30 Ağustos ve Atatürk’ün Türk Ordusuna Yüklediği Özgörev

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Tarihi Uzmanı

“Bütün millete kararlılıkla ve kalp güvenliğiyle bildiririm ki; cumhuriyet orduları, cumhuriyeti ve kutsal topraklarını güvenle koruma ve savunmaya güçlü ve hazırdır.” ٭
Gazi Mustafa Kemal / 1925

Arkasında I. ve II. İnönü utkularını (zafer) ve halen bir parça gölgede kaldığını düşündüğümüz destansı Sakarya Meydan Savaşı’nı, bu sürecin doğurduğu acıyı ve Çiğiltepe’de zirve (doruk) yapan Albay Reşat bey yurtseverliğini, hele hele başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere komuta heyetinin (kurulunun) gençlik yıllarından çok şey alıp götürmüş olan oldukça gerilimli günleri, ayları ve yılları barındıran 30 Ağustos, laik Cumhuriyete uzanan yoldaki en görkemli utku halkasıdır.

Yönetsel ve taktiksel yönleriyle Dünya Savaş Tarihi belgeliğinde kayıtlı bu eşsiz başarı, yüz yıllar geçse de her yıl dönümünde sonsuza dek anılacak ve canlı tutulacaktır! Ancak, 30 Ağustos’a ilişkin asıl öncelenmesi gereken boyut; Büyük Atatürk’ün, Cumhuriyet ilan edildikten neredeyse bir yıl sonra, 30 Ağustos 1924 tarihinde Zafertepe’de düzenlenen törende Cumhuriyetimizin temellerinin Dumlupınar’da atılmış olduğuna dikkat çekmesi, bir yıl sonra 1925’te ise –yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi– yurt toprakları ile birlikte Cumhuriyeti koruma ve savunma görevini Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yüklemiş olmasıdır. Çünkü Atatürk’ün kol kanat gerip üzerine titrediği bu Cumhuriyet, “Müslüman Ortaçağı”nı yırtıp aşan büyük bir devrimle kurulmuş, çağcıl felsefesi olan laik bir Cumhuriyettir. Ayrıca, Cumhuriyetin mimarı asker Mustafa Kemal’den başka, yapı harcını karanların önemli bir kesimi de yine O’nun silah arkadaşlarıdır.

Kuruluş tarihi, sembolik (simgesel) olarak Hun hükümdarı Mete’nin ilk Türk ordusunu yapılandırdığı M.Ö. 209’a dek götürülen (2235 yıl)  Türk Silahlı Kuvvetleri, 2007’de bir ihbar telefonu ile başlatılan Ergenekon, Balyoz, Ay Işığı, Casusluk, giderek Kozmik Oda gibi kumpaslarla (tuzaklarla) büyük ölçüde örselenmiş ve sarsılmış olsa da, yurdu koruma güç ve yeteneğini henüz yitirmiş değil. Ancak aynı Ordunun, 22 yılı geride bırakan bugünkü AKP iktidarının, laik Cumhuriyeti adım adım bir ortaçağ din devletine sürükleyen çekinmez girişim ve düzenlemeleri karşısında Atatürk’ün yüklemiş olduğu Cumhuriyeti koruma  özgörevini, daha da ürküncü, kaygısını yitirmiş olduğu gerçeğini de görmezden gelemeyiz!

Kuşkusuz kastımız (dememiz), AKP etkili ve yetkilileri için bir karabasana dönüştüğünden 2013 yılında yeniden düzenlenmiş olan (kendi sivil darbelerinin önünü açmak için olsa gerek!) ve Orduya, siyasal iktidarlara müdahale kapısını aralayan TSK İç Hizmetler Yasası’nın 35. maddesi değildir! Savunduğumuz, siyasal iktidarların hep olağan demokratik kurallarla değişimidir. Son siyasal gelişmeler ve toplumun farklı öbeklerinden iktidara yönelik yükselen tepkiler, anılan değişimin habercisidir ve toplumsal sağduyunun yanında, ülkenin demokrasi birikimi, bu değişimi kesinlikle gerçekleştirecektir!

Büyük Atatürk’ün Ordu’ya koruma özgörevi (misyonu) yüklediği Cumhuriyet, devrimin, yüz yıl önce yıktığı yarı teokratik (dinci) düzeni çağrıştıran bir cumhuriyet değildir. Ne var ki, özellikle 2017’den bu yana –hız kazanmış bir biçimdelaik-demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin yapı taşları bir bir yerinden oynatılırken tepkisiz kalan kurumlardan biri de Ordudur (komuta kademesi)!

Sözü edilen bu özgörevin gereği ise; rejimi tanınmaz kılan, üzerinde iyi çalışılmış yönelim doğrultusunda yaşama geçirilen uygulamalar karşısında itirazdı (karşı sözü olma) ve itiraz olmalıydı! Oysa bırakınız itirazı, seyirci duruşu sergilenmiş, böylece örtülü de olsa yıkıma ortak olunmuştur.

Dahası, dış dinamiklerin gölgesinin düştüğü kendi iç bünyesine dönük düzenlemelere karşı bile Ordu, yazık ki yine seyirci konumundadır! Kurumun dinci bir eksene çekilmesi, siyasallaşması, atama ve yükseltmelerde geleneksel hiyerarşik (katmanlı) yapının alt üst edilmesi, liyakatın (yaraşırlığın) ötelenmesine ilişkin bu yazının sınırlarını zorlayacak çok sayıda somut örnek verilebilir.

Siyasallaşmanın son çarpıcı örneği; Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Arif Çetin’in -görev süresinin bir kez daha uzatılması beklentisiyle- 15 Ağustos’ta (2024), Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi’nin mezuniyet (bitirme) töreninde, cumhurbaşkanının siyasal mitinglerinde kullandığı sloganlarla süslenmiş ve özenle “Türkiye Yüzyılı” (T.C.’nin ikinci yüz yılı değil!) vurgusu yaptığı konuşmasıdır. (işe yaramadığının görülmüş olması da bir başka dramdır!)

Oysa Büyük Atatürk’ün, askerlik yaşamı boyunca eriştiği bütün rütbelere ve sorumluluk aldığı bütün orunlara (makam) layık (yaraşır) olduğu için ve seçilerek geldiğini öncelikli olarak TSK üyelerinin anımsaması gerekir. Bilindiği gibi O, hiçbir oruna sultanları okşayarak ve biat (kişiye boyun eğerek) ederek gelmemiştir! TSK’nin özellikle omuzu kalabalık generalleri, 30 Ağustos’un 102. yıl dönümü törenlerinde Anıt Kabir merdivenlerini çıkarken, Büyük Atatürk’ün kendilerine yüklemiş olduğu ve bu yazıda dile getirilen “özgörev” eleştirisini yaparak çıkmalıdırlar.

Çok yönlü iç karartıcı bütün olumsuz gelişmelere karşın, Türk ulusunun, anayasanın 2. maddesinde tanımını bulan (laik-demokratik, sosyal bir hukuk devleti) Cumhuriyetimizi sonsuza dek koruyacağına olan inancımızla, 30 Ağustos’un 102. yıl dönümünde Başkomutan Büyük Atatürk’ü, O’nun silah ve dava arkadaşlarını, ayrıca Duatepe, Kocatepe, Zafertepe ve Çiğiltepe ile Dumlupınar’da can veren şehitlerimizi, gazileriöizi saygı ve gönül borcu ile anıyoruz.
————————————————
٭Atatürk’ün S.D. II. S. 229

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir