Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

“Allah Korkusu”

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, uluslararası ilişkiler uzmanı

(AS: Yazının sonunda bizim de Bay H. Akar’a bir sorumuz var..)

Eski Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bir vaiz gibi konuşarak “Eğitimin amacı bilgi değildir, 4-6 yaşlarındakisi çocuklara Allah korkusu vermektir. Allah korkusu olmazsa çocuk ateist, deist, LGBT’ci, uyuşturucu kullanıcısı ı olur..” dedi.

Bilimsel niteliği olmayan üstelik bilime aykırı bu sözleri yorumlamaya değer bulmuyorum. Asıl üzerinde durulması gereken konu, bu ülkede harp okulu komutanlığı, harp akademisi komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir kişinin böyle konuşabilmesidir.

Adı geçen, TSK’nın üst yönetiminde bulunduğu süre içinde AKP’nin siyasal İslamcı anlayışını TSK’ya uygulayan davranışlarda bulunmuş, en azından sessiz kalarak desteklemiştir.

  • Hulusi Akar, Karşı devrimin TSK’daki uygulanmasında AKP ile işbirliği yapmıştır.

Bu kapsamda:

  • Harp Okulu Komutanı iken Atatürkçü öğrencilere sistemli baskı uygulamış,
  • Harp Okulları giriş yönetmeliğini değiştirerek ve mülakatla öğrenci alarak tarikat / cemaat üyelerine Harbiye kapısını açmış,
  • Orduya türbanı sokarak üniforma, birlik ruhu ve disiplini bozmuş,
  • Orduevlerine türbanlı, sakallı kıyafetle girilmesini serbest bırakmış,
  • Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, Genelkurmay Başkanı Üniforması ve askeri helikopterle Abdullah Gül’ün evine giderek siyasal bir görev üstlenmiş,
  • AKP’nin toplantılarında üniforma ile konuşma yapmış,
  • Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarını ziyaret etmekten çekinmemiş,
  • Kuvvet Komutanlarını yanına alarak, resmi elbise ile, Ankara’da başka cami yokmuş gibi, sabah namazında sarayın camisine giderek gösteriş yapmıştır.

Bunların yanında yine bu kişi, TSK’nın üst yönetimde iken, AKP iktidarı ile işbirliği halinde TSK’ya önemli darbeler vurulmuştur. Bu bağlamda:

  • FETÖ’nün düzmece davalarında pek çok Atatürkçü, birikimli subay ve general / amiraller TSK’dan çıkartılmış, Akar’ın önü açılmıştır.
  • Üst düzey komuta yapısı anayasaya açıkça aykırı olarak bozulmuş,
    Genelkurmay Başkanlığı işlevsiz hale getirilmiştir.
  • Yüksek Askeri Şura (YAŞ) yasaya aykırı KHK ile sivilleştirilerek Orduya siyaset sokulmuştur.
  • Askeri sağlık sistemi ve askeri adalet sistemi bozulmuştur.
  • Askeri liseler kapatılarak, harp okulları kuvvet komutanlıklarından alınarak ve harp akademilerinin konumu değiştirilerek subay ve kurmay subay eğitiminin niteliği düşürülmüştür.
  • Kurmay olmayanlar çoğunlukla generalliğe yükseltilerek kurmay olmanın önemi azaltılmıştır.
  • Askerlik süresi kısaltılarak ve bedelli askerlik kalıcı duruma getirilerek eğitim zayıflatılmıştır.
  • Sivillere generallik statüsü verilmiş, generallik önemsizleştirilmiştir.
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenleri iptal edilmiştir.

Bütün bunların sonucunda TSK’da disiplin, birlik ruhu, komutanlara güven, ordu-ulus bütünleşmesi örselenmiştir.

Amaç TSK’yı Atatürkçü çizgiden uzaklaştırmak ve
AKP’nin siyasal islamcı çizgisine çekerek AKP ordusu yapmaktır
.

Hulusi Akar bu süreçte AKP iktidarı ile işbirliği yapmış ve siyasal islamcı Adnan Tanrıverdi’nin projelerini uygulamıştır. ABD’nin bölgedeki planlarında en önemli engel olarak gördüğü Atatürkçü Türk ordusunu siyasasl İslamcı çizgiye getirmeye çalışmıştır.

Eğitim konusundaki son açıklaması da yukarıdaki eylemleri ile uyumludur.

Hayatta en  gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.” diyen Atatürk’ün tersine, “en gerçek yol gösterici Allah korkusudur..” diyerek AKP’nin laikliğe aykırı din odaklı bakış açısını yansıtmıştır.

Bütün bunlara karşın 2024 yılı Kara Harp Okulu mezunları (bitirenleri) kahraman teğmenler Mustafa Kemal’in askerleriyiz! diye haykırarak TSK’daki Atatürkçü özün yitmediğini ve yitmeyeceğini; Ordunun kurucusu ve ebedi (sonsuz) Başkomutanına bağlılığını göstermişlerdir.

Umut vericidir.

Ulusal güvenliğimizi ilgilendiren TSK’daki karşı devrimci değişiklikler muhalefet tarafından öncelikle gündeme getirilmeli, düzeltici önlemler ve sorumlulardan hesap sorulması planlanmalıdır.
==============================================
Dostlar,

Bay Akar’ın kızı, basından öğrendiğimize göre, ABD’de Biyoloji okurken, nasıl olmuş da Tıp eğitimi dengi sayılmış ve Hacettepe Tıp Fakültesine yatay geçiş yapmıştır?

Hulusi beyin “Allah korkusu ve kuldan utanma” önerisi kendisi dışındakiler için korkarız!?

Dr. Ahmet SALTIK
16.9.24

Asker

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
16 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üyesi olan askerler hem siyasetçiler hem de sözde entelektüeller tarafından sık sık horlanmıştır, dışlanmıştır, ötekileştirilmiştir, aşağılanmıştır, küçümsenmiştir.

Oysa asker halkın bir parçası olduğu gibi, halkın güvenliği için zor koşullarda fedakârlık yapan (özveride bulunan) ve bu uğurda ölümü bile göze alan insandır.

Halk ve vatan için ölümü göze alan siyasetçiye ve entelektüele az rastlanır. Ama Türkiye’de halkı ve vatanı için ölümü göze alacak cesarete ve erdeme sahip yüz binlerce asker vardır. Bu nedenle, askerine ve ordusuna sahip çıkmayan birisinin, halkının ve ülkesinin geleceğine sahip çıktığından da söz edilemez.

