Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Harf Devrimi  

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, Strateji uzmanı

Yarı sömürge durumuna getirilmiş, geri bıraktırılmış, yoksul, savaş yorgunu, hastalıklı ve cahil bir ulusu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmayı amaçlayan Atatürk devriminin temeli kültür devrimidir.

Kültür devriminin önemli bir öğesi ise, 96 yıl önce Arap abecesinden Latin harflerine dayalı Türk abecesine geçiştir : 1 Kasım 1928.

Devrim Gereksinimi

Türklerin Müslümanlaştırılmasından sonra yaklaşık bin yıldır kullanılmakta olan Arap harfleri Türkçeye uyumlu değildi. Türkçe ünlü harfler bakımından zengin iken, Arapça ünsüzler  bakımından zengindi, Arapçada kimi ünsüz harflerin birden çok yazılışı vardı. Örneğin iki çeşit ”t”, üç çeşit “h”, dört çeşit “z”, iki çeşit “k” vardı. Buna karşılık a, u ve ı olmak üzere üç adet ünlü  harf bulunuyordu.[1] Türkçede ise sekiz adet ünlü harf bulunmaktadır. Arap harfleri bitişik yazılmakta; kelimenin başında, ortasında sonunda veya tek başına yazıldıklarında farklı yazılmakta ve okunmakta idi. Arap harfleri ile eser basmak, pek çok karakterin dizilmesini gerektirdiğinden zordu. Bu nedenlerle hem kitap sayısı çok az hem de Arap harfleri ile Türkçeyi okumak-yazmak zordu, Okur-yazar oranı erkeklerde %7, kadınlarda % 0.4 düzeyinde idi. Okur-yazarların büyük bölümünü subaylar, memurlar, öğretmenler ve azınlıklar oluşturuyordu. Biri Osmanlı’nın Enderun sınıfının kullandığı yazılan ama konuşulmayan Türkçe, öbürü ulus dili olarak konuşulan ama yazılamayan Türkçe olmak üzere iki ayrı dil oluşmuştu.[2] Bu durum ulusal birliğe ve Atatürk’ün kurmak istediği çağdaş cumhuriyete uymuyordu.

Devrim

Büyük devrimci Atatürk, Arap abecesi  yerine Latin harflerine dayalı bir Türk abecesine geçmeyi çok önceden düşünmüş, öbür devrimlerde yaptığı gibi zamanı ve yeri gelince adım adım uygulamaya koymuştur.

Cumhuriyet ilan edildikten (1923), halifelik kaldırıldıktan (1924), giysi (kıyafet) devrimi yapıldıktan (1925) ve hukuk devriminden (1926) sonra sıra harf devrimine gelmiştir.

Harf devrimi iki aşamada geçekleşti:

Birinci aşamada konu uzmanların görüşleri alınarak geliştirildi, kamuoyuna anlatıldı ve benimsetildi, yeni harflerle okuma-yazma seferberliği başlatıldı.

İkinci aşamada yasa çıkartarak, resmi yazışmalarda, okullarda uygulanarak ve Millet Mektepleri kurularak devrim kurumsallaştırıldı.

Harf devriminin gelişimi şöyledir:

8 Ocak 1928’de Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt’a Türk Ocağında Türk harfleri konusunda bir konferans verdirdi. Atatürk Yeni alfabeye “Latin abecesi ” değil “Türk abecesi” diyordu. Latin abecesinden Türkçeye uymayan q, x, w gibi harfler ile ch, sc, sch gibi ikili üçlü harfler  alınmamıştı.

24 Haziran 1928’de Atatürk, Latin harflerinin Türkçeye uyumunu incelemek amacıyla Ankara’da bir komisyon (abece komisyonu) kurdu. Büyük önder, “Ben ordunun memleketi ve milleti bir sonuca götüreceği noktalarda emir verebilirim ama bilim ve özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben komut veremem. Bu alanda isterim ki, beni bilim adamları aydınlatsınlar.” diyordu.”[3]

1 Ağustos’ta Abece Kurulu 20 dolayında ülkenin Latin harfleri temelli abecelerini incelemiş ve 41 sayfalık bir rapor hazırlamıştı.[4] Falih Rıfkı Atay, Kurulun bulgularını İstanbul’da Atatürk’e sundu. Kurul, Latin harflerine geçişin beş – on beş yıl alacağını değerlendirmişti. Atatürk “Ya üç ayda olur ya da hiç olmaz[5] diyerek devrimci yaklaşımının ortaya koydu.

9 Ağustos’ta CHP’nin Sarayburnu’ndaki eğlence gecesinde Atatürk, “Arkadaşlar asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz.” dedi. [6]

11 Ağustos’ta Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda ilk yeni abece dersini verdi.

21 Ağustos’ta çeşitli devlet dairelerinde yazı kursları açıldı.

21 Eylül’de Atatürk Cumhurbaşkanı sıfatı ile Başbakanlığa yeni harfler hakkında bir yazı gönderdi.

29 Eylül’de ”Yeni Harfler Marşı (abece marşı)” bestelendi.

8-25 Ekim’de memurlar yeni harfler konusunda sınava girdiler.[7]

Dolmabahçe Sarayına karatahtalar yerleştirildi. Atatürk kendisini ziyarete gelenlere, memurlara, dostlarına, yanında çalışanlara ders veriyordu.[8] Saray bir bilim akademisi durumuna gelmişti. Dilciler, tarihçiler, şairler, yazarlar, milletvekilleri, bakanlar her gün salonlarda toplanıyorlar büyük önderin başkanlığı altında tartışmalar yapıyorlar ve önderin masası önünde harf sınavından geçiyorlardı.[9]

Böylece bilim insanlarının önerisine uygun bir abecenin kamuoyuna benimsetilmesi sağlanmış, ulus yeni harfleri coşku ile benimsemişti. Sıra ikinci aşama olan yasal düzenlemeye gelmişti.

1 Kasım 1928’de TBMM’nin yeni yasama yılına başladığında açılış töreninden sonra gerekli komisyon derhal toplandı konuyu kararlaştırdı. Tasarı hazırladı. Bu yeni harfli yasa tasarısı aynı gün toplanan genel kurula gönderilerek oybirliği ile kabul edildi.[10] 3 Kasım 1928 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. 1 Ocak 1929’dan başlayarak resmi yazışmalarda eski harflerle yazmak yasaklandı, yeni harfleri kullanmak zorunlu oldu.1928-1929 eğitim yılından başlayarak okullarda yeni harflerle eğitim verilmeye başlandı.

