam ve dirençli kalabilecektir.

Bu doğal sürece dışarıdan farklı amaçlarla ek aparatlar (aygıtlar) ve yapay önlemler katılırsa, insan yaşamı için o doğal ve kritik molekülün (Su!) içme ve kullanılabilme kalitesi (niteliği) bozulabilir ve tüketicilerde amaçlanan hedef yerine, daha ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

GIDA GÜVENLİĞİMİZ : FLASH HABER TV Konuşmamız

Dostlar,

BU GÜN DÜNYA BESLENME-GIDA GÜNÜ..

FLASH haber TV konuşmamızı ve kapsamlı metni dün yayınlamıştık.
Bu güne çekerek güncelleyelim istedik..

Dr. Ahmet SALTIK
16 Ekim 2024
=============================

BM raporu           :

  • Küresel krizler derinleşirken, açlığa ilişkin rakamların üç yıl üst üste yüksek çıkması
    dikkat çekiyor.
  • 2023 yılında dünya genelinde her 11 kişiden 1’i, Afrika’da ise her 5 kişiden 1’i
    açlıkla savaşım vermek (mücadele etmek) zorunda kaldı.

Bu sabah (15.10.24) saat 11:00 – 11:32 arasında, FLASH HABER TV‘de
sayın Begüm B. AYDOĞAN‘ın konuğu olduk.
Konumuz, son günlerde iyice gündem olan “GIDA GÜVENLİĞİ” idi. (Food safety)
Doğallıkla bu konuyu “GIDA GÜVENCESİ” nden (Food Security) ayırmak olanaklı değil,
et-tırnak gibi.

Türkiye bir yandan korkunç bir hiperenflasyon altında inliyor, neredeyse 3 yıldır;
bir yandan kendine özgü sorunları var ve küresel iklim faciası, 13 milyon dolayında göçmen ve çürüyen-çürütülen bir kamu yönetimi hatta devlet..

  • Hiçbir sorunu yönetemeyen tükenmiş bir çağdışı tek adam rejimi.. Kök neden bu! 

Sn. Aydoğan’ın sorularını yanıtlamaya çalıştık..

