Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

31 Mart: Özgürlük için oy

Siyaset 14.03.2024, BİRGÜN

Hukuk ve demokrasi için oy, özgürlük için de.

İnsan hakları mücadelesinde temel üçlü, oy ve özgürlük ilişkisini de belirler:

Eşitlik, haysiyet ve özgürlük’, haklar toplumu önkoşulu.

Demokrasi, hukuk ve özgürlük’, birbirinden ayrılmaz.

‘Ayrımcılık, ırkçılık ve şiddet’, özgürlükle bağdaşmaz.

Bu bağlamda geliştirilen anayasa ve insan hakları bilimi kavramları: Hukuk yoluyla demokrasi, demokrasinin normatif altyapısı olarak insan hakları, hukukun matematiği olarak özgürlük.

Demokratik toplum, demokrasi ve özgürlüklerin buluşma eşiğidir.

Yaşam hakkı ve insani olmayan muameleye tabi tutulmama hakkı ise, dokunulamayan sert çekirdektir.

Bu ilke ve değerler, 31 Mart yerel seçimleri yolunda devreye sokulan ‘ulusal ölçek ve tek kişiye oy’ değişkenleri ile seçmen tercihinde daha çok etkili olacak. Nasıl?

– AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme gücünü kullanarak, hizmet vaadiyle oy istiyor.

Cumhur İttifakı adaylarına verilecek oyu kendi oyu olarak gören Genel Başkan, yerel seçimleri ‘plebisit’e çevirmeye çalışıyor.

Aynı kişinin, “yaşa biçimine müdahale yadsıması” da, oy tercihini etkilemeye yönelik.

Bu bakımdan Erdoğan-Bahçeli ve Bakanların söz, eylem ve işlemleri, insan hakları üçlüsü ışığında ‘özgürlük için oy’ testine tabi tutulabilir. Ölçü için birkaç kesit:

Eğitim: Eğer MEB, ‘mürit biatı’ temelinde biçimlenen cemaat ve tarikatları, sivil toplum örgütü (STÖ) olarak nitelendiriyorsa, insan hakları ve demokrasi dersi öğretmeni, STÖ’leri nesnel olarak anlatabilir mi?

Cemaat-tarikat propagandası için TBMM’de vekillere el sallayan aynı Bakan, ÇEDES uygulamasını, PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) verilerine göre test etti mi?

Gençlik: “Dindar ve kindar nesil” hedefi, “eşitlik-haysiyet-özgürlük” mayasında yoğrulan ve sorgulayan gençlik bir yana, gelecek kuşaklar için bile zehirleyici değil mi?

Toplumsal yapı: Demokrasi-hukuk-özgürlük’ savunucusu yurttaşlar, eğer ‘illet- zillet- terörist’ olarak yaftalanıyor ve yurttaşlık sürekli aşındırılıyorsa müdahale, toplumsal yapının kendisine yönelik değil mi?

İktisadi yapı: Hukuk ve liyakattan uzak, ayrıcalıklar yaratıcı ve yandaşları kayırıcı düzenlemelere eklemlenen ve toplumu yoksullaştıran kur korumalı mevduat uygulaması, din istismarı (sömürüsü) yoluyla yaşam kaynaklarına müdahale değil mi?

Tarihsel, doğal ve kültürel varlıkları yağmalama hizmetine sunulan anayasal ve siyasal yıkım, müdahale ötesinde, halkın ve ulusun özgeçmişini silme seferberliği değil mi?

Medya tekeli ve resmi dezenformasyon yoluyla kumpaslar kurmak, seçmenin özgür tercihini ve geleceğini karartmak değil mi?

Sözde yeni program dayatmalarıyla eğitime sürekli (AS: dinci – gerici) müdahale, toplum mühendisliğiyle halkın ortak belleğine müdahale, acele kamulaştırma adı altında mülkiyet gaspı, en değerli varlıkları satış ve usulsüz ihaleler ile ülkeye müdahale hız kesmiyor.

Özetle; özgür tercihi gölgeleyen her türlü müdahale, serbest seçimlere ve yaşam biçimi ile sınırlı olmayıp, insan haklarının sert çekirdeğine, gelecek kuşaklara ve ülkenin geleceğine yönelik.

Şu halde özgürlük için oy                          :

– Yerelde; Ankara’dan talimat bekleyen ve kaynakları karanlık kanallara tepecek adaylara değil, Anayasa ve hukuk kuralları çerçevesinde katılımcı ve sosyal belediyecilik anlayışıyla yönetecek adaylara oy,

Toplumu yoksullaştıran ve ülkeyi yağmalayan kuralsız ve sistemsiz keyfi yönetim yerine siyasal iktidarın el değiştirme yolunu açacak oy,

– “Plebisit” yoluyla bir kişinin ömür boyu iktidarı yerine, “insan haklarına dayanan Cumhuriyet” için oy, demektir.

Eşit ve sorumluluk duygusu yüksek özgür yurttaşlardan oluşan toplumun Cumhuriyeti’ni niteleyen üçlü ‘akıl, bilim ve dünyevilik’tir.

Sonuç olarak; yerel yönetim seçimlerini ulusal ölçeğe yayan, ama aynı zamanda kişi oylamasına indirgeyen iradeye karşı oy, ‘keyfi ve kumpasçı karanlık’ yönetimden kurtulmak ve gelecek kuşakların güvenli ve nitelikli bir ülkede yaşamaları için ‘özgürlük tercihi”dir.
==============================
Yazarın Son Yazıları

14 Mart Tıp Bayramı : 197 yıl sonra neredeyiz?


197 yıl önce bu gün, 14 Mart 1827’de 2. Mahmut, kısa adıyla Mekteb-i Tıbbiye’yi İstanbul’da açtı. Mustafa Kemal’in Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in 1933 Üniversite Devrimi ile Dar’ül Fünun’un (Medrese) İstanbul Üniversitesine dönüştürülmesiyle, Cumhuriyetimizin ilk ve en köklü Tıp Fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi kuruldu. Bizim de övünçlü bitireni (mezunu) olduğumuz bu Fakülte, ülkemizdeki öbür tıp fakültelerinin anası oldu. Tıp bilimlerinde öncülük yaptı, paha biçilmez değerde sağlık hizmeti üretti. Sayısız hekim, ebe-hemşire… yetiştirdi. Bitireni (mezunu) Prof. Aziz Sancar, Nobel ödülü aldı! Hala ülkemizin amiral gemisi 3-5 tıp fakültesi içindedir, gözbebeğimizdir.
***
1915’te İstanbul Tıp Fakültesi’nin 190+ ilk sınıf öğrencisi Çanakkale savunmasına yollandı ve hepsi şehit düştü. Altı yıl sonra 1921’de hiç mezun verilemedi, acı çok büyüktü. “Vatan sağolsun” dedik.

