Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

21 Mart Dünya şiir günü

Dr. Serdar KOÇ
Şair

…Hangi ülkenin insanı şairleri yakar??!!

Dört güzel insan, dört şair Madımak’ta yaşam merdivenlerine oturmuş..

Yüzlerinde, gözlerinde bir insan sıcaklığı içinde tedirgin ve güleç yüzlerle..

Ölümlerinin yanı başlarındaki dinci yobazlar, katil sürüleri tarafından yakılacaklarının habersizliğinde…!

her şey geçer
aşk da
acı da geçer, ağla-
maklı bir şarkı
ayrılıkların
üzerinden

Behçet Aysan şiiri ölümlerden önce yazılan.
Asım Bezirci, Behçet Aysan‘a güleç yüzüyle bir şeyler anlatıyor.
Metin Altıok her zaman ki kendi sakinliğinde, tedirgin bir yüzle ve değerli fotoğrafçı dostum Uğur Kaynar…
Her şey geçmiyor, bize yapışıp kalan kareler.

SAĞLIKTA KAPİTÜLASYONLAR

Prof. Dr. Celal KARLIKAYA
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
20 Mart 2024, Edirne

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Egemenliğin bağsız – koşulsuz ulusun olduğuna, salt karşı çıkmış olmak için “Size ne oluyor? NAS var!” demeyi marifet bilen Din(i)Dar ve Kin(i)Dar kuşağın kıblesi neresidir?

Osmanlıyı yıkıma götüren kapitülasyonlar günümüzde var mı? Hangi alanlarda var, ekonomo-politik bilimcilerin konusudur ancak biz sağlıkta acı bir duruma örnek vererek, halkın sağlığı ve sağlamlığı için üzgünlüğümüzü / kırgınlığımızı sözcüklere dökmeyi deneyelim..

Egemenlik Ulusun değil ise, Şehir Hastanesi egemen, tanrı – insanın yeryüzündeki en önemli hakkı olan yaşama ve sağlık hakkının ölçüsünü o koyuyor – öyle mi?

Basamaklı sağlık hizmeti hiçbir aşamada çalışmadığı halde Şehir hastaneleri nedir? 4. Basamak hastane de bize mi söylemiyorlar?

Çok olay –vakıa– var ama en yakını, acısı / ansısı daha aklımızdan çıkmayanı anlatalım:
Alanımız olan Solunum Hastalıkları Tıbbı nedeniyle kendisi Yunanistan’da, kızı İstanbul’da yaşayan soydaşımız – vatandaşımız (sınır ötesi Türk -bkz. Atatürk’çe- soylumuz) en yakın sağlık pınarı olarak Edirne’deki (1.) Cumhuriyet’in Tıp Fakültesi’ne geliyor. Yaşı. Kızı, uluslararası müfettişlik yapan Eğitimci. Kızı buluyor bizi 4 ay önce, annemi size getireceğim.. Ama neden ben; ben bu pandemi döneminde en az 4 kez viral hastalık ve sağlık durumum nedeniyle özel hasta bakamıyorum; genç arkadaşlarımız var öğretim üyesi.. diyoruz. Ama ısrar ediyor. Tamam diyoruz; kalp, tansiyon, şeker vs. çok sorunları içinde ASTIM hastalığını tanılıyoruz. Uygun ilaç ve sağaltım (tedavi) önerileri ile uğurluyoruz köyüne – Yunanistan’a. Şimdi 4. ay denetimi (kontrolü) var. Kendisini çok daha iyi duyumsuyor (hissediyor); köyündeki eczaneye kendisi yürüyerek gidebiliyor artık. Bu kez ayırt ediyoruz ki astımı, eozinofilik astım denen bir tür. Bu tür astımın sağaltımında son on yıllarda geliştirilen  ve birkaç yıldır ülkemizde ruhsatlandırılmış “biyolojik” sınıftan ilaçlar var. Ancak Sağlık Bakanlığı -SGK- kanımca ana gerekçesi parasal olan nedenlerle sadece allerji uzmanlarına bu ilacı kullanabilme yetkisi tanımış. Üniversite hastanesinde göğüs hastalıkları profesörüyüz ama ne yazık ki birçok göğüs hastalıkları rutini olmuş tedavileri bu nedenlerle hastalarımıza, göğüs hastalıkları uzman hekimlerinden 3-5 kişilik heyet kursak bile yazamıyoruz!.

Neyse konumuza dönelim, Astımın bu biyolojik ilacını Tıp Fakültemizde birkaç yıl öncesine dek yazabiliyorduk. Çünkü Çocuk Allerjik Hastalıklar uzmanımız vardı. Erişkin tıbbı uzmanı olmasa bile, tıbbın yasaları gereği, bizim bilimsel – doğru tedavilerimizi O da doğru bularak Tıbbi Kurulun – Heyetin işlev görmesini sağlıyordu. Ancak bu profesör hocamız emeklilik yaş sınırı gelmeden “tükenmişlik duygusu” ile emekli oldu! O’nun yetiştirdiği doçent hocamız da çocuğunun için İstanbul’a gitti. Şimdi ne oldu?

  • Üniversite hastanesinde baktığımız hastaları 3. Basamaktan 2. Basamağa sevk ederek onları tedavisiz bırakmıyoruz (!)

Çünkü Edirne Devlet Hastanesinde erişkin allerjik hastalıklar uzmanımız var; halkın sağlığı için bir çaredir. Ancak tıp fakültesindeki göğüs hastalıkları hocaları bu ilacı yazamaz! 2. Basmakta allerji uzmanı yazabilir! Bu Basamaklama işi bakın burada çalışıyor (!) Eğitim hastanesinin  uzmanlık öğrencilerine (asistan hekimlere) de haksızlık değil mi? Modern bir sağaltımı (tedaviyi) göremiyor, öğrenemiyorlar. Çünkü, sınırlar ötesinden bile gelse (sağlık turizmi!), Yunanistan’dan ulaşan bu hastamıza, Tıp Fakültesindeki ilgili hocalardan 3-5 kişilik tıbbi kurul (heyet) bile kursak, bu ilacı yazamıyoruz! Edirne Devlet Hastanesindeki Allergolog meslektaşımız da veremiyor çünkü orası Eğitim Hastanesi değil. SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) böyle buyuruyor.