Devletin her kademesinde (basamağında) olduğu gibi, TSK’de de bir yozlaşma yaşanmıştır. Ancak bu durum, asker ve ordu hakkında toptancı bir anlayışla genelleme yapılmasına, askerin ve ordunun olumsuz sıfatlarla damgalanmasına yol açmamalıdır.
***
Türk Silahlı Kuvvetleri, Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma Devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur.

Atatürk asker kökenlidir ve insanlık tarihindeki en erdemli, adil, cesur siyasetçilerden ve devrimcilerden biri olarak tarihe geçmiştir. Günümüzde O’nun yerine göz diken AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın çapı veya kapasitesi, Atatürk’ün binde biri kadar bile değildir.

Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ölümsüz başkomutanıdır.

  • TSK’nin her üyesinin Mustafa Kemal’in askeri olmasından daha doğal ve doğru
    bir şey de yoktur. 

Mezuniyet (Bitirme) töreninde, Anayasada ifade bulan demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin korunması için ant içen ve Mustafa Kemal’in askerleri olduklarını vurgulayan teğmenler hakkında soruşturma başlatılması, Erdoğan’ın teğmenleri hedef alması, en hafif tabirle (deyimle) anayasanın ve devletin temel ilkelerine karşı meydan okumak anlamına gelmektedir.

Erdoğan yıllardır, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Ümmetçi Silahlı Kuvvetleri’ne, AKP Silahlı Kuvvetleri’ne, Tarikat/Cemaat Silahlı Kuvvetleri’ne dönüştürmeye çalışmaktadır! 

Anayasaya ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletine sadık kalacağına dair (ilişkin) namusu ve şerefi üzerine yemin ettikten sonra, anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34. ve 138. maddelerini defalarca ihlal eden (kezlerce çiğneyen) Erdoğan’ın, anayasaya ve devlete bağlılık konusunda askerlere verecek hiçbir dersi olamaz!
***
AKP içindeki kimi odakların, teğmenlerin yemin törenindeki andını, darbe çağrısına benzetmeleri, halkı kandırmaktan başka bir şey değildir.

  • Anayasanın birçok maddesini yıllarca ihlal ederek (çiğneyerek) sivil darbe gerçekleştiren, teokratik ve monarşik bir düzen kuran, AKP hükümetinin kendisidir. 

Ayrıca, Cumhuriyetin yakın tarihindeki askeri darbelerin ve darbe girişimlerinin çoğu, ABD emperyalizminin desteğinde, Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerini ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri bunların en çarpıcı örnekleridir. AKP de bu darbelerin bir ürünüdür ve uzantısıdır. AKP bu darbelerin sağladığı ortam sayesinde 22 yıl iktidarda kalmıştır.

15 Temmuz 2016 tarihindeki askeri darbe girişimi de, tescilli Atatürk düşmanı Fethullah Gülen çetesinin TSK’ye sızması sonucunda gerçekleşmiştir. Bu çetenin TSK’ye sızması ve TSK’de kök salması, büyük ölçüde AKP iktidarında gerçekleşmiştir. 
***
Gerçekler böyle iken, AKP’nin TSK’yi siyasal parti, tarikat, cemaat ordusuna çevirmeye çalışması nasıl açıklanabilir?

Önümüzdeki seçimleri yitirdikten sonra, askeri darbe gerçekleştirmek için olabilir mi?

Olabilir de, olmayabilir de.

İlk deneyecekleri şey, Ekrem İmamoğlu’nu, uyduruk ve sahte bir “dava” ile bertaraf etmek ve seçimdeki rakiplerini belirlemek olacaktır.

Bu da zaten yeni bir sivil darbeden başka bir şey değildir!

BİREY, AİLE ve TOPLUMLUMSAL YAŞAMI ETKİLEYEN BEŞ TEMEL ETMEN

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

1-Akıl ve bilim kuşku (şüphe) duymayı gerektirir; Bilimsel Kuşkuculuk (scientific sceptisizm). Eğitir ve doğru bilgileri buldurur ve öğretir. Teknoloji, iş, çalışma, üretim, ticaret… ve paylaşım buradan doğar. Günümüzdeki tüm gelişmiş demokratik ve uygar ülkeler akıl ve bilim / bilimsel akılcılık açısından üst düzeyde olan ülkelerdir.

2- İnançlar ise insanları ve toplumları ya cehennemle korkutarak ya da cennetle müjdeleyerek ve tapındırarak koşullar. Din güdümlü bir ahlak öğütler. Bu sistem, eğitim ve öğretim düzeyleri yeterince gelişmemiş toplumlarda siyasal, yönetsel, dinsel ve ticari açılardan kolayca kötüye kullanılabilir.

3- Duygular ise ya sevdirerek ödüllendirir ya da nefret ettirerek ötekileştirir. İnançlar ve duygular akıl ve bilimden daha güçlü yönlendiricilerdir. İçgüdülerse daha çok hayvansal ve biyolojiktir, mutlaka denetlenmesinin öğretilmesi gerekir. Her türlü etnik ve dinsel ayrımcılık daha çok halkın vatan, ulus, bayrak… gibi kutsallarını kötüye kullanma olasılığı ile ilintili olarak ortaya çıkar.

4- Töreler, gelenek ve görenekler ise toplumca doğruluğuna inanılan kalıplaşmış tutum, davranış ve alışkanlıklardır. Düğün, bayram, sünnet, kirvelik, doğum günü kutlamaları… böyledir. Ancak asla unutmamak gerekir ki; zaman değiştikçe töreler, gelenek ve görenekler de değişim ve dönüşümden kurtulamaz.

5- Siyaset kurumu ise can, mal ve yaşam güvenliğinin korunması, kalkınma ve adaletin sağlanması için gerekli ekonomik, yönetsel… ve hukuksal yapıyı oluşturur.

Bu beşinci etmen, doğrudan devletin yetki ve koruması altındadır.
Genelde devletler ya havuç ya sopa ya da ikisinin karışımı bir yöntem kullanırlar.

Havuç politikası, toplumu eğitip ikna ederek ve olumlu yaptırım araçlarını kullanarak yönetme ilkesine dayanır. Hukukun üstünlüğüne ve temel insan haklarına dayalı demokratik rejimlerin yöntemidir. Gelişmiş toplumlar böyledir.

