Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

TSK’nın Komuta Yapısı da Anayasaya Aykırıdır

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’na yasaya aykırı yetki veren 703 sayılı KHK’yı iptal etti.
İptal kararının gerekçesi, yasa ile yapılmış bir düzenlemenin KHK ile değiştirilmesinin normlar hiyerarşisine (kurallar katmanlanmasına) aykırı olması ve Cumhurbaşkanı’nın yetki aşımında bulunmasıdır.

Benzer bir durum 15 Temmuz hain darbe girişiminin hemen ardından 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 sayılı KHK için de geçerlidir. 669 sayılı KHK’nın 35. maddesi ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Milli Savunma Bakanı’na (MSB) bağlanmıştır, Bakanlığı’na değil!!

KHK ile yapılan bu düzenleme anayasaya alıkça aykırıdır. Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri Türk Silahlı Kuvvetlerini (TSK) oluşturur. Anayasanın 117. maddesi “Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.” demektedir. Anayasaya göre TSK’nın komutanı Milli Savunma Bakanı değil, Genelkurmay Başkanıdır. Bu düzenleme, binlerce yılık savaş deneyimlerinden ortaya çıkan ilkelerden “komuta birliği” ilkesine de aykırıdır. Komuta yapısının bozulmasının inandırıcı bir nedeni açıklanmamıştır.

Sakıncalar

  1. 669 sayılı KHK ile yapılan komuta düzenlemesi anayasaya açıkça aykırıdır. Milli Savunma Bakanı Anayasanın 6. maddesine aykırı olarak kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanırken, Genelkurmay Başkanı anayasal görevini yapamaz duruma getirilmiştir.
  2. Yapılan düzenleme TSK’nın üst düzey komuta ilişkilerinde belirsizlik oluşturmuştur. Komutan anayasaya göre Genelkurmay Başkanı, KHK’ya göre Milli Savunma Bakanıdır.
    Emir-komutada belirsizlik askerlikte yapılabilecek en büyük yanlıştır. Harp tarihi bunun acı örnekleri ile doludur.
  3. Düzenleme ile Kuvvet Komutanlıkları Mili Savunma Bakanına bağlanmıştır. Kuvvet Komutanlıklarının iki komutanı olamayacağına göre, Genelkurmay Başkanı Kuvvetlere buyruk (emir) veremez duruma getirilmiştir. Barışta Kuvvetlere komuta edemeyen, savaşa hazırlıklarını geliştirip denetleyemeyen, personeli tanımayan Genelkurmay Başkanı’nın savaşta cumhurbaşkanı adına başkomutanlık görevini yerine getirmesi olanaksız duruma getirilmiştir. Bir birliği savaşa hangi komutan hazırladı ise savaşta o birliğe aynı komutanın komuta etmesi temel bir kuraldır. Bu durumda barışta MSB, Kuvvetleri savaşa hazırlatacak, savaşta genelkurmay başkanı yönetecektir. Bu yanlıştır.
  4. Son iki MSB asker kökenledir. İleride askerlik bile yapmamış, askeri bilgi ve deneyimi olmayan sivil bir politikacı Mili Savunma Bakanı olarak atandığında, bilgi ve deneyim gerektiren komutanlık görevini yerine getirmesi olanaksızdır.Bu durum ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokar.

    Öte yandan, Genelkurmay Başkanlarının görev süreleri sonunda MSB olarak atanmaları alışkanlık durumuna getirilerse, bir başka büyük yanlış olan Orduya siyaset sokulmuş olur.

Değerlendirme:

Bu bir ulusal güvenlik sorunudur.

Ulusal güvenlik ulusu oluşturan yurttaşların güvenliklerinin toplamıdır.

Soluduğumuz hava gibi, özgürlükler gibi varlığı pek duyumsanmaz, tehlikeye girdiğinde, kısıtlandığında veya yokluğunda önemi ve değeri anlaşılır ama geç olabilir!!.

Tarih bize bu coğrafyada yaşamda kalabilmenin güçlü bir silahlı kuvvetlerle olanaklı olacağını öğretmiştir. Güçlü silahlı güçlerin ön koşulu, barıştan başlayarak yetkin ve kuşkuya yer bırakmayan komuta yapısı ile savaşa hazırlanmaktır. Çevremizdeki güvenlik ortamının ulusal çıkarlarımız aleyhine (karşıtı) bozulmakta olduğu günümüzde konu önem ve öncelik kazanmaktadır.

Öneri

TSK’nın üst düzey komuta yapısını anayasaya aykırı olarak bozan ve ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokan 669 sayılı KHK’nın ilgili maddesi iptal edilmelidir.

Yasama sınavındaki 1. parti CHP

31 Mart seçimleri sonrası demokrasi, ‘demos-kratos’ ayrışması ışığında okunmalı.

Anayasal olarak “iktidar ve anamuhalefet partisi” yerine, “en fazla üyeye sahip iki parti” nitelemesi (2017 Değ.) de “toplum-yasama-anayasa” ilişkilerini yeniden tasarımda kullanılmalı.

DEMOS MEŞRULUĞU

AKP ve CHP, TBMM’de “en fazla üyeye sahip iki parti”. 31 Mart seçimleri, halk ve temsili organ (demos/kratos) arasında şöyle bir farklılaşma yarattı:

CHP’yi birinci parti yapan halk, AKP’yi ikinciliğe düşürdü.

Demos (halk) değişikliği, kratos (iktidar)’a yansımadı; çünkü hükümet ve siyasal sorumluluk, 2017’de kaldırıldı.

Bu ayrışma, iktidar-muhalefet ilişkisini yeniden kurgulama fırsatı da yarattı. CHP, demos adına 1. Parti sıfatını TBMM etkinliklerinin her aşamasında kullanmalı. Temsil organında Cumhur İttifakı’nın sayısal üstünlüğü karşısında, güçlü bir demokratik meşruluk dayanağı var CHP’nin.

Sayı üstünlüğünü haklılık ölçütü olarak kullanan ve “Yaptığımızı doğru bulduğu için seçmen bize oy veriyor, yasama tercihlerinde ölçümüz seçmen tercihi” vb. AKP söylemleri, demokratik meşruluk temelinde artık kullanılamaz. Yasama sürecinde, sürekli “Anayasa’ya saygı” testinden geçirilmesi gereken Cumhur İttifakı’nın 2017 kurgusunun amacı ile bağdaşmadığı gibi,
TBMM için ters kelepçe işlevi gördüğü, artık daha sık ve yüksek sesle dillendirilmeli.

YASAMA KUŞATMASI

Bu çerçevede, yasa önerileri üzerinde Komisyon öncesi, Komisyon aşaması, genel kurul, Anayasa Mahkemesi süreci olmak üzere, yapılması gerekenler üzerine “TBMM İçtüzüğü” nü yeniden okuma gereği açık.