***
Türkiye’de ilk Tıp Bayramı, işgal altındaki İstanbul’da ve Tıbbiyede 14 Mart 1919’da kutlandı! Tıbbiye de işgal altındaydı. Haydarpaşa’daki fakülte binasında büyük bir gösteri düzenlendi ve iki yüksek kule arasına dev Türk Bayrağı asıldı. 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet öncüydü. İşgalci İngilizlerin engelleme çabası başarısızdı. “Bu topraklar bizimdir ve onun için sizinle dövüşeceğiz!” diye yüzlerine haykırıldı. Üniformaları alındı, pijamalarıyla derslere girdiler!

  • Biz devrimci-Kemalist hekimler, 14 Mart’ı bu bağlamda sahipleniyoruz. “Beni Türk hekimlerine emanet edin!” diyen önderin tam güveni, içimizde sönmez Prometheus ateşidir.
  • Bu anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bilinçle,
    197 yıl sonra 14 Mart Tıp Bayramı tüm ulusumuza ve hekimlerimize kutlu olsun!

***
Tıbbiyeli Hikmet, 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresine İstanbul Tıbbiyesi öğrencileri adına katılmış ve “tam bağımsızlık” için haykırarak, Mustafa Kemal Paşa’yı da uyaran korkusuz çıkışıyla “manda” görüşlerinin dışlanmasına önemli katkı vermişti. Birkaç ay öncesinde, 19 Mayıs’ta Kurtuluş’un öncüsünü Samsun’a götüren Bandırma vapurundaki 19 yiğidin 3’ü hekimdi : İ. Tali Öngören, Refik Saydam, Behçet Efendi. Dr. T. Rüştü Aras 1925-37 arası 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanıydı Kemal Paşa’nın. Dr. Aras, Milletler Cemiyeti (günümüzde BM) başkanlığı da yaptı kısa süre. Hekim yoldaşlar!
Dr. Reşit Galip’in yeri çok ayrı.. Atatürk’ün sofrasında ilkeli ama saygılı dik duruşunu Kemal Paşa çok takdir etmiş, Bakan atamıştı. İstanbul Tıbbiyesinde öğrenci iken birkaç kez eğitimini keserek Bağımsızlık savaşımızda dövüşmüştü. Andımızı yazdı! Köy Enstitüleri’ne “köycülük” zemini hazırladı. Tıp Antropolojisi çalışmaları başlattı, sonra DTCF’nde sürdürüldü, gericiler “kafatasçılık” dedi!? Yukarıda değindik, “33 Üniversite reformu”nu yaptı. Rodos göçmeni vatan evladı hekim, 41 yaşında veremden öldüğünde cebinde salt metal para vardı! Çünkü O, önderi, aynı zamanda düşünür M. Kemal Paşa’nın öğüdüyle bağlıydı:

  • Hekimlik, sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağır bir meslektir.”

***
Biraz geri gidersek, 2 Haziran 1889’da İttihat ve Terakki’yi kuran, 1908’de 2. Meşrutiyeti getiren, 2. Anayasayı yaptıran, partileşip seçimle iktidara gelen devrimci politik hareketi de Tıbbiyeliler kurdu! (sonrası sıkıntılı..) Prof. Tevfik SağlamNasıl Okudum” adlı kitabında not düşer:

  • Tıbbiyeli, garp ile şarkın farkını bilen ve geriliğimizin derin acısını duyan insandı. Bu sebeple Tıbbiye Mektebi vatanseverliğin, hürriyet aşkının, şark miskinliğinden kurtulma, ilerleme, bir an önce yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmış memleketlere yetişme cehdinin yuvası olmuştu. Tıbbiyeliler, son Osmanlı padişahlarının gerici ve baskıcı idaresine karşı daima isyancı durum almıştı. Bunun için, Abdülhamit, tıbbiyelileri sevmez, onlardan korkar, çekinir ve şiddetli baskı yapardı. İşte Tıbbiye’deki terör idaresinin sebebi bu idi.”

***
Sanırız bu tarihsel dizeler, günümüzde “doktor efendi dönemi bitti, ben bunlara iğne bile yaptırmam, giderlerse gitsinler..” diyenlerin çöplük bilinçaltını, çoook derin aşağılık kompleksini de dışavuruyor. Ne ki; biz hekimler, her durumda, savaşta bile hiçbir ayrım yapmadan hizmet sunuyoruz.
***
Ne yapmalı                ??
Hekimlik, insanlık tarihi ile yaşıt çok özel ve çok saygın bir meslektir.
Hipokrat andına mutlak bağlı kalınmalıdır. Tıp eğitiminde salt mesleksel-teknik boyutla yetinmemeli, genç hekimlere evrensel etik değerler, ulusa-insanlığa-çağa sorumluluk ve öncülük yükümü, savaşım bilinci temel değerler olarak kazandırılmalıdır.
Sosyal tıp”, başta neoliberal özelleştirmeye direnerek korunmalı; Ulus, sağlığına hekimlerle çatışarak değil dayanışarak erişebileceğini anlamalı, çirkin siyasetçiye alet olmamalıdır.
Bedensel-ruhsal-sosyal” yönden tam sağlıklı toplumunu yaratmak şaşmaz ülkümüzdür.
==========================
Yazının pdf biçimi :
Ahmet SALTIK, CUMHURİYET Gzt. köşe yazısı, 14 Mart tıp bayarmı; 197 yıl sonra neredeyiz

14 Mart Tıp Bayramı Kutlu Olsun

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm

2. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle 1827’de Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin kurulması ile ülkemizde çağdaş tıp eğitiminin başladığı gündür 14 Mart.