Sopa politikası ise otoriter, totaliter, sultanist… ve diktatör rejimlerin toplumu yönetme yöntemidir. Temelinde korkutma, zorla boyun eğdirme, boyun eğmeyenlere şiddet kullanma politikasına dayanır. Geri kalmış toplumlar da bu sınıfa girerler.

Havuç ve sopa politikasını bir arada kullanan devletler ise karma (melez / hibrit) rejimli toplumlardır. Bunlara Sosyoloji dilinde geçiş dönemi toplumları denilir. Bu tür çalkantılı ve karma rejimlerde eğitim, ekonomi, üretim, hukuk, adalet, din anlayışları ve kültürel, sosyal organizasyonlar net olarak yerli yerine oturmamıştır. İdeolojik ve dinsel açıdan bir uçtan bir başka uca kolayca savrulabilirler.

Karma (Hibrit – Melez) rejimlerle yönetilen ülkelerdeki siyasal önderler genelde us ve bilimi değil duyguları ve inançları harekete geçirerek demagoji yani halk avcılığı yaparlar.

Sizce Türkiye hangi sınıfta, rotası ne yöne ve nasıl yönetiliyor?
Karar sizin aklınızın duruluğuna, bilimsel ve ahlaksal vicdanınıza aittir.
***

Çürüme, Çöküş ve Erdoğan’a çağrı

Çürüme, Çöküş ve Erdoğan’a çağrı
(Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız)

3 Kasım 2002-12 Eylül 2024.. 22 yıl bitmek üzere. Erdoğan-AKP, büyük ve çok önemli bir ülke olan Türkiye’nin yönetiminde tek başına iktidar olarak söz ve karar sahibi oldu. Hele 9 Temmuz 2018’den bu yana, siyaset biliminde yeri olmayan ucube cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile totaliter-otokrat TEK ADAM!

Ulusu aşağılıyor, ağır hakaret ediyor, “Al ananı da git lan!” bile diyebiliyor!? Çok dava açıyor.

22 yıl, 3. Binyıl başında, bilimsel-teknolojik ilerlemelerin baş döndürücü hız kazandığı Sayısal (Dijital) Devrim çağında çook uzun bir süre. Zamanın akışı hızlandı apaçık. Birçok ülke büyüme-gelişmesini ikiye katladı nerdeyse. Çin başta, birçok Afrika-Asya ve G. Amerika ülkesi daha demokratik ve gönençli oldu.

Ülkemize durum tam tersine! 130 milyar $ dış borç dört katını aştı. Peş keş çekilerek özelleştirilmeyen KİT vb. kurum kalmadı. TCMB tarihinde ilk kez dev açık verdi.
Kamu kadrolarına 2,5 milyonu aşkın yandaş, liyakat dışı dolduruldu.
Gene de işsizlik, Yunanistan nüfusunu aşkın, 10 milyon gibi korkunç düzeyde.
Orta gelir tuzağını aşamadık, RTE-AKP hedefi 2023’te ekonomik balkımdan ilk 10 ülke arasına girmek ve 25 bin+ $ / yıl kişi başına gelire erişmekti. Olmadı, daha da geriledik. Gelir dağılımı en adaletsiz olan dünyadaki son birkaç ülke arasına düştük. Yatay ve dikey Yoksullaşma dayanılmaz kertede. Yükseköğretimde yüzbinlerce öğrenci okula ara veriyor, üniversite sınavını kazananlar kayıt yaptıramıyor.

Eğitimde laik-bilimsel-ulusal-kamucu olmaktan çıktık, okulları tarikat-cemaatlara, MEB’i DİB’e terk ettik. Üniversite özerkliği kalmadı, medreseleştik, bilim üretemiyor, teknoloji geliştiremiyor, patent alamıyoruz. Güzel sanatlarda, sporda varlık gösteremiyoruz. RTE konsere, tiyatroya, baleye.. sergilere gitmiyor!?

Sağlıkta, “Sağlıkta Dönüşüm” maskesiyle neo-liberal küresel vahşete teslim olduk, insanlarımız hacamat, sülük, cinci hocalara teslim ve “badelenmekte”!

  • Doktorlarımız göç etmekte, olmadı intihar etmekte!

KÖO-KÖİ (Kamu Özel Ortaklığı-İşbirliği) tuzağı ile şehir hastanelerinden otoyollara, köprülerden hava alanlarına dek, nedense gerçek bedelinin birkaç katına yapıtlar edindik ama çocuklarımızın gelirlerini bile ipotek ederek bir avuç yandaş ve yabancı sermayeyi akıl almaz ölçüde zengin ettik.

Yargı, HSK ve AYM’den başlayarak tümü ile RTE atamalarıyla yandaş oldu, tarafsız-bağımsızlığını yitirdi.

Kolluk, Polis-Jandarma iktidar sopasına dönüştürüldü ve kendi halkına kabul edilemez şiddet uyguluyor.

Artvin’de Lokumcu ve Kibar apaçık öldürüldüler!

İstanbul Sözleşmesi’nden Anayasa çiğnenerek çekildik ama kadın öldürmeleri her yıl 400’ü buluyor. İş cinayetleri, çocuk işçilik ve ölümleri durmuyor, artıyor.

Kuran kursları çok erken yaşlara alındı, hafızlık destekleniyor ama buralarda çocuk istismarı bitmiyor.

Çevre yıkımı dayanılmaz ve geri döndürülemez boyutta. Açık maden aramaları ve rant için ormanlar yakılıyor, HES’ler dereleri kurutuyor, yüzeysel sular tükendi, toprak çöküyor (obruklar), su kıtlığı kapıda!

Dört milyon hektarı aşkın tarımsal alan yapılaşmaya açıldı, dört milyon ton/yıl buğday üretimi eksildi. Tarım-hayvancılık can çekişiyor, gıda fiyatları dünyada düşerken ülkemizde her yıl katlanıyor.

  • Milyonlarca insan AÇLIK sınırında!

Asgari ücret komik, 500$, milyonlarca emekli 400$ aylıklı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve belediyelerin desteğine bağımlı yoksul yığınlar çığ gibi artıyor! Yaşam çok ama çok pahalı!

