TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU VAKFI DESTEĞİYLE DÜZENLENEN
M E Ş R U D İ R E N M E H A K K I
TARİHSEL, HUKUKSAL, EKONOMİK ve TOPLUMSAL BOYUTLARI
AÇIK OTURUMU ve FORUMU SONUÇ BİLDİRGESİ: 15 Mart 2025, Ankara
Meşru Direnme Hakkının Tarihsel Gelişimi, Hukuksal Dayanakları ve Örnekleri
Direnme hakkı, kişilerin veya toplulukların, baskıcı veya hukuksuz yönetimlere karşı koyma hakkını ifade eder. Bu hak, tarih boyunca çeşitli felsefi, hukuksal ve siyasal temellere dayanarak gelişmiştir. Antik Çağ’da Platon ve Aristoteles, daha sonra Roma Hukuku ve 13. yy’da Thomas Aquinas, keyfi yönetim ve yasalara karşı direnme hakkını savunmuştur. 1215 Magna Carta ile İngiltere’de ilk kez hukuksal çerçevede tartışılmış, Reform hareketleri ve İngiliz Devrimiyle güçlenmiştir. Aydınlanma çağı düşünürü John Locke’a göre;
hükümet, halkın haklarını ihlal ederse direnme hakkı doğacaktır.
1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne göre, baskıcı yönetime karşı direnmek meşru bir haktır. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne göre, “İnsan haklarının güvence altına alınmadığı bir toplumun anayasası yoktur.” Sevr Andlaşmasına ve Saltanata karşı
Türk ulusunun Atatürk önderliğinde verdiği bağımsızlık savaşı ve ulusal direniş,
“Kutsal İsyan” olarak da nitelenmiştir.
Direnme hakkı tarih boyunca meşru bir hak olarak savunulmuş, anayasalar ile güvence altına alınmıştır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, baskıya karşı direnmenin,
insan haklarının korunması için zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Nazizm benzeri faşist rejimlere yeniden sürüklenmemek için Almanya Anayasası demokratik düzene tehdit oluşturan yönetimlere karşı halkın direnme hakkını açıklıkla tanımıştır. 1961 Anayasamızın
Başlangıç bölümünde bu hakka açıkça yer verilmiştir.
Günümüzde meşru direnme hakkının; demokrasi, insan hak ve özgürlükleri için yerleşik,
temel bir ilke ve hak olduğu tartışma dışıdır.
Basın Özgürlüğü, Halkın Haber Alma ve İletişim Hakkı
Türkiye’de medyada yapılan iktidar operasyonları nedeniyle halkın haber alma hakkı
sürekli kısıtlanmakta, iktidarı rahatsız eden gazeteciler hakkında davalar açılmaktadır.
Açılan soruşturmalara, davalara ve tutuklamalara karşın habere ulaşılmakta, alternatif medya, yeri ve zamanı geldiğinde dijital direniş aracı olarak kullanılabilmektedir. Erişimi engellenen sitelere bir biçimde girilmiş, teknolojinin yardımıyla direnerek, engeller bir ölçüde aşılabilmiştir.
Bu açık oturum hazırlanırken bile kimi gazetecilerin tutuklandığı, televizyon programlarına
ceza verildiği, siyasetçilere soruşturma açıldığı ve hakkını arayan tüm toplumsal kesimlerin engellendiği bir dönemde “Nasıl direneceğiz?” sorusu öne çıkmaktadır.
“Biz değilsek kim, bugün değilse ne zaman?”
ilkesiyle direnme hakkını artık yaşama geçirmek gerekmektedir.
İktidarın Ekonomi Politikaları ve Bütçe Hakkının Yok Edilmesi
Kamu gider ve gelirlerinin belirlenmesinde ve denetiminde halkın söz ve karar sahibi olması anlamına gelen Bütçe Hakkı, yüzyıllar süren çetin mücadelelerle kazanılmıştır.
Ta 1215’te Magna Carta ile elde edilen bu hak ve tarihsel kazanım korunmalıdır.
Oysa Türkiye’de merkezi yönetim bütçesi halkın katılımı olmaksızın hazırlanmakta,
TBMM’de göstermelik olarak tartışılmakta ve yasalaşmaktadır.
9 Temmuz 2018’den başlayarak, Yürütme erkinin tek kişiye bırakıldığı (Anayasa m.8) rejimle bütçe hakkı da yok edilmiştir. TBMM’ye sunulan merkezi yönetim bütçe yasa önerisi
reddedilse bile, Yürütmenin başı tarafından bir önceki yıl ödeneği
yeniden değerleme oranında artırılarak, bütçe yürürlüğe konmaktadır.
TBMM’yi dışlayan böylesi bir anayasal düzenleme (m.161), bütçe hakkının yok edilmesi demektir. Halkın, bu hak gaspına direnmesi, meşru savunma kapsamındadır.
Mayıs 2023 seçimlerinin ardından Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetimine getirilmesiyle uygulanmaya başlanan ve “Şimşek programı” olarak anılan politikalar,
enflasyonla mücadelenin (!) bütün yükünü emekçi halkın omuzlarına yüklemektedir.