Komisyonlar: Tam kadro ve sürekli katılmak, Anayasallık ön incelemesi, torba ve hızlı yasa uygulamasına karşı çıkmak, ikili ve/ya üçlü etki analizi istemek, kuşatıcı muhalefet şerhi yazmak…

Genel Kurul: İlgili Komisyon üyeleri olarak sürekli ve eksiksiz katılmak, torba yasaları temel yasa gibi görüşme dayatmasına karşı çıkmak, yasa önerisi üzerinde eksiksiz konuşmak, geri çekilen maddelerin son dakika değişiklikleri ile eklenmesine karşı uyanık olmak; bir de Komisyonlar arası torbalara sokuşturularak ‘gizlenen’ torba yasa maddelerini teşhir için özel bir izleme kurulu kurmak.

Anayasa’ya saygı ve demokratik anayasa değişiklik hedefi ile de tutarlılık için, nitelikli yasama için etkili yasama süreci, muhalefet olarak adlandırılmamalı; tam tersine, tabanda birinci olan Parti’nin önermesi, ön alması, seçenek üretmesi, halka yönelik güçlü ve sistematik bir söylem oluşturması, TBMM’de DEM P., İyiP, Saadet P., TİP demokratik yelpazesi ile kucaklayıcı bir ortak direnme zemini oluşturma çalışmalarını da kapsamına alması, nitelikli yasama yol haritası için belirleyici olmalı.

ÖNERİCİ ve ÖNALICI

27. dönemde deneyimlediğimiz “opposition” (muhalefet) yerine “proposition” (önerme) yaklaşımını Sn. Özgür Özel, şimdi 1. Parti Genel Başkanı olarak sistemli ve sürekli bir uygulamaya dönüştürebilir.

AYM’nin çok gecikmeli olarak ve bir ölçüde de olsa iptal ettiği CBK-1 ve KHK-703 üzerine,
1. Parti’nin söylem ve eylemlerinin haklılığını pekiştirici yasama yol haritası da belirlenmeli.

Toplum-yasama-anayasa’ ilişkisindeki yeni kurgu, Cumhur İttifakının “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyetikiyüzlülüğünü de teşhir etme vesilesi olmalı.

DEZENFORMASYON ve TUZAK

Nitelikli yasa ereğinde yasama işbirliğini Anayasa’ya ve kamu yararına uygunluk açısından bilgi temelinde geliştirmek, öncelikle, tematik (konulu) toplantılar olarak toplumla inşa edilmekte (kurulmakta) olan demokratik siyasetin inandırıcılığı bakımından çok önemli.

Sonra, Anayasa’ya saygı ve demokratik Anayasa değişikliği hedefi için gerekli. Bu çerçevede, TBMM’nin Anayasal dezenformasyona alet edilmesine de karşı çıkılmalı.

Nihayet (Son olarak), ‘hukuka çağrı’ yolunda yürütülmeye çalışılan müzakereler (görüşmeler) için de nitelikli yasama ciddiyeti önemli.

Bu yolda, 2017 kurgusunu (tuzağını) aşmaya odaklanmak ve CB adayı tuzağına asla düşmemek de, izlenmesi gereken yol ve yöntemin ne denli duyarlı bir konu olduğunu doğruluyor.

Doğurganlık Tartışmaları Kadınların Üreme Hakları Korunarak Ele Alınmalıdır!

HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan

  • “Doğurganlık Tartışmaları Kadınların Üreme Hakları Korunarak Ele Alınmalıdır!”

başlıklı basın açıklaması, Derneğimiz web sayfası ve sosyal medya hesaplarında paylaşılmıştır.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) olarak 2023 yılı için TÜİK tarafından açıklanan son “Toplam Doğurganlık Hızı” verisi ve kadınların en temel hakkı olan “doğurganlıklarına karar verme hakkına” yönelik söylemler nedeniyle aşağıdaki açıklamayı kamuoyunun dikkatine sunarız:

● Ülkemizde nüfusun yarısını oluşturan kadınların sağlığının önemli belirleyicileri;
kadının toplum içindeki statüsünü oluşturan

– eğitime katılma,
– istihdam ve çalışma yaşamına katılma,
– siyasete ve karar verme mekanizmalarına katılma,
– sağlık hizmetine erişim durumlarıdır.

Dünya Ekonomik Forumu’nun ülkelerdeki kadın-erkek eşitsizliğinin boyutunu değerlendirerek yaptığı sıralamada; Türkiye 2022 yılında 146 ülke arasında 124. sırada iken, 2023 yılında 129. sıraya gerilemiştir.

Başka bir anlatım ile kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik uçurumu derinleşmiş,
salt bir yıl içinde sıralamada beş sıra geriye gidilmiştir.
……..
…..
Özetle                                             :

Ülkemizde kadınların haklarını kullanabilmeleri için önlerindeki engellerin
kaldırılarak ve fırsat eşitliği sağlanarak daha iyi – eşit statüde olmaları mümkündür.
Bu bir tercih değil gerekliliktir, bunu sağlamak da “Devletin Anayasal Görevidir”.
Doğurganlıkları hakkında kendi kararlarını verebilmeleri ve doğurganlığın
düzenlenmesi hizmetlerine ulaşabilmeleri için önlemler alınmalı ve harekete
geçilmelidir. Türkiye’de kadınların Cumhuriyetle kazandıkları haklarından geri adım
atılmasına asla izin verilmemeli – engellenmelidir.

Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı
Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.

Açıklama metni için: DOĞURGANLIK TARTIŞMALARI KADINLARIN ÜREME HAKLARI…

https://www.hasuder.org/Duyurular/Detay/basin-bildirileri/dogurganlik-tartismalari-kadinlarin-ureme-haklari-korunarak-ele-alinmalidir/1afcac65-adac-1a9e-454f-3a12f9d4e032

Saygılarımızla.

Erdoğan’ın umudu Kılıçdaroğlu!

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
03 Haziran 2024, Cumhuriyet

Dünyada, partisi seçimde birinci olduğu halde, seçimlerin üzerinden iki ay geçmeden, genel başkanlık tartışmasını gündeme getiren, kaç siyasetçi vardır? Muhtemelen yoktur.

Bunun tek istisnası eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur!

CHP, 31 Mart belediye seçimlerinde %38 oy alarak birinci parti oldu ve büyük bir seçim zaferi kazandı. Böylece CHP 1977 seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti oldu; SHP’nin 1989 yılındaki belediye seçimi zaferi de o zamandan beri ilk kez yinelenmiş oldu.

Bu oyların önemli bir bölümünün ekonomik krizden dolayı tepki oyları olarak CHP’ye kaydığı söylenebilir. Ancak sonuçta bu oylar muhalefette olan başka bir partiye değil, CHP’ye kaymıştır. O nedenle CHP yönetiminin de bu seçim zaferinde bir payının olduğu kesindir.

Ayrıca geçtiğimiz yıl parti yönetiminde bir değişiklik gerçekleşmeseydi, 31 Mart belediye seçimleri kazanılmayacaktı. Çünkü 13 yıl boyunca girdiği tüm seçimleri yitiren Kılıçdaroğlu’na yönelik hem parti tabanında hem de genel olarak seçmen tabanında büyük bir tepki oluşmuştu. CHP tabanının ve genel olarak seçmen tabanının büyük bir kesimi, Kılıçdaroğlu’nun görevden ayrılması için, 31 Mart seçimlerini boykot etmek ve sandığa gitmemek eğilimine girmişti.

Durum böyleyken, Kılıçdaroğlu geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon yayınında, kurultay delegelerinin aday göstermesi durumunda CHP Genel Başkanlığı’na yeniden aday olacağını ifade etti!
***
Kılıçdaroğlu, “Kurultay delegelerinin aday göstermesi durumunda, siz öyle bir durumda, ‘varım’ der misiniz” sorusuna yanıt olarak, “O kurultay delegelerine bağlı, bana bağlı değil. Kurultay delegesi isterse, tabii. ‘Ben olmayacağım’ olmaz. Onlar önerirlerse, olursa, bir sorun yok” dedi.

Oysa CHP’de 2025 yılının kasım ayına dek seçimli bir kurultay gündemi yok. Ayrıca CHP’nin daha iki ay önce gerçekleşen bir seçim zaferi söz konusu. Kılıçdaroğlu’nun, söz konusu soruya, “Şu anda seçimli kurultay gündemde değil; ayrıca CHP’nin bir seçim başarısı söz konusu iken bir genel başkanlık tartışmasını doğru bulmuyorum” biçiminde bir yanıt vereceğine, böyle bir sorunun üzerine balıklama atlayarak aday olabileceğini ifade etmesi, nasıl bir amaca hizmet edebilir?!

Bu tür bir yanıtın ve tutumun, AKP’ye hizmet edeceği açıktır. Ekonomik krizi aşamayacağını kendisi de anlayan AKP’nin şu andaki tek umudu, CHP’nin kendi içinde bölünmesi ve parçalanmasıdır.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş arasında bir bölünmeye ve tartışmaya umut bağlayan AKP, bunun gerçekleşmeyeceğini gördükten sonra, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışından dolayı çok mutlu oldu!
***
Partinin ilkelerinden uzaklaşılması ve parti içi demokrasinin uygulanmaması durumunda, örneğin bu yıl gerçekleşecek tüzük kurultayında, demokratik bir tüzüğün kabul edilmemesi ve CHP’nin seçim zaferinin sürdürülebilir olması engellendiği takdirde, CHP yönetimi, seçim zaferine karşın eleştirilebilir.

Ancak bu eleştiriyi, daha önceki yıllarda partinin ilkelerine sahip çıkmayan ve parti içi demokrasiyi uygulamayan Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyması durumunda, bunun hiçbir içtenliği ve inandırıcılığı olmaz.

2025 yılında, genel başkanlık ve parti meclisi üyeliği yarışının gerçekleşeceği seçimli kurultayda da, Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday olmasının hiçbir siyasal gerekçesi olamaz.

CHP’yi temel ilkelerinden ve Mustafa Kemal Atatürk’ten koparttığı gibi, 13 yılda girdiği tüm seçimleri yitiren Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday olması, salt AKP’ye ve onun genel başkanı
Recep Tayyip Erdoğan’a yarar sağlar.
=================================
Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

İnsan ve hayvan27 Mayıs 2024

RAHMANİ VE ŞEYTANİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

 

Tanrı’nın, sağduyunun ve aklın buyurdukları :

– Ahlak, hukuk ve adalet, 
– Sevgi, saygı ve hürmet,
– Dürüstlük, vefa ve sadakat,
 – Vicdan, insaf ve merhamet,
– Duygudaşlık ve eşitlik,
– Barış, huzur ve esenlik,
– Mutlu aile, mutlu toplum,
– Adil ve huzurlu ülke.

Şeytanın ve nefsin fısıldadıkları :

– Kibir, kindarlık ve şehvet,
– Zorbalık, cebir ve şiddet,
– Irkçlık, cinsiyetçilik ve cehalet,
– Yalancılık, fitnecilik ve fesatcılık,
– Ayrımcılık, dinbazlık ve bencillik,
– Düşmanlık, kargaşa ve savaş,
– Mutsuz aile, mutsuz toplum,
– Adaletsiz ve huzursuz ülke.
***
İnsanı Tanrılaştırma,
İnsanın kulu olursun.
Tanrıyı insanlaştırma,
Umut yoksulu olursun.
***
Aydınlar muma benzer,
Işık saçarak erir.
Kara cahil yobazlar,
Aydınları hor görür.

Anayasaya aykırı mıydı? Ali Fuat Başgil ve Tahkikat Komisyonu

Alev Coşkun
03 Haziran 2024, Cumhuriyet

 

27 Mayıs hareketinin 64. yıldönümü nedeniyle değerli gazeteci Sedat Ergin, “27 Mayıs’ın Sancılı Sayfaları” başlığını taşıyan bir yazı dizisi yayımladı.

Bu yazı dizisinde 1961 Anayasası’nın halkoylamasıyla kabul edilişinden sonra 1961 Ekim ayında yapılan seçimler sonunda ortaya çıkan siyasal tablo ve zor dönem anlatılıyor. 1961 Ekim seçimlerinde senatör seçilen Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmesi için kendisine yapılan baskı üzerinde duruluyor.

Kuşkusuz bu baskı kabul edilemez. Demokrasiye aykırıdır. O günün güçleri eski Milli Birlik Komitesi üyeleri Orgeneral Fahri Özdilek, General Sıtkı Ulay, Kuvvet Komutanları, siyasal aktörler İsmet İnönü, Osman Bölükbaşı, Ekrem Alican’ın siyasal anılarına dayanarak yazılan ve altı gün süren bu yazı dizisi o günlerle ilgili önemli bilgiler vermiştir.

1961 Ekim seçimlerinden sonra eski Milli Birlik Komitesi’nin artık gücü ellerinden kaçırdıkları Silahlı Kuvvetler içinde “yeminli cunta” denilen bir gücün ortaya çıktığı, belgelere dayanarak anlatılıyor.

İstanbul Üniversitesi’nde polisin öğrencilere uyguladığı orantısız güç sonucu, yüzlerce öğrenci yaralandı.

DEMOKRASİ DERSİ

İşlerin tam çıkmaza girdiği ve Silahlı Kuvvetler içinde oluşan “cunta”nın siyasal etkisinin yükseldiği bir zaman diliminde siyasal parti liderleriyle, TSK generallerinin bir araya geldiği Çankaya toplantısında İnönü’nün verdiği demokrasi dersi üzerinde duruluyor.

Silahlı Kuvvetler 1961 Ekim seçimlerinden beklediklerini bulamamışlardı ve bu duygunun yarattığı bir huzursuzluk içindeydiler. Meclis’in toplanmadan dağıtılmasını isteyenler vardı.

Çankaya’da generaller, siyasal parti liderlerinin katılımıyla bir toplantı yapılacaktı.

Sedat Ergin bu toplantıyı sonradan Hava Kuvvetleri komutanı olan Orgeneral Muhsin Batur’un anılarına dayanarak anlatıyor:

“Kuvvet komutanları, ordu komutanları, kolordu komutanları toplanmışlardı. Toplantıyı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay açtı. Toplantının gündemini de açıkladı;
‘içinde bulunduğumuz politik ortamda Silahlı Kuvvetler nasıl bir yol izlemeli?…
Meclis’in açılmasına ve demokrasiye geçişe izin verilmeli mi, verilmemeli mi?’”

Batur şöyle sürdürüyor:

İnönü söz aldı. Bu gibi toplantılarda konuşma genelde başkana hitap edilerek yapılır. İnönü ise bizlere generallere doğru döndü… Tok sesi ve kendine özgü şivesi ile ve biraz da sertçe şunları söyledi:

  • ‘Bu anayasa silahlı kuvvetlerin eseri mi? Bu anayasa ve demokrasiye inanıyor musunuz? Eğer böyleyse bu işlere ne karışıyorsunuz? Bunlar Meclislere ait işlerdir…’ dedi.

Uzun bir sessizlik oldu… ”Aslında bu tavır İnönü’nün demokrasiye olan bağlılığının somut bir göstergesidir. Ergin’in yazı dizisinin en önemli noktası, 1961 seçimlerinden sonra Meclis ve Silahlı Kuvvetler içinde oluşan cuntanın yarattığı ortamın açık bir biçimde ortaya çıkmasıdır.
Bu karmaşık ortam beş yıl sürdü ve bu ortamdan demokrasiye inanmış İnönü’nün kesin karar ve tUTUMları sayesinde kurtulunmuştur.

ANKARA’DAN GELEN TELEFON

Ergin’in dizisinde başlıca sözü edilen kişi Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’dir. Biz, bu yazımızda asıl tartışmalı konuya girmek istiyoruz. DP tarafından kurulan Tahkikat Encümeni (Komisyon) anayasaya aykırı mıdır, değil midir?

27 Mayıs 1960 hareketinin en önemli sebeplerinden birisi Meclis’te kurulan Tahkikat Encümeni (Komisyonu) ve bu komisyona verilen yetkilerdir.

Tahkikat Komisyonu, 17 Nisan 1960’ta kuruldu. 15 kişilik komisyonun bütün üyeleri DP milletvekillerinden oluşuyordu. Tahkikat Komisyonu konusu Meclis’te görüşülürken büyük tartışmalar olmuştur.

  • Komisyona tutuklama yetkisi, yargılama ve savcılık yetkisi verilmiştir.

Komisyon gazeteleri ve matbaaları kapatabiliyor, gazetecileri hapse atabiliyordu.
Komisyonun kararlarına karşı da itiraz hakkı yoktu.

Komisyonun kuruluşundan 10 gün sonra 27 Nisan günü bu Komisyona yetkiler veren yasa
kabul edildi. Bu Yasa DP’nin “sivil hükümet darbesi” niteliğindeydi.

28 Nisan 1960 günü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde üniversite öğrencileri
direnme hareketi başlattılar. “Hukukun katledildiği yerde hukuk okunmaz” diyorlardı.

Üniversite bahçesinde öğrencilerle polis arasında çatışma çıkmıştı. Polis aşırı güç kullanıyordu. Hatıralarında anlattığına göre anayasa hukuku hocası Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, polisin aşırı güç kullanmasına tanıklık ediyordu. Bu sırada Ankara’dan bir telefon geldi. Arayan DP milletvekili ve Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu idi.

Benderlioğlu telefonda “Hocam, Sayın Başbakan Menderes sizinle görüşmek istiyor. Ankara’ya gelebilir misiniz?” diyordu.

Ertesi gün 29 Nisan 1960’ta bu kez Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde protestolar başlamıştı.

Ali Fuat Başgil

KUCAKLAŞAN ASKER ve ÖĞRENCİ

Ali Fuat Başgil hatıralarında olayı şöyle anlatıyor:

“28 Nisan Perşembe günü dersimi vermek üzere, saat 09.00’u geçe, üniversiteye geldim. Binanın cümle kapısı dışında ve içinde üçer-beşer kişilik talebe grupları ve koşuşmaları gördüm. Gençler şakalaşıyor sandım, ehemmiyet vermedim. Saat 10.00’a doğru hadiseler başladı.

Başından sonuna kadar şahidi olduğum bu feci hadiselerin hatırasını unutmak istiyorum. Yalnız örtülü kalan bir iki noktada üstüne parmak basmakla iktifa edeceğim: Saat 11.00’e doğru, gençlik kitlesi, üniversite binasının kule tarafı köşesine bina ile kule arasındaki sahaya toplanmıştı. Yirmi beş, otuz kadar atlı polise emir verildi. Bunlar birden hücuma kalktılar ve kitle üzerine yürüdüler. Gençler polislere taş, toprak, ot, çimen ellerine ne geçtiyse savurdu. Atlar bu türlü hizmetler için yetiştirilmemiş olacak ki ürküp şahlandılar. Dört polisin attan yuvarlandığını gördüm. Kıta geriye çekildi. Bunun üzerine askere marş marş emri verildi. Önde subaylar, bir askeri birlik hızlı adımlarla yürüdü. Büyük bir fecaatin kopması bir an meselesi haline geldi. Üst kat penceresinden manzarayı nefesim tutulurcasına heyecan içinde seyrediyordum. Askerle talebe arasında 5-10 adım aralık kaldı kalmadı, talebe: ‘Yaşa Türk askeri!’ diye hep bir ağızdan haykırdı. Birlik birdenbire durdu. Bir an sonra subay, asker, talebe kucaklaşıyordu.
Bunu görünce heyecanım son haddini buldu ve beni büyük bir endişe sardı.”
(Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, s. 67, 69.)

TARİHSEL TOPLANTI

30 Nisan akşamı Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ve
Prof. Dr. Başgil’in katıldığı toplantının siyasal tarihimizde önemli bir yeri vardır. Başbakan Menderes, Prof. Başgil’e “Meclis’in Tahkikat Komisyonu’nu kurması anayasaya aykırı mıdır?” sorusunu sordu. Genellikle muhafazakâr düşünceye sahip anayasa hukuku hocası bilim insanı Başgil şu yanıtı verdi: “TBMM herhangi bir konu hakkında ‘tahkikat’ yani soruşturma komisyonu kurulmasına karar verebilir.” dedi.

Menderes, “O zaman muhalefet neden bu kadar gürültü çıkarıyor?” diye bir karşılık verdi. Başgil’in tarihsel yanıtı şöyledir:

Tahkikat Komisyonu kurulabilir ancak bu komisyona verilen yetkiler anayasaya aykırıdır.
(Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, 1990.)

Başgil hatıralarında şöyle devam ediyor:

“28 Nisan Perşembe günü çıkan bu kanunu okuyunca bazı noktalardan anayasa hududunun aşılmış olduğunu gördüm esef ettim. Bunu 30 Nisan Çankaya sofrası görüşmemde açıkça söyledim. Menderes merhum, salahiyet kanununda hangi noktadan anayasanın aşılmış olduğunu sordu. ‘Misal olarak Meclis müzakerelerinin yasaklanması noktasından aşılmıştır. Anayasanın 25. maddesi mucibince Meclis müzakereleri alenidir. Müzakerelerin neşrinin yasaklanması aleniyet prensibine aykırıdır’ cevabını verdim ve bu noktada merhum ile aramızda uzunca bir konuşma oldu”. (Çankaya görüşmelerini Prof. Dr. Başgil, Cumhuriyet gazetesinde de yazmıştır. Bu makale de önemlidir ve analiz edilmesi gerekir. Başgil’in makalesi 5-8 Haziran 1960 tarihinde yayımlandı.)

SONUÇ

1950-1960 dönemi ne yazık ki belgelere dayalı ve nesnel olarak tüm ayrıntılarıyla henüz yazılmadı. Şunlar ana noktalardır:

  • DP’nin iktidara gelir gelmez CHP’nin mallarına el koyması,
  • Halkevleri ve Köy Enstitülerini kapatması,
  • Kendisine oy vermeyen Kırşehir ilini ilçe yapması,
  • Basın üzerine baskı kurması, gazetecileri hapse atması,
  • Muhalefet lideri İsmet İnönü’ye sopalarla ve taşlarla saldırılması,
    Topkapı’da yolunun kesilmesi, kendisine karşı linç girişiminde bulunulması,

Ve en sonunda, DP’ye gönül vermiş Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in de belirttiği gibi,
anayasaya aykırı Tahkikat Komisyonu kurulması ve yetkiler verilmesi…

Bunlar bilinmeden 27 Mayıs 1960 hareketi tam olarak anlaşılamaz.

Kaynak: Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, 2. baskı, Boğaziçi Yayınları, s. 65-69.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mustafa AYDINLI şiiri : BİZİM KÖYLÜ NEREDE?    

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı
03 Haziran 2024

 

BİZİM KÖYLÜ NEREDE?

Yirmi yıl köyümden ayrıyım dostlar
Bu köyün kuzusu kuşu nerede
Sanki buraları ayrı bir diyar
Bu köyün muhtarı başı nerede?

Sürüyle kuşları gelip geçerdi
Akan çeşmelerden suyun içerdi
Kaydalayıp kayalardan uçardı
Ayağı kınalı keklik nerede?

Sabah olur bayırlara sarardı
Koyunlar meleyip yavru arardı
Üç çobanı yarım günde yorardı
Arkası gözükmez sürü nerede?

Çok cins imiş Veli Ağ’nın demesi
Kovaya benzerdi onun memesi
Sekiz litre süte çıkmazdı sesi
Buzağılı sağmal inek nerede?

Saf arpadan başka bir şey yemezdi
Binip gitsen seni yolda komazdı
Onca yüke bana mısın demezdi
Her yüke koştuğum eşek nerede?

Ambarın önüydü Alaş’ın yeri
Onsuz edemezdi o koca sürü
Sesiyle yıkardı hem göğü yeri
Babamın gözdesi köpek nerede?

Kesilmesi yedi köye yıkımdı
Çok yavaş akardı gayet sakindi
Şekerden tatlıydı bala yakındı
Bal tatlısı Evci suyu nerede?

Harman sonu düğün dernek çatardı
Düğünde gençleri nara atardı
Cıvıltısı bütün köyü tutardı
Bir okul dolusu çocuk nerede?

Güreşince üç kişiyi yıkardı
Bekçi idi tepelerden bakardı
Köyün her derdiyle başa çıkardı
Yan komşumuz Ali dayı nerede?

Tepelerde bağ yanında gezerdi
Haksızlığa dayanamaz kızardı
Karacaoğlan derdik destan yazardı
Yüz yaşında Kara Dayı nerede?

Buğday arabası gelir geçerdi
Bahçelerde dolu çiçek açardı
Coşan insan üzüm suyu içerdi
Bu köyün bahçesi bağı nerede?

Şimdi onlar büyük kentler üyesi
Çeyrek ekmek varoşlarda gayesi
Gün görmezler şu dünyada doyası
Kalkınma köydendi hani nerede?

Çift olurdu yumurtanın sarısı
Aydınlı da buralardan birisi
Kalmaz gayri bu köylünün gerisi
Halkın efendisi köylü nerede?

 

Birlikte yaşayabiliriz

Prof. Dr. Çağatay Güler

31 Mayıs 2024, Cumhuriyet

Sokak köpekleri sorunu insan nedenli bir sorundur. Bu konunun çözümü kamu güvenliğini, hayvanların refahını (gönencini) ve toplum uyumunu sağlayan dengeli bir yaklaşım gerektirir. Merkezi bütçe kaynağı olmadan birilerine havale edilerek çözülemez. Bireysel önlemleri, toplumsal katılımı, uzun vadeli stratejileri (erimli yordamları) ve etkili kent planlamasını içeren çok yönlü bir yaklaşımla, sokak köpeklerinin varlığını insanca ve güvenli bir biçimde yönetmek olanaklıdır.

  • Köpek nüfusunun insanca denetimi, yakala-kısırlaştır-sal yöntemidir.

Salmanın amacı, uyum sağlamış olanların yerine bölgeyi yeni ve uyumsuz olanların doldurmasını önlemektir. Kamuoyu bilinçlendirilmelidir. Toplum bireyleri sokak köpekleriyle güvenli biçimde nasıl bir arada yaşayabilecekleri konusunda eğitilmelidir. Sokak köpeği topluluklarının izlenmesi ve yönetilmesinde toplumun katılımı koşuldur.

  • Sokak köpeklerini bireysel olarak beslememelidir,
  • bu davranış onları geri dönmeye özendirir ve insan gıda kaynaklarına bağımlı kılar.

Bir başıboş köpeğin saldırgan davranışlar sergilemesi durumunda yetkililer bilgilendirilmelidir. Sokak köpekleriyle ilgili bildirimlerde erişim kolaylaştırılmalı, hayvan denetim hizmetleri hızla yanıt verebilecek biçimde güçlendirilmelidir.

ÇÖZÜM YOLLARI

Sokak köpeği topluluklarını yönetmek ve izlemek için nüfusun yoğun olduğu bölgelerden uzakta, belirli besleme ve bakım alanları oluşturulmalıdır. Bu hayvanlar kuduz ve öbür hastalıklara karşı düzenli olarak aşılanmalı, hayvanlardan insanlara bulaşabilen hastalıkların yayılmasını önlemek için sağlık denetimleri yapılmalıdır.

Uzun erimli çözümlerin başında erkek ve dişi köpeklerin kısırlaştırılması gelmektedir. Bu uygulama becerisi veteriner hekim ve veteriner sağlık memurlarının eğitiminde daha ilk yıllarda kazandırılmalıdır. Büyük ölçekli kısırlaştırma kampanyalarında hayvan refahı (gönenci) kuruluşlarıyla işbirliği yapılmalıdır. Zorunlu kısırlaştırma ve mikroçip takma dahil olmak üzere sorumlu evcil hayvan sahipliğine yönelik politikalar geliştirilerek uygulanmalıdır.

Terk etme eylemi ve hayvanlara yönelik zulme karşı çıkarılmış yasalar tam olarak uygulanmalıdır. Sokak köpekleri için barınak ve esenlendirme (rehabilitasyon) merkezleri kurulmalıdır. Barınaklar ilkel toplama kampları durumuna getirilmemelidir. Belediyelere barınak kurdurup uygun eleman almaları kısıtlanırsa amacına ulaşmaz. Barınaklar ve kurtarma örgütleri aracılığıyla başıboş köpeklerin sahiplenilmesi özendirilmelidir. Sahiplenmeyi kolaylaştıracak özendirmeler getirilmelidir.

  • Hayvanlar yeni sahiplerine kısırlaştırılarak ve çipleri takılarak verilmelidir.

Evlerde aşılamayı sağlayacak gezici birimler erişim kolaylığı açısından önemlidir. Sahiplenilme şanslarını artırmak için bu hayvanlara eğitim ve davranış tedavisi (sağaltımı) sağlanmalıdır. İlgili meslek mensupları bu konuda bilgi ve beceri sahibi olarak mezun olmalıdır.

Çevre ve kent planlaması ve altyapı tasarımı genellikle ihmal edilmektedir.

Katı atık biriktirme yerleri sokak hayvanları için beslenme yeri olmamalıdır.

Katı atık yönetiminde bu durum göz önünde tutulmalıdır. Çöp kutularının erişim güvenliği ve belirlenmiş kentsel evcil hayvan alanları başıboş köpek denetimi göz önünde bulundurularak tasarlanmalıdır. Sokak köpeklerinin toplanmasını önlemek için sokaklar ve halka açık alanlar düzenli olarak temizlenmelidir. Sokak köpeklerinin yaygın olduğu alanlarda yeterli aydınlatma ve görünürlük sağlanmalıdır.

ZORUNLU ÖĞELER

  • Kayıt ve mikroçipleme: Yitirilmeleri veya başıboş kalmaları durumunda kimliklerinin belirlenmesini ve geri getirilmesini kolaylaştırmak için köpeklerin kayıt altına alınması ve mikroçip takılması koşuldur.
  • Kısırlaştırma programları: Sokak köpeği nüfusunu insanca denetlemek için gereklidir.
  • Aşılama gereksinimleri: Kuduz vb. hastalıkların önlenmesine yöneliktir.
  • Hayvan refahının (gönencinin) korunması: Başıboş köpekleri zulüm ve kötü işlemden korumaya ve onlara insanca davranılmasını sağlamaya yönelik hükümler gerekir.
  • Halkın eğitimi ve farkındalığı: Sorumlu evcil hayvan sahipliğini ve başıboş hayvanlara insanca davranılmasına yönelik halk eğitim kampanyalarını içermeli ya da desteklemelidir.
  • Terk etme cezaları: Bu uygulamayı caydırmak ve başıboş hayvan sayısını azaltmak için evcil hayvanların terk edilmesine yönelik yaptırımlar olmalıdır.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİNE KAYYIM ATANMASI SORUNU

Dostlar,
Sitemizde 01.12.2023’te yayımladığımız yazıyı, güncel koşulları gözeterek yineliyoruz. 23 Mayıs 2024 günü Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazımızı da ekliyoruz (kişisel görüşlerimizdir) : TTB Seçimleri. Meslektaşlarımızın sağduyusuna sunarız. 31.5.2024
================================

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM 
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X
 : @profsaltik

Haziran 2020’de TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez organları seçimine giderken, Merkez Konseyi üyeleri, arasında şimdiki başkanın adını görünce elimizden geldiğince uyarılarda bulunduk.
Dr. Fincancı’nın Uğur Mumcu cinayetinde verdiği adli tıp raporlarının yarattığı ağır sonucu (cinayetin örtülmesi!), Av. Ceyhan Mumcu kaynaklarına dayanarak bir de biz açıkladık ve web sitemizde yazdık. Bu kişinin TTB yönetimine aday olamayacağını, olmaması gerektiğini anlatmaya çabaladık. Olmadı! 11 üye belirlenince bu kez, “hiç olmazsa Başkan seçmeyin”.. uyarılar yaptık. Oligarşik yapı öyle katıydı ki, söylenenler tersine etki yapıyordu.

İki yıl sonra 2022 seçimlerinde gene aday oldu Merkez Konseyine ve oylarının azalmasına karşın blok liste kazandı. 2. kez TTB Başkanı seçilmemesi için çabaladık ama, oligarşi daha da keskin, hatta tepkiseldi. Geçtiğimiz yıl, Mezopotamya haber ajansına bir demeç vererek, TSK’nın emperyalizmin maşası bölücü örgüte karşı yürüttüğü operasyonda, kendisine izletilen görüntülere dayanarak, kimyasal silah kullanılmış olabileceğini ima etti ancak kesin kararın yansız kuruluşların incelemesiyle verilebileceğini de (ihtiyat gereği??) ekledi. Kurgu tamamdı.
Bu demeç, istenen – beklenen olumsuz psikolojik etkiyi yarattı kamuoyunda bir ölçüde. Ardından birkaç ay tutuklu kaldı. Web sitemizde yazdığımız yazılarda, TTB’ye zarar vermemek için istifaya çağırdık, ama dinleyen kim! Konseyin öbür 10 üyesi de istifa çağrısı yap(A)madı.
***
2020 seçiminde, TTB Yüksek Onur Kuruluna, teknik biz uzmanlık kurulu olması nedeniyle aday olmak istedik. Bu görevi 1992-96 arasında 2 dönem yapmıştık. Hukuk, etik, hekimlik deneyimi ve birikimi isteyen bir teknik uzmanlık birimi idi bu kurul. Yüksek disiplin – onur kurulu işlevli idi bir bakıma. O tarihte hekimlikte 44. yılımızdaydık. Hukuk Fakültesini de bitirmiştik. Sağlık Hukuku alanında tezli master yaparak uzmanlaşmıştık. Mülkiye’den kamu yönetimi – siyaset bilimi diploması da almıştık. Bu donanımızla, söz konusu Yüksek Onur Kurulu’nda dosyaların çözümüne birikimimizle nesnel – bilimsel katkı vermek ve genç üyelerin yetişmesini desteklemek amacında idik.. Geçmişte hukukumuz olan, kimisi öğrencimiz, kimisi asistanımız.. olmuş meslektaşlarımız bile şaşılası bir “kenetlenme” (!?) içinde idiler. Bize yanıt bile vermiyorlardı! Çelik oligarşi “ille de bizden olacak” kararındaydı.
“Nuh” deniyor ama “peygamber” denmiyordu.

Yazında (literatürde) bu olgunun adı (haydi körü körüne inat demeyelim..),
İDEOLOJİK KÖRLÜK!
***
Hacettepe Tıp’tan bir sınıf arkadaşımız, bize acımış (!) olmalı ya da vicdanının isyanını bastıramamış olmalı ki, telefonla aradı ve sağ olsun kimi övgü sözlerinin ardından;

  • “… ama biz bir parti gibiyiz.. sen bizim partiden değilsin, bunu anlamalısın..” dedi!

