Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.
Karşı devrimciler özellikle seçim dönemlerinde kadın hakları konusunda ileri bir adım olan İstanbul Sözleşmesi’ni sıkça gündeme getirerek iptalini istemektedir.
İstanbul sözleşmesi nedir?
Sözleşmenin tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” dir.
81 maddelik Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine ilişkin taraf devletlerin almayı üstlendikleri çok detaylı (ayrıntılı) önlemleri içermektedir.
Öyküsü
İstanbul sözleşmesi Türkiye’nin girişimi ile kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi tarafından hazırlanmış, 11 Mayıs 2011’de 45 AK üyesi devlet ve Avrupa Birliği (AB) tarafından imzalanmış, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir.
TBMM, Sözleşmenin onaylanmasını 24 Kasım 2014’te oybirliği ile (AKP oyları dahil) kabul edilen bir yasa ile uygun bulmuştur. Oturumda AKP milletvekilleri Sözleşmeyi övücü konuşmalar yapmışlardır.
Sözleşme (AS: TBMM’ce Sözleşmenin hükümetçe onaylanmasını uygun bulan yasa) aynı gün (24 Kasım 2014) Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan tarafından onaylanarak (AS: Resmi Gazetede yayınlanarak) Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlar duruma gelmiş ve iç hukuk mevzuatı olmuştur. Anayasanın 90/5 maddesine göre de, kendi yasalarımızla çelişki olduğunda öncelikle temel alınacaktır. Öbür yasalardan üstündür. (AS: Temel insan hak ve özgürlükleri hk. olduğu için)
Sözleşmenin onaylanmasından (yasalaşmasından) yedi yıl sonra 19 Mart 2021’de Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan yayınladığı bir “Cumhurbaşkanlığı Kararı” ile ülkemizin bu Sözleşmeden çekildiğini (Sözleşmenin Türkiye tarafından feshedildiğini) açıklamıştır.
Cumhurbaşkanı’nın TBMM tarafından bir “yasa ile” onaylanması uygun görülen uluslararası sözleşmeden çekilmesine ilişkin “Cumhurbaşkanlığı Kararı“na yapılan itiraz ve yürütmenin durdurulması istemi, 29 Haziran 2021’de Danıştay 10. Dairesince 2/3 oyla reddedilmiştir.
10.Daire kararı, itiraz üzerine, 2 Ocak 2023’te Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca onaylanmıştır. Hukuksal süreç devam etmektedir. (AS: Davacılar AYM’ye bireysel başvuru yaptı.)
Değerlendirme
Devam eden hukuksal süreçle ilgili ayrıntılı değerlendirme bu yazının kapsamı dışındadır. Ancak bize göre Ulusun toplam % 96’sının oyuna sahip TBMM’nin “yasa ile” hükümetçe onaylanmasını uygun gördüğü Sözleşmeden, Ulusun % 52 oyuna sahip Cumhurbaşkanınca çıkılması hukuka uygun değildir. Anayasanın 104. maddesinde sayılan Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri de buna izin vermez. (AS: Usulde paralellik ilkesi…)
Cumhurbaşkanının başkanı olduğu AKP Meclis grubu tarafından oybirliği ile hiçbir çekince (rezerv) konmadan uygun bulunan ve Cumhurbaşkanınca aynen yayınlanan Sözleşmeden, yedi yıl sonra aynı cumhurbaşkanı tarafından çekilmenin gerekçesi açıklanmamıştır. Çekilme kararının kadını “ikinci sınıf insan” olarak gören gerici karşı devrimci çevrelerin baskısı ile alındığı değerlendirilmektedir. Bu çekilme kararı, AKP iktidarı tarafından gerici çevrelere siyasal amaçla verilmiş çok büyük bir ödündür.
