Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

“Kurban” (!?) Bayramı çağrışımları…

Sevgili arkadaşlarım,

Kurban bayramı bana hep hüzün..
Çok nedenli..
1-2 günde milyonlarca hayvan “kurban” ediliyor. Hiiiç ama hiiiççç ekonomik değil.. Büyük israf.
Çevre kirliliği ve sağlık için çok büyük riskler doğuruyor. Kesimevi hijyen-güvenlik koşulları dışında, sokakta ve uyutmadan, çocukların gözü önünde.. büyük bir vahşetle!

Üstelik Kuran’da kurban kesme yükümü yok!
Sümerlerden bu yana süregelen bir gelenek gerçekte.
Muhammet peygamber de
Hac’a gelenlere ikram etmek için önermiş hayvan kesimini Mekke’lilere.

  • Muhammet peygamberin hiç kurban kesmediği de biliniyor.

Gelenekler, koşullar gerektirirse değiştirilmeli. Kültür, duragan hele donuk bir olgu değil, olmamalı.

Şöyle ilerleyelim dilerseniz :

Dünyada yaklaşık iki milyar Müslüman var, toplam küresel nüfusun 1/4’ü.
Bunların dörtte biri kurban kesse 500 milyon, 1/10’u kesse 200 milyon gibi muazzam bir rakam oluyor, hem de 1-2 gün içinde.

İklim faciası” içinde can çekişen doğaya çok ağır bir örseleme (travma) bu. 

  • Bu arada, “Kurban” bayramına yakın, derin dondurucu satışları da artıyor nedense !?

Korkunç bir çevre kirliliği ve hayvan stokuna büyük darbe ayrıca.

  • “Homo sapiens” akıl tutulmasında!

Örn. Türkiye’de yerli kurbanlık hayvan üretimi yetersiz ve dışalım yapıyoruz (ithal ediyoruz)
kurban kesmek üzere! Bunun dışında da kırmızı et dışalımı yapıyoruz, yerli ve de milli üretim (!),
yüz milyon insanın yaşadığı çoooooooooooooook ve gereksiz kalabalık Türkiye’ye yetmiyor.

2023 yılı canlı hayvan dışalımı önceki yıla göre yedi kat artarak 1,2 milyar dolarla rekor kırdı. Veriler, 2024’te et ve canlı hayvan dışalımının (ithalatının) tarihsel rekor kıracağında kuşkuya yer bırakmıyor.
Geçen yıl dış ticaret açığının 106 milyar dolara eriştiğini de ustan (akıldan) çıkarmamak gerekiyor.
***
Usumuzu (aklımızı) kullansak, sorgulasak, her çağda bilime uygun olanı yapsak??
Kulaktan dolma kimi kalıp davranışları üstelik dinselleştirerek körü körüne sürdürmesek??
***
Haa.. bir de…
Bayramdan bayrama yoksullar et yesin..” deniyorsa; bu çok büyük çelişki, hatta aymazlık!

  • «Ülkemizde bunca çok, on milyonlarca yoksul neden var ve neden derin yoksullar??»
    sorusu sorulmalı.

Nüfusun yarısından çoğu, AKP = RTE iktidarının bilinçli-kurgulu ideolojik servet aktarımı ile aşırı yoksullaşTIRıldıkları için, inançlarının gereğini bile yerine getiremediler. Yozlaşma öyle derin ki, kimileri “kurban” diye etleri evde-işyerinde derin dondurucuya koyuyor, deriler vd. satılıyor!

Demek ki dinci” iktidarlar, yani dini siyasete utanmazca alet edenler, halkı dinden de ediyor! İnsanlarımız bu acı tabloyu sorgulamalı. Savaştan beter derin ve yaygın yoksullaşTIRma niçin?

Çıplak yanıt : AKP = RTE’nin bilinçli politikaları! Halkı yoksullukla ümmetleştirme, biata zorlama! Yandaşlarına ve devşirebilecekleri çaresizlere tarikatları yollayarak dolaylı yardım yapıyorlar.

Öte yandan İslamiyet eski ve çaresiz!
1400 yıl öncenin kurallarını kendince esnemeden / esnetmeden, DİNDE REFORM‘a yanaşmadan dayatıyor, örn. islam kapitalistlerine %2,5 ya  da 1/40 salt fitre – zekat öneriyor yılda bir kez.
Yoksulluğu verili olgu – kader inancıyla topluma dayatıyor!? “Şükür edin, bu dünya sınavdır..” masalları anlatıyor az eğitilmiş insanlara. Eğitimi (Maarifi!) olabildiğince dincileştirerek çocuk yaşta beyinleri yıkamayı ve islamın bir mezhebinin dogmalarıyla koşullandırmaya çabalıyor!. İnsanlar da deriiiin uykulardan uyanıp sorgula(ya)mıyor bu hayın kuşatmayı.

Açıkçası : İslamın, yoksulluğu azaltmaya, giderek yok etmeye dönük kök nedenlere ilişkin bir önermesi, çözümü yok ne yazık ki!

Neden acaba??

K. Marx hiiiiç de haksız değildi : “Kapitalizm dini bir afyon gibi kullanıyor..” derken. Ama softa yobazlar bu söylemi çarpıtıp, “Marx dinimize afyon dedi..” diye karşı suçlama ile demagojide.
Kapitalistler bu ideolojilerini müslümanlara da şırınga ettiler. İslam seçkinleri (elitleri) kendilerini Batı’lı ağababaların yerine koymuş durumdalar kendi toplumlarında adı: “Dinler arası diyalog”(!!)

Devşirilmiş FETÖ islamının postmodern derebeyleri, hristiyan Batı ile göbekten bağlı, işbirlikçi!

Halkının çoğu müslüman olan ülkeler (“İslam ülkeleri” kavramı yanlış; ülkenin dini olmaz, din kabule bağlı olarak insanlara ve bireyseldir) genel olarak sefalet içinde, bu 57 ülkenin toplam dışsatımı salt Almanya’ya erişemiyor. İskandinav ülkeleri gönenç (refah) adaları, halkın önemli kesimi deist-ateist..!
***
Sonuç olarak;
KURBANSIZ… daha adil gelir dağılımlı, yoksulluğun yok edildiği, laik-barışçıl, etik bir toplumsal düzen özlüyorum gerçekte ve bunun olanaklı olduğunu da biliyorum sevgili arkadaşlarım; insanlık önünde-sonunda böylesi bir düzen kuracak! T. More’un ütopyası da epey kıdemlendi, 500 yaşında!
=================================
İlahiyatçı Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK‘ün “kurban kesmeyin” videosu altta:

İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın güncel X (tweet) iletisi şöyle:

KURAN’da KURBAN KESMEK var mı? Tıklayıp ilahiyatçıdan dinleyelim.
https://www.youtube.com/watch?v=3A3qgZ6EJuU

Alfabetik sıraya göre KURAN AYETLERİ için tıklayalım lütfen.
https://www.hakikat.com/kuran-i-kerim-ve-meali/1-alfabetik-siraya-gore

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Anayasa Mahkemesi ve darbe anayasası

Siyaset, 13.06.2024, BİRGÜN 

AKP Sözcüsü Ö. Çelik, Erdoğan’ın CHP dönüşünde yaptığı ve muhtemelen (olasılıkla) önceden hazırlanmış olan açıklamasında, “Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız”  unvanını sürekli birlikte kullandı. CB Anayasal unvan, Parti Genel Başkanlığı ise fiili durum.

Bu fiili (eylemli) durumun kaynağı şu saptama: “Türkiye’de fiili bir durum vardır… ve de suç işlenmektedir.” Bahçeli’nin konuşması (16.10.16), OHAL ortam ve koşullarında Anayasa değişikliğinin itici gücü oldu. Anayasal kamuoyu oluşmadan ‘evet’ ve ‘hayır’ kampanyaları eşit olmayan koşullarda yürütüldü.

