Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki gerçekler, Türkiye’de ne yazık ki, genellikle, olgulara ve akla uygun bir biçimde değerlendirilmiyor.
Türkiye’de siyasetin hem sağındaki hem de solundaki birçok kişi, anti-Amerikan olmakla, anti-emperyalist olunacağını sanıyor.
Oysa, ABD’ye özgü her şeye karşı çıkmak, Amerikan halkına, kültürüne, tarihine karşı toptan tavır almak, anti-emperyalizm değil, ırkçılık ve şovenizmdir.
Mustafa Kemal Atatürk de, Britanya’ya ve Fransa’ya karşı anti-emperyalist bir mücadele verirken, bu ülkelerin halklarını ve kültürlerini kategorik olarak karşısına almamıştır, onların siyasal düzenine ve emperyalist uygulamalarına karşı mücadele vermiştir, hatta o ülkeleri yönetenlerin, kendi geçmişleriyle, kültürleriyle, uygarlıklarıyla ve ortaya koydukları Aydınlanma değerleriyle çeliştiğini vurgulamıştır.
***
ABD gerçeğini anlamak için, ABD’nin tarihini, Avrupa ve dünya tarihiyle karşılaştırmalı olarak incelemek gerekir.
ABD’nin 1776 yılında kurulması, o dönemde, dünya ölçeğinde büyük bir devrimdir. Monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasını sağlayan bu devrim, 1789 Fransız Devrimi’ni de öncelemiştir. ABD’nin kurulması, Britanya Krallığı’na karşı bir isyan hareketidir.
Britanya’nın Amerika kıtasının kuzeyinde kurduğu kolonilerde yaşayan Thomas Jefferson, George Washington, Benjamin Franklin, Thomas Paine gibi devrimci liderler, Britanya’nın hegemonyasına karşı isyan bayrağını açmışlar; bağımsızlık isteyenlerle Britanya’nın parçası olarak kalmayı isteyenler arasında iç savaş çıkmış, Britanya ordusuna karşı savaş açılmış; sekiz yıl süren savaşta on binlerce insan yaşamını yitirmiştir.
ABD, 4 Temmuz 1776’da, Philadelphia’da kabul edilen Bağımsızlık Bildirgesi ile bu savaşın ortasında kurulmuştur.
Bu Bildirgede kabul edilen ilkelerle ve sonrasında kabul edilen anayasa maddeleriyle, monarşik düzen yıkılarak cumhuriyet kurulmuş, böylece kralın ve kraliçenin egemenliğinden halkın egemenliğine geçilmesinin yolu açılmış; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı ilkesi benimsenmiş, kongre ve senato gibi organlar devreye girmiş; teokrasinin yerine laiklik ilkesi benimsenmiş ve dinin, devlet, siyaset, hukuk işlerine müdahale etmesi engellenmiş; feodalizm yıkılmış, yani toprak ve mülkiyet ağalığının, tekelinin yerine, tüm vatandaşlara toprak ve mülk edinme hakkı tanınmıştır.
Bu dönemde Afrika kökenlilere yönelik kölelik sorunu henüz çözülememiş ve bunun çözümü için 19. yüzyılda bir başka iç savaşın yaşanması gerekmiş olsa da, ABD 18. yüzyılda, dünyada örneği görülmemiş bir siyasal adım atmıştır.
Bu devrimi gerçekleştirenler, Avrupalı filozoflardan, 17. yüzyıl filozofu John Locke’tan ve 18. yüzyıl filozofları Adam Smith, David Hume, Jean Jacques Rousseau ve Charles-Lois Montesquieu’dan etkilenmişlerdir.
***
ABD’nin kapitalizmin merkezine dönüşmesi 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’nden sonra başlamıştır. Avrupa’da, sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan kapitalizme karşı, üretim ve sömürü biçimlerinin ve araçlarının değiştiği gerçeği ve 18. yüzyıl devrimlerinin ilkelerinin güncellenmesi gerektiği dikkate alınarak, 19. ve 20. yüzyılda, Karl Marx, Friedrich Engels, Karl Kautsky, Eduard Bernstein, Rosa Luxemburg, Vladimir Lenin gibi filozofların ve düşünürlerin öncülüğünde komünist, sosyalist, sosyal demokrat akımlar, kuramlar, hareketler, örgütlenmeler de ortaya çıkarken, ABD bu gelişmelerden çok etkilenmemiştir.
ABD’nin 18. yüzyılda devrimci bir adım attıktan sonra, 20. ve 21. yüzyılda, hem ekonomik ve sosyal adalet açısından Avrupa’nın gerisinde kalmasının, hem de küresel emperyalizmin öncüsü konumuna gelmesinin temel nedenlerinden birisi budur.
Bundan dolayı, sol siyasetin ABD’de gelişmesi kolay olmasa da, bir potansiyel olarak varlığını sürdürmesi, dünyanın geleceği açısından son derece önemlidir.
- Dünya Avrupa’nın değil, bir gün ABD’nin sola açılmasıyla daha iyi bir gezegen durumuna gelebilecektir.