Ne yapacağız? En yakın nerede yetkili hastane ve Allerji uzmanı? Tekirdağ diyorlar. Ama orada da Eğitim Hastanesi olarak salt Tıp Fakültesi var, orasıdır her halde diyoruz. Ancak, “Hayır, Şehir Hastanesinde..” diyorlar. Ama orası SUT’a göre yazamaz diye düşünüyoruz, ama hayret, “örtülü yöneticilerimiz” Trakya’da yalnızca bu hastaneye söz konusu asthma ilacını yazma yetkisi vermiş; kendi yazdığı mevzuata da uymamasına karşın!

Ne yapalım? diyoruz, hastamızla düşünüyoruz :

Hocam bu gün otel tutup Edirne’de kalırız, yarın Tekirdağ’a gideriz.. diyorlar.
Peki, arıyoruz Tekirdağ Şehir Hastanesi’ndeki -Tıp Fakültesi hocalarından daha yetkili ve etkili- meslektaşımızı. Çok iyi niyetli, ancak bir haftadan önce yeni hasta kabul etmesinin olanaksız olduğunu söylüyor. Hastamız 75 yaşında kadın, kızı. 60’a yakın. O denli uzun süre kalamayacaklarını söylüyorlar. Hastamıza çağcıl (modern) solunum tıbbının uygun gördüğü ilacı yazamadan Yunanistan’daki köyüne uğurluyoruz…
***
Sağlık hakkı, yaşam hakkı, mesleksel sorumluluklarımız, haklarımız hepsi insan hakları.. nerede arayalım bu Hakkı-Hukuku?

  • Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi” idi kurucusu Atatürk‘ün eşsiz tanımı ile..

Şu an, devlet tıp fakültesindeki hocalar bile kimsesiz!

Nedeni             : Şehir hastanesine verilen kapitülasyonlar!

Oysa biz halk (tebaa!) olarak bu deneyimi Osmanlı’da yaşadık: “Yabancı devletlere verilen Kapitülasyonlar devleti sömürgeleştirmişti”! Aynı “hata” (!) neden yineleniyor?
İstendik mi yoksa?

Mülkiye, Harbiye, Tıbbiye…
Halkın sağlığı ve sağlamlığı…

Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların ‘en birinci’ görevi halkın sağlığı – sağlamlığı” idi Mustafa Kemal Paşa‘ya göre. Şimdi şehir hastanelerinin geliri – kazancı, müşterileştirilen halkın sağlığına emanet edilmiş. Bir de bütün Trakya’da Tekirdağ Şehir Hastanesineadını düzeltiniz- Trakya 4. Basamak Bölge Hastanesine (!) örneğin..

İşte, ne yazık ki ülkemiz tıp – sağlık ortamı (şehir hastaneleri büyük oranda bunun dışında) ne hastasını, ne çalışanını hoşnut (memnun) edebiliyor. Her yerde çarpıklıklar içinde yaşıyor ve yaşatılıyoruz. Oysa “Sağlıkta Dönüşüm” (Health Transformation!) küresel dayatmasını Haziran 2003’te başlatan AKP’li Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “Müşteri memnuniyeti“ni tam da odağa koymuştu! (Milliyet, 27 Temmuz 2003).

Sağlık hizmetini doğuştan kazanan hak öznesi onurlu yurttaş, neo-liberal post-modernitede (!)  “müşteri” ye terfi ettirilmişti (!), “memnun edilecekti”!!

Bir de sağlık yöneticilerimiz var, her yerde varlar.. onlar görevi kötüye mi kullanıyor, göz ardı mı ediyor? Onlar da memur işte, emir kulu düşünceleri aklımızdan geçiyor?

Sonra Ata’mızdan gelen aydınlık düşünceler zihnimizi karabasanlardan arındırıyor:

  • “Hükümetlerin halkın eline geçmesi…. Efendiler, biz memur sınıfı yaratmak için çalışmayalım.
    Ve kesinlikle memur kadrosu içinde bulunanları bir yere koymak için kafa yormayalım.
    Yönetimi halka vermek için çalışalım.”
  • Halk Fırkası nazarında Halk mefhumu herhangi bir sınıfa münhasır değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak musavatı kabul eden bütün fertler halktır. Halkçılar hiçbir ailenin, hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatın, hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen ve kanunları vazetmekteki mutlak hürriyet ve istiklali tanıyan fertlerdir.”
  • “Biz her yurttaşın elini yurttaş olarak sıkarken, beraber çalışırken, onda saygı ile tanımaya değer vasıflar görür ve her vatandaşı müsavi (eşit) haklı, müsavi şerefli insan olarak tanır ve imtiyaz davasında bulunmayan yurttaşlar kitlesini halktan ve halkçı tanırız…
    Türkiye’de sınıf yoktur, cins(iyet) (ayrımı) yoktur” .
  • “Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir, mazisini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz (düzelteceğiz). Bu hataların tashih olunmasında bütün arkadaşların faaliyetini isterim.”

***
14 Mart Tıp Bayramının ardından, ki aslı emperyalizme -kapitülasyonlara başkaldırının da adıdır– halkın sağlığı ve sağlamlığını ilgilendiren her konuda milli mücadelenin çoban ateşleri yakılmaya devam edilecektir.

Atatürk devrim ve ilkeleri, bizlere her zaman doğru yolu göstermektedir.

ÖZETLE;

  • “HEKİMLER OLARAK, İNSANCIL YÖNETİM ALTINDA YAŞAMAK ve ÇALIŞMAK İSTENCİ ile
    YAŞASIN ATATÜRK CUMHURİYETİ”
    diyorum.. 

Kaynakça

Addiction & Burden on Family and Community

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 11th March 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with the subject of

Addiction & Burden on Family and Community

Here is the 37 slides PDF file (3,6 MB) :
Addiction and Burden on Family and Community

Some important reminders for all..

Family Challenges: Addiction affects not only the individual but also their family members.
Families face emotional, financial, and social burdens due to a loved one’s addiction.
These challenges include:

1.Initial Shock: Families experience shock and confusion when they first encounter addiction.
2.Social Isolation and Stigma: Addiction can lead to social isolation and negative labeling.
3.Sequence of Disorders: Families deal with emotional decline, negative behaviors,
mental disturbances, physical health issues, and overall burden.
4.Internal Family Chaos: Relationships become unstable, and financial collapse may occur.
5.Self-Protection: Family members seek information, support, and coping mechanisms.

With respect and love. 22nd March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

Mustafa Aydınlı şiiri

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Mustafa AYDINLI

Eğitimci Yazar
Halk Ozanı

 

İSTERİM

Yakalasak uygarlığın çağını
Güçlü kılsak demokrasi bağını
Artık sökmeliyiz kader ağını
Cehaleti yere çalmak isterim
***
Ülkemizi yükseltelim el ele
Çok önem verelim ulusal dile
Bilimde, kültürde, tapınçta bile
Türkçeyi egemen kılmak isterim
***
Eller gider iken yıldıza, Ay’a
Biz neden kalalım geride yaya?
Uygarlık adına sonsuz uzaya
İnsansız uydular salmak isterim
***
Çalışalım alın teri dökerek
Yobazların tepesine çökerek
Hurafeyi kafalardan sökerek
Bilim deryasına dalmak isterim
***
Çalışanlar sendikasız olur mu?
Tok olanlar acın halin bilir mi?
Çalışanın hakkı sözde kalır mı?
Hakkımı uygarca almak isterim
***
Çağdaşlığın deryasına dalalım
İcatlar yapalım, buluş bulalım
Mustafa Kemal’den ilham alalım
İlham kaynağımdan dolmak isterim
***
Aydınlı yarını bugünden kurar
Uygarlık koskoca ülkeyi sarar
Her bilgi gelecek kuşağa yarar
Kültürümle miras kalmak isterim


18 Mart (1915) – 28 Şubat (2021)

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Yazının başlığını görünce, “Aralarında yüz yılı aşkın zaman farkı olan iki olgu arasında nasıl bir bağlantı var?” diye sormuş olabilirsiniz.
Aşağıda açıklayacağımız gibi her iki olgu birbirleri ile bağlantılı.

18 Mart Nedir?

109 yıl önce dünyanın en güçlü donanmasının Türk topçusu ve deniz mayınları karşısında yenilerek Çanakkale Boğazından geçmesine izin verilmediği gündür.

Ancak kıyı topçu bataryalarımızı denizden susturamayan düşman, karadan susturmak amacıyla Gelibolu yarımadasını işgale yeltenmiş, yarımadada 9 ay süren kanlı çatışmalarda Mustafa Kemal’in çelik istenci ve Mehmetçiğin olağanüstü direnişi karşısında bunda da başarılı olmayarak çekilmiştir.

18 Mart (1915) salt deniz utkusunun değil, tümüyle Çanakkale utkusunun kutlandığı gündür. Anlamı:
Çanakkale utkusunun dünya tarihi açısından anlamı, o zamanki dünyanın en güçlü donanması ve ordusuna sahip emperyalizmin yarı sömürge durumunda ve yıkılmakta olan bir devletin ordusu karşısında ilk kez yenilmiş olmasıdır.

  • Çanakkale’de Türk ordusu, emperyalizmin yenilebileceğini ilk kez dünyaya göstermiştir.

Bu utkunun bizim için başlıca iki anlamı vardır:

Mustafa Kemal Çanakkale’de yetkin bir komutan olarak ün kazanmış ve tarih sahnesine çıkmıştır.

Aynı zamanda Kuvvayı Millye ruhunun – bilincinin başlangıcı Çanakkale’de oluşmuştur.

Bu nedenle Çanakkale, Kurtuluş / Bağımsızlık Savaşımızın önsözüdür.
Çanakkale ve ardılı (devamı) niteliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı dünyanın % 85’ini sömüren emperyalizmin sömürgelerini yitirdiği sürecin başlangıcı ve örnek alınan olayıdır. Birbirinin süreği (devamı) niteliğindeki her iki savaş, sömürge altındaki öbür uluslara örnek ve esin kaynağı olarak sömürgeciliğin sonunun gelmesine yol açmıştır.

Cezayir’de Fransız sömürüsüne karşı bağımsızlık savaşı verenler, göğüs ceplerinde Atatürk’ün fotoğrafını taşıyorlardı.

Sakarya muharebesi kazanıldığında Hindistan’da İngiliz sömürgesine karşı geldikleri için hapse atılanlar, hapishanede kutlamaklar yapmışlardır.
Güney Amerika’da Amerikan emperyalizmi i ile savaşımın önderi Dr. Che Guavera’nın sırt çantasından “Nutuk(Fransızca baskısı) eksik olmamıştır.
Fidel CastroBiz devrimciliği Atatürk’ten öğrendik” demiştir.
Bu örnekler çoğaltılabilir…

Emperyalizm unutmaz!

Çinli strateji yazarı Sun TzuSavaş Sanatı” adlı kitabında “düşmanını tanımayan savaşı kazanamaz” demiştir. Emperyalizmi tanımak gerekir.

Emperyalizm hiçbir ülkeye “Seni sömürteceğim” diye girmez, kulağa hoş gelen gerekçelerle girer. Emperyalizm uzun erimli (vadeli) çalışır. Temel içgüdüsü, öbür ülkeleri ve halkları sömürerek kâr ve gücünü doymak bilmez bir hırsla en yüksek düzeye çıkarmaktır.
Bu amacı değişmez ancak sömüreceği ülkeye ve zamana göre kullandığı araçlar ve yöntemleri değişir.

Sömürdüğü ülkelerde işbirlikçiler bulur ve çıkarları için onları kullanır.
Emperyalizmin bir başka niteliği, uzun zaman geçse de yenilgilerini unutmaması ve intikam almasıdır.
Çanakkale ve Türk Kurtuluş Savaşı ile dünyada sömürgeciliğin sonunu getiren süreci başlatan Türk ordusu, aradan yüz yıl geçse bile, bu nedenle emperyalizmin hedefindedir.

