Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız : HEYBELİADA Konferansımız ; Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler

Dostlar,

Dünkü Cumhuriyet‘te (1 Ağustos 2024) iki haftada bir yazdığımız köşe yazımız yayınlandı (PDF : 24. HEYBELİADA Konferansımız; Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/heybeliada-konferansimiz-lozan-baris-antlasmasina-tehditler-2233335).

Gazetenin webinden ve kendisinden okunması için sitemizde yayınlamayı biraz beklettik. Twitter ve Facebook hesabımıza Gazetenin yazımıza ilişkin erişkesini (linkini) verdik. Onbinlerce tıklandı. Epey geribildirim de aldık. Duyarlı izleyicilerimize teşekkür ederiz.

Konu önemliydi… Bir kez Heybeliada’daki İNÖNÜ Evinde verdiğimiz bir konferans hakkındaydı. İkinci olarak Lozan Barış Andlaşması‘nın (LBA) 101. yılıydı, yani bu Andlaşma 100. yılında sonlanmadı!

Üçüncü olarak, ülkemizin uluslararası hukukta tapusu ve tarihsel olarak TABU’su olan bu Andlaşma’ya dönük sinsi diplomatik saldırı ve tehditler sürmekteydi, bunlar paylaşılmalıydı.

Son olarak, İNÖNÜ Ailesi bu geleneksel anma toplantılarında salt LBA değil, güncel bir konunun da işlenmesini arzu ediyordu. İsmet Paşa‘nın kızı Sn. Özden Toker‘e ve torunu Sn. Gülsün Bilgehan‘a, bizi böylesine önemli bir konferansa konuşmacı olarak çağırdıkları için teşekkür ederiz.

Kurucu Parti ve Lozan kahramanı İsmet İnönü‘nün çok uzun yıllar genel başkanlığını yaptığı CHP‘nin güncel genel başkanı Sn. Özgür ÖZEL ve kurmayları da (Sn. Namık Tan, Sn. İlhan Uzgel ve birçok belediye başkan…) oradaydı. Sn. Özel  de konuşma yaptı ve ardından bizim konuşmamızı tümüyle izledi.

İNÖNÜ evinde iğne atsanız yere düşmeyecek ölçüde bir kalabalık ve ilgi vardı.

Biz, 36 dakika ile kısa tutarak sınırladığımız konuşmamızın ilk bölümünü LBA’na dönük diplomatik – politik tehditleri açıklamaya ve gerekli uyarıları yapmaya, yersiz suçlamaları yanıtlamaya ayırdık. Bu bölümde Hukukçu ve Siyaset Bilimci şapkalarımızı kullandık. LBA görüşmelerinde ilk bölümde İsmet Paşa‘nın hukuk danışmanlarından aile büyüğümüz Prof. Dr. Veli Saltık‘a da önemli katkıları için gönderme yaparak..

İkinci bölümde ise, hekim şapkamızla, kritik boyutlara ulaşan küresel sağlık sorunlarını ve çözüm önerilerimizi sunduk. Tam konuşma metnimizi, video kaydını ve birkaç fotoğrafı sitemizde paylaştık, youtube hesabımıza video kaydını yükledik; https://youtu.be/-P5gfq_5_-o,  (http://ahmetsaltik.net/2024/07/31/lozan-baris-andlasmasi-101-yil-konferansimiz/). ADD genel merkez webine de kondu : https://www.add.org.tr/wp-content/uploads/2024/08/101.-Yil-Konf.-metni-Ahmet-Saltik.pdf ve https://www.add.org.tr/2024/07/26/ahmet-saltik-lozan-konferansi/

Şimdi, Cumhuriyet‘te yer alan kısa köşe yazımızı sunacağız. Gazetede köşe yazıları kısa tutuluyor, kağıt bedeli çok yüksek ve Cumhuriyet 12 sayfa ile sınırlı, gene de fiyatı en yüksek günlük gazete: 2 günce 13 TL’den 15 TL’ye çıkarılma zorunluğu oldu.
****

HEYBELİADA Konferansımız :
Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler

24 Temmuz 2024, Lozan Barış Andlaşması – LBA’nın 101. yıldönümüydü. İNÖNÜ Vakfınca Heybeliada geleneksel yıllık anma toplantısında çağrılı konuşmacıydık. İlk bölümde LBA’na dönük güncel ve açık-somut belgesel tehditleri irdeledik. İkinci bölümde ise kritik boyutlara varan küresel sağlık sorunlarını. Vakıf Bşk. İsmet Paşa’nın kızı Sn. Özden Toker’e, torunu Sn. Gülsün Bilgehan’a teşekkür ederiz. Toplantıya CHP Gn. Bşk. Sn. Özgür Özel, Sn. Namık Tan, Sn. Prof. İlhan Uzgel… de katıldı. İNÖNÜ Evi bahçesinde iğne atılsa yere düşmüyordu.
LBA 101. yaşını tamamladı. Demek ki 100 yıllık değildi, hala yürürlükte! İki yıl önce B. Süha Keskin adlı yurttaş CİMER’e başvurdu ve 2 soru sordu (20.03.2022, 2201301208 sayı). Resmi yanıt aynen şöyle :
Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olupmaden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. .. Andlaşma metnine Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar/Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi rica ederim.”
LBA’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu. Ama Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işletmekte. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verildi. ATATÜRK döneminde maden aramalarına akçalı kaynak için ETİBANK kuruldu. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla açıldı (14.6.1935, 2805 ve 2804 s. yasalar). Görüldüğü gibi madenlerimizin işletilmesinin LBA ile 100 yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsız. Son olarak Karadeniz’de doğal gaz (20.7.2020), Gabar’da petrol bulunduğu AKP/RTE tarafından açıklandı (01.01.2023). 1955’te işletmeye alınan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi olan Batman rafinerisi, o bölgemizde üretilen ham petrol içindi. Bunlar hep, LBA’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de! Acı olan, bunca temelsiz savlara inanan pek çok insanın varlığı ve böylesi kof kara propaganda yöntemine başvurulması, iktidarın etkili ses çıkarmaması..
***
   Ancak.. LBA ile ilgili ciddi tehditler söz konusu..
İlk olarak, AB Lozan’ı tanımıyor!
   Ülkemizin AB’ye katılım görüşmeleri 3 Ekim 2005’te başladı. Aynı tarihte, görüşmelerin ilke ve yöntemlerini belirleyen “Müzakere Çerçeve Belgesi – MÇB” kabul edildi. 4. paragrafta azınlıklar vurgusu yapılıyor. Belgede, “AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir…” deniyor. AB, LBA’nda tanımlanan üç azınlıktan (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) öte bir arayışta. Bu, İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin dileği Türkiye’nin ulus devlet yapısını zedeleyecek yeni azınlıklar üretmek! Anlaşılıyor ki, AB bu çabalarını yoğunlaştıracaktır, öyle de olmuştur.

   AB, Müzakere Çerçeve Belgesi – MÇB ile
Türkiye’yle Adeta Hesaplaşmakta!

  • MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili andlaşmalarla uluslararası andlaşmaların sona erdirileceğini Buna göre Türkiye’nin hangi ikili – uluslararası andlaşmalarının geçersiz kılınacağı belirsiz!? Örn. KKTC‘nin varlığı, 1959-60 Londra-Zürih Andlaşmaları, bu paragrafa dayanılarak geçersiz sayılabilir! Ucunun Lozan‘a veya Montrö‘ye uzanmayacağını kimse güvenceleyemez (garanti edemez) ! Bu bilinçli belirsizlik çok tehlikelidir, neden izin verilmiştir?
    BOP kapsamında Irak’ın kuzeyinde eylemli olarak (de facto) yaratılan karakol devlet, gelecekte Türkiye’ye sınır istemleri dayatabilir. Fırat’ın batısında kuzey Suriye’deki istasyon devlet taslağı da!
  • Uyuşmazlıkta, AB MÇB 6. paragrafa göre“anlaşmazlık” Uluslararası Adalet Divanı – UAD’na taşınacak ve ABD-AB baskısı belirleyici olacaktır. Türkiye UAD statüsüne taraftır ve kararları bağlayıcıdır.
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, MÇB’nin bu paragrafına göre Türkiye, meşru “askeri güç kullanma” hakkını kullanamayacaktır. BM Andlaşması m.51 hakkı boşluktadır!
  • TSK, “güç kullanMAma” diye 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
    Bu nasıl bir diplomatik aymazlıktır!?
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, geniş kapsamlı yaptırım uygulayabilir.
    Halen askıdayız…(!)

   Asırlık LBA, ülkemizin uluslararası hukukta tapusu ve ulusal TABUMUZDUR!
Son derece özenle, çok büyük titizlik ve ustalıkla korunmalı, kollanmalı, yaşatılmalı ve
hiçbir tuzağa kesinlikle düşülmemelidir.

Not : Konuşmamızın videosu için tıklayınız..
https://www.youtube.com/watch?v=-P5gfq_5_-o 
Tüm konuşma metni-fotolar:
Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Konferansımız | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/heybeliada-konferansimiz-lozan-baris-antlasmasina-tehditler-2233335  01.08.2024

PDF : 24. HEYBELİADA Konferansımız; Lozan Barış Andlaşması’na Tehditler

BU VAHŞETİ KİM DURDURACAK? DİKTATÖRLÜK NEDİR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

ABD Emperyalizmi ile İsrail Siyonizm’i el ele vererek, Müslüman Ortadoğu toplumları ve özellikle Filistin halkına karşı, zalimce ve eşgüdümlü davranarak sürekli insanlık suçu işliyorlar. Filistin’de can yitiği 40 bine yaklaştı.

Üstelik bu suçlar ve kıyımlar, bilerek ve istenerek (taammüden) planlanarak işleniyor!

İsrail halkı ve devletinin yaşama ve güvenlik hakkı var da; Filistin halkı ve devletinin yaşama ve güvenlik hakkı niçin yok??

Niçin çifte standart var?

Ne yazık ki, uluorta işlenen bu suçları suçüstü yapabilecek küresel bir adalet ve yargı kurumu yok gibi…

Daha ne denli Filistinli kadın, çocuk ve günahsız insanların öldürülmeleri, geri kalanların da yarı aç, yarı tok, zulüm altında tutsak gibi yaşaması gerekiyor?

Adalet, ahlak, vicdan ve insaf bitti mi?

Bu orman yasası ya da en güçlünün zulüm yasası ne zaman son bulacak?

Filistin halkının soykırımına ve imhasına dönüşen bu orantısız ve asimetrik güç kullanımı nasıl durdurulacak, kim durduracak?
***

DİKTATÖRLÜK NEDİR?

Eğer bir ülkede koyu bir diktatörlük varsa, dogmatizm ve hamaset kutsallaşır.

Eğitim sistemi dogmatikleşir.

Hukuk devletinin, yaraşırlık (liyakat) ve adaletin esamisi bile okunmaz.

Diktatörlerin bedensel-biyolojik varlıkları tanrısallaştırılır; buyrukları da tanrısal buyruklar
(ilahi emirler) gibi sunulur.

