ŞİİR KÖŞESİ
Bedrettin KELEŞTİMUR
Bedrettin KELEŞTİMUR
ekongar@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları 22 Ağustos 2024, Cumhuriyet
Demokratik Devlet, ülkedeki siyasal iktidarın toplumu “Demokratik Meşruiyet”e sahip olarak yönettiği devlettir.
“Demokratik Devlet”te “Demokratik Meşruiyet Kaynağı”, “Anayasa”dır.
Siyasal iktidarların eylem ve söylemlerinin “Anayasa”ya uygunluğunu ise “Anayasa Mahkemesi” denetler.
Bu anlamda “Anayasa Mahkemesi” ve elbette “Bağımsız Yargı”, “Demokratik Rejim”in “olmazsa olmaz önkoşulu” ve iktidarların “Meşruiyet” denetçisidir.
Şimdi ülkemizdeki “Siyasal İktidarın Demokratik Meşruiyeti’ni yitirmiş olduğunu” söylediğim bu yazının ana terim ve kavramlarını tanımlayalım.
***
Meşru:
Yasaların, gelenek ve göreneklerin, kamu vicdanının doğru ve haklı bulduğu.
Doğru, haklı, yasal, kabul edilmiş kurallara uygun olan.
Meşruiyet:
Meşru olma durumu.
Yasalara, gelenek ve göreneklere, kamu vicdanına, kabul edilmiş olan genel kurallara göre haklı ve uygun olma hali.
İktidar:
Bir işi yapabilme gücü, erk.
Bir işi başarabilme yetkisi ve yeteneği.
Siyaset:
Toplumu yönetmek, üretimi, gelir ve servet dağılımını belirlemek gücünü, erkini elde etmek için yapılan etkinlik.
Siyasal iktidar:
Toplumu yönetme, üretimi, gelir ve servet dağılımını belirleme gücüne, erkine sahip olan varlık.
Demokratik rejim:
1) Siyasal iktidarın, halk/millet/seçmen tarafından, muhalefetle eşit yarışma olanaklarına sahip olduğu, şeffaf, özgür, adil ve periyodik (dönemsel) seçimlerle belirlendiği.
2) İktidarın, muhalefet ve ifade özgürlüğü başta olmak kaydıyla, bütün temel hak ve özgürlüklere uygun davrandığı, bütün tutum ve davranışlarının anayasada belirlenen temel hak ve özgürlüklere uygunluğunun bağımsız yargı tarafından denetlendiği rejim.
Siyasal iktidarın demokratik meşruiyeti:
1) Siyasal iktidarın, muhalefetle eşit koşullarda yarıştığı, şeffaf, özgür, adil ve periyodik (dönemsel) seçimlerle halk/millet/seçmen tarafından seçilmiş olması.
2) Siyasal iktidarın seçildikten sonra, anayasada belirlenen, başta muhalefet ve ifade özgürlüğü olmak kaydıyla bütün temel hak ve özgürlüklere uygun davranması ve bu tutum ve davranışlarının bağımsız yargı tarafından denetlenmesi. (AS: Tutum denetlenemez.. işlem ve eylemler ya da eylemsizlik denetlenebilir..
Demokratik Anayasa:
Demokratik siyasal rejimlerin niteliklerini belirleyen, şeffaf, adil, eşit seçim koşullarını koyan, siyasal iktidarların sınırlarını çizen, yargı bağımsızlığını, temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan, ana hukuk metni.
Demokratik siyasal iktidarların meşruiyet kaynağı.
Anayasa Mahkemesi:
Hitler örneğinden alınan derslerle, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kıta Avrupası’nda da seçilmişlerin diktatörlüğünü engellemek için siyasal iktidarların eylem ve söylemlerinin demokratik anayasaya uygunluğunu denetlemek amacıyla kurulmuş olan mahkeme.
***
TBMM, sadece siyasal iktidarın değil, kendisinin meşruiyetini de tehdit eden bu sorunu, Can Atalay’ı derhal kürsüye çağırarak çözmek zorundadır.
Siyaset 22.08.2024, BİRGÜN
1987-2004 ve 2007-2017 yılları, yakın geçmişimizin asimetrik ayrışma eksenleri olarak nitelenebilir. Anayasal ve siyasal bakımdan ilki birikim, ikincisi ise yıkım eksenidir. Ortak payda, farkındalık eksikliğidir: 2004’te birikim, 2024’te ise yıkım üzerine. Birikim ve yıkım neyi ifade eder?
İKİ DEVLET VE İKİ YÜZYIL
Toplumsal itici güçler sonucu siyasal uzlaşma yoluyla gerçekleştirilen 1987-1995-2001 ve 2004 Anayasa değişiklikleri, iki Devlet’in iki yüzyıllık demokratik birikiminin yansıması. Anayasa da ‘erkler ayrılığı ve özgürlükler güvencesi’ olarak tanımlanmıştı (1789).
İKİ KİŞİ VE İKİ YIL
Siyasal iktidarın belirleyici olduğu ve sandığın siyasal çatışma ve iktidar aracı olarak kullanıldığı 2007-2010-2017 Anayasa değişiklikleri, iki Devlet’in iki yüzyıllık birikimini yok etti.
Yıkıcı darbe 2017’de vurulduğuna göre, iki kişi iki yıl içinde (2016-2017), iki Devlet’in iki yüzyıllık mirasını (kalıtını) reddetmiş oldu. ‘Hükümeti ilga’ bile başlı başına bir yıkım.
Birikimin yadsınması, hukuk yoluyla demokrasi ve Anayasa’ya saygılı siyasetin de sonu oldu.
Sonuç ise, güncel gelişmelerin ortaya çıkardığı AKP ve MHP’nin iki yüzü:
KANLI CUMA ve KABA GÜÇ
MHP ise, Sinan Ateş cinayetini aydınlatmamak için 154 kişilik liste ile kan dökme tehdidinde bulundu.
İlki, anayasal hakkın kullanımından suçlu yaratmaya yönelik; ikincisi ise, gün ışığında
Başkent göbeğinde işlenen siyasal cinayeti örtmeye.
EKSİK NEREDE?
Biz demokratik Cumhuriyetçiler, iki yüzyıllık birikimi, 2004’te yeterince sahiplenemedik; 2024’te ise, yıkıma karşı kolektif kararlılık tavrı geliştirememiş olmamız, yıkım farkındalığı eksikliğinden kaynaklanıyor. Dil ve söylem bile bunun kanıtı.