28 Şubat..

Emperyalizmin şimdiki başat gücü ABD, tam da yukarıdaki nedenle, yüz yıl sonra Türk ordusundan intikam almak istemektedir. Bu kez kullandığı araç hukuk olmuştur. ABD güdümlü terör örgütünün ajanları savcı ve yargıç rolü ile TSK’nın komuta kadrosunu kendilerine uyumlu duruma getirmek amacıyla deneyimli, yetenekli Atatürk devrimcisi pek çok general/amiral ve subayı Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat gibi kurmaca davalarla tutsak almışlardır. Yüz yıl önce yapamadıklarını, yüz yıl sonra başka yöntemlerle yapmak istemişlerdir.

İntikam çabaları kurmaca davalarla sınırlı kalmamış,15 Temmuz (2016) hain darbe girişimi fırsata çevrilerek, OHAL ilan edilerek çıkartılan OHAL – Yasa Gücünde Kararnameleriyle (OHAL KHK) TSK’nın komuta yapısı, sağlık sistemi, subay eğitim sistemi, yükselme sistemi, adalet sistemi, asker alma sisteminde köklü değişiklikler yapılarak Ordumuzun gücüne ve saygınlığına önemli darbeler vurulmuştur. Kurmaca davlarla bitirilemeyen hesaplaşma, OHAL KHK’leri ile sürdürülmüştür.

İşte, Atatürk Devriminin (ve çağdaşlığın) temeli olan Laikliğe, 1997 yılında anayasal bir zeminde (MGK toplantısında) sahip çıktıkları için 2021 yılında tutsak edilen 28 şubat davası sanığı(!) komutanların, yaşları ve sağlıkları elvermemesine karşın salıverilmemelerinin nedeni budur!

  • Emperyalizmin Çanakkale’de başlayan, Kurtuluş Savaşımız ile süren anti-emperyalist savaşımın intikamını TSK’dan almaktadır.

Amaç hapisteki komutanların kişiliğinde TSK’ın saygınlığına ve ordu-ulus bütünleşmesine darbe vurmaktır.
============================
Dostlar,

Yazı değerli ve uyarıcı.
Paranoya ürünü değil.
Yurtsever komutanımız E. Tuğg. Sn. Dumanlı’ya teşekkür ederiz.
Ayrıca Sn. Dumanlı, böylesi bir değerlendirme ve bağlantı yapabilmek için 2 ek şapkaya daha sahip : Bir Hukuk insanı ve Uluslararası İlişkiler alanında PhD (Doktora) sahibi..
***
Ancak..

Sayın Paşa ile yaşıt olarak 70+ yaş kıdemli bir T.C. yurttaşı olarak biz, 12 Mart 1971 gerici askeri darbesinden bu yana Türk siyasal yaşamını deneyimledik. Biz de Tıp kariyerimize ek olarak Hukuk ve Mülkiye eğitimleri aldık. Bu yazıda geçen “emperyalizm, anti-emperyalist savaşım, Kurtuluş – Bağımsızlık savaşı, emperyalist ABD, emperyalizm işbirlikçileri…” gibi betimlemeler (jargonlar), daha düne dek ülkemizde neredeyse suçtu ve “sol ağız, sol söylem” idi..

Görüştüğümüz pek çok yüksek rütbeli subay bu sözleri ağızlarına al(a)mazdı.
Biz “alanlar” ise “solcu” damgası yer, dışlanırdık en azından..

Örn. “Türkiye NATO’dan çıkmalı…” içerikli öneri ve eleştirilerimiz adeta duvara çarpıyordu.

Konuştuğumuz çok yıldızlı Komutanların ezberi –ve de asapları– bozuluyordu.

Çok bedel ödendi bu bağlamda..
Geriden geldi TSK Kurmayları bu süreçte.
12 Mart ve 12 Eylül’de “Kemalist – Devrimci” evlatlarını kendisi doğradı adeta…
Ve savunmasız kaldı. Oysa “Devrimcilik” “6 Ok” tan biri değil miydi!!??

Sn. Dumanlı Paşa’ya göre “ABD’nin süregelen ve “olgunlaştırılan” intikamının öncül adımları değil miydi o 2 gerici – faşist darbe? Kime karşı yapıldı? Mıntıka temizliği miydi?!

ABD Genelkurmay Bşk., ABD Başkanının (J. Carter) kulağına 12 Eylül 1980 günü neden

  • Our boys did it” dedi, diyebildi?????????!!!!!!!!!!

TSK’da ABD’nin “..boy..” ları mı en tepede komutanlardı??
Bu hadsizliğin kökeni neydi?
**
Uzatmayalım..

Taktik – strateji ustalığını kimselere bırakmayan –kimi– komutanlar, içine sürüklendiğimiz onur kırıcı ve yıkıcı tablodan sorumludur. Ülkenin sol-Kemalist namuslu aydınları – bilim insanları en önce kurban verildi emperyalizme ve TSK bile kendini koruyamaz duruma düştü.

Hem çok ciddi ulusal güvenlik boşlukları (zaafiyeti) oluştu hem de onbinlerce insanımız telef edildi! Geri getirilesi değil. Ulusun özgüveni zedelendi, ağır psikolojik travmalar aldı, yaşıyor..

Dileriz bu tablo, “ilgili herkese“, epey geç de olsa, çok ağır bir tarihsel ders olur Türkiye’de ve dünyada.. “Kavga” henüz bitmiş değil..
***
Öyle değil mi Sn. Dumanlı Paşam, TSK bu bağlamda çoooook geç kaldı ve çoook da ciddi hatalar yaptı değil mi? Bu çıplak gerçeklik yadsınabilir mi??

Haa, bir de “Homo homini lupus” gerçekliği var değil mi, TSK içinde de!!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Disability & loss of labor

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 27th February 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “Disability & loss of labor

  • A disability doesn’t have to impact everything.

