Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Cumhuriyet TV programımız : İklim Faciası Ürünü Sıcaklarla Nasıl Başetmeli?

Dostlar,

Cumhuriyet gazetesinden Sayın İrem KARATAŞ ile bir söyleşi yaptık ve Cumhuriyet TV‘de yayınlandı. Konumuz,

  • İklim Faciası Ürünü Sıcaklarla Nasıl Başetmeli? idi.

Youtube’a da yüklendi. İzlemek için lütfen tıklayınız.. (21 dakika)

https://youtu.be/RDLHhFQg1G8?si=_5t-UR2d4txesVhX

Paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..
***

Konuşmamızdan notları şöyle sunabiliriz :

Artan ve artacak sıcaklarla insanlık nasıl başetmeli?

Artan ve artacak sıcaklarla başa çıkmak için kısa, orta ve uzun erimli (vadeli) öneriler şöyle sıralanabilir:

Kısa Erimli  Öneriler:

  1. Sıcak Havalarda İçme Suyu Tüketimini Artırın:
    Beden sıcaklığını dengede tutmak için yeterli miktarda su içmek önemlidir.
  2. Gölge ve Serin Alanlarda Kalın: Olanaklıysa öğle saatlerinde güneşten korunmak için
    gölgeli veya serin alanlarda zaman geçirin.
  3. Hafif Giysiler Giyin: Nefes alabilir ve hafif giysiler seçerek beden sıcaklığını dengeleyin.
    Bol ve açık renkli, uzun kollu pamuklu giysileri yeğleyin.
  4. Sıcak Çarpmasına Karşı Bilgi Edinin: Sıcak çarpması belirtilerini tanıyın ve ivedi (acil) durumda nasıl müdahale edileceğini, ilk yardım yapılacağını öğrenin.

Orta Erimli Öneriler:

  1. Kent Planlamasında Yeşil Alanları Artırın: Kentlerdeki yeşil alanları artırarak
    sıcaklık adalarını azaltabilir ve serinleme sağlayabilirsiniz.
  2. Halkı Bilinçlendirme Çabaları: Sıcak hava uyarıları ve önlemleri hakkında
    halkı bilinçlendirme kampanyaları düzenleyin.
  3. Altyapıyı Sıcak Hava Koşullarına Göre Ayarlayın: Su kaynakları, elektrik sağlanması ve sağlık hizmetleri gibi altyapıları sıcak hava olaylarına yeterli düzeye getirin.

Uzun Erimli (Vadeli) Öneriler:

  1. İklim Değişikliği ile Savaşım: Fosil yakıt kullanımını azaltarak ve güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik ederek iklim değişikliği etkilerini azaltmaya çalışın.
  2. Sürdürülebilir Kent Planlaması: Yeşil binalar, su ve enerji verimliliği gibi sürdürülebilir
    kent planlama yordamlarını (stratejilerini) uygulayarak kentlerin sıcak hava koşullarına uyumunu sağlayın. Yeşil yaşam, toplu taşıma, karbon ayak izini en aza indirme..
  3. Eğitim ve Araştırma: Sıcak hava olaylarının insan sağlığına ve çevreye etkilerini araştırarak, bu bilgileri politika yapıcılarla ve halkla paylaşın.

Bu öneriler, artan sıcaklıkların insanlar üzerindeki etkilerini azaltmaya ve toplumları daha dayanıklı kılmaya yardımcı olabilir.

***
Aşırı sıcaklardan korunmak için aşağıdaki tıbbi önlemler alınabilir:

  1. Yeterli sıvı alınması: Sıcak havalarda bedenden su yitiği terlemeyle artar. Bu nedenle yeterli su içmek, sıvı almak önemlidir. Günlük su tüketimini artırarak kuruma (dehidratasyon) riskini azaltabilirsiniz.
  2. Elektrolit dengesini korumak: Sıcak havalarda terleme ile birlikte beden elektrolit yitiği yaşayabilir. Bu yitiği yerine koymak için elektrolit içeren içecekler veya gıdalar tüketmek önemlidir. Yüksek tansiyon sorunu yoksa hafif tuzlu ayran ideal içecek sayılabilir.
  3. Güneşten korunma: Güneşin zararlı UV ışınlarından korunmak için güneş kremi kullanmak, açık renkli ve uzun kollu giysiler giymek ve siperlikli şapka takmak önemlidir.
    UV filtreli gözlükler de erkan katarakt ve retina zedelenmesini önlemek için çok gereklidir. UV filtreli olmayan güneş gözlükleri yarardan çok zarar verebilir.
  4. Uygun giyim: Serin kalmak için açık renkli hafif ve pamuklu giysiler yeğlenmelidir.
    Sentetik giysiler terleme sonrası rahatsızlık verebilir.
  5. Aşırı sıcaklarda dışarıda çok zaman geçirmemek: Özellikle öğle saatlerinde güneşin
    en dik olduğu saatlerde dışarıda olmamaya çalışmak ve gölgeli veya serin yerlerde dinlenmek önemlidir. Türkiye enlemleri için (36-42 kuzey) saat 11:00 – 16:00 arası..
  6. Hafif yemekler tüketmek: Ağır yemekler metabolizmayı artırarak beden sıcaklığını yükseltebilir. Bu nedenle ağır olmayan, hafif yiyecekler tüketmek yararlı olabilir.
  7. Süregen (Kronik) hastalığı olanların özel dikkat göstermesi: Özellikle kalp-damar hastalığı, hipertansiyon gibi süregen hastalıkları olanlar aşırı sıcaklarda daha çok risk altında olabilirler. Bu kişilerin sıcaklarda daha dikkatli olmaları ve gerekirse sağlık çalışanlarına danışmaları önemlidir. İdrar söktürücü (diüretik) alan hastalar hekimlerine danışmalıdır.

Bu önlemler aşırı sıcaklardan korunmanıza yardımcı olabilir. Özellikle sıcak havalarda dışarıda
zorunlu olarak uzun süre kalıyorsanız, bu önlemleri dikkate alarak sağlığınızı koruyabilirsiniz.

KÜRESEL ISINMA / İKLİM FACİASI.. karşısında dünyada ve Türkiye’de nüfusu azaltmalı,
yarısına indirmeli. Yaşlanma ciddi sorun değil, yapay zekalı insansı robotlar yüz milyonlarca insanın işini çok ekonomik olarak yapabilecek yetide. İşsizlik sorunu zaten çok ciddi..

Yeşil yaşam, yenilenebilir enerji kaynakları.. küresel ölçekte ortak girişimler..
Uluslararası COP kararları

***
Sıcak çarpması belirtileri nelerdir ve ivedi (acil) durumda ne yapılabilir?

Sıcak çarpması, beden sıcaklığının aşırı yükselmesi sonucu ortaya çıkan ciddi bir sağlık durumudur. Ölümcül olabilir! Belirtileri genellikle hızla ortaya çıkar ve hemen girişim (müdahale) gerektirebilir. Belirtileri ve ivedi girişim (acil müdahale) yöntemleri:

Belirtiler:

  1. Yüksek Beden Sıcaklığı: Beden sıcaklığı 40°C (104°F) veya daha yüksek olabilir.
  2. Şiddetli Baş Ağrısı: Yoğun ve sürekli baş ağrısı duyumsanabilir (hissedilebilir).
  3. Baş Dönmesi ve Sersemlik: Kişi baş dönmesi, sersemlik veya halsizlikten yakınabilir.
  4. Kuru ve Kızarmış veya Nemli Deri: Deri kuru / nemli, kızarmış ve sıcak olabilir.
  5. Nefes Darlığı ve Hızlı Nefes Alma: Nefes alma hızlanabilir ve nefes darlığı yaşanabilir.
  6. Nabızda Hızlanma: Nabız hızlanabilir ve kalp atışları düzensiz olabilir.
  7. Bulantı ve Kusma: Bulantı, kusma veya karın ağrısı görülebilir.
  8. Bilinç Yitimi : Ciddi olgularda bilinç yitimi, kişi – yer -zaman yönelim (oryantasyon) bozukluğu görülebilir.

İvedi girişim (Acil Müdahale) :

  1. Acil Yardım Çağrısı Yapın: 112 veya ilgili acil sağlık hizmetleri numarasını arayıp
    hekim yardımı isteyin.
  2. Kişiyi Serin Bir Yere Taşıyın: Olanaklıysa gölgeli veya serin bir alana taşıyın.
  3. Giysilerini Gevşetin veya Çıkarın: Kişinin fazla giysilerini çıkararak veya gevşeterek
    beden sıcaklığının düşmesine yardımcı olun.
  4. Soğutma Yöntemleri Uygulayın: Beden sıcaklığını düşürmek için ıslak havlu veya giysi kullanarak kişiyi soğutun. Soğuk su ile duş aldırmak veya soğuk bezler uygulamak da
    yararlı olabilir.
  5. Su İçirmeyi Deneyin: Bilinci yerindeyse ve içebiliyorsa, küçük yudumlarla su içirin.
  6. Profesyonel Yardım Bekleyin: Sağlık yardımı gelene dek kişinin durumunu sürekli izleyin
    ve desteği sürdürün.
  • Sıcak çarpması ciddi bir durumdur ve zamanında girişim yaşamsal önem taşır.

Erken tanı ve doğru girişim (müdahale) ile istenmeyen sonuçlar önlenebilir.
***
Sıcak çarpması durumunda acil tıbbi girişimler şunları içerebilir:

  1. Hızlı Soğutma: Beden sıcaklığını hızla düşürmek için soğuk su ile banyo yaptırma veya soğuk bezler uygulama. Özellikle baş, boyun, koltuk altları ve kasıkları soğutmak önemlidir.
  2. İç Organların Soğutulması: Ağır olgularda iç organların soğutulması için endikasyon varsa, damar içi soğutma yöntemleri kullanılabilir.
  3. Sıvı verilmesi (Hidrasyon) Sağlanması: Sıcak çarpması genellikle bedenden su ve elektrolit yitimine yol açar. Sıvı yitimini gidermek için damar içi sıvı-elektrolit verilmesi gerekebilir.
  4. Solunumun Desteklenmesi: Ağır olgularda solunum desteği gerekebilir.
  5. Kalp ve Dolaşım Sisteminin Desteklenmesi: Nabız ve kan basıncının düzenlenmesi,
    kalp atımlarının izlenmesi ve gerekirse desteklenmesi.
  6. Elektrolit Dengesinin Sağlanması: Kan elektrolit düzeyinin düzenlenmesi ve
    denge sağlanması.
  7. Bilinç Düzeyinin ve Genel Durumun İzlenmesi: Kişinin bilinç düzeyi ve genel durumu
    sürekli izlenmeli ve değişiklikler kaydedilmelidir.
  8. Hastanın Soğuma Sürecinin İzlenmesi: Beden sıcaklığının hızla düşürülmesi,
    soğuk stresi ve başka sorunlara yol açabilir. Bu süreç dikkatli yönetilmelidir.

Sıcak çarpması gibi ciddi bir durumda, tıbbi müdahale genellikle acil servis veya yoğun bakım biriminde yapılır. Bu girişimlerin uygulanması, kişinin yaşamını kurtarmak veya kalıcı iz riskini azaltmak için büyük önem taşır. Bu yüzden, sıcak çarpması belirtileri gösteren bir kişiye
hızla profesyonel sağlık yardımı çağrılmalı ve uygun sağaltım (tedavi) süreci başlatılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

FONLANMAK

Suay Karaman

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 15 Haziran 2024 günü Erzurum’da AKP il başkanlığının bayramlaşma programında “Sokakta gördüğünüz 80 kişiden 1 tanesi, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından maaşı ödenen öğretmen statüsünde. Bakın bu devasa bir rakam. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 30’lu 40’lı rakamlardan şu an 13-14’lere düşmüş durumda. Bunlar dünya ortalamalarının gerçekten üstünde olan rakamlar. Dünyanın hiçbir tarafında bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi, kamu tarafından fonlandırılmıyor.” dedi.

Yusuf Tekin’in bu söyledikleri gerçeklerle uyuşmuyor. Ülkemizde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı belki imam okullarında 13-14 olabilir. Ama öbür okullarda sınıflarda 30-50 arasında öğrenci bulunmaktadır. Bu sayılar dünya ortalamalarının üstünde değil, altındadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, bilime önem veren ülkelerde kamu tarafından öğretmenlere maddi ve manevi büyük olanaklar sunulmaktadır.

Kamu tarafından öğretmenler kesinlikle fonlanmıyor, yaptıkları özverili işin, verdikleri büyük emeğin karşılığında ücret alıyorlar ama bu ücret yoksulluk sınırının altında. Gerçek olmayan söylemleriyle öğretmenleri itibarsızlaştıran Yusuf Tekin, üyesi olduğu tarikat ve cemaatlerin fonlanmayla geçindiğini saklamak için ve fonlanmanın tarikat ve cemaatlere yapıldığını bilmesine karşın, öğretmenlere çamur atmaktadır.

AKP iktidarında hiçbir iş yapmadan, havadan para alan danışmanların fonlandığı bilinmektedir. Teşvik adı altında özellikle dinci okul patronlarına, geçiş garantili köprülere, havalimanlarına, otoyollara, şehir hastanelerine aktarılan kamu kaynaklarına, yandaşların silinen vergi borçlarına ve kaçak sarayın büyük harcamalarına ayrılan paralara, itibardan tasarruf edemeyen yöneticilere bakınca, kamu kaynaklarının nasıl fonlandığı daha doğrusu nasıl peş keş çekildiği açık olarak görülmektedir. Gittiği her ilde ayrı makam aracı olan Yusuf Tekin,
bu makam araçlarının giderinin kaç öğretmen aylığı ettiğini biliyor mudur?

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kamu okullarındaki öğretmenlerin aldıkları ücret için  “kamudan fonlandırılma” ifadelerini kullanan Yusuf Tekin, 23 Kasım 2013 tarihinde Atatürk dönemine karşı çirkin ve yakışıksız sözler söylenen ‘100. yılında İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’nda “1930’lu yıllar Türkiye coğrafyasının bir daha asla yaşamasını istemediği dönem. Bu dönemin başında dini referans kaynaklarının diliyle oynanmış, bu kurumlar siyaset malzemesi haline gelmiş” demişti. Gericiliğin, dinciliğin, yobazlığın odağında bulunan ve karma eğitimin zorunlu olmadığını savunan Yusuf Tekin, 10 yıldır üzerinde çalışıldığını söylediği 3500 sayfalık Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile kim olduğunu açıkça belli etmiştir.

2013-2018 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı görevinde bulunan Yusuf Tekin, 27 Temmuz 2018’de Resmi Gazetede yayımlanan ilan ile Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümüne profesör olarak atandı. Halbuki üniversitede beş yıl doçent olarak çalışmadan, profesör yapılması yasaya aykırıydı. Yusuf Tekin, 15 Eylül 2018 tarihinde de Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörlüğüne atandı. Rektör olmak için en az üç yıl profesörlük koşulu gerekmesine karşın, yine yasalar çiğnenerek bir aylık profesör Yusuf Tekin’i rektör yaptılar. İşte bunlar da fonlanmanın başka bir çeşidiydi…

Bu hızlı yükselişin ardında yatan ise kurucusu olduğu Cihannüma Vakfı’nın başkanı olmasıydı. Bu vakfın amacı şöyleydi:

  • “Müslüman zihnini inşa etmeye katkıda bulunmak için çalışmak.”

Yusuf Tekin’in başında olduğu Milli Eğitim Bakanlığı Cihannüma Vakfı ile protokol yaparak, bu tür “işbirliği anlaşmalarıyla” okulların kapısını dinci cemaatlere açtı. Nur Cemaati Nakşibendi Kolu Hayrat Vakfı ile “Değerler Eğitimi” protokolü, TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) ile “Sosyal, Sportif ve Mesleki Kurs Düzenleme” protokolü, TÜGVA (Türkiye Gençlik Vakfı) ile “Medeniyet ve Değerler Eğitimi protokolü, İnsan Vakfı ile “Mescitsiz Okul Kalmasın” kampanyası protokolü, Süleymancı tarikatlar ile “Değerler Eğitimi” protokolü, Ensar Vakfı ile çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine ilişkin işbirliği protokolü, İlim Yayma Cemiyeti ile sosyal, kültürel faaliyetler protokolü, Türkiye Diyanet Vakfı ile okul öncesi eğitim kurumlarında Kuran kursu açma protokolü yaparak, laik eğitimi yok etmek için dinci bir yapılanmaya doğru yol alındı.

İşte kamu kaynaklarının nasıl ve kimler tarafından fonlandığı açık şekilde görülmektedir.

Günümüzde İmam Hatip, ÇEDES, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli derken Öğretim Birliği yasası yok edilmeye başlandı.

  • Bilimsel ve laik eğitimi ortadan kaldırıp, eğitimi dinci eğitime dönüştürdüler.

Yakında tüm okulların imam okulu yapılması gündeme gelecektir. Bütün bu laiklik dışı uygulamalarla Milli Eğitim Bakanlığı, Dinci Eğitim Bakanlığı’na dönüştürülmektedir. Yaptığı görevi kötüye kullanan, yasalara uymayan, anayasayı çiğneyen Yusuf Tekin’in istifa etmesi gerekir. Ancak istifa da bir erdem gerektirir.

Kimlerin, kamu kaynaklarından fonlandığı bilinmesine karşılık, utanmadan, özveriyle çalışan öğretmenlere çamur atanların, attıkları çamur içinde boğulacakları günler de gelecektir.
Yeter ki örgütlü olup, hep birlikte çağdaş bir Türkiye mücadelemizde azim ve kararlılığımızdan vazgeçmeyelim.

Azim ve Karar, 24 Haziran 2024

İKTİDARSIZLIK DA FENA DEĞİLDİR

Dr. Levent Seçkin | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Yusuf Samim Lütfü
(24.06.2024 / Şile)

Üretkenlik yaratıcılığın en doğal biçimidir. Doğadaki tüm canlılar üreyerek soylarını sürdürme çabası içindedir. En basit tek hücreliden en karmaşık organizmaların bütün hücrelerinin genlerine kodlanan bu iktidar (yapabilirlik) canlılığın temelidir. İnsanlar olarak bizim de bir üyesi olduğumuz omurgalılar sınıfının memeliler kümesindeki tüm öbür organizmalar gibi üreme iktidarımızı hormonlar dediğimiz sihirli aracı kimyasallara borçluyuz.

Daha anamızın karnında, tam farklılaşmamış hücre kümesi durumunda olduğumuz erken dönemde cinsiyet kromozomları denen bir çift kromozomun ikisinin aynı (XX) ya da birinin öbüründen biraz kısa (XY) olmasına göre, MIF (Mullerian Inhibiting Factor) adlı bir hormonun salgılanması ile erkek ya da salgılanmaması ile dişi olarak gelişiriz. Sonrasında da tüm yaşamımız ve tüm iktidarımız seks (cinsiyet) hormonları denen steroid yapıda hormonlarca belirlenir. Hormon demek iktidar- yapabilirlik demektir. İnsanlar üreyebilmek ve üretebilmek için hormonlara gereksinim duyar.

Tüm yaşamımız mı dedim? Pardon! İnsanın hormonlarının aklını yönettiği döneme gençlik, hormonların tükenip insanın aklı ile baş başa kaldığı döneme yaşlılık denir. Hormonlar ve iktidar gençliğe özgüdür. Kadınlar için ellili, erkekler için altmışlı yıllar gelip çattığında bir garip, biraz buruk, tuhaf bir durum ortaya çıkar. Orhan Veli‘nin çok sevdiği salatadan bile zevk alamaması gibi tuhaf bir durumdur bu; hormonlarınız tükenmiş, iktidarınızı yitirmişsinizdir.

İktidar öyle kolay vazgeçilecek bir şey değildir. İktidar güç demektir, para demektir, mevki demektir. Para olsun, mevki olsun, güç olsun hormonal aktif (hormon salgılayan) insanların peşinden koştukları şeylerdir. Daha doğrusu insanları bunların peşinden koşturan şey bu hormonlardır. İnsanlar iktidarı severler.

İnsanlar derken iki kime insan ayrıktır (istisnadır) :

Bilim insanları ve filozoflar için iktidardan daha önemli ve daha değerli bir şey vardır;

  • Bilim insanları ve filozoflar için en önemli şey gerçekliktir.

Gerçek bilim insanı ya da gerçek filozofun iktidarla işi olmaz, onun tek bir amacı vardır: Gerçeklik! Bu iki kümenin -bilim ve felsefe insanları- farkını da Ziya Gökalp ortaya koymuştur:

  • Bilimin amacı yarar iken, felsefenin amacı idealdir, ancak bilim insanının da filozofun da amacı aynıdır: Gerçeklik!

Başta siyasetçiler (politikacılar) olmak üzere, onları seçen insanlar hep iktidar peşinde koşarlarken, bilim insanları ve filozoflar için gerçeklik her zaman iktidara baskın çıkar.

Bilim insanı ya da filozof dendiğinde neden akla hep Einstein’vari bir yaşlı insan imgesi gelir gözümüzün önüne, şimdi anlaşılmıştır sanırım.

İktidar demişken İdeolojiye değinmeden olmaz

Konuşuyoruz ama, sıklıkla sözcüklerin anlamına egemen olmadan konuşuyoruz. Eski dilde fikriyat, sözlük karşılığı olarak düşünce biçimi diyebileceğimiz ideolojinin iktidarla yaşamsal  ilişkisi var. Şöyle ki; İdeoloji dediğimizde iktidar istemi olan (bir tarzı olan) düşünceler dizgesini anlıyoruz. Yani iktidar yoksa ideoloji de yok.

Bir düşünce kümesinin ideoloji olması için iktidar isteminin, yönetme isteminin, düzenleme isteminin olması gerekiyor. Bu bağlamda başta siyasallaştırılmış dinler olmak üzere liberalizm, Marksizm, anarşizm vs. hep ideoloji kapsamında iken; bilimsel ya da felsefi bir etkinlik asla ideoloji kapsamında değildir.

Bununla birlikte “İdeolojisiz bir yaşam olanaklı mıdır?” derseniz, yanıtım “Hayır”dır.

Çünkü insanların çoğu, yaşamlarının çoğu bölümünde hormonal olarak aktiftirler ve iktidar istemleri vardır. Bana sorarsanız, tüm ideolojiler arasında en az zararlı olanı Aydınlanma ideolojisidir, çünkü aklın ve bilimin rehberliğinin savunusu (Aydınlanma) doğası gereği akılcılığa ve eleştirelliğe en açık olanıdır.

Ben iktidarı hep alkollü içeceğe benzetirim; azı karardır ama çoğu zarardır.

Yaratıcılık için, yapabilirlik için iktidar gereklidir ama fazlası toksiktir (zehirlidir).
İktidar düşkünü, hatta iktidar budalası insanlar benim için hep uzak durulması gereken insanlardır. Siyasetçiler bu insanların ilk sırasında gelirler.

Bertrand Russell “Siyasetçiler kendi doğruları (ideolojileri) konusunda halkı iknaya uğraşırlarken, bilim insanları (ve filozoflar, YSL) topluma neyin gerçekten yararlı olduğunu göstermekle ilgilidirler” demişti.

Müreffeh (gönençli), huzurlu (erinçli) ve modern (çağcıl) toplumlara bakın; hepsinde bilim adamları ve filozoflar siyasetçilerden değerlidir.

Tersine bakmanıza gerek yok, zaten yıllardır içinde yaşıyorsunuz.

Diamond Tema

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
24 Haziran 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’de aklı başında, kitap okuyan, araştıran, soruşturan, sorgulayan, kendisini geliştiren, cesur, vatansever kaç genç vardır acaba? Sayıları herhalde çok değildir.

Araştırmacı-yazar Diamond Tema bu gençlerden birisidir. Ama Türkiye’deki laiklik karşıtı tarikatlar, cemaatler ve AKP hükümeti, onu da hukuk dışı yollarla baskı altına aldı!
Gençlere örnek olması gerekenler, gençlere kötü örnek olmakla kalmayıp, gençlerden ne kadar korktuklarını da ortaya koydular.

Felsefe, tarih, din, mitoloji, kültür, uygarlık, cumhuriyetçilik gibi konularda araştırmalar yapan, kitaplar ve yazılar yazan, YouTube yayınları yapan Diamond Tema hakkında, konuk olduğu bir yayında şeriata karşı olduğunu savunduktan sonra, soruşturma başlatıldı ve yakalama kararı çıkarıldı!

Bu uygulama, anayasanın laiklikle ilgili 2., 14., 24. maddelerine ve düşünceyi ifade etmekle, yayımlamakla ilgili anayasanın 25., 26., 28. maddelerine aykırıdır!

Bu uygulamanın temeli olarak gösterilen ve yoruma açık muğlak ifadeler içeren Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi de bu anayasa maddelerine aykırıdır, antidemokratik bir ucubedir!

Aynı yayında anayasanın 2., 14. ve 24. maddelerini ihlal ederek şeriatı savunan, Cumhuriyeti ve anayasayı eleştiren, Afganistan’daki Taliban yönetimini öven, karma eğitime karşı çıkan,
reşit olmayan kızlarla evlenmeyi savunan Asrın Tok adlı zat hakkında hiçbir işlem yapılmazken; Cumhuriyeti, laikliği, anayasayı savunan ve şeriata karşı çıkan Diamond Tema, önce AKP,
tarikat, cemaat trolleri ve yobaz barbarlar tarafından sosyal medyada linç edildi;
sonra hakkında “yasal” işlem başlatıldı; bunların sonucunda da terör örgütü IŞİD tarafından hedef haline getirildi!
***
Sözde “Adalet Bakanı”, aslında adalete bakmayan Yılmaz Tunç ise kendisini yargıç yerine koyarak peşin hüküm verdi, Diamond Tema’nın “peygamberimiz” hakkındaki ifadelerinin “hakaret içerikli, çirkin, provokatif, tahrik edici, asla kabul edilemez” olduğunu ilan etti, böylece anayasa ve rejim düşmanlarının sözcülüğünü üstlendi!

Birincisi, Muhammed herkesin peygamber olarak kabul ettiği birisi değildir ve Yılmaz Tunç açıklamasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin Müslüman olduğunu varsaymıştır! Suudi Arabistan’ın, İran’ın, Afganistan’ın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı olan birisi, devlet adına, Bakan olarak, böyle bir açıklama yapamaz!

İkincisi, Diamond Tema, Müslümanların peygamber olarak kabul ettiği Muhammed hakkında hiçbir hakaret içerikli ve çirkin ifade kullanmamıştır, Muhammed’in evliliği hakkında hadislerden bir bölüm okumakla ve dokuz yaşında bir kız çocuğuyla evlenmeyi ve cinsel ilişkiye girmeyi ahlaken uygun bulmadığını belirtmekle yetinmiştir.

Eğer böyle bir açıklama bazılarını tahrik ve provoke ettiyse, bu onların kişisel ruhsal sorunudur, bu bir yargı konusu değildir. Bu olsa olsa psikiyatrinin konusu olabilir!
***
Ayrıca yaklaşık iki saatlik yayında, Diamond Tema, kaynaklara dayanarak şeriata karşı çıktı, Muhammed ile ilgili bölüm, beş dakikayı geçmedi. Asrın Tok adlı zat ise şeriatı savunmaya çalışırken, şeriatın ne olduğunu Diamond Tema’dan öğrenmek zorunda kaldı.

Diamond Tema, hem agnostik ve dinsiz olduğu, hem de bu tartışmanın hâkimi (baskını) konumuna geçtiği için, yobaz barbarların saldırısına ve tacizine uğradı! Tarihte sık sık görüldüğü gibi, aklı kıt olan insanlar, karşı tarafı akılla değil, kaba kuvvetle bertaraf etme girişiminde bulundular!

Herkes şunu bilmelidir ki; din konusunun tartışılamadığı ve bir tabu durumuna geldiği bir ülkede, demokrasiden kesinlikle söz edilemez! Diamond Tema ile birlikte gündeme gelen
tikel sorun, makro boyuttaki tümel bir rejim sorununun yansımasıdır, buzdağının yalnızca görünen bölümüdür.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Diamond Tema24 Haziran 2024
Anayasaya darbe10 Haziran 2024

Halil Çivi şiiri : ..MİLİNE LANET

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Halk ozanı

..MİLİNE LANET

Aslanları çakallara boğduran,
Siyaset çarkının miline lanet.
Zorbalaşıp halka zulüm yağdıran,
Zalim sultanların  yoluna lanet.
                Xxx
Mazlumları hakir görüp dışlayan,
Suçsuzlara suç(!) üretip fişleyen,
Körpe beyinlere fitne işleyen 
Böyle zihniyetin eline lanet.
              Xxx
Emekçinin emeğini sömüren,
Emeklinin maaşını kemiren,
Yoksulu yolarak şişip semiren,
Haramzadelerin malına lanet.
               Xxx
Dinbazlaşıp dindarları kandıran,
Şöhret için fırıldaklar döndüren,
İftira atarak ocak söndüren,
İkiyüzlülerin halına lanet.
                Xxx
Irkçılığı, dinciliği azdıran,
Çete-mafya kurup para sızdıran,
Çalışanı üretmekten bezdiren,
Tetik çekenlerin puluna lanet.
                 Xxx
Erkekler kadından üstündür diyen,
Adaleti bozup hakkını yiyen,
Tetiğe asılıp kadına kıyan,
Böylesi öfkenin seline lanet.
                Xxx
Yandaşlık yaparak halkı kandıran,
Muhalife hain diye saldıran,
Kesesini haramlarla dolduran,
Böylesi medyanın diline lanet.
                 Xxx
Aydını dışlayıp, cahili öven,
Liyakat ehlini görevden kovan,
Zalimle bir olup mazluma söven,
Düzenbaz düzenin salına lanet.
                 Xxx
Halk dostuyum diye halkı kandıran,
Lokmasını haram aşa bandıran,
Çıkar için vicdanını söndüren,
Sahte ozanların teline lanet.
                  Xxx
Halil Çivi der ki ey yurttaş uyan,
Baş tacı olur mu  milleti  soyan,
Kendini padişah, halkı kul sayan,
Köşküne, bağına, gülüne lanet.
                Xxx

Prof.Dr. Halil Çivi

20.6.24, Seferihisar/ İZMİR

Mustafa AYDINLI şiiri : DENİZ…

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı
22 Haziran 2024

D E N İ Z…

Ne denli büyüksün ne denli derin
Yazın da kışın da gitmiyor yerin
Ruhumu okşuyor ak köpüklerin
Ben sana bakmaya doyamıyorum

Bir başkadır yüzmek ılık suyunda
Kışı geçip yazın sıcak ayında
Kimi piknik yapar zümrüt koyunda
Seni kirletmeye kıyamıyorum

Gemilerin ulaşacak yolusun
Denizcinin tutunacak dalısın
Çeşit çeşit balıklarla dolusun
Dolu nimetini sayamıyorum

Kimisine göre gelmişiz sudan
Kalkıp uyanalım artık uykudan
Kimi toprak kimi sudandır gıdan
Kirlenmiş gıdayı yiyemiyorum

Güneşin bir başka, kumun bir başka
Alan sevgilisin, geliyor aşka
Yıl boyu kıyında kalsaydım keşke
Yerine başka şey koyamıyorum

On binlerce turist dolar kıyına
Soyunup dalarlar sıcak suyuna
Kasa döviz dolsa ülke payına
Kıyılar yağmasız diyemiyorum

Ay ile yakamoz yürek coşturur
Kimi jet skiyle motor koşturur
Suyun sıcaklığı yüzüne vurur
Bu farkı dünyaya yayamıyorum

Aydınlı, denizdir tatilin tadı
Tarih, deniz, güneş turizmin adı
Denizin tuzundan tuzlu fiyatı
Sörf yapıp üstünde kayamıyorum

İlhan Selçuk olabilmek

Miyase İlknur

Miyase İLKNUR

22 Haziran 2024, Cumhuriyet

 

Tam tamına 14 yıl oldu. İlhan abiyi kendi deyimiyle “Hoşgörünün Kâbe’si Hacıbektaş”ta Hünkâr’ın kanatları altına vereli. Dün ölüm yıldönümüydü. Ölüm; ne de soğuk bir sözcük. Doğa yasasıdır canlılar için ölüm. Mezarlık kapılarında da “Her canlı ölümü tadacaktır” yazısı boşuna değil.

O zaman Hünkâr’ın felsefesinden gelen Yunus Emre’nin şu sözüne ne demeli?

– Ölürse tenler ölür/ Canlar ölesi değil.

Her can ölür oysa. Ama kimi canların yalnızca tenleri ölür. Çünkü kimi canlar, yarattıklarıyla, ürettikleriyle, topluma verdikleriyle, anılarıyla, bu dünyaya bıraktığı izlerle tenleri ölse bile adları, yapıtları canlılığını korur.

O’nu tanımayan genç kuşaktan biri İlhan Selçuk kimdir? diye Google’a baktığında köşe yazarı olduğunu öğrenir.

Başka?

Cumhuriyet gazetesinin eski vakıf başkanıdır.

Evet, İlhan Selçuk bir köşe yazarıdır. 1952’de başladığı fıkra yazarlığını 2010 yılına dek sürdürmüştür.

Nasıl bir köşe yazarı olduğunu biraz irdelemek gerek.

İLHAN SELÇUK’UN KÖŞE YAZARLIĞI

Türkiye’de köşe yazarlığının işlevi, tekelleşme ve meslekten gelen gazete patronlarının yerini
iş dünyasından gelenlerin aldığı 1980 ve 90’lı yıllardan başlayarak oldukça değişti. Artık topluma fikirleriyle yön veren, ülkemizde ve dünyada gelişen olayların arka planını (ardalanını) ve gelecekte nelere yol açabileceğini öngören, olabileceklere karşı ne yapılması konusunda fikirler üreten köşe yazarı profili tarihe karıştı. O yazar profilinin yerini artık, gazete patronu ve o patronun içinde bulunduğu klanın çıkarlarına ve ilişkilerine göre yazılar yazan, moda akımların ve çoğunluğun yankı odalarından gelen sesin peşine takılan yazarlar aldı.

Kalemi iyiyse, lafı gediğine oturtuyorsa ne yazdığının, ne söylediğinin çok da önemi yoktu.
Bir gazetede iken farklı şekilde görüşleri savunurken karşı kamptaki gazeteye geçince tam tersini savunmanın adı değişimdi. Ya da ülkede her iktidar değiştiğinde köşe yazarının kıblesinin değişmesi de olağandı.

Değişmeyen dinozor, statükocuydu.

Geçmişte Karl Marks hayranı olan köşe yazarı, küreselleşme rüzgârına kapılıp pekâlâ Karl Popper’in şakirdi olabilirdi. Sonuçta ikisinin de önadı Karl. O dönem Karl Marx modaydı;
şimdi O’nun modası geçti. Yeni moda Karl Popper’i referans almaksa, köşe yazarı da bu değişime ve modaya kayıtsız kalamazdı.

Gelecekte insanlığın başına örülecek çorapları öngörüp toplumu bilinçlendirmek yazarın işi değildi. Açık toplum, neoliberalizm her şeyin çaresini düşünmüştü nasıl olsa. Ulus devletler ve ideolojilerin sonu gelmişti. İdeolojik sıkıcı yazılar yazmanın alemi yoktu. Şarap, çiçek böcek, siyasal magazin yaz otur.

İlhan Selçuk, yazılarıyla kaç kuşağı etkiledi. 68 kuşağı, 78 kuşağı ve 80 kuşağı onun yazılarıyla siyasal bilincine yön verdi. 90’lara gelince dünyada iletişim devrimiyle birlikte neoliberal sistemin estirdiği kasırga ülkemizde de meyvelerini vermiş ve genç nesli sarmalına almıştı.

YİNE HAKLI ÇIKTI

O gün Yeni Dünya Düzeni, küreselleşme karşısında neredeyse tek başına direndi. Bu yeni sistemin yaratacağı yoksulluk ve bölgemize “Demokrasi getiriyoruz” adına başlatılan savaşlarla küresel terörün, milliyetçiliğin hortlamasının kaçınılmaz olduğunu ve bu durumun en çok Batı’yı vuracağını yazdığında bıyık altında gülenler şimdi “Aaa! Avrupa ve Amerika’da neler oluyor böyle? Popülist ve milliyetçi liderler demokrasinin beşiğinde nasıl güçlenebilir?” diye soruyorlar.

Herkes köşe yazarı olabilir. Olayları kahvehane muhabbeti tadında yorumlayabilir.

  • İlhan Selçuk olmak kolay değildir.

Siyasal İslamcılarla bir dönem yoldaş olanları da çokça uyarmıştı İlhan Selçuk.
Siyasal İslamcıların demokrasi diye bir derdinin olmadığını, takiye yaptıklarını
ve iktidarı tam olarak ele geçirdiklerinde onların da canına okuyacağını söylediklerinde de gülmüşlerdi.

Ne oldu?
***
İlhan Selçuk öldü ama yok olmaktan kurtardığı Cumhuriyet gazetesi 100 yaşını kutladı. Fikirleriyle, egosuz, engin hoşgörüsüyle en çok da fikirleriyle bizim için ölümsüzleşti.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Cumhuriyetin Habercisi: Amasya Bildirisi

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Kurtuluş savaşımız salt cephede işgalci ordulara karşı yapılmamış, Osmanlı İmparatorluğu’na son vererek ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız yeni bir devlet kurmanın siyasal savaşımı da eş zamanlı olarak verilmiştir.

Egemenliği Osmanlı hanedanından alıp ulusa vermenin ilk önemli ve açık adımı 22 Haziran 1919’da yayımlanan Amasya Bildirisi belgesidir.

9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, önce İstanbul’dan birlikte getirdiği 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bele’yi Samsun Mutasarrıflığına atamış ve buyruğundaki 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir ve 20. Kolordu komutanı Ali Fuat Cebesoy’la bağlantı kurmuştur. Komutanlara ülkenin son durumunu anlatmış, “Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdan vazifesini yakından beraber çalışarak en iyi şekilde yerine getirme[1] kararlılığını bildirmiştir.

Mustafa Kemal’e verilen görev Samsun tarafında Rumlara saldıran Türkleri engellemek, Anadolu’daki kimi ulusal örgütlenmeleri ortadan kaldırmaktır. O ise Samsun’a çıkışından üç gün sonra İstanbul’a gönderdiği raporda Türklerin Hıristiyanlara saldırmadığını, tersine Hristiyanların Türk köylerine saldırdıklarını, Türklerin kendilerini savunduğunu bildirmiştir.[2]

Genel Durum

Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında İstanbul, Doğu Anadolu, Adana, Antep, Urfa, Maraş, Antalya, Konya işgal altındadır. Demiryolları işgalcilerin elindedir. Samsun’da İngiliz askerleri vardır. Her yerde Mondros Ateşkes Andlaşmasının (30 Ekim 1918) uygulanmasını denetleyen
yabancı resmi ve gizli görevliler vardır.

Mustafa Kemal’in İstanbul’dan hareketinden bir gün önce 15 Mayıs ‘ta (1915) Yunan ordusu İzmir’e çıkmış, yerli Rumlarla birlikte Ege bölgesindeki işgal alanını genişletmektedir.

Ordu terhis edilmiş, silahları toplanmaktadır.

Ulus büyük savaştan yıpranmış olarak çıkmıştır, ekonomi bitkin ve çökkündür.

  • Padişah 6. M. Vahdettin ve hükümeti kendi tahtını korunak için düşmanla işbirliği yapmaktadır.

Öte yandan Yunan işgaline karşı ilk örgütlü silahlı direniş 28 Mayıs’ta Ayvalık ve Ödemiş’te Kuvayı Milliye tarafından gösterilmiştir. Ordusuz kalmış bir ulusun kendiliğinden ordulaşması olan Kuvayı milliye hareketi gelişmektedir.

Yunan ordusunun Ege bölgesini işgali ve bu işgalde yerli Rumları kullanmaları tüm yurtta tepkilere neden olmuş, Mustafa Kemal ulusal direnişi örgütlemede bu tepkileri planlı biçimde birleştirerek ana hedefe yöneltmiştir.

İlk Siyasal Çıkış: Havza Genelgesi

Samsun’da bulunan İngiliz işgal birliği ve ajanları Mustafa Kemal’in rahat çalışmasını engellemektedir. O, amacını gerçekleştirmek için Anadolu içlerine gitmek istemektedir.
28 Mayıs’ta Samsun’dan ayrılır. İlk durağı Havza’da ulusla doğrudan ilişki kurmaya başlar.
Havza Müdafayı Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasını sağlar. Havza’da 28/29 Mayıs’ta (1919) yayınladığı genelgede (Havza Genelgesi), Ege’deki Yunan işgalinin yarattığı tehlikeye dikkat çekmiş, bütün ulusun aydınlatılmasını ve ulusal protesto mitinglerinin düzenlenmesini,
İtilaf devletleri temsilcileri ve Osmanlı hükümetine yoğun protesto telgrafları gönderilmesini, Hıristiyan halka zarar verilmemesini istemiştir.

Havza Genelgesi Mustafa Kemal’in ilk siyasal çıkışıdır. Bununla resmi görevini değil,
ulusal kurtuluş görevini yerine getireceğini duyurmuştur.

Önderler Amasya’da

Mustafa Kemal 12 Haziran’da Havza’dan Amasya’ya hareket etmiş aynı gün Amasya’ya varmıştır. 20. Kolordu Komutanı A. Fuat Cebesoy ve 3. Kolordu Komutanı Refet Bele’yi
daha önce Amasya’ya çağırmıştır. Ali Fuat, Rauf Orbay’la birlikte 21 Haziran gecesi
Amasya’da Mustafa Kemal’e katılmıştır. Refet Bele ise bir gün sonra Amasya’ya gelmiştir.

Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir ve Konya’daki 2. Ordu Müfettişi
Cemal Paşa ile telgraf bağlantısı kurulmuştur. Böylece, Amasya Bildirisini yayımlayacak
önder kadro bir araya gelmiş olmaktadır.

Padişahın Tepkisi

Mustafa Kemal’in kendisine verilen resmi görev dışına çıkarak ulusal direnci örgütlediğini gören Osmanlı hükümeti İngilizlerin baskısı ile 8 Haziran’da kendisini İstanbul’a çağırmıştır. Oysa Mustafa Kemal ulusal hedefe ulaşmak için yola çıkmıştır, ,  geri dönmez. “Bağımsızlığa ulaşana kadar bütün ulusla birlikte özveri ile çalışacağına ant içtim. Anadolu’dan ayrılmam söz konusu olamaz”[3] diyerek padişaha karşı çıkar.

Osmanlı hükümetinin Mustafa Kemal’e ikinci atılımı 23 Haziran’da (Amasya bildirisinden bir gün sonra) kendisini görevden almak olmuştur. Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal, valiliklere gönderdiği buyrukla Mustafa Kemal’in görevden alındığı bildirilmiş kendisinin buyruklarına uyulmaması, devlet işlerine karıştırılmaması istenmiştir.[4].

Padişahın, “geri dön” çağrısına uymayan Mustafa Kemal’e tepkisi idam kararına dek gidecektir.

Amasya Bildirisinin Hazırlanması

Amasya Bildirisi’nin hazırlanmasında iki etken öne çıkmıştır:

  1. Ulusal savaşımın protestolarla, mitinglerle kazanılamayacağının anlaşılması

Protesto mitingleri Mondros Ateşkesinden sonra yurdun işgali üzerine başlamıştır. Daha çok İstanbul’da yapılan bu mitingler aydınlar ve toplum önderlerince düzenlenmiş, Beyazıt ve Sultanahmet meydanlarında Halide Edip’in konuşmacı olduğu toplantılara coşkulu katılım olmuştur.

  • 105 yıl önce toplantı ve gösteri özgürlüğü işgal altında bile karışma olmadan barışçı biçimde kullanılabilmiştir.

İşgallerin genişlemesi, Ege’de yerli Rumların, güneyde yerli Ermenilerin işgalcilerle işbirliği içinde sivil yurttaşlara düşmanca davranışları karşısında bu tür mitinglerin yeterli olmayacağı anlaşılmış; ilk kez Amasya Bildirisi’nde Osmanlı padişahı ve hükümeti doğrudan hedef alınmıştır.

  1. Amasya Bildirisinin hazırlanmasında 2. etken Mustafa Kemal’in ulusal savaşımı kişisel olmaktan çıkartıp ulusa dayandırmak istemesidir.

O, padişahın “Geri dön” buyruğuna uymayan asi bir Generaldir.

Uygulamayı düşündüğü girişimin sert olacağını değerlendirmektedir. Nutuk’taki ifadesiyle “Eylemlerinin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması, bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması gerekmektedir.”[5]

Büyük devrimci, Ulusun savaş yorgunu, yoksul, eğitimsiz, yaygın hastalıklı olmasına bakmaksızın savaşımı Ulusa dayandırmakta, tüm gücünü Ulustan almaktadır.

Mutafa Kemal ve Amasya Bildirisini yayımlayan komutanlar yönetimi kendi ellerine alıp savaşımı askeri bir örgütlenme ile yönetmeyi düşünmemişler, başlangıçtan beri ulusa dayanmayı yeğlemişlerdir.

Mustafa Kemal tarafından hazırlanan ve Amasya Bildirisi’nin temelini oluşturan bir metin
18 Haziran 1919’da Trakya’daki 1. Kolordu komutanı Cafer Tayyar’a gönderilmiştir.
Mustafa Kemal bu telgrafında özetle;

  • Padişah ve hükümetinin işgaller karşısında güçsüz kaldığını,
  • Trakya ve Anadolu’daki ulusal örgütlerin birleştirilmesine, Ulusun sesini bütün gürlüğü ile dünyaya duyurabilecek bir yer olan Sivas’ta birleşik ve güçlü bir kurul oluşturulmasına
    karar verdiğini” bildirmiştir.

Sıra bu düşünceleri içeren bir Bildirinin Amasya’da toplanan önder kadro tarafından yayımlanmasına gelmiştir.

Mustafa Kemal tarafından 21/22 Haziran 1919 gecesi yaveri Cevat Abbas’a yazdırılan son metin üzerinde Ali Fuat ve Rauf Bey’in onayı alınır, ertesi gün telgrafla Kazım Karabekir ve Cemal Paşa’nın da onayları alınır. Refet Bele’nin Amasya’ya gelmesi beklenir. Refet Bele metni okuyunca “Kongrenin icabında bir hükümet teşkil edeceği anlaşılıyor” yönünde kuşkularını bildirir ama Ali Fuat Paşa ile konuştuktan sonra imza yerine kendisine özgü belli-belirsiz bir işaret koyar.

Amasya Bildirisi 22 Haziran 1919’da Anadolu’daki tüm yönetsel ve askeri orunlara yayınlanır.

Bildiri: Amasya Bildirisinin tam metnini Atatürk, Nutuk’ta vermiştir.[6]

Özetle şöyledir:

    1. Yurdun bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
    2. İstanbul’daki hükümet üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirmemektedir.
      Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
    3. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
    4. Ulusun haklarını bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
    5. Her sancaktan ulusun güvenini kazanmış üçer kişi gizlice Sivas’a gönderilmelidir.

Amasya kararlarının bir de salt komutanlıklara yayımlanan gizli 6. maddesi vardır. Buna göre;

  • Askeri ve ulusal örgütler dağıtılmayacak,
  • Askeri birliklerin komutanlıkları devredilmeyecek,
  • Silah ve cephane elden çıkarılmayacak,
  • Bir yerin işgali uğraması yalnız oradaki askeri birliği değil tüm orduyu ilgilendirecektir.[7]

Mustafa Kemal ayrıca İstanbul’daki kimi kişilere bir mektup göndermiş, bu mektupta şu konuları belirtmiştir:

  • Yalnız mitingler ve gösteriler büyük amaçları hiçbir zaman gerçekleştiremez.
  • Bunlar ancak ulusun bağrından çıkmış ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
  • Artık İstanbul Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmak zorundadır.[8]

Değerlendirme ve sonuç

Amasya Bildirisi, devrim tarihimizde iki bakımdan önemlidir:

  • Padişah ve hükümetine ilk kez açıkça meydan olunmuş, İstanbul’dan bir şey beklenmediği duyurulmuştur. Bu, hanedan egemenliğinden ulusal egemenliğe geçiş yönünde
    önemli bir aşamadır.
  • Ulusal savaşım bir kadro hareketi olmaktan çıkartılmış, ulusa dayandırılmıştır.
    Amasya Bildirisi, Anadolu Ve Rumeli Müdarayı Hukuk Cemiyeti (ARMHC) ve TBMM ile evrimleşecek olan ulusal egemenliğin başlangıcı olmuştur. Yeni devlet zor koşullara karşın, adı 29 Ekim 1923’te konulacak olsa bile, başlangıçta demokratik cumhuriyet olarak kurulmuştur.
  • Amasya Bildirisi tam bir devrim belgesi ve bağımsızlık bildirisidir.

Bildiri ile Ulusal kurtuluş savaşımının siyasal cephesinde protesto – miting aşamasından Padişaha karşı açık savaşım aşamasına geçilmiştir. Gizli tutulan 6. madde ile silahlı direniş önlemleri alınmıştır.

Önder kadro içinde tam bir uyum sağlanmıştır.

Bildiri İstanbul hükümetinde ve işgalcilerde şaşkınlık yaratmıştır.
Artık kılıçlar çekilmiş, köprüler atılmıştır.

Amasya Bildirisi Cumhuriyetin habercisidir.

Her yıldönümünde anımsanmalıdır. (22 Haziran 2024)
===========================
[1] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam İkinci Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul,1964, syf.21
[2] Orhan Çekiç, 1919 Başlangıç, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015, syf.178
[3] A.g.e. syf.29
[4] Aydemir, a.g.e. syf.40
[5] Nutuk, syf.41
[6] Nutuk syf.43
[7] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayını, İstanbul, 2013, syf.129
[8] Nutuk, syf.49

21. yüzyıl aydınlanması, Aristoteles ve CHP üzerine

Hatice Nur Beyaz Erkızan (@HaticeNurErkzan) / XProf. Dr. H. Nur Beyaz Erkızan

20 Haziran 2024, Cumhuriyet

“Siyasetin bir kenti/toplumu/ülkeyi yönetmesinden dolayı aynı zamanda Tanrıları da yönettiği söylenemez.”Aristoteles

Aristoteles, Metafizik adlı eserinin ilk satırında şöyle der:

  • İnsan varoluşu gereği bilmek ister, bilmeyi arzular”. Ancak bu, insanın bilmeye otomatik olarak yöneldiği anlamına gelmez. Çünkü insan olan değil, olabilen bir varlıktır. Olmayı gerçekleştiremeyen insan potansiyel olarak ışık saçma yeteneğine sahip olsa da
    bunu etkin kılamadığı sürece karanlıkta kalabilendir.”

Bir insan düşünme yeteneğine sahip olabilir ama düşünme cesaretini gösteremeyen için böyle bir  potansiyele sahip olmanın hiçbir değeri ve anlamı yoktur. İnsanın insan olabilmesi için kendine değerler yaratması, seçmesi ve de onları “var etmesi” gerekir. İster ülke bağlamında isterse de bireysel bağlamda düşünülsün, ne olduğumuz ne yapabildiğimizin toplamıdır.

İKİ FARKLI AYDINLANMA

Tarihsel olarak farklı iki aydınlanmadan söz edilebilir.

I. Aydınlanma MÖ 6. yüzyılda bugünkü Ege kıyılarında, Anadolu’da gerçekleşen varlığın bilinebilir olduğuna ilişkin bilim felsefe devrimidir.

II. Aydınlanma ise “varlığı ve yaşamı kapatan” ortaçağ anlayışına karşıt olarak Ockhamlı William’ın nominalizmi ile kendini duyurur.

İnanç alanı başka, bilgi alanı başka demek anlamına gelir bu.

I. Aydınlanmanın ruhunu izleyen Rönesans ve 18. yüzyıl Aydınlanması hiç kuşkusuz çok önemli olmakla birlikte ne yazık ki insanın insana ve insanın varlığa baskısını sonlandıramadı.

  • Afganistan’da Taliban’a destek yürüyüşü düzenleyen kadınlar, özgürlüğü için mücadele yerine Amerikan uçağının kanatlarına sığınanları Amerika/Avrupa nasıl özgürleştirebilirdi?

Şimdi, 21. yüzyıl Aydınlanması veya III. Aydınlanma olarak da tanımlayabileceğimiz yeni bir anlayışa gereksinim olduğu açıktır. Bu “Aydınlanma” varlığa ve insana hükmetmenin olmadığı bir zemin üzerinde yükselmeyi olanaklı kılma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. İşte tam da bu noktada Atatürk Devrimlerini/Türk Aydınlanma Devrimini radikal bir biçimde yeniden düşünmemiz gerekir. Çünkü kavrayışı değiştirmeden koşulları değiştirmek pek olası görünmüyor.

Atatürk’ten esinlenerek söylenecek olursa, “Kavrayış koşullardan önce gelir. İnsan makus talihini yenmek istiyorsa, önce kavrayışını değiştirmek zorundadır.”

BUGÜN NE, NEDEN OLUYOR?

Günümüze gelince… Özellikle Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonucu birçok bakımdan alarm vericidir. Çünkü evrenselci, göçmen yanlısı, küreselci, yeşilci ve farklı cinsel tercihleri onaylayan tüm partiler kaybetti. Macron parlamentoyu feshederek seçime gitme kararı aldı, Belçika başbakanı üzgün olduğunu söyledi. Almanya’da aşırı sağcı parti ikinci sıraya yerleşti. Bazıları zaten Avrupa’nın çoktan bittiğini söylemeye başlamışlardı.

Neler oluyor, niçin oluyor ve tüm bunların anlamı ne?

I. ve II. Aydınlanma  bir anlamda üstten/jakoben bir aydınlanmaydı; doğal ve zorunlu olarak. Bir grup Anadolulu bilim insanı/filozofu dünyayı aklın ışığında anlama gibi insanın tarihinde bir devrimi gerçekleştirmişti. Kesintiler olsa da dünyanın her yerinde bu devrim gerçekleşmese de onun sonuçları tüm insanları etkiledi… Eldeki bilgisayarlar ve telefonlar, antibiyotiğin kullanımı ve hepsinden de tartışılmazı herkesin aydınlanmak için elektrik düğmesine basması… Anadolu Aydınlanmasının sonuçlarıydı bunlar.

Bu Aydınlanma, Rönesans ile başka bir biçime evrildi: Var olanı akıl ışığında anlama çabası bu kez esas olarak insana yöneldi; insanın bir insan olarak sahip olduğu hakları merkeze aldı, demokrasi bir etik estetik değer olarak kendini kabul ettirdi.

Herkes demokrat, herkes demokrasi sevdalısı. Irkçısı, dincisi, dinsizi, kadını, erkeği, azgelişmişi, çok gelişmişi… Eğer demokrasi iyi bir şey, teknoloji başarının bir alanı olarak görülüyorsa, neden hâlâ dünyada okuma yazma bilmeyenlerin çoğunluğu kadın, neden trafik kazalarında çok sayıda insan hayatını kaybediyor?

  • Neden I-II. Aydınlanmanın değerleri tehdit altında?
  • Neden “demokratik Avrupa” ölüme yürüyor?
  • Neden demokrasi iyileştirmiyor veya iyileştiremiyor?

Bu noktada CHP bu evrensel gelişmeleri izliyor mu?

Dünya politik arenasındaki oluşumlar onun kaygısını oluşturuyor mu? Yoksa yalnızca Avrupa’da çoktan zemin yitiren standart sosyal demokrat şarkıları mı söylüyor?

CHP’nin düşünsel zemini nedir? Nasıl bir ülke ve insanlık ufku söz konusudur?

SİYASET POLİTİKAYA EVRİLMELİ

Yalnızca biz değil; Avrupa da I. ve II. Aydınlanmayı aşamadı. Çünkü var olanı ve yaşamı akılla anlama çalışması önemli ama yeterli değildi. Yeni bir Aydınlanma gerekli. Bunun için;

– İnsan kendini başlangıç olarak almalı ve kendinden başlamalı.
– Ne yapmalı sorusunu, “ne olabilirim” sorusuna bağlamalı!
– Uman değil, umut eden ve gerçekleştiren
– Ne bir ideolojinin ne bir inancın kölesi olan
– Söylemlerin taşıyıcısı değil, yaşamın öznesi olabilen
– Kendini din üzerinden tanımlamayan
– Kapitalizmin tüketici-edilgen kinetik öznesi olmayan 
– Özgürlüklerin ve hakların edilgin taşıyıcısı olmayan
– Alan değil, verebilen… kendine, hayata ve başkalarına

Bunlar için de siyasetin politikaya evrilmesi gerekir. Siyaset, ürettiği söylemin aracı olarak insanı edilgenleştirir.

  • Bugün Türkiye’de CHP siyaseti terk edip politikaya dönerek kendi ülkesini
    III. Aydınlanmaya taşıyabilir…
  • Bunun için de halihazırda III. Aydınlanmanın bilgesi Atatürk’ün yaptıklarına bakması gerekir.

ÜÇÜNCÜ AYDINLANMA

Kısa bir anektod: Yaklaşık olarak MÖ 5. yüzyıl civarında İzmir’de/Klazomenai yaşamış olan büyük Anadolulu bilim insanı/filozof Anaksagoras Perslerle girişilen savaş sonucu Atina’ya gitmek zorunda kalır ama burada da tanrıtanımazlık suçlamasıyla karşılaşır. Anaksagoras, bugün fizikçilerin kabul ettiği “Büyük Patlama” kuramını bin yıllar önce ortaya atar. O’na göre, Atinalıların Tanrı olarak kabul ettikleri güneş, ay ve diğer gök cisimleri “Büyük Patlama” sonucuydu. Anadolu fiziği Atina metafiziği ile karşı karşıya gelmişti. Anaksagoras dinsizlikle suçlanarak yargılanır ve çocuklarıyla birlikte ölüme mahkûm edilir. Ölüm sırası kendisine gelip son arzusu sorulduğunda: “Her yıl benim ve çocuklarımın ölüm ayına denk gelen bu ayda çocuklar için bayram yapılsın.” der.

Atatürk çocuklara bir bayram armağan ediyor.

Çünkü O, yaşadığı toprakların düşünsel öyküsünü biliyordu. O, bir “intellectual slumming” değildi; yani yaşama ve ülkesine ilişkin kaygılarını kısa bir gecekondu ziyareti ile süslemeyen, başkalarının aydınlanmaları ile aydınlanılamayacağını bilen, bunun için kendi topraklarındaki düşünceden hareket eden biriydi.

  • O’nun yaşamı bir “üçüncü aydınlanma” gerçekliğidir.

Kendimizden başlamak durumundayız, o zaman belki yalnızca Avrupa değil, insanlık da bize bakar…

Her insanın insan olabilme olanağını sağlama ama insanın insani var oluşunu gerçekleştirmeyi insana bırakma…

İşte CHP bir tek bundan sorumlu olmayabilir!

işte o zaman demokrasi erdemli ve insan da etkin bir varlık olabilir…

Cicero’nun sorusunu III. Aydınlanmaya şu soruyla bağlayabiliriz:

  • Peki, insan olarak doğduğumuz halde nasıl oluyor da insan olmayabiliyoruz?

Artık soru, insan için budur; ya yanıtlar ve yaşarız ya da…

Yasama koalisyonu Anayasa’ya aykırı ve ülkeye zararlı

Siyaset 20.06.2024, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)

“Hukuka çağrı veya saygı” girişimi olarak CHP-AKP görüşmeleri ardından yapılan açıklamalar, 2017 kurgusunun Anayasa ve anayasacılık kavramlarına ne denli uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bunda, değişiklik metni kadar, yasama koalisyonu gibi fiili durumların payı kayda değer.

REJİMİ İLGA

“Koalisyonlara hayır”, 2017 kurgusunun parlamenter rejimi ve hükümet sistemini kaldırma gerekçelerinin başında geliyordu.

Böylece TBMM, Yasama faaliyetlerini (çalışmalarını) yasa yapımı üzerinde yoğunlaştıracaktı. -Bütçe dışında- yasa teklifi (önerisi) tekeli de, TBMM’nin özerk Yasama hedefi olarak yorumlanabilirdi. Böylece, milletin temsilcileri “Anayasa andı” doğrultusunda Yasama görev ve sorumluluklarını Hükümetin gölgesi olmaksızın yerine getirebileceklerdi. Zaten, Yürütme yetkisi tekeli ile donatılan Cumhurbaşkanı (CB), Kararname (CBK) yoluyla norm da koyabilecekti.

YURTTAŞI İNFAZ

Hükümeti – Rejimi ilga önündeki engelleri temizlemek için KHK yoluyla yargısız infaz yapılarak onbinlerce kişi “sivil ölü” durumuna getirildi ama “evet” oyu veren milyonlarca yurttaş da
iğfal edildi (aldatıldı).

SEÇMENİ İĞFAL (Aldatma)

Nasıl?
2017 kurgusu” uygulamaya konulmadan kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’yi, “Anayasa’ya uygun yasa yapımı” sürecinden daha baştan alıkoydu. Kaçınılması gereken yapıldı, yapılması gerekenden ise kaçınıldı. Bunun güncel örneği, AYM kararı ile gündeme gelen KHK-703’tür.
AKP-MHP ikilisi, kendilerinin koyduğu kural gereği uyum yasaları ile değil, İttifak için 298 sayılı Seçim Yasasında değişiklikle uğraştı.

27. Yasama döneminde nitelikli yasa yapımı bir yana, “Anayasa’ya aykırı yasa da yapabiliriz”  anlayışı ile yürütülen Yasama çalışması, kamu yararı için de zararlı bir ‘yasa enkazı’ yarattı
(Bkz. Cumhur İttifakı: Meclis’e takılan ters kelepçe!, BirGün, 12.12.19).

TARİHE İHANET

Hükümet’in ilgası (kaldırılması) ile tasfiye edilen (dışlanan) kurum ve düzenekler, Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı Devleti anayasal ve siyasal tarihine ihanetti.

SÜREKLİ İHLAL (Çiğnem)

2017 kurgusu aktör ve antrenörü, koydukları anayasal kuralları sürekli ihlal etti (çiğnedi) :

-Cumhur İttifakı (Cİ) adı altında yasama koalisyonu,
-CB’nin parti başkanlığı,
-CB yardımcısı ve Bakanların AKP üyesi, yöneticisi ve milletvekili gibi açıklama ve
siyasal davranışları,
-Bütçe yapma çalışmasına TBMM’de CB’nin katılmaması, bu yetkiyi yardımcısına kullandırması.
-Yasama koalisyonunun (Cİ), Meclis dışında hazırlanan yasa önerilerinin noktası ve virgülüne dokundurtmamak için kullanılması…(…)

DİZGİNSİZ İSRAFLAR

Koalisyon, maliyeti bile bilinmeyen Saray ve DİB eksenindeki denetimsiz harcamaları kamuflaj (perdeleme) işlevi de görüyor.

ÜLKESEL İMHA

Tarih, kültür ve doğal varlıkları yok etme iştahının sınır tanımamasında da, Koalisyon yasaları belirleyici.

KÜLLİYEN İFLAS

Emeklileri ve milyonları Bayram harçlığına muhtaç duruma düşüren toplumsal yoksulluk;
rejim ve sistemi ilga,
– yurttaşı infaz,
– seçmeni iğfal,
– tarihe ihanet,
– Anayasayı sürekli çiğneme,
– israf ve imha hareketinin sonucu.

Parlamenter rejimde koalisyon, koşulları var ise, gerekli ve yararlı; yakın tarihimizde görüldü bu. Ne var ki, 2015’te gerektiği halde engelledi; 2017’de artık gerekmediği halde kuruldu.

Zararlı olması, TBMM için “kelepçe işlevi” görmesi ile sınırlı değil; CBK İzleme Komisyonu kurulmasını engelleyerek, Yasama yetkisini Yürütme’nin kullanmasına da seyirci kalmasından.

Özetle : Andı doğrultusunda milletvekillerinin görev yapmasına engel olan Koalisyon (Cİ),
ülkenin bugünü ve geleceği için çok sakıncalı.

KURULUŞ İRADESİ

Cİ’den kurtuluş için güçlü bir kuruluş iradesine gereksinim var. Bunun için,

Anayasal BİRİKİM ve YIKIM farkındalığı sürekli kılınmalı…

Sözde yeni Anayasa söylemine karşı “önce yürürlükteki Anayasa’ya saygı” yanıtı, değinilen aykırılıkları da kapsamına almalı: Anayasanın bütününe ve 2017 kurgusu gereklerine saygı.

-Bu çifte saygı yükümlülüğü yerine getirilse de, 2017 kurgusu demokratik hukuk devletinin asgari gerekleri ile bağdaşmadığı için, TBMM önünde sorumlu hükümet sistemine giden yolu döşeme kararlılığı, kuruluş istenci ile özdeşleşmelidir.
***
Yazarın Son Yazıları

Dostlar,

Prof. Kaboğlu, birkaç gün önce beklenmeyen biçimde kardeşini yitirdi.
Artvin’de toprağa verdi, kendi deyimi ile “vedalaştı” ve üzerinden 1-2 gün geçmeden
bu makalesini yazdı!

Yazıdaki saptama ve uyarılar çok değerli ve çok yerinde.

Yasama koalisyonu” deyimi ustaca bir kavramsallaştırma siyaset bilimine ve
anayasa hukukuna. Türkiye’mize dayatılan ucube (anomalili!) “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” nin siyaset bilimi yazınında yeri yok. Dolayısıyla bu “özgün” (!) durum, Kaboğlu hoca gibi alanın uzman ve yazarlarını “yaratıcı” (!) da kılıyor bir “yan ürün” (!) olarak..

Görünüm (tablo) acıklı – gülünç (traji – komik) ama ülkemizin 200 yıllık Anayasacılık ve  Aydınlanma birikimi ve Kemalist Devrim deneyimi, bu kuşatmayı yaracak,
Türk Devrimi sürecek Anadolu’da.

Kendisine hem şükran borçluyuz hem de alkışlamalıyız bu derin Aydın sorumluluğu ve
bilge insan tutumu nedeniyle.

Acısını paylaşır, kendisine ve ailesine dayanç dileriz. Merhumu toprak incitmesin..

Sn. Kaboğlu’na sağlıklı – onurlu – üretken uzun yaşam yılları diliyoruz “Gök Tengri” den…

Türkiye, O’nu özenle izlemeli ve yol gösterilerinden mutlaka, çok kapsamlı yararlanmalı.

Sevgi ve saygı ile. 21.6.24

Dr. Ahmet SALTIK