Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Milli Merkez Basın Açıklaması : Bu Meclis Yeni Anayasa Yapamaz

Milli Merkez Basın Açıklaması :
Bu Meclis Yeni Anayasa Yapamaz!

Değerli Dostlarımız,

AKP iktidara geldiğinden beri geçen 21 yılda sürekli olarak “yeni anayasa” yapılmasından söz etti. Son dönemde TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki mahkumiyet kararı üzerine AYM’nin iki kez vermiş olduğu “hak ihlâli” kararının uygulanmaması ve Yargıtay’ın AYM aleyhine sergilediği tavır paralelinde iktidar temsilcileri “yeni sivil anayasa” istemlerini yeniden ısıtmaya başlamışlardır.

Konu hakkında Milli Merkez‘in görüşlerini içeren Basın Açıklamasını bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla,

Haluk DURAL
Milli Merkez Genel Sekreteri
***

MİLLİ MERKEZ BASIN AÇIKLAMASI :
BU MECLİS YENİ ANAYASA YAPAMAZ!

https://www.academia.edu/113162599/_01_09_Bu_Meclis_Yeni_Anayasa_Yapamaz_SON?fbclid=IwAR3l1ibO1eChKFMuRSusioPSve2gK-JVLWg47oTQMXXmkGDmHwgzkz9jyD0 
9 Ocak 2024

Geçtiğimiz 14 Mayıs 2023 günü yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili seçilen tutuklu Can Atalay’ın tutukluluk durumunun kaldırılması için Anayasa Mahkemesinin verdiği “hak ihlâli” kararına uymayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyayı Yargıtay’a göndermesi ve 3. Ceza Dairesinin hak ihlâli kararı veren AYM hakimleri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine ortaya çıkan yargıdaki kargaşayı fırsat bilen AKP iktidarı, yıllardır sürdürdüğü “yeni sivil anayasa” yapılması gerektiği istemini kamuoyunda yeniden tartışmaya açmıştır.

Geçmişte benzer durumlarda AYM kararları uygulanarak, tutuklu iken serbest bırakılarak Meclis’te yemin edip milletvekilliği yapmış örnekler ortadayken, Anayasanın 153. maddesinin “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.” ve

  • “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

hükümlerine, ayrıca Anayasanın 158. maddesinin “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.”  kesin hükmüne rağmen yargıda yaratılan kargaşanın halen devam ettirilmesi, kamuoyunun “yeni sivil anayasa” fikrine alıştırılması amaçlıdır.

Yürürlükteki Anayasaya göre yapılan meşru seçimlerle seçilen milletvekillerinin oluşturduğu TBMM “yeni anayasa” yapamaz !

Çünkü:

Milletvekilleri göreve başlarken Anayasanın 81. maddesine göre ettikleri yemini

  • Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” diyerek bitirirler.

Yeni anayasa yapmak, ettikleri yemini çiğnemek, kendi meşru milletvekilliklerini ortadan kaldırmak olup, Türk Ceza Yasasının 309. maddesinde tanımlanan

  • “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
    hükmüne göre suç oluşturur.

Anayasanın 87. maddesinde tanımlanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri arasında “anayasa yapmak” yoktur.

Ayrıca, Anayasanın 6 ncı maddesinde ifade edildiği gibi;

  • Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Bu nedenle, yürürlükteki anayasaya göre seçilmiş bir organ olan Meclis, kaynağını Anayasadan almadığı için bir Devlet yetkisi kullanarak “yeni sivil anayasa” yapamaz.

Yirmi bir yıldır iktidarda olan AKP ve ona destek olan Cumhur İttifakı partileri neden “yeni sivil anayasa” yapmak ısrarını sürdürmektedirler?

Anayasada yapılmak istenenler hakkında basına yansıtılan görüşlerin bir kısmı;

– Başlangıç bölümünden Türk Milleti ibaresinin çıkartılması,

– 2 nci maddeden “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ibaresi ve Anayasanın tümünden Atatürk isminin çıkartılması,

– 24 üncü madde son fıkrasındaki dinî duyguları sömürmenin suç olmaktan çıkartılması için son fıkrası Anayasadan çıkartılacaktır.

– 41 inci maddedeki ailenin korunması ile ilgili değişiklik yapılması,

– 42 inci maddedeki “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” hükmünün kaldırılması,

– 66ncı maddedeki Türk vatandaşlığı tanımını değiştirilmesi,

Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kısıtlanması,

– 174üncü maddedeki “İnkılâp kanunlarının korunması” maddesinin kaldırılması,

şeklinde olmakla beraber, -ki hepsinde doğruluk payı vardır- bütün bu istemlerin dışında konuşulmayan, hatta muhalefet partileri tarafından bile hiç gündeme getirilmeyen iki temel neden vardır:

1- Ortada dolaşan, Cumhurbaşkanı seçiminde 50+1’den vazgeçilerek, cumhurbaşkanı yine referandumla ama 40+1 ile veya Mecliste çoğunlukla seçilmelidir görüşü, “yapılacak ilk genel ve cumhurbaşkanlığı seçimine kadar AKP’nin oylarının düşeceği gerçeği karşısında R. Tayyip Erdoğan’ın tekrar cumhurbaşkanı olmasının yolunu açmayı amaçlamaktadır” şeklinde yorumlanmaktadır.

Saklanan gerçek ise; şimdiki sistemle seçilecek bir başka kişinin, mevcut yetkilerini kullanarak, tek adam rejiminde bilerek zayıflatılıp, tahrip edilmiş olan adalet mekanizması, Türk Ordusunun yapısı, dışişleri, maliye ve milli eğitim gibi temel devlet kurumlarının yeniden milli çıkarlar doğrultusunda yapılandırılarak, dış ve iç tehditlere karşı devletin direncinin artması ihtimalinin önlenmesidir.

2-   Mesut Yılmaz’ın Dışişleri Bakanı olduğu 2 nci Özal Hükümeti döneminde Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 1988 yılında imzalamış, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılında 3723 sayılı ve 12.04.1991 tarihli yasa ile TBMM tarafından onaylanmıştır (AS: hükümetçe onaylanma, TBMM’de yasa ile uygun bulunmuştur). Milleti tümüyle ayrıştırmaya yönelik bu yerelleşmeyi güçlendirip, millî devletin merkezî yapısını çözmeyi amaçlayan benzer hükümler içeren bu Sözleşme, anayasal dayanağı olmadığı için bugüne kadar yürürlüğe girmemiştir. Devletimizi kuran CHP ise maalesef, üniter (tekil) yapımızı parçalayacak olan bu Sözleşmenin tümünü onaylayacağını ilan etmiştir.

BM İkiz Yasaları da denen Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi Anayasanın 90’ıncı maddesi uyarınca 4.06.2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı yasalarla kabul edilip, yürürlüğe girmiştir. Bu iki Sözleşmenin birinci maddeleri aynıdır ve “halklara kendi kaderini tayin hakkı” tanımaktadır.

Bu üç Sözleşme yürürlüğe girdiklerinden beri uygulamaya sokulamamaktadır. Çünkü Anayasamızın 3 üncü maddesinin birinci fıkrası

  • “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” hükmüne göre;

–  Türkiye’de halklar yoktur Millet vardır, bu nedenle halklara kendi kaderlerini tayin hakkı verilmesi söz konusu değildir.

– Türkiye Devletinin ülkesi bölünemez bir bütündür, özerk bölgelere ayrılamaz.

– Türkiye Devleti tekil (üniter) bir devlettir, federasyonlara (AS: federal devletlere) bölünemez.

Anayasamızın değiştirilemez olan ilk üç maddesi, 4 üncü maddesi tarafından korunmaktadır:

MADDE 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

Ancak dikkat edilirse, 4 üncü madde kendisini korumamaktadır. Bu nedenle, yapılacak bir anayasa değişikliği ile 4 üncü madde iptal edilirse, korumasız kalacak ilk üç maddede istenen değişiklikler yapılabilecektir: (AS: 4. maddenin kaldırılması ilk 3 maddede dolaylı değiştirilme anlamına geleceğinden, 4. madde de ilk 3 madde gibi koruma altındadır.)

– Anayasanın 2 inci maddesinden lâiklik çıkartılacak, din devletine dönüşün yolu açılacaktır.

