ANAYASA ve LAİKLİK İLKESİ

Sonsöz Gazetesi
 Murat Özbülbül

Murat Özbülbül

ANAYASA VE LAİKLİK İLKESİ – Sonsöz Gazetesi (sonsoz.com.tr)

Toplumlar anayasalarında laik oldukları yazdığı için laik olmaz, laik oldukları için anayasa yazarlar… Anayasal düzenler Skolastik Çağın bitmesi ve Aydınlanma Devrimi’nin rehberliğinde hümanist çağın başlaması sonrasında egemenliğin muhayyel (AS: hayal edilen, düşlenen) ilahlar ve onlar tarafından seçilerek “asil” olduğu iddia edilen hanedanlardan insanlara geçişi ile kurulmuş hukuksal sistemlerdir. Sümerlerden başlayan ve firavunlar Mısırı ile devam eden eski düzende insanlar egemen değildi! Egemen olan ilahlar, ilah ya da yarı ilah olduğu veyahut da ilahların seçtiği iddia edilen “asil” olarak nitelenen kişilerden oluşan hanedanlardı.

Bu düzende insanların kural koyması, yasa yapması kabul edilemezdi. Yasaların ilahlar (Tanrılar) tarafından yapıldığı, kuralların ilahlarca konulduğu iddia edilirdi. Bu yasa ve kuralların kutsal kabul edilen bir kitapta toplandığı ve bu kitabın özel seçilmiş kişiler eli ile insanlara gönderildiğine inanılırdı. Doğal olarak bu kuralların insanlar tarafından bırakın değiştirilmesini, eleştirilmesi bile söz konusu olamazdı.

İnsanlar binlerce yıl boyunca iktidarlarını “ben asil kandan geliyorum” ve “beni ilahlar seçti” yalanları üzerine bina eden toprak hanedanlarının yönetimine boyun eğmek zorunda kalmıştır; dinler ise bu iktidar biçiminin hukuksal altyapısı ve gerekçesini oluşturacak bu zorba ve adaletsiz düzeni yasallaştıracak şekilde biçimlenmiştir.

Aydınlanma çağı ile birlikte bu yalan – talan düzeni yıkılıp, insanların egemen olduğu cumhuriyet düzenleri kurulunca, insanların yasa yapma ve kural koyma hakkı çerçevesinde, bu yeni düzenin nasıl işleyeceğini belirleyen, toplumsal yaşamın temel ilke ve uzlaşılarını ortaya koyan anayasalar da insanlarca yazılmaya başlanmıştır. 

Anayasalar bir yandan yasalara temel oluşturan ilkeleri ve sistemin nasıl işleyeceğini belirlerken, öte yandan da devlet – ulus  ilişkisini tarif eder.

Anayasalar ve anayasa yapma süreci bu yüzden doğası gereği zaten laik bir süreçtir.

  • Laiklik ilkesinin kabul görmediği toplumlarda anayasa yapılamaz!
  • Yapmak ya da yapmaya kalkmak tam anlamı ile anlamsız olur.

Çünkü bu tip toplumlarda insanların yasa yapma, kural koyma yetkisi yoktur. Yasa ve kuralların kutsal kitaplarda yazdığı ve bu kitapların bir ilah ya da ilahlarca gönderildiğine inanılır. Yasalar, kutsal olduğu iddia edilen bu metinlere göre gene din adamları ve hanedan mensuplarınca yapılır.

  • Aynı biçimde bir anayasaya, “devletin dini şudur, budur” yazmak da son derecede anlamsızdır. (AS: Din insanlar içindir, Devletin dini olamaz!!!)

Öncelikle dinsel kuralların geçerli olduğu bir toplumda anayasa yazmaya soyunmak zaten kendi içinde son derecede çelişik bir durumdur. Öte yandan, inanan – inanmayan, o dine inanan – bu dine inanan farklı vatandaşlardan oluşan bir toplumda, herkese ait olması ve hizmet etmesi gereken Devleti, dinsel bir çerçevede tanımlamak adalete uymaz, olanaklı da değildir.

Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda 1921 anayasası ve Cumhuriyet’in ilanı sonrasında yazılan 1924 anayasasında yazan “devletin dini İslam’dır” ibaresi bu yüzden son derece anlamsız ve çelişkili bir belirleme olarak kalmış, sonuçta 1928’de Anayasadan çıkarılmıştır.

Bugünlerde yeni anayasa tartışmaları gündeme getirilmiş bulunuyor ve kimileri bu Anayasaya 1921 ve 1924 anayasalarında bulunan “devletin dini İslam’dır” tanımını eklemeyi, kimileri ise laiklik ilkesini anayasadan çıkarmayı hayal ediyor.

Böyle bir şeye güçleri yeter mi, elbette bilmiyorum, ancak bunu başarırlarsa, Türk milletinin binlerce yıl savaşarak elde etmiş olduğu egemenlik hakkının ortadan kalkacağını çok iyi biliyorum.

İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan ya da Musevi; herhangi bir dinin hukuku (şeriatı), insancıl ya da ulusal egemenliğe hiçbir biçimde izin vermez!

Özellikle İslam şeriatının eşitlik, insan hak ve özgürlükleri temelinde yazılmış anayasamızın yerini alması durumunda, Türk insanının kazanılmış hak ve özgürlüklerini çok büyük ölçüde yitireceği de kesindir.

Şeriat ile yönetilen ya da yönetilmeye çalışılan ülkelerin perişan durumu rastlantı değildir! Çağın gereklerine uymayan, çağın getirdiği insan hak ve özgürlüklerini eşitlikçi bir yapıda koruyamayan arkaik (tarih öncesi, ilkel) hukuk sistemleri, egemen oldukları toplumları sürekli geri bırakmış, acze (güçsüzlüğe) düşürmüş ve felakete (yıkıma) sürüklemiştir.

Öbür yandan dinsel inançlar üzerinden bir toplumsal uzlaşı sağlamak da hiçbir biçimde olanaklı değildir.

  • Devletin dini İslam’dır” betimlemesi anayasaya yazılsa,
    anında, “hangi İslam?” sorusunu gündeme getirecektir.

Somut verilere dayanmayan dinsel inançlar, her zaman, parçalı (atomize olmuş) yapıları ile çatışma çıkarmıştır. Bu yüzden de dinsel sistemlerin egemen olduğu zamanlarda kanlı cemaat, mezhep ve din kavgalarının önü hiçbir biçimde alınamamıştır.

Ben iktidarın ve makul (ılımlı) mütedeyyin (inançlı) kesimin bu anayasa tartışmalarında laiklik topuna gireceğine hiç olasılık vermiyorum. Ama eğer girerlerse; din çok ağır bir tartışmanın içine çekilir, emin olun onarılamayacak ölçüde büyük bir yara alır, saygınlık ve güç yitimine uğrar.

Dünyada gelişmenin yönü, insanların egemenliğinde laik düzenlerin kurumsallaşması yönündedir. Bu olağan akışın tersine çaba harcamak salt enerji ve zaman yitirmeye yol açar, orta ve uzun erimde başarılı olma olasılığı yoktur.

Emin olun ki; zaten çok yakın bir gelecekte, tüm dünyada dinler toplumsal karar düzeneklerinden çıkacak, büyük ölçüde insanların sosyo-psikolojik gereksinimlerini karşılayan doğum, ölüm ve evlilik gibi özel anlarda folklorik törensel ayinlerde (ritüellerde) kullanılmak dışında herhangi bir önem taşımayacaklardır. (17 Ekim 2023)

# YAZARIN ESKİ YAZILARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir