Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 27 Aralık 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

PEDOFİLİ

AKP’ye yakınlığıyla bilinen gazeteci Erem Şentürk, “Çocuk tecavüzcüsü bir adamdır Noel Baba.” dedi.

Yakın cemaat ve tarikatlarla karıştırmış..

(AS : Biz de bir görsel ile bu “iğne”ye katkı verelim…)

VİZYON

Milli Eğitim Bakan yardımcısı Nazif Yılmaz, İmam Hatipler için “Türkiye’mizin, Türkiye Yüzyılı’nı inşa edecek nesilleri yetiştirmenin vizyonuyla hareket ediyor.” dedi.

Öbür dünyaya hazırlama vizyonu!..

FAL

“Kara para aklama” soruşturması kapsamında tutuklanan Dilan Polat, üç kişilik ziyaretçi listesine bir astrolog yazmış.

Neyse halim, çıksın falım…

DUYARLILIK

Kızıl Goncalar dizisindeki Kur’an kursunda öğrenciye tokat atılma sahnesi nedeniyle RTÜK’e şikayetler yağmış.

Çocuklar kurslarda tecavüze uğradığında şikayet durumu nasılmış?..

HAİN

CHP, Şeyh Sait isyanının Cumhuriyet’e karşı bir ayaklanma olduğunu hatırlattı ancak “acılara saygı” istedi.

AKP’li vekilin Şeyh Sait’e hakaret edenler hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıklamasına ise AKP yönetimi sessiz kaldı

Hain’e “hain” demeyen ihanete ortaktır…

LİDER

İtalyan gazeteci ve sosyolog Marco D’Eramo, “Bugün dünya genelinde yurttaşlık alanların yarısından fazlasını Türkiye ağırlıyor.” iddiasında bulundu.

Dünya lideri, vatandaşlık satmada da lider!..

BÖLÜCÜ

Hizbullah’ın siyasi kanadı Hüda Par’ın lideri Zekeriya Yapıcıoğlu, Meclis’te yaptığı konuşmada “Eyalet sistemi, özerklik ve federasyon gibi yönetim modelleri serbestçe tartışılmalıdır.” dedi.

RTE bölücü aramasın, bağrında!.

TUTARLILIK

TBMM Dışişleri Komisyonu, İsveç’in NATO’ya katılım protokolünü kabul etti.

İsveç’in PKK/PYD’ye silah verdiği biliniyor.

Hem “terörle mücadele ediyoruz” diyeceksiniz, DEP‘le görüşüyor diye CHP‘yi suçlayacaksınız hem de teröre destek verene yol vereceksiniz.

Biraz tutarlı olun sayın iktidar ve koltuk değneği…

Bir büyük insanı anarken

Eyvah! Kız Doğdu! | Umut Vakfı
Prof. Dr. Yakut IRMAK ÖZDEN
Atatürk Kültür Vakfı Başkanı
 
25 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

İsmet İnönü’yü 25 Aralık 1973’te yitireli 50 yıl olmuş. O da Atatürk gibi, yaşamının büyük bir bölümünü önce Osmanlı döneminde (Balkan Harbi’nde, Yemen’de, I. Dünya Savaşı’nda Suriye, Filistin, Kafkasya’da) sonra da Kurtuluş Savaşı’mızda (Batı Cephesi Komutanlığı, 1. ve 2. İnönü Savaşları, Büyük Taarruz) geçirmiş bir büyük askerdir. O’nun komutanlık yeteneklerine güvenen Atatürk tarafından henüz albay iken ülkemizin ilk Genelkurmay Başkanı seçilmiştir.

‘EN BÜYÜK YENİLGİM…’

İsmet İnönü’nün birçok söyleşi ve demeci tarihe geçecek nitelikte ifadeler içerir. Örneğin, kadınlara seçme-seçilme hakkının yasalaştığı 5 Aralık 1934’te Meclis’te yaptığı konuşma kanımca çok etkileyicidir:

  • “Türk devrimini tarih anlatırken bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir.
    Bu kurtuluşun çeşitli evreleri içinde de özellikle kadınların kurtulmasını anlatacaktır.”

İnönü’nün tüm yaşamı boyunca demokrasiden yana olduğu da açıktır. Nitekim iktidarı yitirdiği 14 Mayıs 1950 seçimi ile ilgili olarak “En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir” diyebilmiştir.

EĞİTİME VERDİĞİ ÖNEM

İnönü’nün demokrasi ve insan haklarına olan inancı kanımca şu deyişi ile de özetlenebilir:

  • “Türkiye tok tutsakların veya aç özgürlerin ülkesi değil,
    özgür ve tok insanların ülkesi olmalıdır.”

Son olarak İnönü’nün önemli kararlarını ilgili konuyu ayrıntılı olarak araştırmadan ve liyakat (yaraşırlık) ilkesinin süzgecinden geçirmeden vermediğini gösteren, daha önce yayımlanmamış bir olayı siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Yukarıdaki fotoğraf İnönü’nün bu kişilik özelliğine iyi bir örnek sayılabilir.

Yıl 1942. Babam Sadi Irmak henüz İstanbul Üniversitesi’nde genç bir doçent. Bu görevinin yanı sıra büyük bir enerji ve çalışkanlıkla bir yandan Goethe, Nietzsche, Schopenhauer gibi Alman düşünürlerinin yapıtlarını Türkçeye kazandırırken bir yandan da hem Ulus gazetesinde hem de tüm Halkevi dergilerinde makaleler yazıyor. Bu makaleleri dikkatle izlediği anlaşılan Cumhurbaşkanı İnönü, bir gün üniversiteyi ziyaret ederek babamın fizyoloji dersi anlattığı sınıfa giriyor, dersi dikkatle izliyor ve kısa bir süre sonra da O’nu siyasete davet ederek önce parti müfettişliğine atıyor, sonra milletvekilliğine getiriyor, sonunda da Çalışma Bakanlığı’nı ve o zamanki adıyla “İşçi Sigortaları”nı kurmakla görevlendiriyor.

Kanımca bu fotoğraf İnönü’nün her durum ve koşulda nasıl bir nezaket ve zarafetle davrandığını da göstermektedir. Dersin hocası konusunu öğrencilere ayakta anlatırken Rektör Prof. Dr. Cemil Bilsel ve cumhurbaşkanı da onları ayakta izlemekteler…

Yazımın, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı İnönü’nün 27 Kasım 1938’de yayımladığı ve beni her okuyuşumda yeniden etkileyen iletisini  sizlere anımsatarak noktalamak istiyorum:

  • “Devletimizin kurucusu ve milletimizin fedakâr, sadık hizmetkârı, eşsiz kahraman Atatürk” hitabıyla başlayan mesaj şöyle bitmektedir:
  • “Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milletiyle birlikte senin huzurunda saygı ile eğiliyoruz. Bütün yaşamında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol hatıran, sönmez meşale olarak ruhlarımızı sürekli ateşli ve uyanık tutacaktır.”

Kendisi de tüm gücüyle desteklediği Atatürk gibi, yaşamını, inançları doğrultusunda vatanına adamış olan bu büyük insanı saygı ve rahmetle anıyoruz.

Emperyalizmin uşakları

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
25 Aralık 2023 Cumhuriyet

 

Emperyalizm Türkiye’de, bir yandan serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme ve sendikasızlaştırma üzerinden kamucu ekonomiyi çökertmektedir; bir yandan eğitim sistemine darbe vurarak ve kamusal eğitimi dinselleştirerek, halkı cahil ve nitelikli, ücretsiz eğitimden mahrum bırakmaktadır; bir yandan da din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyasetin yapılmasını teşvik ederek, ülkenin kutuplaşmasına, bölünmesine ve parçalanmasına yol açmaktadır.

Üniversite, medya ve yayıncılık sektörünün büyük bir kesimi onlarca yıldır, bu gerçekleri gizlemektedir veya görememektedir ve bozuk düzeni bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde olağanlaştırmaktadır.

Emperyalizm ülkeleri sömürürken, sömürülen ülkenin içinde, kendisine hizmet eden odaklara gereksinim duyar. Yurtiçinde emperyalizme hizmet eden odaklar olmadan, emperyalizm başarıya ulaşmaz. Bu nedenle sömürülen ülkelerin durumundan, yurtdışındaki emperyalist odaklar kadar, sömürüye hizmet eden yurtiçindeki odaklar da sorumludur.
***
Emperyalizme bilinçli ve kasıtlı olarak hizmet eden kişilere, emperyalizmin işbirlikçisi denir. Bu kişiler kötü niyetli insanlardır.