Bu gün dolayısı ile;

1889’da Dr. Nazım’ın da aralarında bulunduğu gizli İttihadi Osmani Cemiyetini kuran ve Türk aydınlanmasının işaret fişeğini atan askeri tıbbiyelileri;

Sivas Kongresine öğrenci temsilcisi olarak gelip Mustafa Kemal’e “ Bu kongreden manda kararı çıkarsa arkanızda durmayız” diyen ve Tıbbiyeyi Şahane’nin binasına Türk bayrağını asan Tıbbiyeli Hikmet’i;

Eğitimlerini yarıda bırakıp Sarıkamış’ta Çanakkale’de cepheye koşan Tıp Fakültesi öğrencilerini;

Çanakkale savaşı sırasında hasta ve yaralılara cephede hizmet götüren ve kadınlarımıza hemşirelik eğitimi veren Kızılay Genel Müdürü Dr. Besim Ömer Paşa’yı;

Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsünü kurup yerli aşı üretimini sağlayan Dr. Refik Saydam’ı;

Türk eğitim devriminin önemli adı, “Andımız“ın yazarı  Dr. Reşit Galip’i;

İlk kadın doktorumuz Safiye Ali’yi;

Tüm yaşamını hastalarına ayıran ve Lepra (Cüzzam) salgınını yok eden Prof. Dr. Türkan Saylan’ı, (AS: Bu konuda, kendisiyle çalışan, Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimliği yapan bir hekim olarak çekincelerimiz var… web sitemizde yazmıştık..)

Cephede askerleri tedavi ederken şehit olan yaralanan tüm askeri doktorları; 

Hasta yakınlarından şiddet görerek ölen ve yaralanan tüm doktorları;

Bu devletin olanakları ile okuyup, bu halka hizmet etmek isteyen fakat Giderlerse gitsinler” denilerek dışlanan, gittiklerinde de yoklukları duyumsanan doktorlarımızı;

Bilimsel çalışmaları ile dünyada yüzümüzü güldüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı, Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’i;

Büyük özveri ile doktor yetiştiren, salgın hastalıklarda bilimsel önerileri ile salgının durdurulmasını sağlayan ve bilimsel araştırmaları ile insanlığa hizmet eden tıp bilim insanlarımızı 

Saygı ve şükranla anıyorum.

İnsan yaşamının değerine inanan, pozitif bilimle donanmış,  dertlerimizi dindiren, gece gündüz demeden özveri ile hizmet veren başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutluyorum.  

Tıp bayramının her yıl aynı sağlık sorunlarının dile getirildiği bir gün olmaktan çıkmasını ve gerçek bir bayram gibi kutlanmasını diliyorum.

YARIN 14 MART TIP BAYRAMI

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Başta doktorlar hemşireler ve eczacılar olmak üzere,
tüm sağlık personelinin tıp bayramı nedeniyle;
herkesin kendi meslek ve ürettiği hizmetlerinin onuruna göre toplumdan saygı gördüğü,
halkın hekimler ve sağlık sağlık emekçilerine karşı kışkırtılmadığı,
hicbir sağlık emekçisinin fiziksel ve psikolojik şiddete uğramadığı;
herkesin kendi mesleğinin saygınlığı ve çağın gerektirdiği yeterli bir ücret düzeyine uygun bir ücretle ücretlendirildiği,
hiçbir doktorun gelir yetersizliği ya da can güvenliği… gibi gerekçelerle yut dışına çıkma özlemi ya da eylemi içinde olmadığı,
hiçbir yuttaşın, sağlık hizmetlerine erişmek için uzun süreler beklemediği,
ayrıca parasızlık, doktorsuzluk ve ilaçsızlık nedeniyle sağlık hizmetlerinden yoksun kalmadığı bir gelecek umut ve özlemiyle

tüm sağlık çalışanlarının  – emekçilerinin

14 MART TIP BAYRAMI KUTLU OLSUN!!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KALKAN

Antalya’da Süleymancılar’a ait yurtta 10 çocuğa yönelik taciz ve istismarda bulunulduğuna ilişkin haberlere, Aile ve Sosyal Hizmet Bakanlığı’nın istemiyle Antalya 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından erişim engeli getirildi.

Çocukların yerine tarikata kalkan…

CAZİBE

Süleymancı yurdun yöneticisi öğretmenleri uyarırken, “ortaokul çağındaki çocuklar kadından daha cazip gelir” dediğini açıkladı.

Özürü kabahatinden büyük sapığın…

ZÜBÜK

RTE, YRP’lileri kastederek “Zübük siyasetçi” sıfatını kullandı.

Aziz Nesin’i okumuş olsa, tarifin kime uyduğunu bilir ve kullanmazdı…

SABIR

RTE, enflasyonu indireceklerini söyleyerek sabır istedi.

Ölmeyenler sabredecek…

YASA

RTE, yerel seçimlerin son seçimi olduğunu, yasalar gereği 2028’de seçime giremeyeceğini söyledi.

Yasalara çok saygılıdır. Çevresinden dolaşmayı asla denemez…
(AS: Anayasa m.116/3 : “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”)

ARAÇ

Sarıgül’ün açıklamasına göre Çanakkale köprüsünde 32 milyon araç garantisine karşın 6.2 milyon araç geçmiş. Sonuç, iki yılda 11.7 milyar TL bizden.

Araç sayısını geçiniz, yeter ki yandaş sayısı ve kazancı garantili olsun…

LANETLİ

Torpille, kopyayla işe girenin kazancının helal olduğunu söyleyen Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi İdris Bozkurt, içki sektöründe çalışanların (Üreten, taşıyan, sunan) lanetli olduğunu söyledi.

Yumurtlama uzmanı…
(AS: Hukuksal olarak, hileli biçimde elde edilen hak kural olarak yok hükmündedir.)