https://www.youtube.com/live/ytChmnwerzE?si=v-34iW9R7fzPno6w

Şunları vurguladık özetle.. (yayının 60-92. dakikaları arasında)..
***

  1. Türkiye’de Gıda Güvenliği: Temel Sorunlar
  2. a) Bozulmuş Gıda Ürünleri ve Denetim Eksikliği
  • Gıda güvenliği, sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimle ilgilidir. Ancak, Türkiye’de denetim yetersizlikleri, piyasada sık sık bozulmuş, küflenmiş ya da son kullanma tarihi geçmiş ürünlerin bulunmasına neden oluyor.
  • Üretim ve dağıtım zincirindeki denetim eksiklikleri, sağlıksız koşullarda saklanan ya da üretilen gıdaların halka ulaşmasına yol açıyor.
  1. b) Pestisit ve Kimyasal Kalıntılar
  • Tarım sektöründe yaygın kullanılan pestisitler ve kimyasal gübrelerin kalıntıları (residual),
    gıda güvenliği açısından önemli bir risk oluşturuyor. Özellikle meyve ve sebzelerde bulunan bu kimyasallar insan sağlığını tehdit ediyor.
  • Bu konuda bilinç eksikliği hem üreticiler hem de tüketiciler arasında yaygın.
  1. c) Hayvansal Gıdalarda Antibiyotik ve Hormon Kullanımı
  • Türkiye’de hayvancılık sektöründe antibiyotik ve hormon kullanımının denetim altına alınamaması, süt ve et ürünlerinde sağlık risklerine yol açıyor. Bu durum gıda güvenliği mevzuatında önemli bir boşluk olarak dikkat çekiyor.
  1. Mevzuat ve Düzenleyici Kurumlar
  2. a) Türkiye’de Gıda Mevzuatı ve Yetersizlikleri
  • Türkiye’de gıda güvenliği, başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca denetlenmekte, ancak yasal düzenlemeler uygulamada zayıf kalabiliyor.
    Yeterli sayıda denetçi ve laboratuvar desteğinin olmaması, alanda (sahada) etkin bir denetim yapılmasını zorlaştırıyor.
  • Tüketicilerin gıda güvenliği şikayetlerini iletebileceği kanallar mevcut, ancak bu kanallar genellikle yavaş işliyor. Türkiye, Avrupa Birliği’nin gıda güvenliği standartlarını tam olarak karşılayamıyor.“VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU” eksik ve güncellenmeli, en önemlisi etkin uygulanmalı. Gıda denetim altyapısı güçlendirilmeli ve bu denetimler toplumdan da katılımla saydam yapılmalı. Örn. Gıda Mühendisleri Odası, Tüketici örgütleri temsilcileri, Türk Tabipleri Birliğinden temsilciler denetim süreçlerine katılmalı.
    Yaptırımlar etkin ve caydırıcı olmalı. İşyeri kapatmaları, 41. madde bağlamında uygulanmalı ve sorumlusu gazetelere bedelini vererek ilanla, aldığı cezayı duyurmalı.
  • HALK SAĞLIĞI hiçbir şeye ikincil değildir (feda edilemez)!
    Ne var ki, iktidar yanlısı gıda-ticaret firmaları/şirketleri kollanıyor! Utanç verici!
  1. b) Uluslararası Standartlar ve Türkiye’nin Konumu
  • Türkiye, uluslararası gıda güvenliği standartlarına uyum sağlamada eksiklikler yaşıyor.
    Codex Alimentarius (Uluslararası Gıda Kodeksi), HACCP (Tehlike Analizleri ve Kritik Denetim Noktaları), EFSA (European Food Safety Agency) düzenlemeleri, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ve FAO (BM Gıda Tarım Örgütü) rehberleri gibi uluslararası standartlara uyum sağlanması, dışalım (ithalat) ve dışsatımda (ihracatta) sorunlara yol açmaması açısından kritik.
  • AB’ye dışsatım yapan firmalar için sıkı denetimler varken, iç piyasada bu denetimler
    daha gevşek olabiliyor.
  1. Enflasyonun Gıda Güvenliği Üzerindeki Etkisi
  2. a) Artan Gıda Fiyatları ve Kalite Düşüşü
  • Türkiye’de süregen (kronik) çok yüksek enflasyon, gıda fiyatlarını yakıcı düzeyde (dramatik olarak) artırmış durumda. Bu durum, hem üretici hem de tüketicileri çok zorlamakta. RTE‘nin, Laikliği ayaklar altına alarak ekonomide Dinci “Nass” dayatması hiperenflasyonu patlattı. Yoksulluk yatay-dikey eksenlerde çok yaygın ve derin. Geçen yıl 2,5 milyon aile
    Aile Bakanlığından destek aldı, bu yıl sayı %50 artışla 3,75 milyon!
  • Okullarda beslenme desteği kaçınılmaz.
  • Yaşamın ilk birkaç yılı kritik.. Beyin gelişiminin %95’i bu dönemde. Zihinsel (mental) gerilikten sakınmak için uygun emzirme ve yeterli – dengeli beslenme ilk 5 yılda mutlaka sağlanmalı.
  • On milyonlarca insanımız karnını bile doyuramıyor! 
  • 0-5 yaş çocuklarımızda “Bodurluk” artıyor. Çok ciddi sorun ve çok da utandırıcı.
  • Fiyat baskısı nedeniyle üreticiler maliyeti düşürmek için nitelikten ödün verebiliyor,
    bu da sağlıksız gıda ürünlerinin piyasaya sürülmesine neden oluyor.
  1. b) Tüketici Alım Gücündeki Azalma
  • Enflasyon, tüketicilerin alım gücünü düşürmekte ve bu da halkın daha ucuz, dolayısıyla daha riskli gıdalara yönelmesine neden olmakta. Özellikle dar gelirli kesimlerde bu durum çok daha belirgin. Yoksullar gıda enflasyonunu daha ağır deneyimliyor. Tüm geliri yeterli-dengeli beslenmeye bile yetmiyor. Varsıllar gelirlerinin önemsiz bir kesimini beslenmeye ayırıyor ve özellikle çok yüksek olan gıda enflasyonundan çok etkilenmiyor.
  • Dünyada gıda fiyatları düşüyor, bizde artıyor!
  1. Hızlı Nüfus Artışı ve Düzensiz Göçmenlerin Gıda Güvenliğine Etkisi
  2. a) Artan İstem (Talep), Azalan Kaynaklar ve Üretim
  • Türkiye, hızlı nüfus artışı ve düzensiz göç nedeniyle gıda güvenliği ve güvencesi konusunda ciddi çifte baskı altında. 86 milyonluk nüfusun yanı sıra ülkedeki
    13 milyon dolayındaki düzensiz göçmen, gıda tüketimini artırıyor.
  • Bu durum, verili (mevcut) gıda üretimi ve kaynakların yetersiz kalmasına,
    ürünlerde nitelik yitimine yol açabiliyor.
  • GDO’lu ürünler “çare” (!) olacaktı sözde.. Tıkandık.
  1. b) Göçmen Nüfusun Gıda Güvenliği Koşulları
  • On milyonu aşkın düzensiz göçmen nüfusun yerleştiği bölgelerde genel hijyen koşulları yeterince sağlanamıyor ve denetim zayıf. Gıda güvenliği düzensiz göçmen nüfusa yönelik sağlık sorunlarını artıran önemli bir risk etmeni.
  • Ucuz ve sağlıksız gıda ürünlerinin bu kesimlere sunulması, hem gıda güvenliği hem de
    Halk Sağlığı açısından ciddi risk kaynağı. Besin zehirlenmeleri artıyor.
  • Dünyada her yıl yarım milyon kanser, obesite (şişmanlık) kaynaklı gelişiyor. (toplam 20 m)
    Obesite, ucuz karbonhidrat beslenmesi yüzünden yoksullarda daha yaygın!
  1. İklim Krizinin Gıda Üretimi ve Güvenliği Üzerindeki Etkisi
  2. a) Kuraklık ve Gıda Üretiminde Düşüş
  • Türkiye’de iklim değişikliği ve kuraklık, tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor.
    Tarım bölgelerinde su kıtlığı nedeniyle verim düşerken, gıda güvenliği tehdit altında.
  • Bu durum, fiyatları artırıyor ve nitelikli ürün bulmayı zorlaştırıyor.
  • Türkiye, 100 milyon nüfusu besleyemiyor..
  • Dünya da 8,1 milyarı.. Nüfus mutlaka, gecikmeden azaltılmalı.
  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK!
  1. b) Toprak Verimliliği ve Kimyasal Kullanım Artışı
  • İklim faciası nedeniyle toprak verimliliği azalıyor, bu da çiftçilerin daha çok kimyasal kullanmasına yol açıyor. Aşırı gübre ve pestisit kullanımı besin zincirinde daha çok
    kimyasal kalıntıya yol açıyor, bu da önemli sağlık sorunlarına neden oluyor.
  • AKP döneminde 4 (dört) milyon Ha (hektar) tarımsal alan yapılaşmaya açıldı.
    Bu, her yıl yaklaşık olarak 4 milyon ton buğday üretiminden yoksun kalmak demek.
    Bir yandan da nüfus artar ve akıl dışı biçimde “..3-5 çocuk yapın..” denirken!
  • Türkiye ciddi bir tarımsal ürün dışalımcısı (ithalatçısı).. kendine yetemiyor.
  1. Gıda Dışsatımı ve Türkiye’nin Uluslararası Rekabet Gücü
  2. a) Nitelik (Kalite) Standartları ve Ticaret Anlaşmaları
  • Türkiye’nin özellikle AB’ye yaptığı tarım ve gıda dışsatımı, uluslararası standartlara uygunluk açısından sıkı denetleniyor. Ancak iç pazarda nitelik düşüklüğü,
    dış pazarlarda ise rekabet gücünün azalması sorunları var.
  • Tarım ve Orman Bakanlığı’nın aldığı önlemler, gıda dışsatımında (ihracatında) kimi  iyileşmeler sağlasa da, genel – sistematik bir düzenleme eksikliği/eskiliği sorun.
  • Veteriner Fakültelerinde “Veteriner Halk Sağlığı” Anabilim Dalları açılmalı.
  • DSÖ’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” ilkesi sıkı uygulanmalı :
    İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” ayrılmaz bir bütün.
  1. b) Küresel Piyasalardaki İstem (Talep) ve Türkiye’nin Konumu
  • Küresel iklim faciası ve KOVİT-19 küresel salgını (pandemi) sonrası tedarik zinciri sorunları, Türkiye gibi ülkelerin gıda dışsatımını (ihracatı) ve güvenliğini etkileyen başlıca sorunlar. Uluslararası pazarlardaki değişken istemler (talepler), Türkiye’nin gıda güvenliği ve güvencesi sistemini daha dirençli duruma getirmesi gerektiğini gösteriyor.
  • Daha açıkçası : Gıda – halkın beslenmesi stratejik bir sağkalım (beka) sorunu!
  1. Gıda İsrafı ve Tüketici Bilinci
  2. a) Gıda İsrafının Gıda Güvenliğine Dolaylı Etkisi
  • Türkiye, dünyada en çok gıda israfı yapılan ülkelerden biri. İsraf, gıda üretiminde kaynakların verimli kullanılamamasına yol açıyor ve bu da sürdürülebilir gıda güvenliğini olumsuz etkiliyor.
  1. b) Tüketici Bilincinin Artırılması
  • Gıda güvenliği salt üreticilere bağlı değil; tüketicilerin bilinçli olması da çok önemli. Tüketicilerin gıdalardaki tehlikeleri ve doğru saklama koşullarını bilmesi,
    sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimi doğrudan etkiliyor. Besin paketlerinin üstündeki barkodlar okutulmalı ve ürün hakkında yeterli bilgi edinilmeli, Tarım Bakanlığı lisansı var/yok dahil..
  1. Çözüm Önerileri ve Yol Haritası
  2. a) Daha Etkili Gıda Denetimleri
  • Denetim süreçlerinin iyileştirilmesi ve daha sıkı, saydam, katılımcı denetimlerle gıda üretiminin sürekli izlenmesi gerekmektedir. Özellikle tarımda pestisit ve kimyasal kullanımına ilişkin sıkı denetimler ve caydırıcı cezalar – yaptırımlar getirilmelidir.
  • Kaldırılan “Taşıyıcı (Portör) Muayeneleri“nin etkin biçimde yeniden uygulanması zorunludur. Bu sektörde işe giriş ve aralıklı denetim muayeneleri vazgeçilmezdir.
  1. b) Yasal Düzenlemelerin Güçlendirilmesi
  • Türkiye’de gıda güvenliği mevzuatının uluslararası standartlarla uyumlu duruma getirilmesi ve uygulamanın daha sıkı denetlenmesi gerekiyor. AB gıda güvenliği standartları ve kurumlaşması (EFSA!) bu konuda iyi bir örnek oluşturabilir.
  • 2024 NOBEL Ekonomi ödülü “Kurumlaşma“nın kalkınmada – gönenç (refah) toplumuna erişmede önemi konusuna verildi.
  1. c) Tüketici Eğitimleri
  • Halkın gıda güvenliği konusundaki farkındalığının artırılması, toplum sağlığı açısından önemli. Gıda israfı, bilinçli tüketim, sağlıklı saklama koşulları gibi konulara yönelik
    halk eğitimi düzenlenebilir.
  1. d) Sürdürülebilir Tarım Uygulamaları
  • İklim kriziyle başedebilmek için sürdürülebilir tarım tekniklerine geçiş teşvik edilmelidir. Organik tarım, su tasarrufu ve yerel üretim desteklenerek daha güvenli tarım..
    Tarım Yasası 21. madde der ki; “Milli gelirin en az %1’i oranında çiftçiye destek verilir.” AKP iktidarı bu desteği yıllardır tam vermiyor, dışalımla yerli üreticiyi cezalandırıyor.