Zalimlikler kutsal kılıflara büründürülür; mazlumlar ise şeytanlaşlaştırılır ve hainleştirilir.

Gerçeklerle yalanlar yer değiştirir.

Temel insan hakları, din ve vicdan özgürlükleri rafa kalkar.

İnsanlar tektipleştirilir.

Başta akılcı ve bilimsel fikirler olmak üzere her türlü özgür düşünce suç olur.

Hapishanelerle üniversiteler yer değiştirir.

Üniversiteler özgür düşünce hapishanelerine; hapishaneler de özgür düşünce üniversitelerine dönüşür.

Fakat her ikisinin de toplumla iletişimi ve bağı kopar.

Olan halka olur.

Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Eğer bir ülkede sosyal devlet yoksa, kış güneşi yoksulun yorganı olur.

Sahte dostların vefası SEFADA, gerçek dostların vefası ise CEFADA seninledir.

“Yurtta sulh, cihanda sulh”

01.08.2024 BİRGÜN

  • ‘Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda,… “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları” vardır. (Anayasa Başlangıç),

Bu kolektif hak, Türkiye Cumhuriyeti tarihini yapan ve yazanların geleceğe dönük iradelerinin özgün coğrafya bağlamında hukuka yansımasının tipik bir örneğidir.

Türkiye Cumhuriyeti, yurttaşlarının “Yurtta barış, dünyada barış” toplu hakkına dayanır:

  • Türkiye Cumhuriyeti, … Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”  (md.2).
  • Cumhuriyetin nitelikleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez (md.4).

Anayasal kurumlar, normlar ve ilkeler, kolektif barış hakkı sağlamaya yönelik:

  • “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

hükmü, her iki alana ilişkin düzenlemeler için çerçeve niteliğinde.

Yurtta; hak ve özgürlüklerin güvencesi olarak Yasama-Yürütme ve Yargının birbirinden ayrılması ve yargı bağımsızlığı.

Dışa yönelik olarak; “Savaş hali ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme” yetkisinin belli kayıt ve koşullar altında TBMM’ye verilmiş olması.

DEMOKRASİ ÖRNEĞİ

Nüfusunun çoğunluğu müslüman olan Türkiye, laiklik sayesinde demokratik yönetimi başaran tek ülke olarak örnek gösterilirdi 21. yüzyıl başına dek.

Son yirmi yılda sandık sıklaştıkça demokrasi zayıfladı. Çünkü AKP, sandığı şu üç amaçla kullandı:

– iktidarı bırakmamak (1 Kasım 2015),
– gelecek kuşakların iradesine ipotek koymak (16 Nisan 2017) ve
– kişisel iktidarı pekiştirmek (genellikle).

Seçim tarihlerine odaklanan demokratik cumhuriyetçiler, seçimlere ve halk oylamasına giden yolda ‘siyasal İslam’ inşası hedefinde döşenen engeller üzerinde yeterince durmadı. 1 Kasım, 16 Nisan, 14 Mayıs tipik örneklerinin gösterdiği gibi

  • toplumda gözyaşı, kan, yoksulluk, yaşam belirleyici değil; önemli olan iktidar.

YA TARAFSIZLIK?

Komşu devletlere karşı ve uluslararası toplum önünde tarafsız diplomasi ve politika, “Yurtta sulh, cihanda sulh” hakkının yöneticilere yükümlülük olarak yansıması sonucu Cumhuriyet’in son çeyrek yüzyılına dek sürdü ve bundan Türkiye, yurttaşları ve Cumhuriyeti hep kazançlı çıktı.

Ne var ki, Anayasa güvencesi altındaki çifte toplu barış hakkı, son yıllarda giderek zedelendi; ülke, içeride ve bölgede barıştan çok savaş ortamına sürüklendi.

SİYASAL İSLAM

Son on beş yılda, “siyasal islam” adımları hem sıklaştı hem de sistematik duruma geldi. Eğitimde 4+4+4 düzenlemesinden Maarif Müfredatı’na giden yolda yapılan düzenleme ve uygulamalar, adı konmamış bir laik ve demokratik Cumhuriyeti yıkım sürecidir.

İslami Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Kuruluşu kararı (RG:14.12.19) ve
– kur korumalı mevduat hattında (NAS!),
Ayasofya Müzesi’nin kapatılmasından
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışa,
Evrim Kuramının ders programından çıkarılmasından ÇEDES’e dek Anayasa dışı girişimler,

bilimsel eğitim ve dünyevi hukuku sonlandırmanın kilometre taşları!

SALDIRGAN SÖYLEM

Anayasa ve Devlet tüzelkişiliği yokmuş gibi uluslararası topluma yönelik açıklamalar, yüzyıllık barış mirasını, yüzyıllık savaş tehlikesine dönüştürecek gibi. İşte yalnızca birkaç başlık ve görüntüsü:

Emevi camisinde namaz kılmak; din ve toprak yayılmacılığı.
Mısır’ın içişlerine karışmak; Müslüman Kardeşleri sahiplenmenin ağır bedeli.
Lozan’ı tartışmaya açmak; Kuruluş belgesini Türkiye hasımlarına sorgulatmak
– Bir gece ansızın Yunanistan’a gitmek; 18 ada hukukunu dillendiremez iken, yayılmacı ve saldırgan bir görüntü vermek.
– Ya gerçek dışı, “Karabağ’a nasıl girdiysek, Libya’ya gittiysek, İsrail’e de öyle gireriz” sözlerinin maliyeti?

Özetle; çifte barış hakkına yönelik sistemli ve sürekli girişimler, ciddiye alınmalı ve bir bütün olarak okunmalı; çünkü, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) olarak, 2017 kurgusunu sonlandırma mücadelesi, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için aynı zamanda “Yurtta sulh, dünyada sulh” toplu barış hakkının kullanılmasıdır.
=============================
Yazarın Son Yazıları

TÜRKİYE’de ve SEÇİLMİŞ ÜLKELERDE, AB’de KORUYUCU SAĞLIK KURUMLARI – ENSTİTÜLERİ

Dostlar,

REFİK SAYDAM HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ ve OKULU DÜNÜ, BUGÜNÜ ve GELECEĞİ

Başlıklı bu kitabın Editörü ve başlıca yazarı Sayın Bekir Metin.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Dünü Bugünü ve Geleceği (Bekir Metin) Fiyatı, Yorumları, Satın Al - Kitapyurdu.comBu kitap, Cumhuriyet’imizin 100. Yılı nedeniyle yayınlandı (Mayıs 2024, ISBN : 978-625-00-2073-9). 582 sayfa..

Sayın Metin’in isteği üzerine kitapta 20 sayfalık bir bölümü de biz yazdık :

  • TÜRKİYE’de ve SEÇİLMİŞ ÜLKELERDE,
    AB’de KORUYUCU SAĞLIK KURUMLARI – ENSTİTÜLERİ

    (syf. 513-532)

Şöyle başlıyoruz :

Giriş

Kurum, sosyal bilimlerde önemli bir kavramdır ve çeşitli alanlarda farklı anlamlar taşır.

Kurum Nedir?

Dar Anlamda Kurum: Dar anlamda, kurumlar belirli işlevleri yerine getiren ve genellikle
yasal düzenlemelere bağlı olan yapılardır. Okullar, hastaneler, mahkemeler, bankalar örnektir.

Geniş Anlamda Kurum: Geniş anlamda, kurumlar toplumsal yaşamın temel yapı taşlarıdır. Bu anlamda ekonomi, hukuk, aile, eğitim, din gibi alanlar geniş anlamda kurumlardır. Bu kurumlar toplumun işleyişini sağlar ve bir arada tutar.

Toplum yaşamı ve örgütlenmesinde “Kurumların” ve onlar eliyle “Kurumsallaşma” nın
büyük önemi vardır. Kurumlar, toplum gereksinimini karşılamak üzere toplumsal düzende (organizasyonda) kurulur ve tanımlı işlev ve yükümlülükler üstlenirler. Gerek sivil toplum gerek kamu yönetimleri “Kurumsallaştırma” yı gerçekleştirir ve yürütürler. Zaman içinde kökleşen Kurumlar kendi kültürlerini de yaratır ve toplumsal yaşama vazgeçilmez katkılar verirler. Onlarsız olunmaz aşamaya erişilir. Gelişmiş ülkelerin geliştirdikleri ussal – üretken kurumları hemen öne çıkar. Bir başka anlatımla; bilimsel, toplum gereksinimlerine yanıt veren, sorunlarına çözüm getiren, bilim-teknoloji-yenilik üreten kurumlar, toplumsal ilerlemenin de vazgeçilmez aracıdır.

Söz gelimi “Devlet Başkanlığı” bir kurumdur. Politik, hukuksal, toplumsal… boyutları vardır. “Yasama”, “Yürütme” ve “Yargı” demokratik toplumsal yaşamın temel organları ve kurumlarıdır.[1] Amaca uygun biçimde Kurumları sınıflandırmak olanaklıdır.

Kurumların Sınıflandırılması[2]

Temel Kurumlar: Toplumun temel işleyişini sağlayan kurumlardır. Örneğin

  • Aile Kurumu: Üreme, çocuk yetiştirme, sevgi ve ilgi gibi çekirdek işlevleri yerine getirir.
  • Eğitim Kurumu: Sosyalleşme sürecini yürüten, okullar ve eğitim sistemini içerir.
  • Ekonomi Kurumu: Maddi ürün ve hizmetlerin sağlandığı, gelirin dağıtıldığı en temel yapıdır.
  • Hukuk Kurumu: Ulusal-uluslararası yasal düzenlemeleri içeren-geliştiren üst yapı kurumudur.
  • Siyaset Kurumu: Toplumsal yönetimi, siyasal katılmayı, organların seçimini… sağlar.

Yardımcı Kurumlar: Temel kurumların altında yer alan, daha küçük ölçekli ve çeşitlilik gösteren kurumlardır. Dernekler, vakıflar, insan toplulukları, birlikler… yardımcı kurumlar içindedir.

Sağlık kurumları nasıl tanımlanabilir?

Sağlık kurumları, T.C. Sağlık Bakanlığınca ruhsatlandırılmış özel veya kamuya ait yataklı ve ayakta sağlık hizmeti veren hastane, poliklinik, laboratuvar, tanı merkezi, doktor muayenehaneleri, klinikler, aile hekimliği birimleri – merkezleri, sağlık evleri, eczane.. gibi kurumlardır.[3]

Sağlık Kurumlarının İşlevi ve Yükümü

Sağlık kurumlarının temel işlevi, insanların sağlık gereksinimlerini karşılamak, sağlıklarını korumak ve geliştirmek, sağlık eğitimi vermek, hastalıklara tanı koymak, sağaltmak (tedavi etmek) ve esenlendirme (rehabilitasyon) süreçlerini yönetmektir.  Doğum yapılan yerler de sağlık kurumudur. Bu kurumlar, toplumun sağlık hizmetlerine erişimini sağlayarak toplumun gönenç (refah) düzeyini artırmayı amaçlar.[4],[5] Sağlık kurumları, öbür kurumlarla etkileşim içinde çalışarak toplumun sağlık gereksinimini karşılar ve sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğini sağlar. Bu nedenle sağlık kurumları, toplumun hem sağlık alanındaki hem de genel anlamda temel taşlarından biridir.