FLASH HABER TV Konuşmamız

Dostlar,

11 Mart 2024 Pazartesi günü FLASH HABER TV‘nin konuğu olduk.

Bu yurtsever TV kanalına yeni geçen deneyimli ve değerli Burcu Uğur, bizi programına aldı.

SERBEST KÜRSÜ adını verdiği programa biz saat 23:00 -24:00 arasında katıldık.

Program sahibi Sn. Uğur bize Kovit-19’un 4. yılında Türkiye ve Dünya’daki durumu sordu.

Ardından, yerel seçime giderken AKP iktidarının ülkemize yaşattığı çok ağır ekonomik bunalım.

Son olarak da Laikliğe sistemli saldırı, ÇEDES tasarımı ile yürütülen kökü dışarıda emperyal ihaneti konuştuk.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Şeyhülislamlığa dönüştüğünü ve
Diyanet Vakfı ile birlikte eriştikleri muazzam akçalı kaynaklarla
Cumhuriyet yıkıcılığına giriştiklerini belirttik.

Ciddi – kritik tablo karşısında muhalefet partilerinin yepyeni stratejiler geliştirmesi zorunluğunu vurguladık.

Youtube erişkesi (linki) aşağıda :

https://www.youtube.com/watch?v=6-I5a57EkcU

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle.

Flash Haber TV’ye ve programcı Sn. Burcu Uğur’a teşekkür eder başarılar dileriz, izlenmesini öneririz.

Sevgi ve saygı ile. 13 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Seçmen ittifakı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
11 Mart 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’de teokratik bir diktatörlük rejiminin kurulduğu ve büyük bir ekonomik krizin yaşandığı bir ortamda, 31 Mart 2024 belediye seçimlerini tek başına bir belediye seçimi olarak değerlendirmek olanaklı değildir.

Bu seçimlerde AKP’ye ve onu destekleyen MHP’ye karşı halkın sandıkta örgütlü bir itiraz mesajı vermemesi durumunda, Türkiye daha da büyük bir felaketle karşı karşıya kalacaktır.

Seçimlerden sonra gündeme gelecek olan anayasa değişiklikleriyle birlikte, fiilen uygulanan teokratik diktatörlük rejimi “meşrulaştırılmaya” çalışılacak, laiklik ilkesi hukuken bertaraf edilecek, ekonomik kriz daha da derinleşecektir.

AKP’nin belediyeleri kazanması durumunda, belediyenin olanakları, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen laiklik karşıtı tarikatların, cemaatlerin, örgütlerin ve sözde “medya” organlarının hizmetine sunulacak; AKP, kurmak istediği teokratik diktatörlük rejiminin temellerini, bu olanaklar üzerinden de atmaya devam edecektir.
***

  • Şu anda AKP’nin en büyük avantajı,
    muhalefetin bölünmüş ve muhalefetteki ittifakların parçalanmış olmasıdır.

Bu durumda muhalefetteki siyasal parti önderlerinin beceriksizliklerini düzeltmek, seçmene ve vatandaşa düşecektir. Seçmen, desteklediği siyasal parti yönetimini umursamadan, muhalefet cephesinde hangi adayın seçimi kazanma olasılığı daha yüksek ise ona oyunu vermeli, önde olan muhalefet partisi adayına kaybettirecek biçimde oy kullanmaktan sakınmalı, muhalefetin değil, AKP’nin ve MHP’nin kaybedeceği biçimde oyunu kullanmalıdır. Siyasal parti yönetimleri iktidara karşı bir ittifak kuramadıklarına göre, bu ittifakı seçmen bu yöntemle sandıkta kurmalıdır.

Örneğin İstanbul’da, İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin seçimi kazanma olasılıkları yok. Ancak yapılan tüm araştırmaların ortalamalarına göre, CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu ile AKP’nin adayı Murat Kurum’un arasında çok az bir fark olduğu için, kazanma şansı olmayan bu partilerin oyları bölmesi nedeniyle, İstanbul yeniden AKP’nin eline geçecektir.

İYİ Parti, Zafer Partisi ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi, CHP’ye seçim kaybettirecekler diye, İstanbul’un ve Türkiye’nin kaybetmesine yol açacaklardır!

Benzer bir durum, yapılan tüm araştırmalara göre muhalefet partileri içinde CHP’nin adaylarının önde olduğu Antalya, Mersin, Adana, Balıkesir, Bursa, Eskişehir gibi kentler için de geçerlidir. Bu kentlerdeki muhalefet oylarının bölünmesi ve oyların CHP’nin adaylarına verilmemesi durumunda, AKP bu kentlerde de seçimleri kazanacaktır.

Antakya’da da CHP’nin adayı, ideal bir aday olmasa da, yapılan araştırmalara göre, muhalefet partileri içinde en yüksek oya sahiptir. Türkiye İşçi Partisi’nin burada aday çıkartarak oyları bölmesi nedeniyle, Antakya da AKP’ye geçecektir.

Yapılan araştırmalara göre, İstanbul’da Sarıyer ilçesinde, muhalefet cephesinde CHP’nin adayının önde olmasına karşın, bağımsız aday Şükrü Genç’in oyları bölmesi nedeniyle, Sarıyer uzun yıllar sonra yeniden AKP’ye geçecektir.
***
Bir başka sorun da, CHP’de parti içi demokrasi ve partinin ilkelerine sahip çıkılması konusunda ciddi sorunların olması nedeniyle, CHP seçmeninin bir kesiminin partisinin adaylarına oy vermemek ve parti örgütünün bir bölümünün seçimlerde çalışmamak eğiliminde olmasıdır.

  • CHP seçmeni ve örgütü parti içi sorunları seçim sonrasına ertelemeli,
    partisine ve Türkiye’ye sahip çıkmalıdır.

CHP seçimde başarılı bir sonuç alsa da almasa da, CHP tüzük kurultayı bu yıl kesin olarak gerçekleşecektir ve parti içi demokrasiyle ilgili sorunların çözülmesi olanaklı olacaktır. Parti içi demokrasi sorunu çözüldüğünde, oligarşik güçlerin partinin ilkelerinden sapmasına yol açması da zamanla engellenmiş olacaktır.

