Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik X : @profsaltik
Saltanatın / padişahlığın kaldırılması, Büyük Millet Meclisi’nin
1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.. 1299 – 1 Kasım 1922. 623 yıllık Osmanlı devleti tarihe karışmıştır.
Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım 1922 günü son toplantısını yapan Osmanlı kabinesi istifasını son padişah 6. M. Vahdettin’e sunmuştur.
5 Kasım 1922’de Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele), tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’nda toplayarak çalışmalarına son vermelerini tebliğ etmiştir.
7 Kasım 1922’de Babıali’de başbakanlık ofisi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayını durdurulmuştur.
***
Şu utandırıcı sözler, son (36.) Osmanlı Padişahı Halife-Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in :
- “Koşullar ne denli ağır olursa olsun kabul edelim. İngiltere’nin doğudaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra bağış ve iyiliklerini kazanabiliriz.”
Ardından, Paris Konferansında Vahdettin’in Sadrazamı ve damadı Ferit Paşa, İzmir için İngiliz işgalini önerir. Buna karşılık, ekonomik, parasal, hukuksal bağımsızlık.. gibi en yaşamsal istemlerden vazgeçer. Hatta Bakanlıklarda İngiliz Müsteşar bulunması, illerde vali yardımcılığı görevini İngiliz konsolosların yapması ve Osmanlı maliyesinin tümüyle İngilizlerin denetimine bırakılması bile Padişah Vahdettin tarafından önerilir. Yeter ki, son (36.) Osmanlı Padişahı “Halife-Sultan” VI. Mehmet Vahdettin, içi boşaltılmış – göstermelik taht ve tacından geri kalmasın. Ülke parçalanmış, açıkça sömürgeleşmiş, ulus tutsak alınmış ve vatan toprakları bir avuç kalmış olsa da..
Ülkeyi böylesine satan, vatan haini bir Osmanlı saltanatının işbaşında daha çok tutulmasının ulusa hiçbir yararı olmadığı ortadayken, Lozan Barış Görüşmelerine bağlaşıklarca (İtilaf Devletleri) taraf olarak çağrılınca, Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı taşar. Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca emperyalistlerle işbirliği yaparak ülkeyi arkadan hançerleyen Osmanlı Saltanat kadrosunun artık ulusa daha çok ihanetine katlanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa ve Türk ulusu “ya bağımsızlık ya ölüm” ilkesiyle şanlı Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Vahdettin ve tayfası düşmanla açık işbirliği içindeydiler. Yıllarca savaş alanlarında kan, can ve gözyaşıyla kazanılan ulusal bağımsızlığın ve utkunun Lozan Konferansı’nda masada tehlikeye atılmaması gerekiyordu.
İşte bu gerekçelerle, 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafet (Halifelik) birbirinden ayrılarak Saltanatın kaldırılması, TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın şu kararlı sözlerinin ardından
oybirliği ile kabul edildi :
- “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
- Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı.
- Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir.
Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. - Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.
- Bu behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır…
- Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”
İşgalci İngiliz dostlarının (!), kendisinin istemini izleyen gün Malaya zırhlısıyla 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçırdıkları son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in (Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi davranışı görülmemiştir!) Halifeliği de kaldırıldı ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. Böylece ulus yönetiminin demokratikleşmesi ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi için çok önemli bir adım daha atılmış oldu.
- Kimi aymazların dediği gibi Mustafa Kemal Paşa diktatör olsaydı,
kendisine önerilen Halife-Padişah makamını kabul ederdi. - Oysa O, “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet’in,
TBMM istenciyle seçilen demokrat, çağdaş Cumhurbaşkanı olmayı yeğlemiştir.
Böylelikle; Padişahın tebası-kulu olan insanımız, Cumhuriyetin yurttaşı olma yolunda
çok önemli bir kazanım sağlamıştır.
- Egemenliğin kaynağı, gökyüzünden yeryüzüne indirilerek,
Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımı atılarak, Türkiye’nin çağdaş dünyada
kendine yaraşır yeri pekiştirilmiştir.