Türkiye’de durum
….
Ve bağlıyoruz…

EMA – AVRUPA BİRLİĞİ (https://www.ema.europa.eu/en/homepage)

Avrupa İlaç Ajansı (EMA), Avrupa Birliği’nin (AB) tıbbi ürünlerin değerlendirilmesinden ve denetiminden sorumlu Kurumudur. İşlevleri ve yetkileri şunlardır:

Risk Değerlendirmesi: EMA, insan ve veteriner ilaçlarının bilimsel değerlendirmesini yapar.
Bu, ilaçların güvenliği, etkinliği ve niteliğini (kalitesini) değerlendirmeyi içerir.

İlaç Güvenliği İzlemi: EMA, piyasaya sürülen ilaçların güvenliğini izler ve olası riskleri değerlendirir. Bu, halk sağlığını korumak için önemlidir. (Türkiye’de TİTCK : Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu)

İlaç Onayı ve İzni: EMA, AB’de kullanılan ilaçların onayını verir. Bu, yeni ilaçların ve aşıların piyasaya sürülmesini düzenler.

Bilimsel Danışmanlık: EMA, bilimsel uzmanlık sağlar ve ilaç geliştirme sürecine rehberlik eder.

AB Organlarına Bağlılık: EMA, Avrupa Komisyonu’na bağlıdır ve AB üye devletleri ile işbirliği yapar.

EMA, Amsterdam – Hollanda’da kuruludur ve AB’nin ilaç güvenliği ve kalitesini sağlama özgörevini (misyonunu) yerine getirir.
***
SONUÇ ve ÖZET

Halk sağlığını korumak devletlerin en temel görevidir.
Bir masanın 4 ayağı örneğinden kalkarak, Devletle – Yurttaş arasındaki Sözleşmenin, en azından 4 ana hizmeti devlete yüklediği bilinir. Bunlar Sağlık, Eğitim, Adalet ve Güvenliktir. BM Sözleşmesi, DSÖ Anayasası, AİHS, İHEB gibi birçok uluslararası andlaşma, sözleşmede de devlete ödev – yurttaşa hak olan bu olgu tanımlıdır.

Halkın sağlığını kamusal olarak korumak ve geliştirmek için her ülkede SAĞLIK BAKANLIĞI adına çok yakın adlar alan Bakanlıklar Kabine üyesidir. Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı vardır ve Bakan, 17 Bakandan biridir. Sağlık Bakanlıkları, ülke halkının sağlığından Anayasal düzlemde ve yasalarla sorumludur. Bu amaçla ülkelerde Sağlık Bakanlığı şemsiyesi altında birçok örgütlenmeye gidilmektedir. Ülke, bölge, yerel ölçekte sağlık hizmet birimleri kurulmaktadır.

Kurumlar ve Kurumlaşma toplumsal düzen ve yaşam için vazgeçilmezdir. Bu alandaki başarı ve verimlilik, aynı zamanda gelişmişlik göstergesidir. Yaratılan Kurumlar başarılı – verimli olduğu ölçüde ülke kalkınması ve gönenci büyümekte, hızlanmaktadır. Bu süreçte yaratılacak kurumların yapı ve işleyişi önem kazanmaktadır. Bilimsel verilere ve insan haklarına dayalı demokratik – katılımcı – saydam – hesap verebilen Kurumlar çok daha başarılı olmakta ve kamuoyunca sahiplenilmektedir. Bu bağlamda 2 evrensel ölçüt geliştirilmiştir. Ülke ölçeğinde ulusal koruyucu Sağlık kurumlarının yönetsel ve akçalı (mali) bakımdan özerk (otonom, muhtar) ve bilimsel açıdan özgür olmaları. Bürokratik hantallıktan uzak ve insangücü ekseninde yaraşırlık (liyakat) temelli olma ve değişen koşullara bilimsel verilere dayalı kendini güncelleme yetisi önemsenmektedir.

Türkiye’de Kurtuluş savaşı sırasında 3 Mayıs 1920’de TBMM Sağlık Bakanlığı kurmuştur. Aradan geçen yüz yılı aşkın sürede sağlık sektörü kamuda ve özelde çok gelişmiştir. Çok sayıda ve değişik ölçekte (ülkesel, bölgesel, yerel) sağlık birimleri – kurumları oluşturulmuş ve zaman içinde konumlarında (statülerinde) değişikliklere gidilmiştir. Bu değişikliklerin gereksinim ve olanaklar dengesinde yön-eylem araştırmaları temelli ve SWOT analizi destekli olması önem taşımaktadır. Geldiğimiz yerde Türk sağlık sektörü büyük ölçüde bürokratik hantallık yük altındadır. Köklü özerk – özgür kurumlar yaratmakta ve yaşatmakta zorlanıyoruz. Oysa buna çok gereksinimimiz var.

Dünyanın farklı ülkelerinde pek çok dinamiğe ikincil olarak ülke sağlık kurumları – birimleri yaratılmış ve geliştirilmiştir. Ülke gelenekleri, tarihi, olanakları (ekonomik, insangücü, coğrafya, sağlık sorunlarının deseni ve öncelikleri..) kurumlaşmada belirleyici ögelerdir. Elinizdeki Kitabın bu bölümünde Türkiye’de ve seçilmiş ülkelerde, AB’de bu sorunsal incelenmiş ve veriler paylaşılmıştır. Uluslararası ölçekte de uluslararası toplumun kaçınılmaz bir DAYANIŞMA – İŞBİRLİĞİ – EŞGÜDÜM gereksinimi vardır. BM, DSÖ vb. yetkili uluslararası kurumlar öncülük yapmalı ve daha sağlıklı, daha adil bir dünya kurulması ereğinde kurumsallaşma – kurumsallaştırma süreçleri etkin – verimli – ussal kullanılabilmelidir.
***
CONCLUSION & SUMMARY

Protecting public health is the most fundamental duty of states. Moving from the example of 4 legs of a table, it is known that the Contract between the State and the Citizens imposes at least 4 main public services on the State. These are Health, Education, Justice and Security. This reality, which is a duty to the State and a right to the citizen, is defined in many international agreements and conventions such as the UN Treaty, WHO Constitution, ECHR, UDHR.

In order to publicly protect and improve the public’s health, it is a member of the Cabinet of Ministries that take names very close to the MINISTRY of HEALTH (MoH) in every country. There is also a Ministry of Health in Turkiye and the Minister is one of the 17 Ministers. Ministries of Health are responsible for the health of the people of the country, constitutionally and by law. For this purpose, many institutions are organized in countries under the umbrella of the Ministry of Health. Health service units are established at country, regional and local scales.

Institutions and Institutionalization are indispensable for social order and life. Success and efficiency in this field is also an indicator of development. To the extent that the institutions created are successful and efficient, the development and prosperity of the country grows and accelerates. The structure and functioning of the institutions to be created in this process gain importance. Institutions that are democratic, participatory, transparent and accountable, based on scientific data and human rights, are much more successful and embraced by the public. In this context, two universal criteria have been developed. National preventive health institutions on a country scale should be administratively and financially autonomous and scientifically free. Being away from bureaucratic cumbersomeness and based on merit in terms of manpower and the ability to update itself based on scientific data in changing conditions are important.

During the War of Independence in Turkiye, the Turkish Grand National Assembly established the Ministry of Health on May 3, 1920. Over the past hundred years, the health sector has developed a lot both in public and private sectors. Health units and institutions have been established in large numbers and at different scales (national, regional, local) and their statutes have been changed over time. It is important that these changes are based on direction-action research evidence and supported by SWOT analysis in the balance of needs and possibilities. Where we come from, the Turkish health sector is largely burdened by bureaucratic clumsiness. We have difficulty in creating and sustaining well-established autonomous and free institutions. However, we need this very much.

Country health institutions and units have been created and developed in different countries of the World, secondary to many dynamics. Country traditions, history, opportunities (economic, manpower, geography, pattern of health problems and priorities, etc.) are the determining factors in institutionalization. In this chapter, this problem has been examined in Turkiye, selected countries and EU and the data have been shared. On an international scale, the global community has an inevitable need for SOLIDARITY – COOPERATION – COORDINATION. UN, WHO etc. authorized international institutions should take the lead and institutionalization processes should be used effectively, efficiently and rationally for the purpose of establishing a healthier, more just world.
========================================================
Tam metin için lütfen tıklayınız (622 KB):

TÜRKİYE’de ve SEÇİLMİŞ ÜLKELERDE SAĞLIK KURUMLARI

Sn. Bekir Metin’i kutlar, bize de bir bölüm yazarlığı önerdiği için teşekkür ederiz.

Türkiye TÜSEB adı altında (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı), ABD NIH (National Institutes of Health) bir yapılanmaya gitti.

Ancak, Cumhuriyetimizin armağanı Dr. Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Enstitüsü‘nün yeri doldurulamıyor.

Bu saygın ve çok başarılı, üretken, kritik ulusal koruyucu sağlık kurumu 2011’de 663 s. KHK ile (md.58/3) kapatıldı. TÜSEB bünyesinde Türkiye Aşı Enstitüsü var ama

  • Hiçbir yerli – ulusal aşıyı hala üretemiyoruz!

KOVİT-19 salgınında aşı sağlamada çok zorlandık.
Aşılar ve kimi anti-serumlar, biyolojik ürünler.. stratejik önemde ve “küresel işbölümü” ile kendimizi aldatmamalı, özyeterliğimizi sağlamalıyız.

Unutulmasın, Dr. Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Enstitüsü döneminde (27 Mayıs 1928 – 2011 – 2 Kasım 2011) aşılar ürettik, yenilerini geliştirdik, dışsatım (ihracat) ve hatta bağış bile yaptık :

  • 1938’de Çin’e 1 milyon doz kolera aşısı bağışladık!
  • ABD’ye 1940’ta, 2. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında tifüs aşısı bağışladık.
    Bu bağış, o dönemde tifüs salgınıyla savaşan ABD için önemli bir yardım oldu.

Bu Enstitü, Dr. Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Enstitüsü stratejik önemde.

Bir an önce yeniden açılmalı.

Yönetsel ve akçalı açıdan özerk, bilimsel bakımdan özgür olmalı.

Dünya örneklerini yazımızda inceledik.
***
Seçilmiş kaynakça

[1] https://www.sosyoloji.gen.tr/dar-ve-genis-anlamiyla-kurumun-tanimi/
[2] https://www.sosyoloji.gen.tr/kurumlarin-siniflandirilmasi/
[3] https://www.iienstitu.com/blog/saglik-kurumlari-kavrami-ve-onemi
[4]https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/56133/mod_resource/content/0/3_Sa%C4%9Fl%C4%B1k%20Kurumlar%C4%B1.pdf
[5] https://www.iienstitu.com/blog/saglik-kurumlari-kavrami-ve-onemi

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Temmuz 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SATIŞ

27 Şubat 2015.. RTE konuşuyor :

“Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin kaynaklarını heba etmekle olur.”