– Anayasanın 3 üncü maddesinin birinci fıkrası muhtemelen “Türkiye Devleti Türk ve Kürt halkları tarafından kurulmuş, resmî dilleri Türkçe ve Kürtçe olan federal bir devlettir.” şeklinde tanımlanarak, uygulamaya sokulacak Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı Sözleşmesi uyarınca Doğu ve Güneydoğu illerini kapsayacak şekilde ilan edilecek özerk bölgenin ardından, Kürt halkını temsil ettiğini iddia edecek bir siyasal parti tarafından Birleşmiş Milletlere Türkiye’den ayrılma talebiyle “kendi kaderini tayin hakkı” için BM gözetiminde bir referandum yapılması hakkında başvuru yapılabilecektir.

– Böylece, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi-BOP çerçevesinde kurmayı düşlediği Özgür Kürdistan için Türkiye’den istedikleri toprakların kopartılmasının hukuksal yolu açılacaktır.
***

Milli Merkez olarak, Devletimizin Anayasal düzeninde köklü değişiklikler yaparak, devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yok edecek “yeni sivil anayasa” girişimine karşı cumhuriyet rejimimizin her koşulda korunmasının takipçisi olarak; muhalefet partileri, emek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri ve en geniş halk kitleleri ile buluşma kararında olduğunu bir kez daha kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.

MİLLÎ MERKEZ YÖNETİM / YÜRÜTME KURULU

LAİKLİK MECLİSİ Basın Toplantısı

Laiklik Meclisi sözcüsü Umut KURUÇ :

  • “LAİKLİK MECLİSİ, 3 MART’I LAİKLİK GÜNÜ OLARAK KUTLAMAYI KARAR ALTINA ALMIŞTIR”

https://ankahaber.net/haber/detay/umut_kuruc_laiklik_meclisi_3_marti_laiklik_gunu_olarak_kutlamayi_karar_altina_almistir_164978


07.01.2024 18:04

Dostlar,

Kurucularından biri olarak biz de Laiklik Mecllisi’nin dünkü (07.01.2024) basın toplantısına katıldık (UM:AG’da) ve bir konuşma yaptık.. (bu yazının sonunda)
***
Laiklik Meclisi, 3 Mart’ı Laiklik Günü olarak kutlama kararı aldığını duyurdu. Laiklik Meclisi adına açıklamayı yapan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Umut Kuruç,

  • Hilafet çağrıları münferit (tekil) değildir, bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmelidir. Hilafetin meşrulaştırılması ve laikliğin ayaklar altına alınması kabul edilemez. Laiklik Meclisi, hilafetin ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu’nun çıkarıldığı 3 Mart 1924’ün 100’üncü yılında, 3 Mart’ı Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına almıştır.
  • Laiklik özgürlüktür.
  • Laiklik yurttaşlıktır.
  • Laiklik barıştır.
  • Yurttaş haklarıyla vardır. Eşit ve özgür bir toplumun yaşamı dönüştürme, değiştirme iradesinin temeli de laikliktir.
  • Yoksullukla çaresiz bırakılan toplumumuz, gericilikle teslim alınmak istenmektedir.
  • Ancak, ülkemizin ilerici birikimi bu saldırıyı dirençle püskürtecek, eşit ve özgür bir geleceği laiklik temelinde kuracak iradeye sahiptir.
  • Bu büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır” dedi.

Laiklik karşıtı uygulamalara tepki olarak 25 Eylül’de (2023), 90 aydının imzasıyla kurulan Laiklik Meclisi, bugün Ankara’daki Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda (UM:AG) basın toplantısı düzenledi. Basın açıklamasını İKD Genel Başkanı Umut Kuruç okudu. Açıklamaya, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Em. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Gözütok, eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Genel Başkanı Murtaza Demir, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Prof. Dr. Ahmet Saltık katıldı.

“KURDUKLARI BU GERİCİ İSTİBDAT REJİMİNİN ANAYASASINI YAPMAK İÇİN BÜTÜN BU SÜREÇLERİ HIZLANDIRIYORLAR”

Kuruç, şunları söyledi:

“Son dönemlerde, özellikle Mayıs 2023 genel seçimlerinden başlayarak gerici saldırıların arttığını, gerici kuşatmanın büyüdüğünü farklı alanlarda yaşıyoruz, görüyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) uygulaması dinci/gerici müfredat dayatması, kadınlara yönelik gerici hamlelerin, Medeni Kanun’a dönük saldırıların artması, hilafet çağrıları ve hilafet bayraklarıyla ülkenin meydanlarında boy gösteren gerici güruhlar, bütün bunlarla birlikte düşünülmesi gereken anayasa tartışmalarının siyasal iktidar tarafından daha güçlü bir biçimde gündeme getirilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Hatay Milletvekili Can Atalay‘a dönük olarak aldığı kararın bir başka yüksek yargı organı olması gereken Yargıtay tarafından tanınmaması bize şunu gösteriyor:

  • Kurdukları bu gerici istibdat rejiminin anayasasını yapmak için,
    bütün bu süreçleri hızlandırıyorlar.
  • Dolayısıyla laikliğin ve cumhuriyetin tümüyle tasfiyesi gibi büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız.

Laiklik Meclisi olarak biz 25 Eylül’de kuruluşumuzu ilan ettik. 8 Ekim’de eşitlik ve özgürlük için, laiklik bildirgemizi yayınladık. Ve yarın yayınlayacağımız ‘2023 Laiklik İhlalleri Raporu’nu Laiklik Meclisi İzleme Merkezi olarak hazırladık. Ancak bütün bu gelişmeleri göz önünde bulundurursak laiklik mücadelesinin ne denli yaşamsal olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bu nedenle son gelişmelere ve saldırılara dönük olarak Laiklik Meclisi’nin görüşlerini sizlerle paylaşmak istedik.”

“KARŞI DEVRİM SÜRECİNİ CUMHURİYET’İN 100’ÜNCÜ YILINDA TAMAMLAMAYI
HEDEF 2023’ SLOGANIYLA İLAN ETMİŞ OLAN İKTİDAR TAKVİMİ TUTTURAMAMIŞTIR”

Laiklik Meclisi’nin açıklaması şöyle:

“Büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır. Özellikle Mayıs 2023 seçimlerinden beri, siyasal iktidarın yeni rejimini tahkim etmek (pekiştirmek) üzere attığı adımlar hızlanmaktadır. Ülkemizin yönetsel, hukuksal ve toplumsal yapısını tümüyle değiştirme amacıyla atılan bu adımlarla toplumsal yaşamın güvencesi olan laiklik, ayaklar altına alınmakta hatta açık bir biçimde tasfiyesi hedeflenmektedir. Cumhuriyet’in bütün temel değerlerini tasfiye sürecinde son düzlüğe giren siyasal iktidar, ülkenin hemen hemen her alanında kriz başlıklarının da aktörü haline gelmiştir.

  • Karşı devrim sürecini Cumhuriyet’in 100’üncü yılında tamamlamayı ‘Hedef 2023’ sloganıyla ilan etmiş olan iktidarın yetkili ağızları, büyük yol kat etmiş olmalarına karşın,
    takvimi henüz tutturamamıştır.

2023 genel seçimlerinin öncesinde başlayarak sonrasında büyük bir telaşla yükselttikleri yeni anayasa tartışması ‘Türkiye Yüzyılı’ adıyla kuruluşunu tamamlamaya çalıştıkları rejimin temel ayağını inşa etme çabasıdır.