CHP’ye seçim kaybettirenlerin, CHP’nin ve Türkiye’nin geleceği konusunda da herhangi bir söz sahibi olamayacakları, herkes tarafından bilinmelidir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Seçmen ittifakı11 Mart 2024

Sağlık Cumhuriyeti

Mine G. KırıkkanatMine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com

10 Mart 2024, Cumhuriyet

TBMM, 23 Nisan 1920’de kurucu Büyük Millet Meclisi olarak açıldığında Kurtuluş Savaşı sürüyor; Türk milleti 1853’te başlayan bir ufalanmada Kırım, Balkanlar derken Arap çölleri ve Kafkaslar’dan sonra Anadolu’ya uzanan beş cephede zaten 67 yıldır savaşıyordu.

Düşmanla son çarpışmalar devam ederken, 30 Ağustos 1922 günü (AS: sabah) zaferin ne büyük ne de Türklerin olacağı belli; kısaca Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı bile kesinleşmiş değildi.

Ülke yangın yeri, millet yorgun, yoksul ve hastalıktan kırılıyordu.

Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya yazdığı mektupta, “Balkan, Dünya ve Kurtuluş savaşlarından sonra ülke haraptı. Para, malzeme, insangücü yoktu ama borç, bulaşıcı hastalık çoktu. Bir de inanç ve umut…” diyordu. “Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi salgın halde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölümleri %60. Sığır vebası hayvanları öldürüyor.” 

YOKSUL, YOKSUN ve HASTA TÜRKİYE

Sözünü ettiği nüfusumuz 13 milyon olup (AS: 1927 sayımı 13,5 milyon) ortalama ömür 40 yıldı. Okuma yazma oranı erkeklerde %7, kadınlarda % 0.4’tü. Tüm yurtta 86 hastane, 554 doktor, 60 eczacı, 4 diplomalı hemşire, 136 diplomalı ebe vardı. Diplomalı diş hekimi yoktu. 6 milyon yurttaş, enfeksiyon hastalıklarıyla boğuşuyor, doğan her iki bebekten biri 1 yaşına giremeden ölüyordu.

Meclis’in açılışından yalnızca 12 gün sonra, 2 Mayıs 1920’de kabul edilen 3 numaralı yasayla kurulan 11 bakanlıktan ve dünyadaki ilk sağlık bakanlıklarından biri, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti oldu.

ÖTEKİ KURTULUŞ SAVAŞI

Askeri cephede süren savaşa, sivil cephede insanlarımızı yaşatmak savaşı eklenmişti. Sağlık Bakanlığı’nın bürokratik örgütlenmesini Dr. Adnan Adıvar yaptı, sağlıkçı ordusunu Dr. Refik Saydam kurdu ve yönetti (AS: 15 yıl kesintisiz..). Adı Türk tıbbına altın harflerle yazılan Dr. Saydam’ın kurduğu Hıfzıssıhha, Kızılay, Çocuk Esirgeme, Veremle Savaş, Sıtma Enstitüsü gibi kurumlarla yoksul ve yoksun Anadolu’da ikinci bir Kurtuluş Savaşı verildi.

  • Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet doğan her çocuğu aşılayarak,
    pek çok hastalığı silip attı topraklarımızdan.

Cumhuriyetimizin 10. yılında, sağlık cephesinde 30 Ağustos’a koşut bir sivil zafer kazanılmış; Türkiye, salgın hastalıklarla mücadelede dünyaya parmak ısırtan bir başarı elde etmişti.

CUMHURİYETİN SAĞLIK DEVRİMİ

Bursa’nın yüz akı Nilüfer ilçesinde açılan Dr. Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi işte bu başarı öyküsünü belgelerle, kalıtlarla, görsellerle canlandırıyor. Yokluklar ve yoksunluklar içinde özveriyle yazılan Sağlık Cumhuriyeti tarihçesini sergiliyor.

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in mimar kimliğiyle yarattığı “Yeni kuşak Nilüfer” sosyal belediyeciliği sayesinde ve mimar Reyhan Öztaş’ın duru, sade ve güzel çizgileriyle inşa edilen müze; öğrencilere ve ziyaretçilere temalı konferanslar, geçici sergilerle değişen ve gelişen bilgiler aktaracak biçimde düzenlenmiş. Müzenin ikinci katı, yakında Sinem Us’un şaşkınlık verici ecza koleksiyonunun sergileneceği ecza müzesine dönüşecek.

KÜLTÜR ŞIRINGASI, BİLİNÇ AŞISI

Adını taşıyan müzeyi “Sağlık alanında özveri ile çalışanlara adanmış bir saygı duruşu” olarak niteleyen Dr. Ceyhun İrgil’e gelince… Kendisini Türkiye’nin kültür belleğini diri tutmaya, unuttuğunu anımsatmaya adayan bu bilge insanın, sanat ve bilim arasında köprü kuran eski Yunan bilgelerinin yolundan gittiğini söyleyebilirim.

Çok başarılı bir cerrah olan ve çok başarılı Bursa milletvekilliğini “Bir dönem yaparım” deyip tüm ısrarlara karşın TBMM’ye dönmeyen Ceyhun İrgil; okuduğu ve topladığı binlerce kitap, belge, kalıt koleksiyonuyla müzelere, kitaplıklara yaşam veriyor. Yazar olarak önemli belgesellere, araştırma kitaplarına imza atıyor. Biricik amacı giderek cahilleştirilen halkımıza, gençlerimize kültür şırıngasıyla etik bilinç aşılamak.

  • Çünkü cehalet ahlaksızlığı, etik bilinç ise sosyal vicdanı yaratır.