Vatanımız satışta…

PARK

Anıtkabir’i ziyarete gelenlerin araçlarını park ettiği çevredeki yol kenarlarına park yasağı getiriliyormuş.

Sayın yetkililer; Anıtkabir’i parksız değil yolsuz, hatta havasız bıraksanız Türk milleti ile Ata’sının arasına giremezsiniz.

Boşuna yorulmayınız…

TEHDİT

Prof. Celal Şengör, Dinci Eğitim Bakanı Y. Tekin’e,

  • “Sen ülkemizin geleceği için açık ve büyük tehditsin!” dedi.

Doğru tanı…

154

Bahçeli, Sinan Ateş cinayetinde MHP’nin ilgisini/sorumluluğunu dile getiren 154 aydın ile “hukuk içinde” hesaplaşacaklarını söyledi.

Hukuktan kastı, “Sinan Ateş’e uygulanan hukuk” (!) değildir herhalde!?

VERGİ

AKP’nin hazırladığı vergi paketine ilk imzayı atan Denizli milletvekili Nilgün Ok’un şirketinin, üç yıldır hiç vergi ödemediği belirlenmiş.

Yasalar AKP’liler ve yakınları için değil, vatandaşlar içindir!..

PARAZİT

DİB’lığında başkan yardımcısı bayan Huriye Martı, eşi ile birlikte devlet parasıyla Mekke’de bir ay lüks otelde kalmış.

DİB, milletin parasını emen parazit oldu…

KATİL

Netanyahu, ABD Temsilciler Meclisi’nde ayakta alkışlandı.

Katil bir kişi değil…

TORUN

RTE, 13 yaşındaki torunu “Dede gitme” dediği için Paris olimpiyatlarına gitmemeye karar vermiş. (AS: 15 Temmuz’u da eniştesinden öğrenmişti!!??)

Devlet adamı!.. (AS: Paris’in RTE ve Hindistan başbakanını çağırmadığı öğrenildi!)

MASAL

Eski büyükelçi, CHP’li Namık Tan, ”Mavi vatan” için masal dedi.

ABD masalları ile uyumuş adamın değerlendirmesi…

Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Konferansımız

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Lozan Barış Andlaşması 101. Yıl Kutlama Etkinliği Konferansı
Heybeliada İnönü Evi, 24 Temmuz 2024, İstanbul

Lozan Barış Andlaşması 101 Yaşında!
21 inci Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri

Değerli İNÖNÜ ailesi,
Kurucu Parti CHP’nin Sayın Genel Başkanı Özgür Özel,
Sevgili çocuklar,
Hanımefendiler, beyefendiler, Sayın Metropolit,
Ve Cumhuriyetin emanet edildiği her yaştan genç insanlar, yurttaşlar..

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. yılında anma toplantısında, Heybeliada’da İNÖNÜ evinde olmaktan çok mutluyum. Bu toplantıyı düzenleyen ve 101. yıl konferansını verme onurunu bana sunanlara şükran doluyum.
Sn. Özden Toker ve Gülsün Bilgehan varolsunlar.

 

Bana ayrılan 45 dakika sürenin 15 dakikasını genel olarak Lozan Barış Andlaşmasına,
kalan 30 dakikayı ise Küresel sağlık sorunlarına ayıracağım.
***

Lozan Barış Andlaşması – LBA 101 Yaşında!

LBA ülkemizin uluslararası hukukta tapusudur. Ek olarak TABU’sudur.. LBA “Tapu ve Tabu” muzdur! Başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Lozan görüşmelerinde ülkemizin baş temsilcisi, Dışişleri Bakanımız, LBA’nın gerçek kahramanı İsmet Paşa’yi, İsmet İNÖNÜ’yü sonsuz bir vefa ile anmak isterim. Onlara borcumuzu, LBA’nı mutlak biçimde ve sonsuza dek koruyarak ödeyebiliriz.

LBA görüşmelerinde ilk turda İsmet Paşa’nın kurulunda (delegasyonunda) yer alan Prof. Dr. Veli SALTIK aile büyüklerimizdendir. Daha sonra Ankara Hukuk Mektebinin (Fakültesinin) kurucuları ve öğretim üyeleri içinde yer almıştır. Kaynaklara göre;

Prof. Veli Saltık’ın Lozan Konferansı’ndaki Katkıları

  1. Hukuksal ve Diplomatik Bilgi Birikimi:
    Veli Saltık, İsmet Paşa’nın takımında (ekibinde) yer alan önemli hukukçulardan biriydi.
    Hukuksal bilgi birikimi ve diplomatik deneyimi ile Lozan Barış Konferansı süresince
    Türk kuruluna (heyetine) önemli katkılarda bulundu.
  2. Görüşmeler ve Stratejik Danışmanlık:
    Özellikle görüşmeler (müzakereler) sırasında, karşı tarafın önermelerine (argümanlarına) karşı hukuksal ve mantıklı yanıtlar hazırlanmasında önemli rol oynadı.
    İsmet Paşa’nın stratejik danışmanları arasında yer aldı.
  3. Metinlerin Hazırlanması ve denetimi :
    Antlaşma metinlerinin hazırlanması ve denetlenmesinde görev aldı. Lozan Antlaşması’nın maddelerinin Türk çıkarlarına uygun biçimde yazılması konusunda çalıştı.

***
1. Meclis Sevr’i reddedip kabul edenleri lanetlemeseydi, LBA bağıtlanamamış olsaydı,
uygulanacak olan, aşağıdaki Sevr Andlaşmasıydı (10 Ağustos 1920).

LBA hakkında kimi temel yanlış ve yanıltmalara, kara propagandaya yanıt vermek uygun olacak.

12 Ada Lozan’da mı yitirildi?

UŞİ ANDLAŞMASI

Trablusgarp Savaşı’nda İtalyanlara karşı başarılı direnişler başlamıştı. Aralarında Mustafa Kemal‘in de bulunduğu genç subaylar, yerli Arapları örgütleyerek başarılı bir savunma hattı kurmuşlardı. Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle bu yetenekli ve genç subaylar İstanbul’a çağrıldı. Bundan sonra, direnme cephesi çöktü ve İtalyanlar Trablusgarp ve Bingazi’yi rahatça ele geçirdiler. Ege denizine de bir filo yollayan İtalya 12 adayı işgal etti. Libya elimizden çıktı. Bunun üzerine Ouchy (Uşi) kentinde, 15-18 Ekim 1912’de İtalya ile Osmanlı Devleti arasında barış antlaşması imzalandı, Vahdettin döneminde Libya İtalya’ya bırakıldı. 12 ada ise, Balkan Savaşları sonunda Osmanlı devletine geri verilecekti. Ama, İtalyanlar sözlerinde durmadı ve böylece Ege’deki Türk egemenliği de sarsılmaya başladı.

Lozan Barış Andlaşması süreli mi, 100. yılında bitecek mi,
gizli maddeleri var mı?

Lozan Andlaşması süresizdir, 100. yılında bitmeyecektir, bitmemiştir ve
hiçbir gizli maddesi yoktur!

CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği şu yanıtı verdi:

  • “Sayın Bahtiyar Süha Keskin, T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CIMER)’ne 20.03.2022 tarihinde yapmış olduğunuz 2201301208 sayılı başvurunuz incelenmiştir. Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. Lozan Barış Anlaşması metnine Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar / Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi saygılarımla rica ederim.”

LBA’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu, Andlaşma yürürlüktedir. Ayrıca Türkiye, Cumhuriyetimizin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işletmektedir. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verilmiş madenler çıkarılmıştır. Büyük ATATÜRK döneminde maden aramalarına akçalı (mali) kaynak sağlanması için ETİBANK kurulmuştur. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla kurulmuştur (14 Haziran 1935, 2805 ve 2804 s. yasalar ile).

Görüldüğü gibi madenlerimizin çıkarılmasının LBA ile yüz yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsızdır. Son olarak Karadeniz’de doğalgaz (20 Temmuz 2020), Şırnak – Gabar’da petrol bulunduğu AKP / RTE tarafından açıklanmıştır (1 Ocak 2023; 100 yıl bitmeden!). 1955’te açılan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi Batman rafinerisi, bölgede üretilen ham petrol içindi.

Bunlar hep, Lozan Barış Andlaşması’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de. Üzücü olan, böylesine saçma-tutarsız ve uydurma yalanlara kananların olması. Ulusun gerçek tarih bilgisi ile donatılması yaşamsal önemde. Bu da Milli Eğitim’in ve ailelerin asal işi. Her Ulus, tarihini çok iyi bilmek zorunda. Atatürk bu amaçla Türk Tarih Kurumu’nu bir dernek olarak kurdu ve gelirini güvenceledi.

LBA ve AB Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB)

AB, LBA’nı tanımıyor!

Müzakere Çerçeve Belgesi‘nin 4. paragrafındaazınlıklar” vurgusu geçmektedir. Bu Belgede;

“AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir.” denilmekte. AB’nin LBA’nda tanımlanan azınlık kavramından farklı bir arayış içinde olduğu, yazdığı İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin bu isteği, Türkiye’nin ulus devlet kurgusunu zedelemeyi hedefleyen
yeni azınlıklar üretme çabasına yöneliktir. Bu paragrafla anlaşılmaktadır ki, AB bu konudaki çabalarını yoğunlaştıracaktır.
(LBA’da salt Ermeni, Rum, Musevi olmak üzere müslüman olmayan 3 azınlık kümesi tanındı).

AB, MÇB ile Türkiye’yle Hesaplaşıyor !

  • BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto (fiilen, eylemli olarak) yaratılan siyasal oluşum, gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir.
  • Bu durumda AB MÇB 6. paragrafa göreanlaşmazlık” BM UAD-Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak ve ABD-AB’nin yönlendirmesi belirleyici olacaktır. UAD kararı ülkemizi bağlar!
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, bu paragrafa göre Türkiye, meşru “güç kullanma” hakkını işletemeyecektir.
  • Ordumuz-TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, kapsamlı yaptırım da uygulayabilecektir.(Cumhuriyet-Strateji 24.10.2005, Doç.Dr. Y. Hacısalihoğlu)

MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili anlaşmalar ile uluslararası anlaşmaların sona erdirileceğini  belirtiyor.

Bu paragrafa göre Türkiye’nin hangi ikili veya uluslararası anlaşmalarının geçersiz kılınacağı
açıkça belirtilmiyor. Örn. KKTC’nin varlığı, 1959 ve 1960 Londra-Zürih garantörlük andlaşmaları,
bu paragrafa dayanarak Türkiye için geçersiz kılınabilir! Ucunun LBA‘na ve/veya Montrö‘ye dayanmayacağını kim güvenceleyebilir? AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn’in
MÇB ile ilgili söylediği “kasıtlı muğlaklık” oyununa herhalde bu maddede fazlaca uyulmuştur.