24 Kasım’da Mili Eğitim Bakanı Mustafa Necati tarafından hazırlanan “Millet Mektepleri Yönetmeliği” Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. 24 Kasım öğretmenler günü ilan edildi. Aynı gün Atatürk’e Bakanlar Kurulu tarafından “Başöğretmen” sanı verildi.[11]

Atatürk’e 5 Ağustos 1921’de verilen başkomutan sanı 20 Temmuz 1922’de süresiz uzatıldığından, büyük önder tarihte eşine rastlanmayacak biçimde hem başkomutan hem başöğretmen sanlarını birlikte taşıyordu.

Millet mektepleri 1 Ocak 1929’da açıldı. Millet mekteplerinin yönetmeliğini hazırlayan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati aynı gün ölmüştü. 16-45 yaşları arasında olan okuma-yazma bilmeyenlerin millet mekteplerine katılması zorunlu kılındı. Mekteplerde 20 bin öğretmen görev aldı.

Millet Mektepleri 1936’da Halk Evlerine devredilinceye dek 2.5 milyon yurttaşa okur-yazar belgesi verdi.[12]. Okur-yazar oranı %7’den %20’ye çıktı. Aynı dönemde (1928-36) nüfus da 13 milyondan 16 milyona çıkmıştı.[13] TSK da bünyesinde açtığı 16 er okuma-yazma okulunda (Ali Okulu) 532 266 ere okuma-yazma öğreterek okuma-yazma seferberliğine katıldı.[14]

Yeni harflerin kabul edilmesinden sonra, nüfusun artmasına karşın, sürekli büyüyen okur-yazar oranı günümüzde % 90’ı aştı.

1932 yılında Harf Devriminin devamı ve tamamlayıcısı niteliğindeki Dil Devrimi yapılarak Türkçemiz Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırıldı. Böylece Türkçemizi Türk abecesi ile okur- yazar olabildik. Kimi karşı devrimcilerin söylediği gibi Atatürk dilimizi ve yazımızı değiştirmedi, bize ait olmayan abece ve dil yerine Türk abecesini ve Türkçeyi getirdi.

Harf Devrimi’nden sonra basılan kitap sayısı da hızla arttı.

Anayasamızın 174. maddesine göre 1 Kasım 1928 tarihli Türk Harflerinin Kabulü Hakkındaki Yasa, koruma altına alınan Devrim yasalarındandır; Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez.

Değerlendirme

Arapçaya, olmayan bir kutsallık yükleyen karşı devrimcilerin savladığı gibi Harf Devrimi ile ulus bir günde cahil olmadı. Zaten cahildi. % 7 (kadınlarda %0.4) olan okur-yazar oranı nüfus artışına karşın zamanla bu günkü tama yakın düzeyine ulaştı. Mezar taşlarını okuyamasa bile onlarca kitap okuyan kuşaklar yetişti.

Harf Devrimi ile Türk ulusu, çağdaş uygarlık yolunda önemli bir atılım yapmış oldu.

1928’de ilan edilen 24  Kasım  öğretmenler gününde ilk ve orta öğretim öğretmenleri anılmakta ve kutlanmaktadır. Bunun nedeni 1928’de daha üniversite reformunun yapılmamış olması ve devrimde ilk ve orta öğretim öğretmenlerinin öncü rol oynamasıdır.

Bugün gelinen noktada aynı işleve sahip üniversite öğretim elemanları da öğretmenler gününde anılmalı ve kutlanmalıdır.

24 Kasımların “öğretmenlerin sorunlarını dile getirme günü” olmaktan çıkartılması ve gerçek anlamı ile kutlanması dileği ile tüm öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun.

Kaynaklar 

[1] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayını, İstanbul, 2013, s.202.
[2] Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar, İstanbul, 2013, s.511
[3] Aydemir, a.g.e., s.297
[4] Turgut Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi İkinci Kitap, Bilgi  Yayınevi, İstanbul, 2010, s.313
[5] Mango, a.g.e. s.465
[6] Özakman, a.g.e. s.316
İ[7] Aydemir, a.g.e. s.301
[8] Kinross, a.g.e. s.514
[9] Maarif vekaleti, a.g.e. s.254
[10] a.g.e. s.301
[11] ttps://www.sozcu.com.tr/2015/kultur-sanat/basogretmen-mustafa-kemal-ataturk-ve-24-kasim-993434, erişim: 5 eylül 2018
[12] Sina Akşin Kısa Türkiye Tarihi,  Türkiye İş Bankası Yayını, İstanbul, 2013, s.203
[13] Mango, a.g.e. s.467
[14] http://tr.yenisehir.wikia.com/wiki/Okuma-Yazma_ %C3%87al%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1n%C4%B1n_Tarih%C3%A7esi, Erişim 6 Eylül 2018

Sistemsizliği sürekli kılma hamleleri

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset, BİRGÜN 07.11.2024

Ne kadar çabuk geride kaldı rejim ve sistem tartışması. Aslında 2017 Anayasa değişikliği sırasında da rejim ve sistem tartışması bilimsel düzlemde yapılamamıştı. Değişikliği dayatanlar, “biz sistem değişikliği ile yetiniyoruz” savunması yaparken; değişikliğe karşı çıkanlar, “bu bir rejim değişikliği” diyorlardı.

Oysa, siyaset biliminin rejim ve sistemi tanımına göre, her ikisi de değiştiriliyordu. Hatta, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) adlandırmasının anayasal gerçeklikle bağdaşmadığını, Hükümet’in kaldırılmış olması ve Anayasa md.103 normu ile bağdaşmadığı halde Cumhurbaşkanı’nın parti başkanı olması, adlandırmayı sanal kılıyordu. Siyasal sorumluluk yokluğu ve hukuki güvenlik sorunu ise sistemden söz etmeyi zorlaştırıyordu.

Daha somut anlatımla, Yasama ve Yürütme yapılanması ve ilişkileri üzerine anayasa kuralları rejim, bunun işleyiş ve uygulanma biçimi sistemi ortaya koyduğuna göre; kamu makamlarının yetkilerini anayasal çerçevede kullanmaları ölçüsünde hukuki güvenlik ve sistemden söz edilebilirdi. Ne var ki, “yurttaşların güne hangi ortam ve koşullarda başlayacağı”, uygulamada giderek belirsiz bir durum almakta idi.
∗∗
Hatırlayalım: Haziran 2015 seçimlerini yineleyerek ancak yeniden siyasal çoğunluğu elde eden AKP, 2019 yerel seçimlerinin rövanşını yine Anayasa’ya aykırı biçimde kayyum uygulaması ile alma yoluna gitti.