Laik ahlak taşıyan kültüre ve kültürlü insanlara her meslekte ihtiyacımız var.
=========================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sağlık Cumhuriyeti10 Mart 2024
Yapay zekâ, başa bela9 Mart 2024
Malcolm X’le röportaj3 Mart 2024

 

Karanlığın kavşağında

Gani Aşık 

Emekli  müftü
09 Mart 2024, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın dağılıp çökme nedenlerinin antitezi olan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti temelleri üzerinde inşa edilmiştir. Türklüğün ölüm fermanı Sevr’i onaylayan padişah yanlıları ile tarihte iki devlet yıkan ve Cumhuriyetle yeraltına inen sağ popülizmin sırtını sıvazladığı tarikatlar, 12 Eylül’ün beslediği irtica tarlasında filizlenip demokrasi tramvayından inmeye hazırlanan siyasal İslamla bütünleşerek parlamentoyu, yargıyı ve bürokrasiyi sardılar.

Genelde Türk ulusunun; özelde, kağnı ile cephenin lojistiğini sağlayan Kastamonulu kadınların gül kokan terleri ve binlerce İstiklal Savaşı şehidinin kutsal kanları karşılığında kurulan modern Türkiye bu sıkıntılara nasıl sürüklendi, irdeleyelim.

12 EYLÜL’ÜN ETKİSİ

12 Eylül faşist darbesinden bir gün önce, senatör ve milletvekili toplamı 600 olan, cumhurbaşkanını seçecek genel kurula yalnızca 23 kişi katıldığı için oturum açılamadı.

Kuliste, Senatör Müezzinoğlu ve bazı milletvekilleri ile “demokratik dönemin kapandığını, kaçınılmaz askeri darbenin tarihinin ne olabileceğini” değerlendirirken o saatlerde askerin kışladan çıkma hazırlığında olduğunu 12 saat sonra gelen darbe ile öğrenmiş olduk.

Devlet 6 aydır başsız, sokaklar kan gölü, binlerce gencin yaşamına mal olan eylemler ülkeyi teslim almışken, Demirel ve Ecevit cumhurbaşkanlığı seçimini inat ve ısrarla sabote etti. Evren’in başında olduğu Atatürk maskeli, ABD güdümlü gerici generalleri adeta darbeye ittiler, bunun hesabını da vermediler. Zamanın atmosferini soluyan milletvekili olarak bu tespitimin (saptamamın) dayanağı yaşanan ve tarihe mal olan siyasal fenomenlerle, yaşamda olan yüzlerce parlamenterin tanıklığıdır. Merhumlara duyduğum saygı, gerçeği yazmama engel değildir. Nitekim halk, “netekim”i alkışladı. Atatürk düşmanlarının örtülü minnet duyduğu Evren, kezlerce “Cumhurbaşkanını seçmiş olsalardı, darbe yapamayabilirdik.” demiştir.

DUR DİYEBİLMEK

Bu büyük siyasal ve sosyal çalkantılar Türkiye’yi devlet adamı yoksulluğuna mahkûm etti, fırsat ve istismarlardan beslenen siyasal İslamın önü de böyle açıldı. Darbenin nitelikli siyasetçi düşmanlığını kimi isimler sürdürdüler.

  • Aydınlığın karanlığa yenildiği gibi,
  • Kuran ve Hz. Muhammed İslamı da siyasal İslama yenik düşmüştür.

Sevgi, şefkat, adalet, hikmet, merhamet ve dürüstlük gerçek İslamın özünde, halkı din ile avlamak için siyasal İslamın sözündedir.

Her ikisi de emperyalizmin güdümündeki Hizbullah’ın uzantısı ve bölücü partiler milletin kutsal ocağı TBMM’dedir.

  • Şeriat çığlıkları adliye sarayında, ortaçağ eğitimi tüm okullardadır.
  • Cumhuriyet alev alev!

Vasıf Çınar, Reşit Galip, Mustafa Necati ve Hasan Âli Yücel’in koltuğunda, İslamcı vakıfları sivil toplum kuruluşu olarak niteleyen bir kişi oturuyor.

Yerel seçimlerde gidişata bir sarı kart gösterilmesi ulusal zorunluluktur!

Laiklik, “Halkın Sağlığı ve Sağlamlığıdır”

Celal KARLIKAYA | Prof.Dr., MD Specialist | Trakya University, Edirne | Pulmonary Medicine | Research profileProf. Dr. Celal KARLIKAYA
Göğüs Hastalıkları Uzmanı
Edirne Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi

Türkiye Cumhuriyeti olarak 3 Mart 2024 Halifeliğin kaldırılmasının 100. yılını kutluyoruz: “halkın sağlığı ve sağlamlığı” için ne denli yaşamsal olduğunu anmak -m anımsamak istiyoruz.

Tabip Odaları ve Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’ya dayanarak (m.135) çıkarılmış yasayla (6023 s. yasa) kurulmuş kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır ve temel görevi hekimlerin dayanışması yoluyla Halkın Sağlığı ve Sağlamlığı için çaba göstermektir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığını, her zaman, üzerinde dikkatle durulacak ulusal amaç olarak tanımlamış ve

  • Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” demekle doğru yola ışık olagelmiştir.

Anımsanmalıdır ki; I. Dünya Paylaşım Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenildi ve sömürgeci devletler, yüzyıllardır vatanımız olan Anadolu’yu da elde kalan Trakya’yı da paylaşmak istediler. İngiltere, Fransa ve İtalya ortak olarak İstanbul’u işgal etti. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Batı ve Doğu Trakya ile İstanbul’un Yunanistan’a verilmesini istemişti. Ülkenin dört bir yanı işgal edilmiş, halkımızın neredeyse tüm yaşam alanı elinden alınmıştı. Bu yaşamsal tehdit, dört yıla yakın süren Milli Mücadele dönemi ile 9 Eylül 1922’de Büyük Zaferle sonuçlandı. Sömürgeci devletler yenilgiye uğratıldı. Yedi düvelin paylaşım planları yırtılıp atılmıştı.

Askeri utkular (zaferler) büyük bir hızla eğitim, güvenlik, adalet, sağlık, güzel sanatlar, yönetim, kültür.. alanlarında köklü ve kapsamlı düzenlemelerle çağdaş bir ulus ve devlet yolundaki çabalarla taçlandırıldı. Batı’lılar (Garplılar), Atatürk önderliğinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’ne hayranlığını gizleyemiyordu ve kendi ifadeleri ile:

  • 1923-38 arası 15 yılda, Batı’nın yüzlerce yılda yaptıkları başarıldı.”