Ancak emperyalizme hizmet edenlerin çoğunluğu, emperyalizme hizmet ettiklerinin farkında bile değillerdir. Bu kişiler, emperyalizmin ve onun kökeni olan kapitalizmin nasıl kurulduğu ve işlediği hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıkları için, düzeni sorgulamadıkları, okumadıkları, okuduğunu anlamadıkları, düşünmedikleri, akıl yürütmedikleri için, konumlarının bilincinde değillerdir.

“Vatan”, “millet”, “din”, “mezhep”, “örf”, “gelenek”, “töre”, “ecdat”, “etnik köken” adına siyaset yapanlar, akıl ve bilgi sahibi olmadıkları zaman, emperyalizmin uşağı haline dönüşürler. Kendilerini efendi sanan bu kişiler aslında emperyalizmin uşağıdırlar.

Din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapanlar, farkında olsunlar veya olmasınlar, emperyalizmin uşağı konumundadırlar.

  • AKP, YRP, SP, DEVA, GP, HÜDA PAR, MHP, HDP/DEM gibi siyasal partiler bu kategoridedir.

Türkiye’de bu partilerin toplam oyu yaklaşık olarak %60’ı bulduğu için, Türkiye büyük ölçüde emperyalizmin işgali altındadır.
***

  • Laiklik emperyalizmin en büyük düşmanlarından biridir.

Çünkü laikliğin olduğu bir ülkede devlet, hükümet, siyaset, hukuk, eğitim dinselleşmez, din konusu vatandaşın özgür iradesine bırakılır ve böylece farklı dinlerin, mezheplerin ve felsefi görüşlerin bir arada yaşaması sağlanır, belli bir din ve mezhep vatandaşlara dayatılmaz.

Dernek ve vakıf adı altında devletin içinde örgütlenen laiklik karşıtı tarikatlar
ve cemaatlar bu nedenle emperyalizmin en büyük uşakları arasında yer alırlar.

Laikliğin olmadığı yerde din ve mezhep üzerinden kutuplaşmalar, parçalanmalar, bölünmeler yaşanır ve bu bir ulusal güvenlik sorununa yol açar, ülkeler bu nedenle iç savaşa dek sürüklenirler.
***
Emperyalizm için yoksulluğun ve cehaletin bir arada olması esastır.

Bu nedenle ekonominin ve eğitimin paralel olarak çökertilmesi, emperyalizmin sonuca ulaşması için bir önkoşuldur.

Kamucu ekonominin yerine özel sektörde sermaye sınıfına öncelik verilmesi, milli/ulusal eğitimin yerine ümmetçi “eğitimin” uygulanması, emperyalizmin amacına ulaşmasını sağlar.

Halkın ekonomik refah seviyesi (gönenç düzeyi) yüksek olursa, halk bir biçimde kendisine nitelikli, bilimsel, laik eğitim olanaklarını yaratabilir. Ama halk yoksul bırakılırsa, devletin dinselleştirdiği ümmetçi “eğitime” mahkûm kalır ve böylece cehaleti sürdürülebilir olur.

  • Cehaletin sürdürülebilirliği, cehaletten beslenen iktidar odaklarının sürdürülebilir olmasını sağlar.

Nitelikli bir eğitim alan halk, ne denli yoksul olursa olsun, bir gün uyanır ve o ülkeyi yoksul bir ülke olmaktan çıkartır.

AKP hükümetinin ekonomi ve eğitim alanındaki uygulamaları, bu çerçevede değerlendirilmelidir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

YENİ YILI KARŞILARKEN

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 2023-26
26 Aralık 2023 https://haber.sol.org.tr/yazar/yeni-yili-karsilarken-388272

  • Şimşek’in sermaye çevrelerine seslenirken, “ülkemizin kalkınması için 2024’te 2,2 trilyon TL vergiden vazgeçiyoruz” diyerek övünmesi, iktidarın yüzünün hangi kıbleye dönük olduğunun altını çizmekte.

2023 yılı hem dünya hem Türkiye açısından kötü bir yıl oldu. Dünyada faşist eğilimler ve otoriter rejimler yükselişlerini sürdürdü. 2024’ün bu açıdan daha iyi geçeceğine dair hiçbir işaret yok; hatta tam tersi. Türkiye için de benzer tahliller yapılabilir. 2023 Mayıs seçimleri bunu bir kez daha teyit etmekten başka bir işe yaramadı. 2024 niye daha iyi geçsin?

Filistinli soykırımı, Batı “demokrasilerine” küme düşürttü

Peki ama “demokrat” etiketli Batılı güçler, ‘insan haklarını savunmak asgari çizgisi’ bakımından dahi çok gerilere gitmiş değiller mi? İsrail’in faşist hükümetinin Gazze’de uyguladığı Filistinli soykırımına sadece sessiz kalmayan aynı zamanda destek de olan Batı’nın sözde demokrat siyasetlerinin tüm cilaları sökülmüş durumda değil midir? ABD’de Demokrat Parti, Almanya’da Sosyal Demokrat Parti, Fransa’da sosyal demokrat kırması liberal etiketli Rönesans hareketi… işbaşındadır ve hepsi Netenyahu’nun kuyruğuna takılmış durumdadır. (İngiltere’de olduğu gibi işbaşında olmayan sosyal demokrat hareketlerin konumu da farklı değildir). Dünyanın gözü önünde soykırım suçu işleyen İsrail devletinin, ılımlı eleştirileri bile “anti-semitizm yapılıyor” silahıyla kolayca püskürtebiliyor olması ne hazin bir insanlık dramıdır! Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin tüm çabalarına ve BM’yi oluşturan devletlerin ezici çoğunluğunun iradesine karşın, ABD ile İsrail etrafında toplanan birkaç devletin bu soykırımın kalıcı bir ateşkesle durdurulmasına direnebilmesi, insanlık ailesinin ibret verici bir siyasi tükenmişlik manzarasıdır!

BM’de İsrail soykırımına karşı gelen birçok devlet yönetiminin, bu arada Arap devletlerinin ve Türkiye’deki AKP yönetiminin dahi, Filistin sorunu konusunda “sütten çıkmış ak kaşık” olarak kabul edilmeleri mümkün değil. 7 Ekim sonrası yaşananlar olmasa, Gazze ve Batı Şeria’daki tüm kuşatılmışlığa ve İsrail devletinin Filistinliler üzerindeki tüm faşist baskılarına karşın, Filistinlilerin yalnız bırakılması süreci derinden çalışmaktaydı. Nitekim Türkiye ve Ortadoğu Arap devletleri bu süreci görmezden gelerek Netanyahu Hükümeti ile siyasi ilişkilerini bir üst düzeye taşımanın telaşı içindeydiler. Hamas’ın kendi halkının kanı pahasına oynadığı kumar tam da bu “görmezden gelinmeye” karşı çok hesapsız bir askeri tepkiydi. Bu hesapsız tepkinin faşist İsrail yönetimine çok kanlı bir misilleme gerekçesi yaratacağını öngörmemiş olamazlardı. Buna rağmen dinci-faşist İsrail yönetiminin tepkisi “kanlı misilleme”, hatta katliam sınırları içinde kalmadı; Gazze kentlerinin adeta bir “tabula rasa” yaratırcasına silindir gibi ezilmesine ve çoluk çocuk demeden, hastane-okul farkı gözetmeden katledilen Gazze halkının kendi topraklarından sürülmesine yöneldi, soykırımın bütün koşulları oluştu.

Şimdi bu soykırıma karşı BM’de yapılan oylamada “doğru yerde durmak”, birkaç açıklamayla İsrail yönetimini kınamakla durum kurtarılabilir mi? En azından Filistinliler ile söylemde dayanışma içinde olduklarını vurgulamaktan geri durmayan Ortadoğu devletleri açısından? Bunların kaçı İsrail ile diplomatik ilişkilerini askıya aldı? Kaçı İsrail ile gelişmekte olan siyasi, iktisadi ilişkilerini dondurmaya yöneldi? Örneğin AKP siyaseti, Mart 2009’daki yerel seçimleri kazanabilmek uğruna o zamanın çok daha ılımlı İsrail yönetimine karşı Şubat 2009’da çıkardığı yapay bunalımının hakikisini şimdi tam da gerektiği anda neden çıkartamıyor? İsrail ile hep büyüme eğiliminde olan ticari ilişkilerini neden sınırlandıramıyor? İsrail’i en çok rahatsız edecek olan Kürecik radar üssünün hiç olmazsa geçici olarak devre dışı bırakılması gibi bir kartı neden oynayamıyor? Sadık bir ABD ve NATO bendesi olarak oynayamaz da ondan. Tabii hiçbir şey yapmıyor da değil: Camileri ve tarikatları kullanarak Yahudi düşmanlığı ile Filistin ve Kudüs yandaşlığı hamasetini hiç eksik etmiyor. Kendi kitlesini tutmak için birtakım yabancı içecek markaları ve kafe zincirlerine karşı sahte ve gülünç tepkilerin örgütlenmesi de cabası elbette. Bu arada İsrail şiddetine karşı Batı ülkelerinde ve hatta İsrail’de görülen çapta halk tepkilerinin Türkiye’de ortaya çıkmaması ile AKP iktidarının ikiyüzlü politikaları arasındaki ilişkiyi görebilmek için analitik tahlillere dahi ihtiyaç bulunmuyor.