“HUKUKU DÖNÜŞTÜREREK SİYASAL ARAÇ DURUMUNA GETİREN İKTİDAR,
YENİ ANAYASAYLA LAİKLİĞİ VE CUMHURİYETİ TASFİYE ETMEYİ AMAÇLAMAKTADIR”

Bunun açık göstergesi son aylarda AYM’nin Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali kararlarının Yargıtay tarafından tanınmamasıyla tırmandırılan krizdir. Bu durum basitçe iki yargı kurumunun yorum farkı olarak değerlendirilemez. Siyasal iktidarın en yetkili ağzı tarafından krizin yeni bir anayasayla aşılabileceğinin söylenmesi bu durumun doğrudan yeni anayasa hamlesiyle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. 20 yılı aşkın süredir hukuku dönüştürerek bir siyasal araç durumuna getiren siyasal iktidar, yeni anayasayla laikliği ve cumhuriyeti tümüyle tasfiye etmeyi amaçlamaktadır. Bu sürecin bir başka  ayağı da özellikle Medeni Kanun‘dur. Seçim öncesinde Milli Görüş’ün bir başka kolu olan Yeniden Refah Partisi (YRP) ile siyasal iktidarın imzaladığı ittifak protokolü bunu göstermektedir. Protokolde yer alan, ‘Aile bütünlüğünün korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümlerin ayıklanmasına, manevi değerlerimize aykırı fiillerin ve sapkınlıkların önlenmesine yönelik yasal düzenlemelere, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetlerin giderilmesine ağırlık verilecektir’ ifadesi, hukuk birliğinin yaşama geçirilmesini sağlayan ve laik hukukun simgesi olan Medeni Kanun ile taban tabana zıttır. Bu protokol ve YRP‘nin geçtiğimiz aylarda TBMM’ye Türk Medeni Kanunu’nun 175. ve 176. maddelerinde değişikliğe gidilmesi, 176. maddenin sonuna da bir fıkra eklenmesi için sunduğu yasa teklifiyle Adalet Bakanlığı’nın 4-5 Ocak 2024 tarihlerinde İstanbul’da yaptığı Türk Medeni Kanun Çalıştayı’nın bütünlük içinde olduğunu görmek gerekir. Bununla laik hukukun temelinin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.

“GERİCİ MÜDAHALENİN EN YOĞUN OLDUĞU ALAN EĞİTİMDİR”

TBMM’nin Mayıs 2023 seçimleri sonrası bileşimindeki laiklik ve cumhuriyet karşıtı toplamın önemli bir kesiminin bu sürece olumlu yaklaştığı hepimizin bildiğidir. İktidar ve ortağı partiler bünyesinde veya onlarla ilişkili çok da uzak olmayan siyasal geçmişe sahip olan görece yenilerinin laiklik ve cumhuriyet konusundaki bildirimleri ortadadır. TBMM’deki yeni bir başka öge olan ve dinci terör örgütü bağlantısı bilinen HÜDAPAR‘ın varlığıyla cumhuriyet ve laiklik karşıtı, Anayasa’ya aykırı olan seçim bildirgesindeki ‘vesayetten ve ideolojiden arınmış, toplumun inanç değerleriyle örtüşen sivil bir anayasanın hazırlanması için çalışılacağı’ maddesi küçümsenmemelidir. Gerici müdahalenin en yoğun olduğu alan hepimizin bildiği gibi eğitimdir. 2013-2018 arasında MEB Müsteşarlığı yapan Yusuf Tekin’in MEB koltuğuna oturtulması rastlantı değildir. Karma eğitim karşıtlığını, tarikat-cemaat uzantılarıyla protokoller yapacağını saklama gereği bile duymayan Tekin, eğitimde 4 + 4 + 4 dayatmasının yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Tarikat/cemaatlerin okullara girmesi, imam-hatiplerin yaygınlaştırılması, okullara türbanın sokulması ve mescit zorunluluğu da yine Tekin’in müsteşarlığı dönemindedir.

“GELECEK KUŞAKLARIN DİNDAR ve KİNDAR NESİLLER OLARAK TESLİM ALINMASI
YENİ TÜRKİYE’ OLARAK NİTELENEN GERİCİ REJİMİN GÜÇLENDİRİLMESİNFDE
BÜYÜK ÖNEM TAŞIMAKTADIR”

Gelecek kuşakların dindar ve kindar nesiller olarak teslim alınması ‘Yeni Türkiye’ olarak nitelenen gerici rejimin tahkimatında büyük önem taşımaktadır. SiyasAL iktidarın seçim öncesi YRP ile yaptığı protokolde, eğitime dönük olarak yer alan ‘Milli Eğitim müfredatının milli ve manevi değerlerimize uygun duruma  getirilmesi ve gerekirse aykırı sözleşmeler dahil her türlü düzenlemelerin gözden geçirilmesi temin edilecektir’ maddesi asla gözden kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla biat edecek kuşakların yaratılması için dayatılan ÇEDES, gerici yeni müfredat, tarikat ve cemaat uzantılarıyla yapılan protokoller bu bütünlük içinde düşünülmelidir. Birçok tarikat ve cemaatin içinden çıktığı gerici görüşün sahibi ve cumhuriyet düşmanlığıyla bilinen Said Nursi ile yine cumhuriyet düşmanı, aşiret ve hilafet yanlısı Şeyh Sait‘in kahramanlaştırılmaya çalışılması, adlarının meydanlara ve caddelere verilmesi cumhuriyetin ve laikliğin meşruluğuna karşı yapılan saldırıların parçasıdır.

“HİLAFET BAYRAKLARININ AÇILDIĞI ‘FİLİSTİN’E DESTEK’ KILIFIYLA YAPILAN
GERİCİ GÖVDE GÖSTERİSİ, HİLAFETÇİLİĞİ ve İRTİCAYI MEŞRULAŞTIRMA ÇABASIDIR”

Tesis edilmeye çalışılan rejimin gerici ve teokratik karakteri ortadadır. Üniforma üzerine sarık ve cübbe giyen komutandan sonra Harp Okullarında tarikatlar artık açıktan örgütlenmekte, ülkemizin meydanlarında hilafet bayrakları açılarak şeriat çağrıları yapılmaktadır.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın oğlunun Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olduğu TÜGVA, Menzil cemaati uzantısı Semerkand Vakfı, çocuk istismarıyla anılan Ensar Vakfı gibi çok sayıda tarikat/cemaat uzantısı ve AKP yandaşı yapılanmanın yer aldığı Milli İrade Platformu‘nun çağrısıyla geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen ve bakanlarla AKP’li milletvekillerinin katıldığı yürüyüş-miting hilafet, şeriat ve irtica gösterisine dönüşmüştür. Merkezi Londra’da bulunan terör örgütü Hizb-ut Tahrir‘in de ‘Köklü Değişim’ adıyla katılarak sonrasında hilafet çağrısı yayınladığı ve hilafet bayraklarının açıldığı ‘Filistin’e destek’ kılıfıyla yapılan gerici gövde gösterisi, hilafetçiliği ve irticayı meşrulaştırma çabasıdır. Açılan hilafet bayraklarının El Kaide, El Nusra ve Taliban gibi cihatçı terör örgütlerinin siyasal simgesi olduğu hatırlanmalıdır.

“LAİKLİK MECLİSİ, 3 MART’I LAİKLİK GÜNÜ OLARAK KUTLAMAYI KARAR ALTINA ALMIŞTIR”

Bu gövde gösterisi Anayasa’ya, onun temel hükmü olan laikliğe aykırıdır ve açıkça saldırıdır. Buna karşı herhangi bir hukuksal işlem başlatılmaması, Türkiye’de yargının siyasetle bağını ve siyasal iktidarın yargı krizinden yararlanarak yeni anayasa hedefinin altında yatan temel olgunun laikliğin tasfiyesi olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Hilafet çağrıları münferit değildir, bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmelidir. Hilafetin meşrulaştırılması ve laikliğin ayaklar altına alınması kabul edilemez. Laiklik Meclisi, hilafetin ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu’nun çıkarıldığı 3 Mart’ı 100’üncü yılında Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına almıştır.

Laiklik özgürlüktür.
Laiklik yurttaşlıktır.
Yurttaş haklarıyla vardır.
Eşit ve özgür bir toplumun hayatı dönüştürme, değiştirme iradesinin temeli de laikliktir.
Laikliğin tasfiyesi, önüne arkasına sıfatlar getirilerek aşındırılması,
bu iradeyi en hafif deyimiyle zedeler, zayıflatır, ortadan kaldırır.

“İLERİCİ, YURTSEVER BÜTÜN KİTLE ÖRGÜTLERİNİ ve YURTTAŞLARI
LAİKLİK MÜCADELESİNE ÇAĞIRIYORUZ”

Yoksullukla çaresiz bırakılan toplumumuz, gericilikle teslim alınmak istenmektedir.

Ancak, ülkemizin ilerici birikimi bu saldırıyı dirençle püskürtecek, eşit ve özgür bir geleceği laiklik temelinde kuracak iradeye sahiptir. Karşı karşıya olduğumuz tablo, laiklik mücadelesinin yaşamsal olduğunu göstermektedir. Bu büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır.

  • Laiklik Meclisi olarak ilerici, yurtsever bütün kitle örgütlerini ve yurttaşları
    laiklik mücadelesine çağırıyoruz.

