ataolbehramoglu@gmail.com
Son Yazısı / Tüm Yazıları
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Kurtuluş Savaşı kazanılmasa ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmasa ne mi olurdu?
Paris’in Sevr (Sèvres) banliyösünde 10 Ağustos 1920’de imzalanan teslimiyet belgesinin gerekleri yerine getirilirdi.
Buna göre Edirne ve Kırklareli içinde olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a; Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Fransız mandası olarak Suriye’ye verilir; Musul, Birleşik Krallık (İngiliz) mandasına bırakılırdı.
İzmir ilinde Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik haklarının kullanımı beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakılır, bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı ya da Yunanistan’a katılması konusunda göstermelik olarak bir halkoylaması yapılırdı. (Bu demektir ki İzmir ve çevresi fiilen Yunanistan topraklarına katılırdı.)
Göstermelik Osmanlı yönetimi Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanır; Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illeri Ermenistan’ın olurdu.
Bazı bölgeleri kapsayan bir Kürt devleti kurulurdu. (Sevr’in 62-64. maddeleri)
Osmanlı; savaşta ya da daha önce yitirdiği Arap toprakları, Kıbrıs ve Ege adaları üzerinde artık hiçbir hak iddia edemezdi.
Bu artık sözde devletin ordusu belli bir sayı ile sınırlandırılır, bu göstermelik ordu ağır silahlara sahip olamazdı.
Padişah görüntüde yerinde bırakılır; İstanbul bu sözde devletin göstermelik başkenti olarak kalır; hukuksal, yönetimsel, mali ve ticari etkinlikler bütünüyle işgalci devletlerin yönetiminde ve denetiminde olur; Osmanlı’nın (İttihat-Terakki hükümetinin) 1914’te tek yanlı olarak feshettiği (kaldırdığı) kapitülasyonlar söz konusu devletlerin vatandaşları lehine yeniden işlerlik kazanırdı.
Özetle bu geçiş döneminde kolu bacağı kesilen, bedeni zincirlenen bu zavallı sözde devlet, bir zaman sonra devlet kimliğini bütünüyle yitirmiş olarak haritalardan ve tarihten silinirdi…
Sonrasında ne mi olurdu?
Kanımca şöyle olurdu:
İstanbul, adalarıyla, çevresiyle işgalci güçler arasında paylaşılır; Rusya ve başka çevre ülkeler de özellikle İstanbul ve Boğazlar konusunda etkili olmaktan geri durmaz; ülkenin geri kalan bütün bölgeleri yerine göre hızlı yerine göre yavaş bir tempoyla paylaşılır, sömürgeleştirilirdi.
Yüz yıla kalmaz, işgal altındaki bölgelerin Türk halkına, dinsel inançlarına belki pek fazla dokunulmaksızın, hangi ülkenin sömürgesi olmuşlarsa, o ülkenin dili ve kültürü benimsetilir, bütün bu bölgelerde Türklük ve Türkçe ya büsbütün ortadan kalkar ya da bu halk baskı altında yaşayan, zavallı bir azınlık topluluğuna, Türkçe de giderek silinip unutulacak bir azınlık diline dönüşürdü.
Türklere belki Orta Anadolu’nun kimi bölgelerinde zaten olmayan ulusal kimliğiyle değil, İslami kimlikle özerk yaşama olasılığı sağlanır ve sonuçta böylece bir zamanlar Avrupa’yı titretmiş Osmanlı İmparatorluğu’yla birlikte Batı’nın hiçbir zaman kendinden saymadığı Türklüğün bu imparatorluğun sınırları içindeki varlığı silinmiş, sindirilmiş, ortadan kaldırılmış olurdu…
(AS: Tam asimilasyon!)
Peki, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanıyla ne oldu?
Silinmek, sindirilmek, yok edilmek istenen Türkiye Türklüğü, çağdaş bir ulusal devlet olarak “Milletler Cemiyeti”ne katıldı.
Halkın dili, dini, onuru, namusu, kimliği, çiğnenmekten, hor görülmekten kurtarıldı.
Bu topraklar ve bütün dünya, paramparça bir sömürgeler topluluğuna dönüşmek üzere olan bir toplumdan, yepyeni bir ulusun yaratılmasına, bir mucizeye (tansığa) tanık oldu.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet, belki çelişkili gibi görülebilir fakat Osmanlı’nın ve onun da öncesinde Türklüğün haysiyetini kurtardı.
Sömürgeleşen bu topraklarda çiğnenecek, bozulacak, yok olup gidecek bütün bir tarih, bütünüyle kültürel değerlerimiz Cumhuriyetin korumasında, dünya kültürü içinde varlığını sürdürdü, daha da yüceldi.