Here is the 35 slides PDF file (2,4 MB) : Disability & loss of labor

Some important reminders for all..

  1. Over 1 billion people live with some form of disability.
  2. About 15% of the world’s population live with a disability. This includes about 93 million children and 720 million adults with significant difficulties in functioning.
  3. The numbers of people with disability are increasing substantially.
  4. People with disability have worse living conditions.
  5. Disabling barriers can be overcome.
  6. Governments can                        :
    – Include disability in their health agenda;
    – Invest in specific programmes for people with disability;
    – Adopt a national strategy and plan of action;
    – Improve staff education, training and recruitment;
    – Provide adequate funding; increase public awareness and understanding on disability; and
  7. People with disability often do not receive needed healthcare..
  8. Ensure the involvement of people with disability in implementing policies and programmes.

With respect and love. 21st March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik

PAZAR’LIK : OYUNUN MÜZAKERESİ  

Ahmet GÖKSAN - Milli İrade Gazetesi - Eskişehir Haberleri
Ahmet GÖKSAN
 

ahmetgoksan45@gmail.com

“Kıbrıs tarihini bilmeyen, Kıbrıs Rumu’nun taşıdığı ruh halinden habersiz, Türk şeref ve haysiyetini koruma savaşında bugüne kadar dökülen kanların maksat ve gayesini idrak edemeyecek kadar gaflet ve dalalet içinde olanların, Ada’da huzuru ve güveni sağlayan kahraman Türk Ordusunun çekilmesi talebinde bulunmaları kadar yersiz ve bayağı hareket olamaz!”… Dr. Fazıl KÜÇÜK, 1978

Avrupa’nın önünde Haziran ayı içinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçiminin sonucu AB’nin de geleceğinde önemli ve belirleyici olacaktır. Nedeni ise üye ülkelerde yaşanmakta olan ırkçı partilerin oylarındaki artış olarak kimi ülkelerde ise 1. parti konumuna ulaşmalarıdır.

Son olarak Portekiz’de yapılan seçim sonucu bunun göstergesidir. Buna göre Merkez Sağda yer alan Sosyal Demokrat Parti ve Demokratların oluşturduğu blok ile Hıristiyan Demokratlar, Sosyalistlerin oluşturduğu bloku kıl payı ile de olsa seçimin yeneni olarak başarılı olmuşlardır.

Aşırı sağın yükseliyor olması, Küreselcilerin Ulus Devletler çöktü yaklaşımlarının da sonunu getiriyor. Unutulmamalıdır ki, Ulus Devletler hiçbir zaman çöküp dağılmaz kısa süre sonra da eski güçlerine ulaşırlar. Avrupa’da olduğu gibi iki paylaşım savaşı geçirmiş olan Kara Avrupası’nın yeniden kurulmaya çalışıldığının da işaretlerini veriyor. Bu durumda 20. yüzyılda yaşanan iki dünya paylaşım savaşı noktasına gelinmemesi umulmalıdır.

Kara Avrupası’nın önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimi belirleyici olacaktır. Sağcı Blokun tehdit olarak algılanması Kara Avrupası’nın önündeki engellerden yalnızca bir tanesidir.

05 Kasım 2024’te ABD’de yapılacak ve şimdilerde, çok yaş almış iki kişinin yarışması Avrupa için de önümüzdeki dönem için belirleyici olacaktır. J. Biden’ın kazanması şu anda Avrupa’da dikkati çekecek olumsuzlukların yaşanmasına fırsat vermeyecektir. Buna karşın Kongre’yi 2020 yılında basan D. Trump taraftarları aşırı sağ blokun güçlenmesi için zemin oluşturacaktır. Kara Avrupası’nın Güneydoğu kanadının da ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor. NATO çerçevesinde iki komşu olan Türkiye ve Yunanistan’a yapılan dengesiz silah “yardımlarının” (!?) gözden geçirilmesini gerekli kılıyor.

BM Genel Yazmanının kişisel özel temsilcisi olarak görevlendirilen Maria Angela Holguin Cuellar’ın, görüşme (müzakere) sürecinin başlatılabilmesi için yoğun çaba içinde olması “bir umut olabilir mi?” diye sormadan geçmemek gerekiyor. Ada’da bir dizi görüşmelerde bulunduktan sonra, Londra üzerinden NewYork’ta görüşmelerin ardından, aynı yoldan Kıbrıs’a döndü. Londra’da İngiltere yetkilileri ile buluşmasında, müzakere sürecinin ötesinde, çözüm önerilerinin tartışıldığı belirtiliyor.

İngiltere’nin eski mal sahibi (2. Abdülhamit 1878’de sözde kiralamıştı!?) olduğu Ada’da bulunacak çözüm süreçlerinde hep belirleyici olduğu biliniyor.

Adı geçen ülke, Kıbrıs’ta bulunan iki askeri üssünün (Agratur ve Dikelya) geleceğinin güvence altına alınması istiyor. Buna koşut olarak, Ada’da yaşayan iki ayrı ulusun temsilcileri arasında ayırım yapması nedeniyle, çözüme ulaşma olanaklı olamamaktadır.

İçinden geçmekte olduğumuz bu dönem de, yıllardır oynanmaya devam edilen oyunun ötesinde bir anlam içermemektedir.

Sınır geçişlerinin her iki halk arasındaki karşılıklı güvenin sağlanmadığı gerçeğinin bilinmesi gerekiyor mu ne!…

SEVGİ ile kalınız.
15 Mart 2024 – Ankara

Faşizm ve ötesi

Bütün yurttaşların vergileriyle yerel seçim kampanyasını Cumhurbaşkanı sıfatıyla yürüten AKP Genel Başkanı, ‘tek parti faşizmi’ ithamı ile tarihsel ve günceli birleştiriyor: Cumhuriyet’in kurucuları ve CHP’liler.

Vuruş; Cumhuriyet devrim ve kazanımlarına ve bunları sahiplenip savunanlara.

Faşist dediği Parti, Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde çok partili siyasal yaşama geçişi sağladı (1946) ve 1950’de siyasal münavebe gerçekleşti.

