Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

2024 NATO DORUĞU ve ERDOĞAN’ın DIŞ POLİTİKASININ İFLASI!

ABD’de yapılan son 75. Yıl NATO doruğu (9-11 Temmuz 2024) sonuç bildirisinde :

  1. İsrail’in Suriye ve Lübnan’a yönelik saldırılarından ve Gazze’den söz edilmedi.
    RTE suskun, çaresiz!
  2. Türkiye, Filistin ve Gazze konusuna yer verilmesinde ısrarcı olamadı, RTE etkisiz, ezik..
  3. Önceki doruklarda (zirvelerde) olduğu gibi, ülkemize terörist saldırıların NATO Sözleşmesi md.5 kapsamına alınması gündeme gene gelmedi. Ama ABD İkiz Kulelerine saldırı
    bu kapsama alınmıştı 11 Eylül 2001’de.
  4. Suriye’de “müttefiklerimizce” (!) kurulan ve desteklenen emperyalizmin maşası terör örgütü PKK ve uzantıları PYD/YPG’nin ABD tarafından da terör örgütü sayılması dileğimiz
    gene kabul görmüyor.
  5. Geçelim F35’leri, ABD’nin ülkemize vermeyi yüklendiği, bedelini ödediğimiz F-16’lar konusunda bile çözüm yok! Başkan Biden, pürüzleri birkaç hafta içinde kaldıracakmış??!
    RTE gene oyalanmakta..
  6. Son NATO doruğu, Ukrayna’yı Rusya ile vekalet savaşına iterek ve bunu kararlılıkla, genişleterek sürdürerek, Karadeniz’de kıyısı olan yeni üyeler almayı düşünerek;
    Rusya’yı, Çin’i, K. Kore’yi kuşatma çabasıyla adeta soğuk savaş koşulları yaratarak, üyelerini askeri harcamalarını artırmaya zorlayarak… dünyada barış ve güvenliğin yakın gelecekte sağlanabilmesi için asla umut vermedi.

Üstelik NATO’da kararlar oybirliği ile alınabiliyor. Türkiye’nin de veto yetkisi var. 

Tersine NATO bir terör ve tehdit örgütüne dönüşüyor, dönüştü.
Karşısında Varşova Paktı da yok! SSCB Rusya Federasyonu’na dönüştü.

SONUÇ                      :

Türkiye neden hala NATO üyesi?
Bu akıl tutulması daha ne denli sürecek?
Güvenliğimize tehdit Batı’dan ve militer örgütü NATO’dan, Atlantik’ten geliyor;
Rusya’dan değil, kurgu tersine döndü! Bir de “stratejik müttefik”(!)  maskesi gerisinde!
**
RTE için bu toplantı tam bir fiyasko! Üstelik 3-5 uçakla, hastalıklı paranoya ile zırhlı araçlar
okyanus ötesine taşındı. Çok yüksek ve kesinlikle yersiz – israf harcama yapılmıştır.
Elde kocaman bir balon!
Uygar bir ülkede bu skandal hükümet düşürür.
Yazık oluyor güzelim Türkiye’ye.
Muhalefet ve kamuoyu, bu kabul edilemez tabloyu mutlaka ve etkili sorgulamalı.
AKP/RTE dosyası böylesi sabıkalarla dolup  taşıyor..
Artık yeter!
Bu ucube siyasal kadro ile normalleşilemez.
Türkiye ittifakı” örgütleyerek İVEDİ erken seçim!

Sağlıkta özelleştirme hizmet kalitesini bozuyor

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 19.07.2024, BİRGÜN

Son 40 yıldır dünyanın pek çok yerinde sağlık hizmetlerinde yaygın özelleştirmeler yapıldı. Türkiye de bundan nasibini fazlasıyla aldı, üstelik şehir merkezindeki devlet hastanelerini kapatıp kamu özel işbirliği ile dev şehir hastaneleri yaptırarak, kendi binalarını bırakıp buralara kiraya çıkarak benzersiz özelleştirmeler gerçekleştirdi. Kamu hastanelerindeki pek çok iş de hizmet alımı yoluyla özel sektöre devredildi. Hemen her sektörde olduğu gibi sağlıkta da özelleştirmenin değişik türlerini gördük.

Bu işlerin kamuya ekonomik yükü bir yana, sağlığımıza etkisi nasıl? Bu konuda bilimsel yayınların bir derlemesi saygın tıp dergisi Lancet Public Health’de Mart 2024’de yayımlandı. Türk Toraks Derneği’nin yayın organı Toraks Bülteni’nde de Türkçe bir özeti geçtiğimiz ay yer aldı. Goodair ve Reeves tarafından hazırlanan derleme Oxford Üniversitesi Sosyal Politika bölümünden. Çalışma

  • Sağlıkta özelleştirmenin hiç de yıllardır propagandası yapıldığı gibi
    hizmet kalitesini artırmadığını, tam tersine düşürdüğünü gösteriyor.

Özellikle vurgulamak gerekiyor, burada özel hastanelerle kamu hastanelerinin verdiği hizmetin kalitesini karşılaştırmak hedeflenmiyor. Çünkü bunu yapan çalışmalar özel hastanelerin varlıklı ve görece daha sağlıklı kesime hizmet vermesi, kâr getirici alanlara yönelmesi gibi nedenlerle sorunlu bulunuyor. Bu çalışma, yüksek gelir grubundaki ülkelerde, sağlıkta özelleştirmelerin zaman içinde hizmet kalitesinde ortaya çıkardığı değişiklikleri ortaya koymayı hedefliyor.

ÖZELLEŞTİRMENİN MANTIĞI ve SONUÇLARI

Sağlık dahil, özelleştirme savunucularının hep söyledikleri nelerdi? Pazar rekabeti, özel sektörün daha esnek ve hasta merkezli çalışması, dışarıdan hizmet alarak daha ucuza daha kaliteli hizmet vermenin mümkün olacağı, özel sektörün gelişmelere açık olduğu, gereksiz bürokrasinin ortadan kalkacağı gibi argümanlar.