2024 yılı ne yazık ki bu oportünist siyasi tutumlarda herhangi bir düzelmenin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak bir yeni döneme açılacak gibi durmuyor.

Ekonomik programın yükü emekçiye

AKP/Erdoğan iktidarının ekonomi alanındaki ikiyüzlü politikalarını açıkça görebilmek açısından Mayıs 2023 ile Haziran 2023 politikaları arasındaki “muhteşem” sapmalar yeterliydi. Ama mevcut yönetim, halkın mürit veya cahil olarak kodladığı bölümünün ekonomik politika araçlarının kullanımındaki bu taban tabana zıt yönelişleri görmesinin mümkün olmadığını, görebilecek olanların bir bölümünün kendi “iliştirilmiş” medyası ile engellenebileceğini, her şeye rağmen görebilenlerin ise kazanılmış seçimler sonrasında artık bir hükmünün kalmadığını hesaplayarak yol alan bir iktidar tarzına sahiptir. 21 yıllık uzun iktidar reçetesinin sırrı da buradadır.

Seçimler sonrasında işbaşı yaptırılan ekonomi yönetimi, hem 2024-2026 dönemi Orta Vadeli Programı’nı (OVP), hem 2024-2028 dönemine ait On İkinci Kalkınma Planı’nı, hem de 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’ni (ve kuşkusuz Kalkınma Planının parçası olan 2024 Yılı Cumhurbaşkanlığı Programı’nı) belirlemiştir. Bu metinlere ve bunları sunan atanmışların söylemlerine bakıldığında, 2024 ve 2025 yıllarının ana ekseni kalkınma ve yapısal dönüşüm değil, 2021 Eylül’ü sonrası iyice yitirilmiş olan ekonomik istikrara yeniden kavuşulmasıdır. Erdoğan iktidarı, Mayıs 2023 seçimlerini kazanmak için uyguladığı politikaların faturasını geniş halk kitlelerine taşıtmak için hiç vakit yitirmemiş, 2023 ortasından itibaren sıkı para ve kısmen sıkı maliye politikalarına geçmiştir.

Bu program, 2024 ve 2025’te, ilan edilen enflasyon düzeylerini aşan bütçeler oluşturulmasını, enflasyonu aşan vergi artışlarına rağmen bu dönemde bütçelerin ve tüm kamuyu kapsayan “kamu kesimi” genel dengesinin büyük açıklar vereceğini, dolayısıyla bu iki yılda hem kamu kesimi/GSYH büyüklüğünün hem de kamu kesimi borçlanma gereğinin ve borç stokunun ciddi artışlar göreceğini öngörmektedir. Özetle daha fazla vergi alınması yetmeyecek, daha fazla borçlanmaya gidilecek ve merkezi yönetim bütçesinin faiz ödemeleri örneğin 2024’te 2023’e kıyasla yüzde 94 artacaktır. (Oysa 2024 yılsonu TÜFE hedefi yüzde 33, bütçe harcamaları artışı yüzde 69’dur!). Bütçede eğitim ve sağlık gibi toplumsal hizmetlere, sosyal yardımlara, kamu yatırımlarına ve bütçeden maaş alan personele yeterli kaynak ayrılmaması yeni bir durum değildir ama OVP dönemini kapsayacak istikrarlandırma programında bu yönü daha çok vurgulanacaktır.

Bu arada sermaye yönlü bütçe giderlerinde ve gelirlerinde herhangi bir tasarrufun izine rastlanmamaktadır. Düşünün, 2024 yılında vergi harcaması denilen vergi istisna ve muafiyetlerinin tutarı tamı tamına 2,2 trilyon TL’dir. Şöyle açıklayalım: 2024 yılı tüm vergi gelirleri tahmini 8,44 trilyon TL’dir. Eğer 2,2 trilyonluk vergi ayrıcalığı olmasaydı bu tutar 10,64 trilyon TL olacaktı ve bütçenin sosyal yönündeki eksiklikleri kolayca giderilebilecek veya 2024 yılında 2,65 trilyon TL’yi bulacak bütçe açıkları önemli miktarda azaltılabilecekti. Hadi bu farazi 10,6 trilyon TL’den ücret gelirlerinden asgari ücret kadar vergi alınmamasını (630 milyar TL’lik vergi harcamasını) düşelim, vergi gelirleri gene de 10 trilyon TL olur ve bütçe açıklarını azaltacak etkide bulunurdu. Sermayeye dönük vergi ayrıcalıklarını daha iyi görebilmek için kurumlar vergisi (KV) 2024 gelir tahmininin 1,3 trilyon TL, buna karşılık KV istisna ve muafiyetlerinin aynı yıl için 657 milyar TL olduğunu bilmek gerekir. Tüm vergiler için 2024’te yüzde 26,5 oranında vergi harcaması söz konusu olurken, KV için bu oran tamı tamına yüzde 50’dir! (Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, s.73 ve 170). Son olarak, M. Şimşek’in, 23 Aralık Cumartesi günü İstanbul’da “Finansın Geleceği Zirvesi”nde sermaye çevrelerine seslenirken, “ülkemizin kalkınması için 2024’te 2,2 trilyon TL vergiden vazgeçiyoruz” (24.12.2023 tarihli Sözcü, s.7) diyerek övünmesi, iktidarın yüzünün hangi kıbleye dönük olduğunun altını bir kez daha çizmiş olmaktadır.

Asgari ücret müzakerelerine de bu gözle bakmakta yarar vardır. Asgari ücret tespitinin bu kadar sarkması çok hassas hesaplar yapıldığından falan değil, tepkilere zaman bırakmamak hassasiyetindendir! Ama Mayıs’ta yüzde 75’leri görebilecek bir enflasyon ortamında bir kerelik asgari ücret artışına rıza göstermeyeceğini göstermek de işçi sınıfının boynunun borcu olmalıdır.

Sonuç

Son olarak Meclis ana muhalefetinin, fırsatçı, ikiyüzlü, ilkesiz iktidar siyaseti karşısında böylesine ürkek bir siyaset yaparak duramayacağını bir kez daha belirtmiş olalım. En son 12 şehit olayında, bildiri ayrılığı ve Savunma Bakanını Meclis’e açıklama yapmaya çağırma üzerinden “sıkı muhalefet” yapılamayacağı anlaşılmış olmalıdır. Siyaset, cesaret ve hesap sorabilme işidir.

  • AKP’nin ağır bedelleri olan Suriye-Irak politikaları (ABD’yi bölgeye yerleştirip PKK-PYD’nin dolaysız askeri hamiliğine taşıyan anti-Esad politikaları), içerdeki Kürt siyasetiyle zikzaklı ve ilkesiz müzakere-çatışma süreçlerine girmesi, Kürt siyasetini yanına çekemediği zamanlarda muhalefeti terör seviciliğiyle suçlaması gibi ikiyüzlülüklerini sürekli teşhir edip, suçlamayı göze almadan siyaset yapılamaz!

Aynı durum, FETÖ darbe girişimi sonrasında Yenikapı’ya gitmek yerine “Suçluyorum!” diyerek hesap sormayı göze almayı gerektirirdi. Siyasette iktidar partilerine oy veren emekçi kitleleri yanına çekmenin yolu da, “kim daha sağcı” yarışı üzerinden değil, sınıf siyaseti üzerinden geçebilir ancak.

Bunlar CHP’nin ufkunu aştığı için de, sosyalist siyasetler gereklidir zaten.

Türkiye Halk Temsilciler Meclisi biraz da bunun için yola çıkmaktadır.
—————-
Post scriptum: Sol Haber okurlarının yeni yıllarını kutluyorum. Yeni yıl iyi şeyler vat etmiyor olsa da, mücadele bayrağını yükseltmek için sosyalistler iyi olmak ve sıkı durmak zorundadırlar.