Sonuç olarak                              :
Sorun stratejik, ulusal ve küresel boyutta ve ivedi (acil)!
Tarım – gıda – hayvancılık – beslenme sorunları çağcıl – bilimsel, “insan hakkı odaklı” olarak
İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) m.25 ve Anayasa m.5 vd), kamusal sorumlulukla
hızla ele alınmalı ve A, B, C.. planları geliştirilmeli, uygulamaya konmalı.
**
 24 Temmuz 2024 :
Birleşmiş Milletlerin alanında uzman beş farklı kuruluşunca yayımlanan
“Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) Raporu”na göre, 2023’te yaklaşık
733 milyon insan, bir başka deyişle dünya genelinde her on bir kişiden biri ve Afrika’da
her beş kişiden biri açlıkla mücadele etmek zorunda kaldı.

2024 yılı FAO açıklaması                        :
-Yeterli-dengeli beslenme evrensel bir yaşam ilkesidir.
-Temel bir insan hakkıdır.
-Herkes yeterli, besleyici, çeşitli, uygun fiyatlı ve güvenilir gıdalara erişebilmelidir.
-Her şey doğayla başlar.
-Çiftliklerimizden sofralarımıza uzanan bir yolculuk.
-Kültürel kimliklerimizi kutlamak için bir araya geldiğimiz yer.

  • “Dünya Gıda Günü: Gıda bir haktır .” Herkes için, her gün ve her yerde.

https://www.fao.org/world-food-day/ho…

Türkiye’de ve dünyada kapsamlı bir seferberliğe gereksinim ivedi ve kaçınılmaz.

11 yıl önce yazdıklarımız :
16 Ekim 2014 Dünya Gıda Günü | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
140 yansıdan oluşan GIDA GÜVENLİĞİ VE SANİTASYONU yansılarımız :
PowerPoint Sunusu (ahmetsaltik.net)

Sevgi ve saygı ile. 15 Ekim 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com  
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

Dördüncü madde tartışması ve dördüncü halife

GANİ AŞIK
ESKİ CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ, MÜFTÜ
15 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Emevilerin Hz. Ali ve peygamber soyuna yaşattığı dramın 14 asırlık yansımalarının günümüz Türkiye’si açısından kısa bir analizini yapalım.

Ali ile Muaviye, Atatürk ile Vahdettin, Kuvayı Milliyecilerle Osmanlıcılar ve Ankara Müftüsü Rifat Hoca ve Anadolu uleması ile Dürrizade Abdullah arasındaki uçurumlar gibi, Cumhuriyetin hedefleri ile iktidarın hedefleri arasında da benzer derinlikte uçurumlar vardır.