Oysa sonuçlar bunları doğrulamıyor. Hizmeti satın alan kamu için kaliteyi ölçmek, gözlemek ve öncelenmesini sağlamak çok zor oluyor. Şirketler hizmet kalitesini açıklamaktan geri durulabiliyor, onlar için maliyet azaltıcı tedbirlere odaklanmak daha kolay geliyor. Özel şirketler sıklıkla personel azaltmaya, ücretleri düşürmeye, daha fazla kâr getirecek hasta gruplarını seçmeye, alacakları şişirmeye ve hastaları daha erken taburcu etmeye yöneliyor.

Araştırmalardan birkaç örnek ele alalım. ABD’de kamudan özel sektöre geçen hastanelerde daha yüksek kazanç sağlayan sigortalara sahip hastaların tercih edildiği, az kâr getiren sigortalara sahip hastaların ya da sigortasızların sağlık hizmetinden dışlandığı tespit ediliyor. Yine ABD’den bir çalışma, hapishanelerdeki sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ile ilgili. Özelleştirme sonrası taşeron sağlık çalışanlarının sayısının ve mahpuslardaki ölümlerin arttığı ortaya konuyor. İngiltere’den bir çalışma temizlik hizmetinin dış alımla sağlandığı hastanelerde hastane enfeksiyonlarının arttığını gösteriyor.

  • Özelleştirmenin hastaların sağlık durumunda daha iyi sonuçlara yol açtığını gösteren
    bir çalışma yok.

Çalışmaların özelleştirme öncesi ve sonrası sağlık verilerini içermemesi literatürdeki eksiklik olarak vurgulanıyor.

Sıklıkla özelleştirmeler kâr amacı güden ya da gütmeyen organizasyonlar olarak sınıflandırılıyor. Kâr amacı güdenlerde hizmet kalitesindeki düşüş daha belirgin olsa da, her iki grupta da dikkat çekiyor. Bu durum, kâr amacı gütmeyen özel organizasyonların da güdenlere benzer biçimde hareket etmelerine bağlanıyor.

PERSONEL REJİMİNE ETKİSİ

Bu konu çok daha iyi çalışılmış ve bulgular net. Hasta başına düşen sağlık personeli sayısı özelleştirmeyle azalıyor. Genellikle hekimlerin sayısında azalma olmazken, en kalifiye hemşirelerin ve diğer tüm sağlık çalışanlarının sayısının azaltıldığı belirleniyor. Özelleştirmeyle çalışanların ücretlerinin düştüğü, ücret eşitsizliğinin, iş güvencesizliğinin ve iş yükünün arttığı gösteriliyor.

Sağlık hizmetlerine erişimde farklı bulgular dikkat çekiyor. Daha fazla kâr getiren alanlara yönelme ya da bazı hizmetlerin durdurulması erişimde bir zorluk yaratırken daha kısa bekleme süreleri ve düzgün randevu sistemiyle, mesai dışı telefonla ulaşma gibi kolaylıklarla özelleştirmenin yararlı sonuçlarını vurgulayanlar da var.

Özelleştirme hastaların sağlığını olumsuz etkiliyor. Bulgular sağlıkta özelleştirmenin desteklenmesini sorgulatıyor ve daha fazla özelleştirmeyi destekleyen bilimsel kanıt da yok. “Bu kadar özelleştirme neden yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor?” diyeceksiniz. İşte orada devlet denen aygıtın kimin elinde olduğu, halkın örgütlülüğü ve kendi haklarına, varlıklarına sahip çıkabilme gücü, nihayet sınıf mücadelesi kavramları belirleyici oluyor. Bilim kamucu sağlık sisteminin avantajlarını ortaya koyuyor, uygulanması ise yüzü halka dönük iktidarın kurulmasına bağlı.
==============================================
Yazarın Son Yazıları

Mustafa Aydınlı şiiri : NE DEYİM?

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı
18 Temmuz 2024

NE DEYİM?

Şu düzenin gidişine
Ben ne deyim, ne söyleyim?
Ömrümü yok edişine
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Cahiller fetva veriyor
Topallar Ay’a yürüyor
Kör usta duvar örüyor
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Üç öğün yavan yiyene
Buna da şükür diyene
Şal dokuyup çul giyene
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Ekmeği düşte görene
Ete bayramda erene
Celladına oy verene
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Aydınlı hayal düş değil
Böyle yaşamak iş değil
Çünkü gidiş gidiş değil
Ben ne deyim, ne söyleyim?

Öğretmenlik meslek (2022) mesleği (2024) yasaları!

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 18.07.2024, BİRGÜN

Aynı konuda iki yıl arayla iki yasa. İlki, 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanun (ÖMK-1); gündemdeki, Öğretmenlik Mesleği Kanun Teklifi (ÖMK-2).

Milli Eğitim Komisyonu Başkanı M. Özer, ilkinde MEB’di. Ama TBMM’deki görüşmelere hiç katılmadı. Görevdeki Bakan Y. Tekin de, ikinci teklif görüşmelerine katılmıyor. Oysa her iki öneri Bakanlıktan geldi.

İlkinde, CHP, HDP ve İYİ P.’nin yapıcı eleştiri ve önerilerinin hepsini AKP-MHP koalisyonu geri çevirdi. İkinci teklif görüşmeleri son dakikada ertelendi.

Süreç, ‘Yasamanın cılkı nasıl çıkartılır?’ sorusunun da yanıtı.

Ö. MESLEK K.-1

Milli Eğitim Komisyonu (10.01.22): “Sayın Başkan, Komisyon 90 kez toplandı… 52’sine fiilen katıldım, 48’ine ya muhalefet şerhi (karşı oy yazısı) yazdım ya da katkıda bulundum. İlk kez bir Başkan, ‘Hayır, Komisyon dışından gelen bir kişi, anayasallık üzerine de olsa konuşamaz.’ dedi. Bu da siz oldunuz.”

Bu tepkim ve CHP Grubu’nun itirazı üzerine Komisyon Bşk. E. İşler söz verdi. Uyarı ve önerilerim karşısında AKP-MHP’li vekiller, konu dışı laf atma yarışı ile yetindi.

“… AKP-MHP ittifakı, öğretmen atamalarında liyakat (yaraşırlık) ilkesini sistematik şekilde çiğnemek, ülkemizin yetenekli gençlerinin önünü kesmek ve haklarını gasp etmek için bu kanun teklifini getirdi… Bu yasak savmaya yönelik, özensiz biçimde hazırlanmış ve kötü Türkçeli teklif; ataması yapılmayan öğretmenler sorununu çözmediği, sözleşmeli öğretmenlere kadro vermediği, engelli öğretmenleri kapsamadığı gibi; oluşumu bile belli olmayan Adaylık Değerlendirme Komisyonu öngörerek,
siyasal kadrolaşmayla, bugünkü yetenekli öğretmen adaylarının kamu hizmetine giriş hakkını ve gelecek kuşakların nitelikli eğitim alma hakkını ortadan kaldıracaktır”
(Basın açıklaması, 17.01.22).

Anayasa’ya aykırılık üzerine usul tartışması da açtığımız Genel Kurul’da son konuşmamı şöyle noktaladım: “Demokratik meşruluk eksikliği var, gerekçe yokluğu söz konusu; ama bu yasa sayesinde, burada bir anayasal demokrasi bloku oluşmuştur, tek olumlu tarafı da budur.”

“7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen gibi öğretmenler arasında ayrımlar yaparak hiyerarşik (katmanlı) yapı oluşturuyor. Yasa ile doğrudan düzenlenmesi gereken birçok konu yönetmeliğe bırakılıyor.

Yalnızca üç nokta; Öğretmen sendikaları bütünü yasaya karşı çıktı. On maddelik yasa, o denli özensiz yazılmış ki, “yasa dili” sınavı yapılsa, “0” çeker.

Milli Eğitim Bakanı, yasa sürecine hiç katılmıyor; yardımcısını gönderiyor. Haliyle Meclis’e uğrama gereği bile duymayan Bakan’a geniş bir yönetmelikle düzenleme alanı bırakılıyor.” (‘Sipariş yasa’ dayatmalarına hayır!!! ,17.03.2022, BirGün).

CHP TBMM Grubu, 12 kalemde iptal istemi içeren 191 sayfalık dilekçe ile AYM’ye başvurdu. İzleyen aylarda eğitim sendikaları, ortak bir metinle AYM’ye  Amicus Curiae (Mahkemenin dostu) başvurusu yaptı. AYM, sendika temsilcilerini dinledikten sonra 13/7/2023’te, yasayı kısmen iptal etti.

Ö. MESLEĞİ K.-2

‘Meslek’ yerine ‘mesleği’ değişikliği ile 39 maddelik teklif, 7354 sayılı ÖMK’yi kaldırarak Milli Eğitim Akademisi kurmayı da öngörüyor.

Teklif sahibi Bakan Y. Tekin, TBMM’de yok. Eğer teklif yasalaşırsa Yasayı, tarikat ve cemaatleri sivil toplum örgütü olarak gören Bakan uygulayacak.

KATILIMCI MEŞRULUK

Kadına soyadı dayatması (kadın), bilimdışı eğitim (çocuk), ötenazi (hayvan) “şeytan üçgeni“,
15 Temmuz 2024 haftası TBMM’nin gündemi.

ÖMK teklifi görüşmelerinin ertelendiği haberine karşın yazıyı değiştirmedim; çünkü tıpkı sansür ve güvenlik soruşturması düzenlemelerinde olduğu gibi AKP-MHP, tepkileri kavurucu sıcakta serinleterek (!) Ekim başı gündemi yapacak.

Bu nedenle şimdi CHP’ye önemli bir görev düşüyor: Tıpkı adil yargılanma yasa önerilerinde yaptığı gibi (2019), katılımcı yöntemle çok güçlü bir meşruluk temelinde, öğretmenlik meslek yasa önerisi hazırlığına öncülük etmek.

Çünkü sürecin yaşamsallığı, ‘Türkiye Yüzyılı mı, yoksa Cumhuriyet’in 2. Yüzyılı mı?’ sorunsalında düğümleniyor.
_________________________________________________
Yazarın Son Yazıları

ZAVALLI BİLİM !

Dr. Levent Seçkin | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMYusuf Samim Lütfü

Başlık sizi aldatmasın. İnsanın doğanın gizlerini anlama (ya da doğa yasalarını ortaya çıkarma) çabası olarak tanımlayabileceğimiz bilimsel edim (faaliyet) değil asla zavallı olan. Tıpkı din (inanç) gibi bilimi de kendi çıkarları için eğip büken, biçimden biçime sokan insanların yaptıkları bilimi zavallılaştıran. Anlatayım izninizle.

17. yüzyılda (Dahiler Çağı da denir) insanlık büyük bir bilimsel devrim yaşadı ve

– deney ve gözleme dayalı
yeni bir episteme (bilgi kuramı) ile
– olgucu (pozitivist),
– deneyci (empirist),
– gerekirci (determinist ),
– mutlakçı (certainty),
– maddeci (materyalist)

yeni bir bilim ortaya çıktı.

Deneysel doğrulama yönteminin bilimin temeli olmasını sağlayan Francis Bacon, Kraliçe I. Elizabeth tarafından “Sir” unvanı ile onurlandırıldı.

Aydınlanmacı Kant tarafından, bir bilim olmadığı kanıtlanana dek Metafizik (doğa üstü),
bilimin temeli olarak kabul ediliyordu.

Deneye ve gözleme dayalı bilimsellikle birlikte Metafizik yerini fiziğe (doğa bilimi) bıraktı.

Atom bombasından kanser ilaçlarına, internetten robotlara ne yaptıysa insanlık,
bu deney ve gözleme dayalı bilimsellikle yaptı.

Ancak zamanlar 20. yüzyıl başlarını gösterdiğinde garip şeyler oldu. Bilimselliğin mutlaklığı
(ve bu bağlamda öngörüleblirliği) sorgulanır oldu. Önce Einstein ile mutlaklığın (certainty) yerini görelilik (relativity), sonra N. Bohr ile olasılık (probability) ve son olarak da Heisenberg ile belirsizlik (uncertainty) aldı. Bu insanlığa büyük katkılarda bulunan deney ve gözleme dayalı 17. yüzyıl kökenli bilimselliğe büyük bir darbe oldu.

Bitirici darbe bilimselliğin temelinin deneysel doğrulama değil, yanlışlama (falsification) olması gerektiğini söyleyen Karl Popper‘dan geldi. Popper bu kez Kraliçe II. Elizabeth tarafından “Sir” sanı (unvanı) ile onurlandırıldı. Deneysel doğrulamayı baş tacı edenin de, fırlatıp atanın da “Sir” sanı ile onurlandırılması size garip gelse de, unutmamanız gereken şey “üzerinde güneş batmayan” Krallığın yüce çıkarlarıdır.

Bu arada Yeni Kantçı Baden Okulu’ndan Max Weber, Kant’ın “bilebildiklerimiz yalnızca olgulardır (olaylardır)” sözünden hareketle, insana ve topluma ilişkin alanlarda (beşeri ve sosyal alanlarda) doğada (fizikte) olduğu gibi öngörülebilir ve mutlak yasalar olamayacağını öne sürdü. Bu yalnızca o zamana dek otorite konumundaki 17. yüzyıl bilimselliğini değil, kendine bilimsellik yükleyen (atfeden) başta Marksizm olmak üzere bir küme (grup) ideolojiyi de derinden sarstı.

Açıkçası 17. yüzyıl bilimselliği ne denli hırpalanırsa, bilimsellikten nemalanan ne varsa o denli değer yitiriyordu.

Popper’ın “Sir” sanı ile taçlandırılmasının ve ardılları ile birlikte (Khun, Lacatos, Feyerabend vd.) bilim tarihinin kahramanları olarak üniversite müfredatında (yetişeğinde) yer almalarının nedeni zamanın ruhudur; rüzgarlar artık Liberalizmin yelkenlerini şişirmektedir.

Bana sorarsanız Popper’ın doğruları pek azdır:

Bir şey ne denli eleştiriye açıksa o denli bilimseldir.” önermesi doğrudur.

Bilimin temeli deneysel doğrulama değil, yanlışlamadır.” önerisi de doğrudur.

Popper bunu, Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm’in (Marksizm’in) “sahte bilim” olduğunu kanıtlamak için kullanmıştır.

Bilim yanılabilir çünkü insan aklının ürünüdür.” önermesine gelince.. Doğru gibi gözüken bu önerme çok kötü niyetli bir önermedir çünkü kanser ilacını bulan da aklımızdan başkası değildir, atom bombasını yapan da. Yoksa doğal ki bilim de yanılabilir, bilimsel yöntemle bu kanıtlanırsa bilimsel ilerleme sağlanmış olur. (AS: Bilimsel bilginin güvencesi yöntembilimdir; zamanla doğrulayıp pekiştirebilir, yasalaştırabilir de, yanlışlayıp geçersizleştirebilir de..)

Popper’ın bu saçmalamasına en iyi yanıtı, Wittgenstein’ın tahtını O’na sağlayan patronu Bertrand Russell vermiştir. “Kural olarak, bilimsel olanın bilimsel olmayana göre doğru olma şansı her zaman daha çoktur. Bu nedenle akılcı olan, hipotetik olarak bilimi kabul etmektir.

Popper’ın “Bilgi kaynaklarının (akıl dahil) otoritelerine güvenilemez, tüm otoritelerin yıkılması gerekir.” saçması ise, aklın ve bilimin otoritesine son vermek için fırsat kollayan post-modernler için gollük orta olmuştur.

Benim gözümde Karl Popper asla bir Francis Bacon olmadığı gibi, bilimin ve bilimselliğin ideolojik amaçlarla, kötüye kullanılmasının bir aracıdır.

Neoliberalizmin yaşam biçimi olan ve bilimin otoritesini baskıcı ve dayatmacı (faşizan) bulan post-modernitenin; Görelilik, Kuantum, Belirsizlik kuramları ile başlayıp Kaos kuramı ile çeşitlendirilen bilimselliği “post-normal bilim” (Javertz ve Fancowicz) olarak adlandırılmaktadır! İnsanlığa katkısı konusunda henüz bir veri bulunmamasından hareketle, beni dinlerseniz, siz bilim ve bilimsellik konusunda Albert Einstein’dan şaşmayın derim.

  • Gerçeklikle kıyaslandığında tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalsa da
    , gene de sahip olduğumuz en değerli şeydir bilim
    .”

Başka bir dahinin anlatımı ile “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 17 Temmuz 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İTİBAR

RTE, ABD’ye beş uçakla gitti. Havaalanında bizim Meclis başkanına kendini karşılattı. İtibarı patlattı.

Almanya’da maça giderken Türkiye’deki gibi konvoy yaparak Almanları çatlattı.

Gariban İsveç’in başbakanı ile Finlandiya’nın cumhurbaşkanı ise NATO toplantısına birlikte tek uçakla gittiler.

İtibarsız şeyler ne olacak!..

LİDER

RTE, “Kendi halkından bir milyon kişiyi öldüren katille görüşmem.” demişti.
Şimdi “İnşallah bu dargınlığı aşmak istiyoruz.” diyor.

Kardeşim Esad, Katil Esed, Sayın Esed.

Dünya lideri 13 yıl sonra doğruyu mu gördü, ABD yeni yol haritası mı verdi?..

UMUTLUYUZ

İstanbul’da halkın %18’i ekonominin düzeleceğini umuyormuş

Onlara duacıyız…

BİAT

Dinci Eğitim Bakanı Yusuf Tekin,
“Bizde lidere sadakat ve biat esastır. Cumhurbaşkanı’mızın sonuna kadar arkasındayız.”

Bakan mısın, liderin ağzına bakan adam mısın?

Biat eden bakan mı olur, adam gibi adam mısın?..

AF

RTE,15 Temmuz’a tiyatro diyenleri kıyamete kadar affetmeyeceğiz.

Biz de FETÖ’nün siyasal ayağını ortaya çıkarmayıp darbenin aydınlatılmasını önleyenleri…

15 TEMMUZ

Suay Karaman 

Bu gün 15 Temmuz (2024); devlet memurlarının zamlı maaşlarını aldığı gün olarak bilinir ancak 2016’dan sonra bunun yanına bir de olmayan demokrasiye sahte darbe söylemi eklendi. Güzel ülkemiz yıllardır yalana, talana, yolsuzluğa alıştırıldı; ekonomik sıkıntılar içinde yaşamaya, hukukun ayaklar altına alınmasına, laiklik karşı tutumlara, eğitimin dincileştirilmesine, tarımın, hayvancılığın bitirilmesine kısaca sömürge olmaya alıştırıldı. 

15 Temmuz darbe girişiminin bir numarası kimdi, bu girişim kimi ya da kimleri hedef almıştı, geçen sekiz yıla karşın bunlar hiç öğrenilemedi? 15 Temmuz günü saat 16’da haber alınan darbe girişimi nasıl ve neden önlenemedi? Birçok vatandaşımızın yaşamını yitirmesine ve yaralanmasına yol açan bu önlenemeyen darbe girişiminin, kimlere ve neye yaradığı da yeterince dillendirilmedi, sorgulanmadı. Dünden, bugüne “Ne istediler de vermedik?” söyleminden, “Rabbim de, milletim de bizi affetsin” noktasına gelindi. Cehaletin ve ihanetin adı, demokratlık olarak sunulmaya başlandı. 

Bu konularda çok söz söylendi ama en vurucularından biri de TBMM eski başkanı ve Adalet eski Bakanı Cemil Çiçek’in sözleridir: “Bu yapı, 70’li yıllardan beri var olan bir yapı. Bunların bu noktaya gelmesinde hepimizin günahı, vebali var. Belki benim vebalim %90, başkasının % 5, %1; ama % 1 bile zehirlemek için yeterlidir unutmayın. Türkiye siyasi, dini ve ticari açıdan kandırılmışların ülkesi. Bakıyorsunuz, bu alanlarda insanlar çok kolay kandırılıyor. Bunu en kolay yaptıkları alan da din. O yüzden sık sık kayıt dışı dine vurgu yapıyorum. Her şey şeffaf olursa, denetime tabi olursa, bunlar yaşanmaz. Şimdi devletin içinden temizleniyorlar. Ama yerine kimlerin getirileceği çok önemli. Bu kişiler, liyakat esas alınarak çok iyi kontrol edilerek alınmalı. Yoksa FETÖ gider, ÇETÖ gelir.” 

Bugün “kandırılan” yöneticilerin bulunduğu ülkemizde, 15 Temmuz 2016’dan beri ne değişmiştir? Hukuksuzluk, demokrasi dışı tutumlar, laikliğe karşı darbeler artarak sürmektedir.

  • Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırarak, gücünü ve etkinliğini azaltarak
    demokrasi savunulmaz.

Askeri darbe olmasın” mantığıyla askeri liseleri, harp okullarını, harp akademilerini, askeri hastaneleri kapatarak, siyasal iktidarın yaptığı sivil darbe gölgelenmek istenmektedir. Türk ordusunun etkili gücü kırılmıştır.

  • Bu bağlamda 15 Temmuz’da askeri darbe değil, askere darbe yapılmıştır.

Yıllardan beri emperyalist güçlerin ordumuza karşı söylemleri, 15 Temmuz ile gerçekleştirilmiştir. Askere yapılan darbeye ne askerlerden, ne de muhalefetten ses çıkması unutulmamıştır. 15 Temmuz olayının siyasal boyutunun araştırılması AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedilmektedir. (AS: Meclis Araştırma Komisyonu raporu yok edilmiştir!)

Detroit Free Press fotoğrafçısı David Turnley, Körfez Savaşı’nda çektiği fotoğrafla 1991’de ‘Yılın Dünya Basın Fotoğrafı Ödülünü’ kazanmıştı. Ödül kazanan fotoğrafta bir Amerikan askeri, ölmüş arkadaşının cesediyle ve öbür yaralı askerlerle birlikte bir kamyonun arkasında sahra hastanesine gidiyor. Bu askerin yüzü ile 2017’de 15 Temmuz için hazırlanan afişte ellerini kaldırmış askerin yüzünün aynı olması düşündürücü olduğu ölçüde tuhaftır da. Başka asker fotoğrafı bulamayanlar, alıştıkları üzere yine çalma yoluna gitmişler, olay ortaya çıkmış ve günlerce kamuoyunu meşgul etmiştir. Bu olay bile savunmaya çalıştıkları olayı küçültmektedir. 

Üzerinden sekiz yıl geçmesine karşın hemen hemen her gün çeşitli kentlerde yapılan operasyonlarda FETÖ ile ilgili kişilerin yakalanması da ilginçtir. Yakalanan kişilerin sonları hakkında topluma bilgi de verilmemektedir. Sekiz yıldır sürekli olarak FETÖ ile ilgili kişilerin bulunması bir algı operasyonu olarak değerlendirilmelidir. Üstelik telefonlarında “by lock” çıkanlar, devlette üst kademelerde yönetici olurken, Bank Asya’ya evinin aylık kirasını yatıranların hapse atılması anlaşılır gibi değildir. Hukuk, bir gün mutlaka, hukuksuzluk yapanlara da, hukuku ayaklar altına alanlara da gerekecektir.

  • 15 Temmuz olayının siyasal boyutlarının ortaya çıkarılacağı günler de gelecektir. 

Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmin dümen suyuna sokularak, büyük bir hızla parçalanmaya doğru sürüklenmek istenirken;

Büyük Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile Bursu Nutku’ndan güç alan bu ülkenin aydınlık güçleri ve gençleri, tüm yapılanlara karşı sessiz kalmayacaktır. 

Azim ve Karar, 15 Temmuz 2024

İŞDE İSG e-kitabı : Dr. Mahmut YAMAN

Dostlar,

Emekçiler ve sevdalıları!
Dr. Mahmut Yaman dostum, geçtiğimiz günlerde telefonla arayarak bir muştu (müjde) verdi ve haklı sevincini, gururunu benimle paylaştı.
Bir kitap daha yazmıştı! Bu kez 500 sayfayı aşkındı, hani “tuğla gibi!” derler ya, işte öyle..
Daha başlangıçta şu not dikkati çekiyordu :

  • BU KİTAP, GEREKSİNİM DUYAN HERKESE İSG YAZILIMI PRUDENS’in
    CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI ARMAĞANIDIR

Hiç telif hakkı gündeme getirmeden!
Geçelim %100’e yakın önlenebilirliği, aralıklı denetim (periyodik kontrol) muayenelerinde
erken tanı da konamıyor, konmuyordu meslek hastalıklarına. Örtük bir meslek hastalıkları salgını yaşanıyordu dünyamızın sömürülen coğrafyalarında ve ülkemizde.
Tüketiliyordu emekçiler. 1/100’ü bile tanı al(a)mıyordu yakalandıkları meslek hastalıklarının.
Üstelik bu bağlamda işyerlerinde alınacak koruyucu – geliştirici önlemlerin akçalı bedeli
hiç de yüksek değildi, tersine yüksek düzeyde maliyet – etkin (cost – effective) idi
hem işletme ölçeğinde hem de ülkesel düzeyde (mikro ve makro ölçekte).

Benzer acı vurguları iş kazaları için de yapabiliriz. Olağan koruyucu – önleyici – geliştirici girişimlerle yine yüksek düzeyde maliyet – etkin olarak, %98 oranında sakınılması olanaklı
iş cinayetleri! Adlandırma (terminoloji) hiç abartılı görülmesin, ölçülü (makul) giderlerle
neredeyse %98’i önlenebilecek iş kazalarına neden “işçi cinayeti” denmesin ki!
Son iki onyılda (2003-2023) Türkiye’de 30 bini aşkın emekçi işçi cinayetlerine kurban verildi.
İSİG Meclisi’ne göre, son 20 yılda iş kazalarında (!) ölen işçi sayısı 31,131. Bu veriler, iş güvenliği önlemlerinin yetersiz olduğu ve emekçilerin güvensiz ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kaldıkları çalışma yaşamında karşılaştığımız acı (trajik) yitikleri yansıtıyor.
İş kazaları / iş cinayetleri en çok inşaat, tarım ve taşımacılık sektörlerinde olaylanmakta (meydana gelmekte). Bu yakıcı sorunu iyileştirmek amacıyla bilimsel ve yönetsel temelde
daha sıkı iş güvenliği – sağlığı / İSG önlemlerinin alınması ivedi ve zorunlu.

Bu kapkara tablo, artık sürdürülesi değil!
***

  • İş cinayetleri azalmıyor!
  • Meslek hastalıkları tanısı gerçekçi düzeye erişmekten çok uzak, saklı, gizli kalıyor.
  • Çocuk işçiliği ve kayıt dışı sığınmacı çalıştırma sömürüsü başta,
    İSG sorunları hızla büyüyor.

Bu dizeleri yazan biz de yeraltı maden işletmesi hekimliği dahil, kağıt ve çimento sektöründe yıllarca işyeri hekimliği yaptık. Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olarak uzun yıllar lisans ve lisansüstü eğitim verdik. TTB’de (Türk Tabipleri Birliği) ve özel sektörde yıllarca İSG emekçilerinin sertifika eğitimlerinde eğitimci olarak görev aldık. Bilimsel yayınlar yaptık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, sendikalara destekler verdik.
Dr. Yaman ve alanın bilim emekçileri ile işbirliği içinde olduk.
***
Dr. Mahmut Yaman bir yandan çok nitelikli – çook özverili – tümüyle özgeci işyeri hekimliği emeğini sundu, bir yandan İSG politikası geliştirme süreçlerine ülkemiz düzeyinde katkı verdi. Bir yandan da İSG alanı için çok hünerli, işlevsel yazılımlar üretti, bilgisayar mühendisi olmamasına karşın!

  • 45 yıldır meslek yaşamı, hatta özel yaşamı, emekçinin sağlığı – güvenliği odaklı oldu.

Elinizdeki, daha doğrusu cep telefonu – bilgisayar ekranınıza PDF olarak bedelsiz indirebileceğiniz bu son göz nuru – alın teri ürün / e-kitap, artık “ustalıkolgunluk ürünü”.

Dr. Yaman, bana iki görev yükledi bu görkemli e-kitabı için :

1. Önsöz yazma (ve tüm kitabı gözden geçirme) onurunu verdi
2. Web sitemde yayınlamamı istedi.

İki göreve de yanıtımız doğallıkla “Baş üstüne!” idi.
***
e-kitabın kapağı aşağıda..522 sayfa
web sitemizde “e-kitaplar” ve “Hekim Saltık” kategorilerinden erişilebilir.
İndirmek için lütfen tıklayınız (5,2 MB)

İŞDE İSG e-Kitabı, Dr. Mahmut YAMAN, Temmuz 2024

Ülkemize, emekçilere yararlı olsun dileriz.
Saygın yazarı, emekçi dostu, 45 yıllık namuslu iş hekimliği alın terini akıtan dostum
Dr. Mahmut YAMAN‘ı tüm yüreğimle kutluyor, emeğini saygı ile selamlıyorum.

Lütfen okuyunuz, paylaşınız, lütfen uygulayınız..
Siz de birkaç tuğla koyunuz emekçilerin de sağlıklı – güvenli – üretken – onurlu – mutlu bir yaşam sürebilmeleri için..
Onların çocuklarının da “şeker yiyebilmesi” için (N. Hikmet ustadan ödünç).

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

CHP’de Tüzük Kurultayı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
15 Temmuz 2024, Cumhuriyet

BBC’nin Türkçe Servisi’ndeki bir habere göre, adı verilmeyen CHP’nin üst düzey yöneticileri, Eylül ayında gerçekleşecek CHP Tüzük Kurultayı’nda, “geniş kapsamlı bir tüzük değişikliğinin” mi, yoksa “bir tadilatın” mı gerçekleşeceğinin belli olmadığını; tüzük değişikliğiyle ilgili “tartışmaların” partiyi “geriye götüreceğini” savunan delegelerin ve örgüt üyelerinin olduğunu; önseçim uygulamasına delegenin oy vermeyebileceğini; “tüzükte ne yazdığının değil, kimin neyi uyguladığının anlamı olduğunu” açıkladılar!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, geçtiğimiz yıl gerçekleşen 38. Olağan Kurultay’da, parti içi demokrasi doğrultusunda tüzük değişikliği sözünü verdiği halde, CHP’deki kimi yöneticiler ve sahte değişimciler, parti içi demokrasiyi engellemek için harekete geçtiler!

Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu döneminde kök salan kötü alışkanlıkları terk etmek yerine, koltuklarını, makamlarını, çıkarlarını korumak amacıyla statükoyu sürdürmek isteyen, Kurultayda seçilmek için verdikleri sözleri, seçildikten sonra unutan yöneticiler, varlıklarını sürdürmektedir!
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi ve ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde parti içi demokrasinin sağlanması, hem CHP’nin hem de Türkiye’nin geleceği açısından yaşamsal önemde bir konudur.

CHP’nin Parti Programında ve Parti Tüzüğünde ortaya konan temel ilkeleri olan

– cumhuriyetçilik,
– halkçılık,
– devletçilik,
– laiklik,
– milliyetçilik,
– devrimcilik,
– sosyal demokrasi,
– demokratik solculuk

ilkelerinin partide egemen kılınması; tepeden inme değil, tabandan tavana bir örgütlenme modelinin kurulması; oligarşik güç odaklarının değil seçmenin, tabanın, örgütün, halkın CHP’de egemen olması için parti içi demokrasinin etkili kılınması, mutlak bir zorunluluktur.

CHP’nin 2024 belediye seçimlerinde elde ettiği seçim başarısının sürdürülebilir olması, CHP tabanının ve seçmeninin CHP yönetimine verdiği kredinin sürekliliğinin sağlanması, CHP’de bölünmelerin ve parçalanmaların önlenmesi, CHP tabanının ve örgütünün CHP’ye sahip çıkması için de, parti içi demokrasinin mutlaka tesis edilmesi (sağlanması) gerekmektedir.

Tüzük Kurultayında göstermelik ve yüzeysel değişikliklerle yetinilmesi, 38. Olağan Kurultay sürecinde verilen sözlerin tutulmaması, CHP’nin bir sonraki seçimleri yitirmesine yol açacaktır.

“Tüzükte ne yazdığının değil, neyin uygulandığının anlamı” olduğunu savunan yöneticiler,
parti tüzüğünün, partinin anayasası ve yasası olduğu gerçeğini yok sayarak, hukuk devletine meydan okumakta, AKP tarzı bir bakış açısı ortaya koymaktadırlar; Tüzükle ilgili tartışmaların ve görüşmelerin “partiyi geriye götüreceğini” iddia edenler, CHP’yi AKP gibi hiçbir şeyin tartışılmadığı ve görüşülmediği bir siyasal partiye dönüştürmeye çalışmaktadırlar.
***
Bu nedenle, CHP İlke ve Demokrasi Hareketi’nin, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e sunduğu ve www.chpilkedemokrasi.org adresli web sitesinde yayımladığı tüzük değişikliği önerileri
son derece anlamlı ve değerlidir.

Bu önerilerde, TBMM ve belediye seçimlerinde %5 oranında bir genel merkez kontenjanı dışında, adayların tümünün yargı denetiminde önseçimle belirlenmesi; sağlıklı bir üye yapılanması için parti içi eğitimin etkinleştirilmesi; mahalle kongrelerinin ilçe ve il kongreleri formatında ve demokratik bir biçimde yapılmasının zorunlu kılınması ve bu kongrelerdeki usulsüzlüklerin önlenmesi; kongrelerde ve kurultayda, blok listeyle seçime gidilmesinin zorlaştırılması, her üyenin aday olabildiği çarşaf listeyle seçime gidilmesinin kolaylaştırılması; kongrelerde ve kurultayda birden çok adaya imza verilmesinin sağlanması; partinin yetkili organlarının çalıştırılması; genel başkanın ve MYK üyelerinin kimi yetkilerinin sınırlandırılması, Parti Meclisi’nin yetkilerinin artırılması; iki genel seçimi üst üste yitiren genel başkanın bir daha genel başkan adayı olmaması; partinin programındaki ve tüzüğündeki temel ilkelere tüm üyelerin uymasının sağlanması konusunda önlemlerin alınması gibi ögeler bulunmaktadır.

CHP’yi asıl geriye götürecek şey, bu önerilere karşı çıkmak olacaktır!
_______________________________________________
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Demografik işgal1 Temmuz 2024

Sağlık Bakanlığı’nın stratejik planı

Bu hafta Sağlık Bakanı değişti. Dr. Fahrettin Koca’nın yerine Dr. Kemal Memişoğlu atandı. Yeni Bakan’ın Türkiye’nin sağlığına iyi gelmesini hepimiz diliyoruz. Bunun olabilmesi için uygulamadaki pek çok yanlıştan dönülmesi gerekiyor. Olur mu?

Fahrettin Koca ayrılmadan önce Sağlık Bakanlığı 2024-2028 Stratejik Planı yayımlanmıştı.
Bu plana bakmakta, yeni Bakan’ın devraldığı “taahhütleri” (yükümleri) ve olası sonuçları gözden geçirmekte yarar var.