Bu programla halkın kurgulu biçimde yoksullaştırılması amaçlanmaktadır.
Adı konmamış bir IMF programı olan ve neo-liberalizmin merkezinde bulunduğu
bu programa karşı halkın direnişi meşrudur ve bu direniş mutlaka politik bir programla ve örgütlü biçimde yaşama geçirilmelidir. Emek düşmanı bu programa karşı halkçı, kamucu
bir direniş ve siyasetin benimsenmesi, günümüz Türkiye’sinin en ivedi sorunlarından biridir.
Adaleti ve Hukukun Üstünlüğünü Yok Eden
İktidarların Meşruluğunu Yitirmesi, Direnme Hak ve Görevi
Yönetimlerin meşruluğu toplumsal adalete dayanır; Adalet devletin temelidir!
Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olduğu “ulusal egemenlik” olgusu da ancak adaletin, hukukun üstünlüğünün, hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı bir düzende yaşatılabilir.
16 Nisan 2017’de iki buçuk milyona yakın mühürsüz oy pusulası ve zarfın 298 sayılı yasaya
(md. 101) açıkça aykırı olarak geçerli sayılmasıyla hileyle bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. Bu açıkça hileli oylamaya karşın kıl payı kabul edilen halkoylaması ile yapılan anayasa düzenlemesinin ardından toplumsal adalet, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, güçler ayrılığı yok edilmiştir. Süregelen dayatmalarla ulusal egemenlik
açıkça gasp edilmiştir. Bu süreç, demokratik hukuk devletine karşı pervasız bir darbedir.
Toplumsal sözleşmemiz olan Anayasa sürekli çiğnenerek fiilen uygulamaya konan ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini yok eden tek kişilik despotik yönetim dayatmasına karşı çıkarak direnmek, her yurttaşın temel hakkı ve ödevidir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere; hukukun genel ilkelerine göre, anayasa ve yasalara uymayan, hukukun üstünlüğü yerine keyfi ve kişisel, baskıcı bir yönetimi dayatan iktidara karşı, şiddete başvurmadan direnmek ve yüksek sesle topluca itiraz etmek vazgeçilmez bir insan hakkıdır.
Bugün halkın, egemenliğine sahip çıkmak ve demokrasinin olanaklarını kötüye kullanarak ülkemizi laiklik karşıtı totaliter bir rejime sürükleyen iktidarın tüm hukuk dışı eylemlerine karşı çıkmak için direnme hakkını kullanması zorunlu ve tümüyle meşrudur.
Bir kez daha vurgulayalım ki; İktidarın epeydir meşruluğunu yitirdiği günümüzde,
hukuksuz ve halkın haklarını çiğneyen sürgit politikalar karşısında halkın direnişi,
yalnızca bir hak değil, aynı zamanda tarihsel bir görevdir.
Bu nedenle; hukuksal dayanağı olmayan, topluma zorla dayatılan işlem ve eylemlere karşı
güçlü bir itiraz ve direnme kararlılığıyla, artık meşru olmayan iktidarın bir an önce
görevi bırakması ve adalet temeli üzerinde yükselecek
tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden inşası ortak amacı çevresinde,
halkın en geniş anlamda ve gecikmeksizin birleşmesi zorunludur.
Meşru Direnme Hakkı konulu bu açık oturum ve forum ile ülkemizin içinde bulunduğu
ağır koşullarda direnmenin bir hak ve görev olduğu açıkça ortaya konmuştur.
Başta Cumhuriyetin kurucu partisi CHP olmak üzere; Meclis içi muhalefet,
iktidara meşruluk sağlamaktan vazgeçerek, –koşulları oluştuğunda– sine-i millete dönmekten de çekinmeyerek, halk ile birlikte ulusal direnişe çağrılmaktadır.
Yaşam hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, barınma hakkı, seçme-seçilme hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerin içinin boşaltıldığı günümüzde bu açık oturum, artık bir görev olan direnişin yol haritasını belirlemek ve geniş bir meşruluk tabanına dayanan “Tam Bağımsız Cumhuriyet ve İvedi Demokratik İlerlemeler için Halk Bildirgesi” amacıyla
bir başlangıçtır. Sözü edilen meşruluk tabanının büyütülmesi için halkın haklarını savunan
kişi ve kurumlarla ilişkiler sürdürülecek, konuya ilişkin kaynaştırıcı ve
aydınlatıcı toplantılar düzenlenecektir.
Hazırlanacak bu Halk Bildirgesi, nitel bir sıçrama ile kurulacak bir Halk Meclisinin
ürünü olacak ve bu Halk Meclisi, 21. yüzyıl Türkiye’sinin en kapsamlı, ivedi ve
tümüyle meşru demokratik istemlerini yaşama geçirecektir.
Tarih, halkın haklarını er ya da geç aldığının açık öyküsü ve şaşmaz tanığıdır.
Zorba iktidarlar önünde sonunda halka boyun eğmiş ve hesap vermişlerdir.
Kamuoyunun bilgisine saygı ile sunarız. 15 Mart 2025, Ankara
DÜZENLEME KURULU