Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Tarihçisi
29 Ekim 2024 / Toronto-Kanada
Yazımızın başlığı, genç yaşında Büyük Atatürk’ün bilim sofralarına oturma onurunu tadan, Cumhuriyetin ilk yıllarında özgün ve coşku (heyecan) verici düşünsel ve eylemli tasarımlarda (projelerde) yer alan, Kemalizm‘in (Atatürkçü düşünce sistemi) ilkelerine (prensiplerine) ilişkin derinlikli çözümlemeler yapan Kıbrıslı Türk, bilim insanı
M. Saffet Arın Engin’in, kimi haklı kaygılarla Cumhuriyetin 50. yıl dönümü kapsamında
yazmış olduğu bir makalesine verdiği başlığın- 50 yıllık bir zaman farkı ile– aynısıdır.
Nedeni; anılan makalenin yazımından elli yıl sonra bugün, Cumhuriyetimiz yüz bir yaşına girerken, rejim adına daha koyu kaygılar içinde oluşumuzdur.
Türk toplumu açısından anlamını irdeleyip, yerini belirlemeye çalıştığımızda, Cumhuriyet’in bir aydınlanma devrimi olduğunu, Cumhuriyetle birlikte Türk toplumunun ortaçağın karanlığından çıktığını, kul konumundaki Anadolu insanının onurlu bireyler konumuna eriştiğini, kadınların ise kafeslerin ardından çıkarak yasalar önünde erkeklerle eşit haklara sahip özgür yurttaşlar kimliğine kavuştuklarını; yine Cumhuriyetle birlikte ülkemizin, yüzlerce yıllık gecikmeden sonra çağdaşlaşma evresine girdiğini görürüz.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, demokrasinin temel (esas) alındığı Fransız tipi bir cumhuriyettir. Bir başka deyişle bu Cumhuriyet, demokrasinin eşiğidir. Atatürk Cumhuriyeti’nde özlenen, egemenliğin bağsız-koşulsuz ulusta olduğu, çoğulcu parlamenter düzene dayalı
laik-demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Amaç; tüm kurum ve kurullarıyla işleyen, kusursuz bir demokrasiye kavuşmak, ayrıca tüm yurttaşların eşit olarak gönenç içinde, güvenli ve mutlu yaşamasını sağlamaktır.
Atatürk’ün 4 Haziran 1933’te, Cumhuriyetin 10. yıl söylevinde yer alan ‘Biz Cumhuriyeti kurduk. O, on yaşını doldururken, demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.’ (ASD. II, 1924, s. 182) içerikli sözleri, yukarıda vurgulanan yaklaşımın ne denli içtenlikli olduğunu gösterir.
Cumhuriyet’in temel taşları dışarıya karşı tam bağımsızlık, içte laikliktir.
Yüzüncü yılını geride bırakmış olan bugünkü Cumhuriyetimiz, temel harcını Atatürk ve
yol arkadaşlarının kardığı, tüm kurum ve kuruluşları ile çağdaş uygarlığın ötesini erek edinmiş
–ilk on beş yılında kanıtlandığı gibi– yazık ki toplumu ve ülkeyi önceleyen bir Cumhuriyet değildir artık!
Özellikle son on yıldır, “üretim ekonomisi” yerine “finans ekonomisi” ile oyalanan ve toplumu oyalayan; bu nedenle bürüt 507 milyar $ (Eylül 2024 sonu) dış borç batağına sokulan; Hazinesinin yanında yer altı ve yer üstü kaynakları ile doğası yağmalanan ve yağmallattırılan; ülkeye sokulan milyonlarca sığınmacı ile adeta bir mülteci kampına dönüştürülen; döviz güvenceli ballı ihalelerle yağmacı çetelerin yaratıldığı; toplumda azımsanamayacak bir kitlenin yoksulluk ve açlığın kucağına itildiği; anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı çiğnenerek hukuk devletinin yok edildiği, doğal olarak mülkün (ülkenin!) temeli olan adaletin buharlaştığı, keyfi tek adam yönetimi ve çıkarının egemen kılındığı; sistemin artık kustuğu, yeni yetme sokak çeteleri ile toplumsal erinç (huzur) ve güvenin kalmadığı; eğitimin, imamların, melelerin (resmi olmayan din görevlisi), tarikat ve cemaatlerin güdümüne terk edildiği, dolayısıyla us (akıl) ve bilimin dışlandığı; Diyanet İşleri Başkanı’nın, “Şeyhülislâm” edasıyla hemen her ortamda özellikle boy gösterip sözde fetvalar verdiği; perdelenmesi olanaksız bir ikiyüzlülükle ‘Anayasanın ilk 4 maddesine ilişkin bir sorunumuz yok!’ deyip, anayasa değişikliği cinlikleri ile “ulusun çeşitliliğinin” önünü açabilecek tuzakların kurulduğu; laik-demokratik sosyal hukuk devletimizin aşama aşama dinci (teokratik) bir yapıya sürüklendiği; gelenek olduğu üzere bitirme (mezuniyet) töreninden sonra kılıç çatıp, laik Cumhuriyete bağlılıklarını dile getirerek “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen gencecik teğmenlere Ordu’dan atma (ihraç) sopasının gösterildiği; yine asker kökenli Milli Savunma Bakanı ve Kuvvet Komutanlarının yıllardır Anıtkabir ziyaretini protesto eden tescilli (kayıtlı) Türk düşmanı Suudilerin Milli Günü töreninde, Suud büyükelçisinin yanı başında saf tuttuğu bir “Cumhuriyet”,
“ATATÜRK CUMHURİYETİ” değildir, olamaz ve olmayacaktır!