***
Türk Ulusuna; Anayasamızın 2. maddesinde, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” altı temel niteliği tanımlı –insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti– olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizde
sonsuza dek onurlu bir yaşam diliyoruz.
Cumhuriyetimiz, 101 yılda kendisine kol – kanat gerecek aydın kadroları – kuşakları yetiştirmiştir.
Ayrıca 1 Kasım 1922’den bu yana tarihin köprülerinin altından çooook sular akmıştır..
Küresel toplum insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, çevreci, hukuk devletine evrilmektedir.
Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞIDIR..
Türkiye’de de hiç kimse ama hiç kimse suları tersine akıtmaya ya da tarihin tekerleğini değil tersine
çevirmek, çomak sokmaya bile kalkışmamalı, dahası yeltenmemelidir. Herkes haddini bilmelidir. Despotik – teokratik rejimlerin sonu gelmiştir; doğrudan demokrasi, e-demokrasi gündemdedir.
AKP=RTE iktidarı / TEK ADAM REJİMİ, “Millet – Ulus” değil “Ümmet – tebaa” peşinde koşmayı bırakmalıdır, boşuna döner avare kasnak ve kendini tüketir.. Ülkemiz sınırlı kaynaklarını boşa tüketiyor, enerjisini yersiz kullanıyor. Oysa 21. yy’da uluslararası toplum ile küresel rekabet öylesine zor, öylesine güç, öylesine bilimsel – akılcı yönetim ve toplumsal düzen istiyor ki… anlatmak kolay değil.. Biatçı ümmet sürüsü değil özgür yurttaşlarla T.C. geleceğe taşınabilir!
- 101. yılda AKP = Erdoğan köktenci bir politik muhasebe yapmalı ülkenin – ulusun geleceğini tehlikeye atacak en küçük bir girişimden bile mutlak olarak, AR-TIK sakınmalıdır.
- Asla unutulmasın; Türkiye Cumhuriyeti yüzbinlerce şehit-gazi kanı ile kurulmuştur!
Ar-tık; insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti saldırısı bitmelidir.
- Saltanat – Halifelik tarihin çöplüğünde tükenip bitmiştir.
- Egemenlik, bağsız – koşulsuz Ulusundur!
- Demokratik Cumhuriyet fazilettir (erdemdir) ve özellikle kimsesizlerin kimsesidir!
Bu tartışılmaz gerçekleri içinize sindirmeli ve tek başına iktidarınızın 22. yılı biterken,
rotanızı doğru belirlemelisiniz.. Hem siz, hem ülke yoruldu hem de Cumhuriyetçilerin sabrı tükeniyor..
1 Kasım 2024’te, Türkiye temel demokratik anayasal ilke Erkler ayrılığını terk etmiş, Yürütme
yetki ve görevini partili Cumhurbaşkanına devretmiştir (Anayasa m.8). 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması hileli yapılmış (YSK tarafından tam kanunsuzlukla mühürsüz oylar geçerli sayılarak), dünyada örneği olmayan ucube bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi” dayatılarak demokratik cumhuriyet yozlaştırılmıştır. RT Erdoğan, bu yoz ve meşru olmayan sistemde Yargı ve Yasamayı da çok büyük ölçüde güdümüne alarak otoriter-totaliter, baskıcı, despotik bir rejim kurmuştur.
Taaaa 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na 1. madde olarak konan “Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusa ait olduğu” ilkesi, 102 yıl sonra ülkemizde artık geçerli değildir!
- Ulus hayınca adatılmıştır. Ulusun egemenliği apaçık gasp edilmiştir.
SÖYLEV’in sonundaki “Gençliğe Sesleniş” (1927) ve “Bursa Söylevi”ndeki (1933) olağanüstü koşullar doğmuştur. Türk Ulusu, bu hayın kuşatmayı da yarmasını bilecektir.
- Reçete, tüm Ulusal güçlerin birleşmesidir; tarihsel sorumluluk CHP’nindir. 1 Kasım 2024, Ankara