Ulusun güven içinde yaşatılması, sağlığına özen gösterilmesi ve olanaklar ölçüsünde toplumsal (sosyal) acıların dindirilmesi başlıca görevlerinden idi. Ülkemizin ivedi (acil) doktor gereksinimini karşılamak için, 1920’de hepsi 260 (iki yüz altmış) doktoru olan Türkiye’de, hızla başta hekim olmak üzere sağlık çalışanları yetiştirildi. Bulaşıcı hastalıkların yayılması, destansı özverilerle önlendi.

Kimi bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin koruyucu önlem olan aşıların, tümüyle ülkemizde üretimi sağlandı. Üç milyondan çok kişiye yetecek çiçek aşısı Sivas’ta üretildi. Ülkenin yaygın sıtmalı bölgelerine yeterli Kinin dağıtıldı. Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olanaklar sağlandı. Yoksulluk, trahom, cüzzam, verem, açlık, ruhsal bozukluklar… gibi sosyal hastalıklar ile de daha etkili ve ayrıntılı, bilimsel akılcılıkla savaşıldı; böylece dünyaya örnek bir “Atatürk’ün Sağlık Devrimi de gerçekleştirilmiş oldu. Hiç abartısız, destansı bir devrimdir uygarlık tarihinde!

Tam bağımsızlık amacındaki Türk Cumhuriyeti Devleti, başta sağlık reformları olmak üzere bu çabaları için gereksindiği gücü TBMM’den almış, ulusal egemenliğin yansımasını bu KURUM’da bulagelmiştir. TBBM Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Atatürk’e göre “içi boşalmış bir heyula olan” Halifelik Kurumunu 431 sayılı yasayla yürürlükten kaldırmıştır. Çünkü ülkemizin dünyada temsili konusunda iki başlılık görüntüsü veriyordu. Çağdışı ve işlevsiz bir kurum olarak, Devletin varlığı ve ülkenin geleceği açısından tehdide dönüşmüştü. Cumhuriyet, daha dört aylıktı! 3 Mart 1924’te, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için yaşamsal önemde üç temel yasa TBMM’de kabul edildi. Cumhuriyetin kurucuları, başta Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ve TBMM için en büyük ideal, Cumhuriyet’in çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi ve aşması idi.

  • 3 Devrim Yasası”, Cumhuriyet’in kuruluş ideallerini ve temellerini pekiştirmiş ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine – ötesine taşıyacak temel adımların zeminini oluşturmuştur.

Laiklik Halkın Sağlığı ve Sağlamlığı İçin Neden Gerekli İDİ?
Şu durumda neden GEREKLİdir?
Gelecekte de neden gerekli OLACAKtır?

Bilindiği gibi bir Türk hekimi olan İbni Sina‘nın çalışmaları, Türk-İslam düşünce tarihinde ve tıbbında çok önemli bir yere sahiptir. İbn-i Sina, Orta Çağ modern tıp biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi kabul edilir. Tıbbın, bilimin ışığının Doğudan Batıya taşınmasında büyük katkısı olmuştur. Özbekistan doğumludur. O’nun felsefesi ve bilimsel katkıları hem o dönemin hem de günümüz tıp anlayışını derinden etkilemiştir. Batı’da Avicenna olarak anılan İbni Sina; felsefe, tıp, matematik ve metafizik alanlarında 450’den çok makale ve 200’ü aşkın kitap yazmıştır. Kuramsal olarak doğa, matematik ve metafizik alanlarında; uygulamalı olarak siyaset, ekonomi ve ahlak alanlarında insanlık kalıtına (mirasına) büyük katkılarda bulunmuştur. Ancak ne yazık ki, bu çok yönlü yetkin HEKİM’e, Bilim İnsanına, “içgüdüleri ve kendinden kaynaklı (menkul) sözde bilgelik safsataları”ndan başka bir şeyleri olmayan din bezirganlarınca – mollalarca, itibar suikastı (saygınlık saldırısı) yapılmış, canına kıyılmıştır.

Günümüzde Atatürk Devrimlerine ve Cumhuriyet’in temel değerlerine yapılan ve giderek artırılan sistemli bütünsel saldırılardan biri de “laik-bilimsel eğitim“e yapılanlar. Çünkü dogmatik (hurafe ve değişmez – sabit – inançlar temelli) bir eğitim ile dinci ve kindar kuşaklar yetiştirilmek isteniyor. Bunun en net örneklerinden biri Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir KURUMu olan İzmir Müftülüğünce ilkokul öğrencilerinin, gerici Menemen ayaklanmasından ve Kubilay’ın başı kesilerek şehit edilmesinden yargılanıp ceza alan (1930) kişinin mezarına götürülmesi, övülmesi olayıdır. İlkokul çocuklarına dek indirilen dinci ideolojik-dayatmacı eğitim Atatürk’ün öğretmenlerimizden istediği “Cumhuriyet; sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” ilkesi ile kökten çelişki içindedir. Artık yapay zekanın yaşamın parçası olduğu bir çağdayız ve doğal aklın yok edilmesi ve yerine dogmatik robotik bir insan modelinin konması ile hangi halk – millet barışa, huzura (erince), gönence, esenliğe ulaşabilir ki..