Bu gerici kuşatmaya alışmayalım. Eşit ve özgür bir ülke için, gelecek kuşakları için laiklik mücadelesini hep birlikte büyütelim.”
****

“EYLEMLERİMİZİ PLANLAMALIYIZ ARTIK”

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Em. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Gözütok
şöyle konuştu :

  • “45 yıl devlet üniversitelerinde hizmet verdim. Hayatım laiklik mücadelesi vererek, özgürlük mücadelesi vererek ve bunun bedelini ödeyerek geçti. Şimdi artık dibe vurmuş yerdeyiz. Tabii ki mücadele edeceğiz, tabii ki bilgi temelli mücadelemiz olacak. Ben ülkenin her boyutta işgal altında olduğunu düşünüyorum. Askeriyle, polisiyle, içlerinde tabii temiz insanlarımız ve hayır diyenler var. Örneğin her ne kadar AYM’yi kendileri atadıysa da, içinden halen hukuk fışkıran azıcık insanlarımız çıkıyor, tabii ki var. Bence eylemlerimizi planlamalıyız artık. Tabii ki yazıyoruz, çiziyoruz. Bunlar okuduğunu anlamıyor mu? Anlıyor ama umursamıyor. Eylem planları yapmalıyız diye düşünüyorum.”

“YUSUF TEKİN GÖREVDEN HEMEN AYRILMALIDIR. BİR DAKİKA DURMADAN AYRILMALIDIR. KENDİSİ GİTMİYORSA GÖREVDEN ALINMALIDIR”

Eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Tuzun koktuğu, çivinin çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Devleti ve toplumu ayakta tutan hukuk, laiklik, ekonomi, bilimsel eğitim ayaklar altında. AYM kararları kimi çevrelerce tanınmıyor. Herkesi bağlayan Anayasa’yı Yargıtay’ın bir dairesi ‘Ben tanımıyorum’ diyor ısrarla ve buna da destekler geliyor. İşte bu ortamda, bu toz duman içinde çocuklarımızın barış için laik, bilimsel bir eğitim anlayışıyla yaptığımız uluslararası sözleşmelere uygun pozitif olarak yetiştirilmesi gerekirken, öyle bir Milli Eğitim Bakanı var ki, bunların hiçbirini hiçbirini tanımıyor ve bu Yusuf Tekin Anayasa’ya, yasalara aykırı olarak hem sözü hem eylemlerini ısrarla, inatla sürdürüyor. Görevden hemen ayrılmalıdır. Bir dakika durmadan ayrılmalıdır. Kendisi gitmiyorsa görevden alınmalıdır. Olmuyorsa, bizim burada yaptığımız gibi daha da etkin kamuoyu yaratılmalıdır. Çocuklarımız zehirlenmemelidir bu kişinin Milli Eğitim Bakanlığı’nda. ÇEDES saçmalığıyla hiçbir uzman niteliği olmayan imamları ve din görevlilerini okullarda görevlendirdi. 1926’da Mustafa Necati döneminde getirilen karma eğitimi tartışmaya açtı. Okul öncesinde bebelere mescit zorunluluğu getirildi. Cumhurbaşkanı, genel seçimlerden önce mülakatın kaldırılacağını söylemesine karşın, ‘Öğretmen alımlarında ben mülakatı sürdüreceğim’ dedi Yusuf Tekin. ‘Tarikatlarla işbirliği yapmaya, onlarla protokol imzalamaya devam edeceğim’ diyor. Örtülü biçimde laik ve bilimsel eğitim yapan bütün okulları suçluyor, karalıyor. Ben birçok Milli Eğitim Bakanıyla tanıştım. Hiç böylesine açıkça tarikatları, cemaatleri, dinsel eğitimi öven bir bakana rastlamadık. Bütün dünyada kabul edilen Evrim Kuramını çıkardılar, Yaradılışı soktular. Şimdi de dinsel birtakım ögeleri ağırlıklı olarak ortaya koyacaklar. 2013’te Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın açtığı kapatma davası, 10’a karşılık 1 oyla kapatma kararı verilmedi ama AKP’nin laiklik karşıtı bir parti olduğunu söyledi. Laiklik; toplumun, barışın, eğitimin, hukukun, ilerlemenin bir temelidir, bir yapısıdır. O kalktığı zaman altında kalırız, barış olmaz hiçbir alanda.”

“DAHA BÜYÜK BİR MÜCADELEYİ ÖRMELİYİZ”

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Genel Başkanı Murtaza Demir şunları söyledi:

“İnanın, iktidar sahipleri artık bizim bu söylemlerimize gülüyor. ‘Biz adını koymadık ama şu anda hilafeti yaşıyoruz zaten. Diktatörlüğün dibine kadar yaşıyoruz zaten. Hangi Atatürk devrimleri? Hangi laiklik? Hangi demokrasi? Anayasa orada, ben tanımam’ diyor. Ama artık bu söylemler, bu ezberler hiçbir değer ifade etmiyor yaşadıklarımız karşısında. Dolayısıyla daha büyük bir mücadeleyi örmeliyiz. Daha büyük bir mücadelenin altyapısını oluşturmalıyız. Bu çaba yeter mi? Gördüğümüz, içinde olduğumuz tehlike karşısında çok cılız kalır, söylemden ibaret kalır. Her şey bitmiş bitmiş gibi gözükse de bu toplumun önemli bir bölümünün, özellikle okuyan-yazan bölümünün hala bir derdi var ve ‘ne yapmalıyız’ı sorgulamaya çalışıyorlar. Madem biz Laiklik Meclisi olarak öne çıktık, o zaman bu ‘ne yapmalıyız’ diyen insanlara da bir yanıt verecek biçimde bir örgütlenmenin içine girmeliyiz.”

“TOPLUM, ‘BU İKTİDAR YENİ ANAYASA YAPAMAZ’ DEDİĞİ İÇİN,
YARGITAY ÜZERİNDEN KRİZ YARATARAK BUNU TOPLUMA MEŞRU GÖSTERİP
YENİ BİR ANAYASAYI TÜRKİYE DAYATMAK İSTİYORLAR”

Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Kurucu Başkanı Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu
şöyle konuştu:

“Laiklik elbette cumhuriyet demek, Türkiye demek, Türkiye Cumhuriyeti demek, bağımsızlık demek, hak ve özgürlükler demek ve bunların hepsinin temeli demek. Laikliğe saldırı demek cumhuriyete, bağımsızlığa, hak ve özgürlüklere, Atatürk’e saldırı demek. Cumhuriyetin öncesindeki döneme de çok açıkça göz kırpmanın da ötesinde, eylem yapmak demek. Sanki bir Filistin mitingi adı altında bir eylemle karşı karşıya kaldık. 1 Ocak, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Yasa gereği hicri takvimden, miladi takvime bir devrim nedeniyle geçilmiş bir tarih. Hepimiz biliyoruz ki 1 Ocak’a İslamcı kesim mesafeli davranmanın ötesinde tepkili davranıyor. Filistin Mitingi adı altında özellikle 1 Ocak gününün seçilmesi üzerinde de durmak gerekiyor. Bu mitingde yer alan bir Hizb-ut Tahrir örgütü var. Bu terör örgütü bazı ülkelerde serbest, bazı ülkelerde yasak. Türkiye’de yasak; terör örgütü kabul edildiği için yasak, hilafet ve şeriat amacını taşıdığı için yasak. Filistin adı altında hilafet yürüyüşlerinin hilafet isteklerinin meşru gösterilmesinden başka hiçbir şey değil. Bugün eski AKP milletvekilleri, bakanları, meclis başkanları, Cumhurbaşkanının damatları ve oğlu hilafet istekli toplantıda yer alabiliyor. Bunu nasıl yorumlayabiliriz? Tehlikenin kat be kat arttığı şeklinde kuşkusuz.

Toplum, ‘Anayasa’ya bağlı olmayan bu iktidar yeni anayasa yapamaz’ dediği için, Yargıtay üzerinden bir kriz yaratarak bunu topluma meşru gösterip yeni bir anayasayı Türkiye’ye dayatmak istiyorlar. Bu, Türkiye’nin gericiliğe mahkum edilmesi olacak. Laiklik karşıtlığına mahkum edilmesi olacak. Bir anayasa değişikliği adı altında cumhuriyetin ortadan kaldırılması olacak. AYM kararları, dünya hukuk tarihinde ilk kez Türkiye’de bağlayıcı olarak görülmedi ve kabul edilmedi. O halde örgütlü bir mücadele, alanlarda bir mücadeleden hukuk ve demokrasi içinde bu mücadeleyi alanlara taşımaktan başka hiçbir çözüm kalmıyor.”

“TOPLUMSAL FELÇ TABLOSU YARATMAK ve
TOPLUMU TESLİM ALMAK HEDEFLENİYOR”

Prof. Dr. Ahmet Saltık, şunları dedi:

“Türkiye’de eğitim, rejim, yaşam, dinselleştirilmiyor; dincileştiriliyor. Dinselleştirmek belki bir siyasal tercih olabilir. Ancak dincileştiriliyor apaçık, hatta mezhepleştiriliyor. Laiklik Meclisi kurucularından Prof Saltık, sözlerini – uyarılarını şöyle sürdürdü :

  • Türkiye’nin bugün içine sürüklendiği tablo dış güdümlü.

Tümüyle son zamanlarda Türkiye’ye dönük saldırıların hem kapsam kazandığını, içerik kazandığını hem de çok yönlüleştiğini, şiddetinin de yoğunlaştığını görüyoruz. Burada siyaset bilimi açısından ulusun direncini kırmak, zayıflatmak, yormak, deyim yerindeyse bir politik felç, toplumsal felç tablosu yaratmak ve toplumu teslim almak hedefleniyor.

  • Umutları kırmak, siyasal paraliziye, siyasal kolektif paraliziye uğraşıyorlar.

Ana muhalefetin yapacağı 14 Ocak Mitingi’nde laikliğin de mutlaka en temel, ana temalardan biri olarak yeterince vurgulanmasını muhalefet partileriyle, başta CHP olmak üzere temas ederek sağlamaya çalışmayı öneriyorum.

Hatta bir adım öteye atarak Laiklik Meclisi adına bir konuşmacının da kürsüye çıkartılmasını önerelim.

Çok tartışılan bir konu da hilafet istemek, Türkiye’de halifelik veya bu tür yeşil birtakım simgeler açmak, Anayasa’nın 26. maddesindeki ifade özgürlüğü kapsamında mıdır? Söz konusu eylemler, “Anayasa askıdaysa”, “ASKIDA ANAYASA REJİMİNDE” ifade özgürlüğü kapsamında değildir. Eylemli bir kalkışmadır anayasal rejime karşı. Dolayısıyla apaçık TCK 309’un çiğnenmesi demektir.

  • Sivil itaatsizlik, TOPLUMAL DİRENME HAKKI meşru bir aşamaya gelmiştir.

Biz çocuklarımızı okula, ulusal bir eğitim alsın diye gönderiyoruz.
Ama siz iktidar olarak bu sözleşmeyi bozdunuz.
Bizim çocuklarımızın beynini haşat etmek, dinci militan yetiştirmek üzere kullanmaktasınız.

  • Öyleyse ben çocuklarımı okula göndermiyorum!

Türkiye, dünyada 4. ya da 5. sırada AYM’ye sahip olan bir ülkedir. Şimdi görüyoruz ki, AYM de devre dışı bırakılabiliyor.

Dolayısıyla siyasal kuram açısından, demokrasiyi koruyup kollamak bakımından yeni kurumlara, yeni rejimlere, yeni girişimlere gereksinim var.

  • Halkımızı, ulusumuzu yeniden, yüzyıl sonra bir başka post-modern Kurtuluş Savaşı’na çağıralım.”

========================================
2023 YILI LAİKLİK İHLALLERİ RAPORU DEĞERLENDİRMESİ ektedir..
2023 YILI LAİKLİK İHLALLERİ RAPORU DEĞERLENDİRMESİ

Eşit, Özgür Bir Ülke İçin Laiklik Bildirgesi

https://laiklikmeclisi.org/sayfa/est-ozgur-br-ulke-cn-laklk-bldrges

Hilafet ve ihanet

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
08 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye Cumhuriyeti laik bir ülke olarak kurulmuştur. Bu yalnızca Türkiye’ye ait bir özellik değildir. Dünyadaki herhangi bir cumhuriyet kategorik olarak laik olmak zorundadır. Dünyada İran gibi, adında “cumhuriyet” olup aynı zamanda laik olmayan ülkeler olsa da, bu kavramsal bir çelişkidir ve bir aldatmacadır.

Çünkü cumhuriyet, halkın egemenliğine dayalı yönetim biçimidir. Laik olmayan ülkelerde halk değil, ruhban sınıfı ve dinsel kurumlar egemen olur.

  • Laikliğin olmadığı bir ülkede;
  • halife, şeyhülislam, ulema, tarikat, cemaat, imam, haham, papaz, papa, kardinal, patrik egemen olur.

Laikliğin olmadığı bir ülkede cumhuriyet ve demokrasi değil, teokrasi olur.

Halifelik makamı bu nedenle 1924 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla (AS: Yasayla) kaldırılmıştır.

Hilafet çağrısı yapmak,
cumhuriyeti yıkmakla ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmekle özdeştir.

***
AKP iktidarı döneminde, halifelik düzeninin yeniden kurulması için 1925 yılında terör (AS: isyan!) eylemleri başlatan Şeyh Said’in adına bir dernek kuruldu ve Şeyh Said’in adı Diyarbakır’da bir meydana verildi. Geçtiğimiz yıl da Diyarbakır’da bir caddeye Şeyh Said’in adının verilmesi karara bağlandı.

1 Ocak 2024’te de, AKP destekçisi sözde sivil toplum örgütleri tarafından, Filistin’deki katliamlar bahane edilerek, sloganlarla ve pankartlarla hilafet çağrıları yapıldı, Arap alfabesiyle yazılıp dini söylemler içeren bayraklar açıldı.

Laik olmadığı gibi, laik olmadığı için de, ulusal/milli ve milliyetçi olmayan, aksine ümmetçi olan odaklar, bir kez daha, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete meydan okuyarak, emperyalizmin uşağı konumuna düştüler.

Türkiye’deki

  • hak ve özgürlüklerin, Türkiye’nin demokratik ve laik yapısına aykırılık oluşturamayacağı,
  • demokrasiye ve laikliğe aykırı örgütlenmelerin, hukuka aykırı olduğu,

anayasa tarafından ifade edildiği halde, sözde cumhuriyet savcıları, hilafetçi odaklar hakkında yasal işlem yapacaklarına, hilafetin ve saltanatın savcısı gibi davranmaya devam ettiler!
***
Bunun yerine, gösteri sırasında ortaya çıkan bir tartışmada göstericilerden birisine yumruk atan Ege Akersoy adlı bir üniversite öğrencisi tutuklandı; üniversite öğrencisine tokat atan Oğuzhan Toksun adlı kişi serbest bırakıldı; bu olay hakkında sosyal medyada paylaşım yapan gazeteci-yazar Fatih Altaylı hakkında soruşturma açıldı, kendisine yurt dışına çıkış yasağı getirildi ve adli denetim önlemi alındı.

Hukuka göre, en çok tutuksuz yargılama gerektiren bir darp olayı tutukluluğa dönüştürüldü; düşünceyi ifade kapsamında ele alınması gereken ve soruşturmadan ziyade, eleştiri konusu olabilecek olan bir sosyal medya paylaşımı, yurt dışı yasağı ve adli denetim uygulamasıyla sonuçlandı.

Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Muammer Aksoy 
gibi aydınlar hilafetçi, şeriatçı, köktendinci teröristler tarafından öldürüldüğünde
doğru dürüst sesini çıkarmayanlar, hilafet çağrısı yapılan gösteriye katılan birisinin
burnu kanayınca, insan hakları savunucusu oldular!

***
Eğitimi, siyaseti, devlette kadrolaşmayı dinselleştirerek; dinci yaşam biçimini herkese dayatarak; şeriatçı, hilafetçi, köktendinci odakların örgütlenmesini teşvik ederek, anayasanın 2., 14. ve 24. maddelerini çiğneyen AKP hükümetinin yolu, yol değildir!

  • Yapılan tüm araştırmalar, Türkiye’de halkın çoğunluğunun
    Atatürk’e, laikliğe ve cumhuriyete sahip çıktığını göstermektedir.

