KONFESYONALİZM ya da MEZHEPÇİLİK ÇIKMAZI ve LÜNAN’ın BAŞINA GELENLER

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Lübnan’da neler oluyor? Lübnan halkları neden sıkı bir sosyolojik, siyasal ve kültürel birlik kuramıyor? Lübnan Ordusu niçin İsrail saldırılarına yanıt ver(e)miyor? Lübnan’da, özellikle de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta kimi mahalleler İsrail Ordusu tarafından şiddetle bombalanırken, aynı kentin öbür semtlerinde hiç savaş yokmuş gibi, bir kesim halk, nasıl gülüp eğlenmeye devam edebiliyor…

Bu durumun, acaba Lübnan’ın sosyolojik, siyasal ve kültürel yapısı ile bir ilişkisi olabilir mi?
Batı emperyalizmi, Lübnan’a ve çoğu İslam devletlerine nasıl bir siyasal örgütlenme biçimi bıraktı. Lübnan Devleti’nin Batı üretimli bu konfesyonalist sosyolojik ve siyasal, devlet örgütlenmesini bilmeden bu sorunun yanıtını bulma olasılığı oldukça zayıftır.

Şimdi önce konfesyonalizmi (confesyonalism) tanıtmak, daha sonra da Lübnan’daki sosyolojik ve siyasal örgütlenmeyi açıklamak daha aydınlatıcı olabilir.

A- KONFESYONALIZM NEDİR?

Konfesyonalizm sözcüğü, latince “confessio” yani itiraf sözcüğünden türetilmiştir. Özellikle Katolik – Hristiyan kiliselerinde “confesyon” yani itiraf ya da günah çıkarma kabinleri vardır vardır. Günah işleyenler kabine girer ve yüz yüze gelmeden günahlarını papaza itiraf ederler. Papaz da onlara dinsel nasihatlarda (öğütlerde) bulunur ve işlenen günahlar için Tanrıdan af umudu aşılar Bu işlemler bizim konumuz dışındadır.

Konfesyonalizm ise felsefesi, demografik ve sosyolojik olarak, ülkedeki din ve mezhep farklıklarını dikkate alıp devletin sosyal ve siyasal yapısını, din ve mezhep esasına (ilkesine) göre inşa etmek (kurmak) anlamına gelir. Konfesyonalist yaklaşım biçiminin üç ana nedeni vardır.

1- Etnografik ve demografik gerekçe

Bir toplumdaki din ve mezheplerin toplam nüfus içindeki ağırlıkları farklıdır. Adil bir siyasal yönetim için her inanç türünün Parlamentoda, merkez ve yerel yönetimlerde demografik ağırlıklarına göre temsil edilmeleri gerekir.

2- Yasama, Yürütme, Yargı ve devlet bürokrasisinin paylaşımı.

Her ırk, din ve her mezhep mesuplarının devlet yönetiminde her alanda temsil edilme hakkı vardır. Devlet gücünün ve devlet kadrolarının da ülkedeki farklı din ve mezhepler arasında nasıl dağıtılacağı anayasal ve yasal güvenceye alınmalıdır.

2- Toplumsal uzlaşı ve barış gerekçesi

Eğer devlet yönetiminde, siyasal güç olarak, her din ve mezhep grupları, sayısal güçleri oranında temsil edilirse yönetim adil olur. Toplumsak barış ve huzur (erinç) daha uzun erimli olur.

Peki gerçek durum nedir?
Tarihsel olarak etnisite, din ve mezhep temelleri üzerine örgütlenmiş en önemli devlet örneği eski Yugoslavya idi. Parçalandı ve yedi farklı devlete ayrıldı. Ayrıca, başta Lübnan ve Irak olmak üzere, bu tür mezhep ve etnisite temelli siyasal devletler vardır. Örneğin zamanın devlet başkanı Saddam, Irak’ta ABD tarafından saf dışı edildikten sonra, siyasal olarak Irak devletinin yönetimi Şiiler ve Sünniler arasında paylaştırıldı.

B- KONFESYONALİZMİN TEMEL SAKINCALARI

1- Bu tür örgütlenmeler etnik, dinsel ve mezhepsel rekabete, birbirlerini ötekileştirme ve düşmanlaştırmaya açıktır. Fakat Uygulamalarda birçok siyasal ayrımcılık ve eşitsizlikler ortaya çıkabilir. Kendi aralarındaki dinsel çekişmelerin siyasal rekabeti, siyasal rekabet de din ve mezhep çatışmalarını körükleyebilir.

2- Ortak siyasal çıkarlar ve uluslararası sorunlarla ilgili kararlarda sonuç almak zorlaşır; karar düzenekleri (mekanizmaları) tıkanabilir. Her etnisite, din ya da mezhebin çıkarlarını bağdaştırmak her zaman olası değildir. Çatal kazık yere batmaz atasözümüz böyle durumlar için kullanılır.

3- Sisteme dahil olan etnik, din ve mezheplerin demografik sayıları eşitsiz olduğu için, güç dengeleri de eşitsiz olur. Yurttaşların eşitliğini sağlamak zorlaşabilir. Devlet gücüne daha çok sahip olan sayısal çoğunluğun azınlıklara baskı kurmasına neden olur.

4- Sistematik ayrımcılık, kendi yandaşını koruma, ırkçı, dinci, mezhepçi ve hatta toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlar giderek geri dönülmez biçimde kurumlaşır. Nepotizm kurumlaşır. Uzlaşma yolları kapanabilir.

5- Zamanla, savaşlar, göçler ve nüfus artış hızı farklarından kaynaklanan demografik değişmelere uyum sağlamak zorlaşır. Güç dengeleri alt-üst olur.

6- Etnisite, din, mezhep vb. ayrımlar üzerine kurulmuş, kemikleşmiş ve heterojen bir yapı toplumsal birlik ve beraberlik için aşılması çok zor büyük bir engel oluşturabilir. Ülke genelinde toplumsal bir güç ve ideal birliği kurmak olanaksızlaşır.

7- Kanımca en büyük engel de şudur : Etnik ve teolojik ayrımlar ve farklılıklar üzerine devlet kurmak çağımızın aklına, bilimine, hukukuna, demokrasisine ve evrensel insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.

  • Teokratik (dinci) devlet modeli artık miadını doldurmuştur.

C – GÜNÜMÜZÜN EMPERYAL GÜDÜMLÜ LÜBNAN DEVLETİ

Tarihsel olarak, şimdiki Lübnan coğrafyası, önce Osmanlı toprağı iken daha sonra Fransız sömürgesi konumuna düştü. Şimdiki Lübnan devleti, Fransız mandası olarak, 01 Eylül 1920’de
“Büyük Lübnan” adıyla kuruldu. 22 Kasım 1943’te bağımsız devlet oldu. Fakat din ve mezhep ayrımcılığı yani konfesyonalizm temelinde örgütlendirildi. Devletin siyasal yönetimi ve devlet kadroları dinler ve mezheplerin demografik ağırlıklarına göre paylaştırıldı.

Lübnan devletinin yüzölçümü 10.452 km2. Yani Lübnan çok küçük bir devlettir. 2023 verilerine göre Lübnan devletinin toplam nüfusu 5.630.000 kişidir. Bu nüfusun 3.510.000 kadarı (% 62.33’ü) Müslüman, 2.120.000 kadarı (% 37.67’si Hıristiyandır. Çok az da Yahudi nüfus vardır. Müslüman nüfus Sünniler, Şiiler, Dürziler ve Nusayrilerden oluşmaktadır. Aynı biçimde Hıristiyan nüfus da Maronit Katolikler, Rum Ortodokslar, Rum Katolikler ve Ermeni Ortodokslardan oluşmaktadır. Az miktarda da Yahudi nüfus vardır Ayrıca, 1.500 000 kadar da Suriye’li göçmen gelmiştir.

Lübnan’da kişi başına ulusal gelir 11.562 ABD Doları kadardır. Fakat gelir dağılımı çok bozuktur. Halķın % 60 kadarı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.

Lübnan’daki siyasal merkezi yönetim, devlet kadroları ve yerel yönetimler yukarıda sözü edilen Hıristiyan ve Müslüman mezhepler arasında nüfus büyüklükleri oranında paylaşılmış durumdadır. Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamları dahil kimi kadrolar, mezhepler arasında dönüşümlü olarak paylaşılmaktadır. Dinler ve mezhepler arasındaki çekişme ve çatışmalar hep gündemde kalmakta ve istikrarsızlık üretmektedir. Ayrıca, dış politika ve ülke güvenliği açısından ortak kararlar almak çok zordur.

Acaba günümüz Lübnan toplumu neden İsrail’e karşı topyekun bir tutum belirleyemiyor??Demek ki dincilik ve mezhepçilik yüzünden henüz bir ulus (millet) olamamıştır. Kökten dinci ve mezhepçi siyasal örgütlenme biçimi Lübnan halkının uluslaşmasını engellemektedir.

Kıssadan hisse

Osmanlı Devleti, çok etnikli, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir yapıdaydı. Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bu çok etnikli ve çok dinli yapı, küçük ölçeklerde de olsa, aynen yeni Türkiye Cumhuriyetine miras kalmıştır. Zaten Osmanlı’dan ayrılarak kurulan yeni devletler de Osmanlı’daki bu ırk, dil, din ve mezhep farklarını bahane ederek Osmanlı’ya isyan edip ayrılmışlardı…

Yüce önderimiz büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurarken hem etnisite hem de din ve mezhep farklılıklarını devre dışı bırakan laik bir ulus devlet kurmuştu. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” diyerek etnik ve dinsel ayrımcılıktan kaçınmıştı. Ancak bu tutum, çeşitli nedenlerle yeterince sürdürülemedi.

Güncel olarak, Arnavutluk’ta yeni tezgahlanan sözüm ona “Bektaşi Devleti” de ne Arnavutların ne Balkan devletlerinin ne Türkiye’nin ve ne de Alevi – Bektaşilerin hayrınadır.
Böl ve yönet politikasının bir gereği olarak geleceği istikrarsızlaştırma çabalarıdır.

O halde bize düşen temel görev;

  • Atamızın kurduğu laik ve demokratik cumhuriyeti,
  • ulusal birlikten asla ayrılmadan,
  • evrensel demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile taçlandırmaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir