AV. NAİL GÜRMAN
TÜRK HUKUK KURUMU BAŞKANI
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ‘nin DÜŞÜN dergisi “Laiklik” özel sayısında yayınlanmıştır.
YII 1910 :
Balkan savaşı yenilgisinden kurtulmak için Osmanlı şeyhülislamının düşündüğü
önlem: Okullarda 4444 kere dua okunması!
Y1l 1912 :
“Tiyatro ve orta oyunu resim, heykel bir memleket için yıkılış ve gerileme
nedenidir! İstanbul’da Şirket-i Hayriye vapurlarının geliş-gidiş saatlerinin alafranga saate
ayarlanmasına engel olunuz.”
İşin özeti şudur: Ulusal dilimiz Arapçadır, Batılılaşma dinimize ve İslamiyet’e aykırıdır! Orada “maneviyat ve ahlakiyet” yoktur!.
Şeriat, bütün devlet ve kişi yaşamını düzenlemelidir. Bize hiç kimse karışamaz.
Kız-erkek öğrencileri bir arada okutacak “inas mektepleri” şeriata aykırıdır. ”
İşte “bu ahval ve şerait içinde” Mustafa Kemal, bu gelenekçi ve gerici düzeni yıkmak için yola çıkmıştır. O’nun en büyük devrimciliği budur. Ülkenin ve halkın geleceğini ümmet devletine bağlamak isteyenlerin yolunu kesmiştir.
Prof. Tarık Zafer TUNAYA’nın dediği gibi amaç;
- “İslamcı bir rönesansa karşılık ulusal bir rönesans yaratmaktır.”
“ATATÜRK DEVRİMİ, şeriat hukukuna bağlı bir devletin ve onun gücüne sığınmış şeriat sömürücülerinin düzenini yıkmış, şeriat hukuku yerine anayasaya bağlı hukuku ve devletin temeline de bu sömürücünün gücünü değil, doğrudan doğruya halkın gücünü getirip oturtmuştur.”
Böylece, çağdaş uygarlığın ve hukuk devletinin temelleri atılmıştır.
Büyük Atatürk, geçmiş ve gelecek bu saptama ve gelişmeleri, Söylev‘inde ve Gençliğe Hitabe’sinde açıkça belirtmiş, gelecek kuşaklara gerekli buyruk ve görevi vermiştir.
Oysa ve ne yazık ki, bu yazıyı okuyacak olan herkesten özür diyerek söylemek zorundayım ki, şimdi Cumhuriyet’in Cumhuriyetçiliğinden, Devrimciliğinden, Halkçılığından, Laikliğinden, Devletçiliğinden, Milliyetçiliğinden ve hatta günümüze bakılırsa bir de “değişimcilikten!”
söz etmekteyiz.
Arkadaşlar, efendiler, gençler, ey millet! Acaba görevimizi ihmal etmedik mi?
Ettik!
O halde konumuz açısından yola çıkarsak tek görevimiz vardır: Nerede yanlış yaptık?
Nerede ödün verdik, nerede ödün verenlere göz yumduk?
Gerçekçi olarak bu sorun ele alınmalıdır. Bugün yanıt verilecek ve yolu bulunacak
sorun budur.
10 Kasım 1938’den bu yana o denli çok örnek vardır ki..
Darwin‘in Evrim Kuramının ilk ve orta dereceli okullarda okutulmasını yasaklayan Milli Eğitim Bakanlarının,
“Dindar ve kindar gençlik” yetiştireceksiniz diyen Cumhurbaşkanlarının;
Kendisini muhalif sayıp “Kemalist anlayış ırkçılıktır” diyebilenlerin olduğu bir ortamda yaşıyoruz.
Halk yoksa demokrasi yoktur
Demokrasi yoksa hukuk yoktur
Hukuk yoksa laiklik yoktur, Ulusal egemenlik ve bağımsızlık yoktur!
O halde, sonuç olarak her şey yeniden başlayacaktır:
Toplum, kendisini iliklerine dek sömüren piyasacı anlayıştan ve onun gölgesinde yürüyen bağnazlığın saldırısından ve hegemonyasından nasıl kurtarılacaktır?
Bu çıkışın güçlü yollarını hızla arayıp bulmak zorundayız.
Tartışılacak tek konu budur!
Buna göre örgütlenmek, buna göre yenilenmek, nasıl olacaktır?
Çok açık belirtmek durumundayım ki; bunun yöntemi “numaralı masalar kurarak!” sonuca ulaşmak değildir. Bunun tek yöntemi ve yolu, 1923’un ateşini yeniden yakmaktır ve asla vazgeçmemektir!
Cünkü ,”Yitirenler, yalnızca vazgeçenlerdir.”