Atatürk’e, laikliğe ve cumhuriyete sahip çıkanları baskı altına almak,
Anayasaya aykırı olduğu gibi; halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek,
Türkiye’yi bölmek ve parçalamak anlamına gelmektedir.

Emperyalizmin istediği de zaten budur!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Halil Çivi’den Kıssalar

ŞİİR KÖŞESİ..

 

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

 

Halil Çivi’den Kıssalar

1
Sakın unutma ey can
Can insana hediye.
Madem ki ölüm gerçek,
Bu hırs, bu kin ne diye?
2
Akıl özgür olmalı,
Fikirler hür olmalı,
Bilime akan ırmak
Dört mevsim gür olmalı.
3
Varırsan gönül köşküne,
Karşına Yaradan çıkar.
Erersen birlik sırrına,
İkilik aradan çıkar.
4
Haram, haksız kazançtır,
Alınteri çalmaktır.
Ahlakı yok sayarak,
Yoksulları yolmaktır.
5
Dinbazlık din satmaktır,
Dine hile katmaktır,
Cahilleri kandırıp,
Kazancını yutmaktır.
6
Haram zulüm demektir,
Yoksulu sömürmektir,
Allem kullem ederek,
Kul hakkını yemektir.
7
Yalan, siyaseti bozar,
İftira birliği çözer,
Birlik bağını çözenler,
Ulusuna mezar kazar.

Anayasal düzen mi, çeteleşme mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 04.01.2024, BİRGÜN

 

AYM’nin 2. kez verdiği ihlal kararını uygulamak, Anayasal yükümlülük.

Aksi durumda Türkiye Cumhuriyeti, demokratik hukuk Devleti niteliklerinden (md.2) daha  çok uzaklaşacak. Sorun, AYM kararına uymama şeklinde bir Anayasa ihlali ile sınırlı kalmayacak, “anayasal düzenin bekası” sorununa dönüşecek.

Sorun, hukuk-demokrasi-siyaset üçgeninde şekilleniyor.

Önce hukuk:

ANAYASA’DAN DEĞİL ANAYASA İHLALİNDEN kaynaklandığı için sorun karmaşık değil.

Karşılaştırmalı anayasa yargısında AYM kararlarını uygulama sorunsalını aşmaya yönelik düzenlemeler de var. Kolombiya’da AYM’nin yetki ve yükümlülükleri, kararlarının icra aşamasını da kapsar. İspanya AYM’si, kararı uygulamayanların görevini askıya alma, doğrudan uygulama, akçasal yaptırım ve cezai sorumluluklarını gündeme getirme önlemlerinden birini alabilir.

Bizde ise, AYM’nin ihlal saptaması ve yapılması gerekenleri sıralayıp ilgili makamlara bildirmesi, ‘uyulması gereken anayasal emir’ niteliğinde (md.153).

Önceki kararının uygulanmasına ilişkin 21.12.23 tarihli AYM kararı, oybirliği ile verildi.

Uygulanması için hukuk yeterli, ama demokrasi de bunu gerekli kılıyor

Sonra demokrasi:

Yargıtay, seçimle belirlediği üç üye ile AYM’de güçlü biçimde temsil edilen bir kurum. 3. CD üyeleri de AYM üyeliğine seçilebilir.

Her iki yüksek yargı organı için demokratik meşruluk kaynağı, kurucu erk.

AYM ve Yargıtay, görev ve yetkilerini Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı  hükümleri çerçevesinde yerine getirir ve kullanır. Anayasa’da, bu konuda yetki karmaşası veya belirsizlik yok: AYM, 146-153 maddelerinde, Yargıtay ise madde 154’te düzenleniyor. İkisi arasında olası bir görev uyuşmazlığında AYM kararı esas alınır (md.158).

Yargıtay’ın son sözü söylemesi, ‘yasa kaydı’na bağlı (md.154) ve 6216 sayılı yasaya göre, insan hakları uyuşmazlığında bu yetki AYM’de. Ama AYM, hak ihlali mağduriyetini giderici bir karar veremez ise, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru, md.153’ü de göreceli kılar.

Yargıtay kararı yasa ile, AYM kararı ise Anayasa ile göreceli kılınıyor. Konu bu denli açık iken, eğer AYM kararı uygulanmıyorsa, sorunu siyasal açıdan da okuma gereği açık.

Anayasa yoluyla yapılmayan siyaset:

Afrika-Asya hattında birçok devlette AYM’ler, siyasilerin baskı ve tehditleriyle karşı karşıya kaldı. Kaba güç kullanımından Anayasa’nın iktidar için araçsallaştırılmasına uzanan yıldırı tarzları ve faillerin adları, karşılaştırmalı anayasa yargısı kitaplarına kara harflerle geçti.

Türkiye’de Avrupa modeli üzerinde 4. sırada  kurulan AYM, benzersiz çapraz baskılarla kuşatılmış durumda. Başlıca failler:

-Devlet yöneticisi ve temsilcileri; “anayasal kurumların düzenli ve uyumlu işleyişinden sorumlu” oldukları halde,

-Siyasiler; hukukun üstünlüğü andı içtikleri halde,

-Bürokratlar; yasaları uygulama yükümlülüklerine karşın,

-Yargı;  Anayasa’nın üstünlüğünün güvencesi olduğu halde.

Bilgi kirliliği eşliğinde Anayasa’nın üstünlüğünü ve demokratik meşruluğunu yadsıyarak  “yalancı-anayasacılık” tasarımı, amaç-araç ilişkisini ortaya koyuyor.

Yargıtay 3. CD üyelerinin, hukuk-demokrasi ve siyaset üçlüsü karşısında hukuk ve demokrasi yönünde karar vermesi kendileri için değil yalnızca, bugünkü ve gelecek kuşaklara karşı  hukuksal ve ahlaki sorumluluğudur.

Aksi durumda, dava konusu olayları değerlendirmede hukuksal ölçütlerin değil, siyasal saiklerin belirleyiciliği teyit edilmiş olur.

Siyasal saik, hukuk ve demokrasi yerine geçtiğinde; YARGI, para karşılığı yurttaşlık elde eden çetelere değil, Gezi’den Akbelen’e yurt için mücadele edenler üzerine sürülür; TCK 309, “anayasal düzen yıkıcıları”na değil, “anayasal düzen koruycuları”na uygulanır; “demokratik hukuk Devleti” yerini, “yabancı-yerli işbirliği çeteleşmeleri”ne bırakır. Çeteleşmenin, 2017 kurgusu keyfi yönetimde zemin bulduğunu asla göz ardı etmeksizin YARGI, “ırkçı-ümmetçi” çizgide anayasal düzene çok yönlü kalkışmanın aracı değil, önleyicisi olmaya yönelmeli.

2024, Anayasal düzen yılı olsun!
=======================================
Yazarın Son Yazıları

Mustafa Aydınlı şiiri : BU GEMİ BİR GÜN GİRER ROTAYA


Mustafa AYDINLI

Eğitimci – Yazar
Halk ozanı

 

BU GEMİ BİR GÜN GİRER ROTAYA

Girecek bu gemi bir gün rotaya
Şimdilik hedeften kayan kayana
Böyle söz vermiştik büyük Ata’ya
Verdiği ikrardan cayan cayana
***
Çalışan üreten çeker cefayı
İnsanlar unuttu O’na vefayı
Rüşvetçi vurguncu sürer sefayı
Haram sofralarda doyan doyana
***
Gerici yüzünü çevirdi düne
Sahte şeyhler çıktı kavuştu üne
Ağır aksak anca geldik bugüne
Buna da bin şükür sayan sayana
***
Haktan adaletten verdikçe fire
Devlette her kurum bulandı kire
Yağmacılar gözün diker her yere
Fakir memleketi soyan soyana
***
Ölmüş fiyatına satıldı KİT’ler
Canlandı sülükler kanlandı bitler
Sıcak yalılarda bey oldu itler
Odunsuz ocaksız buyan buyana
***
Bir de meczup ile Mehdi türedi
Çekiyorlar sade suya tiridi
Sapkın tarikatın şeyhi müridi
Gidip kör şeytana uyan uyana
***
Dinleyen yok alttakinin sözünü
Karga gibi oyacaklar gözünü
Rüşvete bulaşıp kirli yüzünü
Kirli yunaklarda yuyan yuyana
***
Vurguncunun borazanı ötmesin
Halkı mal yerine koyup gütmesin
Aydınlı, bu düzen böyle gitmesin
Varıp anlatsınlar duyan duyana