DİL ve SÖYLEM
“TBMM’yi notere çevirdiniz” sözleriyle TBMM’nin işlevsizleştirildiğini vurgulayan vekilleri,
Benzer biçimde, 2017 kurgusu ile bile bağdaşmayan AKP-MHP yasama ve yürütme çifte koalisyonuna sıkça yöneltilen, “muhaliflere düşman hukuku, destekçilerine yandaş hukuku” eleştirisi de, hukuksuzluğun vahametini (ürkünçlüğünü) azaltıyor.
Düşman, savaş hukuku kurallarını uygular ve teslim olan askeri öldürmez.
Öbürleri arasında yalnızca Barış Akademisyenlerine yapılanlar, en zorba yönetimleri bile aratmayacak keyfilik ve vahamette (ürkünçlükte).
AKP’nin OHAL KHK ek listelerine
ve MHP’nin Sinan Ateş cinayetinin aydınlatılmasını isteyen kişiler çizelgesini yapması arasında nitelik farkı yok. Düşman hukukuna bile yabancı, ikisinde de “canavarca his” baskın. Hukuksuzluk ve keyfilik üzerine –154 kalemi aşan– bir çizelge (liste) anında oluşturulabilir!
Özetle; yirmi yıl önce, oldukça güçlü anayasal ve siyasal birikimin ayırdına yeterince varamadık. Son on yıla gelince, bu kez yıkımı yeterince algılayamadığımız için, yeniden inşa evresine
bir türlü geçemiyoruz. Oysa;
ÇİFTE KARARLILIK
Çifte farkındalık eksiğini gidermek için çifte kararlılık gerekli:
Yıkım belleği olarak, ‘Anayasasızlaştırma, anayasal dezenformasyon, anayasal yıkım’
hep canlı tutulmalı. “Anayasa suçu” üzerinde yoğun bir tartışma başlatılmalı.
Salt TBMM sayısal çoğunluğu nedeniyle AYM kararlarını uygulamayanlara yaptırımsızlık, sürekli teşhir edilmeli.
İnşa için; doğru ve gerçek bilgi, yürürlükteki Anayasaya saygı kararlılığı ve
erkler ayrılığı temelinde anayasal düzene dönüş iradesi hep canlı tutulmalı.
‘Nasılsa genel seçimler ardından yeniden inşaya başlayacağız’ yaklaşımı yanıltıcıdır.
Demokratik Cumhuriyet’in yurttaşları ve halkı olarak Anayasal düzeni,
– Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararları,
– İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Mahkemesi kararları
bütününde savunma sorumluluğumuz yaşamsal.
==============================================
Yazarın Son Yazıları
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Eski Adalet Bakanı
28 Mayıs – 30 Ağustos 2013 tarihleri arasında düzenlenen Gezi Parkı eylemleri nedeniyle açılan ceza davasında Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinde yazılı “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçuna “yardım” ettiği gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Türk Ceza Kanunu’nun 39. maddesine göre 18 yıl hapisle cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına 25.4.2022’de karar verilen, İstinaf başvurusu ve tahliye istemi bölge adliye mahkemesinin 28.12.2022 tarihli kararıyla reddedildi. Bu karar temyiz incelemesindeyken, 14 Mayıs 2023 genel seçiminde TİP adayı olarak Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ın yasama dokunulmazlığı kazandığını belirterek anayasanın 83. maddesi gereğince hakkındaki davada “durma kararı” verilmesi ve tahliye istemleri (AS: m.83/3), Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce reddedildi.
Atalay’ın milletvekilliği, anayasaya aykırı biçimde sürdürülen bir yargılama sonunda verilen mahkûmiyet kararı 30 Ocak 2024 günü TBMM Genel Kurulu’nda okutularak anayasanın 84. maddesinin II. fıkrasına göre düşürüldü. Bu fıkraya göre “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme … halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurul’a bildirilmesiyle olur”. Kesin hüküm giyme, mahkeme kararına dayandığı için bu fıkra kapsamında milletvekilliğinin düşürülmesine karşı anayasanın 85. maddesine göre iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamıyor.
Olayda Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin TBMM Başkanlığı’na gönderilen ve sonuncusu Meclis’te okutulmak suretiyle Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesine neden olan 8.11.2023 tarih ve E. 2023/12616, K. Değişik İş 2023/- ve 03.01.2024, E. 2023/12611, K. Değişik İş 2024/1 sayılı kararları, bu konudaki Anayasa Mahkemesi kararları göz ardı edilerek verilmiştir. Çünkü Atalay’ın bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 25.10.2023 tarih ve 2023/53898 başvuru numaralı olarak, “Anayasanın 67. maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ile “19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine”; 21.12.2023 tarih ve 2023/99744 başvuru numaralı olarak bu maddelerle birlikte “anayasanın 148. maddesinde güvence altına alınan bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğine” karar vermişti.
Anayasanın 153. maddesinin VI. fıkrası şöyledir:
Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise, 8.11.2023 tarih ve E. 2023, K. 2023 Değişik İş 2023/- sayılı olarak,
“bu bağlamda, anayasanın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmamakla; keza Can Atalay hakkında verilen mahkûmiyet kararının temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2023 tarihinde Dairemizin 2023/12611 esas, 2023/6359 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen ve infazı kabil bir hükmün mevcudiyeti karşısında
03.01.2024 tarih ve E.2023/12611, K. Değişik İş 2024/1 sayılı olarak yine aynı gerekçe ile
Anayasanın 76. maddesinde sayılan ve milletvekilliği ile bağdaşmayan suçlardan kurulan mahkûmiyet hükmünün milletvekilliğini düşüreceği, anayasanın 84/2. maddesi yönünden Anayasa Mahkemesi’ne müracaat imkânı tanınmadığı ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda inceleme yetkisinin bulunmadığı gözetilerek; anayasal zorunluk gereği hükümlü Can Atalay hakkında verilen işbu kararın bir örneğinin gereğinin takdir ve ifası için TBMM Başkanlığı’na gönderilmesine” karar verdi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa’nın 153. maddesinin VI. fıkrasına aykırı kararının yine aynı fıkraya aykırı olarak TBMM Başkanlığı’na bildirilmesinden sonra bu konudaki yazının ve ekindeki kararın Genel Kurul’un 30/1/2024 tarihli 54. birleşiminde okunmasıyla Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Bu işlemin “yok” hükmünde olduğunun tespiti ve iptali istemiyle Şerafettin Can Atalay, Manisa milletvekili Özgür Özel ve onunla birlikte 125 milletvekili, İstanbul milletvekili Erkan Baş, Kars milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Muş milletvekili Seza Temelli ve Batman milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki tarafından açılan davada Anayasa Mahkemesi’nce verilen 22/2/2024 tarih ve E. 2024/43, K. 2024/65 sayılı kararın “hüküm” fıkrası şöyledir:
Verildiği tarihten 5 ay 8 gün sonra 1 Ağustos 2024 tarih ve 32619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan bu kararla aynı yönde ikinci bir Anayasa Mahkemesi kararı da -“hüküm” fıkrasında yoklukla ilgili ibareye yer vermeksizin- 22/2/2024 tarih ve E. 2024/45, K. 2024/61 sayılı olarak aynı Resmi Gazetede yayımlandı.
Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının TBMM Genel Kurulu’nda okutulmasıyla gerçekleştirilen milletvekilliği düşürülmesinin en ağır hukuksal yaptırımla “yok hükmünde” olduğuna karar vermesi bir fiili durum tespitidir. Yoksa Anayasa Mahkemesi’nin bu bağlamda anayasanın 85. ve 148. maddesinin bireysel başvurularla ilgili I, III-V. fıkralarında öngörülenler dışında bir inceleme ve karar yetkisi yoktur.
16 Ağustos 2024 günü olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulu’nda CHP milletvekillerince verilen “Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesi işlemi ile ilgili verdiği karara ilişkin genel görüşme yapılması” önergesinin ön görüşmeleri tamamlandı. Fakat muhalefet milletvekillerinin genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi, 442 milletvekilinin katılımıyla yapılan elektronik oylamada 198’e karşı 244 oyla reddedildi. Böylece, Anayasa Mahkemesi’nin Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin “yok” hükmünde olduğunu tespit eden 22/2/2024 tarih ve E. 2024/43, K. 2024/65 sayılı son kararının Meclis’te okunması önlenmiş oldu. Oysa olağanüstü toplantının konusu itibarıyla (gereği) bunun yapılması gerekirdi.
Bu durumda yapılması gereken, söz konusu kararın TBMM Genel Kurulu’nun önümüzdeki ilk toplantısında, –arada yeni bir olağanüstü toplantı yapılmazsa– 1 Ekim 2024 günü yeni yasama yılının cumhurbaşkanının konuşmasıyla açılmasından sonra okutulmasıdır. Kararın “hüküm” fıkrasının okutulması yeterlidir. Bu işlem, TBMM başkanının sunuşları arasında da yapılabilir. Böylece Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının okutulmasıyla yapılan haksızlık, Anayasa Mahkemesi kararının okutulmasıyla düzeltilmiş ve Hatay’da halkın oylarıyla milletvekili seçilmiş olan Atalay, görevine başlama fırsatını bulmuş olacaktır. Tabii, bu arada halen Silivri’deki Marmara Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu buluna Atalay’ın tahliye edilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin son kararı bunu gerektirir.
Güncel 21.08.2024
Türkiye’de sistemin, Alevi inanç kimliğine dair tutumunu anlamaya imkan veren hususlardan birisi, Hacı Bektaş Veli dergâhıyla ilişkilenme biçimidir. Tarihin farklı dönemlerinde ve farklı siyasal rejimlerde yönetici elitlerin dergâha dair tutumları genellikle benzer olmuştur. II. Mahmut’un yönettiği Osmanlı devletinin Bektaşi Tekkelerini yıkma kararı, Osmanlı coğrafyası içinde çok sayıda tarihi inanç mekanının ortadan kaldırılmasına yol açtığında, Hacı Bektaş Veli Dergâhı kurtulabilmişti. Ama dergâh, Aleviliği düşman olarak gören ve ‘düşmanını’ ortadan kaldırmaya pek hevesli Nakşibendi şeyhlerinin eline verilmişti.
Zamanla şartlar değişmiş, mekan yeniden geleneğin inisiyatifine geçmiş ve yeni Türkiye’nin kurulmaya çalışıldığı günlerde, yeni rejimi kuracak olanlar için bir umut mekanına dönüşmüştü. Nitekim M. Kemal Anadolu’ya çıktığında (AS: Sivas Kongresi’nden dönerken, 23 Aralık 1919’da) bu mekanı ziyaret etmiş, dergâhın desteğini almış ve geleneğin önderi Cemalettin Çelebi’yi de Kırşehir milletvekili olarak TBMM’ye seçmişti. Rivayet olunur ki Mustafa Kemal, Cumhuriyeti kuracağını da dergâhta doğrudan Cemalettin Çelebi’ye söylemişti. Ne var ki türlü politik oyunlar nedeniyle, Cemalettin Çelebi, üyesi ve başkan vekili olduğu meclisi göremeden Hak’ka yürümüştü.
∗∗∗
II. Mahmut’un dergâha müdahalesinden yüzyıl sonra, umut ve endişenin iç içe geçtiği ortamda bu kez Cumhuriyetin meşhur ‘Tekke ve Zaviyeleri kapatan’ kanunu dergâha çökmüştü. Yeni rejim öyle bir yasa çıkarmıştı ki açık açık ‘Aleviliği men etmişti’. Artık seyitlik, pirlik, çelebilik gibi ifadeler bile yasaktı. Dergâh yeniden kurucu geleneğinden ve mukimlerinden koparılmış, artık askerlere ve diğer devlet görevlilerine verilmişti. Onlar da ‘görevlerini’ yapmış; dergâhın tarihi ve kültürel mirasını talan etmişlerdi.
Uzun zaman böyle devam eden dergâhın öyküsü 1960’lı yıllarda askeri darbe ile kurulan yeni rejimin Alevi dünyaya ‘ilgisinin’ bir neticesi olarak bu kez bir ‘müze’ haline getirilmişti. Yeni rejimin gözünde Alevilik ‘müzelik’ bile olsa yine de Alevi dünyasında büyük umut sağlamıştı. Geleneğin sahipleri yeniden mekana dönebilmişlerdi. Resmi olarak müzenin kurulmasının yıl dönümü olan 16-18 Ağustos günlerinde hem ilçe, hem de dergâh Alevi dünyasının gözde ziyaret mekânına dönmeye yeniden başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta Hacı Bektaş etkinliklerine katıldığımda bütün bu öyküyü düşündüm. Tanıklık ettiğim fotoğraf bu kez çok daha ilginçti. Uzun yıllar dergâhtaki etkinliklerin bir tür ‘partneri’ olan devlet, bu yıl bir adım daha öteye geçmiş ve kendini hem dergâhın sahibi ilan etmiş hem de Alevilerin yerine geçmişti. O kadar ki Hacıbektaş halkının seçtiği Belediye Başkanı da dahil, geleneğin kurumları neredeyse tümüyle ‘dışarıda’ tutulmuştu. ‘Memlekete komünizm lazımsa, onu da biz getiririz’ politikası sanki yeniden tezahür etmiş gibiydi. Ayrıca aşırı güvenlik kararları nedeniyle küçücük kasabada hareket etmek bile olağanüstü zorlaştırılmıştı.