Halkın anayasal toplantı-gösteri yürüyüşü, sokak söyleşileri, işçi grevleri sermaye yararına engelleniyor. Evlere sabah baskınları ve yersiz ters kelepçe, hukuksuz gözaltı ve tutuklamalarla adeta faşizm yaşıyoruz!

Dış politikada, akıl almaz hatalarla ABD-AB çıkarları için Suriye’de Esat’ı devirmeye kalktık, BOP batırdı. 2011’den bu yana başta Suriyeliler, 10 milyonu aşkın insan ülkemize demografik operasyonla sokuldu. Bu korkunç bir yıkım tasarımı! Ulus devletten ümmete, federalizme ve Anadolu şeriat devletine koşuş!

Yasama notere döndürüldü. Bütçe hakkı yok, gensoru – güvenoyu hakkı yok, soru önergeleri yanıtsız.

Yürütme – bürokrasi kapıkuluna dönüştürüldü. Yürütme yetkisi tek başına RTE’de ama tam sorumsuz!

Hükümet yok, Bakanlar Kurulu yok, sözde CB kabinesi var, Bakanlar RTE’nin memuru.

RTE sicil amiri!

Köylü ürünlerini toplayamıyor, ederine satamıyor, yollara döküyor, yağmaya açıyor, traktörü ile ağırbaşlı protesto ediyor, RTE-AKP duymuyor. 6360 s. Büyükşehir Belediye yasası altımıza konan bir dinamitti, patladı 12 yıl sonra. Kırsal nüfus %7’nin altında, köyler boşaldı, imam kaldı, okullar kapatıldı.

  • DİB, yalınkılıç hutbelerle kurucu atamız ATATÜRK’e utanmadan hakaret etti.
  • RTE, “2 ayyaş” diyebildi!

Ama birkaç yüz genç teğmenin mezuniyet coşkusuna zalim infaz! TSK’nın tepe komutanları tam teslim!?
***
Bu acı örnekler daha da artırılabilir. Ülkemiz içte-dışta tıkandı. H. Yazıcı ve Hüdapar A’den Z’ye yeni Anayasa çığlığı atıyor, ülke anayasasızlaştırılmış iken.

RTE giderek daha çok şiddete başvuruyor, tükenme ve çöküş!
***

RTE’ye önerimiz                                       :

Kemal-i edeple görevi bırak!
Parlamenter rejime dön,
AKP-MHP vd. iktidarda kalsın.
Korkma, TBMM’nin seni Yüce Divan’a yollaması için 400 vekil gerek, bu olanaksız.
Dokunulmazlık mutlak!
=================================================
Yazımızın PDF biçimi : Çürüme, Çöküş ve Erdoğan’a çağrı 12.9.24

İki 12 Eylül / iki kılıç ve üç Anayasa hali

Siyaset 12.09.2024 BİRGÜN

İki 12 Eylül: 12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010.

İki kılıç:  namaz kılıcı ve asker kılıcı.

Üç Anayasal hal: demokratik, otoriter ve keyfi

İKİ 12 EYLÜL

Tarihimizin en acımasız ve kalıcı etkileri olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasası, Aralık 1983’te yürürlüğe girdi.

Güvenlikçi ve otoriter Anayasa, darbe üzerinden 7, yürürlüğe girişi üzerinden 4 yıl geçtikten sonra değiştirilmeye başlandı. ‘Sınırlı iktidar ve güvenceli özgürlük’ ereğinde değişiklikler 2004’e dek sürdü: Hukuk devletinin onarımı.

12 Eylül 2010’da halka sunulan Anayasa değişikliği için, iktidar partisi AKP, ‘Fetö kumpası idi’ dedi. Ortağına ilişkin bu iddia, hukuken geçerli değil; çünkü Anayasal görev, yetki ve sorumluluk, TBMM’de çoğunluğu bulunan Parti ve Hükümetine ait. Buna karşın eğer iddia doğru ise, siyasal iktidar görevini yapmadı: Fiili koalisyon ve keyfi yönetim.

Darbe ile hesaplaşmak adına (için) halkoyu tarihini 12 Eylül olarak belirleyenler, 7 yıl sonra “Anayasal ve siyasal mirası ret” (2017) için, eski ortağın başarısız darbe girişimini itici güç olarak kullandı.

Yıkımın 7. yılında bu gün, 2017 aktör ve antrenörü, kişisel iktidarını kalıcı kılmaya yönelik anayasal ve tarihsel dezenformasyonda sınır tanımıyor.

İKİ KILIÇ

Anayasal amacı “milletçe dayanışma ve bütünleşme” olduğu halde Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), camilerde ibadet sırasında kılıçla temsil ediliyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu teğmenler, mezuniyet töreninde kılıç çatarak and içiyor.

ÜÇ ANAYASAL HAL

Demokratik / otoriter / fiili-keyfi sıfatları, üç hali ifade ediyor (durumu anlatıyor).

-Genel esaslar, 1982 Anayasası’nın ilke olarak demokratik hükümleri.

-“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.” hükmü (md.104/2017) çerçevesinde yapılan düzenlemeler, çoğunlukla otoriter nitelikte.

CB’nin Parti başkanı olması ve bu sıfatı da kullanarak söylem, eylem ve işlemleri, çoğunlukla ‘fiili ve keyfi’. Teğmenler için “mutlaka temizlenecek” ifadesi (söylemi), güncel tipik örnek.

DİB/ İHL /TSK

TSK mensupları için yaptırım ve İmam Hatip Lisesi (İHL) mezunları için ödül söylemi eşzamanlı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı eşliğinde and içen teğmenlerin  “süratle temizlenmesi için adımlarımızı atıyoruz” diyen Cumhurbaşkanı, İHL için hedef de gösterdi:

  • “Bir tek rütbem var, o da imam hatipli olmak” ve “Bayrağı sizler teslim alacaksınız”.

Mezuniyet (Bitirme) töreninden 8 gün sonra 7 Eylül’de teğmenlere yaptırım beyanı (açıklaması) iki nedene bağlanıyor: Kılıç ve And.

Kılıçları çatma, askeri bir eylem.

Sözler ise, “demokratik Anayasa” yelpazesi içinde ve değiştirilemez hükümler (md.2 ve 3) bağlamında ifade özgürlüğünün toplu kullanımı.

Suçsuzluk karinesi ihlali ve yaptırım söylemi ise, bir suç kurgusu olarak keyfilik yelpazesi.

Bu kurgu, imam hatiplik rütbesi ve “bayrak teslim” söylemi ile yeni bir paralel yapılanma mecrası (alanı) için meşruluk kaynağı…

DİB ve MEB üzerinden eğitimde paralel yapılanmalar,
İHL üzerinden TSK paralel yapılanma halkası ile genişletiliyor.

Bütün bunların anlamı ne?

Siyasal İslam palazlanması, iki 12 Eylül köprüsü. Sonrası ise, Anayasa değişikliği bakımından faktör (15 Temmuz darbe girişimi) ve aktör (16 Ekim D. Bahçeli konuşması), antrenör için otoriterlik ve keyfilik hattı yarattı. Temizleme! operasyonu, DİB/MEB/Saray üçlüsünde ‘Türkiye yüzyılı’ için antrenörün yol haritası: Dinsel bilgi kirliliği (İslamofobi faktörü kılıç), bilimsel bilgi kirliliği (Cemaat-tarikatı sivil toplum örgütü olarak niteleme), anayasal ve siyasal sistem bilgi kirliliği ve mühendisliği (Saray).

Bugün, bilgi kirliliği eşliğinde 12 Eylül ve darbe anayasası söylemi ile örtülmeye çalışılacak olan Devlet çürümesi, toplum ve ülke ile tamamlanıyor:

Narin utancı, toplum çürümesi…

Ülke yağması ise, devlet ve toplum çürümesinin ortak paydası…
====================================================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 11 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İNKAR (Yadsıma)

Mısır Devlet Başkanı Sisi’ye darbeci, diktatör sıfatları ile seslenip, ”Bir  araya gelirsem kendimi inkar ederim.” diyen RTE kendini inkar etti. (AS: yadsıdı)

Görüşmek doğru, önce söylenenler yanlış…

ÇER-ÇÖP

Saray danışmanı jöleli yiğit, yemin eden teğmenlere, “Çer-çöp” dedi.

Onlar dönüşüm çöplerinden değil gerçek yiğitlerdir…

AKÇELEBİ

Teğmenlerin andı ile ilgili olarak AKP’li Çelebi,

Türk Silahlı Kuvvetlerimizi herhangi bir tartışmanın, iç siyasetin parçası yapacak eylemlerden uzak durulmalı, gerçek Atatürkçülüğe zarar verecek her hareketten kaçınılmalıdır.” diyerek ortaya karışık açıklama yaptı ve

  • Atatürkçü anti-emperyalist duruşun Cumhur İttifakı’nda vücut bulduğunu yumurtladı.

Ergenekon’da Nutuk’u kime karşı savundun Akçelebi?

Dön bir geriye, bir de altına bak Akçelebi…

ENERJİ

40 yıl hapisle yargılanan Polat çifti salıverildi.

Cüzdan enerjisi mi?…

ADALET

Dünya Adalet Ligi’nde 173 ülke arasında 148 inciyiz.

Enerjiii!..

TEMİZLİK

RTE, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenler için,

“O kılıçları kime çekiyorsunuz? Oradaki birkaç tane kendini bilmez de temizlenecek.” dedi.

Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencileri de İzmir’de milli maç seyircileri de toplu olarak aynı sloganı attı.

Haydi oraları da – onları da temizleyin!..

TUVALET

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın tuvaletleri 24 milyon liraya, Diyanet’in tuvaletleri 6 milyon liraya yenileniyormuş.

Yiyin yiyin, tasarruf tedbirlerinin de, milletin parasının da içine…

Antiemperyalizm, Atatürk ve subaylık

Hamdi Yaver AKTAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMHAMDİ YAVER AKTAN
YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI

10 Eylül 2024, Cumhuriyet

1973 yılında Milliyet gazetesinde Ali Gevgilli’ nin yönettiği açık oturumlardan birinde İdris Küçükömer, Kurtuluş Savaşının antiemperyalist bir savaş olmadığını ileri sürmüş, katılımcılardan Şevket Süreyya Aydemir, “bu görüşün bundan sonra bizim siyasal edebiyatımıza gireceğini” söylemiştir.

Küçükömer’in tezi esasen (gerçekte) bir bakıma önceki görüşlerinin devamıydı. 1969 yılında yazdığı ve sonra “Düzenin Yabancılaşması” ismiyle kitaplaşan yazı dizisinde de Türkiye’deki sağ-sol ayrımını tersine çeviriyordu. Yalçın Küçük ise Londra’dan gönderdiği “Empresyonist Bir Tablo” başlıklı yazı ile Küçükömer’e yanıt veriyordu.

Düşünür ve aynı zamanda eylem adamı, unutulmaz Doğan Avcıoğlu, Kurtuluş Savaşımızın antiemperyalist bir savaş olduğunu açıklamak için Küçükömer’e karşı dört ciltlik “Milli Kurtuluş Tarihi”ni yazar. Birinci kitabın alt başlığı “Emperyalizm Karşısında Türk Aydınının Aymazlığı ve Tam Bağımsızlık”tır.

Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist savaş olmadığı görüşünün devamının “Keşke Yunan galip gelseydi” gerici düşüncesine ulaştığı bilinmektedir.

Mustafa Kemal Paşa ne diyordu daha 7 Ekim 1922’de?

  • “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Çünkü müdafa ettiği, bütün mazlum milletlerin bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle birlikte olan Doğu milletleriyle beraber yürüyeceğinden emindir.”

Başkomutan Mustafa Kemal, beraberindeki komutanlarla İzmit’te denetlemelerde bulunurken. (1923)

İKİ TAŞIYICI SÜTUN

Fransız yazar Pierre Benoit, Doğu uluslarının uyanışındaki etkiyi Kudüs’te gözlemler ve İngiliz askerleri karşısında toplanan on binlerce Arap’ın “Yaşasın Mustafa Kemal Paşa!” diye haykırdıklarını anlatır.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın büyük önderi ve devletimizin kurucusu önce askerdir; ulusçuluk ideolojisi ile yetişmiştir; kendisini yetiştirmiştir. Türk ulusunun gücüne inancı tartışılmaz!
Ulusa inanmakta, ulusun da içinden çıkan ordusuna güvenmektedir.

Bilindiği üzere ulusal devletin iki taşıyıcı sütunu vardır:

  • Milli ordu, milli eğitim!..