YAYGINLAŞAN SOLUNUM YOLU BULAŞLARI

Dostlar,

Üst solunum yolu bulaşları (enfeksiyonları) son haftalarda ülkemizde, gözlemlere göre çok artmış durumda.
Sağlık kuruluşlarında başvuru yoğunluğu yaşanmakta.
Bu yoğunlaşmanın sayısal boyutlarını ve Epidemiyolojik niteliklerini bilmiyoruz.
Sağlık Bakanlığı düzenli veri paylaşmıyor, dönemsel (periyodik) Epidemiyolojik raporlar yayımlamıyor.
Oysa ABD’deki çok önemli ve çok değerli bilim kurumu CDCHastalıklar Koruma ve Kontrol Merkezleri haftalık MMWR yayınlıyor ABD ve dünyadaki önemli sağlık sorunlarına ilişkin.
Türkiye’de az buz değil, 100 (yüz!) milyon nüfus yaşıyor. 87 milyonu resmi yerleşik nüfus. 10+ milyon ne yazık ki düzensiz – hukuk dışı göçmen nüfus var.
Günlük hareketli transit nüfus ve 55 milyon/yıl dolayında turist.. Bu sonkiler ortalama 10 gün kalsalar, 550 milyon turist-günü yapar ki, 550 / 365 = 1,5 milyon sabit nüfusa denktir.
1927’de yapılan T.C.’nin ilk nüfus sayımı verisinin neredeyse 7-8 katıdır ama topraklar aynı!

Solunum yolu bulaşlarında artma, Epidemiyolojik irdeleme “gerçek” ise, altında yatan nedenler, üstte belirttiğimize ek olarak şöyle sıralanabilir :
– Ağır ekonomik bunalım-yoksullaşTIRma, ısınma sorunu da getirmiştir.
– Deprem kentlerinde (13 kent) hala hatırı sayılır bir nüfus uygun barınaktan yoksundur.
– Konut ve işyerleri genel olarak yeterince hijyenik-sağlıklı-güvenli değillerdir.
– Artan konut kiraları, ortak ev kiralama (komünal yaşam!) vb. nedenlerle kapalı yerlerde kişi başına düşen alanı daraltmıştır.
– Ülkenin genel huzursuz ortamı ve yaygın yoksullaşTIRma nedeniyle yeterli – dengeli beslenememe genel beden direncini düşürmektedir.

Üst ve alt solunum yolu bulaşları ile sağlık kuruluşlarına başvuranların (belki daha çoğuyla başvuramayanlar var!) sosyo-ekonomik özelliklerine (sosyal sınıflarına!) bakmak bile çok değerli fikir verecektir.

Evrensel kuraldır                    :

  • Yoksullar daha çok hasta olur.
  • Hastalanan yoksul daha da yoksullaşır.
  • Hastalık – yoksulluk arasındaki karşılıklı etkileşim NEDENSELDİR.
  • Yoksulluk, insan  – toplum sağlığı için en önemli olumsuz etkendir.

Biz Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği uzmanları, Tıbbın en temel dalı – omurgası olarak, sağlık sorunlarına böyle yaklaşmaktayız.
***
DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine baktığımızda, veri gelen ülkelere göre solunum yolu bulaşlarında artma var…

– Grip (influenza), domuz gribi
– Covid-19, yeni JN.1 varyantı ile
– RSV bulaşları
– Mikoplazma zatürreleri (pnömonileri)

başlıca 4 tablo.

TTB (Türk Tabipleri Birliği) de geçen hafta kamuoyuna uyarı yaptı ve başta Sağlık Bakanlığı olmak zere kimi kurumları uyardı. Basın da ilgilenmeye başladı.

Flash Haber TV‘den Sn. Şevin Ekinci 02 Ocak 2024 Salı günü bizi programına konuk aldı. Yaklaşık 17 dakika, soruları yanıtladık.. (Haber kuşağında 68. dakika – 85. dakika arasında)
Uluslararası yazın (literatür) kaynaklarına da dayanarak durumu açıkladık.

65+ yaş yurttaşlar daha çok gecikmeden grip (İnfluenza) aşısı olmalı.
Sağlık Bakanlığı yeterince grip aşısı sağlamamış olmakla birlikte..
Hekimlerin gerek gördüğü 65 yaş altında olanlar ve gebeler de..
Uygun durumlarda Pnömokok (Zatürre) aşısı da yaptırılmalı (hekim önerisiyle).

COVID-19 için ise                          :

DSÖ, güncellenmiş aşılarla, risk altındakilerin aşılanmasını, gerekenlere anımsatma (rapel, booster) dozu öneriyor.

Kovit’in “İnfluenza benzeri hastalık“a dönüşmediğini ve salgın riskinin sürdüğünü söylüyor. Bakan Dr. Koca ise DSÖ’nün bu uyarısına ters sözler ediyor, aşı yaptırmıyor ve Covit-19 testlerini de halka yaptırmıyor, sürveyans yok, kamuoyunu bilgilendirmek yok..

Çok ağır sorumluluk alıyor Sağlık Bakanlığı ve AKP/RTE iktidarı. Salgında 220 bin ölümü sakladılar ve önlenebilecek onbinlerce hastalanmadan ve ölümden sorumlular. Hiç ders alınmadan benzer sorumsuzluk sürüyor..

Bu devekuşu politikası, halının altına süpürme kabul edilemez ve sürdürülemez.

Açıklamalarımızı ve uyarılarımızı, önerilerimizi izlemek için lütfen tıklayın..
SKYPE aksiliği nedeniyle görüntümüz ekrana yansımadı, sesimiz telefonla ulaştırıldı..

FLASH Haber TV ve programcı Sn. Şevin Ekinci’ye teşekkür ederiz.

Solunum yolu bulaşlarından korunmada artık herkesin öğrendiği genel kurallara da uymalıyız.

Sevgi ve saygı ile. 06 Ocak 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

2024’te sağlığımız

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Sağlık 05.01.2024, BİRGÜN 

Bunu ortaya koyabilmek için her şeyden önce güvenilir veriye zamanında ulaşmamız gerekiyor ama gittikçe zorlaşıyor. Kimi zaman bebek ölüm hızı gibi en temel göstergelerde bile çelişkili sayılarla karşılaşıyoruz. Milletvekilleri de çoğu soru önergesine açıklayıcı cevap alamıyor.

Önemli kaynaklardan biri Sağlık Bakanlığı tarafından her yıl yayımlanan Sağlık İstatistikleri Yıllığı’dır. 2022 Yıllığı, üç ay önce bir haber bülteni yayımlandığı halde, henüz ortada yok. Bu durumda görece güncel veriler bakımından 1 Haziran 2023’de Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan “Türkiye Sağlık Araştırması, 2022” önemli bir kaynak. TÜİK’in güvenilirliği tartışmalarını bir yana bırakalım.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, sağlık fiziksel, ruhsal ve sosyal tam bir iyilik durumu olduğuna göre değerlendirmesi de bütünlüklü olmalı. Düzenli ve yeterli gelirimizin olmasından tutun, adalete güvenin olduğu bir ülkede yaşamaya, barış içinde huzurlu bir topluma, içtiğimiz sudan, soluduğumuz havaya, hastalanınca gittiğimiz hastaneye, hekiminden hasta bakıcısına sağlık çalışanlarının eğitimine ve çalışma koşullarına dek her şey sağlığımızı belirliyor. Tümüne burada değinmek mümkün olmasa da bazı kritik verilere göz atmakta yarar var.

KRONİK HASTALIKLAR ve ENGELLİLİK

Bir ülkede sağlığın önemli göstergelerinden biri, kronik hastalıkların önlenmesi ve yönetilebilmesi sorunudur. TÜİK’in son saha araştırması verilerine göre de 15 yaş ve üzeri yurttaşlarımızın %16,1’inde hipertansiyon, %11,4’ünde şeker hastalığı, % 6,9’unda depresyon, %8,1’inde astım var. Tüm bu hastalıklarda kadınlar aleyhine eşitsizlik göze çarpıyor. Kötü beslenme ve hareketsizliğin önemli göstergesi olan aşırı kilolu ve obez olma durumu kadınlarda % 54,5 erkelerde ise %57,2 iken yıllar içinde olumsuz tablonun sürdüğü görünüyor.

