Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Yumuşama değil hukuka çağrı…

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset, 16.05.2024, BİRGÜN 7

Toplum ve siyaset, halk ve iktidar ilişkileri, 31 Mart (2024) sonrası yeniden biçimleniyor. Halk iradesi üzerinde iktidar baskısı, sandıkta püskürtüldü.

31 Mart öncesi seçim kampanyası görüntüleri, hukuka dönüş sonrası siyaset bilimi çalışmaları için zengin bir malzeme bıraktı. Şimdilik şu saptama ile yetineyim: 15 Temmuz 2016 öğleden sonra ‘arazi’ olan (Akar’dan Fidan’a) Devlet görevlileri, 31 Mart öncesi ‘oy avcılığı’ için sahada sıkça görüntü verdi. Hukuk yokluğu, her iki dönemin ortak paydası.

Halk (demos) ve iktidar (krasi) bileşimi olarak demokrasi, 31 Mart sonrası hukuku da biçimlendiriyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı ve MHP Genel Başkanı ile görüşmeleri, hukuka çağrıdır.

Siyasal tartışmaların malzemesi yapılsa da, Anayasa ve hukuk dışı söylem ve uygulamaları en aza indirmeye yönelik görüşmeler, Anayasa andına saygının ekmek, su ve hava kadar önemli olduğunu bir kez daha doğruladı.

Bu nedenle hukuksal kuşatma, çok yelpazeli olarak yürütülmeli: yasamada, yürütmeye karşı ve yargı karşısında.

Yasamada ön almak için çok güçlü bir meşruluk zemini bulunan CHP, AKP-MHP’nin haklılık ölçütü olarak kullandığı sayısal üstünlüğü sürekli sorgulamalı. Bu bağlamda, CHP ve öteki partiler, “Anayasa’ya saygılı yasa” için İçtüzük olanaklarını kullanarak önerici konuma geçebilir.

Kuşkusuz hukuka dönüş kolay değil; çünkü hukuk yoluyla demokrasi önündeki başlıca engel, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgusudur.

HUKUK ÇIĞLIĞI

14 Mayıs vurgum da hukuk yokluğu nedenli:

Can Atalay, milletvekili seçilişinin 1. yılında AYM kararını ve bunun uygulanmasını bekliyor.

Tayfun Kahraman, adil yargının gerçekleşmesi beklentisiyle özgürlükten yoksun son yaş günü olmasını diliyor.

Selçuk Kozağaçlı, 28 Şubat mağduru mahpus paşalar için çıplak zulüm nitelemesi yapıyor.

Osman Kavala, Ö. Özel görüşmelerini müdafaa-i hukuk” olarak niteliyor.

Demokrasi ve hukuka inançlı dört üretken insan, buzdağının (aysbergin) görünen yüzü: Ellerinde bıçak, pala, sapan, ok, tabanca olmayan, korumaları ve makam araçları bulunmayan kişiler, mahpus tutulabiliyor ve lehlerinde verilen yargı kararları uygulanmıyorsa, Türkiye genelinde siyasal nedenler ve/ya adil yargılanma hakkı ihlalleri sonucu özgürlükten yoksun kılınmış yurttaş sayısının fazlalığını kestirmek zor olmasa gerek.

Bu nedenle, Çiğdem Mater ve Mine Özerdem gibi Atalay-Kahraman-Kozağalı ve Kavala’nın demokrasi ve hukuk umudunu sürekli kılıp yaygınlaştırmalıyız.

NE HUKUK NE DE LİYAKAT

“Hukuk ve liyakat yokluğu”, 15 Temmuza giden yolun temeltaşlarını döşemişti. Bu dönemin ürünü olan PBDBY uygulamasının ilk beş yılında TBMM’de yasa önerisi anından AYM kararından sonraki evreye dek, partizan düzenlemelere karşı ‘hukuk ve liyakat’ uyarılarımızı, Cumhur İttifakı hep kulak ardı etti.

Şimdilerde günışığına çıkmaya başlayan çete ve işbirlikçileri arasındaki hesaplaşmalar, şu soruyu meşru kılıyor:

  • Demokratlar ve hukuk savunucuları hapse konuldukça,
    meydan mafya ve çeteleşmelere mi kalıyor?

Cemaat ve tarikatlar ise, “hukuk ve liyakat” yerine partizan uygulamalara açık düzenlemelerle
6 yılda yaratılan 2. paralel devlet tehlikesi de, Cumhur İttifakı’nın öteki kanadı değil mi?

ÇİFTE FAİL KİM?

Dezenformasyon suçu koyanlar, şimdi sürekli anayasal dezenformasyon suçu işliyor.
Etki ajanlığı” suç önerisine gelince; ülkesel değerleri mal gibi pazarlayanlar ve yurttaşlığı rant kapısına çevirenler , “etki ajanlığı” yapılacak alan bıraktı mı?

Demos, krasi’yi 2. Parti yaptı; muhalefet ise, Anayasa’ya saygı ve Anayasa dışı alanları azaltmak, Anayasa yoluyla siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi için çırpınıyor.

Bunu yaparken asıl “paralel hedef” hiçbir zaman gözardı edilmemeli: Anayasal demokrasi! Çünkü, ‘kapalı-keyfi-kişi’ (PBDBY) sistemsizliği, parlamenter rejimin Türkiye İçin -tıpkı Anayasa gibi- neden ekmek, su ve hava kadar yaşamsal olduğunu her gün kanıtlıyor.
===========================================
Yazarın Son Yazıları

28 Şubat davası ve yeniden yargılama

Yargıtay Eski Başkanı Hamdi Yaver Aktan yine başını gösterdi! İmamoğlu'na Beraat, Şevki Yılmaz'a hapis,

Hamdi Yaver AKTAN
Yargıtay Onursal Daire Başkanı
15 Mayıs 2024, Cumhuriyet

Ceza yargılamasında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amaçtır. Soruşturma ve kovuşturma süreçleri maddi gerçeği bütün açıklığıyla ve kuşkuya yer bırakmayacak biçimde sağlamalıdır. Kuşku mevcutsa beraat kararı verilmesi evrensel ceza hukuku ilkesidir. Mahkûmiyet hükmü, istinaf ya da temyiz yasa yolundan geçmekle kesinleştiğinde bile kimi zaman “maddi gerçek” yeniden araştırılabilir. Olağanüstü yasa yolu bu nedenle düzenlenmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda kesinleşen kararlara karşı yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na itiraz yetkisi (m.308), adalet bakanı ve/veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na “kanun yararına bozma” isteme yetkileri (md.309) ve hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi düzenlenmiştir.

Kamuoyunda “28 Şubat davası” olarak nitelendirilen ve bir kısım yargılanan kişiler yönünden onanmış mahkûmiyet kararlarının infazının yapılmakta olduğu bilinmektedir. Bu satırların yazarının Cumhuriyet’te daha önce yazdığı yazıları okumuş olanları, mahkûmiyet kararının verilemeyeceğini, yanlış değerlendirme yapıldığını hem usul hukuku hem de ceza hukuku-maddi hukuk yönünden açıklamalar yapıldığını anımsayacaklardır. Bu görüşümüzü korumaktayız; iddialı bir şekilde suçun yasal öğelerinin oluşmadığını yineliyoruz.