  • ÇEDES safsatası ile küçük çocukların ruh sağlığında kalıcı ve ciddi bozulmalar beklenmeli
    ve bu kurgulu saldırı mutlaka engellenmelidir; ulusu çürütme hedefli,
    emperyal bir tasarımdır.
  • Süslü bir isim ile paket edilmiş ÇEDES projesi ile çocuklarımız SÖZDE “(b)ilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insanî, manevi ve kültürel değerlere göre” yetiştirilecek, din görevlileri öğrencilere “Değerler Eğitimi” verecektir. Sonuç eğitim bilimlerinden, pedagojik formasyondan bihaber (habersiz), dahası Türkiye Cumhuriyet’imizin kuruluş değerlerine kindar-dindar bir davranış-tutum.
  • Yeterince din dersi öğretmenlerimiz varken din adamlarının örgün eğitimde ne işi var. Hatta bazı yerlerde devlet memuru olmayan vakıf derneklerden din adamlarının..
  • Ya eğitimdeki birlik daha da bozulup her ayrı din, her ayrı mezhep/ tarikat için böyle bir eğitim modeli uygulanırsa ne olacak bu ülkenin geleceği?
  • Unutulmamalıdır ki dünya tarihinde en fazla cinayet sözde din savaşları yüzündendir.
  • Günümüzde yaşanan Gazze savaşının bile temel savı farklı dini inançlar değil midir?
  • Temel eğitimde içeriğin (müfredatın) “dinci” ve sözde “milli” değerler çerçevesinde yeniden oluşturularak bilimsellikten uzaklaştırılması, laik-bilimsel eğitim kurumları yerine anaokullarına dek hemen tüm okulların bir tür İmam-Hatip okullarına dönüştürülmesi dayatması ile yüz yüzeyiz. Bunlar İbni Sina’nın ve Anadolu Aydınlanmacılarının bize bıraktığı aydınlık ve çok değerli kalıtın (mirasın) mollalarca yok edilmeye çalışıldığı karanlık çağları anımsatıyor ne yazıktır ki..

Anımsanmalıdır ki sağlıklı insan hastalanınca iyileşmek ister. İçgüdüye veya safsatalara dayalı yollardan değil sistemli gözlem ve deneye dayanan – bilimsel, denetime açık, onanmış en iyi sağaltımı (tedaviyi) görmek ister. Bu, doğallıkla insancıl bir davranıştır ve görülmektedir ki, en koyu molla – yobaz anlayışlılar bile, hastalandıklarında en çağcıl (modern) hastanelere, Tıp Fakültelerine, Avrupa’da-ABD’de eğitim almış “doktorlara” koşar ve dinine, mezhebine, tarikatına değil, diplomalarına bakarlar.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı değişik (farklı) eğitim türlerinin uygulandığı geleneksel eğitim, yaygın olarak mahalle mekteplerinde ve medreselerde veriliyordu. Bir bölümü daha önce ama çoğu 1876 ilk Meşrutiyet sonrası sınırlı sayıda çağdaş okullar (idadi, rüştiye, tıbbiye, mülkiye, harbiye vb.) açılmıştı. 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Yasası ile tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı ve dinci eğitim-öğretime son verildi. Daha önce Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığına bağlı veya özel vakıflarca kurulup yönetilen “medrese ve mektepler” de Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Bu Yasa ile zorunlu öğretim birliği ilkesi yaşama geçirildi ve “eğitimde 2’lik” kaldırıldı.

  • Dinci ve Laik eğitimin birlikte varlığı, ülkede yakın gelecekte ciddi çatışma, bölünme vb. kabul edilemez sağkalım (beka) sorunlarına yol açabilecekti; buna hiçbir devlet izin ver(e)mezdi.

Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm temel değerlerine
örgütlü ve dış destekli – kurgulu ve güdümlü bütüncül – kapsamlı
ve çok tehlikeli saldırılarla karşı karşıyayız!

Biz, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yoluna gönül veren ve bilimselliği nedeniyle usçu (akılcı) olarak benimseyen Türkiye Cumhuriyeti’nin doktorları olarak, “halkın sağlığı ve sağlamlığı” nın da güvencesi olan laik eğitimin ve laik sağlık hizmetlerinin, bir bütün olarak
seküler toplum – devlet düzeninin hızla sağaltılmasını (tedavi edilmesini), esenlendirilmesini (rehabilite edilmesini) istiyoruz :

  • Nitelikli sağlık hizmetlerine erişim için nüfus cüzdanı yeterli!
  • Tüm vatandaşların, barış ve huzur içinde nitelikli sağlık hizmeti, nitelikli tıp eğitimi, nitelikli eğitim.. özetle SAĞLIKLI YAŞAMA temel haklarıdır!

Özetle toplumsal barış, huzur ve özgürlük için LAİK – SEKÜLER (din ve devlet işlerinin ayrılmış olduğu) düzen tek yol. Herkes inancını vicdanında yaşar. Herhangi bir dinin yetersiz – eski – değişmeyen hükümleri devlet – toplum yaşamı dışında kalır. Batı bu gerçeği 114 yıl süren kanlı mezhep savaşları sonunda (1453, İstanbul’un düşmesi!) gördü ve uyguladı. Rönesans (Yeniden Doğuş!) yaşandı ve dinde reform yapıldı. Bilimsel – sanatsal ilerleme ile dünyaya egemen oldular ama dini ikiyüzlü, şeriatı bölücü, sömürücü politikalara alet yapan toplumlar karanlıkta kalmayı sürdürdü.

Bu tehlikeli ve çirkin oyuna asla gelmemeliyiz!

Laik eğitimi, laik yaşam biçimini benimseyen tüm KURUM, KURULUŞ ve sivil toplum örgütleri ile amaç ve eylem birliği içinde Cumhuriyet’imizin tüm kazanımlarına sahip çıkmaya ve bir bütün olarak laik düzeni, bilimsel-kamusal eğitimi ve sağlık hizmetini savunmayı kararlılıkla sürdüreceğiz.

  • Herkesin bilimsel sağlık hizmetine erişmesini temel hak sayıyoruz.

Türk Tabipleri, Hekimleri, Doktorları olarak Büyük Önder Atatürk’ün gösterdiği bilim ve fen (teknik) yolunda yürüyerek

  • Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” ilkesi – bilinci ile çalışacağız.

Cumhuriyetimizi daha da ileriye taşıyıp, ulusumuzun hak ettiği çağdaş, gönenç (refah) içinde ve özgür bir ülkede başı dik ve onurlu yaşayacağız. Atatürk’ün buyruğu – öngörüsü net :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!(sonsuza dek yaşayacaktır)

Kaynakça