Çeyrek asırlık uykudakiler artık uyanmalılar

  • İktidar için cumhuriyet, sırtından atılması gereken kambur;
    Erdoğan’ın son hedefi ebedi başkanlıktır.
    Emevilerin dördüncü halife Ali ve soyuna reva gördüklerini, siyasal İslam, Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyete uygulamaktadır.

Muaviye’nin, Sıffin Savaşı’nda Kuran’ı alet ve istismar ederek hakem hilesi ile Ali’nin hilafetini boğması gibi, 2.5 milyon geçersiz oy ve “Atı alan Üsküdar’ı geçti” oldubittisi ile de Cumhuriyet düşürülmeye çalışıldı.

YÖNTEM AYNI

Sıffin Savaşı ile Müslümanların ikiye bölünmesine İslam tarihinde “ilk fitne” denir. İslamcı iktidarın bile isteye sebep olduğu toplumsal yarılma da talihsiz demokrasimizin fitnesidir.

Sıffin Savaşı, İslam tarihi ve mezhepler tarihi ile kelam ilminin de çetin konularından birisidir. Atatürk’ün iktidarı 15 yıl, Ali’nin hilafeti 4 yıl 9 ay sürdü. Atatürk’ü ve Hz. Ali’yi kıyaslamamın nedeni, kahramanlık ve bilgelikleri ile Ali’nin döneminin Atatürk’ü, Atatürk’ün de devrinin Ali’si olmalarıdır.

Sağlam kaynaklar, Mekke Emevilerinin erken dönem İslamında Hz. Muhammed’e çektirdikleri acıların örnekleri ile dolu olduğu halde, engel olamadıkları İslam devletini, meşru halife Ali’ye baş kaldırarak ele geçirmişlerdir. Bizim İslamcıların Milli Mücadele’ye karşı durup sonra da kurulmasını önleyemedikleri Cumhuriyeti Muaviye yöntemleriyle ele geçirmeleri gibi…

Aradaki fark şu ki; Emeviler İslamı geniş coğrafyaya yaydıkları halde, siyasi İslam, devleti yıkma çabasında.

Genç teğmenlere “O kılıçları kime çekiyorsunuz?” azarlaması, korku iklimini diri tutma planının bir parçası.

  • Teğmenler, dünyanın neresinde darbe yapmışlardır, nasıl yapacaklardır?

Anayasanın 4’üncü maddesinin hedefe konulması da,
kuşkusuz Cumhuriyeti ve Anadolu Türklüğünü bitirmeye yöneliktir.

TEMEL GÜVENCE

Anayasanın ilk 3 maddesi devletin şeklini, niteliklerini ve başkentin Ankara olduğunu hükme bağlayan, 4’üncü madde ile de bunların değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğini karar altına alan bir bütün olarak, Cumhuriyet ve devrimlerin temel güvencesidir.

Yapıcıoğlu’nun –aslında “Yıkıcıoğlu”nun-, “Yalnızca 4. madde kaldırılsın” hezeyanı “tilkilik” olarak nitelendirildi ama tilki, kurnaz olduğu kadar da akıllıdır. Bir tavuk çiftliğinde yeni avlarına odaklanıp “Ecdadınızın çok kanını döktüm, hacca gideceğim, helalleşmeye geldim.” derken, karşı tepeden yaklaşmakta olan tazıyı gören tilki “Abdestim bozuldu, yenileyip geleceğim.” diyerek tüyer. Günümüz siyasal tilkilerinin de abdestinin bozulacağı günler yakındır. Ama ne var ki,
ulusal kaynaklarımızın doyumsuzca ve utanmazca yağmalanmasının önlenemiyor olması, toplumun belini bükmektedir.

SONUÇ

Kerimoğlu zeybeğindeki “Oynülen de kör Arabım sen oyna, senden başka yiğit kalmadı” mısraları gibi; geçiş, uçuş, hasta garantili ve adrese teslim tüm ballı ihalelerin “Devletteki ortağı kim/kimler” diyebilecek bir kör Arap (yiğit), Arapçı ve şeriatçı iktidarın elinden de Türklüğü ve Cumhuriyeti kurtaracak bir Atatürk aranmaktadır.

Laiklik ve ekonomi

Örsan K. Öymen
14 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Laiklik dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim (AS: sağlık!) işlerine karışmaması, devletin de bu koşulla, dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz vatandaşın felsefi görüşünü güvence altına almasıdır.

Türkiye’nin günümüzdeki en önemli sorunu, muhalefetteki genel sanının aksine, laiklik ilkesine vurulan darbelerdir, laiklik yoksunluğudur. Ekonomi, siyaset, hukuk, eğitim, kamu kadrolaşması, (AS: sağlık) ve göç alanında yaşanan tüm güncel sorunların kökeninde büyük ölçüde, AKP hükümetinin laikliği ortadan kaldırarak bir din devleti kurma, teokratik bir düzen kurma amacı yatmaktadır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığını; yargı bağımsızlığını (AS: ve tarafsızlığını); düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, eğitim dinselleşmiştir,
Eğitimde nitelik ve bilimsellik ortadan kalkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, devletin tüm kurumlarında kadrolaşma dinselleşmiştir ve liyakata dayalı nitelikli kadrolaşma ortadan kalkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, yurtdışından şeriatçı, dinci, İslamcı kitle ithalatı ve demografik mühendislik süreci başlamıştır, göçmen istilası ortaya çıkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, Türkiye’de ekonomik kriz ortaya çıkmıştır.
***
AKP döneminde laiklik yoksunluğunun ekonomik krize yol açması üç biçimde gerçekleşmiştir:

1)AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, Kuran ayetine dayalı nastemelli faiz politikası uyguladığı için, ekonomiyi de dinselleştirdiği için, Türk Lirası ani ve radikal bir değer kaybına uğramış ve bu da hiper enflasyona neden olmuştur.

2) Teokrasi hedefinin bir sonucu olarak hukuk devletinin ortadan kalkmasıyla, yabancı ve yerli ekonomik yatırımlar neredeyse durma noktasına gelmiştir; hukuk devletinin yıkılması,
ekonomik güven ortamını da ortadan kaldırmıştır.

3) Teokrasi hedefinin bir sonucu olarak, hem eğitimin hem de kamuda ve özel sektörde kadrolaşmanın dinselleşmesiyle, Türkiye’nin her alanında eğitimli, uzman, liyakat sahibi
nitelikli eleman yetişmesi darbe yemiştir; bu da makro boyutta ekonomik verimliliği
ortadan kaldırmıştır.

Laiklik ile ekonomi arasındaki bağlantı bağlamında ilki doğrudan, ikincisi ve üçüncüsü dolaylı olarak gerçekleşen bu etkilerin sonucunda tarım, sanayi, teknoloji sektörlerinde etkili ve yaygın bir üretim ekonomisinin gerçekleşmesi de; turizm, gastronomi, kültür-sanat, eğlence gibi bazı hizmet sektörlerinde dinamik bir ekonominin yaşama geçmesi de olanaksız duruma gelmiştir.
***
Laiklik yalnızca cumhuriyetin, demokrasinin, halk egemenliğine dayalı yönetim biçiminin özündeki ilkelerden biri değildir.

  • Laiklik aynı zamanda ekonomik kalkınmanın önkoşullarından biridir. 

Türkiye’de halkın çoğunluğunun laiklik ilkesinin önemini ve değerini hâlâ kavrayamamış olması bu gerçeği değiştirmez. Siyasetçilerin temel sorumluluklarından biri de, makam ve mevki hırsı için anlık popülist siyaset yapmak değil; uzun vadede (erimde) halkın ve ülkenin yararına olacak siyaseti üretmektir, laiklik ilkesinin anlamını, önemini ve değerini halka anlatmaktır.

“Halkın gündeminde laiklik yok, halkın gündeminde ekonomi var, o nedenle laiklik söylemine gerek yok” biçimindeki çelişkili bakış açısı, eğer kötü niyetten kaynaklanmıyorsa, cehaletten, popülizmden, ufuksuzluktan, bilgisizlikten, aptallıktan başka bir şey değildir!

Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu olan
Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ilkesine yüksek bir önem ve değer vermesi boşuna değildi.

CHP’li bazı eski ve yeni yöneticiler, Atatürk’ün kendilerinden daha akıllı, daha bilgili, daha ileri görüşlü, daha iyi niyetli, daha cesur olduğu gerçeğini kabul ederek, siyasal yaşamlarında
beyaz bir sayfa açmalıdırlar.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik ve ekonomi14 Ekim 2024
AKP ve İsrail7 Ekim 2024
Atatürk ve eğitim30 Eylül 2024

Yeni anayasa değil, hukuk devleti istiyoruz!

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanatkirikkanat@mgkmedya.com 
09 Haziran 2024, Cumhuriyet

31 Mart yerel seçim sonuçları, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ve
kurucu partisi olmasına karşın yarım yüzyıldır muhalefete vidalanmış, yerinde sayan CHP’yi birinci parti ve yeni genel başkanı Özgür Özel’i daha ilk seçim hamlesinde, iktidara yürüyen siyasal lider yaptı.

Aynı sonuçlar, 22 yıldır iktidar olan AKP’yi ikinci sıraya düşürmekle kalmadı.
Seçim kampanyasına AKP başkanı sıfatıyla aktif olarak katılan Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ı da beklemediği bir yenilgiye uğrattı.

O gün bugündür, Türkiye’nin siyasal tablosu ters asılı: İktidarda azınlığa düşmüş AKP, muhalefette çoğunluğa ulaşmış CHP var.

DEMOKRASİ YUMUŞAMAZ, NORMALLEŞİR

Sayın Erdoğan da tersliğin farkında ve halkı kutuplaştırdığı süreçte ne zaman dara düşse gösterdiği havucu yine uzattı, “yumuşama” önerdi. Artık ne kendisi ne de AKP çoğunluğu temsil etmediği için, muhalefete bazı konularda taviz vererek ve karşılığında “hayati” tavizler alarak iktidarını sürdürmek istiyor.

CHP lideri Özgür Özel’in, cumhurbaşkanının “yumuşama” politikasını “normalleşme” diye düzelterek geri çevirmemesi, Erdoğan’la görüşmeye başlaması demokratik anlamda gerekli ve olumludur.

ARAÇ YUMUŞAMA, AMAÇ SERTLEŞME Mİ?

Demokrasi, iktidar ile muhalefet arasında “al gülüm, ver gülüm” tadında konuşarak, anlaşarak karşılıklı tavizlerle yürür.

Ancak soru, cumhurbaşkanının “yumuşama” sürecinden ne beklediği, hangi konuda anlaşmak istediği…

Eğer muhalefete uzattığı elin nihai amacı, cumhurbaşkanı ve AKP iktidarının çıkar ve amaçlarına uyacak yeni bir anayasa ise işte bu kabul edilemez.

  • Sayın Özgür Özel ve Türkiye’nin birinci partisi CHP böyle bir oyuna gelmemeli,
    NAFİLE bir anayasa manipülasyonuna DAHA alet olmamalı!

ANAYASA ENFLASYONU

Bu topraklarda Memaliki Devleti Osmaniye diye başlayan ilk anayasa, tumturaklı adıyla Kanuni Esasi, 1876’da yapıldı. İki yıl sonra çöpe atıldı. Gerilediği için yıkılan Osmanlı’dan sonra çağdaşlık yolundaki Türkiye Cumhuriyeti’ne de anayasa dayanmadı.

Dünyada başka örneği var mıdır bilmiyorum, yüz yıla dört anayasa sığdırıldı: 1921’deki kısa kaldı, 1924’teki dar geldi, 1961’deki bol geldi, 1982’deki askeri cuntanın yansıması diye
tam 21 kez değiştirildi.

Ve bu değişikliklerden 12’si, AKP’nin yirmi iki yıllık iktidarında yapıldı. Sonuncu değişiklik, 2017’de Sayın Erdoğan’a bugünkü yetkileri veren başkanlık sistemi oldu.

KEYFİM İSTERSE DEVLETİ

Emir-komutayla yönettiği AKP iktidarının ve dahi devletin biricik muktediri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokrasiyi amaç değil araç görüp istediği durakta indiğini artık biliyoruz;
22 yıldır yaşayarak gördük.