Gericiler, Sözleşmenin aile yapımıza aykırı hükümler içerdiğini ileri sürmektedir. Oysa Sözleşmenin orijinal (özgün) metni incelendiğinde bu savın geçersiz olduğu görülmektedir. Hükümetçe imza/onay ve TBMM’ce yasa ile uygun bulma aşamalarında hiçbir çekince koymaksızın kabul ettiğimiz bu Sözleşmenin yedi yıl sonra aile değerlerimize aykırı duruma gelmesi savı inandırıcı değildir.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının kamuoyunda serbestçe tartışılmadan, riskleri hesaplanmadan TBMM’nin onayı alınmadan tek karar verici tarafından alınması, Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri olarak sayılan “hukuk devleti, demokratik devlet, insan haklarına saygılı devlet” ilkelerine de aykırıdır.
Riskler
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar partisi yetkilileri Türkiye’nin geleceğini Batı’da gördüklerini sıkça dile getirmektedir.
Söz konusu Sözleşme, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin 46/45 üyesi ve AB tarafından imzalanmış, 34 ülke tarafından onaylanmıştır. Türkiye’nin Sözleşmeden tek yanlı çekilmesi Avrupa değerlerine aykırı görülerek yatırımlara neden olabilir. Avrupa kurumlarına ve kurallarına aykırı öbür davranışlarımız da dikkate alındığında, yaptırımlar dış kaynaklara çok bağlı ekonomimizi olumsuz etkileyebilir, Avrupa kurumlarından dışlanmamıza dek gidebilir.
İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin Avrupa’nın tepkisinden daha önemli yanı, kendi içimizde toplumsal bir yara olan utanç verici kadın cinayetlerinin önlenmesi yolunda çağdaş dünya ile uyumlu, etkili adımların atıl(a)mayacak olmasıdır. Kadınlarımız Avrupa’ya hoş görünmek için değil, insan oldukları için korunmayı hak etmektedir. Avrupa ülkelerinden çok önce kadınlara siyasal haklar vermiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda da Avrupa’nın önünde olması gerekir.
Sözleşmeye karşı çıkanlar, Sözleşmenin kadın cinayetlerini durdurmadığını da ileri sürmektedir. Bir Sözleşme imzalanmakla ve onaylanmakla hemen etkisini göstermez. Sözleşmede öngörülen önlemlerin alınması ile zamanla etkisini göstereceği açıktır.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 2022’de ülkemizde 334 kadın cinayeti, 245 kuşkulu kadın ölümü olmuştur. Öbür yıllardaki sayılar da bu düzeydedir. Ortalama olarak her gün bir kadın cinayeti işlenmektedir. Bu durum yüz yıl önce kadını tutsaklıktan kurtararak, eşit yurttaş yapan laik-demokratik Cumhuriyetimize hiç yakışmamaktadır.
Sözleşmeden çekilme kararı olsa olsa içeride gerici, karşı devrimci tarikatlar ve cemaatları mutlu eder. Kısa vadeli (erimli) iç politikaya yöneliktir. Ancak yukarıdaki riskler dikkate alındığında uzun vadede (erimde) ulusal çıkarlarımıza zarar verir. Bu yönü ile stratejik bir hatadır.
Konu, gerici / karşı devrimci çevrelerle devrimci / Atatürkçüler arasında bir savaşım (mücadele) alanı durumuna gelmiştir.
Ne Yapmalı?
Yukarıda belirtilen riskler de dikkate alınarak;
- Hukuksal süreç yakından izlenmeli, gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) dek götürülmelidir. (AS: AYM bireysel başvuruyu red eder ya da “uzun süre” oyalarsa)
- Atatürkçü devrimci çevrelerce konu gündemde tutulmalı, toplumsal farkındalık yaratılmalıdır.
- Sorun yalnızca “kadın sorunu” olarak değil, bir insan hakları ve demokrasi sorunu olarak görülmeli erkeklerin de aktif (etkin) olarak katılacağı etkili demokratik tepkiler gösterilmelidir.