Cumhuriyet olmasa Osmanlı tarihini ve öncesini nesnel ve bilimsel olarak değerlendiren tarihçilerimiz de olamayacak, bu tarih belki de pek çok yabancı elde haksızca küçümsenecek, karalanacaktı.
Cumhuriyet olmasa Türkiye Türkçesinin bugünkü evrensel düzeyine ulaşması hayal bile edilemeyecek; evrensel değerde bir sanatımız, edebiyatımız olamayacaktı.
Cumhuriyet olmasa bugün ona ve kurucusuna sövenler de olamayacaktı!
Çünkü onlar bile, zavallı ve hain var oluşlarını, istemeseler de Cumhuriyete borçludurlar…
===========================
Dostlar,
Saygın Behramoğlu, son derece başarılı ve gerçekçi betimlemelerle, bu yazısına başlık olarak verdiği soruya yanıtlar üretmiş. Var olsun.
Mustafa Kemal Paşa, Lozan Barış Andlaşmasının bağıtlanmasının 10. yılında Hakimiyet-i Milliye’de şu dizeleri yazdırmıştır :
- “Lozan muahedesi, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr muahedenâmesile ikmal edildiği zannedilmiş, büyük bir suikasdin inhidamını ifade eden bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte eşi geçmemiş bir siyasi zafer eseridir.”
Bu saptamaya göre:
1. Lozan Barış Andlaşması, Osmanlı tarihinde benzeri olmayan bir siyasal utkudur (zaferdir).
2. Batılılar, Türk Milleti aleyhine yüzyıllardır büyük bir suikast (SOYKIRIM!) hazırlamaktadır!
3. Söz konusu büyük soykırım, Sevr Andlaşması ile tamamlanmış sanılmıştır.
4. Lozan Barış Andlaşması, anılan büyük soykırımın sonlandırılmasının belgesidir.
Türkleri, bir ulusu Anadolu’da yok etme, tarihten silme… Birkaç milyon “kılıç artığı” idiler zaten.. Bulaşıcı hastalıklardan kırılıyorlardı. Çok yoksul ve eğitimsizdiler. Sanayi yoktu, karasabanın sapına yapışmışlardı kendileri gibi cılız öküzleri, katırları ile. Anadolu’nun yalıtılmış 1/3’ünde birkaç kuşağa kalmaz hem asimile edilirler hem de biyolojik olarak tükenirlerdi..
(Bkz. Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız, “85 Yıldır O’nu Niçin Anıyoruz??” 09.11.2023)
Mustafa Kemal Paşa “SÖYLEV‘de (NUTUK) şu tümceleri kullanıyor Sevr Andlaşması için :
- “İstanbul Hükümeti delegeleri, Türk topraklarını parçalayan, Türklere bırakılan arazi üzerinde milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan, milli hakimiyeti tanımayan bu antlaşmayı Sevr’de 10 Ağustos 1920’de imzalamıştır.”
- “… Sevr Barış Antlaşması’na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk milleti de yaşama hakkından yoksun bırakılıyordu.”
- “…Sevr’e göre, Türklere bırakılan bölge; hakimiyet hakkı en ağır biçimde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi.”
- “..Sevr Antlaşması’nın Osmanlı Hükümeti’nce imzalanması Anadolu’daki milli mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti’nden ümitlerini tamamen kesmesine neden olmuştur.”
Saygın Behramoğlu nasıl da güçlü bir vurgu ile bağlıyor yazısını :
- Cumhuriyet olmasa bugün ona ve kurucusuna sövenler de olamayacaktı!
Çünkü onlar bile, zavallı ve hain var oluşlarını, istemeseler de Cumhuriyete borçludurlar…
Cumhuriyet’in Dışişleri Bakanı (1925-1937) Dr. Tevfik Rüştü Aras, 1937’de 1937 yılında Milletler Cemiyeti Başkanlığı bile yaptı! (Günümüz BM Genel Sekreterliği..)
Cumhuriyetimizin 100. yılına armağan niteliğinde olan bu uyarı yazısı çok yayılmalı ve okunmalıdır.. Sonra da gerekleri yapılmalıdır elbette..
Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2023, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiye’li
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik
DAHİYANE bir yazıya DAHİYANE bir katkı. DAHİ yazarları sevgili Ataol BEHRAMOĞLU’nu ve sevgili hocamız Prof.SALTIK’ı en yürekten tebrikler ve teşekkurler, selamlar ve saygılar, sonsuz sağlık, esenlik, mutluluk, başarı, utku ve umut dilekleri sunarak ve İYİ Kİ VRSINIZ diyerek kutlamak gerek.