2023 seçimlerini “resmi dezenformasyon videoları” ile alan Cumhur İttifakı, 2024 yerel seçimleri yitirmenin hıncını bu kez, kayyum yelpazesini genişleterek almaya çalışıyor.

Gerçi, Anayasa Mahkemesi’nin 27 Ekim 2023 günlü C. Atalay kararından, TBMM’de 16 Ağustos 2024 günlü kavgalı oturumu arasındaki zaman diliminde yaşananlar, “Anayasa suçu” nun ne olabileceği üzerine yeterli fikir vermişti. Ama TBMM’nin 1 Ekim’de açılması ile başlatılan siyasal süreç, sistemsizliğin ülkeyi, toplumu ve devleti nerelere savurabileceğini de gösterdi.
∗∗
Keyfi anayasal alanlar” genişledikçe, toplumda, “yöneticiler, yeter ki Anayasa’ya uysun; biz otoriter düzenlemelere de rıza gösteririz” algısı doğabilir. Ancak, keyfi uygulamanın temel taşlarının demokratik olmayan Anayasa hükümleri ile atıldığı da göz ardı edilmemeli.  “Demokratik/otoriter/fiili-keyfi” olarak “Anayasa’nın üç hali”nin “üçüncü yelpazesi” sürekli genişliyor ve belirsizleşiyor.
∗∗
Öyle ki, üzerinde yoğunlaşma gereği bulunan Anayasa hukuku alanı fikri tartışmasına sıra bile gelmiyor. Üç katmanlı Anayasa hukuku alanı: Norm olarak Anayasa metninde yazılı kurallar, ulusal hukuka dahil edilen uluslararası sözleşmeler ve hukuk –hukukun genel ilkeleridir.

Hukuku etkili kılmak için bu tartışmaları yapabilmek bir yana, Anayasal bilgi kirliliği eşliğinde sürekli hale getirilen “sözde anayasacılık” söylemleri ve Anayasa dışı uygulamaların yaygınlaşması, “sistemsizliği sürekli kılma” iradesi (istenci) ile örtüşmekte.

Bu nedenle, asıl odaklanılması gereken, siyasal sorumluluk ve hesap verebilir bir yönetim yokluğudur. Hesap vermekten ve siyasal sorumluluktan bağışık Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme  (PBDBY), kendini Anayasa-üstü ve dışı bir mecraya (katmana) konumlandırmış bulunuyor. Öyle ki; bu işleyişte, Cumhuriyet’in temel organları olarak Yasama-Yürütme-Yargı’dan çok Cumhur İttifakı, ama daha çok İttifak bileşeni iki parti yöneticisi öne çıkıyor.
∗∗
Bu ortam ve koşullarda Yasama, Yürütme ve Yargı faaliyetlerini, Anayasa ve hukuk merceğine tabi tutma ve Anayasa’ya saygı yükümlülüğünü sürekli işleme gereği yaşamsaldır. Öyle ki,  anayasal dezenformasyonu aşmaya ve Anayasa’ya saygıyı sağlamaya yönelik çabalar kurumsal temellere oturtulamaz ve sürekli kılınamaz ise, “sistemsizliği sürekli kılma” hamleleri (girişimleri)  kurumsallaşır.

İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” savunucuları, “Anayasa’ya saygı içinde siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi” ereğinde dayanışma içinde olmalı; TBMM önünde sorumlu ve hesap verebilir bir Hükümet hedefini sürekli gündemde tutmalı.
=========================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 07 Kasım 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÖZENTİ

RTE‘nin danışmanı Uçum, 29 Ekim mesajında, “Atatürk’ün pratiği ve vizyonu olan ülke liderliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ihya oldu.” yazdı.

Kıskançlıktan çatlayacaklar…

FESLİ

Mahdum Bilal’in TÜGVA’sı, Cumhuriyet Bayramı’nda Atatürk düşmanı ve Yunan hayranı fesli Kadir’in konuşmasını paylaştı.

Ataları…

SAYGISIZLAR

Her törende olduğu gibi, yine bir grup bindirilmiş yalayıcı kıta, Anıtkabir’de “RTE” sloganları attı.

Anıtkabir’den atılacakları günler yakındır…

KINIK

Kızılay eski başkanı Kerem Kızık’ın kızı Zehra, bir kişiyi öldürmek, iki kişiyi yaralamakla suçlandığı davada tutuksuz yargılanırken, ilk duruşmada adli kontrol tedbiri de kaldırıldı.

Kınık, deprem zamanı Kızılay çadırlarını satmakla ünlenmişti.

Katilden sorumlu kızının kurtarılması ile ününe ün katabilir…

TARİKAT

Sincan’daki  Suffe Derneği isimli İsmailağa Tarikatı yurdunda, çocuk yaştaki 20 öğrencinin eğitmenler tarafından sık sık darp edildiği ve olayın yurt yönetimince örtbas edildiği öğrenildi.

Tarikatların suç işleme özgürlüğü dönemi…

HUKUK

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı için Özgür Özel’in “Sen RTE’nin Zekeriya Öz’üsün” demesi üzerine Adalet Bakanı Tunç, “T.C. bir hukuk devletidir. Kimsenin yargıyı tehdit etmek hakkı da haddi de değildir.” dedi.

Benim bildiğim hukuk devletinde yargı, iktidarın güdümüne girmez…

OLMASAYDI

AKP Sakarya milletvekili Lütfi Bayraktar, “AKP olmasaydı ekmek bulamazdınız, vatanınız olmazdı, cennete gitmenin yolu AKP ‘den geçiyor.” dedi.

At martini Debreli Hasan, dağlar inlesin!..

ÖLÇÜ

AKP iktidarı 2025 için harçlara %44, maaşlara ise %12-16 zam yapıyor.

Ekonomistin ölçeği…

TÜRK

Mardin Belediye başkanı Ahmet Türk’ün yerine üçüncü kez kayyum atandı.

Adamın adaylığını onaylayanları kutlarım…

DEM eşbaşkanı Tuncay Demirhan’ın tehlikeli konuşması

Türkiye Kamuoyuna,

DEM eşbaşkanı Tuncay Demirhan’ın aşağıdaki konuşması çok hatalı ve çok da tehlikeli.

https://pic.x.com/M9WNtLmMaR 

Öfke sağduyuyu bastırmış. AKP’nin işine yarar, gerilim tırmanırsa OHAL gündeme gelebilir.