İzlediğiniz ve paylaşacağınız, gereğini yapacağınız için teşekkür ederim.

  • Lozan Barış Andlaşması T.C.’nin Tapusu ve Tabusudur; sonsuza dek yaşatacağız!

24 Temmuz 2024, Heybeliada – İSTANBUL
============================== /// ==============================

Konferansımızın 2. Bölümü Metni 

21 inci Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri

Küresel sağlık sorunları ve sağlığa erişim hakkı, 21. yüzyılda giderek önem kazanan konular arasında yer almakta. Konferansımızda aşağıdaki başlıklar altında konuyu irdeleyeceğiz:

  1. Küresel Sağlık Sorunları
  2. Bulaşıcı Hastalıklar

HIV/AIDS, Tüberküloz ve Sıtma: Bu hastalıklar, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde ciddi sağlık sorunları yaratmakta. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 2023’te dünyada yaklaşık 40 milyon insan HIV ile yaşamaktadır. 1,3 milyon kişi HIV enfeksiyonuna yakalanmış ve 630.000 kişi AIDS nedeniyle yaşamını yitirmiştir.

Tüberküloz : 2022’de dünya genelinde 10,6 milyon insan hastalığa yakalandı ve 1,6 milyon ölüme neden oldu.

Sıtma..
2022’de 249 milyon yeni olgu ve 680 bin ölüme neden oldu.

KOVİT-19 Pandemisi: KOVİT-19’un küresel etkileri, sağlık sistemlerini ne çok zorladığı ve
sağlık politikalarında köklü değişikliklere yol açtığı üzerinde durulmalıdır. Pandemi,
sağlık hizmetlerinde kurulu kapasite aşımına ve birçok ülkede sağlık hizmetlerine erişimde ciddi kesintilere neden oldu. Aynı zamanda, aşı geliştirme ve dağıtımı gibi konularda küresel işbirliği ve eşitsizlikler de öne çıktı. Bu ciddi sorun salgının uzamasına, çok sayıda önlenebilir ölümlere yol açtı (toplam 21 milyon..).

  1. Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar (BOH)

Kalp Hastalıkları, Diyabet ve Kanser… BOH’lar dünya genelinde en yaygın ölüm nedenleri.
Dünyada 20,5 milyon kişi kalp hastalıkları nedeniyle öldü (2021).

Diyabet.. dünya genelinde 540 milyon erişkin insan diyabetik (%10,5), hastaların yarısı
tanı alamıyor (saklı – gizli!). 2021’de maliyet 1 trilyon Dolar ve 6,7 milyon ölüm!

Kanser.. 2022’de 9,7 milyon kişinin ölümüne yol açtı, 20 milyon kişi kansere yakalandı..

Toplam küresel ölüm sayısı yaklaşık 57 milyon/yıl içinde bu 3 hastalığın payı çok ağırlıklı.

Ruh Sağlığı Sorunları: Depresyon, bunaltı (anksiyete) gibi ruh sağlığı sorunları da önemli
küresel sağlık sorunu olarak ele alınmalıdır. Dünyada 2023 sonunda 280 milyon kişi
depresyonla yaşıyor. Ruh sağlığı sorunları, genellikle yeterince tanınmayan ve kaynak ayrılmayan bir alan olup, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturuyor. ABD’de sıklığı %5,9.

  1. Sağlığa Erişim Hakkı

    a. Evrensel Sağlık Kapsamı
    (UHC – Universal Health Coverage)

Her bireyin gereksinim duyduğu sağlık hizmetlerine, ekonomik sıkıntıya (çöküntüye!) düşmeden erişebilmesini sağlamak temel hedeftir. Dünya Sağlık Örgütü, Evrensel Sağlık Kapsamı’nı (UHC)
tüm insanların gerek duydukları sağlık hizmetlerine, parasal zorluklar yaşamadan erişebilmesi olarak tanımlar. UHC’nin ana hedefleri arasında, tüm bireylerin nitelikli sağlık hizmetlerine erişimini sağlamak ve sağlık hizmetlerine erişim sırasında oluşabilecek akçalı yükü en aza indirmek yer alır.

Başarılı Örnekler: İsveç, Japonya gibi ülkelerde UHC’nin nasıl uygulandığı incelenebilir.

  • İsveç, tüm vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti sunan bir sağlık sistemi kurmuştur.

Japonya ise düşük maliyetli ve yüksek nitelikli sağlık hizmeti sunan bir sigorta sistemi geliştirmiştir.

  1. Sağlık Eşitsizlikleri

Soso-ekonomik belirteçler: Gelir, eğitim, cinsiyet ve coğrafi konum, konut, yeterli-dengeli beslenme, toplumsal ekin (kültür) gibi etmenlerdir. Bu belirteçler (determinantlar), kişilerin
sağlık durumunu belirleyen sosyal, ekonomik ve çevresel etmenlerdir. Sağlık hizmetine erişimi, hastalık riskini ve genel sağlık durumunu çok belirgin düzeyde etkilerler. Sağlık çok etmenlidir.

Sağlık sorunlarının nedenleri salt fiziksel – kimyasal – biyolojik etmenler değildir.
Sosyal-ekonomik-kültürel etmenler asıl altta yatan kök nedenlerdir (nedenlerin nedeni!).

  • Yoksulluk, başta gelen ana sağlıksızlık nedenidir.
  • Yoksullar daha sık ve kolay, ağır hasta olur ve ölürler.
  • Hastalığı atlatırlarsa daha da yoksullaşmışlardır, engelli kalma ve ölüm riski de yüksektir.
  • Yoksullukla sağlıksızlık arasındaki ilişkiler “nedensel(causal, deterministik) türdendir.

Mülteciler ve Göçmenler: Sağlık hizmetlerine erişimde karşılaşılan zorluklar…
Mülteciler ve düzenli – düzensiz göçmenler dil engeli, yasal statü sorunları ve ekonomik güçsüzlük nedeniyle sağlık hizmetine erişimde ciddi güçlüklerle karşılaşmaktadır. Bu eşitsiz kesimlerin sağlık gereksinimine dönük özel politikalar geliştirilmesi önemlidir. BM’ye göre bu kitle tarihsel rekor düzeydedir.

Kırılgan toplum kümeleri olarak yoksullar, işsizler, yaşlılar, sığınmacı ve düzensiz göçmenler,
gebe-emziren kadınlar, çocuklar ve gençler, etnik azınlıklar, ağır işçiler, çatışma bölgelerinde yaşayan halk.. gerektiğinde çok yönlü farklılaştırıcı pozitif ayrımcılık politikalarıyla kollanmalıdır.

Eşitsizliklerin giderilmesi, en aza indirilmesi dayanışmacı kamusal sosyal politikalarla olanaklıdır.

Neo-liberal küreselleşTİRme dayatmasıyla sağlıkta özelleştirme, kamusal sağlık hizmetini ve yatırımlarını azaltma çok olumsuz ve çok ağır sonuçlara neden olmuştur.

Dünyada, o arada Türkiye’de 2003’ten beri uygulanan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmalarına
IMF-DB vd.nin son vermesi gereklidir. Beklenen makro verimlilik artmamış, sağlık hizmeti niteliği iyileşmemiş, sağlığa erişimde zorluklar, yaygınlık ve derinlik kazanmış bu politika tıkanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü : TEK TIP – TEK SAĞLIK!

DSÖ, 2008’de bu yaklaşımı benimsedi : İnsan sağlığı + hayvan sağlığı + çevre sağlığı..

Bu 3 ana öge tümelci bir yaklaşımla, birbirine destek olarak birlikte ele alınmalıdır.

Hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar (zoonozlar) denetim altına alınmalıdır. Kuduz vd.

Çevre  kirliliği alarm vermektedir. Örn. Dünya nüfusunun %90’ı temiz hava soluyamamaktadır.

Küresel ısınma İKLİM FACİASI’na (climate diaster!) dönüşmüştür. Yeşil yaşam” zorunludur.

  • Homo sapiens, Evrim srecinde “Homo environmentum”a evrilmelidir, hem de hızla!

Sürdürülebilir kalkınma” dönemi bitmiştir; insanlık yeryüzünde sağkalım (beka) tehdidiyle
yüz yüzedir. Dolayısıyla “Sürdürülebilir yaşam” dönemine zorunlu geçiş ve uyum zorunludur.

Nüfus artışı durdurulmalı, dünya nüfusu azaltılmalıdır!

2030’a dek 800 milyon “İnsan Eşdeğeri robot” (MER – Man Equivalent Robot) üretimde yer alacaktır. Yapay zeka ile donatılmış bu teknoloji harikaları, karanlık (aydınlatma gerekmeyen) fabrikalarda üretim yapmaktadır. İşsizlik zaten ciddi sorun iken, 800 milyon ek tekno-işsizi
ne yapacağız? İş bulmak üzere uzaya, başka gezegenlere mi yollayacağız?!

Türkiye’de ve dünyada nüfusun yaşlanmasından ürkü (panik) yersizdir. İnsan ömrü uzamıştır
ve MER’ler üretimdedir. Türkiye nüfusu 2050’lere dek azalmayacak, 96 milyona erişecektir. Sonrasında dünya ile birlikte duraksama ve azalma beklenmektedir. 8,2 milyar nüfusa dünyanın doğal kaynakları yetmemektedir. Dünya sonludur ve insanlar sonsuza dek zaten çoğalamazlar!

Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip ama toprakları toplamın % yarımı. Küresel enerji kaynaklarının %0,2’sine su kaynaklarının ise %0,6’sına sahibiz; su ve enerji yoksuluyuz! Nüfus yoğunluğumuz dünyanın 2 katı, 1 km2’ye 110 kişi düşüyor!

Anayasa m.41’de devletin aile planlaması hizmeti verme yükümü var. AKP engelliyor!
Oysa temel hak, özenle uygulanmalı ve

  • HER KADINA 1 ÇOCUK politikası, küresel ölçekte ivedilikle benimsenmelidir.

Türkiye’de 85 milyon vatandaşa ek resmi yabancılar ve düzensiz göçmenlerle 100 milyon nüfus barınmaktadır. Yurt toprakları bu nüfusa doğal kaynaklarıyla yeterli değildir; gıda fiyatları yüksek!

  • Çağımızda nüfusun niceliğinden çok niteliği önemlidir. “Sağlıklı ve eğitilmiş” nüfus !

Oysa demografik yapımız, Suriye iç savaşının BOP ile başlatıldığı 2011’den bu yana aldığı 13+ milyon muazzam büyüklükte göç ile çok ciddi, dönüşümsüz tehdit altındadır ve

Ulus, Araplaştırılarak ümmete dönüştürülmek, din devleti kurulmak istenmektedir!

Ana demografik sorun doğurganlığın azalması değil, güncel olarak bu BOP operasyonudur.

Koruyucu Sağlık Hizmetleri öncelik almalı, 1. Basamak sağlık sisteminin temeli olmalı

Aşılama – bağışıklama

Aşılamanın tarihsel gelişimi ve hastalıkların önlenmesindeki rolü çok öğreticidir. Aşılar, bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınmasında ve ortadan kaldırılmasında en etkili araçlardan biridir. Çiçek hastalığının kökünün kazınması (1978) ve çocuk felcinin denetim altına alınması, aşılamanın küresel sağlığa çok değerli katkılarının en önemli örneklerindendir.

HBV ve HPV aşıları sırasıyla karaciğer ve Rahim ağzı kanserlerinden koruyucudur.

AŞILAR stratejik biyolojik – tıbbi ürünlerdir. Ancak Türkiye son çeyrek yüzyıldır hiç aşı üret(e)miyor! Kovit-19 salgınında yeterli aşı sağlamada çok zorlandık. 1928’lerde Atatürk döneminde kurulan ve olağanüstü başarılı halk sağlığı hizmeti veren Dr. Refik Saydam Umumi Hıfzıssıhha Enstitüsü (Genel Koruyucu Sağlık Kurumu) 2011’de kapatıldı (663 s. KHK, m.58/3). Hızla, güncel örneklerine uygun olarak açılmalı, donatılmalı, yönetsel-akçalı bakımdan özerk, bilimsel özgür olmalıdır.

Aşı çekincesi sorunu : Aşı çekincesinin nedenleri ve bununla savaşım önemlidir. Aşı çekincesi, bireylerin aşıların güvenliği ve etkinliği konusunda endişe taşıması nedeniyle aşı yaptırmaktan kaçınmalarıdır. Bu durum, aşılanma oranlarının düşmesine ve salgın riskinin artmasına neden olur. Aşı çekincesi ve reddiyle savaşmak için toplumun aşılar hakkında doğru bilgilendirilmesi ve sağlık yetkelerinin (otoritelerinin) güvenilirliği artırılmalıdır.

Aşı reddi sorunu : Bu sorun daha da ciddidir. Oysa aşılar, ilaçlardan daha güvenilir tıbbi ürünlerdir. Güvenlik ve etkinlikleri kanıtlanmıştır. Bu sorun ile toplumu etkin – yaygın biçimde eğiterek ve gerektiğinde yasal yaptırımlar da uygulayarak küresel ölçekte sürekli savaşım verilmelidir.

Aşı reddi bir insan hakkı ve özgürlüğü değildir! Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı vardır
(Anayasa m.56) ve temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sınırsız – mutlak olmayıp başkalarına
zarar vermeme sınırı vardır (Anayasa m.12). Ayrıca bu tutum-davranış, bilimsel ve etik de değildir.

  1. Halk Sağlığı Kampanyaları – Halkın Sağlık Eğitimi

Tütün Kullanımının Azaltılması: Dünya Sağlık Örgütü’nün çabaları ve tütün denetim politikaları önemlidir. Tütün kullanımı, dünya genelinde her yıl 8 milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır. DSÖ’nün tütün denetim yordamları (stratejileri) arasında vergilendirme ile fiyat politikası, reklam yasakları ve halkı bilinçlendirme kampanyaları bulunmaktadır. Ülkemizde 4207 s. yasa asla esnetilmemeli, özellikle kapalı alanlarda tütün kullanımı mutlak yasağı sürdürülmelidir.

Sağlıklı Yaşam Biçimi Teşvikleri: Dengeli-yeterli beslenme, düzenli egzersiz ve alkol tüketiminin azaltılması gibi önlemler.. Sağlıklı yaşam biçimi teşvikleri, kreşler, süregen (kronik) hastalıkların önlenmesinde ve genel sağlık durumunun iyileştirilmesinde önemli rol oynar. Örgün ve yaygın halk sağlığı eğitimi, aile planlaması ve genetik danışma hizmetlerine erişim öncelikli alanlardır.

Toplumsal dayanışma, iyi komşuluk, sosyal devlet ana ögelerdir.

Küresel Sağlık Politikaları ve İşbirlikleri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)

DSÖ’nün küresel sağlık sorunlarına yönelik stratejileri (yordamları) ve programları çok değerlidir.
DSÖ, uluslararası sağlık çalışmalarını eşgüdümleyen ve sağlık standartlarını belirleyen BM uzmanlık birimidir. Türkiye kurucu üyedir. Temel hedefi, tüm insanların olanaklı en yüksek sağlık düzeyine ulaşmasını sağlamaktır. Bu Birimden Teknik destek alınmalı, işbirliği – eşgüdüm ile çalışılmalıdır.

COVAX Programı: Kovit-19 aşılarının adil dağıtımı için yürütülen uluslararası işbirliğidir.
COVAX, düşük ve orta gelirli ülkelerin Kovit-19 aşılarına erişimini sağlamak için kurulmuş bir
küresel işbirliği girişimidir. Bu program, aşıların adil ve hızlı dağıtımını teşvik ederek küresel aşılamayı artırmayı amaçlamaktadır. Ancak özlenen düzeyde başarılı olamamıştır, bu yüzden
Kovit-19 savaşımı çok olumsuz etkilenmiş, salgın uzamış ve önlenebilecek ölümler, engellilikler yaşanmıştır. Aşılar-ilaçlar yaşam kurtarıcıdır ve kâr amaçlı olmamalı, kamu eliyle sağlanmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları ve Özel Sektör

Hükümet Dışı Kuruluşlar – HDK (NGO)’ların Rolü: Médecins Sans Frontières (MSF) gibi gönüllü kuruluşların katkıları değerlidir. MSF, dünya genelinde acil sağlık hizmetleri sunan ve insansal bunalımlarda etkin rol oynayan bir sivil toplum kuruluşudur. Bu tür yapılanmalar, sağlık hizmetlerine erişimi artırmak ve sağlık eşitsizliklerini azaltmak için önemli katkı sağlamaktadır.

Ancak kamunun sorumluluğu birincildir, asaldır, ertelenemez, sınırlanamaz ve devredilemez.

Özel Sektör İşbirlikleri: İlaç şirketleri ve teknoloji firmalarının sağlık sorunlarının çözümüne katkıları dikkate alınmalıdır. Özel sektör, yenilikçi sağlık çözümleri ve ilaç geliştirme süreçlerinde önemli rol oynamaktadır. İlaç şirketleri, yeni tanı ve sağaltım yöntemleri ile aşılar geliştirerek küresel sağlık sorunlarına çözüm üretmektedir. Ancak bu ürünlere erişim piyasa koşullarıyla olmaz, Kamu, gereksinimi olana sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca kamu kurumu niteliğinde sağlık meslek örgütleriyle (AY m.135) işbirliği koşuldur. TTB-Türk Tabipleri Birliği, TEB-Türk Eczacıları Birliği gibi.

Gelecekteki Zorluklar ve Fırsatlar

İklim Faciası ve Sağlık

İklim değişikliği, küresel ısınmanın sağlığa etkileri ve uyum çabaları kritik önemdedir.

İklim değişikliği / faciası, havanın niteliği, su ve gıda güvenliği gibi sağlıkla doğrudan ilişkili etmenleri etkilemektedir. Bu durum, özellikle düşük-orta gelirli ülkelerde sağlık sorunlarını ağırlaştırmaktadır. Uyum yordamları (stratejileri), iklim değişikliğine karşı dayanıklılığı artırmak ve sağlık sistemlerini güçlendirmek için önemlidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek kaçınılmaz görünmektedir.

Sürdürülebilir Yaşam / Kalkınma : Sürdürülebilir kalkınma hedefleri çerçevesinde sağlığın
ele alınması zorunludur. Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDGs), yoksulluğu azaltmak, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve gezegenimizi korumak amacıyla belirlenmiştir. BM 3. Binyıl Hedefleri, sağlık dahil, 2030’da erişilmek üzere tasarlanmıştır.

Dijital Sağlık ve Teknoloji

  • Tele-Tıp ve e-Sağlık: Sağlık hizmetlerinin dijitalleşmesi ve bunun sağlığa erişime etkileri,
    etik ve yasal boyutları, etkinliği yeni umut ve sorun alanlarıdır. Teletıp Yönetmeliği yürürlüktedir.
  • Yapay Zeka : Hastalıkların erken tanısı, sağaltımı, kimi cerrahi girişimler ve gerektiğinde kişiselleştirilmiş tıp uygulamaları bakımından önem taşır. Alan, umut ve sürprizlerle doludur.
  • Genetik tanı ve sağaltım : Pre-implantasyon tanı olanakları büyümektedir.
    Akraba evlilikleri önlenmeli ve genetik danışmanlık hizmetleri yaygınlaşmalıdır.
    Genetik onarım gündemdedir.
  • “Büyük veri” (Big data) umut- fırsat ve tehdit boyutlarını birlikte taşıyor. Kişisel veriler
    6698 s. KVK Yasası kapsamında korunmalı ama gelişmiş bilgisayarlarla milyarlarca insanın anonim (kimlikten arındırılmış) sağlık verileri üzerinde vazgeçilmez Epidemiyolojik araştırmalar yapılmalı, sağlık sorunlarına, hizmetlerin yönetimine bilimsel çözümler üretilmelidir. Halk Sağlığı Uzmanı-Epidemiyolog-Biyoistatistikçi hekim gereksinimi büyüktür.

Kamucu sağlık politikaları, Sağlığa yatırım!

Tüm bunlar kamu öncülüğünde demokratik – laik – sosyal – hukuk devleti ortamında olanaklıdır.

Türkiye ulusal gelirden %5’ten de az pay ayırıyor sağlık sektörüne. Mutlak yetersiz! Önümüzdeki on yıl içinde her yıl % yarım puan artırarak OECD, AB ortalaması yakalanmalı, kamunun payı büyümeli.

Kaynaklar öncelikle sağlığı koruma ve geliştirmeye ayrılmalı, 1. Basamak güçlendirilmeli.

Türkiye, Batı’nın baskısıyla SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) dayatmasını aşmalı
ve yeniden SAĞLIKTA SOSYALLEŞTİRME’ye dönmelidir!

SAĞLIKLI + EĞİTİMLİ toplum sosyal-ekonomik-kültürel kalkınmanın ana girdisi,
temel kaldıracıdır ve 21. yy’da çok zorlu küresel yarışta tutunabilmek için kaçınılmazdır!
İnsana yatırım etik yükümdür!

Sağlıkta dönüşüm ve özelleştirme, sağlık hizmetlerinde nitelik artışı sağlamadı!
Oxford Üniversitesi’nin çok kapsamlı bir çalışması Lancet Public Health’de Mart 2024’te yayımlandı. Veriler,

  • Sağlıkta özelleştirmenin hiç de yıllardır propagandası yapıldığı gibi
    hizmet niteliğini artırmadığını, tam tersine düşürdüğünü gösteriyor!

Sonuç olarak                                     :

Büyük ATATÜRK,

  • “Devlet olma iddiasındaki siyasi müesseselerin EN BİRİNCİ görevi halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” buyurmuştu.

Keza,

  • “Kendine devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak ulusal sorunumuzdur.
    Çünkü Cumhuriyet, düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”

uyarısı da Kurucu Mustafa Kemal Paşa’nın.

  • Sağlık hizmetleri herkese hak, sosyal Devlete ise kaçınılmaz kamusal yükümdür.

***
Dinlediğiniz için teşekkür ederim..

Konferansımızı izlemek için tıklayınız : https://youtu.be/-P5gfq_5_-o

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik          https://www.instagram.com/ahmet_saltik   

24 Temmuz 2024, İNÖNÜ Evi Heybeliada – İstanbul

Lozan Barış Andlaşması’nın 101. Yılı etkinliği konferansımızın PDF metni (1,2 MB) :

101. Yıl Konf. metni, fotolu, web sitemize konan

Bu yazı ADD genel merkezi web sitesinde de yayınlanmıştır :
101.-Yil-Konf.-metni-Ahmet-Saltik.pdf (add.org.tr)

İNÖNÜ Vakfı
web sitesine de yüklenecektir.

Büyük strateji ihtiyacı

Ahmet YavuzAhmet Yavuz

SÖZCÜ,  29 Temmuz 2024
https://www.sozcu.com.tr/15-temmuz-uzerine-p66246

Cumhuriyetin ilk yüz yılı, kurucusunun belirlediği rotanın dışına çıkıldığı için karşı devrimi bünyesinde besledi, iktidara gelmesini de engelleyemedi. Bunun çeşitli nedenleri var ve bu nedenleri doğru olarak saptamadan yol almak mümkün değil.

Dünya değişti, ülke değişti, insanların yaşama bakışı değişti ama ihtiyaçlar değişmedi: Güvenlik, refah ve güvenceli özgürlük arayışı devam ediyor.

AKP’nin zaten kötürüm edilmiş Atatürk cumhuriyetini adım adım yıkmaya ve kendi cumhuriyetini kurmaya dayalı büyük stratejisi; ideolojik olarak çökmesine ve siyaseten oldukça zayıflamasına karşın sürüyor. Son zamanlarda TBMM’de çıkarmaya çalıştığı yasalar da bu büyük stratejinin devamı niteliğindedir. Özellikle maarif yasa tasarısı Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki bağı güçlendirmeyi az da olsa düşünme becerisi elde eden nesillerden (kuşaklardan) daha çok inanan nesiller yaratmayı ve dinci vesayeti tahkim etmeyi (pekiştirmeyi) amaçlıyor.

Bütün bunlar insanların bilincine belli ölçüde yansıdığı ve geniş kesimlerin refah kaybı uyanışı körüklediği için siyasal zayıflamanın devamı kaçınılmazdır.

Ancak…

Karşı devrimin karşısına konan bir büyük strateji henüz ortada görünmüyor. Bu olumsuzluğa rağmen şimdilik tek umut kaynağı, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in biraz aceleci bir tarzda ileri sürdüğü normalleşme stratejisi ya da taktiğinin geride kalmış olmasıdır.

AKP’nin yıkım stratejisine karşı yeniden yapmayı/kurmayı esas alan
büyük strateji yaşama geçirilemezse bu sarmaldan çıkış yoktur!
Önce bunun ayırdına varılmalıdır.

Liderlerin asıl rolü sorunları çözecek bir vizyonu ortaya koymak ve bunu tutarlı bir stratejiyle kamuya mal etmektir.

Günümüzde bu vizyon cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak yani özgür ve eşit birey, egemen halk ve bağımsız ülkeyi yeniden yaratmaktır.

Sorun bu vizyonu bir büyük stratejiyle yaşama geçirmektir. Bu büyük stratejinin merkezinde biri diğeriyle uyumlu

– ulusal güvenlik stratejisi,
– kalkınma stratejisi,
– eğitim stratejisi,
– halk sağlığı stratejisi,
– hukuk devletini gerçekleştirme stratejisi

özel bir öneme sahiptir. Bunlarının her birinin çalışılması ve ana çizgileriyle halka anlatılması, desteğinin alınması ve yüksek bir güvenin sağlanması gerekiyor.

Ülkenin içinde bulunduğu sorunlu durum bir yana çevremizde yaşanan savaşlar ve gerilimler yaşanırken tek kutuplu dünya düzenin sonuna yaklaşılması ama yenisinin henüz ete kemiğe bürünmemiş olması nedenleriyle, ulusal güvenlik stratejisi netleşmemiş bir iktidar ve ana muhalefet partisiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz.

Siyasal iktidarı bir yana bırakacak olursak, son mavi vatan tartışmaları büyük stratejisini belirleme sorumluluğuyla karşı karşıya olan CHP’de yaşananlar ilginç. Milletvekili E. Büyükelçi Namık Tan mavi vatan kavramını masal olarak nitelerken aynı kavramı partinin gölge Milli Savunma Bakanı ve güvenlik politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı E. Amiral Yankı Bağcıoğlu savunuyor. Hangisi CHP’yi açıklıyor? Hem dış politika hem de güvenlik konusu olması münasebetiyle liderin/partinin tercihini bilmek gerekiyor.

Eğer üzerinde çalışılacaksa, ulusal güvenlik stratejisini belirlerken üyesi olduğumuz, kurulduğunda bir savunma örgütü olan ancak günümüzde daha çok kendisine saldırı örgütü rolü vermeye eğilimli bir NATO’ya ilişkin yaklaşım ne olacaktır? Daha net söylemek gerekirse, yeni konsepti temel olarak ele alındığında NATO’nun ülkemizi de olası bir savaşa sürükleyebilecek tercihlerine karşı tutum ne olacak?

Ya da Suriye’nin siyasal birliğini, toprak bütünlüğünü ve devlet egemenliğini savunurken hatta son zamanlarda dillendirildiği gibi sığınmacıların ülkelerine gönderilmeleri yüksek sesle dillendirilirken, ABD ile nasıl bir ilişki geliştirileceği, yanıt bekliyor.

Büyük stratejiniz yoksa stratejinizin ve ona ilişkin taktiklerinizin ömrü uzun olmaz ve sizi kalıcı hedefe götürmez…

1920’lerde değiliz ama aynı gereksinimler sürüyor.

Gereksinimlerin çağa uygun olarak giderilmesi ise büyük stratejinin belirlenmesini ve yaşama geçirilmesini bekliyor. Üstelik 1920’lere göre çok daha donanımlı bir kadroya, önemli bir deneyime ve yol haritasının birikimine sahip olmanın avantajıyla…

YES BE ANNEM

Suay Karaman

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin uğradığı baskı ve zulmü ortadan kaldırmak için 20 Temmuz 1974′te gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yıl dönümünü kutluyoruz. Atatürk sonrası Cumhuriyet tarihinin en önemli askeri ve siyasal başarılarından olan bu harekâta emek veren o dönemin siyasilerini, tüm komutanları, kahraman şehitlerimizi ve gazilerimizi saygıyla ve şükranla anıyoruz.

50. yıl kutlamaları için tüm siyasiler Kıbrıs’a gitti. “Yes be Annem” sloganıyla Annan Planı‘na destek veren AKP’li yöneticilerin törenlere katılması inandırıcılıktan uzaktır. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı plan, Türk ve Rum kesimi olarak bölünmüş Kıbrıs Adası’nın bağımsız tek bir devlet olarak birleştirilmesini öneren bir plandı. 24 Nisan 2004 tarihinde halkoyuna sunulan bu plan Türk tarafında %65 kabul görmüş ancak Rum tarafında %75 ret olduğu için yaşama geçirilememiştir. Bu Planın kabul edilmemesinin Türk tarafı için çok iyi olduğunu söylemek gerekir.

Kıbrıs’taki halk oylaması öncesinde Türkiye’den azarlanıp gönderilen Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret eden “Yes be Annem” destekçisi siyasiler ne düşündüler acaba? TİP ve DEM Parti ise 50. Yıl törenlerine katılmadıkları gibi hiç anmadılar da. Emperyalizmin kucağında solculuğun nasıl yapıldığını bizlere gösterdiler; tabii anlayana…

Kıbrıs’taki Türkleri toptan yok etmek için 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Rumlarının kurduğu silahlı örgüt, Türklere acımasız davranışlarda bulunarak, iki soydaşımızı öldürerek işe başlamıştı. 24 Aralık 1963 Salı günü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın (1924-2016) 37 yaşındaki eşi Mürüvet İlhan, çocukları 6 yaşındaki Murat, 5 yaşındaki Kutsi ve henüz 10 aylık olan Hakan, Lefkoşa’da saklandıkları evlerinin küveti içinde Rumlar tarafından katledildi. Bu olay Kanlı Noel olarak anında bütün dünyaya yansıdı. Katliamın yapıldığı ev, bugün Barbarlık Müzesi olarak korunmaktadır. Günümüzde Kıbrıslı Türklerden henüz bu müzeyi görmeyenler bile vardır, yaşanan korkunç olayları bilmeyenler vardır.

15 Temmuz 1974’te Yunanistan’daki faşist cuntanın desteğiyle Kıbrıs’ta darbe yapıldı ve Rum terör örgütünün desteklediği bu darbe ile uluslararası andlaşmalar hiçe sayılarak yapılan baskılarla Ada’dan büsbütün tasfiye etmek istediği soydaşlarımız Kıbrıs Barış Harekâtı sonucunda özgürlüğüne kavuşturulmuş, Yunan cuntasının Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için giriştiği askeri harekât önlenmiştir. Kıbrıs Türkleri, Rumların baskısı altında yaşadıkları bölgeden kurtarılarak kuzeyde Türk yönetiminin egemen olduğu bölgeye getirilmiştir. Daha sonra 15 Kasım 1983’te Rauf Denktaş‘ın önderliğinde kurulan bağımsız, laik ve demokratik Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak yaşama olanağına sahip olmuşlardır.

Geçmişte yaşanan acı olayları bilmeyenler, bugün Rumların kucağına atlayıp, AB’ye girmek sevdası ile hayal görmektedirler. Kıbrıs sorununun çözümü için iki ayrı egemen-eşit devletin savunulması ve sonuca ulaşılması için gerekli girişimlerin yapılmasının zamanıdır. Bunca yıldır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası tanınırlığının olmaması da çok büyük eksikliktir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması için çok daha fazla çaba göstermeleri gerekir(di).

Emperyalist devletlerin kışkırtmaları sonucunda başta İzmir olmak üzere ülkemizi işgal ederek insanlık dışı savaş suçları işlemiş olan ve İzmir’den denize döktüğümüz Yunanlar ile daha sonra dostluk köprüleri kurulmuştu. Yunanistan başbakanı Eleftherios Kyriakos Venizelos (1864-1936), 27-31 Ekim 1930 arasında Ankara’ya gelerek, Atatürk ile görüşmüş ve Atatürk’ün karakterinden, içtenliğinden, Türkiye’de yaptığı reformlardan son derece etkilenmiştir. 12 Ocak 1934’te Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteren Venizelos, Türk-Yunan barışının kalıcı olması gerektiğine inanıyordu.