∗∗∗
Ama herhalde sistemin ihmal ettiği bir detay vardı. Aleviler artık 1826’daki veya 1925’deki ortamlarından daha farklı bir noktadaydılar. Devlet neyi münasip görüyorsa ona uyum gösterme eğiliminde değillerdi. Tam da böyle oldu ve Hacıbektaş Belediyesi’nin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte ve Alevi kurumların da dahil olduğu bir program ve etkinlikler serisiyle mekana damgasını vurdu. İBB Başkanı sayın İmamoğlu ve gelenek içinde büyük saygı gören sayın Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, parti liderlerinin şahsen katılmaları da bu başarılı manzarada çok büyük bir rol oynadı.
2024 Hacı Bektaş etkinlikleri dergâhın tanıklık ettiği tarihi tecrübe dikkate alındığında, önemli bir sosyolojik olguya işaret ediyor. Gelenek kendi mecrasını buluyor ve koruyor. Bunun anlamı şudur:
Türkiye o günleri gördüğünde inançlar kendi mecralarında, ihtiyaçlarının gerektirdiği seviyede, biçimde ve nitelikte var olabilecektir.
Unutmamak gerekir ki toplumsal barışın yolu da buradan geçiyor.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, iortas@cu.edu.tr Adana
Orman yangınlarına karşı bütünlüklü önlemler alınması, top yekün sorumluluk almak zorunlu. Yetkili organlar önceki risk durumuna uygun hazırlık yapmalı. Yoksa her yıl aynı sorunlar yaşanır durur.
Son yıllarda, özellikle yaz aylarında Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında meydana gelen orman yangınları, geniş alanların yanmasına ve zaman zaman insan ölümlerine neden olmaktadır. Son yangınlarda kimi mahalleler yanmış, birçok insan evini yitirmiştir. Ayrıca yangınlar, doğaya beklenenden çok daha büyük zararlar vermekte, atmosfere salınan sera gazları ve biyoçeşitliliğin yok olması insanın vicdanını derinden yaralamaktadır.
Yangınların oluşmasında, bölgenin coğrafya yapısı gereği yaz aylarında 40°C’nin üzerine çıkan aşırı sıcaklıkların etkili olduğu bilinmektedir. Ancak, resmi kayıtlarda da belirtildiği gibi, birçok orman yangınının kundaklama sonucu çıktığı da bir gerçektir. Bölgenin turizm alanı olması, yazın tatilcilerin, piknikçilerin ve arsa rantı peşinde olan kişilerin varlığı, insan etmeninin bu olaylarda ne denli etkili olduğunu göstermektedir. Basında sıkça yer bulan kundaklama olaylarının ardındaki başlıca neden, yangın sonucu zarar gören alanların yeniden ağaçlandırılması değil; “nasıl olsa yandı” denilerek, bu alanların orman niteliğinden çıkarılıp konut alanı, turizm ve madencilik etkinlikleri gibi ormancılık dışı amaçlarla kullanıma açılmasıdır. Bu tür kundaklamalar, zaman zaman ülke sınırlarını aşarak mafyalaşmış şebekelerin bile ilgisini çekmektedir.
Bu bağlamda, TMMOB Yönetiminin ülke çapında yaşanan son orman yangınlarına ilişkin yaptığı basın açıklamasındaki
önerisi son derece önemlidir. Bütüncül bir yaklaşımla neden-sonuç ilişkisini analiz ederek soruna kalıcı çözümler sunmuşlardır. TMMOB’nin önerilerine katılmakla birlikte, önlemler konusunda toplumun her kesiminin sorumluluk alması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Ülkemizde ve bölgemizde orman yangınları neredeyse bir yaz rutini haline gelmiş durumda.
Ancak 20 yıl önce gördüğümüz eksiklikler, yetki sorunları ve organizasyonsuzluklar maalesef hala sürüyor. OGM geçmişte ülkemizin en iyi orman mühendislerinin yetiştiği önemli bir kurumuydu. Antalya’da düzenlediğimiz bir toplantıda ziyaret ettiğimiz Antalya’daki yangın eğitim merkezi, gözetme kuleleri ve tesislerinde çok yetkin kişilerin anlatılarından çok etkilenmiştik. Şimdilerde o eğitim tesisleri ve altyapılar ne durumda bilmiyorum. Ancak basına yansıyan bilgiler, orman alanlarının, madenciliğe açılması, özeleştirme ve yetkin olmayan kişiler ile iş tutulması yangınla mücadelede önleyici önlemler almayı sekteye uğrattığı vurgulanıyor.
Bu nedenle, sorunları çözmek ve analitik yöntemlerle yaklaşmak gerekiyor. Yangınların yaşandığı yaz dönemine uygun risk analizleri yapılarak, afet yönetmelikleri çerçevesinde gerekli altyapı, ekipman (donanım) ve uzman personelin hazırlanması koşuldur. Aksi takdirde, her yıl aynı yerde kendi çevremizde dönüp dururuz. Bu biçimde gidersek, büyük yitikler vermeyi sürdürürüz. Hepimize gerekli olan oksijenin korunması için,
Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere, yıllar içinde artan yangınlar ile insan etkinlikleri arasında bir ilişki olmaktadır.
Orman Genel Müdürlüğü-OGM yangın verilerinden derlenen bilgiler üzerinden Orman yangınları, 1988-2023 yıllarında yangın sayıları artıyor ve bu arada geniş miktarda alanlar artıyor. Bu arada verilerden ortalama biyokütle analizi yapıldığında ciddi miktarda biyokütle yanarak atmosfere sera gazı olarak yansımaktadır. Tabloda görüleceği gibi Türkiye’de orman yangınlarının yıllar içinde sayıca artması ile toprak canlıları ve öbür biyoçeşitlilik yitirilmektedir. Özellikle 2021’de Akdeniz’den Egeye dek yaşanan yangınlar hem yanan alan büyüklüğü hem de biyokütle miktarı açısından dikkat çekici niteliktedir. Ekolojik açıdan yer, hiç girdi ile doldurulamayacak nitelikteki orman ekosisteminin bu genişlikte yangınla ortadan kalması tam bir afet ve doğal bütçe çöküşüdür.