İsmet İnönü

Alev CoşkunAlev Coşkun

Ölümünün 50. yılında İsmet İnönü’yü saygıyla anıyoruz. İnönü yaşamının her aşamasında ülkesi için çalışmış, üstün yetenekli bir kişiydi.

Mustafa İsmet’in yaşamında asker İnönü, diplomat İnönü, devlet adamı İnönü, çok partili siyasal sistemi sağlayan İnönü, muhalefet partisi lideri İnönü, 1961 sonrası darbeleri önleyen İnönü vardır.

Osmanlı döneminde, Yemen’de, Diyarbakır’da, Suriye’de cephelerde savaşlara katılarak “Kolordu Komutanlığı” düzeyinde görevler yapmıştır. Milli Mücadele’de ilk Genelkurmay başkanı olarak düzenli ordunun kuruluşunu sağladı. Batı Cephesi Komutanı olarak 3.5 yıl süren savaşlara bizzat katıldı.

II. İnönü Savaşı sonunda Atatürk’ün O’na gönderdiği tarihsel telgraf çok önemli ve anlamlıdır. Atatürk telgrafında şöyle diyor:

  • “Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Savaşlarında üzerinize yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs (tersine giden) talihini de yendiniz.

    Adınızı tarihin şeref abidelerine yazan ve bütün millete size karşı sonsuz bir minnet ve şükran duygusu uyandıran büyük gaza ve zaferinizi tebrik ederken, üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref meydanı seyrettirdiği kadar, milletimiz ve kendiniz için yükseliş parıltılarıyla dolu bir geleceğin ufkuna da baktığını ve hâkim olduğunu söylemek isterim.”

Bu telgraf hem tarihsel gerçeği saptar hem de geleceği ortaya koyar. Son cümlede “yükselişle dolu bir gelecek“ten söz eder.

DİPLOMAT İNÖNÜ

Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra İnönü için yeni bir dönem başladı. Diplomat İnönü dönemi…

Lozan’da başlayan diplomatik görüşmelerde İnönü’nün aşağıdaki betimlemesi önemlidir.

  • “Ben Lozan’a gidinceye kadar çizmeden başka ayakkabı tanımıyordum. Sabahleyin kalkar kalkmaz ayağıma çizmeyi geçirirdim… Savaş meydanlarından çıkmış, oraya gitmiştim.”

Lozan için İngiliz Başbakanı Churchill,Sevr’in karşıtı oldu” der.

Lozan’da ABD temsilcisi (AS: Gözlemci konumunda) Joseph C. Grew de

  • “İsmet Paşa Lozan’da büyük bir diplomatik zafer kazandı.” der.

İnönü Lozan’da türlü baskılarla karşılaştı, sıkıştığı zaman,

  • “Ben savaş meydanlarından ve Mudanya’dan geldim.”

çıkışını yapmıştır. Ünlü siyaset bilimci Bernard Lewis,

  • “İnönü Lozan’da kendi koşullarını Batı’ya kabul ettirdi.” demiştir.

DEVRİMLERİN UYGULAYICISI

Cumhuriyetin ilanından sonra kesintisiz 12 yılı aşan bir süre başbakanlık yaptı. Bu dönem yeni Türk devletinin kuruluşu ve çağdaş bir toplumun yaratılış aşamasıdır. Atatürk’ün laik ilkelere dayalı Aydınlanma devrimleri birbiri ardınca gerçekleşiyordu. Laik hukuk devrimi, kadınlara haklarının verilmesi, giysi, abece (alfabe), laik eğitim gibi zor dönemeçler gerçekleştirildi. Yürütmenin başında Başbakan İsmet İnönü bulunuyordu. Bu nedenle

  • İnönü bu aşamada Aydınlanma devrimlerinin gerçekleşmesi için canla başla çalışan bir devrim uygulayıcısıdır.

Bu nedenle Atatürk’e dil uzatamayanlar eleştiri oklarını İnönü’ye yöneltirler.

DEVLET ADAMI

Atatürk’ün yaşama veda edişinden sonra cumhurbaşkanı olan İnönü, bu dönemde Türkiye’yi II. Dünya Savaşı belasının dışında tutabilmek için yoğun diplomatik uğraşlarda bulundu. Savaş sonrası çok partili sisteme girilince bir gezi sırasında önüne çıkarılan çocuğa verdiği yanıt önemlidir:

  • “Sizi şekersiz bıraktım ama babasız bırakmadım”.

2. Dünya Paylaşım Savaşı sürerken uyguladığı “tarafsızlık politikası” diplomasi dünyası için tarihe geçen bir ders niteliğindedir. Bu dönem için tezler ve kitaplar yazılmıştır.

DEMOKRASİYE GEÇİŞ

İnönü savaştan sonra yeni bir döneme, “Türkiye için çok partili sisteme girme” uğraşlarına girdi. Hukuka dayalı, gizli oy, açık sayım – döküm ilkesini kabul eden seçim yasasının Meclis’te kabul edilmesini sağladı.

14 Mayıs 1950’de yargıç denetiminde dürüst seçimler yapıldı. Yeni kurulmuş olan DP seçimi kazanınca, barış içinde siyasal iktidar DP’ye devir edildi. İnönü, oğluna yazdığı mektupta şöyle diyor:

  • “Bu seçim, memlekete yeni bir hayat tarzı kurmak için öngördüğümüz teşebbüste ne kadar ciddi ve samimi olduğumuzu ispat etmiştir. Memleket için, hepimiz için şeref olmuştur.”

1950 seçimleri konusunda birçok inceleme ve kitap yazıldı. Ünlü siyasal bilimci Prof. Dr. Dankwart Rustow bir yazısında bu iktidar değişimini şöyle yorumlar:

  • “İsmet İnönü, demokrasiyi geliştirmek için diktatörlük gücünü gönüllü olarak terk eden, dünyanın tek devlet adamı olma onurunu taşımaktadır.”

1950-1960 İnönü’nün muhalefet önderi olarak demokrasi için çalışmalar yaptığı süreçtir.

ASKERİ MÜDAHALELERİ DURDURAN ÖNDER

1961’den sonra İnönü yeniden Başbakan oldu ve Türk siyasal yaşamında ilk koalisyon hükümetini kurdu. 1961-1966 arası Türkiye için son derece duyarlı bir dönemdir. Bu dönemde iki kez fiili (eylemli) askeri müdahale oldu. Başbakan İnönü bunları engelledi ve 2. kez isyan eden Talat Aydemir ve arkadaşları idamla cezalandırıldı.

Eğer İnönü olmasaydı Türkiye birbiri ardından gelen askeri müdahalelerle karşı karşıya kalan bir Ortadoğu ülkesine dönecekti. Bu nedenle 1961-1966 arası İnönü’nün başbakanlığı son derece önemlidir ve takdirle anılmalıdır.

İnönü 25 Ekim 1937’de başbakanlıktan ayrıldığında, Atatürk’ün İnönü’ye yazdığı yazıda “Devrim”in başlangıcından bu yana yaptığı tarihsel hizmetleri Türk ulusunun sürekli takdir ve şükranla anacağını belirtmiş ve şunu da eklemişti:

  • “Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, en büyük ve en önemli hizmetlere olan yüksek liyakatinizin takdirkârı olduğumu burada da tekrar etmekten haz duyarım.” 

İnönü Aydınlanma devrimlerine içtenlikle bağlı Atatürk’e yüreği ve aklıyla inanmış gerçek bir cumhuriyetçiydi. Atatürk’ün ölümünde

  • “Devletimizin kurucusu ve milletimizin fedakâr, sadık hizmetkârı, eşsiz kahraman Atatürk; Vatan sana minnettardır.

cümlesiyle başlayan bildiri Onun içtenliğini gösterir.

Son yıllardaki bir konuşmasında “40 yıldır devletçiyim. Devletçilik solculuktur diyorlar. Böyleyse evet solcuyum. Halkçılık solculuksa evet böyleyim.” demiştir.

Bu kısa yazıda İnönü’nün tüm nitelikleriyle anlatılması olanak dışıdır. Ancak temel çizgiler verilmiştir. Vatanı için çalışan cephe komutanı, Lozan’ın baş delegesi, devrimlerin uygulayıcısı, çok partili sistemin ülkemizde gerçekleşmesini sağlayan demokrasi atılımlarını gerçekleştiren İnönü unutulmayacaktır.

50. ölüm yılında vatansever İnönü’yü sevgi ve saygı ile anıyoruz.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsmet İnönü25 Aralık 2023

Teğmenler

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Tuzla piyade okulunda 10 Kasım’da (2023) yakalarına Atatürk fotoğrafı takmak istemeyen teğmenlerin neden olduğu, iki grup teğmen arsasındaki kavga, ulusal güvenliğimiz açısından üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır.