Son çeyreğinde iktidara geldiği zaman, AKP Başkanına, Anayasa değişikliğiyle Başbakan olma yolunu yine CHP açtı.

Uygulamaları kendi bekası için olan AKP, 2015’te çoğunluğu kaybedince, koalisyon hükümetine engel oldu ve Anayasa’ya açıkça aykırı bir kararla seçimleri yineledi. 2023’te ise, sahte resmi montaj videolar eşliğinde seçim kampanyası yürüttü.

Özet: CHP, çok partili siyasal yaşama geçişle Türkiye’ye demokrasiyi getirdi. AKP ise, çok partili düzende “tek parti hâkimiyeti” ile yetinmedi;  kişi+parti+devlet (k+p+d) füzyonu (birleşmesi) için Anayasa’yı askıya aldı. Sıra, merkez-yerel ilişkisine geldi: yatay+ dikey füzyon.

GÖNDERİLEN ADAYLAR

Cumhur İttifakı ikilisi, 5 yıl arayla iki aday gönderdi İstanbul’a belediye başkanlığı için.

2019: TBMM Başkanlığından çekilmemek için direnen BY, seçimlere bir ay kala çekilmek zorunda kaldı; ama TBMM, TV son dakikaya dek propagandasını yaptı.

2024: Geçen yıl milletvekili adaylığı için gönderilen ve bakanlıktan çekilmeyen MK, Devlet olanaklarını ve nüfuzunu seçim için kullandı. Bu kez, TBMM’de Çevre Komisyonu başkanı iken belediye başkanlığı için İstanbul’a gönderildi.

Görevdeki Bakanlar destek yarışına çıktı. Arkasında k+p+d yığınağı yapılan Kurum, İliç’teki 9 emekçi katliamı ve ekokırım için ‘ÇED ile ne ilgisi var?’ dese de, Kanal İstanbul’u yadsıyamıyor. Dahası, İmamoğlu ile TV’ye bile çıkamıyor… Anayasa yerine talimatı ile bakanlık yaptığı kişi gelince cesaretlenebilecek mi?

Beş yıl önce BY, hiç değilse TV’ye çıkma cesareti göstermişti.

Bu tür ikincil farklara karşın, iki aday arasında geçmişe ve geleceğe ilişkin benzerlikler daha belirgin.

Şöyle ki; T.C. Hükümeti’nin ilgasında rol alan kişi, dünya tarihinin en büyük toplu hukuk katliam belgesi OHAL KHK ek çizelgelerine Başbakan olarak imza attı.

MK ise, 2018-2023 arasında başta ÇED gelmek üzere Bakanlık görev ve yetki alanındaki çevresel risk yaratan tasarruflarla  -İliç’in ötesinde- ekokırım suçlarına imza attı.

2019’da BY seçimi yitirince, “hiçbir şey yokken YSK’ye hiç görülmemiş bir işlem”le aynı zarfa konulmuş olan 4 pusuladan birini geçersiz saydırdılar. Yetmedi; ahlak dışı bir girişimde bulundular: KHK ek çizelgelerine adlarını yazarak gece yarılarında sokağa attıkları ve sayıları 14 bini aşkın İstanbul seçmeni için “oy kullanamaz’’ dediler. Böylece hukuku açıkça ihlal etmekle yetinmeyenler, ahlak dışı bir davranışa da yöneldiler; sırf oy için, iktidar için ve İstanbul’u yandaşlara yağmalatmak için.

MK’ye gelince                          :

  • Kanal İstanbul’un Anayasa’ya, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve bölünmez bütünlüğüne aykırı olduğu açık;
  • ama konuşamıyor, yine oy için.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Ne oldu beş yıl önce? Hukuku ve ahlakı sıfırlayanlara İstanbul seçmeni, “hayırrrr!!!” dedi.
Aday döndü Ankara’ya, ama Meclis’e pek uğramadı.

31 Mart sonrası, MK de haliyle Meclis’e dönecek ve büyük bir olasılıkla Çevre Komisyonu Başkanlığı’nı sürdürecek. Ama İstanbullu seçmenin gözü kulağı O’nun üstünde olacak;

  • Türkiye ekosistemi için daha tehlikeli tasarruflara ön ayak olmasın diye.

Çok partili düzeni kapatmak isteyen parti ve partilerin izlediği yol ve kurmayı amaçladıkları yönetim ve toplum tarzı ne?

Yok, ettikleri

-‘Hükümet,
– siyasal sorumluluk,
– denge-denetim düzeneği’

üçlüsüne üç yokluk hali daha eklemek için:

  • Eşit yurttaşlık ve özgür birey,  özerk toplum ve dünyevi hukuk.

‘Kanal + korku + kumpas’ üçlüsü eşliğinde
şoven ve mezhep füzyonuna dayanan totalitarizm, diktatörlük ve faşizm ötesi bir hedef.
=====================================
Yazarın Son Yazıları

 31 Mart: Özgürlük için oy
 31 Mart: Demokrasi için oy
 “Tahammülsüzlük” kaynağı tahammül!
 31 Mart: Hukuk için oy…
 Ders konusu: Siyanür liçi… (Kurum’un çevre karnesi-2)

NOISE POLLUTION and HEALTH

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 15th March 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “NOISE POLLUTION and HEALTH

  • “Listening is the most dangerous thing of all,
    listening means knowing, finding out about something and knowing what’s going on,
    our ears don’t have lids that …

Here is the 37 slides PDF file (2,7 MB) : Noise Pollution and Health

Some important reminders for all..

  • Noise Pollution: A Silent Threat to Health
  1. Hearing Damage : Noise pollution drives hearing loss, tinnitus, and hypersensitivity
    to sound. Protect your ears and advocate for noise reduction.
  2. Cardiovascular Risks : Noise can exacerbate cardiovascular diseases.
    It’s not just about what you see on an ECG; consider the noise around your patients.
  3. Sleep Disturbances :  Noise disrupts sleep patterns, affecting overall health.
    Prioritize quiet environments for healing.
  4. Stress and Mental Health : Chronic noise exposure leads to stress, cognitive impairments, and memory deficits. Recognize noise as a mental health factor.
  5. Childhood Development : Chronic noise exposure leads to stress, cognitive impairments, and memory deficits. Recognize noise as a mental health factor.
  6. Low Birth Weight: : Noise during pregnancy correlates with low birth weight. Educate expectant mothers about noise exposure.
  • The Next Public Health Epidemic : City Noise Pollution!