  • “…Şeyh Saitler ne yaptıysa, Sakineler ne yaptıysa
    Kürt halkı da onların yaptığını yapacaktır.”


    sözleri açıkça suç.
    Halk isyana teşvikten farksız.
    Asla kabul edilemez.
    Şeyh Sait isyanı İngiliz güdümlüydü ve Musul’u yitirdik (1925).
    Günümüzde biz 86 milyon kardeşiz.

“Kürt sorunu” adı altında “özerklik” veya “federasyon” istemi ve buna yol açacak istemler anayasaya ve Türkiye’nin tekil (üniter) yapısına aykırıdır. Anayasaya göre dini, mezhebi,
etnik kimliği, dünya görüşü ne olursa olsun, herkes zaten eşit yurttaş. (Anayasa m.10 ve 66)

Ek olarak Kürt etnik kimliğine ayrıcalıkla “Kürtlere eşit yurttaşlık” istemi anlamsız.

Türkiye’de salt Kürt etnik kimliği yok, onlarca etnik kimlik var. Darmadağın olur Türkiye!

Anadilde eğitim” ile “anadil eğitimi” de aynı şey değil. “Anadilde eğitim” Türkiye’nin tekil (üniter) yapısına ve anayasaya aykırı. “Anadil eğitimi” konusunda eksikler üniter (tekil) yapı içinde giderilir.

HDP’li – DEM’li politikacıların AİHM kararlarına karşın tutuklu olmaları; DEM’li seçilmiş belediye başkanlarının yerine, hukuka aykırı kayyum atanması da çözülmesi gereken sorunlardır.

CHP oyuna gelmemeli, emperyalist kışkırtmalara ve iktidarın gerilime çanak tutmasına hayır demlidir!

Bunun ötesinde, üniter (tekil, bütüncül) yapıya aykırı bir “Kürt sorunundan” söz etmek, emperyalizme hizmet etmektir.

Hiç ama hiç unutulmasın, tarih kaydetmemiştir                      :

1. Emperyalizmle işbirliği yapılarak özgürlük savaşımı (mücadelesi) verilemez;
eşyanın doğasına aykırıdır!
2. Emperyalizmin herhangi bir halkı – topluluğu – ulusu özgürlüğüne kavuşturduğu görülmemiştir.
3. Kürt yurttaşlarımız Batı emperyalizmi ile müttefik olarak Anadolu’daki öbür kardeşlerine silah kullan(a)mazlar, bunu onurlarına yakıştıramazlar. Kurtuluş savaşında birlikte döğüştük!

4 Kasım 2024, Dr. Ahmet SALTIK @profsaltik
https://x.com/profsaltik/status/1853513931915956286

Sevgi ve saygı ile. 04 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

‘Kürt sorunu’ sorunu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
,
04 Kasım 2024, Cumhuriyet

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, terör örgütü PKK’nin feshedildiğini açıklaması koşuluyla PKK’nin kurucusu Abdullah Öcalan’ın TBMM’de konuşması çağrısı faciasından sonra yeni bir facia daha yaşandı ve CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklandı, yerine de bir kayyum atandı.

Ahmet Özer’in siyasal görüşlerine katılıp katılmamak ayrı bir konudur, görüşü ne olursa olsun, hukuk ve adalet dışı uygulamalara karşı çıkmak ayrıdır. Hukuka sahip çıkmanın ölçütü kişilerin siyasal görüşlerini paylaşmak olamaz. Olursa, hukuk devleti yıkılır, “hukuk” siyasal çıkarların aracına dönüşür. AKP’nin ve MHP’nin yaptığı da budur.

Ahmet Özer hakkındaki iddianamede, belediye başkanlığı öncesine ait kimi olaylar anlatılmış. Ahmet Özer seçimlerden önce suç işlediyse, suç işlediği için hüküm giydiyse veya suç işlediğine ilişkin ciddi bir bulgu varsa, seçimde aday olmasına resmen nasıl izin verildi?

Ahmet Özer bir suçtan dolayı hüküm giymiş birisi değil.

İddianamede aleyhindeki söylemler ve eylemler de AKP’nin Kürt sorununa” yönelik sözde “çözüm sürecine” denk gelmektedir ve bu dönemde, AKP’li siyasetçilerin birçoğu da benzer söylemler ve eylemler içinde olmuşlardır.

Anayasada belirtildiği gibi hukuk ve yasalar herkese eşit uygulanacaksa, insanların iktidarda olup olmamasına, siyasal görüşüne, üyesi oldukları siyasal partiye göre uygulanmayacaksa, Ahmet Özer’in tutuklanması nasıl açıklanabilir?!

Bu uygulamanın “Ergenekon”, “Balyoz”, “Casusluk”, “Oda TV”, “Gezi”, “28 Şubat” gibi hukuk dışı bir kumpas olduğu, anayasanın yargı bağımsızlığıyla ilgili 138. maddesinin ihlali (çiğnemi) ve
halk egemenliğinin gasp edilmesi anlamına geldiği açıktır.
***
Kürt sorunu olarak anılan konunun, emperyalizmin bunu suiistimal ettiği bilindiği halde, yapay biçimde, AKP’nin ve MHP’nin provokasyonuyla gündeme sokulması da ayrıca bir sorundur.

  • Türkiye’nin ekonomi, adalet, hukuk, eğitim, sağlık gibi birçok yaşamsal sorunu varken,
    bu konu durduk yere neden gündeme gelmiştir?

CHP yönetimi ve muhalefet bu konuda tuzağa düşmemelidir.

CHP, AKP’nin ve MHP’nin gölgesinde siyasetini sürdürürse ciddi oy kaybına uğrayacaktır. 

Ayrıca Kürt sorunu ifadesiyle neyin kast edildiği de somut biçimde ortaya konmalıdır.

Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının etnik ve kültürel kimliklerinin ve Kürtçe dilinin, geçmişte, onlarca yıl reddedildiği ve bu çerçevede Kürtlerin uzun yıllar baskı altında kaldıkları gerçektir. Ancak bu sorun yakın geçmişte büyük ölçüde çözülmüştür; kültürel haklar konusundaki eksikler de zaman içinde giderilmelidir. CHP’nin parti programında ifade edildiği gibi;

  • Üniter (tekil) yapı korunarak, Kürt kökenli vatandaşların kültürel asimilasyona uğratılması önlenebilir. 

Ancak “Kürt sorunu” adı altında “özerklik” veya “federasyon” istemi ve buna yol açacak uygulamalar söz konusu ise,
bu anayasaya ve Türkiye’nin üniter yapısına aykırıdır. 

Anayasaya göre dini, mezhebi, etnik kimliği, felsefi görüşü ne olursa olsun, herkes zaten eşit vatandaştır. Buna ek olarak Kürt etnik kimliğine ayrıcalık yapılarakKürtlere eşit yurttaşlık” ifadesine başvurmak anlamsızdır.

Çünkü Türkiye’de salt Kürt etnik kimliği yoktur, onlarca farklı etnik kimlik vardır.

“Anadilde eğitim” ile “anadil eğitimi” de aynı şey değildir.

“Anadilde eğitim” Türkiye’nin üniter yapısına ve anayasaya aykırıdır. 

“Anadil eğitimi” konusundaki eksikler de üniter (tekil) yapı korunarak giderilebilecek şeylerdir.

HDP’li/DEM’li kimi siyasetçilerin AİHM kararlarına aykırı biçimde tutuklu olmaları;
DEM’li seçilmiş belediye başkanlarının yerine, hukuka aykırı biçimde, kayyum atanması da çözülmesi gereken sorunlardır.

Bunun ötesinde, üniter (tekil, bütüncül) yapıya aykırı bir “Kürt sorunundan”
söz etmek, emperyalizme hizmet etmektir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trabzon Çay TV konuşmamız :29 Ekim 2024, Cumhuriyetimizin 101. Yılı

Dostlar,

29 Ekim 2024 günü, Trabzon ADD (Atatürkçü Düşüne Derneği) Şubesi’nin çağrılısı olarak bu kente gittiğimizde verdiğimiz konferans yansılarına (slaytlarına) ve fotolarına web sitemizde yer vermiştik.
(Bkz. https://youtube.com/live/OjqyHxpD37s?feature=share
https://x.com/profsaltik/status/1852325187833692594http://ahmetsaltik.net/2024/11/01/add-trabzon-konusmamiz-cumhuriyetimiz-101-yasinda-sonsuza-dek-yuceltecegiz/)

Aynı gün akşam, ÇAY TV‘nin konuğu olduk ve Sayın Aleyna Keskin‘in Cumhuriyet’imizin 101. yılına ilişkin sorularını yanıtladık. Cumhuriyet’in ilanına geliş öykümüz, T.C.’nin 101 yıllık başarıları ve son bölümde de ne yazık ki T.C.’ne dönük ciddi – ağır kuşatma ve tehditleri,
olası çözümleri konuştuk.

Lütfen aşağıdaki erişkeleri (linkleri) tıklayınız, youtube ya da facebook ortamında izleyiniz..
(48,5 dakika)

https://www.youtube.com/live/LP6xrYE-qjQ?si=P1BRq-HFfOJKWT1l

https://www.facebook.com/share/v/FBonxaf5WuovPgCA/?mibextid=wwoq3v

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

T.C.’ne dönük iktidar kaynaklı tehditlerin hafife alınmaması

ve yeniden ULUSAL BİRLİK sağlanarak kuşatmanın yarılması gerekiyor..

Ulusal ölçekte bir kararlılık ve seferberlik kaçınılmaz görünüyor.

Anamuhalefet CHP, tarihsel yüküm ve sorumluluklarını yerine getirmeli, Ulusu örgütlemeli ve “meşru savunma” hakkı kullanımını çok gecikmeden gündeme almalıdır.
***
ÇAY TV yönetimine ve programı yürüten Sayın Aleyna Keskin‘e içten teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 04 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver KUMBASAR
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı
ekumbasar60@hotmail.com 

Kaynak : Herkese Bilim Teknik, s. 445, 31 Ekim 2024

Dergimizin 440. sayısında genel olarak hakaret suçlarını değerlendirmiştik. Bu yazımızda, önemi nedeniyle özel olarak düzenlenmiş Cumhurbaşkanına hakaret suçunu ele ela alacağız.

Son yıllarda Cumhurbaşkanına hakaret suçlarında giderek artan oranda olağanüstü bir artış gözlenmiştir. 2014 yılında 132 kişi hakkında soruşturma açılmışken, 2019 yılında 36.000 kişi hakkında soruşturma yapılmıştır. 2014 yılında 40 mahkûmiyet kararı verilmişken, 2019’da bu sayı 2775’tir. Bu suçtan tutuklananlar ise ayrı bir tartışma konusudur.

Genel olarak hakaret suçu 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Şerefe Karşı Suçlar” bölüm başlığı altında 125-131. maddelerde düzenlenmiştir. Cezası iki yıla dek hapis ya da adli para cezasıdır (m.125/1). Cumhurbaşkanına hakaret suçu ise aynı yasanın “Devletin Egemenlik Alametleri ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı bölümde yer alan 299. maddede düzenlenmiştir. Genel olarak hakaret suçlarının soruşturma ve kovuşturması şikayete (yakınmaya) bağlı olmakla birlikte, Cumhurbaşkanına hakaret suçunda şikayet (yakınma), soruşturma ya da kovuşturma şartı (koşulu) değildir. Ancak bu suçtan kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine bağlanmıştır (m.299/3). Suçun cezası bir yıldan dört yıla dek hapistir (m.299/1). Suçun aleni işlenmesi halinde verilecek ceza altıda bir oranında artırılır (m.299/2).

TCK’nın 125-131. maddelerinde düzenlenen genel hakaret suçlarında suçun kamu görevlisine karşı işlenmesi halinde (durumunda) cezanın alt sınırının bir yıl olacağı ve şikayet şartının (yakınma koşulunun) aranmayacağı hükmü (m.125/3-a) gözetildiğinde, ayrıca Cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlemesine neden gerek duyulduğu tartışılmıştır. Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. maddesinin hükümet gerekçesinde bu durum; Cumhurbaşkanının devleti temsil etmesi ve Anayasada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak, O’nun kişiliğine yöneltilen hakaretin bir bakıma Devlet güçleri aleyhine cürümlerden sayılması gerektiği düşüncesinden hareketle bu düzenlemenin yapılması yoluna gidildiği belirtilmiştir.

Cumhurbaşkanının tarafsızlık yemini

Anayasaya göre Cumhurbaşkanı halkoyuyla seçilir (m.101). Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türk Milletinin birliğini temsil eder (m.104). Görevine başlarken tarafsızlık yemini yapar (m.103). 2017 değişiklikleriyle Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğini kesme zorunluluğu kaldırılmış, ki mevcut Cumhurbaşkanı bir siyasal partinin genel başkanıdır, görev ve yetkileri olağanüstü artırılmıştır. Gerek genel hakaret suçundaki kamu görevlisine karşı hakaret suçunda (m.125/3-a) gerekse Cumhurbaşkanına hakaret suçunda (m.299/1) cezaların üst sınırları farklı olmakla birlikte alt sınırları aynı olup, bir yıl hapistir. Öte yandan Cumhurbaşkanı Devletin ve Milletin birliğini temsil etmekle birlikte siyasal/partili kimliği de gözetildiğinde, tartışmaların odağında yer alacağı açıktır, öyle de olmaktadır.

Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddenin Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi 14.12.2016 tarihli kararıyla; itiraz konusu kuralın ifade özgürlüğüne yönelik bir sınırlandırma getirdiği açık olmakla birlikte, söz konusu sınırlamanın demokratik toplum düzeni bakımından alınması gereken tedbirler kapsamında kaldığı, kişilerin başkalarının şöhret veya haklarına zarar vermemek suretiyle düşünce ve kanaatlerini açıklamalarına engel oluşturmadığı, dolayısıyla kuralla getirilen sınırlamanın, Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün amacına uygun bir şekilde kullanılmasını son derece zorlaştıran veya onu kullanılamaz duruma düşüren kayıtlara bağlanmadığı ve hakkın özüne dokunulmadığı, düzenleme ile Cumhurbaşkanının Devleti temsil etmesi ve konunun önemine göre yargılama yapılmasında kamu yararı bulunmayabileceği hususları gözetilerek, söz konusu suçtan dolayı kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanının iznine bağlı tutulduğu gerekçeleriyle hükmün Anayasaya aykırı olmadığına hükmetmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Cumhurbaşkanına hakaret suçlarına ilişkin ülkemizdeki yargısal uygulamalar (Hapis cezası, tutuklama vb.) hakkında çok sayıda ihlal kararı vermiştir. 19.10.2021 tarihli Vedat Şorli / Türkiye kararında AİHM, hakaret suçu açısından Cumhurbaşkanının herkesten daha çok korunması ve Cumhurbaşkanına hakaretin (TCK 299), genel hakaret suçundan (TCK 125) daha ağır ceza ile cezalandırılması AİHS’nin ruhuna uygun olmadığını belirtmiştir. 26.6.2007 tarihli Artun ve Güvener/Türkiye kararında ise, Cumhurbaşkanının itibarının (saygınlığının) korunması ile Cumhurbaşkanı hakkında görüş bildirme ve bilgi verme özgürlüğü karşılaştırıldığında, Cumhurbaşkanının itibarının korunması amacıyla söz konusu özgürlüğü kullanan kişiye hapis cezası verilmesinin haklı bir yanının bulunmadığını belirtmiş, aksi tutumun, çağdaş uygulama ve siyasal kavramlarla bağdaşmayacağını vurgulamıştır.

Görüldüğü üzere düzenlemenin (m.299), Cumhurbaşkanını özel koruma ihtiyacı, suçta ve cezada orantılılık, demokratik toplumda ifade özgürlüğü bakımlarından sorunlu olduğu açıktır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanına yönelik hakaret suçlarında özel bir koruma düzenlemesi yapılmasını gerektirecek koşulların bulunmadığı, TCK’nin 125. maddesindeki düzenlemenin
bu bakımdan yeterli olduğu düşüncesindeyim.

Hakaret Suçu

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver Kumbasar
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı
ekumbasar60@hotmail.com 

Kaynak : Herkese Bilim Teknik, s. 440, 26 Eylül 2024

Hakaret suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Şerefe Karşı Suçlar” başlıklı sekizinci bölümde yer alan 125. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur ve saygınlığına saldıran kişi üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Suçun sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile işlenmesi halinde aynı cezaya hükmolunur (m.125/2). Suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri maddenin üçüncü fıkrasında gösterilmiştir. Suçun, haksız bir fiile veya kasten yaralama suçuna karşı bir tepki olarak ya da karşılıklı işlenmesi halinde verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi ceza vermekten de vazgeçilebilir (m.129).

Hakaret suçları basit şekliyle şikayete (yakınmaya) bağlı olup, şikayet (yakınma) yokluğunda soruşturma ve kovuşturma yapılamaz, yapılmışsa sonlandırılır.

TCK’nın 299. maddesinde özel bir hakaret türü olarak Cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlenmiştir: Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cumhurbaşkanına hakaret suçunun soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı değildir ancak Adalet Bakanının iznine tabidir.

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer kişiler nezdindeki saygınlığıdır. Bu aynı zamanda suçun konusudur.

İnsan onuru, kişiyi toplum içinde var eden en yüce değerdir. İnsan onuruna yönelik yapılan haksız saldırılar kabul edilemez ve toplum tarafından da hoş karşılanmaz. Hukuk düzeni insan onurunu korumak zorundadır. O nedenle bu tür eylemler suç olarak düzenlenmiştir.

Hakaret suçları sözle, davranışla (bir vücut hareketi, örneğin parmak gösterme), yazıyla, resimle, çizgiyle (örneğin karikatürle) işlenebilir. Suçun sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile işlenmesi de olanaklıdır. Dijital çağda hakaret suçlarının büyük çoğunluğu ileti yoluyla işlenmektedir. Sosyal medya platformları (Facebook, X, Instagram vb.) bu anlamda yaygın olarak kullanılmaktadır.

Ceza davalarının önemli bir oranını hakaret suçları oluşturmaktadır. Bu oranın yüzde 10’un üzerinde olduğu öngörülmektedir. Bu tür suçlar, işlenmesi en kolay suçlardandır. Öncelikle kavga sırasında karşı tarafa bir tepki olarak ya da tartışma sırasında karşılıklı küfürleşme olarak gerçekleştirilebilir. Son yıllarda bazı kimselerin görsel ve yazılı medya ile sosyal medyanın da olağanüstü etkisini kullanarak toplumun bir kesimine yönelik hakarete varan söylemlerine karşı yurttaşların bir tepki olarak sanal ortamda yaptıkları ileti ve paylaşımların şikayet ve ceza davalarına konu edildikleri gözlenmektedir. Sanal ortamda ortaya çıkartılamayacağı düşünülerek rahatlıkla hakaret içerikli paylaşım yapılmak suretiyle bu tür suçlar işlenebilmektedir. Bu biçimde işlenen hakaret suçları, genel hakaret suçları içinde önemli bir orana ulaşmıştır. Medyanın da etkisiyle kamuya mal olmuş bazı kişilerin (medya fenomeni) söylemlerine karşı çoğunlukla bir anlık öfkeyle yapılan paylaşımlar şikayet yoluyla hakaret suçu bakımından ceza davalarına konu olmakta, şikayet eden bakımından önemli bir gelir kaynağına dönüştürülmektedir. Mahkemelerde bu şekilde açılmış binlerce ceza davası bulunmaktadır. Bu durum mahkemeler için önemli bir iş yükü yaratmaktadır.

Sözle (konuşma), yazıyla ya da karikatür, resim gibi başkaca sanatsal bir etkinlik yoluyla işlenebilen hakaret suçlarının düşünce ve basın özgürlüğü ile yakın bir ilişkisi bulunmaktadır. Düşünce, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (m. 10) ve Anayasada (m.25-26-28) düzenlenerek güvence altına alınmıştır. Açıklanan düşüncenin hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığı ya da ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi yargının işidir. Bu konuda bazı ölçütler geliştirilmiştir. Örneğin; ünlü Handyside/Birleşik Krallık kararında AİHM, ifade özgürlüğünün yalnızca saldırgan olmayan bilgi ve düşünce açıklamaları ya da fikir ayrılıkları için değil, aynı zamanda devleti, herhangi bir kesimi veya kamuyu şok edici veya rahatsız edici nitelikte saldırgan ifadeler için de geçerli olduğunu belirtmiştir. Özellikle başta siyasetçiler olmak üzere kamuya mal olmuş kişilere karşı eylemlerde, ifade özgürlüğü hakkı, eylemde bulunan kişilere daha geniş bir koruma sağlamaktadır.

Gelecek yazımızın konusu olacak Cumhurbaşkanına hakaret suçuna (TCK m.299) ilişkin ceza davalarının da önemli bir sayıya ulaştığını belirterek yazımızı bitirelim.

Türkiye Cumhuriyeti ve ATATÜRK : Tarihin Eşsiz İkizleri

Dostlar,

02 Kasım 2024 günü, İzmir Narlıdere’deki Huzurevi kalanlarının (sakinlerinin) çağrılısı olarak
bu büyük ve önemli kurumda bir görsel konferans verdik.
Yaşamlarının sonbaharını – kışını burada geçiren “kıdemli yurttaşlarımız” örgütlenmişlerdi!

  • Emekli Sandığı Emeklileri Dayanışma Derneği-EMSANDER

Dernek yönetimi adına, ikisi de emekli Cumhuriyet öğretmeni olan Sn. İsmail Çakar ve
Sn. Ali İhsan Barut bizimle ilişki kurdular aylar öncesinden ve Kurum yönetiminden gerekli izinleri alarak hazırlıkları yürüttüler. Onların çok özverili ve sabırlı – yorucu emekleri olmasaydı bu konferans düzenlenemezdi. Saygın emeklerini şükranla selamlıyoruz.

Yaygın duyuru yaptılar ve Huzurevinin “Efes Balo Salonu” birkaç yüz sandalyesini doldurdular. Kimi izleyiciler tekerlekli sandalyeleri ile, kimisi yürüteç, tekli-ikili koltuk değneği yardımıyla konferans salonunu onurlandırdılar.

Ak saçlılar Meclisi” gibiydiler ve bana, gelişmiş ülkelerin olgun Senato üyelerini çağrıştırdılar.

91 yansıdan (slayt) oluşan görsel konferansımızı, biraz da “yavaş” sunarak yaklaşık 2 saatte tamamladık. Ardından soru ve yanıtları aldık ve kafede çay içerek söyleşimizi tamamladık.


***
Huzurevi yönetimi, konuşmamızın bir özetini rica etmişti. Müdür V. Recep bey bizimle telefonla görüştü ve kimi “beklentilerini” örtük olarak bize duyumsattı. Biz de endişe edilmemesini, “günlük siyasete girilmeyeceğini” belirttik. Öyle de yaptık, kişilere değil olgu ve sorunlara, çözümlere odaklandık. Konuşmamızın üç sayfalık özetini Kurum yönetimine önceden sunduk. Okumak için, aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak PDF’yi indirebilirsiniz.

Ahmet Saltık’ın Narlıdere Emekliler Huzurevinde 02 Kasım 2024’te yaptığı konuşma özeti

Görsel konferans yansılarını (slaytlarını) indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız :

Narlıdere konferansımız, 02.11.24
(91 yansı 9MB)

İzlenmesi, paylaşılması ve Cumhuriyetimize sahip çıkılması dileği ve beklentisiyle.

Sevgi ve saygı ile. 03 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Not : Video kaydı bize ulaşırsa burada paylaşacağız..

TOPLUMSAL KİRLENMELER-ÇÜRÜMELER; NEDENLERİ, SONUÇLARI ve ÇÖZÜM

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

Sosyolojik açıdan; bir ülkedeki toplumsal ya da sosyal kirlenme; o ülkedeki genel geçer olağan değerler sisteminin, davranış kurallarının ve var olan kültürel normlar ve insanî bağların giderek yozlaşması, önemsizleşmesidir.

Bu kötü gidişin toplumun çoğunluğunca kanıksanması ve olağanlaşmasıdır. Genel toplumsal zihniyetin ahlaksal, hukuksal , kültürel ve insansal… açılardan olağan rotasından sapmasıdır.
Bir başka betimleme ile de her konu ve her alanda gündelik yaşamı belirleyen topyekün genel zihniyet çürümesidir.

Ülke ve kamu çıkarlarının aşınmaya (erozyona) uğraması; buna karşın yasa dışı bireysel bencillik ve çıkarların ahlak, hukuk ve yargı engeline takılmadan elde edilir duruma gelmesidir. Bireyler, aileler kümeler (gruplar)… arasındaki ilişkilerin giderek yozlaşması, kirlenmesi ve çürümeye başlamasıdır.

Sosyolojik açıdan; bir ülkedeki toplumsal bozulma, yozlaşma ve çürüme ile o ülkedeki hukuksal, siyasal örgütlenme ile yönetim adaleti ve niteliği (kalitesi) arasında kaçınılmaz, zorunlu bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Eğer bir ülkede siyasal yöneticiler ahlak, adalet ve hukuk normlarından (kurallarından) saparak yolsuzluk, kayırmacılık, rüşvet, rant kollama, dışlama, liyakatsizlik.. vb. yanlış ve kural dışı tutum ve davranışlar içine girerlerse; bireyler ve değişik toplum katmanları da bu siyasal aktörler ya da figürleri taklit etmeye başlar. Kendileri de haksız filler ve hukuksuz davranışlara alışan bireyler, aileler ve toplumlar, giderek siyasal iktidarların haksız, hukuksuz, adaletsiz ve hatta ahlak dışı tutum, uygulama ve davranışlarını hoşgörmeye alışırlar. Yani balık baştan kokar ama gövdeyi de kokuşturur. Siyasetçilerin adalet, hukuk ve ahlak anlayışındaki kirlenmeyle toplumsal kirlenmeler eşitlenir.