Olay Neyi Gösteriyor?

Türk Ordusu’nun 2000+ yıllık tarihinden gelen temel değerleri, yüksek disiplin ve görev anlayışı, astına, üstüne ve arkadaşlarına yüksek güven duygusu ve silah arkadaşlığı anlayışıdır. Bu kültür askeri okullarda kazandırılır. Harp okulundan mezun olan subaylar, askeri okullarda başlayan ve ömür boyu süren kardeş kadar yakın arkadaşlık kurarlar.

Bu teğmenler ileride birlikte savaşacaklar, birbirlerini destekleyecekler, birisi yaralandığı zaman öbürü onu kurtaracaktır.

Piyade okulunda yaşanan olay bu değerlerin yitirildiğini, yakın arkadaş olması gereken genç subayların ideolojik farklılık nedeniyle düşmanlaştırıldığını, temel değerlerin askeri okullarda veril(e)mediğini, askeri okullara girişte ve eğitimde sorunlar olduğunu göstermektedir.

Bu teğmenler ileride Ordu komutanı, Kuvvet komutanı, Genelkurmay Başkanı olacaklardır. Aralarındaki düşmanlık sürdüğü takdirde ülkeye verecekleri zarar da o denli büyük olacaktır.

Askerliğin temeli olan karşılıklı güven, silah arkadaşlığı ve dayanışma duygusunun yok olması, Ordunun savaşma azim ve iradesini zayıflatır. Bu bir ulusal güvenlik sorunudur.

Neden Oldu?

Bu olayın kendisinden çok nedenlerinin sorgulanması gerekir. Çünkü bu bir sonuçtur. Nedenleri ortadan kaldırılmazsa ileride benzerleri, hatta daha büyükleri yaşanabilir.

Bu olay 22 yıllık AKP iktidarının “kendi ordusunu oluşturma” çabasının bir sonucudur. AKP “askeri vesayeti ortadan kaldırmak” sloganı ile TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltan pek çok önlem almıştır. Bunların en önemlisi Orduya siyasetin sokulmasıdır.

  • “Devlet eşittir hükümet; hükümet eşittir parti; dolayısıyla devlet eşittir parti” anlayışı ile faşist rejimlere benzer bir parti devleti kurulmuştur.

Devletin olması gereken Ordu da, partinin ordusu durumuna getirilmiştir.

Bugünkü TSK, Mondros’ta terhis edilen Osmanlı ordusunun yerine 1920’de TBMM tarafından Kurtuluş Savaşını yapmak amacıyla kurulmuş ve zaferi (utkuyu) kazanmıştır. Ebedi (Sonsuza dek) Başkomutan Atatürk’ün ordusudur. Temel değerleri Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıktır. Karşı devrimci iktidarı rahatsız eden de budur. Bu nedenle kendi ideolojisini benimsemiş subaylar yetiştirmek istemektedir. Bunu yaparken teğmen olayında açığa çıktığı gibi Orduyu bölmüş, temel değerlerini yok etmiş ve zayıflatmıştır.

Sorumlu Kim?

Anayasanın 117. maddesi “Milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı cumhurbaşkanı sorumludur.” demektedir.

TSK’nin gücünün ve saygınlığının azaltılması ve temel değerlerinin yok edilmesinden başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP iktidarı sorumludur.

Ancak AKP iktidarı döneminde Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı yaparak Orduya zarar verilmesinde rolü olanların “komutan sorumluluğu göz ardı edilemez.

Yargılama

Üzerinde durulması gereken başka bir konu olayla ilgili adli yargılamadır. Olay 2017’den önce olsa idi askeri savcı soruşturma yapar, suç işlendiği kanısına varırsa askeri mahkemede dava açar, sanıklar Askeri Ceza Yasasına (ACY) göre yargılanırlardı (kovuşturma).

Ancak 2017 anayasa değişikliği ile uzmanlık mahkemeleri niteliğindeki askeri mahkemeler kaldırılmıştır. Bu vb. olaylarda sivil savcılar ve mahkemeler yargılama yapacaktır. Oysa iki teğmenin kavga etmesi, dışarıda iki sivil kişinin kavga etmesinden farklı bir olaydır. Burada kamu düzeninin ve kişi haklarının yanında, askeri değerlere, disipline ve TSK’ya da zarar verilmiştir. Türk Ceza Yasasından (TCY) farklı olarak Askeri Ceza Yasasının (ACY) uygulanmasını gerektirir. Sivil savcılar yerine; askerliği, kışlanın havasını ve işleyiş biçimini bilen askeri savcılarca soruşturma yapılması, askeri disiplinin yeniden kurulması bakımından daha etkili olur. Sivil savcı ve mahkemelerin iş yükü dikkate alındığında, bunların askeri savcılar kadar kısa zamanda ve etkili soruşturma yapmaları olanaklı değildir. Bu da yargılamayı geciktirerek beklenen yararı azaltır.

Sonuç

Teğmenler olayı üzerinde önemle durulması gereken bir ulusal güvenlik sorununu açığa çıkarmıştır.

Olayın temel nedeni, AKP iktidarınca TSK’nın gücünün ve saygınlığının azaltılmak ve AKP ordusu oluşturmak için alınan önlemlerdir.

AKP iktidarınca TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltan uygulamalar derhal durdurulmalı,
TSK tüm kurum ve kuralları ile (askeri yargı dahil) 2002 öncesi durumuna döndürülmelidir.

Bu yaşamsal bir ulusal güvenlik sorunudur.

Bu konuda demokratik tepkiler gösterilerek hükümet üzerinde baskı oluşturmak amacıyla asıl başkomutan olan TBMM’ne, demokratik kitle örgütlerine ve tüm yurttaşlarımıza önemli görev düşmektedir.

Hurafe değil hukuk için…

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 21.12.2023, BİRGÜN 

“Sizin ‘tarikat-cemaat’ dediğiniz, bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Ve ben bu protokollerle bize hizmet eden, destek olanlara da teşekkür ediyorum. Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Ben o STK’larla protokol imzalamaya devam edeceğim. (MEB Y. Tekin, TBMM 18.12.23).

BİLGİ KİRLİLİĞİ

Yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra aynı çarpıtmaya döndük. ’28 Şubat süreci’nde, “Cemaatler ve tarikatlar, sivil toplum örgütü değildir” diyenler, demokrat olmamakla baskılanmaya çalışılıyordu.

Oysa sivil toplum örgütü (STÖ) olmanın ölçütleri bilimsel olarak belli idi: Serbest üyelik, örgüt içi demokrasi ve üyelikten çekilme özgürlüğü. Kısaca STÖ’ler, ‘mikro-demokrasi’ modelleri.

Cemaat ve tarikatlardaki karanlık ve kirli ilişkilere kamuoyu, 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 sonrası, ibretle tanıklık etti:

-17-25 Aralık süreci, AKP-Cemaat koalisyonunda yolsuzluk-rüşvet-kara para aklama operasyonlarının dışa vurumu,

-15 Temmuz ise, koalisyon bozulunca eski ortağın anayasal düzeni silahla yıkma girişimi.

SBF mezunu Bakan, Cemaat-STÖ farkını biliyor olmalı. Haliyle, bilgi kirliliği yaratarak din ve mezhep sömürüsü odaklı hukuk dışı yapılanmaları aklama iradesi açık.

DAĞA ÇIKMAK

Bilimsel-çağdaş ve laik eğitimin özgür ve sorumlu yurttaşlığın öncülü olduğu, toplum üyelerinin büyük bir kesimi tarafından biliniyor. Oysa “dağ zırvası” yerine,  “dindar ve kindar bir gençlik yetiştirmeyi amaçlıyoruz” deseydi, cemaat ve tarikatlarla resmi işbirliği bildirimi ile tutarlılık gösterirdi.

ADLİYE ve ASKERİYE

Adalette çürüme son ayların olgusu değil. Yargı ile ilgili yasa önerileri arasında özellikle “yargıç sınav mülakatı” için, ya kalksın ya da kamera kaydı altında yapılsın önerilerine TBMM’de  “Dünyanın neresinde var?“ sözleriyle karşılık veren AKP’li vekile, tepkim:

  • Dünyanın neresinde bir gecede 4000 hakim ve savcı cezaevine gönderildi?
  • Bu gidişle 10 yıl sonra, 14.000’i göndermek zorunda kalırsınız.