Ancak bütün bu yıkıcı gelişmelere de şaşırmamak gerekir. Çünkü Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte “halifelik” makamının kalması gerektiğini savunanlardan tutun da, ‘kanımın zerrelerinde padişahın ekmeği var’ yaklaşımı ile “Cumhuriyet” kavramından ürken Cumhuriyet karşıtları dün de vardı, bugün de var! Cumhuriyet düşmanları, yine dün olduğu gibi bugün de gizli ve/veya açık düşmanlıklarını sürdürmekte, hatta meydan okumaktadırlar!
Örneğin, Cumhuriyetin ilanından sonra Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit imzası ile çıkan bir yazı üzerine Atatürk’ün yapmış olduğu; ‘Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin amacı, bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek kuşakların, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği gün, ona hiç acımadan saldıranların başında “cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmıyoruz. Tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç de güçlük çekmeyeceklerdir. Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki; başında çürümüş bir padişah soyunun, halife sanıyla yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette cumhuriyet ilan olunsa bile, onu yaşatma olanağı yoktur!’ (Nutuk, T. İş Bnk. kültür yay., 2010, s. 554) içerikli değerlendirme, bugünleri anlatır gibidir!
Cumhuriyetimizin 101. yılında onu saran tehlike ve tehditler yürekleri sıkıştırırken, Büyük Atatürk’ün vurgulamasıyla Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, O’nun Büyük Söylev’inin 20 Ekim 1927 günü okunan; “Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün belirtisi olan cumhuriyet yönetimine, çağdaş harekete karşı cahillik ve taassup (bağnazlık) ve her çeşit düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yoksa gericilerin ümit ve faaliyet (etkinlik) kaynağı olan saf değil…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 20. cilt, s. 351) içerikli uyarıcı sözlerini sık sık anımsamalı ve O’nun, 23 Ağustos 1923’te Yalova’da dile getirdiği aşağıdaki vasiyetini asla unutmamalıdırlar.
- “Biz bu kurumu (Cumhuriyeti) hacılara, hocalara bırakmak için meydana getirmedik.
Tarihi, “Octav”a (Roma İmparatoru Gaius Octavius/Augustus) bırakmayız!
Cumhuriyet kurumunun, bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam,
millete karşı haykırmak isterim…
Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek tek amacımdır.” (23 Ağustos 1930,Yalova)
Yine parlak söylevler ve törenlerle anılacak olan Cumhuriyetin 101. yıl dönümünde inancımız
o ki; sorulması gereken soru
- “Cumhuriyeti kuşatan tehlikeleri ve tehditleri kim(ler) yarattı?” sorusudur!
Yanıtlaması gerekenler ise; yaklaşık üç çeyrek yüzyıldır (74 yıl; DP’nin iktidar olduğu 14 Mayıs 1950’den günümüze) Cumhuriyeti salt törensel boyutu ile algılamış olan siyasiler ve onların ardıllarıdır.
Dileriz çok gecikmeden, “Atatürk ilke ve devrimlerinin içini bizler (özellikle tarikat, cemaat ve
din soslu sağ iktidarların ardılları) boşalttık, Cumhuriyeti biz yozlaştırdık, sorumlusu bizleriz!”
diye özeleştiri yapar ve Cumhuriyet’e ihanetten vazgeçerler!?