With respect and love. 21st March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Kurtuluş Savaşında Yunan Ordusu Neden Yenildi? Alınacak Dersler

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Kurtuluş savaşımızda emperyalist devletlerin her türlü desteği vererek üzerimize gönderdiği işgalci Yunan ordusunun büyük bölümü kesin bir yenilgiye uğratılarak imha ve tutsak edilmiş kalanları yurdumuzdan kaçmıştır.

Savaş tarihi çalışmalarında genellikle Kurtuluş-Bağımsızlık Savaşımız bizim açımızdan incelenmekte, Kuvayı Milliye direnişi ile başlayan ve düzenli TBMM ordusu ile sürdürülerek utkuya (zafere) ulaştıran muharebeler ele alınmaktadır. Olaya bir de karşı yan açısından bakmak, Yunan ordusunun neden yenildiğini incelemek, alınacak dersler bakımından yararlı olacaktır.

  1. Emperyalist Devletlerin Oyuncağı Oldular

Çanakkale’de ve Kutülamare’de küçümsediği Osmanlı ordusu karşısında beklemediği yenilgiye uğrayan ve büyük savaştan yorgun çıkan İngiltere, bir kez daha yenilgi riski almak istememiş, Anadolu’yu işgal görevini Yunanistan’a vermiştir. Yunanistan’ın “Büyük Yunanistan” (Megalo İdea) hayali peşinde koşan o zamanki Başbakanı Venizelos da İngiltere’nin her istediğini yapmaya hazırdır. Bu nedenlerle Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İngiltere’nin desteği ile İzmir’e çıkarak Anadolu’yu işgale başlamıştır

Yunan ordusu başlangıçta, ordusuz kalmış bir ulusun kendiliğinden ordulaşarak oluşturduğu Kuvayı Milliye karşısında Bursa-Uşak hattına kadar ilerlemiştir. Buradan Eskişehir-Afyon hattına ilerleme çabası İnönü mevzilerinde yeni kurulmuş olan düzenli TBMM ordusu tarafından iki kez durdurulmuştur (Ocak ve Mart 1921).

Yunan ordusu İnönü’de iki kez yenilgiye uğradıktan sonra İngiltere Yunanistan’a desteğini azaltmış, Sakarya yenilgisinden (Eylül 1921) sonra tümden kesmiş, Başbakan Gunaris’in destek istemlerini karşılamayarak Büyük Taarruz karşısında ağır yenilgisine (30 Ağustos 1922) seyirci kalmıştır. İngiltere’nin Yunanistan’a desteğini kesmesinin nedeni, gittikçe güçlenen Türk ulusal direnişi karşısında Yunan ordusunun başarılı olamayacağını öngörmesidir.

Bundun çıkarılacak ders: “Emperyalizme güvenilmez, kendi gücün yoksa başkasına güvenerek savaşa girme” dir.

  1. Hedef-Güç Dengesini Gözetmediler
  • Stratejinin temel kuralı güce göre hedef seçmek veya hedefe göre güç oluşturmaktır.

Tarihte bu dengeyi gözetmeyen Napolyon’dan Hitler’e dek pek çok komutanın yenilgileri görülmüştür. Strateji ustası Atatürk, Kurtuluş-Bağımsızlık savaşımızın (İstiklal Harbi) hedefini gücüne uygun olarak Misakı Milli ile sınırlamış ve elde etmiştir.

Yunanistan’ın ve İngiltere’nin siyasal hedefi Türk ulusal direnişini kırmak ve İstanbul’u işgal ederek Padişah’a kabul ettirdikleri Sevr Andlaşmasını ulusalcılara da kabul ettirmektir. Bu siyasal hedefi gerçekleştirecek olan askeri hedef ise, ulusal direnişin ve kurulmakta olan yeni devletin merkezi olan Ankara’dır.

Oysa Yunan ordusunun başlangıçtaki gücü Ankara’yı ele geçirmeye yeterli değildir. Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e 100 000 kişilik bir güçle çıkmış, sonraki bir yıl Milne hattı denilen Ayvalık-Akhisar-Salihli-Aydın hattında beklemiştir. Ordu Anadolu içlerine ilerledikçe cephesi genişlemekte, uzayan ikmal yollarının güvenliği için güç ayırmak zorunda kalmakta ve 1921 başından sonra TBMM ordusunun gittikçe artan direnci ile karşılaşmaktadır. Doğuya doğru ilerledikçe güç gereksinimi artmaktadır. Bu nedenle İnönü mevzilerinde iki kez yenildikten sonra seferberliğini tamamlayarak Anadolu ordusunun gücünü 200 000’e çıkartmak zorunda kalmış, o güç de Sakarya’da tüketilerek (Eylül 1921) Ankara’ya ulaşmaya yetmemiştir.

Yapması gereken doğru hareket, ileride güç ihtiyacının artacağı düşünülerek başlangıçta askeri hedefe uygun bir güçle işgali başlatmak olmalı idi.

  1. Orduya Siyaset Girmiştir
  • Yunan ordusunun yenilgisine neden olan en önemli etken, Orduya siyasetin girmesidir.

Meşruti (Anayasalı) monarşi ile yönetilen ülkede, Almanya yanlısı Kral Konstantin ile İngiltere yanlısı Başbakan Venizelos arasındaki siyasal çekişme Ordu’ya da yansımıştır. Venizelos 1917’de Krala karşı bir darbe yapınca Konstantin yurt dışına kaçmış, bu dönemde Venizelos 2300 karacı, 3000 jandarma ve 880 denizci subayı “Konstantinci” oldukları gerekçesi ile ordudan atmıştır. Konstan’in yerine tahta çıkan oğlu Aleksander ölünce 1920’de yapılan seçimi kralcı Ahali Partisi kazanmış ve sürgündeki Kral Konstantin üç yıl sonra ülkesine dönmüştür.