Askeriye’deki cemaatleşmeye tepki olarak MSB Güler’e yöneltilen, “siz 15 Temmuzdan hiç ders almadınız mı?” sorusu (CHP Gn. Bşk. Ö. Özel), üçlü tabloyu tamamlıyor:

AKP-Cemaat döneminde, “yargı- milli savunma ve eğitim” hattında başlatılan büyük yıkım harekatı, AKP-MHP döneminde genişletilerek sürdürülüyor. MEB beyanı da (bildirimi de) bu çerçevede okunmalı

HANGİ TÜRKİYE?

MEB devamla: “O sizin yaşadığınız Türkiye eski Türkiye. Ora bitti, vedalaşın. Uyanın uyanın. Türkiye artık bambaşka bir ülke… Türkiye yok artık. Bunu görün, uyanın.”

Bu sözlerin anlamı şu: Artık (bilimsel-çağdaş-laik eğitim) ‘eski Türkiye’ değil, (çocukların cemaat-tarikatlar kucağında mürit olarak yetiştirildiği) ‘yeni Türkiye’ var; buna alışacaksınız,

Eski rektörün, TBMM’de halkın temsilcilerine yönelik tehdit edici sözleri, cemaat ve tarikatların üniversitelerde nasıl yuvalandıklarına da ayna tutmuş oldu.

Daha genel olarak, temelleri 2017’de atılan ‘Türkiye vizyonu’ ortaya konulmuş oldu:

  • Hükümetin lağvedildiği (yok edildiği),
  • siyasal sorumluluğun kaldırıldığı
  • ve siyasetin tasfiye edildiği tek kişinin keyfi yönetimi.

Siyasal kimlikten arındırılmış olduğu halde, Bakanın siyasal söylemi, Anayasa düzenini dinamitleyici işlem ve uygulamalarını ifşa etmiş oldu; aynı kürsüden içtiği Anayasa andını yadsıma pahasına.

UYANMAK GEREK

“Uyanın” diyen Bakan haklı, hurafeye karşı hukuku savunanlar artık uyanmalı.

Ayrışma, hurafe (boş inançlar) ve hukuk (toplumsal düzen için toplumsal gereksinimleri karşılamaya yönelik normlar) arasında.

Cumhuriyet’in 100. ve İHEB’in 75. yılı vesilesiyle gündeme getirdiğim

  • Direnme hakkı için meşruluk ve gereklilik koşulları hazır.

Hangi amaçla ve nasıl?

  • “Hurafelere dayalı totalitarizmi” önlemek
  • ve -demokratik hukuk devleti ereğinde- yürürlükteki anayasal kazanımları korumak için
  • bütün düşünsel, hukuksal ve eylemsel araçları kullanarak.

TARİKATLARA YÖNELİK KAYNAK BİLGİ ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN GELDİĞİ NOKTA

Celal TOPKAN*
Araştırmacı-Yazar
20. Dönem CHP Adıyaman milletvekili
2003-2011 Sosyal Demokrasi Derneği Genel Sekreteri
2012-2013 CHP Ankara İl Sekreteri

Kuran’da Allah’la insan (kul) arasında aracı bir kurum ve kuruluş yoktur. Peygamber Hz. Muhammet döneminde Allah’la kul arasında aracı bir kurum ve kuruluş oluşturulmadı. Peygamberden sonra 4 Halife Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali döneminde de Allah’la Kul arasında aracı bir kurum oluşturulmadı.

Son Halife Hz. Ali’den sonra kurulan EMEVİLER İKTİDARI döneminde, Allah’ı ve dini kullanarak güç ve çıkar sağlayan, bağımlılık kültürü ve öğretilmiş ezberlerle hareket eden üye ve örgüt yapısı oluşturan, Kuran’da yer almayan, Kuran dışı üretilmiş kurumlar ve yapılar olan, tarikatlar kuruldu. 

Bu dönemden sonra kurulan İslam devletlerinde; Kuran’da yer almayan, Allah’ı ve dini kullanarak güç ve çıkar sağlayan, tarikatlar kuruldular. Süreç içinde İslam Devletlerinde, Allah’ı ve dini kullanarak güç ve menfaat (çıkar) sağlayan tarikatlar etkili ve belirleyici olmaya başladılar.

İslam ülkelerinde, Allah’ı ve dini kullanarak güç ve çıkar sağalmak, ülkenin yönetiminde, etkili ve belirleyici olmak için mücadele eden tarikatlar arası yarış, mücadele, çatışma ve kavga başladı. 57 İslam ülkesinde barış ve huzur yok oldu. İslam Devletleri, üzerinde oturdukları coğrafyaların yer altı ve yer üstü varlıklarına, tarihsel ve ekinsel (kültürel) zenginliklerine, genç ve dinamik insan gücü potansiyellerine karşın sorunlarını çözemediler; kalkınamadılar, gelişemediler, barış ve huzura kavuşamadılar.

Osmanlı devleti, başlangıçta (1299) Türkler tarafından, bir Türk devleti olarak kuruldu.
İmparator Yavuz Sultan Selim, 1517-18’de Mısır, Mekke ve Medine’yi işgal etti. Bu tarihten sonra Osmanlı İmparatorları Halife unvanı aldılar. Osmanlı İmparatorluğunda tarikatlar kurulmaya başlandı. Padişahlar Osmanlı İmparatorluğunu tarikatlarla birlikte yönetmeye başladılar. Dünyanın en büyük, en güçlü devleti Osmanlı İmparatorluğu bu yüzden zayıfladı ve güçsüzleşti. Avrupa’nın etkili emperyalist ülkeleri İngiltere, Fransa, İtalya ve maşaları Yunanistan tarafından işgal edildi (30 Ekim 1918 Mondros ateşkesi sonrası).

Asker Mustafa Kemal, Ordu müfettişi olarak görevlendirildi, bu yetki ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a gitti. Mustafa Kemal emperyalist işgalci devletlere yönelik kurtuluş savaşı başlatmak için birçok ulusal kongrenin yanı sıra, Erzurum ve Sivas Kongresi’nde Türk Halkını örgütledi.

27 Aralık 1919’da Temsil Heyeti Başkanı olarak Ankara’ya geldi. 16 Mart 1920’de illere-ilçelere (vilayet ve sancaklara) çağrı yaptı. ..Milletvekili temsilcilerinizi seçin ve Ankara’ya gönderin.. dedi. Halk, temsilcileri milletvekillerini seçip Ankara’ya gönderdi. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçildi. Bu Meclis İşgal devlerine karşı kurtuluş savaş yapılması kararı aldı. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, Başkomutan olarak da atandı.

Mustafa Kemal’in Başkomutanlığında Kurtuluş Savaşı (İstiklal Harbi) başlatıldı. İşgalci emperyalist ülkeler, tarihsel süreçte (1918-1922) savaş meydanlarında sıcak savaşta ilk yenilgiyi yaşadılar.

29 Ekim 1923’te Sünni, Alevi, Türk, Kürt, Laz, Çerkez… toplumun tüm kesimlerinden oluşan Büyük Millet Meclisi’nde alınan tarihsel kararla, Halk Egemenliğine Dayanan Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Bu devlet zamanla laik, demokratik, sosyal, hukuk devletine evrildi. O tarihte dünyada halk egemenliğine dayalı yönetilen devlet yoktu.

  • Türkiye Cumhuriyeti, dünyada halk/ulus egemenliğine dayalı yönetilen ilk devlet oldu.

Tarikatlar yasayla kapatıldı (1925). Tarikatların toplumda etkinliğine ve belirleyiciliklerine son verildi. Müslümanlığın Kuran’a göre yaşanması hedeflendi. 1950’den sonra tarikatlar yeniden kurulmaya başlandı. 12 Eylül 1980 askeri darbesini yapan 5 General, siyasal partileri kapattı. Partilerin yasal varlıklarına, basılı kaynaklarına el kondu, SEKA’YA gönderilip kâğıt hamuru yapıldı. Siyasetin belleğini sildiler, deneyim ve birikimini sildiler ve yok ettiler.

Tarikatlara toplumda etkili ve belirleyici olma ortamı ve fırsatı sundular. Tarikatlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde etkili ve belirleyici olmaya başladılar.  

Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Fatih İmam Hatip Lisesinde öğrenciliği sırasında tarikat üyesi oldu. Necmettin Erbakan’ın 1965’te, Türkiye Cumhuriyeti’ni din devleti yapmak için kurduğu Millî Görüş Öğretisi Gençlik Örgütü olan Milli Gençlik teşkilatında Millî Görüş Öğretisi ile yetişti. 1976-1994 arasında Milli Görüş’ün partilerinde ilçe Başkanlığı, İstanbul Gençlik Kolu Başkanlığı, İstanbul İl Başkanlığı, Milletvekili adaylığı yaptı. 27 Mart 1994’te yerel seçimlerde Milli Görüş’ün partisi Refah Partisi’nden İstanbul Belediye Başkanı seçildi. İstanbul’u tarikatlarla birlikte yönetmeye başladı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında 19 Mayıs 2011’de eşinin kenti Siirt’i ziyaret etti, miting yaptı. Mitingde okuduğu şiirde laiklik karşıtı ve halkı ayrıştırıcı, dini siyasete alet eden sözleri nedeniyle hakkında dava açıldı. Yargılandı ve cezalandırıldı. İstanbul Belediye Başkanlığından istifa etti.

4.5 ay hapisanede yattı. Aldığı ceza siyasal yasak getirdi.

Ceza evinden çıktıktan sonra ABD’ye gitti. ABD desteği ve güdümünde hareket eden siyasetçilerin yetiştirildiği Rockefeller Vakfında siyasal eğitimden geçti, Türkiye’ye döndü. 14 Ağustos 2001’de Milli Görüşçü arkadaşlarıyla AKP’yi kurdu ve genel başkan seçildi. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde AKP tek başına iktidara geldi. %34 oyla TBMM’de %65 çoğunluk sağladı. AKP Genel Başkanı ve Başbakan R.T. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikatlarla birlikte yönetmeye başladı.

10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan halk oyu ile Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikatlarla birlikte yönetmeyi sürdürdü. Erdoğan yönetiminde AKP, 2002-2018 arasında sürekli iktidar oldu. Erdoğan’ın isteği ile TBMM’de Anayasada Türkiye Cumhuriyetinin yönetim biçiminde köklü değişiklikler yapıldı. Partili Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi, Bakanlar Kurulu ve Başbakanlık kaldırıldı. 24 Haziran 2018’de yapılan Erdoğan, halk oyu ile Partili Cumhurbaşkanı seçildi.

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni tek başına aldığı kararlarla, tarikatlarla birlikte yönetmeye başladı.

28 Mayıs 2023’te Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan yeniden partili cumhurbaşkanı seçildi.

Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikatlarla yönetmeyi sürdürdü. AKP milletvekilleri, Bakanlar, valiler, kaymakamlar, bakanlıkların üst düzey yöneticileri, milli eğitim müdürleri, ilkokul, ortaokul, lise müdürleri, üniversite rektörleri, dekanlar, askeri birliklerin komutanları, emniyet müdürleri… giderek tarikat üyelerinden atandı.

Tarikatlar, üyelerinin tarikat şeyhine mutlak bağımlılık kültürü (biat!) sorumluluğuyla hareket eden, şeyhin söylediklerinin doğruluğunu – yanlışlığını sorgulamadan benimseten ve onaylatan yapılardır.

  • Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde gelinen noktada :

Eğitim sistemi, eğitim kurumları tarikatlara teslim edildi. Okullarda bağımlılık kültürü ve öğretilmiş ezberlerle davranan tarikat üyesi kuşaklar yetiştirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarikatlarla yönetilen bir din – şeriat devleti olması, tarikat devleti yapılması hedeflendi. 

***
R.T. ERDOĞAN’IN TÜRKİYE’yi BİRLİKTE YÖNETTİĞİ TARİKATLARDAN MENZİL TARİKATI

1945’te Bitlis’in Hizan ilçesinde aşiretler arasında kavga başlar. Büyük aşiretler küçüklere baskı yapar, mallarına el koyarlar. Büyük aşiretlerin mallarına el koyduğu bir aşiretten 5 kardeş, Bitlis Hizan ilçesinden Adıyaman’ın Kahta ilçesine göç ederler. Kahta’nın tarıma elverişli geniş araziye sahip Karapınar köyüne yerleşirler. Silahlı olan 5 kardeş, Karapınar köylülerini taciz eder, arazilerine el koyarlar. Zorda kalan köylüler, Kahta merkezine göç ederler.

Bu 5 kardeş 1969’da, Kuran dışı bir yapı olan, Allah’ı ve dini kullanarak güç, çıkar sağlayan Menzil Tarikatını kurarlar. 5 kardeşin en büyüğü Mehmet Reşit Erol, kendini tarikatın şeyhi ilan eder. Zamanla Menzil Tarikatı Türkiye genelinde etkili olmaya, tarikat üyesi yandaşlar kazanmaya başlar. Türkiye’nin il ve ilçelerinde bu tarikata üye olan gruplar, Menzil köyüne tarikatı şeyhini ziyarete gelmeye başlar.

Sağ partiler, tabanını genişleten Menzil tarikatı ile ilişki kurar. İktidara gelen sağ partiler, Menzil Tarikatı şeyhini destekler. Bu tarikat daha güçlenir ve büyür.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP’yi kurduktan sonra Menzil tarikatı ile ilişki kurar. Tarikatın desteğini alarak siyaset yapar. Menzil Tarikatı, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde verdiği destekle il ve ilçelerde daha geniş yandaş bulur ve etkinliğini yayar. Daha da büyür ve güçlenir. Erdoğan’a ve genel başkanı olduğu AKP’ye desteğini sürdürür.

Türkiye Cumhuriyeti’ni tek başına aldığı kararlarla yöneten (AS: AY m.8 ve 104/1) Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkemizi, giderek yoğunlaşan biçimde tarikatlar koalisyonuyla yönetir. Menzil Tarikatı üyelerini devletin üst yönetiminde görevlendirir. Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikat Devleti yapar. (AS: Son tipik örneği, MEB’nın tarikatlarla protokolleri ve Bakanın TBMM’de açıkça meydan okuması!)
***

* Celal Topkan
, 1995 seçimlerinde Adıyaman’da CHP’den önseçimle milletvekili seçilen kişi ve araştırmacı-yazardır.

12 ŞEHİDİMİZ VAR, İÇİMİZ YANIYOR.. ACILARIMIZ ÇOK BÜYÜK.

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Her çağda, her zaman ve her koşulda, ulusumuzun varlık birlik ve dirliğine kendini adamış olan şehitlerimizin mezarları, hem vatan toprağımızın her karışı ve hem de ulusumuzun her bireyinin sevgi dolu kalbidir.

Ayrıca şehitlerimizin gerçek sahipleri de ulusumuzun ayrıksız (istisnasız) her ailesi ve her bireyidir. Onlar olmasa olmazdık.

Şehitlik ve şehitler üzerinde siyaset yapılamaz, yapılmamalıdır.

Şehitlerimizi gencecik yaşta, aile, eş ve evlat yaşamından koparıp onları şehit eden ve şehit olmalarına neden olan ve her aşamada onların yaşamda koparılmalarına insafsız ve acımasızca kararlar ve katkılar sunan hainleri de şiddetle kınıyor ve lanetliyorum.

Hepimizin başı sağ olsun. 24.12.23
=========================================
Dostlar,

Bizim tweet iletimiz aşağıda :
https://x.com/profsaltik/status/1738917035491353024?s=20

  • 12 şehide yüreğim yanık. Ana sorumlu siyaset kurumu. Sorunu kökten çözecek adımı AKP/BOP eşbaşkanı RTE, 21 yıldır at(a)mıyor. Hani ayakkabı no’suna dek biliyordun? Kapat üsleri, ver NOTA’yı ABD’ye teröre desteğini çek diye, çık NATO’dan, çekil BOP’tan, ulusa güven! Acıyı sömürme!

Kahraman gazilerimize acil şifalar diliyoruz.
Emperyalizmin maşası bölücü terör örgütüne parasal, eğitsel, silah-mühimmat, istihbarat ve lojistik destek, donanım.. sağlayan, başta ABD  olmak üzere “sözde müttefik” ülkeler ve işbirlikçilerini lanetliyoruz.

Türkiye, ABD’ye karşın, geniş kapsamlı bir askeri operasyonla kuzey Suriye-Irak’taki terör örgütü üslerini etkisiz kılmalıdır. ABD’nin dayatması İsveç’in NATO üyeliğini de reddetmelidir.

Ve usları kurcalayan çengel soru                        :

  • Yerel seçim yaklaşırken terör olaylarında tırmanma ve AKP=RTE’nin politik istismarı nereye konacaktır?

DEM Partinin web sitesinde yapılan açıklama aşağıda. Yorumsuz olarak paylaşıyoruz.

Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için Meclis’i sorumluluk almaya çağırıyoruz | Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (hedep.org.tr)

Sevgi ve saygı ile. 24 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Devrim Şehidi Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı Anıyoruz

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

93 yıl önce 23 Aralık 1930’da Menemen’de önemli bir karşı devrim girişimi yaşandı. Halkın kutsal din duygularını kötüye kullanan gözü dönmüş katiller, yedek subaylık görevini yapan genç bir Cumhuriyet öğretmenini ve iki bekçiyi (AS: Hasan ve Şevki) acımasızca öldürdüler.

