Dr. Enver Kumbasar
Yargıç
Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı bir hukuk devletidir (m.2). Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır (m.9). Hâkimler (Yargıçlar) görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler (m.138/1).
Çağdaş demokrasilerde hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesinin temel koşulu, Güçler Ayrılığının gereği olarak yargı bağımsızlığının eksiksiz sağlanmasıdır. Anayasada yer alan yargı bağımsızlığı, dolayısıyla hukuk devleti ilkesinin tam anlamıyla yaşama geçirilmesi, yargının yönetiminden sorumlu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun mevcut (verili) yapısıyla (Üyelerinin büyük çoğunluğunun partili cumhurbaşkanı tarafından belirlenmekte, anayasa m. 159.) olanaklı değildir.
- Toplumdaki genel algı yargının adeta vesayet altında olduğu, siyasallaştığı ve araçsallaştırıldığı yönündedir.
Geçen adli yıldaki pek çok yargısal uygulama maalesef (ne acı ki) bu algıyı oluşturacak nitelikte görülmüştür.
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına ilişkin anayasanın açık hükmüne (m.153/son) aykırı olarak Hatay milletvekili Av. Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararları adli mahkemelerce hukuka, anayasaya ve vicdanlara adeta meydan okurcasına yerine getirilmemiştir, getirilmemektedir. Benzer durum anayasa 90/son hükmüne karşın Gezi tutuklusu Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu hak ihlali kararının gereğinin yerine getirilmemesinde de görülmüştür.
İlk derece mahkemelerinin hukuka ve anayasaya aykırı bu ve benzer uygulamaları karşısında Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun sessiz kalarak müdahale etmemesi yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve demokrasimiz bakımından kabul edilemez.
YARGIDA ÇÜRÜME
Geçen adli yılda da haksız, hukuksuz ve kamu vicdanını yaralayan gözaltı ve tutuklamalar artarak sürmüştür. Son örnek, İzmir’de sokak röportajında bir kadın yurttaşın söylediği sözler nedeniyle cumhurbaşkanına hakaret ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarından tutuklanmasıdır.
Geçen adli yılda bazı (kimi) yargı mensuplarının (üyelerinin) zaman zaman verdiği görüntü de içler acısı niteliktedir. Gün geçmiyor ki görsel, yazılı ve sosyal medyada yargıç ve savcılarla ilgili rüşvet, kayırma vb. haberler yer almasın. Örneğin İzmir’de bir adalet komisyonu başkanı yargıcın makam odasının duvarında silah koleksiyonu bulundurmuş, silahların önünde kendisini denetlemekle yetkili Teftiş Kurulu başkanıyla birlikte görüntü vermiş ve fotoğraf medyada yer almıştır. Bu görüntüler yargının düşürüldüğü hazin durumun en çarpıcı örnekleridir.
Bu ülkede bugüne kadar (dek, değin) yargının hızlandırılması ve adaletin gerçekleştirilmesi amacıyla çıkarılan sekiz yargı paketine (reform) karşın istenen hedefe ulaşılamadığı açıktır. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların ve verilen hak ihlali (çiğnemi) kararlarının büyük çoğunluğu makul sürede yargılanma (adli yargılanma) hakkının ihlaline (çiğnemine) ilişkin olması bunun en önemli göstergesidir.
HUKUK DEVLETİ
Bütün bunların sonucu olarak toplumda yargıya olan güven %25 düzeyine inmiştir. Hukukun üstünlüğü sıralamasında ise dünyadaki 174 ülke arasında 148. sırada yer almaktayız. Bu sonuçlar ülkemiz için acı verici ve düşündürücüdür.
Yeni adli yıl başlarken hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı bakımından umutlu olmayı gerektirir herhangi bir neden bulunmamaktadır.
- Siyasallaşmış ve araçsallaştırılmış bir yargı düzeninin hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve adaleti sağlaması olanaklı değildir.
Böyle bir düzende insanlar kendilerini güvende hissedemezler. Hukuk güvenliğinin olmadığı bir yerde toplumsal barış ve huzurdan da söz edilemez. Bu durum sürdürülebilir değildir.
- Hukuk devletinin yaşama geçirilmesi,
yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması ile olanaklıdır.
Bunun için öncelikle Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısının bunu sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Yargıçların da hukuka uygun ve vicdanlarına göre adil kararlar vermeleri zorunludur. Bunların gerçekleştirilebilmesi ancak sivil toplumu oluşturan bütün kişi ve kurumların dayanışma içinde verecekleri demokratik mücadele ile olanaklı olabilecektir.