Kurtuluş Savaşı günlerinde, milli eğitime ne denli önem verdiği anımsanmalıdır. Bu yazının konusunu taşırmamak için Ordu ile ilgili değerlendirme yapıldığında hemen söylenmesi gereken: Ordunun yönetilmesidir. Ordu, subaylarca yönetilir. Klasik yazın yapıtlarında da subayların konumları önde oluşları yetkin bir biçimde işlenir. Yalnızca Dostoyevski ve Tolstoy okumaları bile yeterlidir!..

Türk subayının ne denli özverili olduğu tarihten sayısız örnekle gösterilebilir. Sakarya Meydan Savaşı’nın “Subay Savaşı” olduğunu söylemek bile en çarpıcı örnektir. Emperyalizmin işbirlikçi çetesi 21. yüzyılın başında Türk subaylarını her rütbeden Bekirağa Bölüğü/Silivri vb. yerlere göndermişti. Neden mi?

‘ORDUNUN RUHU’

Mustafa Kemal Paşa, Afyonkarahisar Kolordusunda 31 Temmuz 1921’de ne demişti:

  • “Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları (emperyalistler anlaşılmalıdır!) milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir.(…) Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak (…) icap eder. Kuvvet ordudur. (…) İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için pek tabii olarak evvela onu mahrum etmek çarelerine giriştiler. Ordu ise… ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; ordunun ruhu subaylardadır. Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibarıyla, (…) bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.(…) Onun (subayın) yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır… Dolayısıyla subay için ‘ya istiklal, ya ölüm’ vardır.”

Subaya verilen görev, Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerinde açıklanmıştır.
Tereddüt mü (Çekince mi) vardır?

Değişmeyen CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
09 Eylül 2024 Cumhuriyet

CHP tüzük kurultayı geçtiğimiz hafta gerçekleşti. “Değişim kurultayı” adı verilen kurultayda ne yazık ki parti içi demokrasi doğrultusunda yeterli bir değişim sağlanamadı. “Değişim” söyleminin içeriği ciddi bir değişim eylemiyle doldurulmadığında, bunu değişim olarak tanımlamak olanaklı değildir.

Usul ile ilgili iki sorun vardı.

Birincisi, kurultaydan önce oluşturulan tüzük komisyonunda 81 il başkanı ve birkaç PM ve MYK üyesi yer alıyordu. Tüzük konusunda il başkanlarının görüşünün mutlaka alınması gereklidir. Ancak bir tüzük komisyonu ağırlıklı olarak il başkanlarından oluşursa, komisyonda, partide yöneticilik görevi olmayan hukukçular ve bu konuda çalışma gerçekleştiren uzmanlar yer almazsa, tarafsız, nesnel, adil ve demokratik bir tüzük ortaya çıkartmak olanaklı değildir.

İkincisi, bu komisyonun hazırladığı, 81 il başkanının oybirliğiyle kabul edilen ve kurultay delegelerinin onayına sunulan tüzük taslağı, görüşmeler ve oylamalar başlamadan yaklaşık yarım saat önce delegelere ulaştırıldı. Bu kadar (denli) kısa bir sürede delegelerin 24 sayfalık bir metni okuması, özümsemesi, değerlendirmesi olanaklı değildir. Bu metin dijital (sanal) ortamda delegelere bir gün önceden ulaştırılabilirdi.
***
Esasla ilgili olarak da CHP demokratik bir tüzüğe kavuşamadı ve tarihsel bir fırsatı bir kez daha kaçırdı.

Birincisi, milletvekili ve belediye başkanı adaylarının, yargı denetiminde tüm parti üyelerinin katıldığı bir önseçimle belirlenmesi zorunlu kılınmadı, mevcut (eldeki) tüzükte olduğu gibi seçeneklerden biri olarak kaldı ve parti meclisinin kararına bırakıldı; adayların önseçimle belirlenmesi durumunda da, genel merkeze % 15 kontenjan tanındı.

Eğer önseçim tek ve zorunlu aday belirleme yöntemi olarak kabul edilseydi ve genel merkeze de %5 gibi daha düşük bir kontenjan tanınsaydı, partinin üyeleri aday belirleme sürecinde daha etkin olacaklardı.

İkincisi, kurultayda ve kongrelerde her parti üyesinin aday olmasını sağlayan çarşaf listeyle seçime gidilmesi kolaylaştırılmadı; aksine, delegelerin onda birinin önerisiyle blok liste ile seçime gidilmesi yolu olduğu gibi korundu.

Eğer blok liste ortadan kaldırılsaydı, çarşaf liste zorunlu kılınsaydı veya blok listeyle seçime gidilmesi için delegelerin üçte ikisinin önerisi gerekli olsaydı, adaylık konusunda parti üyelerinin yolu büyük ölçüde açılacaktı.

Üçüncüsü, parti üyelerinin oy kullanabildiği tek kongre olan ve ilçe kongrelerinde oy kullanacak olan delegelerin seçildiği mahalle/ muhtarlık bölgesi kongrelerinin, ilçe ve il kongreleri formatında yapılması, demokratik bir ortamda gerçekleşmesi, bu kongrelerde yargı denetimi olmadığı için, bu konuda iç denetim mekanizmalarının (düzeneklerinin) kurulması konusunda, tüzükte hiçbir madde yer almadı.

Mahalle kongrelerinde seçilen ilçe delegeleri il delegelerini, il delegeleri kurultay delegelerini, kurultay delegeleri de genel başkanı ve parti meclisi üyelerini seçtiği için, mahalle kongrelerindeki anti-demokratik (demokrasi karşıtı) uygulamaların kurultaya dek giden süreci baştan sona etkilemesi geleneği de böylece korundu.

Dördüncüsü, tüzüğe göre parti meclisi, kurultaydan sonra partinin en üst karar organı ve partinin politikalarını, stratejilerini karara bağlayan organ olduğu halde, merkez yürütme kurulunun PM’nin alanına giren kimi yetkileri sınırlandırılmadı.

Beşincisi, üyeliklerin nitelikli bir yapıya kavuşturulması için yaşamsal önemde olan parti içi ideolojik ve siyasal eğitim zorunlu kılınmadı, parti üyeleri için sadece (yalnızca) bir seçenek olarak kabul edildi, bu eğitimlere katılmayanlara yönelik disiplin cezası yaptırımı getirilmedi.
***
Özetle; Cumhuriyeti ve demokrasiyi, yani halkın egemenliğini savunan CHP, parti üyelerinin partide egemen olmasını engelleyerek, kronikleşmiş (süregenleşmiş) çelişkisinden ve oligarşik yapısından yine kurtulamadı.
=======================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Değişmeyen CHP9 Eylül 2024

MUSTAFA KEMAL’in ASKERLERİ

Suay Karaman 

2018 yılının Ocak ayında CHP İstanbul eski il başkanı Canan Kaftancıoğlu, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözünün militarizm koktuğunu söylemişti ve bunun yerine “Mustafa Kemal’in Yoldaşlarıyız” sözünü kullanmıştı. Aslında Kaftancıoğlu ve benzerlerinin kimlerin yoldaşları olduğu belliydi, çünkü emperyalizm böylelerini maşa olarak kullanıyordu. 

30 Ağustos 2024 günü Kara Harp Okulu’nun mezuniyet (bitirme) töreninden sonra yeni teğmenlerin kılıçlı yemin töreni ülkemizin gündemine oturdu. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü korumak için ant içen yeni teğmenler, büyük övgü aldı. Toplum, bunun bir senaryo olmadığına inanmak istiyor. 

İçilen ant metni, 1961 tarihli Silahlı Kuvvetler İç Hizmetler Kanunu’nda yer alan resmi bir metindir ve şöyledir:

  • “Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır.
    Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız.
    Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız.
    Ne mutlu Türküm diyene.”

Her askerin Silahlı Kuvvetlere katılırken içtiği bu ant metnine nasıl karşı çıkılır? 

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözü, yediden yetmişe Türk ulusuna mal olmuştur ve bu sözü söyleyerek ülkeyi çınlatanların içinde siviller de vardır, askerler de. Mustafa Kemal’in askeri olmak; Atatürk’ün izinde gitmektir, yolunda yürümektir, ilke ve devrimlerine sahip çıkmaktır. Mustafa Kemal’in askeri olmak; emperyalizme karşı olmaktır, yurttaşlar arasında ırksal ve mezhepsel hiçbir ayrım yapmaksızın tüm yurttaşları kucaklamaktır, ulusunun çıkarlarını küresel çıkarların üstünde tutmaktır, tam bağımsızlıktır.

Yapılan büyük Türk Devrimi‘nin ve ilkelerin askeri olmak hepimiz için büyük bir onurdur. 

Durum böyleyken “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözünden rahatsızlık duymak niyedir?

Bu sözden Atatürk ve Kemalizm karşıtları, etnikçiler, mezhepçiler, bölücüler, dinciler, numaracı cumhuriyetçiler, sosyal demokrat ve liberal cephede bulunanlar ile emperyalizmin maşası olanların rahatsızlık duyması doğaldır. Çünkü “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözünün içinde tam bağımsızlık vardır, emperyalizm karşıtlığı vardır, Cumhuriyet’in ilke ve devrimleri vardır. 

Yeni teğmenlerin “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözlerinden siyasal iktidar rahatsız oldu; yandaşları tarafından ‘darbenin ayak sesleri olarak yorumlandı’ ve günlerdir teğmenler hedef olarak gösterilmektedir. AKP yöneticileri bu olaya doğrudan karşı çıkmaksızın, MHP’nin tepkilerini desteklemektedir. MHP genel başkanı Devlet Bahçeli “yasal yemin dışındaki yeminin üzeri Aziz Atatürk’le örtülmemeli ve gizlenmemelidir. 30 Ağustos’u gölgeleyen, ülkemizi meşgul eden, hasımları ümitlendiren, istismar lobisini heyecanlandıran ikinci yemin hadisesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur.” derken, MHP genel başkan yardımcısı İsmail Özdemir ile genel başkan basın danışmanı Yıldıray Çiçek yaptıkları açıklamalarla teğmenlerin yanında yer aldılar. Bu açıklamalarla MHP’nin her zamanki çelişkili durumu gözler önüne serilirken, ülkemizin gündeminin değiştirilmesine de katkı yapılmaktadır. (AS: AKP’nin gündem tuzağı sürüyor!) 

AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, olaydan sekiz gün sonra 7 Eylül 2024 Cumartesi günü İmam Hatipliler Kurultayında yaptığı konuşmada “Geçenlerde mezuniyet töreninde, bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi bunlarla ilgili olarak da birkaç tane kendini bilmez, bunlar da temizlenecek. Bunların Ordumuzun içinde bulunması mümkün değil.” ifadelerini kullandı. Ant metni özümseyerek okunursa, o kılıçların kime çekildiğini net olarak anlamak mümkündür. Her olayın ardından darbe çıkaranlar, kendi yaptıkları sivil darbeyi perdelemek istemektedir. Şimdi gündemi değiştirmek için yeni planların peşinde koşmaktadırlar. 

Bu olay üzerine Milli Savunma Bakanlığı tarafından 2 Eylül’de (2024) bir açıklama yapılarak soruşturma yok denildi. Ancak 5 Eylül’de yeni bir açıklama yapılarak, “disiplin incelemesi sürüyor, mevzuat kapsamında kastı, kusuru, ihmali olan personel hakkında işlem yapılacaktır” denildi. Bu çelişkili tutum da ülkemizin nasıl yönetildiğini göstermektedir. Milli Savunma Bakanlığı, Ege’deki adalarımızı işgal eden ve geçtiğimiz aylarda Lozan Andlaşması’nı ihlal eden Yunanistan’ın yaptıklarını görmezden gelmektedir. 26 Ağustos’ta (2024) Ahlat’ta generallerin, terör örgütü Hizbullah’ın TBMM’deki temsilcisi Hüda-Par’ın genel başkanıyla poz vermesi hakkında tepkisiz kalanların “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözleri üzerine soruşturma açması düşündürücüdür. Geçtiğimiz 10 Kasım 2023 anmasında da Atatürk rozeti takmayı kabul etmeyen teğmenlerle ilgili sorun olmuştu. 

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözü, emperyalizme karşı Atatürk’te somutlaşan savaşım (mücadele) fikrini ateşlemektir ve kazanılan utkunun coşkusudur. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” çıkışıyla ülkemizin gündemine oturan yeni teğmenleri kutluyor, Atatürk’ün gösterdiği yolda vatan ve millet için yapacakları görevlerinde başarılar diliyoruz.

Atatürk’e karşı çıkanlar, Mustafa Kemal’in yolundaki taş olurlar ve sonları; ezilerek, geldikleri gibi gitmektir. Bizler Mustafa Kemal’in Askerleri olmaktan onur duymaktayız, üstelik terhis olmaya da, emekli olmaya da hiç niyetimiz yoktur; hep mücadelenin içinde kalacağız ve yine, yeniden başaracağız… 

Azim ve Karar, 9 Eylül 2024

9 Eylül 1922; Türk süvarileri İzmir’de!

Doğu Silahçıoğlu Kur'ân yaktırmış - YENİ ASYADOĞU SİLAHÇIOĞLU
EMEKLİ TÜMGENERAL

09 Eylül 2024, Cumhuriyet

9 Eylül Süvariler Günü nedeniyle, toprak olmuş tüm süvarilere ve onların cefakâr atlarına ithaf olunur…

102 yıl önce bugün, Osmanlı İmparatorluğu’nun elde kalan son toprak parçası Anadolu, tarihsel bir olaya sahne oldu. Türk ulusunun işgalci düşmana, onunla birlikte hareket eden saraya, sultana, hükümete ve yerli işbirlikçilere karşı “Mustafa Kemal” önderliğinde sürdürdüğü “Kurtuluş Savaşı” zaferle sonuçlandı.

TARİHSEL SÜREÇ

En geniş sınırlarına XVII. yüzyılda ulaşan imparatorluk zamanla dağılma sürecine girmiş ve yalnızca Abdülhamit döneminde (1876-1909) bugünkü Türkiye’nin iki misli (katı) büyüklüğünde (1.6 milyon km2) toprak kaybına uğramıştı. Daha sonra Trablusgarp Savaşı (1911-12) ve Balkan Savaşı (1912-13) yaşanmış; ardından I. Dünya Savaşı (1914-18) başlamıştı. Savaşın sonuna doğru Meclis’i kapatan, yayılmacı ve sömürgeci devletlerin işgalini onaylayan Vahdettin’in hükümete imzalattırdığı “Mondros Ateşkesi” (30 Ekim 1918) yıkımın son aşamasını oluşturmuş; ülke toprakları İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerince işgal edilmişti.

Hıristiyan Batı dünyasının XI. yüzyılda başlattığı “Türkleri Anadolu’dan atma” girişimleri, sonuca ulaşabilecek bir noktaya varmıştı. XIX. yüzyıl İngiliz siyasetçilerinden William Gladstone’un söylemi, yayılmacı ve sömürgeciler için artık bir rehberdi:

  • “Türkler gayri medeni bir millettir. Geldikleri yere, Orta Asya’ya geri gönderilmelidirler. Onlar, insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları
    Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz. Türklerin yaptıkları kötülükler, yalnızca bir suretle ortadan kaldırılabilir. O da onları yok etmekle!”

Türk ordusu İzmir’e girdiğinde yanmış, harap olmuş bir kentle karşılaştı.

MİLLİ MÜCADELE

Anadolu’da işgalci devletlerin egemenliği sürerken 15 Mayıs 1919’da onların desteklediği Yunan kuvvetleri İzmir’e çıktı. 19 Mayıs 1919’da “Mustafa Kemal” “Milli Mücadele”yi başlattı. 1920 Eylül’üne dek Bursa, Balıkesir, Uşak; 1921 Temmuz’una dek Afyon, Kütahya ve Eskişehir Yunan eline geçti.

  • Vahdettin’in, Osmanlı hükümetinin ve İngilizlerin ardında durduğu isyan ve ayaklanmalar
    tüm yurdu sarmıştı.

Ordu “Sakarya Nehri” doğusuna çekilmişti. 1921’in 22 Ağustos’unda düşman tüm cephe boyunca saldırdı. Türk savunma hattı birden yarıldı. Nehir günlerce kıpkızıl aktı. 10 Eylül’de Türk karşı taarruzu başladı. 13’ünde Yunan ordusu kayıplarını savaş alanında bırakıp kaçtı. Kazanılmıştı “Sakarya Savaşı”… İnanmıştı “Mustafa Kemal”… Düşman Anadolu’dan atılacaktı!

BÜYÜK TAARRUZ

Hazırlıklar bir yıl sürdü. “5’inci Süvari Kolordusu” kuruldu. 26 Ağustos 1922 sabah alacakaranlığında “Başkomutan” “Büyük Taarruz”u başlattı. Süvariler “Ahır Dağı” üzerinden “Sincanlı Ovası”na ulaştılar. 30 Ağustos’ta sel olup coştular. Yalın kılıç “Dumlupınar”ı aştılar.

  • 14 gün 14 gece at üstünde durmadan, dinlenmeden doludizgin “ilk hedef” Akdeniz’e doğru koştular.

9 Eylül sabahıydı “güzel İzmir”e kavuştular. İkinci Süvari Tümeni 4. Alay 4. Bölük en öndeydi. “Halkapınar Köprüsü”nden geçerken “uç mangası” bir ateş içine düştü. İlk anda süvarilerden dördü vuruldu. Kahraman atlarıyla kanatlanıp yedi kat göğe uçtular. Sonra Yunan Alsancak’ta denize döküldü. Konak’ta göndere Türk bayrağı çekildi. İhanet yanlıları ve düşman yenilmiş; “Kurtuluş Savaşı” utkuyla taçlanmıştı.

ÖZGÜR VATAN

Cepheden cepheye koşmuştu onlar; “Antalya Kızılsaray köyünden Ömer oğlu Hakkı Çavuş, Akşehir Hamit köyünden Bekir oğlu Mehmet Çavuş , Nevşehir İğneli köyünden Er Ahmet oğlu Seyit Mehmet, Nevşehir Avanos’tan Er Ahmet oğlu Ahmet !..”

  • Toprağın altında yatıyorlar koyun koyuna şimdi. “İzmir Halkapınar İstiklal Şehitliği”nde.

Bir mermer taş üstünde parlıyor isimleri… Dalga dalga yayılıyor ıssız boşlukta sesleri.

Yere kadar ulaşır gelir ta yedi kat gökten; seslenirler bize yokluğun derinliğinden:

  • “Kadınlarımız dul kaldı;
  • çocuklarımız yetim!
  • Olsun; ama geride bir özgür vatan bıraktık!
  • Biz helal ettik hakkımızı sana!
  • Sen de helal et memleketim!”