“YENİ DELİLER”

Ancak, gerek yerel ve gerekse yasa yolu incelemelerinden geçerek kesinleşmiş hükümler yönünden değerlendirme yapmak durumunda olduğumuzu belirtmek isteriz. Sürmekte olan davada tanıklar dinlenmiş ve kesinleşen kararlar yüzünden halen cezaevinde infazları yapılmakta olan generaller için “yeni deliller”in ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten de kamuoyuna da yansımış olduğu üzere, davada ilk kez dinlenen tanıklar Sincan’daki “tatbikatın” rutin bir uygulama olduğunu açıklamış olmakla, “cebir-şiddet” öğesinin gerçekleşmemiş olduğunun olgu olarak açıklamasını yapmıştır.

Öte yandan, dönemin bir bakanı ve hükümet sözcüsü bütün açıklığı ile hükümetin istifasını mahkeme huzurunda açıklamıştır. Sayın Namık Kemal Zeybek’in devlet adamlığı, kişiliği ve eski deyimle müktesebatı gözetildiğinde tanıklığı etik ve hukuksal olarak tartışılmayacak değerdedir.

Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir davada, “yeni deliller”in ortaya konulmuş olmasında hükümlü lehine yargılama yeniden yapılır. Yasal düzenleme “tekrar görülür” emir kipi ile yazılmıştır. (CMK. m. 311/1-e) Kesinleşmemiş kararlar açısından da Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararı doğrultusunda sonuca ulaşmak daha elverişlidir. Yargıtay bozma kararından sonra, bozmadan sonraki serbestlik kuralı uyarınca, bozma kararına uyulmuş olsa bile, yeni delillerin ortaya çıkmasında lehe karar verilebilmesi olanaklıdır. Ceza Genel Kurulu bozma kararından sonra, eski hükmün ortadan kalkacağı ve serbestlik kuralı uygulanacağı kararlaştırılmıştır. (CGK. 14.02.2017 tarih, 2015/1-704 esas, 2017/64 karar)

Meltem TV Programımız : AŞI KARŞITLIĞI..

Dostlar,

Dün, 15 Mayıs 2024 Çarşamba günü, saat 14:30 dolayında Meltem TV‘de Sn. Gülgûn Feyman‘ın konuğu olduk. Konumuz, aşağıdaki duyuruda da görüleceği üzere AŞI KARŞITLIĞI idi.

Yaklaşık 22 dk. sayın programcının sorularını yanıtladık.. Öncelikle şunu vurguladık :

  • DSÖ’ye göre aşı kararsızlığı, küresel sağlığı tehdit eden 10 tehlikeden biri!

– Birçok bulaşıcı hastalığı (enfeksiyon hastalığını) önlemede aşılamanın önemini vurguladık.
– Aşılama ile her yıl ortalama 2-3 milyon ölümün önlendiğini ve bütün dünyada aşı kapsayıcılığı en yüksek olursa, 1.5 milyon ölümün daha engellenebileceğini belirttik.
– Çocukların aşılanması azalırsa, toplumun da bulaşa açık duruma geleceğinin altını çizdik.
– Aşı kararsızlığının – çekincesinin nedenleri arasında
– aşının gerekli görülmemesi,
– aşının yeterli üretilememesi
aşıya güvensizlik.. temel nedenlerdir diye açıkladık.
Aşı çekincesinin – kararsızlığının önlenmesinde hekimlerin ikna edici kilit rolüne değindik.
Ek olarak politikacı ve yasakoyucunun da aşının gerekliliği konusunda ikna edilmesi gerektiğini anlattık.
– Son yıllarda aşı kararsızlığı ve aşı reddi olgularının artmaya başladığına dikkat çektik..
DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre Türkiye aşıya güven konusunda ortalarda yer almakta ancak aşının güvenli olmadığını düşünenlerin oranı giderek artmakta.
– Aşıya karşı tutumda özellikle kararsızlık yaşayan ve pasif kabullenme gösterenlere dönük eğitici programlar geliştirilmesi gerektiğini aktardık.
– Türkiye’de aşıya güvenin azalmasında nedenlerden birinin de medya olduğunun altını çizdik.
– İnternetin yaygınlaşması, bilimden uzaklaşma, medyanın olumsuz etkisi, sosyal medyada aşı karşıtlığının artışı ve komplo kuramları bu tabloya yol açan başlıca nedenler.
– Aşıların maliyeti yüksek değil!

Türkiye’de aşı uygulaması durdurulursa her yıl yaklaşık üç milyon
aşıyla korunulabilen bulaşıcı hastalık ve yaklaşık
14 bin fazladan ölüm olacağı
nın kestirildiğini aktardık.

Tam aşısızlık anne eğitiminin yetersiz ve ailenin yoksul olması durumunda daha da artıyor!

Dünya genelinde aşıya güven %79 düzeyinde. %11 kararsız, %10 dolayında da karşıt olan bir kitle kestiriliyor. Öte yandan, aşıyla korunulabilen bulaşıcı hastalıklarda hedef kitlenin – duyarlı kesimin en az %80-85 aşılanması (Kızamık’ta %95!) gerekli.

Aşılara güvenelim!..
Aşılar, bilim dünyasının insanlığa çok değerli armağanlarıdır.
İlaçlardan daha güvenilir biyolojik ürünlerdir.

Örneğin korkunç hastalık Çiçek‘i yaygın aşılama ile 1978’de yeryüzünden sildi insanlık.
Sırada çocuk felci ve kızamık var.

  • HPV aşıları rahim ağzı kanserinden koruyor.
  • HBV karaciğer kanserinden koruyor..
  • Başkaca kanser türlerine karşı aşı geliştirilmesi çabaları sürüyor.

Aşı karşıtlığı bireysel bir seçim olamaz! Üstelik bilimsel değil!
Aşılanmayarak bulaşıcı hastalığa yakalanmak ve başta yakın çevremizdekiler olmak üzere, başkalarının yaşamını tehlikeye sokmak bir hak değildir.

Anayasamızın ilgili bölümü aşağıda :

Temel hak ve hürriyetlerin niteliği
Madde 12 – …… Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı
ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.

Programı izlemek için lütfen tıklayınız.. 22. dakikadan başlıyor.. 44. dakikaya dek..

https://youtu.be/75q0vsNrycQ

https://www.youtube.com/watch?v=75q0vsNrycQ

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle.
Aşılar, çok değerli koruyucu hekimlik – halk sağlığı araçlarıdır ve yoksul, az eğitimli kesimlere herkesten daha çok gereklidir.

Sn. Feyman ve Meltem TV‘ye sorumlu yayın anlayışı ve bize fırsat verdikleri için teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 16 Mayıs 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 15 Mayıs 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

TAZMİNAT

Beşi polis 23 kişiyi katledip müebbet (yaşam boyu) hapse mahkum olduktan sonra FETÖ’cüler tarafından yargılandıkları gerekçesiyle yeniden yargılanıp berat eden (aklanan) Hizbullahçılar devletten tazminat almaya başladılar.

28 Şubat mahkumu generaller de FETÖ’cüler tarafından yargılandılar ama onlara işkence devam ediyor.

Dinci, kinci iktidarın aleti yargı/adalet sistemi sürüyor…

TARİKATÇILAR

CHP’li Beyoğlu Belediyesi’nde başkan yardımcılığı ve başkan danışmanlığına tarikatçı,
RTE destekçisi kişilerin getirildiği ileri sürüldü.

Aferin. Millet CHP’ye bunun için yol vermişti!..

MİKROP

CHP’li belediyelerdeki eş dost atamalarına genel başkan tepki gösterdi.

Değerli gazeteci Necati Doğru’nun dediği gibi AKP mikrobu girmemeli…

ANAYASA

RTE, sivil anayasa ile sorunların çözümüne kolaylık getireceğini söylüyor.