Bir ülkede, sosyolojik açıdan gözlenebilen başlıca toplumsal kirlenme ya da çürüme belirtileri kısaca şöyle sıralanabilir :

1- Ahlaksal ve insansal değerlerin giderek zayıflaması. Adaletten ve hukuktan sapma. Yargı erkinin güvenilirliğini yitirmesi. Devlet yönetimindeki siyasal erkin, adaleti ve güvenliği sağlayacağına karşı oluşan inançsızlık ve güvensizlik.

2- Dürüstlükten sapmanın, yasa ve kural tanımamanın cezasız kalması. Ahlak ve adalet ilkelerine kayıtsız kalmanın yaygınlaşması. Bireyler ve kurumların ahlak, hukuk ve adalet dışı eylemlere sapmalarının yaygınlaşması.

3- Sosyolojik açıdan, doğru bireyselleşmiş ve doğru özgürleşmiş; ailesine, çevresine, ülkesine ve toplumuna karşı sorumluluk duyan insanlar ve yöneticiler yerine, toplumda aşırı bencilleşen,
hiçbir kural ve yasa tanımayan ve sorumluluk taşımak istemeyen bireyler ve insan tiplerinin yaygınlaşması.

4- Ülkedeki suç oranları ve suçlu sayısının artması. Yolsuzluk, hırsızlık, zorbalık, zoralım (gasp), insan öldürme, bağımlılık yapan madde ticareti ve kullanımının hızlanması, mafyatik ilişkiler ağının… vb. etkinliklerin gözle görülür olarak çoğalması ve yaygınlaşması.

5- Toplumdaki etnik, dinsel, mezhepçi, siyasal, ideolojik, cinsiyetçi, bölgeci… vb. fay hatlarının çoğalması; toplumsal (sosyal) ayrışma ve ekinsel (kültürel) bölünmelerin belirginleşmesi. Demokrasiden uzaklaşma. Etnikçilik ve dinbazlık dozunun yükselmesi.

6- Bireyler, aileler, ve ülkede var olan çeşitli toplumsal kümeler (gruplar) ve katmanlar arasındaki hoşgörü, duygudaşlık (empati) işbirliği ve dayanışmanın yitirilmesi. Toplumsal birlik ve bütünlüğün zayıflamaya ve çözülmeye başlaması.

Bir ülkedeki toplumsal kirlenme ve çürümeyi doĝuran ana etmenler olarak da şunlar sayılabilir :

1- Özgür akıl ve deneysel bilimden uzaklaşmak. Dünyayı salt teokratik (dine dayalı – dinci), feodal (ağalık düzeni), töresel ve geleneksel değerlerle algılamak.
Cağın evrensel normları ve değerler dizelgesini (sistemini) dışlamak. Bu nedenle tarihsel gerçeklere ve çağın gereklerine aykırı olarak idealleştirilen çağ dışı rejimler – politikacılar ya da yeni ideolojik arayışlar içine girmek.

2- Eğitim sisteminin ussallıktan (rasyonellikten) kopması, bozulması, çağın gerisinde kalması, hatta gerilemesi, fırsat eşitsizliklerin çoğalması, bireysel yaraşırlık (liyakat) ve yeteneğin işe yaramaz duruma gelmesi, başarıyı ödüllendirme güdülenmesinin (motivasyonunun) yok olması, nepotizmin (aile ve arkadaş kayırmacılığı) çoğalması.

3- Ahlakın, adaletin, hukukun, anayasal düzenin, yargının aşınması. Toplum çoğunluğunun, özellikle de aydınların, kendi insansal, hukuksal, siyasal, mesleksel… geleceklerinden umutsuzluğa düşmeleri. Bireysel ve toplumsal geleceğin belirsizleşmesi.

4- Üretim yetersizliğinden ve maddi gönenç (refah) düşüklüğünden kaynaklanan sorunlar.. Aşırı ekonomik dengesizlikler ve alt-üst oluşlar. Bireyler, aileler, çeşitli toplumsal katmanlar ve sınıflar arasındaki gelir farklarının ve yaşam standartlarının dayanılması zor kerteye düşmesi. Yaygın işsizlik ve süregenleşen (kronikleşen) aşırı enflasyonun oluşturduğu ekonomik yıkımlar.
Gelir dağılımının bozulması. Varsıllar (zenginler) aşırı varsıllaşırken (zenginleşirken), halkın yoksullaşTIRılması, toplumsal birlik ve dirliğin güvencesi olan orta direğin yok olup bel vermesi.

5- İç ve dış dinamiklerden kaynaklanan demografik baskılar. Hızlı ve düzensiz kentleşme. Konut, eğitim ve sağlık sorunlarının oluşturduğu sosyal ve ekonomik dengesizlikler. Ayrıca ülke dışı kaynaklardan hızlanarak gelen ve ülkenin güvenlik ve demografik yapısını bozmaya yönelik göçmen nüfus hareketleri

6- Saydam olmayan, çağdaş ölçüler ve yöntemlerle, niteliksel ve niceliksel olarak denetlenemeyen, halktan toplanan vergilerin ve sayıları giderek çoğalan finansal kamu fonlarının nerelere, nelere ve niçin harcandığının hesabını vermeyen siyasal ve yasal düzenlemeler her türlü yolsuzluklara ve dolaysıyla da toplumsal kirlenme ve çürümelere uygun bir zemin hazırlamış olurlar. Saydamlık (Şeffaflık) ve denetim, demokratik hukuk devletlerinin olmazsa olmazı konumundadır.

Salt kendilerini Tanrının vekili kabul eden sultani ve diktoryal yönetimlerde halka hesap verme yoktur.

Son söz, ya da çözüm yolları nedir ??

Tanı koymak (ya da teşhis) sağaltımın (tedavinin) yarısı hatta anahtarıdır.
Çıkış yolu, son altı maddede konan tanıları tersine çevirmektir.

Özgür aklı,
Deneysel bilimi,
Çağdaş eğitimi,
Sosyal adaleti,
Hukukun üstünlüğünü,
Yargı bağımsızlığını

egemen kılmaktır.

Üretim ekonomisine geçmektir.
Ekonomik dengesizlikleri, işsizliği, enflasyonu olağan sınırlara çekmektir.
Gelir dağılımı adil duruma getirmektir.
Orta sınıfı (direği) yeniden güçlendirmektir.
Demografik hareketlerde de ulusal güvenliği tehlikeye atmaktan ve demografik dengesizliklerden kaçınmaktır.
Saydam ve çağdaş yöntemlerle halka hesap vermektir.