Ancak Yunanistan Milli Marşı’nın sözlerinde Türk düşmanlığı ve nefreti anlatılmaktadır. Bu marş 1966’da başlayarak Kıbrıs Rum Kesiminin de milli marşı olarak kabul edildi. Venizelos’tan sonra gelen siyasetçiler bu dostluğa sıcak bakmadılar. Yunan yazar Dido Sotiriyu’nun (1909-2004), 1962’de yazdığı Kanlı Topraklar (Yunanca Matomena Homata) adlı romanı, Türkçeye “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” olarak çevrilmiştir. Şirince doğumlu ve mübadele nedeniyle Yunanistan’a göç eden bir ailenin kızı olan Dido Sotiriyu’nun romanında Türkleri ve Türklüğü aşağılayan ifadeler vardır, ancak bu roman 1982 yılında Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’nü almıştır.

2004’te başlayarak Yunanistan Ege adalarımızı işgal etti, silahlandırdı ve yerleşime açtı. Bu işgal halen artarak sürmektedir. 2012’de Yunan televizyonlarında Türk dizileri gösteriliyordu. Yunanistan’ın tanınmış müzisyeni ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğun simgesi olan Mikis Teodorakis (1925-2021) şunları söylemişti:

  • “Uyanık olmalıyız. Düşman sinsice içimize sızıyor. Bu dizileri izlemeye devam ederseniz ülkemizi ve dilimizi kaybedeceğiz. Yunan TV’leri Türk propagandasına hizmet ediyor. Yunanistan’ın zor durumda olduğu bu dönemde propaganda silahını kullanmayı seven komşu ülke altın bir fırsat buldu. Bu dizilerde yoksul ve İslami fanatizme bulaşmış bir Türkiye yerine hayali bir ülke gösteriliyor. Bu şekilde kendi çıkarlarını ve hedeflerini yerine getiriyorlar.”

17 Temmuz 2024 Çarşamba günü Türk Eğitim Vakfı’nın Çeşme’de düzenlediği konsere Yunan müziğinin önemli adlarından Despina Vandi çağrıldı. Ancak alana asılan Atatürk posterinden ve Türk Bayraklarından rahatsızlık duyan Despina Vandi, konseri iptal ederek, ülkesine döndü. Yunan basınına verdiği demeçte; “Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle dolu bir etkinlikte herhangi bir Yunan sanatçının sahne alması, tarihsel belleğe hakaret olurdu. Hele ki Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin 50. Yıldönümünde!” diyen Yunan şarkıcıyı davet edenlerin bilinçsizliği de düşündürücüdür.

Ülkemizde tatil yörelerindeki fiyatların yüksekliği nedeniyle, tarihte ve günümüzde yaşanan olaylardan habersiz ve gamsız Türk vatandaşları tatil için Yunan adalarına gitmektedir. Siyasal iktidarın yanlış ve tutarsız politikaları sonucunda bizim esnafımız, bizim halkımızı açıkça kazıklamaktadır. Bu yüzden Yunan adalarına gidenleri yadırgamamak gerekebilir belki.

Ancak adalarımızı işgal eden ve her türlü düşmanlığı körükleyen Yunanistan’a para akıtmak da aymazlık olarak açıklanabilir. Yaşlısından gencine Yunan halkının Türklere karşı nefreti, doğru ya da yanlış bir bilinçtir ama benzer bilinç Türk halkında yoktur ve ne yazık ki bizler karşılıksız kalan bir dostluk eli uzatmaktayız.

Yunanistan’ın sürekli olarak Türkiye’ye yönelik iftira kampanyaları ve düşmanlıkları, ülkemizdeki aydınımsı insanlarca yeterince anlaşılamamaktadır. AB’den ve ABD’den fonlanan kimi kitle örgütleri de bu iftiralara destek vermekte, Yunan’ı haklı görmektedir. “Yes be Annem” sloganının içeriği ile Yunanistan’ın düşmanlıklarını anladığımız zaman, ülkemize yapılan emperyalist saldırıları da püskürteceğiz. İşte bunun için geçmişin iyi bilinmesinin yanında günümüzde de bilinçli olmak zorundayız. Zaman, bizlere örgütlü olarak gerekli ve doğru eylemlerin yapılmasına olanak sağlayacaktır.

Azim ve Karar, 22 Temmuz 2024

HALİL ÇİVİ şiiri : ÇİVİSİ ÇIKTI

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

ÇİVİSİ ÇIKTI

Şu dünyanın devranını sorarsan,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Olana, bitene kafa yorarsan,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Biti kanlananlar(1) azıp duruyor,
Zalimler mazlumu ezip duruyor,
Yoksul, kader sanıp kızıp duruyor,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Komşu, komşusuna düşman oluyor,
Irkçılık, dinbazlık halkı bölüyor,
Fitneciler halka fitne salıyor,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Sevginin, saygının adı kalmadı,
Merhaba demenin tadı kalmadı,
Nezaketin yeri, yurdu kalmadı,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Halkın yüreğini korku bürüdü,
Merhamet tükendi, vicdan kurudu,
Duygudaşlık bitti, insaf çürüdü,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Ahlaktan, hukuktan, haktan sapıldı,
Şöhrete, makama, mala tapıldı,
Haram paralarla köşkler yapıldı,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Haram helal oldu, inanç bozuldu,
Yandaş olmayana kuyu kazıldı,
Sermaye kutsandı, emek ezildi,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
İktidarın rüzgârıyla azdılar,
Çete, mafya dünyasına sızdılar,
Hak ve hukuk rotasını bozdular,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Cehalet ırmağı coştu, gürleşti,
Yoz zihniyet eğitime yerleşti,
Bilim öksüz kaldı, akıl çölleşti,
Adalet çarkının çivisi çıktı.
Xxx
Halil Çivi, sanma zaman bozuldu,
Zamanın suçu yok, insan bozuldu,
Zalimler semirdi, mazlum ezildi,
Adalet çarkının çivisi çıktı.


Xxx
(1)- Biti kanlanmak, zenginleşmek,
yoksulluktan varsıllığa kavuşmak.

ABD gerçeği

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
29 Temmuz 2024, Cumhuriyet

Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki gerçekler, Türkiye’de ne yazık ki, genellikle, olgulara ve akla uygun bir biçimde değerlendirilmiyor.

Türkiye’de siyasetin hem sağındaki hem de solundaki birçok kişi, anti-Amerikan olmakla, anti-emperyalist olunacağını sanıyor.

Oysa, ABD’ye özgü her şeye karşı çıkmak, Amerikan halkına, kültürüne, tarihine karşı toptan tavır almak, anti-emperyalizm değil, ırkçılık ve şovenizmdir.

Mustafa Kemal Atatürk de, Britanya’ya ve Fransa’ya karşı anti-emperyalist bir mücadele verirken, bu ülkelerin halklarını ve kültürlerini kategorik olarak karşısına almamıştır, onların siyasal düzenine ve emperyalist uygulamalarına karşı mücadele vermiştir, hatta o ülkeleri yönetenlerin, kendi geçmişleriyle, kültürleriyle, uygarlıklarıyla ve ortaya koydukları Aydınlanma değerleriyle çeliştiğini vurgulamıştır.
***
ABD gerçeğini anlamak için, ABD’nin tarihini, Avrupa ve dünya tarihiyle karşılaştırmalı olarak incelemek gerekir.

ABD’nin 1776 yılında kurulması, o dönemde, dünya ölçeğinde büyük bir devrimdir. Monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasını sağlayan bu devrim, 1789 Fransız Devrimi’ni de öncelemiştir. ABD’nin kurulması, Britanya Krallığı’na karşı bir isyan hareketidir.

Britanya’nın Amerika kıtasının kuzeyinde kurduğu kolonilerde yaşayan Thomas Jefferson, George Washington, Benjamin Franklin, Thomas Paine gibi devrimci liderler, Britanya’nın hegemonyasına karşı isyan bayrağını açmışlar; bağımsızlık isteyenlerle Britanya’nın parçası olarak kalmayı isteyenler arasında iç savaş çıkmış, Britanya ordusuna karşı savaş açılmış; sekiz yıl süren savaşta on binlerce insan yaşamını yitirmiştir.

ABD, 4 Temmuz 1776’da, Philadelphia’da kabul edilen Bağımsızlık Bildirgesi ile bu savaşın ortasında kurulmuştur.

Bu Bildirgede kabul edilen ilkelerle ve sonrasında kabul edilen anayasa maddeleriyle, monarşik düzen yıkılarak cumhuriyet kurulmuş, böylece kralın ve kraliçenin egemenliğinden halkın egemenliğine geçilmesinin yolu açılmış; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı ilkesi benimsenmiş, kongre ve senato gibi organlar devreye girmiş; teokrasinin yerine laiklik ilkesi benimsenmiş ve dinin, devlet, siyaset, hukuk işlerine müdahale etmesi engellenmiş; feodalizm yıkılmış, yani toprak ve mülkiyet ağalığının, tekelinin yerine, tüm vatandaşlara toprak ve mülk edinme hakkı tanınmıştır.

Bu dönemde Afrika kökenlilere yönelik kölelik sorunu henüz çözülememiş ve bunun çözümü için 19. yüzyılda bir başka iç savaşın yaşanması gerekmiş olsa da, ABD 18. yüzyılda, dünyada örneği görülmemiş bir siyasal adım atmıştır.

Bu devrimi gerçekleştirenler, Avrupalı filozoflardan, 17. yüzyıl filozofu John Locke’tan ve 18. yüzyıl filozofları Adam Smith, David Hume, Jean Jacques Rousseau ve Charles-Lois Montesquieu’dan etkilenmişlerdir.
***
ABD’nin kapitalizmin merkezine dönüşmesi 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’nden sonra başlamıştır. Avrupa’da, sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan kapitalizme karşı, üretim ve sömürü biçimlerinin ve araçlarının değiştiği gerçeği ve 18. yüzyıl devrimlerinin ilkelerinin güncellenmesi gerektiği dikkate alınarak, 19. ve 20. yüzyılda, Karl Marx, Friedrich Engels, Karl Kautsky, Eduard Bernstein, Rosa Luxemburg, Vladimir Lenin gibi filozofların ve düşünürlerin öncülüğünde komünist, sosyalist, sosyal demokrat akımlar, kuramlar, hareketler, örgütlenmeler de ortaya çıkarken, ABD bu gelişmelerden çok etkilenmemiştir.

ABD’nin 18. yüzyılda devrimci bir adım attıktan sonra, 20. ve 21. yüzyılda, hem ekonomik ve sosyal adalet açısından Avrupa’nın gerisinde kalmasının, hem de küresel emperyalizmin öncüsü konumuna gelmesinin temel nedenlerinden birisi budur.

Bundan dolayı, sol siyasetin ABD’de gelişmesi kolay olmasa da, bir potansiyel olarak varlığını sürdürmesi, dünyanın geleceği açısından son derece önemlidir.

  • Dünya Avrupa’nın değil, bir gün ABD’nin sola açılmasıyla daha iyi bir gezegen durumuna gelebilecektir.

Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

ABD gerçeği29 Temmuz 2024
ABD, Trump ve Biden22 Temmuz 2024