Kördüğüm (!) çözülmüştü…
TTB’nin yakın geçmişe ilişkin bizim çektiğimiz çarpıcı fotoğraflarından biri böyle..
***
Dün (30 Kasım 2023), Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının ardından bize çok sayıda soru geldi. Konunun hukuksal ve öbür boyutlarına ilişkin. Salt teknik – hukuk boyutunu
gece yarısına doğru nesnellikle, hukuk terbiyemizle yanıtladık ve tweet + what’s up iletisi olarak bir miktar paylaştık. Şöyleydi :
***
Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi,
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyini görevden aldı

TTB’ye kayyım atanması konusunda bize gelen sorular (30.11.23) ve hukuksal yanıtlarımız

6023 sayılı yasa ek md. 2/2 uyarınca :
1. Bu karar kesin midir, hemen infaz edilir mi? İtiraz yolu var mıdır, varsa nereye itiraz yapılacak? İtiraz infazı durdurur mu?

2. Mahkeme, beş Tabip Odası Başkanını görevlendirdi bir ay içinde seçim yaptırmak üzere.
Ama görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, “karar temyizde kesinleşene dek
görevimizin başındayız” diyor. Bu iddia mevzuatımız bakımından geçerli midir?
***
YANITLARIMIZ

1.Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı kesin değildir, İstinaf edilebilir. İstinaf yolu, 6100 s.
HMK 341. maddesinde belirtildiği gibi, BAM’ne (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurarak açılabilir. Bu başvuru, kararın tebliğinden başlayarak 15 gün içinde yapılmalıdır.

İstinaf başvurusu, kararın infazını durdurmaz.

Ancak, istinaf eden taraf, kararın infazının durdurulması için BAM’ne başvurabilir.
Bu başvuru, kararın tebliğinden başlayarak 7 gün içinde yapılmalıdır.
BAM, infazın durdurulması istemini, kararın istinaf edilebilirliği, istinaf dilekçesinin usule uygunluğu ve istinaf eden tarafın zarar görmesi durumu gibi noktaları dikkate alarak
değerlendirir. BAM kararının temyiz edilebilirliği ayrıca değerlendirilmelidir.

2.Mahkemenin 6023 s. yasa gereği görevlendirdiği beş Tabip Odası Başkanının (Erzurum, Samsun, Malatya, Konya, Denizli), bir ay içinde seçim yapmaları yönündeki kararı, 6023 sayılı yasanın ek 2. maddesinin 2. fıkrasına dayanmaktadır. Bu Kurul, görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin yerine geçici olarak atanan bir kayyım heyeti yetkisindedir.
Bu nedenle, görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin, “karar temyizde kesinleşene dek görevlerinin başında oldukları” savı (iddiası), mevzuatımız bakımından geçerli
ve doğru değildir; daha çok psikolojik slogan niteliklidir.

Çünkü, 6023 sayılı yasanın ek 2. md./f. 3 uyarınca, görevden alınan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin, Türk Tabipleri Birliği’ni temsil etme yetkisi ve görevi, mahkeme kararıyla sona ermiştir. Düşük TTB Merkez Konseyi’nin yetkileri, bir ay içinde yeni Merkez Konseyi seçimi yaptırmaları koşulu ile 5 kişilik Oda başkanlarındadır.

Sevgi ve saygı ile. 30 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
***
Bu teknik hukuksal notu dün gece (30.11.23) paylaştık…

Mahkeme gerekçeli kararını en geç 15 gün içinde yazacak ve tebliğ edecektir. Tebliği izleyen bir hafta içinde “tedbir – yürütmeyi durdurma” istemiyle İstinafa (Bölge Adliye Mahkemesine) gidilebilir. Ancak İstinaf’ın bu istemi kabul edeceğini sanmıyoruz. Çünkü, beş Oda Başkanından oluşan atanmış Kayyım Kurulu, bir ay içinde Merkez Konseyi üyelerinin seçimini olağanüstü genel kurulla yapacak / yaptıracaktır; aynı delegelerle.

Şimdiki Merkez Konseyi üyelerinin (2+2, dört yılı tamamlayanlar dışında) aday olmasında biçimsel yasal engel yoktur ancak bunun dışında çok engel vardır ve asla inat edilmemelidir.

Düşürülen Konsey, bir, –haydi bunu İngilizce yazalım (!)– “Proxy Council” belirleyerek 2024 Haziran’ına dek “mola alabilir”. Bir ay içinde seçilecekler, eksik kalan süreyi tamamlayacaklar.
***
2024 Haziran’ında neler olur? Öngörmek çok zor.. Dileyelim, Türk hekimleri bu kez
kendi göbeklerini kendileri keserek, 3 onyıldır gangrenleşmiş bu sorunu çözerler!?

Öğrencisi – asistanı olmaktan onur ve gurur duyduğumuz kalpaksız kuvvayı milliyecilerden
Prof. Dr. Nusret Fişek‘in 3 Kasım 1990’da ölümünden sonra, TTB yönetimleri ulusalcı çizgiden giderek uzaklaştılar, uzaklaştılar,  uzaklaştılar…. buralara dek savruldular. Çok acı vericidir.

TTB üyesi 103 bini aşkın hekim, bu hazin tabloya kesinlikle duyarsız kalmayacaktır, kalmamalıdır. Artık vakti – saati gelip çatmıştır.

Sevgi, saygı, derin üzüntü ve kaygı ile.
01 Aralık 2023, Ankara

İKTİDAR SALDIRIRKEN “NORMALLEŞME” ARAYIŞI 

OĞUZ OYAN
SOL PORTAL, 28 Mayıs 2024
https://haber.sol.org.tr/yazar/iktidar-saldirirken-normallesme-arayisi-393527 

Sol Haber’de yer alan son iki yazımda başlıktaki konuya kenarından köşesinden bir biçimde değindim. Ama öyle anlaşılıyor ki bu konuya daha fazla odaklanmamız gerekecek.

Öncelikle “normalleşme” ile kastedilen nedir ona bakalım. Bununla murat edilen, kutuplaştırıcı siyaset yerine diyaloğa ve zaman zaman işbirliklerine açık bir siyasal iklimin (“yumuşamanın”) geçmesi oluyor. Peki ama kutuplaştırma dili ve eylemi nereden kaynaklanıyordu? Doğrudan doğruya iktidarın siyasal bileşenlerinden! Oysa şimdiki normalleşme/yumuşama hamlesi daha çok ana muhalefet partisi üzerinden geliyor. Ana muhalefet partisi, AKP iktidarı boyunca onun Cumhuriyet karşıtı siyasal projelerine, emek karşıtı ekonomik programına cepheden bir muhalefeti hiçbir zaman örgütlemediğine göre, hatta hep alttan alıcı/ödün verici bir çizgiyi benimsediğine göre, bu hamlesinin siyasal oportünitesi (fırsatçılığı) yerinde midir veya bunun anlamlı bir siyasal karşılığı olabilecek midir?

Temel soru budur. Öyle anlaşılıyor ki ana muhalefet, bu hamlesinin toplumun hakemliğinde kendi lehine seçmen desteği olarak döneceğinin hesabını yapmaktadır. Ancak bu çok naif bir beklentidir ve seçime odaklı bir siyaset anlayışına hapsolmak demektir. Oysa ilk sorudan çıkarılabilecek çeşitli türev sorular bulunmaktadır. İşte onlardan biri: İktidar bloğunun karşı devrimci ve emek karşıtı niteliği verili iken, “yumuşama/ normalleşme” denilen şey bu özelliklerinin peşinen kabulüne, pekiştirilmesine ve meşrulaştırılmasına hizmet etmeyecek midir?