Oysa millet sorunları çözsün diye kardeşine her yetkiyi zaten vermişti.

Bir kez daha, hatta ölene dek seçilmek için istiyorumdese mertçe

UNUTMAK

RTE, İsrail’e yönelik protestoların engellenmesine tepki gösterdi.

Oysa, Erdoğan’ın yerel seçim sürecindeki mitinglerinde “İsrail’le ticarete son” pankartı açan kişiler yaka paça gözaltına alınmıştı.

İşine gelmeyeni unutuveriyor…

DİL

Özgür Özel CHP’li belediyelerin Arapça tabelaları indirmeleri ile ilgili, “Kur’an dildir.
Halk incinir” dedi.

  1. Kuranca diye bir dil mi var dünyada?
  2. Kur’an her milletin diline çevrilmiyor mu?
  3. Türkçeye kim sahip çıkacak?…

TASARRUF

İktidar bilmem kaçıncı tasarruf tedbirleri paketini açtı.

Vatandaşa kısıtlama; iktidara ve yandaşlarına saraylara, şatafata, avantaya ve  devleti soymaya devam çıktı…

AVANTA

Yargıtay üyeleri Suudi elçinin verdiği avanta hac vizesi için kavga etmişler.

Kokuşmuşluk…

İLGİ

RTE, 7 bin göçmene ücretsiz tedavi kararnamesini imzaladı.

Türk vatandaşları ile de biraz ilgilense…

MEB’in BİLİME ve LAİKLİĞE AYKIRI EĞİTİM PROGRAMI (MÜFREDAT) HAZIRLAMA ÇABALARI!

Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fak. Emekli Öğretim Üyesi
ADD Bilim Kurulu Üyesi

Dostlar,

Dilek hoca 45 yıllık Eğitimbilimci. Aşağıda, kapsamlı bir raporunun giriş ve sonuç bölümünü bulacaksınız.
Tümü 10 A4 sayfası PDF olarak eklenmiştir:

MEB’İN BİLİME ve LAİKLİĞE AYKIRI EĞİTİM PROGRAMI (MÜFREDAT) HAZIRLAMA ÇABALARI!

Özenle okunması ve bu ilkel – dinci saldırının geri püskürtülmesi gerek.
Kendisine teşekkür ederken, herkesi göreve çağırıyoruz. 12 Mayıs 2024

Dr. Ahmet SALTIK

=================================================
T.C. MEB’de NELER OLUYOR?

  1. Birkaç hafta önce MEB’in sitesine “Temel Yaşam Becerileri”, “Adabı Muaşeret” (görgü kuralları) vb. adlarında din öğretmeyi amaçlayan (Aşağıda kimi örnekleri verilen) ve adına “Program” dedikleri kimi metinler düştü.

2) Bu hafta “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Müfredatı” başlığı ile 10 yıllık çalışmanın ürünü olduğu belirtilen bir metin yayınlandı. Bir hafta içinde kurumlardan ve kişilerden görüş bildirmeleri istendi. İsmet Yılmaz bakan iken 2017’de benzer bir program yapılmış, Eğitim Sendikaları, üniversiteler, öğretmenler görüş bildirmişti. Hiçbir görüş dikkate alınmadan “binlerce görüşe dayalı” diye ilk yazılan metin uygulanmıştı. İsmet Yılmaz’dan sonra bakan Ziya Selçuk da “2023 Vizyonu” adıyla  “Harezmi Modeli” ve daha birçok adlar altında program değişiklikleri yaptı. Dersleri birleştirdi, ders saatlerini azaltıp arttırdı. Ardından (AHİM kararlarına karşın) dersler, “Zorunlu”, “Seçimlik” ve “Zorunlu Seçimlik” gibi gruplara ayrıldı. Öğrenciler zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi dışında bir din dersini daha zorunlu olarak seçmeye mecbur edildi. Yani bu hafta yayınlanan metnin 10 yıllık bir çalışma olma olasılığı yoktur. Deneyimlerimiz gösteriyor ki yine bildirilen görüşler dikkate alınmayacak ve bu bilim dışı, akıl dışı metnin uygulanması istenecektir.

3) Eğitimde Program Geliştirme bilimsel bir çalışmadır. Ardalanlarının, deneyimlerinin ne olduğu
net olmayan, bilim dışı söylemlerinin internette yer aldığı bilinen kişilerle otel salonlarında yazılacak metinler değildir.

4) Mayıs ayında görüşe sunulan program taslağına gelen görüşler metne yansıtılacak mı?
Ne zaman? Program TTK’dan (Talim Terbiye Kurulu’ndan) geçecek mi? Ne Zaman?
Bu metne uygun kitaplar ne zaman ve kimler, hangi kuruluşlar tarafından yazılacak? Ne zaman? Program konusunda öğretmenlere hizmet içi eğitim verilecek mi? Ne zaman?
Bütün bunların 4 ay sonra başlayacak 2024-2025 öğretim yılına yetiştirileceği savlanıyor.

l.” EĞİTİM PROGRAMI GELİŞTİRME” BİLİMSEL BİR UĞRAŞTIR..

“Eğitimde Program Geliştirme” dünyada yüzyıllardır gelişmekte olan “Eğitim Bilimleri”nin
alt bilim alanıdır. Program geliştirme, eğitim programının kapsadığı amaçların kapsamlı ve etkin bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için yararlanılan temelleri, ilkeleri, kuramları, modelleri ve etkinlikleri uygulamalı olarak ele alan bilimsel araştırma, raporlama uygulama ve değerlendirme sürecidir.

Dünyada toplumların sorunları, değerleri, var olan meslekler ve iş alanları, bilim, teknoloji, çevre, doğa, yaşam koşulları, üretim süreçleri, bireylerin beklentileri, ilgileri, fiziksel ve sosyal özellikleri, gereksinimleri, bireysel farklılıkları, yaşam biçimleri hızla değişmektedir. Eğitim programlarının bu değişmelere paralel olarak, geleceğe kılavuzluk edecek biçimde sürekli geliştirilmesi gerekir. Eğitim programlarını, bu programların uygulandığı eğitim kurumlarını geliştiremeyen ülkeler bilimde, teknolojide, sanatta, sporda ve daha birçok alanda yapılan uluslararası değerlendirmelerde son sıralarda yer alır.

Ülkemizde, 1924’ten başlayarak hazırlanan ve uygulanan bütün eğitim programlarında milli, manevî, ahlâkî, kültürel ve sosyal değerler yer almış, programlar aracılığı ile bireyin, toplumun
ve ülkenin gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmış, toplumu oluşturan bireylerin ümmetten vatandaşa dönüştürülmesi için çaba gösterilmiştir. Bilimsel yöntemlerle geliştirilen, bilimi temel alan 1926, 1936, 1948, 1968 örgün eğitim programları, öğretmen yetiştiren kurumlar ve yaygın eğitim programları ile yurttaşlara Cumhuriyet değerleri kazandırılması hedeflenmiştir.
………………….
……………………………
………………………..