Bu bağlamda Anayasanın 169 ve 170’inci maddelerine uygun orman varlığının korunması görevi yerine getirilmeli ve bu alanlar amaç dışına çıkarılmadan yeniden ekolojik varlığına kavuşturulmalıdır.
Tablo : 1980-2023 yılları arasında Türkiye’de çıkan yangın sayısı ve yanan alanlar.
Yıllar |
Yanan Alan (ha) |
Yangın Sayısı | Tahmini Yanan Biyokütle Miktarı (ton) |
1980 |
13,000 |
1,190 |
1,500,000 |
1985 |
16,500 |
1,870 |
2,000,000 |
1988 |
18 210 |
1 372 |
2,145,000 |
1990 |
13 742 |
1 750 |
2,200,000 |
1995 |
7 676 |
1 770 |
2,100,000 |
2000 |
26 353 |
2 353 |
2,000,000 |
2005 |
2 821 |
1 530 |
2,800,000 |
2010 |
3 317 |
1 861 |
1,900,000 |
2015 |
3 219 |
2 150 |
3,000,000 |
2020 |
20 971 |
3 399 |
2,600,000 |
2021 |
139 503 |
2 793 |
17,000,000 |
2022 |
12 799 |
2 160 |
1,800,000 |
2023 |
15 520 |
2 579 |
2,800,000 |
Orman alanlarının elden çıkarılması, niteliğini yitirmesi ve 2B türü düzenlemelerin yasa ile değiştirilemez olması sağlanmalıdır.
Ekosistemin biyolojik dengesinin korunması, toprak erozyonunun önlenmesi, yağışların tutulması ve çölleşmenin engellenmesi için orman varlıklarının korunması gerekmektedir. Toplumların bu konuda ilkokuldan başlayarak eğitilerek bilinçlendirilmesi koşuldur. Yangınları önleyecek önlemlerin alınmasında, kamu ve toplum birlikte hareket etmelidir. Kamunun, mevcut orman yasası ve birikimli bilgisi ile bütüncül bir orman koruma politikası geliştirmesi gerekmektedir. Bu konuda daha sistemli bir bilinç ve tutum sahibi olmalıyız.
Bu bağlamda, Türkiye, İspanya ve Yunanistan’da son günlerde yaşanan ve kentleri tehdit eden yangınlardan çıkan bir başka ders, tek tek ülkelerin bu tür büyük sorunlar karşısında yetersiz kaldığıdır. Yunanistan’da başlayan yangınların Atina’nın tarihi yerlerine yaklaşmasıyla uluslararası yardım istediğinde, Türkiye’nin de aynı anda acil uçak ve helikoptere gereksinim duyduğu görülmüştür. Türkiye’nin Yunanistan’a bir uçak ve helikopter göndermesi, iki ülkenin dayanışma içinde olması gerektiğini göstermiştir. Bu durum, aynı anda birçok yerde başlayan yangınların söndürülmesinde zorluk yaşandığını ve yetkililerin çoğu zaman çaresiz kaldığını ortaya koymaktadır.
Bu vb. durumlarda, orman yangınlarına karşı bütüncül bir yaklaşımla ulusal ve uluslararası ölçekte plan ve programlar geliştirilmelidir. Ülkelerin toprak, bitki örtüsü, coğrafya yapısı ve
su kaynakları doğru analiz edilerek ekolojik yapıya uygun önlemler alınmalıdır.
Sonuç olarak :
Orman yangınlarıyla mücadele, bütüncül bir bilgi, bilinç, farkındalık ve tutum gerektirmektedir. Sorunun, insanın bilerek veya bilmeyerek gerçekleştirdiği eylemlerden kaynaklandığı gerçeğiyle herkesin sorumlu davranması gerekmektedir. OGM-Orman Genel Müdürlüğü’nün bu konudaki görev alanı, tek başına sorunu çözmeye yetmemektedir. Başta yerel yönetimler olmak üzere, sivil toplum örgütleri, öbür kamu kurum ve kuruluşları, orman köylüleri ve gönüllülerin de bu sürece etkin biçimde katılması gerekmektedir. Tüm bu paydaşlar arasında eşgüdüm (koordinasyon) sağlanmalı ve bütünleşik bir yaklaşımla hareket edilmelidir.
Bu bağlamda, Orman Genel Müdürlüğü’nün sorumluluk alanında olan ve insan kaynaklı yangınların önlenmesi konusunda sorunun çözümüne odaklı, yetkinliğe (liyakate) dayalı bir yapılanma sağlanmalıdır. Ayrıca, yangın önleme ve söndürme konularında mevzuat yeniden gözden geçirilerek güncellenmeli, eksiklikler giderilmelidir. Gerekli denetim ve önlemler alınmalı, her yönüyle hazırlıklı olunmalıdır.
Özellikle yangınların çok olduğu yaz aylarında, piknik gibi etkinliklere kısıtlamalar getirilmesi yararlı olabilir.
Sonuç olarak : Hepimizin oksijen kaynağı olan ormanlar için bütünsel bir savaşım gerekiyor. Başta ilgili ve yetkili birimlerin, yangınların önlenmesi konusunda çok önceden gerekli hazırlıkları yaparak donanımlı duruma gelmesiyle, bu yıkımların denetim altına alınması olanaklı olacaktır.
DİKTATÖRLÜK
Sokak röportajında siyasal sistemi eleştiren genç kadın tutuklandı.
Diktatörlük düzeni!…
İMAM
Bursa’da İHL müdürü Kırbıyık, başını örtmeyen öğrencilere karışacağını, gerektiğinde bağırıp çağıracağını söyledi. Fotoğraflarda kız öğrencilerin yüzünün görülmesini engelledi.
İmamın yobazı müdür yapılmış, o da gemi azıya almış…
NİŞAN
AKP’nin kuruluş yıldönümü kutlamasında AKP’ye geçen iki milletvekili ve 13 belediye başkanına rozetlerini RTE takmış.
Halkın oyuna ihanet, bagajda sorun ve döneklik nişanı…
EĞİTİMCİ!
Tarsus Milli Eğitim Müdürü Mustafa Anteplioğlu, göreve atanır atanmaz 40 okul müdürünü alıp AKP İl Başkanına makam ziyareti yaptı.
Böyle başa böyle tarak, böyle bakana böyle müdür…
AHIR
Kürsüde konuşan TİP milletvekilini yumruklayan AKP‘li maganda Alpay Özalan’a kınama cezası verildi.
Saray’ın başdanışmanı Köroğlu da yumruk atanı savunarak, ”Burası TMBB, Dingo’nun ahırı değil, hakaret edersen cevabını alırsın.” dedi.
BAŞKOMUTAN
Mafya liderleri ile pozları çıkan J. Gen. K. Arif Çetin, RTE’ye “Başkomutanım” diyerek üst düzey yalakalık yaptı ama aynı gece yaş haddinden emekli edildi.
Orgeneral olmuş ama..
Makam ve rütbesi gibi; “Başkomutan kimdir, kim temsil eder?” konusundaki Anayasa maddesini de sindirememiş…
İZMİR
Yurdun her tarafı cayır cayır yanarken birileri İzmir’in yanmasından mutlu oldu.
“Mustafa Kemal kurtarsın” diyen bile çıktı.
ADALET (Sosyal medyadan)
Türk adaleti paralı sanığı sever,
Dilan gibi.
Parasız pulsuz yurtsever, üstelik de yurdunu karşılıksız sevmiş ise açılan zindan kapıları onları hasretle bağrına basar!
Dilruba gibi…
Dr. Mustafa Torun
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı
mtorun3@gmail.com
“Dünya tehlikeli bir yer. Bunun nedeni ise insanların kötü olması değil, kötülük konusunda bir şey yapmamalarıdır.” Albert Einstein
Daha önce de yazdığım gibi dünyayı tehdit eden en önemli etmenlerin başında infeksiyonlar gelecektir. Bu düşünce geniş kabul gören bir öngörüdür…
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gezegenimizi riske sokan, gerçekte belki de ilerde dünyamızı yok edip sağlığı tehdit eden 10 tehlikeyi bizlere aktardı. 2019’da kırmadan ve dökmeden, kimseyi üzmeden deyim yerindeyse bu tehlikeleri kibarca hepimize açıklamıştı…
Ülkemizin ve dünyanın sosyo-ekonomik gündeminden kaynaklanan siyasal tartışmalardan, emperyalizmin göz açtırmaz talanlarından, bu açıklamanın belki de yeterince ilgi çekmeyip, üzerinde yeterince durulmadığını düşünüyorum…
Benim de üyesi olduğum meslek derneğimiz “Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin (KLİMİK)” daha önceki açıklamasında bu konuya olabildiğince açıklık getirilmişti…
Listede görülen 10 tehditten, “İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji” alanı ile ilgili tehditlerin çokluğunu bir kez daha sizlere anımsatayım. Buna son zamanlarda bir tehdit olarak görülen, ileride nasıl bir seyir izleyeceği bilinmeyen Maymun Çiçeği yani “MPOX” hastalığını da eklemekte yarar var…
Listeye göre milyarlarca kişi küresel influenza salgını, antibiyotik direnci, Ebola ve öbür yüksek riskli patojenler, aşı karşıtlığı, Dang ateşi ve HIV gibi infeksiyon hastalıklarına dayalı kimi zorluklarla yüzleşecek. Konuyu yine daha iyi anlaşılsın diye sorulu yanıtlı anlatmaya çalışalım…
*DSÖ’ne göre 2019’da sağlık açısından tehdit oluşturacak bu durumlar nasıl sıralanmıştı?
Yorum ve Önerilerimiz Nelerdir?
Şunu kafamıza iyice yerleştirelim ki, dünyada salt biz yokuz. Sayamayacağımız ölçüde canlı tür olduğunu bilip buna göre davranmaz ve DSÖ’nün yukarıda belirttiği sorunlara önem vermez isek, gerçekten durum son derece ciddi ve yaşamsal görünmektedir. Zamanımız giderek azalıyor. Elbirliği ile küresel anamalcı (kapitalist) sistemin dayatmalarına “Dur!” diyemeyip yıkımlara seyirci kalırsak, bu tehditlerin sayısının 10’u geçeceğini belirtmemiz önbilicilik (kehanet) değildir.
Hastalıklardan korunma yollarını bilip çevremizi uyarmak, bilinçlendirmek “Küresel Kapitalizme el ele dur demek” öncelikle hepimizin görevi olmalıdır. Yürüyoruz aynı zamanda; 2 kapılı bir handa…
Sözümüzü yine Aşık Veysel ile bitirelim…
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gGece
Sevgilerimle…
Dostlar,
25 yıl önce 17 Ağustos 1999 gecesi Gölcük’teki Donanma Komutanlığında görevli Em. Tümamiral Mustafa Özbey, deprem gecesi ve sonrası yaşadıklarını bir söyleşi ile paylaştı :
İzlenmesini öneririz. Biz bu erişkeyi (linki) paylaştık. Kendisine de bilgi sunduk. Bize sşağıdaki iletiyi yazdı Sayın Amiral :
***
Değerli Hocam
Sağolun.
Bu hazırlıksız ve sorumsuzlukla Marmara Depremini yaşadığımızda Türkiye’nin bir bütün olarak yaşamda kalması ve toparlanıp yeniden geleceğe güvenle bakması olanaksızdır.
Deprem ile ilgili yaptığım söyleşiden sonra pek çok telefon ve ileti aldım.
Yukarıda paylaştığım, aralarındaki en üzüntü verici olandı.
Bu kişi üst düzey konumu olan biri olarak yaşadıklarını paylaşmış. Daha binlercesi 6 Şubat depreminde yaşanmıştır. Marmara Depreminde ise yüzbinlerce benzer vaka yaşanacaktır.
Türkiye yaşamdan, yaşananlardan ders çıkarma becerisini bu iktidarla yitirmiştir.
Yukarıda size ilettiğim paylaşımı kendi gruplarınızla da paylaşmanız dileği ile…
====================
Sn. Amiral Özbey’e ulaşan çok sayıda dönütten “aralarındaki en üzüntü verici olan” diye nitelediği iletiyi aşağıda tıpkısıyla (aynen) veriyoruz.
Kaynak :
PhD, Physicist, Musician. Cavendish Lab –
, Quantum things. alumni:
Coordinator
***
Depreme hazır değilsiniz.
Eviniz hazır olabilir, ama siz değilsiniz. Deprem sadece evinizde olan bir şey değil.
Bugün 17 Ağustos güneşli bir Cambridge cumartesi olsa da benim için “bugün” bunları size yazmak zorunda olduğum bir gün.
Çünkü çoktan depremleri yıl dönümünden yıl dönümüne hatırladığınız zamanlara geri döndünüz. Ben ise istikrarlı bir şekilde her gece uyumaya çalışırken depremle mücadele ediyorum.