KATILIMCILIK

Fahrettin Koca sunum yazısında “Önümüzdeki beş yılın sağlık hizmetlerini şekillendirecek olan bu plan, sağlıkta gelişim, kalite ve sürdürülebilirlik odaklı bir stratejik yaklaşımla paydaşlarımızın görüş ve önerileri alınarak katılımcı bir anlayışla hazırlanmıştır.” yazmış. Stratejik plan hazırlık sürecinde de “dış paydaşların görüş, öneri ve beklentileri yazılı olarak da alınarak stratejik plana yansıtılmıştır” ifadesi yer alıyor.

Dış paydaşlar kimler? Neredeyse tüm bakanlıklardan, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Dünya Bankası’na pek çok kurumdan görüş alınmış ama sağlık çalışanlarının örgütlerine bir şey sorulmamış. Türk Tabipleri Birliği aracılığıyla hekimlere, Türk Dişhekimleri Birliği aracılığıyla
diş hekimlerine, Türk Eczacıları Birliği aracılığıyla eczacılara, Türk Hemşireler Derneği aracılığı ile hemşirelere, sağlık çalışanlarının sendikalarına, derneklerine “önümüzdeki dönem sağlığa dair (ilişkin) ne düşünüyorsunuz, önerileriniz, beklentileriniz nelerdir?” denmemiş.

“Katılımcı anlayış” dedikleri budur.

AMAÇLAR ve HEDEFLER

Sağlık Bakanlığı yazdığı amaçlar ve hedeflerle nasıl sağlıklı olunacağı konusuna hâkim (egemen) olduğunu gösteriyor. Birinci amaç “sağlıklı yaşamı teşvik ederek sağlıklı yaşam bilincinin ve alışkanlıklarının kazanılmasını sağlamak”. Bunu başarmak için birinci hedef “sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam alışkanlıklarını kazandırmak ve geliştirmek”. Bu gıda politikasıyla,
bu pahalılıkla insanlar nasıl sağlıklı beslenecek, parası olsa bile güvenilir gıdaya nasıl ulaşacak? Bu sorulara cevap (yanıt) vermeden “sağlıklı beslenme” sözünün havada kaldığı kesin. Öyle ya önce hastalanmamak esastır da, bunun için barınmadan güvenceli işe, temiz havaya, suya, barışa, çok şeye ihtiyacımız (gereksinimimiz) var. Tüm bunlar için de “paydaşlara” bir şeyler söylenseydi ne güzel olurdu.

İkinci amaç “Birinci Basamak sağlık hizmetlerini güçlendirerek sağlık sistemi içindeki etkinliğini artırmak, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerini bütüncül bakış açısıyla sunmak”. Amaç güzel, ama mevcut (varolan) sistem insanların hastalanması ve bunun üzerinden para kazanılması üzerine kurulu. Plan, aile hekimi başına düşen nüfusun 2023 yılında 3040’tan 2028’de 2500’e düşmesini hedefliyor. İşin aslı, Sağlık Bakanlığı son 10 yılda mezun olan hekimlerin dörtte birini Birinci Basamakta görevlendirse, aile hekimi başına düşen nüfus
bugün bile 2 binin altına indirilebilirdi. Başka türlüsünün tercih edildiği belli.

Üçüncü amaç ise “sağlık hizmetlerinin erişilebilir, etkili, etkin ve kaliteli sunumunu sağlamak”. Sağlık hizmeti alırken her aşamada neler yaşadığını en iyi yurttaşlarımız biliyor. Plan, Ulusal Hasta Güvenliği Ağı’na katılım sağlayan sağlık kurum ve kuruluşu oranını %10 olarak veriyor ve 2028’de %100 yapmayı hedefliyor. Önemli, Burdur’da diyaliz hastalarının başına gelenleri biliyoruz. MHRS üzerinden yapılan randevulu hasta muayenesi oranının %48’den 60’a çıkarılması, acil serviste sekiz saat ve üzeri bekleyen hastaların oranının %4,2’den 3’e düşürülmesi hedefleniyor. Planda acil servislere başvurunun çok olduğu tespit ediliyor, durum ortada ama nasıl düzeltileceği belirsiz.

Çok önemli bir ihtiyaç, Sağlık Bakanlığı’na bağlı palyatif bakım yatak sayısının 6491’den 8400’e çıkarılması hedefleniyor. Diş üniti başına düşen nüfus 8209’dan 4456’ya düşürülmek isteniyor. Çok tartışmalı bir konu da geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları (GETAT). Bir itiraf ve bir hedef, GETAT uygulamalarıyla ilgili yayımlanan klinik rehber (uygulama kılavuzu) sayısı hâlen sıfır, 2028’e kadar 14 olması hedefleniyor.

Yüz bin kişiye düşen hekim sayısının 228’den 315’e, hemşire ve ebe sayısının 356’dan 500’e,
diş hekimi sayısının 50’den 92’ye çıkarılması hedefleniyor. Bu konu üzerinde özellikle çalışılması gerekiyor, ancak çok kısa yer alıyor. Sevindirici bir haber, planda kamu özel iş birliği ile yapılacak yeni şehir hastanesi yok, genel bütçeyle yapılacak yatak sayısının 7 binden 26 bine çıkarılması hedefleniyor. Toplam sağlık harcamasının GSYH’ye oranının % 4’ten 6,2’ye çıkarılması, cepten yapılan sağlık harcamalarının toplam sağlık harcaması içindeki oranının % 18,5’ten 15,5’e düşürülmesi hedefleniyor. Çok iyi olur.

Bu hedeflere ulaşılabilecek mi, yeni Bakan ve ekibi sahiplenecek mi? Meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasal partilerin stratejik planın oluşturulmasına katılmaları sağlanmadı, ancak süreci yakından izlemeleri ve halkın sağlığı ile çalışanların hakları için gerekli müdahaleleri yapmaları gerekiyor.
____________________________________________
Yazarın Son Yazıları