Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı
İnsanlık tarihinin her devrinde ve her ülkesinde, bireysel, ailesel, toplumsal ve yönetsel alanlarda ortaya çıkan her türlü inançsal, ırksal, bedensel, siyasal, yönetsel, sosyal, ekinsel (kültürel) … ve ekonomik ayrımcılıklar, ötekileştirmeler, haksızlıklar, zulümler ve şiddetlere karşı, insanlar ve halkların ortaklaşa yaşamlarını kesintisiz barış ve esenlik içinde sürdürebilmek için bütün insanlık aleminin ortak sağduyuları ve ortak vicdanlarından doğup, zaman ve yerden (mekândan) bağımsız olarak, evrensel kabul ile perçinlenen düşünceler ve bu düşüncelerden türeyen güzel davranışlara evrensel ahlak ve adalet denir.
Evrensel ahlak ve adalet, göksel (semavi) büyük dinlerin de ana – ortak özellikleridir.
Çağımızdaki ırk, dil, din, cinsiyet, inanç, mülkiyet, siyasal düşünce… ayrımı gözetilmeksin herkesin yaşama hakkına, din ve vicdan özgürlüğüne ve temel insan haklarına sahip olması evrensel ahlak ve adalet düşüncesinden türetilmiştir.
Uzak Doğu ve Orta Doğu’da tarih sahnesine çıkan bütün kutsal inançlar, büyük dinler ve hatta önemli düşünürlerin (filozofların) temel ortak amaçları, insanları ve toplumları kesintisiz olarak, esenlik, barış, kardeşlik, adalet ve sevgi içinde yaşatmak olagelmiştir.
Din ve dinlerden türetilen kutsalların kötüye kullanılması, genellikle devletlerin, ruhban ya da ulema sınıfı ile işbirliği yaparak, dini bir ahlak ve adalet aracı olmaktan koparıp devlet katında resmi bir din ya da inanç tekeli oluşturarak dinler ve dince kutsallardan siyasal iktidar ve güç devşirme olgusudur.
Ayrıca dinler ve inançlar üzerinde resmi din tekeli kurmuş olan devletlerin, kendi siyasal güçlerini koruyabilmek için dinler ya da inançları bir disiplin kırbacı ya da kılıcına dönüştürdükleri de görülmektedir.
Dinleri siyasal iktidarların isteklerine göre çarpıtarak (tahrif ederek) yorumlamak istemeyen ruhban – ulema sınıfındaki kimi yüksek erdemli (örneğin İmamı Azam – Ebu Hanife gibi) din adamları ise devlet katından kovulma, zulme uğrama ve hatta ölüme mahkum edilmişlerdir. Tarih bunların örnekleri ile doludur.
Kısacası dinler ve dinden türetilen kutsallar güzel ahlak ve evrensel adaletin zamanla, giderek tanrısal (ilahi) egemenlik alanından koparılıp krallar, şahlar, hanlar ve sultanlarla ruhban-ulema sınıfının ortak egemenlik alanını koruma aracına dönüşmüştür.
Siyasal iktidarın dışındaki kimi ikiyüzlü kişilerin sahte dindar görüntüsü altında dinbazlık yaparak orun (mevki), makam, saygınlık (itibar) ve çıkar devşirdikleri de işin bir başka yönüdür.
Peki çözüm nedir ??
Çözüm; devletlerin ve devletlerle çıkar işbirliği yapan, çoğu ikiyüzlü, ruhban ya da ulema sınıfının resmi din tekeline son vermektir.
- Din konusunu hukuk, eğitim, yönetim, ekonomi, sağlık, sanat…. her alanda devletten ayırmaktır. Başka bir deyimle de devletin laikleşmesi, sivilleşmesi, demokratikleşmesi, çağdaş ve evrensel ve bir laik hukuk anlayışını benimsemesidir.
- Irklara, dinlere, mezheplere, cemaatlara… dayalı, ayrımları dışlayıcı ve tekelci bir siyasal yönetim anlayışından birlikte, ortak ideallere, hukukun üstünlüğüne, yasalar karşısında eşitliğe, ortak çıkarlara, ortak yaşama sevinci ve işbirliğine dayalı çoğulcu bir yönetim anlayışına yükselmektir.
Son çözümlemede; Yüce Önderimiz Gazi M. K. Atatürk‘ün Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken yapmak istediği tam da budur.
Feodal, dogmatik ve dinci (teokratik) Ortaçağ özlemlerine dayalı siyasal tasarımların (projelerin) yaşayabilme ve toplumu gönenç (refah), barış ve mutluluk içinde yaşatma şansı hiç yoktur ve hiç de olmamalıdır.