İyi ya da kötü, ortada bir Anayasa var. Devletin her makamı, ister beğensin ister beğenmesin, anayasaya uygunluğu denetleyen Anayasa Mahkemesi kararlarına uymakla yükümlü ve zorunludur.

Hukuk devleti dedikleri budur.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, beğenmediği kararlara uymuyor. O uymayınca, hepsi zaten emrindeki hiçbir erk, yargı, hükümet, devlet kurumu da uymuyor. Anayasa Mahkemesi işlevini, Anayasa da işlerliğini yitiriyor.

Eğer “yumuşama politikası”nın temel direği yeni bir anayasa istemiyse…

ŞAHSIM ANAYASASI, YURTTAŞA İSKELE BABASI

Demek ki yine, yeniden muktedir ve iktidarın beğeneceği anayasa yapılacak, Anayasa Mahkemesi muktedir ve iktidarın beğeneceği kararlar alacak ve bunun da adı hukuk devleti falan olacak, öyle mi?

CHP yönetiminin dikkatini çekmek isterim   : 31 Mart’ta CHP’yi birinci parti yapan seçmenler, ekonomik iflası tetikleyen tek adam rejimine olduğu kadar; eğitimle cehalete, partizanca hırsızlığa, tarikatçı yozlaşmaya karşı da oy verdiler.

Türkiye’nin yeni çoğunluğu, kadük olacak bir başka anayasadan önce var olana uyan;
yok sayılan, delinen, çiğnenen tüm yasaların gereğini yapan bir iktidar ve
yandaşlıktan, yolsuzluktan temizlenmiş bağımsız bir yargı erki istiyor.

Sabırla seçimleri ve yeni iktidardan hukuk devletini yeniden kurmasını bekliyor.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Yargı diyalektiği ve barolar

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

10.10.2024, BİRGÜN

Üç kavram iç içe, ama farklı:

“Kanunlar, Anayasaya aykırı olamaz” (md.11) kuralı gereği yasa ve Anayasa arasında hiyerarşik bir ilişki var. Buna karşılık, “Hakimler, … Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler.” kuralına göre, yargı kararlarında ölçüt norm olarak kullanılan hukuk, Anayasa ve yasadan daha geniş. Anayasa öngörmese de, hukukun genel ilkeleri, belirleyici bir işlev görür.

Öte yandan, insan hakları ve demokrasi (md.2) de, Anayasa’da yer alan demokrasi ve hak- özgürlük kavramlarından daha genel ve kapsayıcı. “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” (md.14) kaydı veya milletvekili ve Cumhurbaşkanı andı (md.81, 103) gibi istisnai (ayrık) kullanım dışında Anayasa, insan hakları yerine “temel hak ve özgürlükler” deyimlerini kullanır. Haliyle insan hakları, anayasal hak ve özgürlükten daha geniş ve evrensel anlam taşıyor. Demokrasi için de benzer durum geçerli.

Şu halde ‘demokrasi, hukuk ve insan hakları’, Anayasa’da yazılı olanların ötesinde yer alan kavram, değer ve ilkeler.

Bu belirlemeler ışığında, en somuttan en soyuta Anayasa maddeleri, uluslararası sözleşmeler ve hukuk üçlüsü, “anayasal düzeni” oluşturur. Yorum faaliyeti, her üç düzlem için de geçerli olmakla birlikte, hukuk için haydi haydi gerekli. Öğreti katkısı, yargı yorumu için de yönlendirici.

Şu halde, ‘hukuk-Anayasa-yasa’ ölçütleri (md.138), ancak buna elverişli üç katmanlı düzlemde geçerli olabilir: Anayasa’da açıkça öngörülen hükümler, Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ‘insan hakları-demokrasi-hukuk’ kavramlarına evrensel anlamda yüklenen anlamlar.

Anayasal düzen üçlüsü ve ‘hukuk-Anayasa-yasa’ üçlüsü arasındaki bütünleşik yapı, sav+savunma+hüküm sürecinde gerçekleşir.

Hakkın, hukukun, doğru ve haklı olanın ortaya çıkması (juris dictio), yargı bağımsızlığını gerekli kılar; yargı bağımsızlığı ise erkler ayrılığını.

Savunma aktörü ve kurumu olarak avukatın ve baroların işlevi ve konumu, belirtilenler ışığında siyasal ve anayasal sistem ekseninde somutlaşır; millet adına ortaya çıkan hükümde savunman, savcı ve yargıç makamlarına göre yurttaş mekânı ile bitişik konumda.

Sav+savunma+hüküm diyalektiğinde “hukuk”, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı için genel ve temel ölçü normdur. Vicdani kanaat hüküm aşamasında geçerli olsa da avukatın, yargılama sürecinin başından itibaren (başlayarak) sunacağı belge, bilgi ve bulgular, vicdani kanaatin hukuk yönünde ortaya çıkmasına katkı sağlar.

Değinilen bu süreçte kurumsal olarak baroların görev + yetki ve sorumlulukları yaşamsaldır.
Barolar, “sav + savunma +hüküm” diyalektiğinin ‘hukuk – anayasa – yasa” ekseninde ortaya çıkmasının bekçileridir. Bunun önündeki yasal ve anayasal engeller çok sayıda; ama mevzuat değişikliği yapmadan da baroların çözüm için iradelerini ortaya koyabilecekleri birçok sorun alanı var. Bu sorunların çoğu, yargılama sürecinde savcı, avukat ve yargıç konumunda yaratılan eşitsizlikten kaynaklanıyor.

Eşitsizliğin giderilmesi için başta İstanbul Barosu gelmek üzere barolar, fikir + dayanışma ve eylem üçlüsünde inisiyatif alabilir. Normatif düzlemde ise, yasal düzenlemeler için somut öneriler geliştirebilir, anayasal önerilerde bulunabilir.

Kuşkusuz bütün bunlar, 2017 kurgusu ve uygulamasının ortaya çıkardığı üçlü ayrışmayı görmezden gelme anlamına gelmez. Hatırlayalım: Anayasa’nın demokratik hükümleri (özellikle md.1-11), otoriter hükümleri (özellikle md.104 vd.) ve geniş bir “keyfi uygulama alanı”.

Keyfi uygulama, adil/dürüst yargılanma hakkını zedeliyor ve toplumu mağdur ediyor.
Masum insanlar hapishanelerde ömür tüketirken, çoklu suç kayıtları bulunan kişilerin toplum içinde dolaşması, toplumsal barışı dinamitleyen derin ayrışma halkalarına ayna tutmakta.
Bu ortam ve koşullarda Saray ve TBMM hattında kurulan anayasa tuzağı, toplumun zinde güçlerinin, ‘fikir-dayanışma-eylem’ birliği ile bozulabilir ancak.
Barolar, zinde güçlerin başında gelir.
İstanbul Barosu, niceliksel gücünü ancak böyle bir bütüncül kavrayışla niteliksel güce dönüştürebilir.
=======================================
Yazarın Son Yazıları

Genel Sağlık Sigortası – GSS …

10 Ekim 2024 Cumhuriyet

1982 Anayasasının 60. maddesi “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” der ve 61. maddede sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenleri sayar.

56. maddesinde ise “Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.” yazar. Bu hak, 1961 Anayasası m.48 ile de tanınmıştı :

  • Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için sosyal sigortalar
    ve sosyal yardım teşkilâtı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir.”

2006’ya dek hükümetler GSS’nı hep gündemde tuttular ama yasalaştıramadılar. AKP 2006’da 5510 sayılı yasayı çıkardı ve sosyal güvenlik kurumlarını birleştirdi. Yasanın tam adı;
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”.
Kimi maddelerinin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptali nedeniyle, 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girdi. 14 yıldır rejim bu.

Sosyal güvenlik, herkesin insan onuruna yaraşır yaşamasının ve kişisel özgürlüklerinin güvencesi. Taa 1941’de, savaşın ortasında, ABD Başkanı F.D. Roosevelt dört temel insan hakkkı arasında saymıştı bu kurumu. 1948’de BM, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini (İHEB) benimsediğinde, 22. maddeyi sosyal güvenliğe ayırdı: Herkesin, toplumun bir üyesi olması nedeniyle sosyal güvenliğe hakkı vardır. İnsanların onur ve kişiliklerinin özgürce gelişmesi için
zorunlu olan ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, ulusal çabalar ve uluslararası işbirliği yoluyla her devletin örgütleri ve kaynaklarıyla orantılı olarak gerçekleştirmesine hakları vardır.”

Sosyal güvenlik evrensel olarak dokuz sigorta kolu içeriyor. Bizde, “Aile sigortası” dışında sekiz kol var. Bunlardan “sağlık sigortası” ayrı bir önem taşıyor. İHEB’de 25. madde ile tanımlı :

  • “…Herkesin gerek kendisine gerekse ailesi için beslenme, giyim, barınma, sağlık ve öteki sosyal hizmetler de içinde olmak üzere; sağlığını ve güvencini sağlayacak… hastalık.. gibi durumlarda sosyal güvenlik hakkına sahiptir.”

1982 Anayasası da m.56’da sağlık hakkını net olarak tanımlıyor ve bir pozitif devlet yükümü sayıyor :

  • Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Öte yandan Anayasa m.2, Cumhuriyeti “sosyal hukuk devleti” olarak vurguluyor. 5. maddede ise devletin pozitif yükümü olabildiğince net, 65. madde arkasına sığınılamayacak içerikte:

Devletin temel amaç ve görevleri
   Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Sağlık hakkı evrensel ve yaşam hakkından ayrılamayan, onun içini doldurup anlam katan bir temel hak. Bizim de kurucu üyesi olduğumuz Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı da, sağlık hakkını da tanımlıyor. Gerek ulusal gerek uluslararası / uluslarüstü mevzuat bakımından bir eksiklik yok. Ancak GSS yasası, sisteme katılımı ve prim = ek vergi ödenmesini zorunlu kılıyor. Sağlık hizmetlerinden yararlanma koşulları yasada belli (m.67c). Finansmanı sağlanan sağlık hizmetleri ve süresi başlangıçta “yeterli” idi. Zamanla SGK, adeta GSS’nin içini boşalttı. Kapsanan hizmetler “çekirdek” düzeyine indirildi. Kapsam dışına çıkarılanlar için ise, hiç utanmadan “tamamlayıcı özel sigorta” dayatıldı. Oysa DSÖ, “Evrensel Sağlık Kapsamı” politikasında (UHC);
üç boyutlu olarak, cepten harcamanın en aza çekilmesi, hizmet içeriğinin ve kapsanan nüfusun tama eriştirilmesini öneriyor.

Geldiğimiz aşamada, kapsam ve süre bakımından kabul edilemez kertede daraltılmış olan sağlık hizmetlerine karşın, SGK akçalı dengesini bir türlü tutturamıyor. Sekiz havuzdan biri olan sağlık sigortasında açıklar çok büyüdü. Kurum (SGK) 9,4 milyon sigortalısına SMS yolladı ve haciz uyarısı yaptı. 2024 için aylık net taban prim 600TL/sigortalı. Eylül 2021’de patlatılan “nas” bombası ardından üç yılda ekonomi darmadağın oldu. İşsizlik-yoksulluk çok ciddi boyutta, sürdürülemez. Çok büyük bölümünün işsiz-yoksul olduğu su götürmez olan bu
prim tembellerinin”(!) tümü için 2014’ün ilk 9 ayında prim borcu “en çok” 50 milyar TL.
Oysa ilk 8 ayda Hazine 97 milyar TL faiz ödedi!

GSS’ye geçilirken ve çok öncesinde tartışılırken hep şu 2 noktaya dikkat çektik :

  1. Prim = ek vergidir, haksızdır;
  2. GSS yoksul halkın sağlığının değil, sermayenin kazancının sigortasıdır.

Süreç boyunca akçal sorunlara dikkat çektik ve son yıllarda GSS’nin örtük-ilan edilmeyen bir iflasta olduğu uyarısını yaptık.

AKP=RTE, GSS öncesinde insanların hastanelerde rehin alındığını, kuyrukları.. eleştirdi.
Şimdi daha beteriz; sağlık hizmeti almak için başvuru bile yapamıyoruz,
evlerde rehiniz ve haciz tehdidi altındayız!

Türkiye bu ağır utancı hak etmiyor.

AKP=RTE, 22 yılda ülkemizi hemen her açıdan çökertti.

Işık hızıyla bu iktidardan kurtulmak kaçınılmaz!