Yazmam lazım çünkü değiştirilmesi gereken şeyler var.
Biliyorum gözünüzü kapatıp yokmuş gibi davranmak istiyorsunuz ama inanın bana ölümden daha beter şeyler var.
Kurumlarınızı düzeltmezseniz aylarca morg morg, mezarlık mezarlık gezip sevdiklerinizin cesetlerini arayabilir ya da enkazdan çıkıp SGK’ya gitmek zorunda kalabilirsiniz 🙂
Deprem size iyi insanı da kötü insanı da; iyi kurumu da kötü kurumu da gösterir. Ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu topraklarda iyi insanların sayısı kötülerden kat kat fazla.
Ama iyiler kimi zaman görece iyiyken, kötülerin hepsi her zaman oldukça kötü.
Peki ya kurumlar??
Daha iyi anlamanız için kısa bir mekanik özet vereyim.
4 şubatta bir konferans için Türkiye’ye gelmiştim, hazır gelmişken 1 yıldır görmediğim ailemi görmeye Adıyaman’a gideyim dedim. Ablamı da yanıma alarak 6 Şubat sabaha karşı depremden bi kaç saat önce eve girdik. Deprem oldu ev yıkıldı, enkaz altında kaldık. Annem yaralı, ben hareket edemeyecek şekilde ağır yaralı çıktım. Babam, Nenem, Amcalarım, halalarım öldü. Ablam yaralı çıkartılıp Ambulansa verildi ve cesedini iki ay sonra isimsiz bir mezarı zorla açtırarak DNA testinden bulduk.
Bir kuantum fizikçisi olarak istatistiğin önemini çok iyi biliyorum. “Bir günlüğüne geldiği şehirde depreme yakalanıp enkaz altında kalan” bilmem kaç milyonda bir ihtimal benim.
Şimdi gelelim kurumlara, bunlar sadece bazı örnekler.
-2023 senesinde kendisine teslim edilen yaralıyı kaybedip, cesedini DNA almadan isimsiz bir şekilde gömebilen bir kriz yönetimi var. Bir birey olarak ben kriz yönetemeyebilirim ama bir ambulans, bir hastane, AFAD bunlar “beklenmedik bir kaostu” diyemezler. Ayşegül KARLI, 6 Şubat günü enkazdan çıkartılıp bir ambulansa teslim edildi ve kaybedildi. Cesedi 2 ay sonra Adıyaman Mezarlığında isimsiz bir mezar var söylentisi üzerine annemin gidip savcıyla kavga dövüş bir şekilde zorla o mezarı açmaya ikna etmesi sonucu bulundu.
Ambulansa verilen Ayşegül ne zaman öldü? Nereye bırakıldı, kim oradan aldı mezarlığa götürdü ve isimsiz bir şekilde gömdü?
Bunların halen bir cevabı yok, bırak AFAD başkanını, Sağlık Bakanını, mezarlık müdürü veya çalışanı bile görevinden alınmadı ya da istifa etmedi.
Bir Cumhuriyet Kadını, ne insana, ne töreye, ne de kitaba yakışmayan bir şekilde onursuzca kayıt alınmadan, DNA alınmadan, kefensiz kıyafetleriyle bir leş gibi gömüldü.
Düşünebiliyor musunuz? Ayşegülü çıkartan akrabalarım “Keşke Ambulansa vereceğime, sırtımda taşırken sırtımda ölseydi de en azından yıkayıp, duasını okuyup gömseydim.” dedi.
Halen geç değil, bu cümlenin ağırlığını taşımak hiçbir makama değmez. Bireysel olarak suçunuz olsun olmasın, sorumluluk olan makamındır. Halen geç değil, istifa edin ve sorumluları görevden alın, bu lekeyi taşımayın. Çünkü bu bir hata değil bu bir “liyakatsizlik”.
What say you?
Diğer bir hastane problemi, bu sefer başrol benim.
– Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğum hâlde, sadece oturumum yurtdışında olduğu için bir depremzede olarak hastanede ortopedi ve plastik cerraha gitmeye çalışırken bana ücret çıktı. Cüzdanım enkazda kaldığı için arkadaşım benim yerime ödedi Sonra cerrahi profesör olur mu öyle şey saçmalamayın “depremzede Türk vatandaşı bu insan” diyerek isyan etti. Sonra ücret iadesini yaptılar acilden giriş açıp kons attılar (AS: Konsültasyon istediler). Ama bunun için bile YUPASS denilen bir şey lazımmış ve evet ayağımda inşaat demirinin açtığı deliklerle ve ayakta kırıklar vücutta ezikler içinde SGK’ya götürüldüm. Şaka yapmıyorum .
Avusturya’dan bir evrak gelmesi lazım dediler (A-TR3), Avusturya’daki sigorta şirketime üstümde hiçbir evrak olmadan mail attım durumu anlattım ve 30 dakika içinde evrağı gönderdiler ve “başın sağolsun, çok üzgünüz. Baktın olmuyor sen öde biz hepsini sana iade ederiz.” dediler. Ama yine polikliniğe giremedim, sadece her seferinde acilden rica minnet girip plastik cerrahi ve ortopediye kons attırdılar en az bi 10-15 kere yapılmıştır bu.
Bu noktada doktorların, personelin hiçbir şekilde sorun çıkarmadığını söylemeliyim, başhekim, il sağlık müdürü “sen vermeyeceksin gerekirse ben veririm” teklifinde bulundu ama sistemde sıkıntı var sistemde, kayıt açamıyor ödeme olmadan. Röntgen çekilecek, ödeme olmadan çekilemiyor. Sistemi tasarlayanlar oraya bir “acil durum” butonu koymamışlar, bypass edilemiyor. Şimdi düzelmiş midir bilmem ama yurt dışında yaşayanlar aklınızda bulunsun.
Gelelim meşhur telefon operatörlerimize 🙂
-Telefonum enkazda kaldı, ve simcard’ım babamın üstüneydi, babam da öldüğü için Vodafone yedek simcard vermedi. Durumu saatlerce anlatıp bakın banka hesaplarıma, mail hesaplarıma giremiyorum, hayati bir durum söz konusu DEPREM olmuş, onu aradım bunu aradım twitter’a yazdım bir simcard çıkartamadım. Olmazmış, mirası üstüne devral, babanın ölüm belgesini getir ancak öyle verebilirlermiş.
Hattı üstüme devralmak istiyorum dedim, bana suratıma bakarak “ablan da dahil tüm varisler gelmeden veremeyiz” dediler. Ablamın cesedi henüz bulunmadığı için sistemde ölü görünmediğini söyledim, yapacak bişi olmadığını söylediler.