Her gün tütün kullananların oranı artmaya devam ediyor. 2012’de %23,2’ye düşen oran 2022’de % 28,3’e yükselmiş durumda. Hepimiz tütün denetiminde ciddiyetin azaldığının tanığıyız.

Engellilik konusu çok önemli. TÜİK raporuna göre, 15 yaş ve üzeri yurttaşlarda, son 10 yılda işitme engellilerin oranı % 2,2’den % 3,4’e, herhangi bir yardım almadan ya da yardımcı bir araç kullanmadan yürüyemeyenlerin oranı %4,5’ten %4,9’a, merdiven inip çıkamayanların oranı % 5,3’ten %6,6’ya, yaşıtlarına göre öğrenmede ve hatırlamada zorluk çeken bireylerin oranı %3,4’ten %4,5’e yükselmiş durumda. Görme engellilerde ise bu oranın % 5,5’ten %5,1’e düştüğü bildiriliyor. Günlük yaşam aktivitelerinde (etkinliklerinde) ve öz bakımında zorlananların oranı yıllar içinde artış gösteriyor. Engellilerin ekonomiden sağlık hizmetlerine ve sosyal yaşama dek içinde bulundukları sıkıntılar düşünüldüğünde sorunun büyüdüğünü söylememiz mümkün. Başta yaşlanma olmak üzere değişik gerekçelerle ortaya çıkan engellilik hali merkezi ve yerel yönetimlere daha çok görevler yüklüyor.

TÜİK raporunda olumlu göstergeler de var. En çarpıcı olanlardan biri yaşamı boyunca hekimden hiç hizmet almayanların oranındaki azalma. Hiç diş hekimi hizmeti almayan yurttaşlarımızın oranı 2008’de %21,7 iken 2022’de %8,8’e, hiç uzman hekim hizmeti almayanların oranı ise 2008’de % 11,3 iken 2022’de % 5,9’a düşmüş durumda. Alınan hizmetin niteliği bir yana, buradaki iyileşmeyi vurgulamak ve ihtiyaç duyulan sağlık hizmetine erişimi kolaylaştırmak gerekir. Öte yandan hekime başvuru sayılarından cerrahi işlemlere, görüntülemeye, ilaç tüketimine kadar gördüğümüz bilim dışı artış, sağlık sisteminin “tüketme” üzerine kurgulandığını da gösteriyor.

HEKİMLERİN DURUMU

Bu konuda 2023’ün son iki ayında yapılan bir anket çalışmasını TTB yayımladı. Hekimlerin %44’ü aylık ücretlerinin tümünü harcamalarına rağmen yetmediğini ifade ediyor. Hekimlerin %64’ü iş yoğunluğu nedeniyle hastalarıyla yeterli ve uygun şekilde ilgilenemediğini düşünüyor. Katılımcıların %66’sı yurt dışında hekimlik yapmayı planlıyor.

Şiddet en önemli sorun olmaya devam ediyor. Hekimlerin %87’si hasta veya yakını tarafından sözel veya fiziksel şiddet gördüğünü bildiriyor. Şiddet görenlerin yalnızca %36’sı şiddet hattına bildirimde bulunuyor. Hekimlerin %91’i sağlıkta şiddet açısından güvenli bir çalışma ortamı sağlanmadığını düşünüyor.

Hemşirelerin durumu farklı mı? Bakınız son Hemşireler Haftası açıklamasında Türk Hemşireler Derneği ne diyor:

  • Hemşireler, olumsuz çalışma koşulları, aşırı iş yükü, ekonomik zorluklar, baskı, mobbing, şiddet gibi pek çok olumsuzlukla mücadele etmeye devam etmekte, tükenmekte, emekli olmakta, göç etmektedir.”

2024’e girdiğimiz bu günlerde sağlıklı olabilmekten çok uzağız.

  • Çözüm ise sağlığı hak olarak gören, bilimin ve aklın gereği, kamucu bir sağlık sisteminden geçiyor.

Av. Erdem AKYÜZ : YORUMSUZ…

Av. Erdem Akyüz
Erdem Akyüz

Son günlerde basın yayın organlarında yer alan üç haber hakkında, hiçbir yorum yapmaksızın, yasal durumu aktarmak istiyoruz.

KONU-1

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin; tarikat, cemaat ve temel eğitim ile ilgili olarak Meclis kürsüsünden şunları söyledi:

  • “O sizin yaşadığınız eski Türkiye bitti. Vedalaşın, uyanın, uyanın. Türkiye artık bambaşka bir ülke. Sizin ‘tarikat, cemaat’ dediğiniz, bizim Sivil toplum örgütü dediğimiz yapılarla toplam on tane protokolümüz var. Onlarla protokol yapmağa devam edeceğiz.
    O sizin yaşadığınız eski Türkiye bitti. Vedalaşın, uyanın, uyanın
    .” dedi

Anayasa m.78. – “Siyasi partiler din, mezhep, tarikat esaslarına dayanamaz ve adlarını kullanamazlar.”
Anayasa m.174. – “Bazı kisveler giyilemez. Tekke ve zaviyeler, tarikatlar kaldırılmıştır,
bunlara ilişkin unvanlar kullanılamaz.”

hükümlerini taşımaktadır.

KONU-2

HÜDA PAR açılımı “Hür Dava Partisi” ama kısaltılmış adında yer alan  “Hüda = Allah – Tanrı” anlamına geliyor. Bu adın ve kısaltılmış yazılımının yasalara uygun olup olmadığı tartışılabilir veya ilk iki hece arasında bir çizgi olmalıdır.

HÜDA PAR Genel Başkanı “Eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerine serbestçe tartışılabilmelidir.” diyor.

Parti Tüzüğünde yer alan maddeler arasında :

-“Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilmelidir,
-Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmelidir,
– İlköğretim öğrencilerine okutulan, ırkçılık kokan ‘Andımız’ ve benzeri metinler kaldırılmalıdır. – Muhtelif yerlerde yazılan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ gibi yazılar silinmeli,
– “Bir Türk dünyaya bedeldir.” şeklindeki ırkçı söylemlere son verilmelidir
.”
içerikli yazımlar var.

Anayasamızda ve Siyasi Partiler Kanunlarında bu konulara ilişkin çeşitli ve değiştirilemez nitelikte maddeler vardır. Bunların biri Anayasa’nın 3 maddesinde:

Anayasa m.3 Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. biçiminde yer almaktadır.

KONU-3

 Gazete haberlerinde yer aldığı üzere Saray’ın günlük harcaması, harcama ve fiyatlardaki artış bir yana, günlük 33.600.000 TL (33 milyon 600 bin lira) olacakmış. Koruma hizmetleri için de günlük 10.000.000 TL (10 milyon lira) harcanacakmış. Yani toplam günlük harcama 43.600.000 TL (43 milyon 600 bin lira) olacakmış. En düşük emekli aylığının 7.500 TL olduğu günümüzde, Sarayın –personel aylıkları ve öbür harcamaları dışında– bir günlük harcaması 5.813 kişinin aylık gelirine eşit oluyor.

Hiçbir yorum yapmadan, günlük haberleri aktarmak istedik.

Saygılarımızla, 05.01.2024

https://www.turkishnews.com  
https://twitter.com/turkishforum
https://www.facebook.com/turkishforum4
https://www.youtube.com/channel/UC1xITM5DSfqNAzOHxbfgr8A

Mustafa Aydınlı şiiri : OLANA BAKIN..

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı

 

OLANA BAKIN

Eller yarışırken uzay çağında
Cahilde feraset bulana bakın
Çift ürün alırken eller bağında
Bir susuz bozkıra kalana bakın
***
Yağmadan, çapuldan payın alanlar
Alıp bir gecede Karun olanlar
Devleti soymayı caiz bulanlar
Karnı haram ile dolana bakın
***
Bir değil, beş değil, karıştı sayı
Düşte görür olduk şekeri çayı
Tilkiye aş oldu aslanın payı
Bakın memlekette talana bakın
***
Bir türlü sonumuz çıkmadı düze
Güvenemez olduk her gülen yüze
Kuşku ile bakar olduk her söze
Kuyruklu kuyruksuz yalana bakın
***
Aydınlı, her işin bir sonu vardır
Kıştan sonra gelen elbet bahardır
Vatan kutsal, yaşanacak diyardır
Yarın olacağa, olana bakın…