İktidara Yeni Fırsatlar Sunmak

Diğer bir türev soru da şu olabilirdi: Nereden itibaren başlayacaktır bu normalleşme? Örneğin AKP’nin kendi dinci rejimini inşa etme gündeminden güçlü geri adımlar atmasından itibaren değilse, tam tersi sonuçlar vermesi siyasetin doğasına daha uygun olmayacak mıdır? Tam da bu nedenle AKP açısından bu “normalleşme” girişimi çok kullanışlı bir araca dönüşmek üzeredir. Birkaç neden üzerinde duralım.

Birincisi ve en güncel olanı, 31 Mart seçimleri sonucunda ilk kez ikinci önem sırasına gerilemiş olan bir “rejim dönüştürücü siyasi hareketin”, kendi yolunda ilerleyebilmek açısından zamanı ve hareket alanı daralmışken, yeni bir “Allah’ın lütfu” olarak kendisine bir can simidi atılmış durumdadır. Üstelik bu can simidinden geminin kaptanlığına yeniden yükselme arasındaki mesafe hayli kısadır.

İkincisi, dinci-despotik rejim kendi gerici programını hızlandırmak ihtiyacı içindeyken ve bunun için de devletin sosyal zorlama uygulamalarını kolluk/yargı baskıları üzerinden sertleştirmeye, açık bir meydan okumaya dönüştürmeye hazırlanırken, bütün bu niyetlerini geçici de olsa perdeleyecek, toplumdan ve siyasal düzlemden yükselebilecek başlangıç tepkilerini yumuşatacak aldatıcı bir normalleşmeden daha fazla neyi isteyebilirdi? Üstelik, ana muhalefet normalleşme derken hiçbir koşul da koşmamaktadır! Örneğin “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı” olarak adlandırdığı damardan Cumhuriyet ve Anayasa karşıtı bir uygulamadan herhangi bir geri adım atmaya dönük ne bir istem ne de bir niyet bildirimi bile ortada yoktur!
Eh, iktidarın laiklik karşıtı uygulamalarına karşı çıkmak 2010’dan beri siyasetin mayınlı alanı olarak kabul edilerek (veya, laik seçmenine ihanet etme pahasına, toplumun dinsel duygularının “incitilmemesi” oportünizmine yaslanılarak) bu alan tamamen (tümüyle) terkedildiğine göre, şaşılacak bir durum da yoktur.

Üçüncüsü, iç ve dış sermayenin istemleriyle tümden uyumlu ama tam cepheden emek ve halk karşıtı bir istikrar programını uygulayabilmek açısından da iktidarın devletin sosyal zorlama araçlarını harekete geçirmesi gerekirdi. Önce şunun altını çizelim: 2016-2022 döneminde emek aleyhine kuvvetli bir bölüşüm şokuna sebep olduktan sonra, iktidar şimdi de 2023 Haziran’ında başlattığı ve 2024 Nisan’ından itibaren (başlayarak) dozunu iyice artırmaya koyulduğu yeni bir bölüşüm şokunu emekçi kesimlere kabul ettirme derdindedir.

Toplam olarak bakılırsa, 2016 sonrasında emek aleyhine gelir dağılımı bozulmalarının 1980’lerdeki tarihi bozulmanın çok ötesine taşınmış olduğu ve bundan böyle daha da şiddetleneceği anlaşılır. Bu bağlamda 1980’lerle karşılaştırmaya şu anımsatma da eklenmelidir: 1980’lerde 24 Ocak Kararlarının öngördüğü sert sınıf saldırısı ancak 12 Eylül askeri rejimi aracılığıyla (sendikaların ve siyasi partilerin yasaklandığı, yöneticilerinin tutuklandığı bir konjonktürde) uygulanma olanağı bulabilmişti. Gerçi emekçi sınıfların örgütlenme düzeyi ve mücadele kararlılığı bugün o dönemle karşılaştırılamayacak ölçüde geridedir. Ama gene de bugünkü sermaye iktidarının işi şansa bırakacak, sendikaları sarılaştırmakla yetinecek durumu olamaz. Her an her şeyin kontrolünden (denetiminden) çıkabileceğini hesaba katmak zorundadır. Bu nedenle de iktidarının faşist yönelimlerini berkitmesi, şiddete dayalı kolluk/yargı baskılarını örgütleme kapasitesini pekiştirmesi gerekmektedir.

Ama bunun için de elini yeni baskılama düzenlemeleriyle güçlendirmesi gerekir. İşte bu nedenle yargı paketini hazırlamakta, içine “kara propaganda” kodlamasıyla “etki ajanı” gibi hukuk-dışı muğlak suçları dahil etmektedir. Her türlü muhalif sesi bastırmaya dönük düzenlemeler bunlarla da sınırlı kalmamakta, Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği üzerinden -legal siyasal partilerin mitingleri de dahil olmak üzere- iktidarın sınıfsal saldırısına karşı anayasal direniş haklarını kullanmak isteyecek tüm toplumsal kesimleri kriminalize etmeye hazırlanmaktadır. Emekli TSK personeline medyada konuşma/yazma yasağı getirilmesi (iktidar siyasetinin parçası olanlar bunun elbette dışında tutulacaktır) gibi keyfi ve baskıcı düzenlemeler de sıradadır. RTÜK’ün iktidarın işine gelmeyen haberleri “BİP” uygulaması ile sansürlemek istemesi de iktidarın faşist yüzünü sergilemekten kaçınmayacağının yeni işaretlerindendir.

Sonuç

Şimdi büyük siyasal stratejiymiş gibi “normalleşme” adımları atan ve Erdoğan’ın Haziran başında yapılacağı duyurulan karşı ziyaretine hazırlanan ana muhalefet partisi yönetimine de bir çağrımız olsun :

Gezi tutuklularının serbest bırakılması” gibi nokta hedeflere yönelen ve buradan alınabilecek kısmi (parçalı) bir başarıyla (ki bu kez çok daha zordur) yetinen bir muhalefet anlayışı, faşizme sürüklenen bir Türkiye’de doğru politika ekseni olamaz.

Hadi azami talepleri (istemleri) bir yana bırakalım. Ana muhalefet partisi, uzlaşmacı siyasetinin karşılığı olarak, hiç olmazsa iktidar cenahından “Maarif Müfredatı”, “etki ajanı” ve “Seferberlik… Yönetmeliği” gibi gerici/despotik girişimlerinden vazgeçmesini önkoşul olarak isteyemez miydi?

  • İsteyemeyeceğini biliyoruz, iktidarın da geri adım atmayacağını biliyoruz, ama biz gene de çağrımızı yapmış olalım.

Siyaset bir meydan okuma işidir ve geçici kazanımlardan çoğunu hedeflemeyi gerektirir.