Teğmeninden Korkan Başkomutan (!)

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu
Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Cumhurbaşkanı, Kara Harp Okulu’nun bitirme (mezuniyet) töreninde “Mustafa Kemal’in  askerlereyiz” diyen teğmenlerden rahatsız oldu ve “Kendini bilmez sorumluların temizleneceğini” söyledi.

Kılıcı kime çekiyorsunuz?” diyerek alışılmış bir bitirme   kutlamasında çekilen kılıçların kendisine çekildiğini söylemek istedi. Cumhurbaşkanının talimatı ile MSB teğmenler hakkında inceleme başlattı. AKP/MHP yetkilileri teğmenlerin hareketini tehlikeli buldular, bunun bir darbe girişimi olduğunu bile söylediler.

Kısaca teğmenlerden korktular.

Cumhurbaşkanı, bitirme töreninde yaptığı konuşmada “Başkomutanınız olarak” ifadesini kullandı. Başkomutanlıkla ilgili yazımız bu sitede yayınlanmıştı[1] Özetlersek :

Cunhurbaşkanı başkomutan değildir. Var olan anayasa ve önceki anayasaların hiçbirinde “cumhurbaşkanı başkomutandır” içerikli bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasamızın 117. maddesine göre barışta Silahlı Kuvvetlerin komutanı Genelkurmay Başkanıdır. Başkomutanlık savaşta yapılır. Savaşta da başkomutanlığı cumhurbaşkanı değil, O’nun adına yine Genelkurmay Başkanı yapacaktır. Başkomutanlık TBMM’nin manevi varlığından ayrılmaz ve cumhurbaşkanınca temsil olunur (yapılır değil). Bu durumda cumhurbaşkanının başkomutanlığı gerçek bir komutanlık değil, simgesel bir kavramdır..

Cumhurbaşkanı hem başkomutan olduğunu iddia etmekte, hem de teğmenlerinden korkmaktadır. Bu teğmenlerin TSK’da olmasını tehlikeli görmektedir.

Komutan astlarından korkmaz, korkarsa komutanlık yapamaz.
Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin temeli ise karşılıklı güvendir.
Komutan astlarına güvendiği için “Ben size ölmeyi emrediyorum!” diyebilir.
Astları da Komutana güvendikleri için ölüme koşar.
Bu karşılıklı güven ilişkisi olmayan askeri birlik savaşamaz.

Sonuç:

Cumhurbaşkanının Başkomutanlık söylemi hukuksal dayanaktan yoksundur.
Nitelik açısından ise teğmeninden korkan başkomutan olamaz.
________________________________________________________
[1]http://ahmetsaltik.net/2023/11/02/baskomutanlik/

ENGİZİSYON’A TEPKİ GÖSTERİN!

Cemil KILIÇ
@m_cemilkilic
Subscribe
RTÜK, Flash Haber TV’deki Aydınlanma adlı yayınımızı bugünden başlayarak durdurdu.
Ayrıca para cezası verdi.
İşte ibretlik gerekçeler:
– Ben 30 yıldır Türkçe namaz kılıyorum. Elbette isteyen Türkçe namaz kılabilir.
– İslam’ın şartı beştir: Adalet, liyakat, emanet, maslahat ve meşveret.
Adil olmayan kişi kelime-i şehadet getirse bile Müslüman değildir.
-Bütün insanların Adem ve Havva’dan türemiş olmaları biyolojik açıdan olanaksız.
Zira bu ensest olur. Kur’an böyle bir inanç içermiyor. Tek atadan değil çok atadan geldiğimizi söylüyor.
– Çocukların sünnet edilmesi taraftarı değilim. Zira tıb otoritelerinin belirttiğine göre sünnet cinsel ilişkide arzuyu ve hazzı azaltıyor. Kız çocuklarının sünnet edilmesi nasıl terk edildiyse erkeklerin sünneti de terk edilmeli kanısındayım.
– Melekler ontolojik (MADDİ) varlıklar değildir. Allah’ın evrene koyduğu güçlerin ifadesidir. Sözgelimi Cebrail, Allah’ın vahyetme gücünü belirtir.
***
İŞTE BU GÖRÜŞLERİMDEN DOLAYI RTÜK YAYINIMIZI DURDURUP BİR DE PARA CEZASI KESTİ!
RTÜK dinî konularda DİYANET’in görüşleri dışında görüş belirtilemeyeceğini ileri sürdü.
Bu karar ve uygulama, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün apaçık bir biçimde çiğnenmesidir.
  • Bu karar ENGİZİSYON kararıdır.
Bir sonraki adım da inançlarımdan dolayı öldürülmemi mi isteyecekler?
Başta hukukçular olmak üzere siyasetçileri, bilim insanlarını, ilahiyatçıları, gazetecileri,
kanı önderlerini ve tüm yurttaşlarımızı tepki göstermeye çağırıyorum.
Bu bir imdat çığlığıdır.

======================================

Dostlar,

Sn. Cemil Kılıç‘ın X (twitter) iletisine aşağıdaki yanıtı yazdık :
***

Sayın Cemil KILIÇ öğretmenimiz aydın bir din bilginidir.
Söyledikleri doğrudur ve ben de tümüyle katılıyorum.
İslam dini yorumu Diyanet dahil kimsenin tekelinde değildir.
Tanrı ile insan arasında aracı da yoktur İslamda.
Diyanet de RTÜK de bu anlamda geri durmalıdır.

Söz konusu baskıcı ve hukuk dışı karar yargıya taşınmalıdır.

Cumhuriyetin Savcılarını göreve çağırıyoruz.

Muhalefet partilerini ve Cumhur İttifakı içindeki “vicdan sahiplerini” de!

Sayın Cemil Kılıç birikimi ve aydın – dürüst kişiliği ile örnek bir Müslümandır.

RTÜK’ü bu anti-demokratik ve hukuk dışı baskısı nedeniyle şiddetle kınıyorum ve
yıldırma amaçlı işlemini geri almaya çağırıyorum..
***
Lütfen O’na destek olalım..

Cemil Kılıç aydın din bilgini öğretmenimiz yalnız değildir!

10 Ekim 2024
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Hekim-Hukukçu-Siyaset Bilimci
http://ahmetsaltik.net