  • YSK, Anayasa’ya aykırı bir kararla mühürsüz zarf ve oyları geçerli saydı
    ve sonucun ‘evet’ yönünde çıkmasını sağladı.

15 Temmuz darbe girişiminin 3. ayında Hükümeti ve Parlamenter rejimi kaldırmak için düğmeye basan ve 6 ay içinde bunu ‘başaran’ AKP-MHP ikilisi, uyum yasaları için kendilerine 6 aylık süre tanıdı.

Bu zaman içinde başlıca yasama faaliyeti, seçim yasasında değişiklik oldu. 12 ay sonra, seçimleri 16 ay öne alan AKP-MHP, yine uyum düzenlemesi yapmadı; seçim kararı sonrası yürürlüğe koyduğu 7142 sayılı yasa (RG: 18.5) ile uyum düzenlemelerini KHK’ye bıraktı.

24 Haziran seçimleri, yüzyılların ürünü Anayasal ve siyasal mirası tarihe gömdü; KHK-703 ise, seçimler sonrası çıkarıldı. İzleyen günlerde Cumhurbaşkanı, CBK-1 ile 536 maddelik düzenleme yaptı.

Böylece, Nisan 2017’de tasfiye edilen Osmanlı-Cumhuriyet kurumları yerine getirilen tek kişili Devlet yönetimi ve yürütme için uyum düzenlemesi, kendini tasfiye etmiş olan Hükümet ve bütün yetkileri kendisinde toplayan kişi tarafından yapılmış oldu.

Pek hacimli olan tasfiye ve sözde uyum düzenlemelerinin iptali için CHP, 60 gün içinde AYM’ye başvuru yaptı. AYM ise, 60 ayda karar ver(e)medi.

2017 kurgusu, bir devletin yıkılarak yeni bir devlet kurulması sırasında yapılan köklü değişiklikleri andıran Anayasal düzenleme. AYM ise, CBK-1 ve KHK-703 denetimini yıllara yaydı.  Olağan düzenlemelerde bile 5-6 yıl makul süre değil kuşkusuz; ancak, bu denli köklü kopuş ve geçiş dönemine ilişkin düzenlemeler açısından anlaşılması zor, fazla gecikme.

Anayasa suçu’ saptaması, Anayasa değişikliğinin itici gücü olmuş olsa da, inşa edilmek istenen rejim, otoriter de olsa, bunun hukuk yoluyla gerçekleşmesi, AYM’nin, adil yargılanma hakkının asgari gereklerinin uygulanmasına bağlı idi.

Hukuka inançlı yurttaşlar, kararlarını sabırla bekledikleri 62 yıllık Anayasa Mahkemesi (AYM), 6 aylık zaman diliminde Devlet’in üç erkinin tümüyle Anayasa dışı söylem, işlem ve eylemleri ile karşılaştı. Kuşkusuz bu durum, Anayasa yargısında da bir ilk.

AYM kararlarını uygulamayarak Anayasa’yı ihlal ile yetinmeyen ve AYM üyelerine karşı suç duyurusunda da bulunan Yargıtay 3. CD Başkanı, 16 Mayıs’ta C. Başsavcısı olarak atandı.

CB ve Yargıtay’ın ödüllendirme atamasının temeli Can Atalay kararı (RG: 27.10.23)!

AYM’nin değinilen iki kararı da, Cumhur İttifakı’nın ödül çalışmaları yaptığı tarihlere rastlıyor:

CBK-1 hakkında 26 Ekim 2023’te verilen kısmi iptal kararı 27 Şubat 2024’te RG’de yayımlandı; yürürlük için 9 aylık süre tanındı.

KHK-703 hakkında 7.12.23 ta. kararları ise, 4.6.24 ve 5.6.24 tarihli RG’de yayımlandı… (482+113 sf.); yürürlük için 12 aylık süre tanındı.

Burada, 6 yıllık gecikme ve 6 aylık hesaplaşma arasındaki çelişkiler açık.

CB’ye atfen (yollama ile, gönderme ile) Ö. Çelik’in sıkça yaptığı “darbe anayasası” nitelemesi karşısında, ‘hangi darbe?’ sorusuna verilecek yanıt açık: 15 Temmuz Anayasası!

AYM, Darbe anayasası geçiş dönemi hukuksuzluğunu 2018’de yürürlüğün durdurulması veya tümden iptal ederek önleme yerine, 6 yıl sonra teşhir etme yolunu seçti.

Ö. Çelik’in, ısrarla kurtulmak gerektiğini vurguladığı ‘darbe anayasası’, AYM’nin teşhirine katkıda bulunduğu 2017 kurgusu değil mi?
======================================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 12 Haziran 2024

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AYIN İĞNESİ Rize’deki Çay Mitingi’nden bir afiş :

“Servetiniz, bizden çaldıklarınız”

EN KÖTÜSÜ

Mayıs ayı enflasyonunu açıklayan İngiliz Şimşek, “En kötüsü geride kaldı” ifadesini yineledi..

Oysa en kötüsü iktidarda kaldı…

TERÖRİST

Yerine kayyum atanan Hakkari Belediye Başkanı ile ilgili Bahçeli, “Terörist milletvekili, terörist belediye başkanı istemiyoruz.” dedi. Soruyorum;

  1. Teröristin aday olmasına ses çıkarmayan Yüksek Seçim Kurulu istiyor musunuz?
  2. Başlangıçta teröriste yol açmak, seçimi kazanmadan belediyeyi ele geçirme yönteminiz midir?..

UMUT

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli“nin tanıtım programı sırasında RTE’ye sarılan öğrenci, dolandırıcılıktan yargılanan fenomen Nihal ve Bahar Candan‘ın kardeşi çıktı.

Kimlerin umudu?..

TERFİ

AKP’nin, 926 sayılı TSK Personel Yasası’nda yapmak istediği değişiklikle terfilerde tümüyle Bakanlar yetkili olacak.

Yasa mevcut (verili) duruma uyduruluyor…

İngiltere’deki salgın ve Türkiye için uyarı

Prof. Dr. Bekir KOCAZEYBEK
Tıbbi Mikrobiyoloji Uzm., Cerrahpaşa Tıp Fak.

12 Haziran 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

İngiltere Sağlık Güvenliği Ajansı (UKHSA) yetkilileri 4 Haziran 2024 itibarıyla İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da doğrulanmış 113 kanlı ishal vakasının görüldüğünü, bunların %61’inin hastaneye kaldırıldığını, yılsonuna dek bu olguların giderek artabileceğini ve 1500’e dek çıkabileceğini açıkladılar. UKHSA yetkilileri kanlı ishalin nedeni olarak da Shiga toksini üreten Escherichia coli (STEC) isimli bir bakteri olduğunu bildirdiler.

STEC serotipi bakterinin idrar yolları enfeksiyonu yapan, insanların ve hayvanların bağırsak bakterisi olan “Escherichia coli”nin bir alt serotipi olarak ishal/diyare ve kusma yapan bakteridir. Bu EHEC/STEC tipi bakteriler, insanlarda kanlı ishal ile seyreden hemolitik üremik sendrom (HÜS) gibi böbrek fonksiyonlarının (işlevlerinin) bozulmasıyla karakterize (nitelikli) kronik (süregen) böbrek yetmezliğine neden olmakta ve ölümlere de yol açabilmektedir.

İngiltere’de ciddi kanlı ishal vakalarının (olgularının) artışına neden olan EHEC/STEC serotipi içindeki alt tipin O145 alt tipi olduğu, bu serotip içinde en sık hastalık nedeni olarak görülen O157:H7 alt tipinden farklı olduğu ve çoğu vakanın O145 alt tipiyle tek bir salgını oluşturduğu ifade edilmiştir. Bu bakterinin bir bireye bulaşıp kanlı ishal ve kusma ile seyreden hastalığı oluşturması için 1 ile 15 arası bakteri hücre sayısı yeterlidir. Bu kadar düşük sayıda bakterinin hastalık oluşturması kişiden kişiye bulaşı artırmakta ve lokal ciddi salgınların gelişmesine neden olmaktadır.

UKHSA yetkilileri kanlı ishal salgınının kaynağının henüz belirlenemediğini, ancak İngiltere’de geniş bir coğrafyada vakaların dağılımı olduğunu belirterek, muhtemelen ulusal düzeyde dağıtılan bir gıda veya birden fazla gıda maddesinin buna neden olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Tehlikeli EHEC/STEC serotipinde alt tip olarak O157:H7 alt tipi enfeksiyon hastalıkları bilim çevrelerince çok iyi bilinen ve salgınlarda en sık rastlanılan kanlı ishal ve HÜS yapabilen bir etkendir.

SUYA KARIŞABİLİR

2022’de Bolu’nun Çaydurt Yuva ve Kındıra köylerinden olası içme suyu tüketen 148 kişi bulantı ve kusma ile hastaneye başvurmuş, beş kişinin yapılan tetkiklerinde ise kanlı ishal ile ortaya çıkan anemi (kansızlık), akut böbrek yetmezliği ile seyreden HÜS tanısına ulaşılmış, bir kişi yaşamını yitirmiştir. Hastaneye başvuran kişilerin yaşadığı bölgede yapılan mikrobiyolojik incelemelerde dere, akarsu ve sondaj kuyularında bakteriyolojik kirlenme tespit edilmiştir. Bu yerel salgın üzerine dikkatler o dönemde Kurban Bayramı nedeniyle kesilen hayvanlardan arta kalan EHEC/STEC bakterisiyle olası enfekte (bulaşlı) hayvan deri postları, kemikleri, bağırsaklarının gelişigüzel kırsal ve ormanlık kesime bırakılmasına ve olası O157:57 EHEC/STEC bakterisinin (ya da az bir olasılıkla benzer hastalık kliniği oluşturabilen Shigella spp. tipi bakterisinin olabileceği) köylerde kullanılan içme suyu kaynağına karışabileceği (o dönemde basında Bolu’daki vaka bildirilen bölgelerde köy içme suyu salgınlarından sorumlu olacağı ileri sürülmüştü) üzerine yüksek olasılıkla yoğunlaşmıştır. Özellikle EHEC/STEC gibi kanlı ishal, akut böbrek yetmezliği ile HÜS yapabilen bu alt tip bakterilerin bulaş zincirlerinin başta süt inekleri olmak üzere sığır, dana, koyun, keçi gibi sıcak kanlı hayvanların dışkıları ile ete, süte, toprağa, suya ve dolayısıyla tüm çevreye yayıldığı net olarak gösterilmiştir.

Nitekim geçmişte Bolu’da HÜS ile seyreden ve bir kişinin yaşamını yitirmesine neden olan ve yakın zamanda İngiltere’de de benzer klinik yakınmalarla geniş bir bölgede kanlı ishal ve HÜS ile seyreden vakalarda etken olan bakteri aynı EHEC/STEC serotipine sahiptir. Bu bakteri serotipinin önümüzdeki günlerde ülkemizde yaşanacak olan kurban kesimleri sonrası hayvan artıklarının kırsal kesim, mera vb. içme suyu bulunan havzalara bırakılmasıyla süreç içinde
içme sularına karışması kaçınılmaz gibi gözükmektedir.

BAYRAMDA DİKKAT

Yapılan bir çalışmada bu bakterinin sayısının toprakta 130 günde 100 milyon hücreden 10 milyon hücreye indiği, yani aylarca hastalık oluşturma sayısını hâlâ korunduğu gösterilmiştir.
Bu nedenlerle kesilen hayvan artıklarının içme suyu bulunan havzalara bırakılmaması ya da kesim yapılan yerlerde lokal (yerel) çukurlarda imha edilmeleri gerekmektedir. Bunun dışında içme ve kullanım sularındaki klor düzeylerinin “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Yönetmeliği”ne göre içme ve kullanım sularında olması gereken klor düzeyinin 0.2 mg/L üzerinde olmasının sağlanması hususunda içme suyu şebeke hatlarının periyodik kontrollerinin (dönemsel denetimlerinin) yapılmasının önemi de ortadadır. (AS: Anılan Yönetmelik, 10. maddesinde “..uç noktada yapılacak ölçümlerde serbest klor düzeyinin 0.2-0.5 mg/L” demektedir. Kanımızca Bayram döneminde üst sınıra yakın olunmalı.)

Bunun ötesinde özellikle kurban kesimleri süresince belediye/valilik, zabıta ve güvenlik ekiplerinin hayvan kesim artıklarının toplum sağlığını tehdit edebilecek ve salgın hastalık oluşturabilecek içme ve kullanım suyu havzalarına gelişigüzel bırakılmaması hususunda izlemlerinin ve denetimlerinin süreklilik göstermesi halk sağlığı yönünden önem arz etmekledir (taşımaktadır).
====================================
Dostlar,

“Kurban kesimi” dinsel bir yüküm değildir.
Muhammet Peygamber döneminde Kâbe’yi ziyarete gelenlere ikram için bir gelenektir. Günümüz koşullarında, 13-14 yy sonra, muazzam artan Müslüman nüfus 2 milyara yakındır.
Salt Türkiye’de geçen yıl “Kurban Bayramlarında” 4 milyona yakın hayvan 1-4 gün içinde topluca kesimevi (mezbaha) koşulları dışında kesildi. Bu eylem halk – toplum sağlığı, çevre sağlığı açısından çok ciddi bir tehdit kaynağıdır. Dünya genelinde sayı yüz milyona ulaşabilir ki bu çok ağır yükü çevresel yapı – doğa kaldıramamaktadır. Sorun Küresel ölçektedir ve Müslüman olmayan 6 milyarı aşkın insanın yaşamını da tehdit edebilir, bu yönüyle uluslararası bir çatışma konusu da olabilir. BM ve Dünya Sağlık Örgütü, FAO, UNEP küresel topluma uyarı yapmalıdır.

Öte yandan, hayvan hakları bakımından, bir “bayıltma” yapılmadan ve de acemi ellerde kesim açık vahşettir!

Kurban” sözcüğü ille “hayvan kesimi” anlamına gelmiyor! Tanrı’yı hoşnut edecek tüm eylemler bu kapsamdadır. Öğrencilere burs vermek, yurt yaptırmaktan tutunuz verginizi tam vermek, işinizi namuslu – dürüst yapmak, adil ve erdemli olmak, çalışıp üretmek… hep bu kapsamdadır. Konu ticarete de alet edilmektedir.

Dini siyasete alet etmeyen politik önderlerin, DİB’in halka dürüstçe çağrı yapması artık ertelenmemeli, insanların temiz duyguları kötüye kullanılmamalı, sömürülmemelidir. Bir de ağır yoksullaşTIRma kıskacındaki milyonlar, gerçekte dinsel zorunluk – ibadet olmayan “bu ritüeli / geleneği” yerine getiremedikleri için tinsel (manevi) acı duymaktadırlar. Bu sorun da yönetilebilir.

Yoksulların et yemesi” gerekçesi acıklı – gülünçtür (traji -komiktir)! İslam dini yoksulluğu verili olgu saymakta, fitre-zekat önermektedir. Yabanıl (vahşi) kapitalizm sömürgendir. Oysa toplumcu – kamusal ekonomi politikalarıyla yoksulluk sıfırlanamasa bile çok önemsiz düzeye köktenci olarak çekilebilir. İnsanların, dinleri ve ideolojik sistemleri sorgulamaları, yoksulluklarının nedenlerini anlamaya çalışması, bu tablonun bir yazgı değil insan eliyle dayatıldığını ve aşılabileceğini kavraması gerek! Aydınlar yürekli davranmalı, siyaset kurumu dürüst olmalı!

Web sitemizde bu bağlamda daha önce de epey yazı yayınladık. “Kurban” sözcüğü ile taranabilir. Yalnızca iki yazımız için erişkeler (linkler) aşağıda.

Bkz. http://ahmetsaltik.net/2015/09/24/kurban-bayrami-ve-sagligimizi-korumak-2/
http://ahmetsaltik.net/2017/09/01/kurbanin-islevini-sorgulayalim-bosuna-kurban-kesip-durmayin/

İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık‘ın  üstteki erişke (link) ile okunabilecek yazısından :

  • Kuran diyor ki; “Onların etleri, kanları Allah’a ulaşmaz!”
  • Yani, boşuna kesip durmayın! 
  • Allah diyor ki, onlar bana ulaşmaz, Ben sizden iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, merhamet, sevgi, bunları bekliyorum; karz-ı hasen, salat, zekat, ihtiyaç fazlasını verme, isar, birbirinize kendinizi feda etme, yoksulları gözetme, zayıfın elinden tutma, düşmüşü kaldırma, bunları bekliyorum, takva budur.
  • Her yeri kan gölüne çevirdiğin zaman, Allah bundan mutlu oluyor değildir.
  • İşin aslı buydu, sonra döndü dolaştı ve başka bir şeye dönüştü.”

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Nüfus Artışı Sorunu !?

Nüfus Artışı Sorunu ?!

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/nufus-artisi-sorunu-2214362, 06.06.2024

TÜİK, yıllık “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2023” bülteni yayınladı (Kovit döneminde iki yıl dışında). Türkiye’de yerleşik (ikamet eden) nüfus, 31.12.2023’te 2022’ye göre yalnızca 92.824 artarak 85.372.377 kişi oldu. Nüfus artış hızı ‰ (binde) 1,1. Son 17 yılın verileri aşağıda.

Nüfus ve yıllık nüfus artış hızı, 2007-2023

Erkek nüfus 42.734.071, kadın nüfus 42.638.306 kişi.

Kadınlarımız erkeklerden yüz bin daha az!

Dolayısıyla “1 erkeğe 4 kadın hülyası görenler, demografik olanaksızlıkla yüzleşmeli.

Tanrı nedense, bu buyruğunun gereğini yerine getirmiyor (!).

İnsanlık tarihi boyunca, savaş sonrası yerel-sınırlı ayrıklar dışında hep böyle oldu
doğanın dengesi.

Bu dinsel bir buyruk değil, koşulların zorladığı geçici-yerel çözümdü.
***
Ortanca yaş erkeklerde 32,8’den 33,2’ye, kadınlarda 34,2’den 34,7’ye yükseldi. Çalışma çağındaki nüfus (15-64 yaş) oranı %68,3 ve 58,3 milyon işgücü arzına karşın toplam istihdam 31,6 milyon, yarısı atıl! Üstelik kamu istihdamında “gizli işsizlik” sorunu da var. İstihdam erkeklerde %65,7 iken kadınlarda %31,3; korkunç bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği! Öte yandan Merkez Bankası, DİSK-AR ve çeşitli araştırmalar as-gari ücretlilerin %50’lerde olduğunu gösteriyor. Milyonlarca işçi insanca yaşam hatta aç kalmamak için çabalarken, önemli bölümü yasal asgari ücrete bile erişemiyor!

  • Korkunç, yüz kızartıcı emek sömürüsü!

Çalışma çağında kişi başına düşen çocuk ve yaşlı (65+) sayısı olan toplam yaş bağımlılık oranı, 2022’de %46,8 iken 2023’te %46,3’e düştü. Türkiye’de 2023’te, çalışma çağındaki her 100 kişi 31,4 çocuğa ve 15 yaşlıya baktı. Yaşlı nüfus sayılan 65+ kesim %10.2’ye erişti. Ancak Dünya Sağlık Örgütü bu yaş sınırını 75’e yükseltti. Örn. Hekimler kamuda 72 yaşa dek çalışabiliyor. Öğretim üyeleri kamuda 75, özelde daha ileri yaşlara dek çalışmakta. İş bulabilen emeklilerimiz çalışmaya mahkum. 65+ kesimin oranı %1,8 artarken, <14 yaş çocuk oranı %26,4’ten, beş puan azalarak %21,4’e geriledi. Bağımlı nüfus artmadı %0,5 azaldı.

Toplam Doğurganlık Hızı
1,51 olarak verildi. Bu ölçüt, bir kadının yaşamında kaç çocuk sahibi olabileceğinin ileriye dönük “kestirimi”. Doğuşta yaşam umudu 80 yıl dolayında; nüfusun sabit kalması için bu hızın 2,1 olması gerekmiyor. Endişe tümüyle yersiz.

Ülkemizde Nüfus yoğunluğu 111 kişi/km2, dünya ortalaması 56.

Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip ancak topraklarımız toplamın yüzde yarımı.

Su kaynaklarımız dünya toplamının binde 6’sı, enerji kaynaklarımız ise binde 2’si.

Her yıl ~60 milyar $ enerji dışalımımız var. Tarımsal üretim de yetersiz, 2023’te tarım, gıda ve içecek dışalımı 21,13 milyar $!

85,3 milyon nüfusa ülkemizdeki yasal-kaçak, düzenli-düzensiz 13 milyona varan büyük kitle dahil değil.

Ayrıca 2023’te 56,7 milyon turisti ağırladık, ortalama 9,8 gece kaldılar.
Bu, 1,5 milyon sabit nüfusa denktir.

  • Ülkemizde 100 milyon insan yaşamaktadır.
  • Doğal kaynaklarımız ve üretim düzeyimiz bu nüfusa yetmemektedir.

Gıda, kira.. enflasyonunun başat nedenlerinden biri de bu çok kalabalık ve gereksiz,
eğitimsiz nüfustur.

Türkiye 21. yy’da yeniden sömürgedir, çare insanı eğitmededir!

2827 s. yasa gereği aile planlaması ve istemli düşük hizmetleri, AKP iktidarınca verilmemekte, kimi ödemelerle nüfus artışı desteklenmekte. Ancak, Eylül 2021’de başlayan ağır, yaygın ve süren yoksullaşTIRmanın beklenmesi gereken doğal sonuçlarından biri doğurganlığın azalmasıdır. Ürkü (panik) yersizdir.

Türkiye’nin nüfusunun azalTILması zorunludur.

Nüfusun yaşlanması henüz söz konusu değil ve abartılmamalıdır.
Hesaplara göre Türkiye birkaç onyıl daha demografik fırsat penceresi döneminde kalacaktır.
2050’ye dek Türkiye nüfusu azalmayacaktır.

21. yy’ın şafağında gereksinim asla kalabalık değil, nitelikli nüfustur. Ordu, dünün yarısı
askere sahip. Yapay zekalı insan eşdeğeri robotlar (MER) devrindeyiz. 2030’a dek 800 milyon MER, üretimde insanın işini alacak. İşsizlik son derece yıkıcı bir sorundur.

RTE, yavaşlayan nüfus artışı için “beka sorunu” dedi.
Asıl sağkalım (beka) sorunu AKP politikaları! Örneğin

  • Maarif Müfredatı”, Ulusu alıklaştırma kurgusudur.

Kamucu-sosyal politikalarla insanımızın niteliği, gönenci, mutluluğu, sağlığı, eğitimi, güvenliği, adaleti, barışı, geleceği sağlanmalıdır ve sağlanabilir.
==========================================
Köşe yazımızın Cumhuriyet‘teki pdf biçimi : 20. Nüfus Artışı Sorunu, 6.6.24

AKP İKTİDARININ PEDAGOJİK AÇIDAN “ÇEDES” ve “TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MÜFREDATI” ÜZERİNE NOTLAR

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

AKP iktidarının “ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım ve Değerlerime Sahip Çıkıyorum)” projesi ile “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı” (öğretilecek ders içerikleri, yetişek) Programı” hem hazırlanma biçimi, hem ana okuluna dek inen hedef kitlesi, hem programın paydaşları ve öğreticileri ve hem de bilimsel niteliği konusunda önemli ve çoğu da haklı eleştirilere uğradı. Özellikle bilimsel PEDAGOJİK FORMASYONDAN uzak kaldığı ısrarla vurgulandı. Peki Pedagoji ne demek? Özetleyerek anlatmaya çalışalım.

PEDAGOJİ NEDİR?

Pedagoji bilimi, eğitim ve öğretim bilimlerinin temeli yapı taşı ya da o olmazsa olmazıdır. Eğitim ve öğretim süreçlerinin her yönde ve her aşamada kuramsal ve uygulamalı olarak analiz edilmesini hedefler. Ana konusu eğitim kuramları, eğitim yöntemleri, öğrenci-öğretmen ilişkileri ve öğrenme süreçleri üzerine yoğunlaşır. Pedagoji, farklı yaşlar ve aşamalardaki öğrencilerin ve yetişkinlerin en doğru ve en etkili biçimde nasıl öğrenebileceklerini belirler. (AS: yetişkin eğitimi için Androgoji terimi kullanılıyor.)

Eğitimde öğrenilmesi gereken başlıca konular şunlardır :

1- Eğitim kuramları (teorileri)

Pedagojik eğitime yön veren bilimsel kuramların incelenip öğrenilmesi zorunludur. Bu kuramlar eğitim programını yapanlara ve öğretmenlere Pedagojik Formasyon kazandırma ve uygulamaya aktarabilme kapasite (sığa) ve yeteneklerini artırmaya yönelik temel girdileri sağlar.

2- Öğrenme süreçlerinin analizi (çözümlenmesi)

Bu aşama, farklı yaş dilimindeki öğrencilerin yaş düzeylerine uygun öğrenme ve anlama yeteneklerini göz önünde bulundurma bilgi ve becerisine kavuşmaları içindir. Örneğin anaokulu çocuklarına soyut bilgiler veril(e)mez.

3- Eğitim Psikolojisi

Eğitim psikolojisi, öğretici ya da öğretmene farklı yaş dilimlerindeki öğrencilerin psikolojilerini doğru bilmek ve bu bilgiler ışığında onların davranış kalıplarına uygun ders çalışmaya isteklendirme (motivasyon) yolları bulmak içindir.

4- Toplumsal ve kültürel (ekinsel) etkenler

Her çağın sosyo-kültürel (toplum-ekinsel) etmenleri ve koşulları farklıdır. Ayrıca, aynı çağda yaşasalar bile, toplumların gelişme düzeyleri ve sosyo-kültürel (toplum-ekinsel) yapıları birbirine uymaz. Eğitimci ve öğretmenin görevi, kimi gelenek, örf, boşinan (hurafe), yanlış davranışlar konusunun eğitim ve öğretim sistemine zarar vermesine engel olmaktır. Kimi kültürler aklı-bilimi önceler, kimileri de engeller oluşturabilir. Örneğin kız çocuklarının kimi yanlış dinsel yorumlarla eğitim alma ve meslek edinme haklarının ellerinden alınmaması için öğrenci ailelerinin ikna edilmesi gerekir.

Öğretim sürecindeki her yaş basamağına göre ayrı pedagojik uygulama yöntemleri vardır.

PEDAGOJİK UYGULAMA BASAMAKLARI

a- Okul öncesi eğitimin ana amacı, öğrencilere temel beceri kazandırma ve sosyalleşmelerine katkı sağlamaktır Bu iş tuvalet eğitiminden el becerilerine, arkadaşları ile iyi geçinmeden düşüncelerini doğru tümcelerle açıklamaya, giysilerini temiz tutmadan, eğitim araç-gerecine zarar vermemeye… dayalı temel becerileri geliştirmeye dayanır. Yalan, iftira ve hırsızlığın sakıncaları anlatılır. Ama anaokulu öğrencileri henüz soyut düşünemedikleri ve analiz yeteneğine yeterince ulaşamadıkları için onlara din, mezhep, ideoloji vb. soyut telkinleri yapmak yanlış ve sakıncalıdır.

b- İlk ve orta öğretim düzeyinde öğrenciler için en gerekli kazanım doğru ve eleştirel düşünceyi öğrenmek ve gelecekteki mesleksel ya da akademik öğrenimi için gerekli temel bilgi ve becerilere sahip olabilmektir. Bu basamakta öğrencilere kimlik, ait olma, din, yurt, bayrak ve toplum sevgisi verilebilir. Ancak kazandırılan her türlü ulusal değerin, başka ulusların benzer
ya da denk değerlerine düşmanlık yaratacak biçimde ve dozda olmaması gerekir.

Bu basamakta öğrencilerin duygudaşlık (empati) yeteneklerinin de geliştirilmesi gereklidir. Çoğulculuk, eşitlik – hakçalık (hakkaniyet), adalet, sevgi, barış, hoşgörü, konukseverlik, aile bağlarının güçlendirilmesi, dayanışma… vb. alışkanlıklar kazandırılması hedeflenebilir.

c- Yükseköğretim – üniversite aşamasında da bilimsel Androgojik formasyona gerek vardır. Üniversitelerdeki eğitim ya meslek edinme ya da derinlemesine bilgi sahibi olma amacına yöneliktir. Bilimsel ve eleştirel düşünme, araştırma yöntem ve tekniklerini kullanabilme yetisini kazanmak ve bağımsız araştırmalarla bilimsel ve yararlı bilgi üretmek… evrensel üniversite eğitimi ile olanaklıdır. Ayrıca üniversite öğrencisi bir yetişkindir. Onlara yetişkin psikolojisine uygun davranmak gerekir.

PEDAGOJİ TÜRLERİ ve PEDAGOJİK YAKLAŞIM ÇEŞİTLERİ NELERDİR?

Bilim insanları, özet olarak, üç tür pedagoji kümesinden söz ediyorlar.

1- Otoriter Pedagoji
Katı disiplin ve esnemez otoritenin (yetkenin) egemen olduğu yaklaşım modelidir. Öğretici- öğretmen odaklıdır. Dersler tek yönlü, öğreticiden öğrenciye aktarmayla yapılır. Daha çok ezbere ve verilen bilgilerin sınavlarda geri bildirimine dayanır. Bu yaklaşımda öğrenci genellikle edilgendir (pasif). Feodal, teokratik (dinci) medrese tahsiline dayalı bir modeldir. Otoriter ve totaliter ülkelerde eğitim bu yöntemle verilir…

2- Liberal Pedagoji
Bireysel özgürlükleri ve eleştirel düşünmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Öğretmen değil, öğrenci odaklıdır. Ezberlemeye değil öğrenmeye dayanır. Her öğrencinin, verilen eğitim girdileri, ders içerikleri hakkında soru sorma ve eleştiri özgürlüğü vardır. Bu yöntemde öğrenci aktiftir (etkindir). Bilgileri ezberlemek değil, sindirebilmiş olmak önemlidir. Sınavlarda, öğrencilerin aldıkları bilgileri özümseme düzeyleri ölçülür.

3- Katılımcı Pedagoji
Katılımcı Pedagoji, Liberal Pedagojinin daha geliştirilmiş biçimidir. Bu modelde tüm paydaşlar, uzmanlar, öğretmenler öğrenciler ve öğrenci velileri görüş bildirme ve katkı sunma hakkına sahiptir. Ders içerikleri birlikte eleştirilip geliştirilebilir. Bu modelde paydaşlar, özellikle öğretmenler ve öğrenciler özgürlüğün ve katılımcılığın psikolojik hazzını (doyumunu) yaşarlar. Etkin (Aktif) oldukları için, öğrencileri (ve öğretmenleri) öğrenme süreçlerinde isteklendirme daha kolaydır. Gelişmiş ve demokratik ülkelerdeki Pedagojik yaklaşım genelde yukarıda anlatılan son iki sistemin sentezi (bireşimi) gibidir.

BİR MÜFREDAT (Yetişek) NE ZAMAN ÇAĞDAŞ OLUR?

1- Eğer bir müfredat (yetişek), aklın ve bilimin ışığında, tüm paydaşların (öğretmen, sendika, üniversite, bakanlık, uzmanlar, basın…) özgür ve ortak katılımı ile çağdaş birey, çağdaş aile, çağdaş toplum ve çağdaş devletin ulusal ve evrensel gereklerini karşılayacak biçimde hazırlanmışsa,
2- Müfredatın (Yetişeğin) hazırlanmasında dikkate alınan veriler ve kaynaklar akılcı, bilimsel ve çağdaşsa,
3- Eğitim ve öğretimin baş ögeleri olan öğretmenler çağdaş bir anlayışa ve motivasyona (güdülenmeye) sahiplerse, maddi olarak insanca yaşayabiliyorlarsa,
4- Eğitim-öğretim araç-gereçleri yeterli ve çağdaşsa
5- Eğitim-öğretim yerleri, derslikler, laboratuvarlar, kütüphaneler.. internete, bilgiye erişim olanakları fiziksel ve maddi olarak nitelikli, yeterli ve çağdaşsa,
6- Eğitim politikası bir etnik ya da azınlık kesimin ideolojik aygıtı olmaktan uzak, toplumun bütünün ve devletin çağdaş gereklerine göre düzenlenmişse,
7- En önemlisi de ülkedeki yönetsel, bilimsel, eğitsel, kültürel, ekonomik, hukuksal ve siyasal anlayış çağcılsa, o zaman çağdaş olur.
***
Değerli okurlar,
Yukardaki bilimsel bilgiler, veriler ve ölçütleri dikkate alarak ÇEDES ve YENİ MAARİF MÜFREDATI (Yetişeği) hakkında bir kanıya varabilirsiniz.

Son sözüm şudur             :

Eğitim programlarının yapılmasını eğitimbilim uzmanlarına (Program Geliştirmecilere), program öğretmenliğini mesleksel teknik bilgi birikiminin yanında, üniversitelerde bilimsel pedagojik formasyon diploması olan öğretmenlere yaptırmak gereklidir. Nasıl ki hekimler kuyumculuk yapamaz, terziler bakır dövemez, avukatlar mühendislik projesi çizemezse… bilimsel pedagojik formasyonu olmayan müftüler, imamlar, hocalar, dedeler, şeyhler, şıhlar da müfredat (yetişek) hazırlayamaz ve resmi-özel eğitim kurumlarında öğretmenlik yapamazlar. Her meslek sahibi kendi uzmanlık alanında yararlı ve verimli olur. Zaten tersine yaklaşım, kutsal öğretmenlik mesleğinin onuruna da ters düşer.

BAŞIBOŞ KÖPEKLER SORUNUNA HALK SAĞLIĞI YÖNÜNDEN EKOLOJİK BİR BAKIŞ[1]

Dostlar,

Saygın meslektaşımız Dr. Umur Gürsoy, güncel bir sorunu yetkin kalemi ve insancıl yüreği ile web sitesinde yazdı. Uzunca o yazıdan giriş, biraz ortalar ve sonundan alıntılar yaptık. Tüm metni Dr. Gürsoy’un özgün web sitesinden okumalı..

https://umursuz54.wordpress.com/2024/06/02/basibos-kopekler-sorununa-halk-sagligi-yonunden-ekolojik-bir-bakis1/

Kendisini kutluyor ve teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 12 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

=====================================================

Taşrada bir ekolojist: Umur Gürsoy - Yeşil Gazete
Dr. Umur Gürsoy
Halk Sağlığı Uzmanı
  • Ben yalnızca, kendi duymak istediklerimi söyleyen bir bilim insanı istiyorum diyen bir toplum, çok köklü yanlışları olan bir toplum demektir. Prof. Dr. Ross Hesketh

Bilim insanı ya da bir uzman: topluma sorunların çözümünü zorla kabul ettirmeye çalışmaz. Toplumun veya karar vericilerin kendi duymak istediklerini değil; görüşlerini uzmanlık alanının sınırları içinde kalarak bütün yönleriyle, ulaşabildiği kaynaklara ve verilere gönderme yaparak açıklar. Ancak bu durumda: iyi bilgilendirilmiş toplum ve çıkar grupları sağlıklı kararlar alabilirler. Yazının konusu olan sorun da pek çok bilim ve çıkar grubunu ilgilendirdiği için tek yönlü ele alınamazdı. Bu nedenlerle yazım, özellikle bağnaz hayvan severleri memnun etmeyecektir. Her zaman yazılarımı yayınlayan bir yayın organı da olaya sadece hayvan haklarından yana taraf oluşu nedeniyle yazıyı bu haliyle yayınlamak istemedi. Ben de görevimi yapmak için kendi bloğumdan Türkiye EYÇ hareketleri başta olmak üzere tüm kamuoyuna bir mektup yolluyorum. Yaşasın Türk canlıları!

İnsan ve hayvan sosyolojisi, toplumsal psikoloji, ekonomi gibi sosyal bilimlerin işin içine karıştığı hekimlik (halk sağlığı, çevre sağlığı), veterinerlik, ekoloji gibi uygulamalı bilimler: ilkesel olarak evrensel kurallara sahiptirler. Ne var ki uygulama anlamında bir o kadar yereldirler (yer ve kişi etkeni), ulusaldırlar. Bu nedenle başka ülkelerin çözüm uygulamaları her zaman Türkiye gibi ülkelerde geçerli olmayabilir.

Giriş

Bilmek tanıklık demektir; tanıklık da sorumluluk getiriyor. 70 yaşımın konuyla ilgili yaşanmışlıkları dışında, halk sağlığı uzmanı olarak bulaşıcı hastalıklar savaşımı konularında yıllar süren çalışmalarım, sokak köpekleri (başıboş köpekler) sorununa kafa yormuşluğum var[2].

Ayrıca Türkiye’nin köy ve şehirlerarası yollarında 22 yıl boyunca uzun bisiklet gezileri yaptım. Bunların ikisini tek başına; 2014 ve 2015 yılında toplam 16 gün süren iki Yunanistan gezimi bir arkadaşımla beraber yaptım. Çektiğim köpek saldırısı korkusu nedeniyle 2000’li yılların başında bir sayfalık Kuduz Şüpheli Temas ve Köpek Isırmasından Korunma Yolları Rehberi yazdım. Dörtyol’daki Yılancı Hacı Macit’in el verdiği yeğenlerinden köpek ısırmasına karşı kendimi efsunlattığım bile oldu.

Çevre sağlığı hizmetleri:
risk değerlendirmesi anlamında ve genel olarak da toplumdan gelen yakınmalar ve sorularla; ulusal ve uluslararası sınır ötesi hayvan (ticareti) hareketlerinin denetimi ve izlenmesiyle de ilgilenir. Böyle yaygın bir risk değerlendirmesinin etkin olarak yapılabilmesi için gereken bilgilerin ve kadroların bulunduğu bilim dalları ve disiplinler arasında belirgin olarak anılması gerekenlerin epidemiyoloji ve çevre epidemiyolojisi olduğunun bilindiğinden de adım gibi eminim.

Konuyla ilgili veriler en basitinden neler olmalı? Aklıma hızlıca gelenle şunlar:

1- Yıllara göre Türkiye toplam köpek ve başıboş köpek sayısı; bunların ve özellikle başıboş köpeklerin il ve ilçe ve mahallelere dağılımı. Doğadaki kuş nüfusunu sayabilen uzmanların köpek sayımızı bilmemeleri ve saymamış olmalarını düşünemiyorum.

2- Köpek saldırısı nedenli insan yaralanma ve ölümlerinin evcil ve başıboş köpeklere dağılımı (Saldırı nerede ve nasıl olmuş; saldıran köpek sahipli mi yoksa başıboş mu?); mutlaka araştırılmıştır.

3- Köpek saldırısından kaçma nedenli ya da yola çıkan köpek nedenli trafik kazaların sayısını (yaya ve bisikletlilerin karıştıkları dâhil) ve böyle kazalar sonucu ölüm ve yaralananların sayısını çocuklar bile bilir.

Soruna neden olan sorundan başlamak gerek

Neden bu kadar başıboş köpek var? Çünkü denetimsiz çoğalıyorlar. Pekiyi neden denetimsiz çoğalıyorlar? Çünkü sokak köpekleri tamamen insana bağlı nedenlerle, artık ihtiyaç ya da sevgi fazlası olmuşlardır. İnsanların köpeğe ihtiyacı kalmamıştır. İnsan köpeği aldatmış, onu tarihsel ortak yaşama (koruma, bekçilik etme) nedeni dışında kullanmaya ve onu terk etmeye başlamıştır. Çoğalmanın nedeni köpeklerin insanlar (eski sahipleri vb.) tarafından kırsal alanlara ve sokağa terk edilmeleridir. Terk edilen köpekler, içgüdüsel olarak insanların çevresine geri döner; çöplüklerden ve doğada avlayabildikleri ile beslenmeye, doğal olarak da doğurmaya başlar. Bu arada köpekler içgüdüsel olarak sürüleşmeye gider ve sürü kendi bölgesini belirleyerek başka köpek ve diğer tehlikeli bulduğu yabancı canlılara karşı bölgesini korumaya başlar. Ekolojinin kuralı gereği eğer düşmanları yoksa doğum sayıları ölüm sayılarını geçmeye ve hayvanların nüfusu (popülasyon) artmaya başlar.

Ve pek tabii ki ihtiyaç ve sevgi fazlası evcil hayvanların sokağa terk edilmesini önleyecek önlemler almak; o da olmuyorsa minik gemiciklerle köpeklerin Çin’e ihraç edilmesi seçeneği de unutulmalıdır.

KAYNAKÇA
  1. Başıboş köpek https://www.wikiwand.com/tr/Ba%C5%9F%C4%B1bo%C5%9F_k%C3%B6pek 29.05.2024 tarihli erişim
  2. https://www.caninejournal.com/benefits-of-spaying-and-neutering/#what-are-the-benefits-of-spaying-or-neutering-pets  02.06.2024 tarihli erişim
  3. https://www.aa.com.tr/tr/info/infografik/39596 02.06.2024 tarihli erişim
  4. Türkiye’de başıboş köpek sorunu https://www.wikiwand.com/tr/T%C3%BCrkiye%27de_ba%C5%9F%C4%B1bo%C5%9F_k%C3%B6pek_sorunu 29.05.2024 tarihli erişim
  5. https://www.sozcu.com.tr/tbmm-inceledi-avrupa-sahipsiz-hayvanlara-nasil-cozum-buluyor-wp7781163
  6. https://yesilgazete.org/blog/2013/04/26/tasrada-bir-ekolojist-umur-gursoy/

[1] Bu yazıya Yılancı Hacı Macit, Nevzat Çelik, Fuzuli, Martin Fitzpatrick ve Xavier Bonnefoy, Murray Bookchin, Tınaz Titiz, Ahmet Şenpolat (Hayvanları Koruma Federasyonu-HAYTAP), Türk Veteriner Hekimleri Birliği, Ümit Kartoğlu, Wikipedi-Wikiwand ve Engin Ayça sızmıştır.[2] Yazımızda kırsal alanlardaki köpekleri de içerdiği ve söz birliği için ‘başıboş köpek’ terimi yeğlenmiştir.
____________________________
Yazının tümü için lütfen tıklayınız..

https://umursuz54.wordpress.com/2024/06/02/basibos-kopekler-sorununa-halk-sagligi-yonunden-ekolojik-bir-bakis1/

TENCERE DİBİN KARA

Suay Karaman

Siyasal iktidarın hazırladığı “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi”, 17 Mayıs 2024&’te yürürlüğe girdi ama toplum olarak ne denli yürüyeceğini göreceğiz. Tasarruf her zaman, her ortamda çok önemli. En küçük aile bütçenizde bile tasarrufun büyük önemi var. En azından denk bütçe yaparsanız, yaşamınız rahatlar, kolaylaşır. Devlet bütçesini denk bütçe yapsanız topluma rahatlık da gelir, mutluluk da gelir. Hele bütçe fazlası verirseniz yeni yatırımların yolu açılır, kalkınma hızlanır.

İstanbul Anakent Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2027 Avrupa Olimpiyat Oyunları imza töreni için 17 Mayıs 2024’te Roma’ya gitti. İmamoğlu ile birlikte 45 gazeteci ile toplam 73 kişi vardı. Bu etkinliğin tüm giderleri İstanbul Anakent Belediye bütçesinden karşılandı. Kafile (Küme), Roma kent merkezinde beş yıldızlı bir otelde konakladı ve seyahat için THY’den bir uçak kiralandı. Yerel seçimlerin ardından Cumhuriyet Halk Partisi, belediye başkanlarına “kayırmacılık, şatafat ve israfla mücadele” başlıklı bir genelge göndermişti. Bu gezi, CHP’nin genelgesini çiğnemiştir.

Ekrem İmamoğlu, yapılan eleştirilere karşı “Avrupa Oyunları, İstanbul tarihinde ilk kez yapılıyor. Bunun yadırganacak bir tarafı yok. Önemli bir organizasyondur. Etik kurallar üzerinden eleştirileri dinliyoruz. Bir eksiğimiz varsa bakarız, bir sonrakinde yapmayız. Ama ilk kez yapıyoruz.” ifadelerini kullandı. Ancak Mayıs 2022’deki Karadeniz gezisi de belleklerdedir.

Kamunun parasıyla gazetecileri uçağa bindirip, her türlü giderini karşılayarak, propaganda için beğeni yazısı yazdırmak normal değildir, bu yaklaşım Turgut Özal ile gelişen bir olaydır. Böyle yapılarak hem gazetecilik, hem belediyecilik, hem de siyaset yozlaştırılmaktadır.

28 Mayıs’ta Sayıştay‘ın 162. kuruluş yıl dönümü nedeniyle AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada, Ekrem İmamoğlu’nun Roma gezisini eleştirerek şunları söyledi:

  • “Son dönemde eş dost atamaları ile belediye imkanlarının kişisel amaçlar için kullanıldığını görüyoruz. Milletin kamu kurumlarına olan güvenini sarsıyor. Kimse kusura bakmasın ama milletin cebinden basın mensuplarına özel uçakla Roma turu yaptırmanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.” dedi.

Tayyip Erdoğan’ın bu eleştirisine karşı Ekrem İmamoğlu da; “Sayın Cumhurbaşkanı mı bana kamu parasını korumayı öğretecek? Almanya Cumhurbaşkanı bile 1 uçak kullanırken, sen 8 uçak kullanıyorsun bu ülkede. İsrafın daniskasını anlatırım saatlerce. dedi.

Tayyip Erdoğan’ın bundan daha büyük kadrolarla yaptığı gezileri yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Kamu paralarının böyle gezilere harcanması doğal olarak eleştirilebilir ama bunun yanında yolcu garantili köprüler, yollar, havaalanları; hasta garantili hastaneler yaparken de düşünmek gerekir. Kamu kaynaklarını tarikatlara, şeriatçı vakıflara verenlerin, bu eleştiriyi yapanların önce kendi geçmişlerine bakması gerekir. Sonuç olarak Ekrem İmamoğlu, Roma’daki imza törenine daha küçük bir kadro ile gitseydi, eleştirilmez ve övgü alabilirdi.

Ayrıca Sayıştay töreninde yine anayasa çağrısı yapan Tayyip Erdoğan şöyle konuştu :

  • “Türkiye yüzyılının kilometre taşlarından biri yeni ve sivil bir anayasadır.
    Anayasanın demokratikleşmesine yönelik çok kritik adımlar attık.
    Yeni hükümet sistemi sayesinde siyasi belirsizlik ortadan kalktı.
    Yönetimde güven ve istikrar tesis edildi.”

Her 27 Mayıs’ta darbelere karşı olduğunu söyleyip, demokrasi dersi veren Tayyip Erdoğan’ın, önce yasalara ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyması gerekmektedir. Zaten tasarruf yapılmayacak, bari hukuk devletinin kurallarını işletelim de, en azından toplum psikolojik (ruhsal) olarak biraz rahatlasın.

Azim ve Karar, 3 Haziran 2024

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

VURGUN

Et ve Süt Kurumu’nun kilosunu 176 TL’ye ithal ettiği etleri alan firmaların, vatandaşa 550 TL’ye sattığı açıklandı.

Firmaların bu Kurumla ilgisi-ilişkisi olmadığına eminim!..

MÜLTECİ

MEB, okulun semtinden bile geçmeyen mülteci öğrencilere karne verecek.
Öğrenciler üniversite kazanırsa diploma da verilecek.

Memleket Türkiye Cumhuriyeti değil, Türkiye Mülteci Cumhuriyeti

DUADAYIZ

Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürü, ÇEDES projesi kapsamında LGS sınavına girecek öğrencileri ve velilerini sabah namazına çağırdı. Projenin adı

Ailecek huzurda kıyamdayız, Gençler için duadayız

A be müdürüm; derse, kursa ne gerek, her gün çağır milleti namaza-duaya LGS çantada keklik…

BİRİNCİYİZ

TÜİK’in bütün çabalarına karşın Mayıs 2024 enflasyonu %75.4 çıktı.

Demek ki %115 (%50 fazlası) garanti.

Ekonomist reis ve tayfası sayesinde Avrupa birinciliğini kaptırmıyoruz. Dünya birinciliğine az kaldı…

İHBAR

AKP’liler birbirini ve yakınlarını yolsuzluktan ihbar etmeye başladı.

Yolun sonu görülüyor…

BAKIR

TCDD’nin bakım için anlaştığı şirket, tren motorlarından milyarlarca değerinde bakır çalmış.

Çalana bak, çaldırana bakmayı unutma…

KAPATIN!

AYM, Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankası başkanlarını görev süresi dolmadan alma yetkisini iptal etti. Rektör atamasını Anayasa’ya aykırı buldu.

Koltuk değneği ne der?

  • “Bu mahkeme kime hizmet etmektedir? Derhal kapatılmalıdır!”…

ÇEVRE HAKKI ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ’ne DOĞRU

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

BM Genel Kurulunca 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 27 Mayıs 1949 günü (RG) iç hukukumuza aktarıldı. Bir uzlaşma ve sentez metni olan 30 maddelik İHEB’de tanınan hak ve özgürlükler, iki büyük pakt (Sözleşme) ile somutlaştırıldı (1966);
– Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (MSHS)
– Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS).

1976’da yürürlüğe giren Sözleşmeleri, Türkiye Cumhuriyeti 2003’te onayladı.

BM Çevre ve Gelişme Konferansı sonunda yayımlanan Stockholm Bildirgesi (Haziran 1972), çevre hakkını tanıdı.

Yüzyılın son çeyreğinde Anayasalar da çevresel haklar alanını genişletti.

BM Dünya çevre toplantıları, –1992 Rio Doruğu gibi- her on yılda bir düzenlendi. BM Genel Kurulu, Stockholm Bildirgesi’nin 50. yılında çevre hakkını tanıma kararı aldı. Ne var ki, MSHS ve ESKHS’nin 3. ayağı olarak çevre sözleşmesi eksik kaldı.

Avrupa Konseyi (1949) tarafından hazırlanan ve esin kaynağını İHEB’in oluşturduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), klasik hak ve özgürlüklerle sınırlı kaldıysa da, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Sözleşme’de öngörülen haklar temelinde çevre hakkını da açıkça tanıdı ve korumaya başladı (1994).

Karşılaştırmalı Çevre Hukuku Uluslararası Merkezi (Centre international de droit comparé de l’environnement-CIDCE), BM Ekonomik ve Sosyal Konsey (UN – ECOSOC) önünde danışma statüsüne sahip bir kuruluş olarak, çevre üzerine dünya ölçeğinde çok yönlü bilimsel etkinlikler yürütüyor.

Çevre Hakkına İlişkin Uluslararası Sözleşme taslağı, CIDCE tarafından 15 Devletten 28 uzmanın desteğiyle BM’ye sunulmak üzere hazırlandı.

Taslak 42+11 madden oluşmakta ve içerik olarak, çevresel hak ve ilkeler sıralanıyor; temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevre hakkından, farklılaşmış sorumluluklar çerçevesinde eşitlik ve dayanışma ilkesine dek. Onaylanması durumunda BM Çevre Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşme olarak yürürlüğe girecek. (A. Saltık: “Güvenli çevre” boyutu gözden kaçmasın..)

Soru : İHEB’in iç hukuka aktarılmasının ve AK’nin kuruluşunun 75. yılında ulusal-üstü kazanımların neresindeyiz? İnsan ve çevre hakları yönünden ulusal ve uluslararası düzenlemelerin eklemlenme derecesi nedir?

Acı gerçek şu :  Belgeler, kurallar ve ilkelerin giderek çoğalması, ihlaller (çiğnemler) dalgasını azaltmadı. Çevre korumasını etkili kılması gereken düzenlemeler, tam tersine çevresel yağmayı perdelemek için kullanıldı. Ekolojik kamu düzeni kuralları içeren Anayasa’dan (1982) Paris İklim Anlaşması onayına (2022) uzanan 40 yıl ve sonrası, normatif düzenlemelerle çelişen ve ülkesel ekosistem üzerinde onarımı olanaksız sonuçlar doğuran uygulamalar hız kesmedi.

Yasama, Anayasa’ya aykırı ve ekosistemi bozucu yasalarda sınır tanımıyor.

Yürütme, maden arama ruhsatı dağıtımında olduğu gibi, tarihsel, kültürel ve doğal varlıkları, oy beklentisine indirgediği için yerli ve yabancı işbirlikçileri, Cerattepe’den Kazdağları’na, İliç’ten Akbelen’e (…) ülke bütününü yağmalıyor.

Yargıya gelince; AYM, ekosistemi bozucu yasaları iptalden kaçınıyor; idari ve adli yargı,
çevre kurallarını ihlal eden işlem ve etkinlikleri denetimde geç ve yetersiz kalıyor.

Bu nedenle,
– uluslararası kazanımlar farkındalığı ve
– çevre savunucularının hak güvenceleri

(tıpkı Sözleşme taslağında olduğu gibi) önem taşıyor. Büyük çevresel ve insan yitiklerine karşın ekosistem belli ölçüde korunabildi ise, her yaştan ve her bölgeden insanlarımızın yaşamın bileşenlerine sahip çıkması sayesinde oldu.

Türkiye’ye çullanan yerli ve iş birlikçiler, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerimizi tümüyle yok edemedi ise bunda, fikir-hukuk-eylem üçlüsünde yerel-ulusal-uluslararası düzlemde, bireysel, kolektif ve kurumsal olarak yürütülen yoğun yurttaş çalışmaları belirleyici oldu.

Gezi’nin 11. yıldönümü vesilesi ile Topçu Kışlası kamuflajı (perdelemesi) altında inşa edilmek istenen alışveriş merkezi, yaşam alanlarının ve anayasal düzenin sahiplenilmesi sayesinde engellendi ve Gezi Parkı kurtarıldı.

  • Post-modern demokrasi mantığı temsilcilerine ve Gezi tutsaklarına selam olsun!

====================================
Önceki ve Sonraki Yazılar

Hangi anayasal miras?
3. CEZA DAİRESİ VE KESİN HÜKÜM YOKLUĞU
OHAL sona eriyor mu?
16 Nisan’ın 6. yılı
17 Nisan 2023 Pazartesi 00:04
Anayasa, ekosistemi de koruyor