-Yine bir operatör vakası, Ankara’da bir şubede babamın ve ablamın hatlarını iptal ettirmeye çalışırken yüksek iptal, cayma bedeli gibi şeyler aldılar, Twitter’a yazınca arayıp “bizle alakası yok şube yapmış diyerek özür dileyip iade ettiler.” Twitter’a yazamayan kaç kişi oldu acaba?
Peki o sırada Avusturya’da kullandığım simcard şirketim naptı biliyor musunuz? Durumu anlatan bir mail attım bir telefon numarası istediler görüntülü aradılar ben olduğumu onayladılar, baş sağlığı dileyip yeni simcard’ımı ücretsiz bir şekilde bana kargoladılar.
Yıllık sözleşmeli spor salonumu üyeliğimi iptal ettirmek için Avrupa’nın kurumsal spor salonlarından birisi olan Fitinn’e mail attım, sonuçta 3-4 ay tekerlekli sandalyede kalacaktım. Sözleşme cayma bedeli falan lafını bile etmeden, aynı gün çok samimi bir şekilde baş sağlığı dileyip iptal ettiler. (ekran resmi ektedir.)
Binalar ve zeminleriniz için bir şey yapamıyorsanız bile, Kamu kurumlarının ve iletişim gibi kritik noktalarda olan özel kurumların kriz yönetimine hazır olması için mücadele edin.
Ben mücadelesiz bir şekilde ölmekten korkuyorum. Vakitli ya da vakitsiz, bir gün bir yerde mücadele içinde ölmek dileğiyle, aksi geride bırakılanlara ihanet olur.
https://x.com/Psibilim/status/1824841607155249545?t=2t_69TfnENGpNZpGMifRxg&s=19
***
Dostlar,
İbret için biz de paylaştık.
Devlete ve ulusumuza sunmuş olduk.
Devleti – hükümeti öncelikle ve ivedi adımlar atmaya çağırıyoruz..
Dr. Ahmet SALTIK
20.08.2024, Ankara
Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı
Türk Milleti, Erdoğan’ın gerçek yüzünü bir türlü göremedi.
Erdoğan, insanlara nasıl tanıtıldıysa, haram paralar ile satın alınan medya grupları, onu nasıl gösterdilerse, öyle tanımayı tercih etti.
Biz yıllardır yazıyor, söylüyoruz. Erdoğan “DEMOKRAT” değildir!
Erdoğan, dikta heveslisi Siyasal İslamcıdır, İhvan’cıdır. Yalan söyler.
Söylediği yalanları alt alta yazın, 12 Ciltlik YALAN KÜLLİYESİ ANSİKLOPEDİSİ olur.
Bir örnek verelim :
16 Temmuz 2017’de CB Erdoğan, 15 Temmuz’un yıldönümünde canlı yayında konuşuyor :
İşte, Erdoğan budur. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki;
Tüm dünyanın İŞKENCE MERKEZİ- İNSANLIK AYIBI kabul ettiği bir yeri örnek gösterebiliyor, henüz yargılanmamış insanların KAFALARINI KOPARTMAKTAN bahsedebiliyor!
Sanmayın ki Erdoğan sonradan böyle oldu, güç zehirlenmesine tutuldu!
Bir yüzüklük servetinden Belediye Başkanlığı ile 1 MİLYAR DOLAR servete ulaşan Erdoğan
o gün ne ise, bugün de aynı Erdoğan’dır!
Avrupa Basınına göre dünyanın en zengin 8 siyasetçisinden biri olan Erdoğan ne ise,
12 sene CIA Uşağı FETÖ Silahlı Terör Örgütünü Türk Devletinin “Harem-i İsmet’i” sayılan KOZMİK ODAYA, FETÖ elemanlarının girmesine izin veren de aynı Erdoğan’dır!
Hiçbir GÜVENLİK-HİJYEN-KİMLİK denetimi yapmadan 17 milyon İti-Uğursuzu-Türk Düşmanını vatana sokup, demografik bombayı içimize yerleştiren Erdoğan ne ise,
Suriye’de Fırat’ın doğusunda YPG/PKK’ya Kürt Devletinin ikinci parçasının
ABD tarafından kurulmasına engel olmayan aynı Erdoğan’dır!
Ve şimdi Türk Milletinin büyük çoğunluğu olan sizler;
Üyelerini kendisinin seçtiği Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan Erdoğan’ı,
Anayasa İhlal Suçu işleyen YSK’yı emir eri gibi kullanan Erdoğan’ı,
Yüksek Yargıyı Sadullah Ergin kanalıyla FETÖ’ya teslim eden Erdoğan’ı,
CHP’nin bu günkü yönetimiyle yenebileceğinizi mi umuyorsunuz?
Emperyalist Devletlerin Özel’e uzattıkları “Parlamenter Sistem ve Başbakanlık” havucunu, YUMUŞAMA sosuyla yutan Özgür Özel mi, Erdoğan’a karşı çıkacak?
Erdoğan’ın 3’ncü kez kazanması için, Sinan Oğan’ı “Koşu Tavşanı” olarak çıkarıp,
Türk Milliyetçilerinin oylarını çıkar karşılığı, Erdoğan’ın hanesine yazdıran çakma istihbaratçılarla mı Erdoğan’ı indireceksiniz?
Eğer bu kanıda iseniz, hiç kendinizi de bizleri de yormayın!
Nasılsa PKK ve Sığınmacı PİÇLERİ ormanlarımızı yakıyorlar, şimdi 15-50 yaş arası Iraklılar da gelecek, siz de alın elinize benzin bidonlarınızı, yakın Atatürk’ün emanetini…
***
Aziz Türk Milleti;
Parti, din değildir. Parti kötü amaçlı kişilerin eline geçti ise, onu terk edeceksiniz.
Beğendiğiniz parti mi yok? O zaman, ya yenisini kuracaksınız, ya da Kuvay-ı Milliye hareketini başlatacaksınız. Yani bizim gibi yapacaksınız!
Bizler, bu günlerin geleceğini sizlere 2007 yılından beri söylüyoruz.
Her dediğimiz doğru çıkmadı mı?
Önümüzde, toparlanıp başımızdaki düşman Eşbaşkanlarını defetmek için yaklaşık BİR Yıllık zaman kaldı.
Ya bir araya gelir, öz evlatlarınıza görev verir ve yanlarında kaya gibi durursunuz
ya da kaderinize razı olursunuz…
Sağlık ve başarı dileklerimle, 20 Ağustos 2024