Konstantin’in dönünce yaptığı ilk iş, Venizelos’un ordudan attığı “Konstantinci” subayları rütbelerinin üzerinde görev vererek yeniden orduya almak olmuştur. Bu da orduda Venizelos’çu subaylarla Kostantin’ci subaylar arasında düşmanlık yaratmıştır. Bu düşmanlık erbaş ve erlere dek uzanmış, Ordunun temel nitelikleri olan birlik ruhu ve disiplin bozulmuştur.(Benzer gelişme bizde Balkan savaşında ittihatçılar ve itilafçılar arasında yaşanmış, Balkan bozgununa neden olmuştur).

Kral Konstantin Venizelos tarafından ordudan atılan ve üç yıl emeklilik yaşamı yaşayan kendisine bağlı subayları yenide orduya alırken, yeteneklerine bakmaksızın salt kendisine bağlı oldukları için önemli görevlere getirmiştir. Bunlar arasında İnönü’de (iki kez) ve Sakarya’da yenilen General Populas ve Büyük Taarruzda bozguna uğrayan General Hacianesti de bunmaktadır.

Alınacak Dersler:

  • Orduya siyaset sokulmamalıdır.
  • General ve subayların atama ve yükseltilmelerinde iktidara bağlılık değil, mesleksel yeterlilik temel alınmalıdır.
  1. Komuta Kadrosu Yetersizdir

Yunan ordusunun Anadolu’daki yenilgisinin başlıca nedeni, yukarıda anlatıldığı gibi komuta kadrosunun yeteneklerine bakılmaksızın salt “kralcı” oldukları için atanmaları ve savaş deneyimine sahip olmamalarıdır.

Buna karşılık, Mustafa Kemal başta olmak üzere, Türk ordusunun komutanları askeri ortaokuldan başlayan askeri lise, harp okulu ve harp akademisi ile süren çok iyi bir askeri eğitimden geçmiş ve Balkan savaşında, Libya’da 1. Dünya Paylaşım Savaşının çeşitli cephelerinde savaş deneyimi kazanmışlardır.

Kurtuluş savaşında bizim en önemli “kuvvet çarpanımız” Yunanistan’ının tersine komutanların üstün mesleksel nitelikleridir. Komutanların niteliklerindeki fark sonucu belirleyici olmuştur.

Kesin sonuçlu muharebe olan Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesini Başkomutan Mustafa Kemal en ileri hatlardan yönetirken, Yunan Başkomutanı ve “kralcı” olduğu için bu göreve getirilen Hacianesti 300 km geride İzmir’de Kordon’da demirli lüks bir yattan yönetmiştir. Sonuç Türk ordusunun utkusu (zaferi), Yunan ordusunun ağır yenilgisidir.

Alınacak Ders:

Subay eğitiminin niteliği Ordunun başarısında en önemli etkendir. Subaylar askeri okullarda (liseden başlayarak) iyi eğitim almalı ve mesleksel yeterliliğe göre atanmalıdır..

Başkomutan Atatürk’ün savaş deneyimlerine dayanarak söylediği gibi, “Bir ordunun kudreti zabitan (subaylar) ve kumanda heyetinin değeri ile ölçülür.

  1. Askerler arasında güdülenme (motivasyon) farkı vardır :

Yunan ordusunun askerleri (erden ordu komutanına dek) emperyalist bir amaçla yabancı toprakları işgal ederken, Türk ordusunun askerleri kendi yurtlarında bir ölüm – kalım savaşı vermişlerdir. Bu da her iki ordunun savaşma azim ve istencini, dolayısı ile savaşın sonucunu belirlemiştir.

  1. Düşmanı küçümsediler

İngiltere’nin ve Yunanistan’ın başka bir yanılgısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmakta olduğunu, büyük savaştan ağır bir yenilgi ile çıktığını, askeri ve ekonomik gücünün zayıf olduğunu düşünerek Türkiye’yi ve Türk ordusunu kolayca yeneceklerini sanmalarıdır.       Devletin çökmekte olduğu ve ordunun Mondros’ta teslim edildiği gerçektir. Ancak Yunanlar ve İngilizler Atatürk gibi büyük bir önderin bu zorluklara karşın utku (zafer) kazanabileceğini düşünememişlerdir.

Alınacak ders: Düşmanını küçümseme!

Sonuç :

Kurtuluş savaşımızda Yunan ordusunun kesin bir yenilgiye uğramasında yukarıda belirtilen hataları etkili olmakla birlikte, sonucu belirleyen asıl etken başta Atatürk olmak üzere Türk ordusunun komutanlarının yetkinliği, Mehmetçiğin ve Türk ulusunun olağanüstü özverileridir.

Yunan tarihine “küçük Asya felaketi” olarak geçen Anadolu serüveni (macerası) bugünkü Türkiye açısından da alınacak derslerle doludur.

Özetle              :

  1. Orduya siyaset sokulmamalıdır. iktidarın kendi ordusunu oluşturma çabalarına son verilmelidir. TSK AKP’nin değil, devletin ordusudur.
  2. General ve subayların yükseltilmesinde ve askeri okullara öğrenci alımında siyasal iktidara yakınlık değil mesleksel nitelikler temel olmalıdır. Bu nedenle Yüksek Askeri Şura (YAŞ) asker ağırlıklı olmalıdır.
  3. Subay eğitiminin niteliği yükseltilmeli, 15 Temmuz hain darbe girişinden hemen sonra (31 Temmuzda) çıkartılan kanun hükmünde kararnamenin (KHK) subay eğitim sistemini değiştiren hükümleri iptal edilmeli, bu kapsamda;
  • Askeri liseler açılmalı,
  • Harp okulları Kuvvetlerinin kuruluşuna geri verilmeli,
  • Harp akademileri 2016 öncesindeki konuma döndürülmelidir.