Menemen karşı devrim girişimini değerlendirebilmek için öncesinde yaşanan önemli devrim aşamaları anımsanmalıdır:

  • 29 Ekim 1923: BMM Cumhuriyet ilan etti,
  • 3 Mart 1924. Halifelik kaldırıldı, Osmanlı aile üyeleri yurt dışına gönderildi, Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı, medreseler kapatıldı, “öğretim birliği” (tevhid-i tedrisat) sağlandı,
  • 8 Nisan 1924: Şer’iye mahkemeleri kapatıldı,
  • Nisan 1925: Doğuda Şeyh Sait dinci isyanı bastırıldı,
  • 1 Eylül 1925: Giysi (Kıyafet) Devrimi yapıldı,
  • 30 Kasım 1925: Tekke ve zaviyeler kapatıldı,
  • 17 Şubat 1926: Türk Medeni Yasası kabul edildi. (AS: yürürlük 4 Ekim 1926)
  • 10 Nisan 1928: Laikliğe aykırı hükümler 1924 Anayasasından çıkarıldı,
  • 1 Kasım 1928: Arap harfleri yerine Latin harfleri temelli Türk abecesi kabul edildi.
  • 1 Eylül 1929: Liselerden Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı,
  • 3 Nisan 1930: Belediyeler yasasında değişiklik yapılarak kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
  • 17 Kasım1930: Gericilerin yuvalandığı Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

23 Aralık 1930’da Menemen’de yaşanan karşı devrim girişimi bu tarihsel gelişimden bağımsız değerlendirilemez. Devrimler tüm hızıyla, ulusun desteğini alarak ve TBMM’de çıkartılan yasalarla gerçekleştirirken, karşı devrimciler de gerici tepki göstermekte gecikmemişlerdir.

Menemen olayı 1925’teki Şeyh Sait isyanından sonra ikinci büyük karşı devrim girişimidir.
Her ikisi de din alet edilerek yapılmıştır.

Menemen’de ne oldu?

Nakşibendi tarikatının Balıkesir-Manisa elebaşısı Laz İbrahim Hoca tarafından kışkırtılan Derviş Mehmet isimli bir yobazın çevresinde toplanan altı kişi, aylar öncesinden yaptıkları hazırlıkların ardından 23 Aralık 1930 günü 06.30’da Menemen’e geldiler. 07.15’te sabah namazından sonra camiden aldıkları ve ”bayrak” dedikleri yeşil bir bez parçası ile Menemen belediye meydanında toplandılar. Bez parçasını meydana diktiler. Derviş Mehmet kendisini Mehdi ilan etti. Aldıkları uyarıcının etkisi ile

  • Şeriatı geri getireceğiz, bu bayrağın altına girin, girmeyenler kılıçtan geçirilecektir, şehrin çevresinde 70 000 kişilik bir hilafet ordusu bizi bekliyor, bize kurşun işlemez.”

biçiminde propaganda yaptılar. Sekiz yıl önce BMM ordusu tarafından Yunan işgalinden kurtarılmış olan Menemen halkının çoğunluğu ayaklanmaya katılmadıysa da, çevrelerinde birkaç yüz kişiyi toplamayı başardılar.[1]

Olaya önce jandarma karakolundan dört er müdahale etti. Olayın büyüme olasılığına karşı Jandarma komutanı Yüzbaşı Fahri Efendi 3. Alay komutanına, kaymakama ve valiliğe bilgi (rapor) verdi. Alay komutanı, Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay komutasında bir mangayı derhal olay yerine gönderdi. Kalabalığı korkutarak dağıtmak için birliğin silahlarında manevra fişekleri vardı. Bu nedenle açılan ateşlerden ayaklanmacılar etkilenmiyordu. Derviş Mehmet de “Gördünüz mü ben mehdiyim, bana kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmayı sürdürüyordu.

Kubilay ayaklanmacılara “teslim ol” çağrısı yaptı. Bu sırada açılan bir ateşle yaralandı. Yaralı olarak cami avlusuna girmeye çalıştı fakat gidemedi. Derviş Mehmet ve yanındaki yobazlar yaralı asteğmeni yakaladılar ve musalla taşında testere ile başını gövdesinden ayırdılar. Kesik başı bir sırığın ucuna takarak dolaştırdılar. Dervişin adamları tekbir getirerek kesik başın arkasında yürüdüler.[2] Müdahale etmek isteyen bekçiler Hasan ve Şevki’yi öldürdüler. Daha sonra olay yerine gelen Alay, Derviş Mehmet ve iki adamını öldürdü, kimi destekçileri de yakaladı ve ayaklanmayı bastırdı.

Olaydan sonra bölgede sıkıyönetim ilan edildi. General Mustafa Muğlalı başkanlığındaki Sıkıyönetim mahkemesi 105 sanığı, halkı isyana kışkırtmak ve anayasayı zorla değiştirmek suçlaması ile yargıladı. 28 kişi Kubilay’ın öldürüldüğü yerde idam edildi. İşin ucunun İstanbul’daki Nakşibendi şeyhine dayandığı ortaya çıkartıldı. Menemen olayının hazırlanmasında 12 Ağustos 1930’da kurulan ve 17 Kasım’da kapatılan Serbest Fırka’nın da yeri olduğu anlaşıldı.[3]

(Menemen olayının Sıkıyönetim mahkemesi başkanı General Mustafa Muğlalı 1943’te Demokrat Parti iktidarınca Özalp/Van’daki bir olay nedeniyle haksız yargılanacak ve 20 yıl hapis cezası alacaktır).

Cumhurbaşkanı Atatürk 28 Aralık 1930’da Ordu’ya yayınladığı başsağlığı iletisinde “

  • Büyük Ordumuzun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin uzvu Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini temizlemiş ve kuvvetlenmiş olacaktır.” dedi.[4]

Kubilay Kimdir?

Menemen şehidi Kubilay (gerçek adı Mustafa Fehmi Kubilay) Girit’ten göçen bir ailenin oğludur. 1906’da İzmir’de doğmuştur. Antalya öğretmen okulunda, İzmir Erkek Öğretmen Okulunda okumuş, 1926’da Bursa öğretmen okulunu bitirmiş ve Cumhuriyetin ilk öğretmenleri arasına katılmıştır.[5] Soyadı yasası çıkmadan (1934) altı yıl önce, öğrenciyken, kendiliğinden Kubilay soyadını almıştır.[6] Olay sırasında Menemen’deki Alayda askerlik görevini yapmakta idi. Şehit edildiğinde 24 yaşında idi.

Değerlendirme

Menemen olayı, Cumhuriyetimizin temelini oluşturan laiklik ilkesi tam anlamıyla gerçekleşmedikçe; Türkiye şeyhler, dervişler mensuplar ülkesi olmaktan kurtulamadıkça,
dini kişisel çıkarları için kullanan karşı devrimcilerin her an fırsat kolladıklarını;
Cumhuriyet bekçilerinin sürekli uyanık olmaları gerektiğini göstermiştir.

Karşı devrim girişimlerinin her zaman din görüntüsü altında yapılması laikliğin önemini göstermektedir.

Nakşibendi tarikatı üyeleri 1925’te de Doğuda büyük bir silahlı isyan girişiminde bulunmuştu (Şeyh Sait isyanı). Başka bir cemaat da 2016’da silahlı isyana kalkışmıştır (FETO ve Nurcular).

Bu tür yapılanmalara hoşgörü ile yaklaşılması ve örgütlenmelerine izin verilmesi
laik cumhuriyet için açık ve yakın bir tehdittir.

Bu olaydan sonra Kubilay karşı devrimle mücadelede devrimci genç Türk aydını ve subayının simgesi olmuştur ve olmayı sürdürecektir.

Menemen’de öldürülen bekçiler Hasan ve Şevki dahili Tüm devrim şehitlerimizle birlikte Kubilay’ı saygı ile anıyoruz.

[1] Andrew Mango. Atatürk The Biography of the Founder of Modern Turkey,
Overlook Press, New York, 1999, p.475
[2] Lord Kinross. Atatürk Bir Milletin Yenden Doğuşu, Altın Kitaplar, İstanbul, 2013, s.526
[3] Sina Akşin. Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2013, s.205
[4] Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu, 1983, s. 513
[5] Meydan Larousse, 1972, cilt 7 s.607
[6] Yılmaz Özdil. “Kubilay”, Sözcü gazetesi, 23 Aralık 2015