VII: MEB’İN HAZIRLADIĞI PROGRAMA İLİŞKİN Özet (Kimi Örnekler)

  1. 2017’den beri tek adam yönetiminde nasıl her eylem Cumhurbaşkanı talimatı ile yapılıyorsa Eğitim Programı da Milli Eğitim Bakanının talimatıyla yapılmıştır. Eğitimde Program Geliştirmeye bakan talimatıyla değil ihtiyaç analizi ile başlanmalıdır. Demokratik, laik ve çağdaş ülkelerde eğitim programları bilimsel ilkelerle, eğitim bilimleri, konu alanı uzmanları, psikologlar, eğitim felsefesi uzmanlarının ekip çalışmasıyla hazırlanır. Taslak program denenir, değerlendirilir, iyileştirilir ve sürekli olarak geliştirilir.
  2. Adına “Müfredat” denen bu metin bilimsel ilkelere ve 21.yy’da dünyadaki gelişmelere uygun değildir.
  3. Metnin adı bile “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” Türkçe değildir ve akıl dışıdır.
  4. Metinde “Adalet, hikmet, merhamet, iyilik, doğruluk, çalışkanlık, yararlı olmak ve güzellik gibi değerler üzerinde yükselen bir medeniyet mirasına sahip olan milletimiz, Türkiye Yüzyılı’nda eğitim için kararlı adımlarla geleceğe hazırlanmaktadır.” denmektedir. 20 yıldan uzundur ülkenin okullarında hazırladığı programların uygulanmasını sağlayan AKP iktidarı 2002’den beri neredeyse her Bakanın hazırlattığı programlarla bu değerleri halâ geliştirememiş mi?
  5. Hukukun çiğnendiği, Anayasanın ve yasaların yok sayıldığı, kadın ve erkeğin eşit olmadığı çığlıklarının atıldığı, önlenmeyen kadın cinayetleriyle adeta kadın kırımı yaşandığı, çocukların en temel hakkı olan eğitim hakkının istismar edildiği, cemaatlerin STK olarak algılanıp çocukların protokol imzalanan cemaatlere teslim edildiği, ekonomik nedenlerle çocukların sağlıklı beslenemediği bir ülkede adına Maarif Modeli Müfredatı denen metinlerle toplum çökertilmeye mahkûmdur.
  6. “Müfredat” metninden bir ifade: “İnsan madde ve manadan oluşur. İnsanın varoluşunu olgunlaştırması, kemale erdirmesi esas itibarıyla eğitim ile gerçekleştirilebilir. İnsanın hayatında iyi, doğru, faydalı ve güzel; hep bu çerçevede farklı şekillerde ortaya çıkar. Bu bağlamda Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, sahip olduğu mefkûre ile toplumu ve ülkesini imar eden şahsiyetler yetiştirmeyi ahlaki bir sorumluluk olarak ele alır. Bu çerçevede değerler, geniş bir perspektifle sistemi bütünleyen anlamlı bir olgu olarak ele alınır; programların ruhunda tabii bir şekilde
    yer alır.”

Bilim ürünü bir metin olması gereken eğitim programında yer alan bu ifade üzerinde düşünmek gerekir.

  1. Ortak metinde 417 kez ‘değer’ sözcüğü geçerken ‘bilim-bilimsel’ sözcüğü 54 kez geçiyor.
    Bunun 33’ü Fen Bilimleri dersinin açıklamaları içinde. ‘laik’ ya da ‘laiklik’ sözcüğü hiç geçmiyor.
  2. Ortak metinde ‘akıl’ ya da ‘akılcılık’ ile ilgili sözcük sayısı da pek az (43) bunların bir bölümü sözcük içindeki akıl (bakıldığında vs. gibi). Özetle bu metin aklı ve bilimi kullanmıyor.
  3. İnsan hakları, vatandaşlık ve demokrasi dersi (4. Sınıf) programında eşitlik ve fırsat eşitliği başlıkları varr, ancak cinsiyet eşitsizliği, sınıfsal eşitsizlik ve öbür eşitsizliklerin ne olduğu konusunda bir öğrenme çıktısına yer verilmemiştir.
  4. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde bile Anayasanın değiştirilmesi önerilemez maddesi (laiklik sözcüğü yalnızca bir kez geçiyor) bolca Osmanlı seviciliği dikkat çekiyor. Cumhuriyet devriminin devrimci özellikleri kıyıda bırakılıp, Osmanlı’da da bunlar önerilmişti bakış açısıyla devamlılık gibi tezlerle devrimler sadeleştirilmeye çalışılıyor. Kadın sözcüğü yalnızca bir kez geçiyor o da Osmanlı’nın son dönemlerinde aydınların tartıştığı modernleşme atılımları içinde.
  5. Din ve Ahlak Bilgisi (4-8. Sınıf) dersinde öne çıkan en önemli özellik ahlakın dinden kaynaklandığının öğretilmesi ve bu dinin ise yalnızca İslam dini olacağının benimsetilmesidir.
    Şükür ve sabır konuları oldukça çok yer kaplamaktadır. Haklar ve sorumluluklar ünitesi (birimi) bile dinci kaynaklarla biçimlenmektedir. Aşağıdaki metinde görülebileceği gibi; “Bu ünitede hak ve sorumluluklar konusu ele alınmaktadır. Öğrencilerin; toplumdaki herkesin temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu açıklamaları, kişisel hakları sentezleyerek bunlara saygı duymaları, temel bir hak olarak mahremiyeti sorgulamaları ve bu hakkın korunması gerektiğine dair farkındalık kazandırmaları amaçlanmaktadır. Allah’a (cc) karşı sorumluluklarını inanç ve ibadet açısından çözümlemeleri ve diğer insanlara karşı sorumluluklarını özetlemeleri amaçlanmaktadır. Rabbena dualarını ve bu duaların anlamlarını okuyarak yorumlamaları amaçlanmaktadır” “Evrendeki mükemmel düzen” kavramı ile çocukların doğanın düzenini Allah’tan gelen mükemmellik sanmaları sağlanmaktadır.
  6. 12. Sınıf İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde ‘Laiklik’ salt 1 kez geçmektedir. Medeni Yasa konusunda çocuklara sorulması önerilen soru: “Cumhuriyet Dönemi’ndeki inkılaplar, Osmanlı Devleti’ndeki hangi gelişmelerden esinlenilerek yapılmış olabilir?”
  7. 10 ve 11. Sınıflarda okutulacak felsefe dersinde her ünitede mutlaka en az bir İslam felsefecisinin (biri Nakşibendi Nurettin Topçu) metinlerinden örnekler dağıtılması öneriliyor..
  8. Biyoloji Dersi programının daha önce açıklanan metinde dil çok dinci idi. ‘Tartışmalı Evrim Kuramı yerine ‘Yaratılış’ konusunun verileceği belirtilmişti. Son metinde ise “Biyoloji Dersi Öğretim Programı’nda genelde bilimin, özelde biyolojinin insan yaşamındaki rolüne ve gerek Türk-İslam bilim insanlarının ve öbür ulusların bilim insanlarının bilime sağladığı katkılara yer verilmiştir”. Denmektedir. Gelişim ve evrim demekten kaçınmış, “tekâmül” demeyi, “bilim” yerine “ilim” demeyi, sık sık “belagat,” “kâmil insan” demeyi seçmiştir.
  • Bilimsel bir metinden çok bir mürit rehberi görüntüsü veriyor.

Bu anlatım metni hazırlayanların donanımı hakkında ipuçları sağlıyor.

  1. 2005 programları ile başlatılan harften hem de Arapçada olduğu gibi E harfiyle okuma-yazma öğretiminden vazgeçmemişler.
  2. Bir Eğitim Bilimleri hocamızın bu metinde yer alan konuların kaçar sayfa olduğu konusundaki veriler:

-Hayat Bilgisi: 84
-İlkokul Türkçe: 228
-Fen Bilimleri: 234
-İnsan Hakları ve Vatandaşlık: 30
-İnk. Tarihi ve Atatürkçülük: 37+40+77
-Biyoloji: 88
-Fizik: 114
-Kimya: 113
-Felsefe: 67
-Tarih: 76
*Din Öğretimi Toplam: 572
-Din Kültürü:120+98= 218
-Peygamberimizin Hayatı: 78+76=154
-Kur’anı Kerim: 87+82=154
-Temel Dini Bilgiler: 31

AKP İktidarının yaptığı gerici ve bilim dışı Eğitim Programlarına bakarak:
Bu iktidarının Eğitim Programı yapmaması gerektiği vurgulanmalı ve müfredat diye yazılan metinlerin uygulanmaları yasal yollarla engellenmelidir.

Henüz Kurtuluş Savaşı sürerken 1921’de Mustafa Kemal’in cepheden gelerek başkanlık yaptığı Maarif Kongresinden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı bilimsel yöntemlerle çağın değerlerini, vatandaşlık değerlerini çocuklara ve gençlere kazandıran eğitim programları yapmış ve geliştirmiştir. 1990’dan başlayarak 2002’ye dek Dünya Bankası Fonları ile desteklenen ve bilimsel bir modelle çok değerli Eğitim Programları hazırlanmış, denenmiş ve değerlendirme çalışmaları tamamlanmadan 2005’te bu programları yok sayan AKP’nin çeviri programı uygulamaya konmuştur. Bu konuda Üniversitelerin Eğitimde Program Geliştirme Bilim alanında yapılan yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük çalışmalarından Türk Eğitim Sisteminde yapılan “Program Değerlendirme” araştırmalarından yararlanılabilir.

Türk Eğitim Kurumlarında denenmiş olan eğitim programlarının güncellenerek pilot uygulamalarının yapılması önerilir.
====================================================

Cumhuriyet’in 100. yılı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Son Yazısı / Tüm Yazıları

06 Mayıs 2024 Cumhuriyet

Cumhuriyet gazetesi 7 Mayıs 2024 tarihinde kuruluşunun 100. yılını kutlayacak. Cumhuriyet gazetesi aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin belleğiyle ve ilkeleriyle özdeşleşmiş bir gazetedir. Cumhuriyet gazetesi herhangi bir gazete değildir.

Türkiye’nin en köklü, saygın, ciddi ve ayrıcalıklı gazetesi olan Cumhuriyet, bu özelliğini büyük bedeller ödeyerek kazanmıştır. Cumhuriyet, reklam ve pazarlama teknikleriyle ve yüksek tirajla değil, ilkeleriyle ve eylemleriyle bugünlere gelmiştir.

Cumhuriyet gazetesi, Kurtuluş Savaşı’nın önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerine bir yüzyıl boyunca sahip çıkmayı başarmış ve
bu ilkelerin açılımlarını okurlarına aktarmış bir yayın organıdır.

Yunus Nadi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Server Tanilli, Ahmet Taner Kışlalı, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok gibi yazarlar, salt köşe yazıları yazmakla kalmamış, yazılarıyla Türkiye’nin Aydınlanma hareketine ve entelektüel yaşamına büyük katkılar sağlamışlardır.

Cumhuriyet gazetesinin yazarları, Türkiye Cumhuriyeti’nin Aydınlanma Devrimlerine
sahip çıktıkları için, hapislere girmiştir, tutuklanmıştır, gözaltına alınmıştır,
işkence görmüştür, öldürülmüştür, alçak ve aşağılık suikastların kurbanı olmuştur.

***
Medyanın büyük ölçüde AKP’nin teokratik diktatörlük rejiminin propaganda aygıtı durumuna dönüştüğü bir dönemde, Cumhuriyet gazetesinin onurlu, namuslu ve şerefli bir biçimde ayakta kalması ve 100. yılına girmiş olması, medya tarihinde başlı başına önemli bir olaydır.

12 Eylül askeri darbesinden sonra kezlerce, Gazetenin ilkelerini ve yayın politikasını benimsemeyen odaklar tarafından işgal edilen Cumhuriyet gazetesi, bu operasyonları da bertaraf etmeyi (aşmayı) başarmıştır.

“İkinci cumhuriyetçi” ve neo-liberal odaklar siyaseti, din, mezhep, etnik kimlik ve sermaye fetişizmine indirgeyen çevreler, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nde gerçekleştirmeye çalıştıkları operasyonu, Cumhuriyet gazetesinde de gerçekleştirmeye çalıştılar.

Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti anayasasının temel ilkelerinde de açılımları olan cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk, devrimcilik ilkeleri,
Aydınlanma Devrimlerinin temel ilkeleri olarak, Cumhuriyet gazetesinin meşalesi olmuştur.

Cumhuriyet gazetesi habercilik ve olguların halka aktarılması konusunda da medya tarihindeki öncü yayın organlarından birisi olmuştur. Cumhuriyet gazetesinin muhabirleri onlarca yıl zor koşullar altında siyaset, ekonomi, sosyal yaşam, bilim, kültür, sanat, eğitim, sağlık, spor gibi alanlarda Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri halka aktarmak için büyük bir mücadele vermişlerdir.
***
Cumhuriyet, halk egemenliğine dayalı yönetim biçimi anlamına gelmektedir.
Cumhuriyet bu anlamda demokrasi kavramıyla özdeştir.
Arapça’dan gelen “Cumhur” terimi de antik Yunanca’dan gelen “Demos” terimi de halk anlamına gelmektedir.

Cumhuriyet gazetesi de adını, bir yönetim biçimi olan cumhuriyet kavramından almıştır.

Halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçiminin var olabilmesi için belli başlı koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Çok partili serbest seçimli parlamenter sistem; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğü; laiklik; ekonomik ve sosyal adalet; nitelikli temel bir eğitim düzeyi bu koşulların içinde yer alırlar.

Bu koşulların birisi veya birden çoğu değil, hepsi birden ve tümü yerine gelirse,
halk yönetimde egemen olur ve halkın egemenliği sağlanmış olur.

Bu koşulların sağlanmaması durumunda monarşi, oligarşi, teokrasi gibi cumhuriyetle ve demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan düzenler kurulur.

Cumhuriyet gazetesi, hem bir medya organı olarak işlevi, hem de savunduğu ilkeler nedeniyle, cumhuriyet rejiminin oluşmasına en büyük katkıyı sağlayan kurumlardan birisidir.
=====================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Cumhuriyet’in 100. yılı6 Mayıs 2024
Kılıçdaroğlu ve Erdoğan-Özel görüşmesi29 Nisan 2024
Erdoğan, Hamas ve CHP22 Nisan 2024

Anneler ve Çocukları

Dr. Ömer DÖNDERİCİ
İç Hastalıkları ve Gastro-Enteroloji Uzm.
Mayıs 11, 2024
https://drodonderici.blogspot.com/2024/05/anneler-ve-cocuklar.html

Dostlar,
Liseden sınıf arkadaşım, seçkin meslektaşım Dr. Dönderici’nin çok başarılı yazısını sunalım. Giriş ve …. atlayarak sonuç.. Tümü için erişke üstte.
Okunmasını ısrarla önerir, kendisini içtenlikle kutlarım. Dr. A. Saltık

Çocuklar Zekâlarını Annelerinden mi Alır?

Dünya genelinde de öyle midir, bilmiyorum. Ama ülkemizde hemen herkesin zekâ konusunda özgüveni yerindedir.  Dahası çoğu ebeveyn, çocuklarının da hayli zeki olduğu kanısındadır. Derslerdeki başarısızlık, çocuğun çalışmamasına ve haylazlığına bağlanır.

Çalışmalar, zekânın yetiştirme ve eğitimden çok kalıtımla belirlendiğini gösteriyor. “Doğa mı, yetiştirme mi önemli?” sorusuna yanıt bulmanın gözde araştırma yöntemi olan tek yumurta ikizlerinde yapılan bir araştırma zekâda kalıtımın payını %70 bulmuş.

Bu yüzden ebeveynler arasında, sıklıkla, çocuklarının ‘yüksek zekâsını’ kimden aldığı konusunda tatlı bir atışma yaşanır.

Medyayı takip eden (ve onlarla etkileşen) birçok anne, “bilimin çocuğun zekâsını annesinden aldığını saptadığını” gururla dile getirir.

Haksız sayılmazlar! Gerçekten de doksanlı yıllarda yayımlanan ve 12.686 çocuk ve ergeni kapsayan böyle bir çalışma vardır: Bu yayında çocuğun zekâsına ilişkin farklı parametrelerden, en çok annesinin zekâsıyla uyumlu olduğu bildirilmişti. Ebeveynler arasındaki bu fark “babanın zekâ genini taşıyan yalnızca bir X kromozomu varken, annenin iki X kromozomuna sahip olmasına” ve “babanın bilişsel genlerinin anne tarafından susturulmasına” yorulmuştu.

İlginç bir biçimde, çalışma neredeyse tüm dünya gazete ve dergilerinde haberleştirildi. Böylelikle, anneler, -söz ettiğim atışmada- babalara karşı kullanabilecekleri güçlü bir dayanağa kavuşmuş oldular. Bundan böyle, “çocuğun zekâsını annesinden aldığı”, dünya çapında tüm annelerin övünçle paylaştığı bir söyleme dönüştü.

***

……………………
……………..

***
Özet ve Sonuç

Anne ve babanın yavruya genetik kod katkısı büyük ölçüde eşittir. Bu yüzden, ‘zekâ geni’ diye bir tek gen olmadığı gibi, -söz konusu genlerse- zekâ için taraflardan her hangi birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur.

Ama konu bir yavru inşası, bir varlık olarak çocuğun biçimlendirilmesi ise, annenin, babaya kıyasla çok daha önde olduğuna şüphe yoktur:

Anne cinsel şölene devasa bir çeyizle gelir ve (hangisinin başlatıcı olduğunu söylemenin zor olduğu) gen-çevre etkileşiminde, ilk çevre büyük ölçüde anneye aittir.  En azından anne karnındaki 9 ay boyunca da ‘çevre’ annenindir.

Devasa çeyizin bir başka unsuru olarak, enerji fırını ve metabolik dönüştürücü işlevleri nedeniyle sağlık için yaşamsal önemdeki mitokondriler yavruya annelerince sağlanır.

Farklı organ ve farklı hücrelerde hangi genlerin susturulup, hangilerinin konuşturulacağı kararı hayatın başlarında, anne karnında verildiğinden, annenin bu karara (yani epigenetik programlamaya) daha fazla müdahil olması kaçınılmazdır.

Son yıllarda sağlığa etkileri çokça tartışılan (başta bağırsaklarımızdakiler) mikrobiyata, büyük ölçüde anneler tarafından şekillendirilir. Bunda aslan payı vajinal yoldan doğum ve emzirmenindir.

Bebeğin doğuşta –mikroplara karşı- yeterince olgunlaşmamış bağışıklık sistemi zafiyeti, annenin plasentasından ve sütüyle aktardıklarıyla telafi edilir.

İnsanda –diğer canlılara kıyasla- çok daha fazla önem taşıyan ‘bakım ve yetiştirme’ konusunda, (asimetri giderek azalsa da) anneler daha önde olmayı sürdürmektedir.

Bir çocuğun biyolojik annesi %100 kesindir. Ama babanın, biyolojik baba olmama ihtimali vardır!

***

Sonuç olarak bir yavru inşasına annenin katkısı babınkinden çok daha fazladır. Ebeveynler, çocukları için –illa- “benim eserim!” iddiasında bulunacaklarsa, bunu söylemeye annelerin hakkı babalardan daha fazladır.

Ancak bu katkılar olumlu olabileceği gibi, olumsuz da olabilir. Bu sebeplen çocuğu bir ömür boyu etkileyecek –bedensel, ruhsal, sosyal- sağlığına ve yaşam seyrine daha fazla tesir, annelere –babalara kıyasla- çok daha büyük bir sorumluluk yükler.

Neyse ki çoğu anne bu ağır yükü, yüksünmeden üstlenir ve kendilerine şükran duyulmayı fazlasıyla hak eder.

Artık aramızda olmayan sevgili annem başta olmak üzere, tüm fedakâr annelerin önünde saygıyla eğiliyorum.

Mustafa AYDINLI şiiri : ANAM…

Şiir köşesi

Mustafa AYDINLI

Eğitimci – Yazar
Halk Ozanı

ANAM (*)

Güller toplamaya gülşene girdim
En güzel, en narin gülleri derdim
Her birin koklayıp bir karar verdim
Senden güzel kokan gül yokmuş anam
***
Düğün olur, bayram olur elinen
Seni kıyas etmem gonca gülünen
Ninniler söylerdin tatlı dilinen
Ana dilden güzel dil yokmuş anam
***
Aydınlı, sevdası ana olunca
Anladım sevgine hasret kalınca
Yeni bildim şu yaşıma gelince
Sen gibi okşayan el yokmuş anam

(*) Annem için yazdığım şiirimle Tüm annelerin ve anne adaylarının
12 Mayıs anneler gününü kutluyorum. Sağlık mutluluk ve esenlikler diliyorum.

“Anayasal dezenformasyon” temizlenmedikçe…

Copy LinkXThreadsMastodonFacebookLinkedInWhatsAppTelegramGmailPAYLAŞ

Başarı için ülkemiz yeterli birikime sahip. Sivil ve siyasal anayasal emek ve deneyim çok zengin. TBMM’de nitelikli yasama etkinliğine öncelik vermek durumunda olan CHP, ülke genelinde demokratik hukuk devleti ereğinde Anayasa’nın toplumsallaşmasına da öncülük edebilir. Anayasal demokrasi, anayasal dezenformasyon ile inşa edilemez!

Anayasa gündemi, anayasal ve siyasal gerçeklerle ne ölçüde örtüşüyor? Öne çıkan slogan:

  • “Darbe Anayasasından kurtulmak için, kucaklayıcı, kuşatıcı sivil bir Anayasa”.

Ne var ki, “darbe Anayasası” olarak nitelenen metnin hangisi olduğu veya “kucaklayıcı ve kuşatıcı Anayasa” ile anlatılmak istenen belirsiz. Bu nedenle bilgi kirliliği temizliği, Anayasa gündeminin öncülü olmalı, dün, bugün ve yarın yaklaşımı ile.

1961 Anayasası ile kurulan Hukuk Devleti düzeneklerinden 1982’deki sapma,
1987’den 2004 yılına dek değişikliklerle aşamalı olarak önemli ölçüde giderildi.
Bu, Hukuk Devletini onarım sürecidir.

HUKUK DEVLETİNİN ONARIMI…

I – Önce, yakın geçmişin Anayasal gelişmeleri doğru okunmalı.

1961 Anayasası ile kurulan Hukuk Devleti düzeneklerinden 1982’deki sapma, 1987’den 2004 yılına dek değişikliklerle aşamalı olarak önemli ölçüde giderildi. Bu, Hukuk Devletini onarım sürecidir. 1982 Anayasasını aşma iradesi, değişikliklerin itici güçleri, yol ve yöntemleri, içeriği ve sonuçları olmak üzere sürecin bütünü için geçerli.

İtici güçler: Siyasal ve örgütsel yasaklardan dil yasaklarına varan düzenlemelerin yarattığı sorunlar, değişiklik nedenlerinin başında gelir. Anayasal yasaklara karşı siyasal, sınıfsal, etnik ve cinsiyet temelli toplumsal mücadeleler 1987, 1995, 2001 ve 2004 değişikliklerinin dinamikleri oldu. Bunlara, Kopenhag kriterleri (ölçütleri) gereklerince ulusal üstü beklenti ve etkiler de eklenmeli.

Yol ve yöntem: Değişiklikler, -1987’de siyasal yasakların kaldırılması için halkoyu dışında- TBMM’de farklı siyasal partiler arası uzlaşma sonucu gerçekleştirildi.

İçerik: Özgürlük yasakları kaldırıldı ve seyreltildi, güvenceleri pekiştirildi; Yürütme’nin ve idari (yönetsel) makamların aşırı yetkileri törpülendi; yargı denetimi öne çıkarıldı.

Sonuç ve etkiler: “Hukuk yoluyla demokrasi” ve “anayasa yoluyla siyaset” ereğinde iyileştirmeler, demokratikleşmeye ve toplumsal barışa kayda değer katkılar sağladı. 1982 Anayasası, 17 yıla yayılan değişikliklerle güvenlikçi ve otoriter özünden büyük ölçüde arındırıldı.

…ve yüzyıllar mirasının reddi

“AKP, iktidarda eskidikçe Anayasal demokrasiden uzaklaştı” görüşü, -birkaç aylık ilk Hükümet dışında- doğru zannedilen bir yanlıştır. İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun seçimle gelen başkanı ve AKP-Fetullahçıların balayı döneminin mağduru olarak, demokrasi hazımsızlığını ve evrensel insan hakları karşıtlığını yakından gözledim.

2007’de gerçekleştirilen ilk operasyonun ardından 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği oylamasına ‘fiili koalisyon ortağı’ güdümünde nasıl gidildiği belleklerde. Altı yıl sonra, “Allah’ın lütfu” olarak nitelenen eski müttefikin darbe girişimi, üçüncü ve son değişiklik için fırsat olarak kullanıldı.

2007-2017 değişikliklerinin itici gücü, kişisel iktidar arayışı oldu.

Temsili organ olan TBMM’de uzlaşma yerine, meşrulaştırma aracı olarak sandık ve YSK (mühürsüz oy ve zarflar) kullanıldı. Anayasa ile yetinilmedi: Eski ortakları ile hesaplaşma adına (için), ‘benzersiz toplu kıyım’ ve ‘siyasal ayak’ örtüsü olarak “hukuki, idari, mali, cezai (ve haliyle siyasi) sorumsuzluk yasaları çıkarıldı. 2024’te ‘sivil Anayasa’ sloganı ile yola çıkan TBMM Başkanı, 2016’da başbakan yardımcısı olarak 90 günlük OHAL için, ‘45 günde de bitebilir’ dedi; ama 45 bin x 3 = … kişiyi yargısız infaz eden OHAL KHK’lerine imza attı ve 45 yılda bile izleri silinmeyecek hukuk dışı bir dönem başlatıldı.

2017’de Hükümet ve bakanlar kurulu kaldırıldı, siyasal sorumluluk ve karar düzenekleri tasfiye edildi; Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı’na verildi. Yıllara yayılan Anayasasızlaştırma, 2017’de Osmanlı Devleti – Türkiye Cumhuriyeti anayasal ve siyasal mirasının reddi ile sonuçlandı.

Uygulamasına gelince; 2017 kurgusunun amacı ile bağdaşmayan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasi ve nitelikli yasama sürecini engelledi; liyakat yerine partizan uygulamalar sonucu adil yargılama güvencelerini işlevsizleştirdi.

Sonuçları ise,
– daha çok iktidar ve daha az özgürlük,
– daha çok fiili durum ve daha az hukuk,
– daha çok iktisadi-siyasal bunalım ve daha az toplumsal barış oldu.

Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü kuralını kağıt üstünde bırakan 2017 kurgusu, değiştirilemez hükümlere ilişkin ikiyüzlülükleri de beraberinde getirdi: İktidarı dizginleyici düzenekler kaldırıldığı için Yasama-Yürütme-Yargı ayrılığı, biçimsel bir Anayasa sistematiğine indirgendi. Devlet, -çevresel olanlar dahil- hak ve özgürlükleri ihlal aygıtına dönüştürüldü.

DEĞİŞMEZ MADDELER İKİYÜZLÜLÜĞÜ

II – İkinci olarak, Anayasa dışı güncel uygulamalar doğru saptanmalı ve okunmalı. 

–  Anayasa’da yazılı olmayan birçok fiili durum ve uygulama alanı yaratıldı: parti başkanlığı, yasama ittifakı ve kabine, bakanların siyaset yapması…

Emredici ve yasaklayıcı hüküm ihlalleri ise, sahiplenir göründükleri değiştirilemez maddelerin içeriğini boşaltma eşiğine vardı. Mahkeme kararlarını uygulamamak ve uygulatmamak için Cumhuriyet’in Temel organları olarak Yasama-Yürütme ve Yargı’nın açık ve örtülü işbirliği, Cumhuriyet’in temel niteliklerini düzenleyen madde 2’nin özünü zedeledi.

Osmanlı dönemini sahiplenir görüntüsü altında, çağdaşlaşma dönemindeki siyaset, hukuk ve laik eğitim alanındaki ilerlemelere karşı amansız savaş ise, tarihsel miras üzerine ikiyüzlülük.

2017 kurgusunun aktörleri ve uygulayıcıları, bugün “darbe ve sivil” karşıtlığı üzerinden “anayasal gelecek” söylemine sarıldı. Eğer, 1982 darbe idiyse, 2010 ve 2017 sivil; tersine, 2017 darbe ise, o zaman bu kurgudan vazgeçmek gerekir.

DARBE ve SİVİL SÖYLEMİ KİRLETİCİ

III – Nihayet, Anayasa, ancak gerçek bilgi ışığında tartışılabilir.

2004 itibariyle anayasacılık yörüngesine giren Türkiye’ye, 2017 OHAL ortam ve koşullarında dayatılan kurgu, Cumhuriyet ötesi ulusal kazanımları ve anayasal demokrasinin asgari standartlarını da kaldırdı.

Bu asimetrik anayasa değişikliği, siyasal (münavebe) açıdan, Cumhuriyet’in ilk çeyreği ve son çeyreğinde CHP ve AKP’nin asimetrik konumu ışığında da okunabilir. Şöyle ki; Tek Parti döneminde çok partili rejime ve iktidarın eldeğiştirmesine CHP öncülük etti. Son çeyreğinde ise, çok partili rejimi göstermelik kılarak siyasal münavebeyi tıkayan AKP oldu. Anayasal manüplasyon ve dezenformasyon, bu amaca yönlendirildi. Cumhuriyet’in 2. Yüzyılında da ‘tek parti egemenliğine son vererek iktidarın el değiştirmesi, CHP sayesinde gerçekleşecek

2017 kurgusunun aktörleri ve uygulayıcıları, bugün “darbe ve sivil” karşıtlığı üzerinden “anayasal gelecek” söylemine sarıldı. Eğer 1982 darbe idiyse, 2010 ve 2017 sivil; tersine, 2017 darbe ise, o zaman bu kurgudan vazgeçmek gerekir. Bu ortam ve koşullarda “darbe” ve “sivil” anayasa karşıtlığına dayanan söylem, anayasal dezenformasyon olarak gündem saptırmasıdır.

Bütün bunlar, anayasal bilgilenme hakkının önemini yaşamsal kılıyor. Çünkü, Anayasal bilgi kirliliğinin yayılması, asıl sorun olarak Anayasa’ya saygı ve demokratik hukuk devleti gündemini gölgeliyor. Bu nedenle, Anayasa konuşmanın ön koşulu, dürüst yöntem ve saydamlık temelinde doğru bilgi kullanmaktır.

Bilgi kirliliği, anayasal gerçekleri çarpıtmak ve saptırmak, yanlış olan üzerinde doğru algısı yaratmaya çalışmaktır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS), doğru sanılan yanlış kavramların başında yer alıyor. Çünkü Hükümet kaldırıldı, Anayasa madde 103 tanımına uyan Cumhurbaşkanlığı yok; Anayasal rejim ve sistem yerine ‘parti başkanlığı yoluyla iktidar tekeli’ var. Bunun sonucu ise, ‘Kişi+Parti+Devlet’ birleşmesidir.

‘PARTİ BAŞKANLIĞI YOLUYLA İKTİDAR TEKELİ’

Anayasa gündemi de, “sözde/yalancı anayasacılık”, tıpkı CBHS gibi. Türkiye’nin içine sürüklendiği derin bunalımlar sarmalının baş nedeni, 2017 kurgusunun yol açtığı hesap vermeyen ve (saydam olmayan) keyfi tek kişi yönetimi.

Şu halde Anayasa konuşmak için;

Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerine saygı, ilk ve ön koşuldur.

-Parti başkanlığı, Cumhur İttifakı ve bakanların siyaset yapması gibi Anayasa’ya aykırı uygulamaları ortadan kaldırma gereği, ikinci koşuldur.

Anayasa değişikliği yoluyla hesap verebilir yönetim kurmak, asıl hedeftir.

Anayasa gündemi, anayasal dezenformasyonu ve 2017 kurgusunun değişmez maddelerin içini boşalttığını teşhir fırsatı olarak görülmeli:

  • 2017 kurgusuna son verecek, “demokratik hukuk devletinin asgari gerekleri doğrultusunda bir düzenleme yapma”nın yolu, yürürlükteki Anayasa’ya saygıdan geçer.

Başarı için ülkemiz yeterli birikime sahip. Sivil ve siyasal anayasal emek ve deneyim çok zengin. TBMM’de nitelikli yasama etkinliğine öncelik vermek durumunda olan CHP, ülke genelinde demokratik hukuk devleti ereğinde Anayasa’nın toplumsallaşmasına da öncülük edebilir.

Anayasal demokrasi, anayasal dezenformasyon ile inşa edilemez!

Son 22 yılda neler oldu?

Hüsnü Bozkurt Biyografi.infoDr. M. Hüsnü Bozkurt
ADD Genel Başkanı
@HsnBozkurt  @add_genelmerkez

Sağlıkta Dönüşüm” adlı neo-liberal politikalarla Toplumcu-Kamusal Sağlık Sistemi yok edildi. Hasta müşteri, hastane ticarethane oldu.

“Artık doktor dövme özgürlüğümüz var” diyebilen hayasızlar türedi.

Doktorlar, hemşireler yoksulluğa, dayağa, ölüme mahkum olup yurt dışına gitmek zorunda kaldı, hastalar randevu alamaz; doktor, ilaç bulamaz oldu.

Adliyeye siyaset sokuldu: İktidar partisi il-ilçe başkanları yargıç, savcı yapıldı. “Darbe Anayasası” adı verilen, %80’i değiştirilmiş Anayasa sürekli çiğnendi. Yasalar hatırlı kişilere işlemedi, hukuk devleti katledildi. Bürolarda, adliyelerde, yüksek mahkeme salonlarında yargıçlar şiddete uğradı, Daire başkanı hukukçular kurşunlandı, katledildi, vatandaşın yargıya güveni dibe vurdu. Hukukun Üstünlüğü değil, Üstünlerin Hukuku egemen oldu.

Siyaset Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de bulaştırıldı, “Hocaefendi”nin savcı kılıklı teröristlerine devletin Kozmik Oda’sı teslim edildi. Şerefli Türk Subayları FETÖ’cü hainlerin kumpas davalarıyla zindana atıldı, intihara sürüklendi. Anıtkabir girişinde Paşalar, kendilerinden ast rütbeli askerlere aratıldı. İki bin yıllık gelenekleri tarumar (yerle bir) edilen, komuta bütünlüğü dağıtılan, eğitim, sağlık, yargı sistemlerinden yoksun bırakılan Türk Ordusu cübbeli amirallerle, emeklilik töreninde dudakları titreyerek “Beni bu makamlara getirdiniz size sarılabilir miyim?” diyen Kuvvet Komutanlarıyla anılır oldu.

Laik, çağdaş, bilimsel ve kamusal Milli Eğitim Sistemi berhava (darmadağın) edildi.
Okullarımıza imamlar sokuldu.
Eğitim yazboz tahtasına çevrilip dinselleştirildi. Anayasa ve yasaların yasakladığı tarikatlara STÖ denilip protokoller yapıldı. 4+4+4 ucubesi ile çanına ot tıkanan Laik Eğitimin tabutuna son çivi de çağ ve bilim dışı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile çakılmaya çalışıldı. Okullarımız önlerinde uyuşturucu satılan,  çocuklarımızın cahil kaldığı, öğrenci ya da veli kılıklı psikopat katillerin cirit attığı mekanlara dönüştü

Hukuk Devleti ve yargı bağımsızlığının, ekonominin, “Ensar – Din kardeşi” denilerek meşrulaştırılmaya çalışılan “sığınmacı” milyonlarla kanına ekmek doğranan demografik yapımızın, dış politikamızın, devlet ve millet itibarımızın (saygınlığımızın), bir zamanlar savaş ilan edilen 3 Y’nin hal-i pür melali de ortada.

200 gram ekmeğin 10TL, 1 kilo kıymanın 350TL, emekli maaşının 10bin, asgari ücretin 17bin, açlık sınırının 18bin, yoksulluk sınırının 57bin TL olduğu; dış borcunun ancak faizini o da kredi ile zar zor ödeyebilen, rüşvetin, nepotizmin, 1 milyon 400 bin TL bürokrat aylığının, çok maaşlı memurluğun ayyuka çıktığı, akademik unvan, rütbe ve makamların ulûfe gibi dağıtıldığı ülkemizin durumu, adeta Osmanlı’nın son dönemini andırıyor.

106 yıl önce uğradığı emperyalist işgale onur, cesaret ve kararlılıkla direnen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde 3 yıl 3 ay 22 gün savaşıp esaretten (tutsaklıktan) kurtulan, bağımsızlığını kazanan, Cumhuriyetini kuran, Aydınlanma Devrimleriyle 10 yılda çağ atlayan, uçak üreten bir sanayi ülkesi ve kendini doyuran 7 ülkeden biri olmayı başaran Türk Ulusu, böyle yaşamayı, böyle yönetilmeyi hak ediyor mu?

Yazık, çok yazık!

Çare : #YenidenAtatürkCumhuriyeti!