Günümüzde, Aydınlanma karşıtı gerici güruhun, Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına dayanaksız gerekçelerle saldırmaları; ne yazık ki sıradan duruma gelmiştir. Dozu gittikçe artan bu kin güdücü çirkin saldırıların nedenlerini iyi irdelemek gerekir. Cumhuriyet kurulduktan sonra; çağdaş, demokratik bir ülke olma yolunda devrimsel köklü değişikliklere gidilmesi, kaçınılmaz bir gereklilikti. Söz konusu süreçte, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların kaldırılması, Medeni Yasanın kabulü, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, eğitim ve öğretim devrimi, harf ve dil devrimi, şapka ve giysi devrimi, takvim, saat, ölçü sistemlerinde değişiklik gibi atılımlar zor koşullara karşın başarıyla yaşama geçirildi.
LAİKLİK GÜVENCESİ
Mustafa Kemal Atatürk ve devrimci kadrolarının; devlet kurumlarını dinsel ve şeri unsurların (ögelerin) boyunduruğundan kurtaran, özgür düşüncenin ve farklı inanç kesimlerinin güvencesi olan laiklik ilkesini yaşama geçirmeleri, Kuran’ın halkın anlayabileceği gibi Türkçeleştirilmesi, ezanın Türkçe okunması gibi kararları; din tacirlerinin yıllarca sürdürdükleri, halkın dinsel duygularını kendi kişisel çıkarlarına alet etme tezgâhlarına büyük darbe vurmuş, sömürgen heveslerini kursaklarında bırakmıştır.
Bununla birlikte, gerici güruh, yapılanların İslam değerlerine aykırı olduğu safsatasıyla, siyasal İslam korumasındaki tarikat yapılanmalarını da yeniden devreye sokarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de dinine bağlı kitleleri kandırmayı, kışkırtmayı sürdürmekten asla geri durmadı. Bu ihanetin en büyük destekçileri ise ülkenin çağdaş bağımsızlık yolunda ilerlemesinden ve etki alanlarından çıkmasından kaygı duyan, emperyalizm ve işbirlikçi uşakları olmuştur.
TOPLUMSAL BARIŞ
“Adalet”,
“çağdaş hukuk sistemi”,
“ifade ve inanç özgürlüğü”,
“temel insan hakları”
gibi kavramlar, sağduyu sahibi hiçbir bireyin yadsıyamayacağı evrensel değerlerdir.
Bunlar toplumsal barışın, eşitliğin, özgür düşüncenin, çağdaş yaşama hakkının gerçekleştirilmesi için olmazsa olmazlardır. Başka bir deyişle; demokrasi ve cumhuriyet yalnızca bir rejim ya da yönetim biçimi olarak değil, söz konusu değerlerin yaşama geçirilmesinin güvencesi ve kilit taşı olan rasyonel (ussal) kavrayışlar olarak benimsenmelidir.
İnsanın kendi içinde yaşaması gereken dinsel duygu ve inanışların siyasal propagandalara, tarikat yapılanmalarına malzeme edilmemesi; laik-demokratik anlayışın yalnızca devlet kurumlarında değil, halk iradesinde (istencinde) de yer bulması ile sağlanabilir.
Laiklik, birilerinin algı operasyonlarında kullandığı gibi, kişiyi dinsel inanışlarından alıkoyan yasaklayıcı bir anlayış olmayıp aksine bu değerlerin güvencesi olarak koruyucu kalkan görevi taşıyan evrensel bir gerekliliktir.
Son yıllarda derin yaralar almış demokrasi, laiklik gibi kazanımları zamanı geldiğinde kenara atılacak bir araç olarak görenlerin, farklı niyetleri ya da tehlikeli planları olduğunun ayırdında olmak; Cumhuriyeti ve değerlerini korumak açısından büyük önem taşımaktadır.
Verimli toprakları, özkaynakları, üretim potansiyeli (özgücü) ile kendi kendine yeten;
Aydınlanma ve kalkınma atılımları ile siyasal, askeri ve ekonomik bağımsızlığını kazanmış bir ülke iken, gelinen bu son nokta asla kabul edilebilir değildir.