İnsan hakları Evrensel Bildirgesi’nin 71. yılı
Av. Kemal AKKURT
Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı
Cumhuriyet, 10 Aralık 2019
Bundan 71 yıl önce, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) kabul edildi. Bildirge ile insanın sahip olduğu onur ve değerin insan haklarının kaynağı ve bu hakların evrensel olduğu fikri temel alınmıştır.
İHEB’nin başlangıç bölümünde, insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünmez ve devredilmez hakların tanınmasının dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu vurgulanmıştır. Bu hakların korunması, herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalmaması için, insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının zaruri olduğu kabul edilmiştir.
Henüz oluşmadı
Bugün, dünyada ve Türkiye’de Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı bir düzenin kurulduğunu söylemek, maalesef mümkün değildir. Batılı bazı demokratik ülkelerde büyük ölçüde kurulan insan haklarına dayalı bu düzen, dünyanın diğer bölgelerinde, özellikle Ortadoğu’da ve Türkiye’de bir türlü kurulamamıştır. “İnsan insanın kurdudur” sözü, adeta bu ülkeler için söylenmiştir. Egemenlerin lüks ve konfor içinde yaşadığı bu ülkelerde, halka zulüm, kan ve gözyaşı reva görülmektedir. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, siyasi ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, sırf insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri, bu bölgelerde henüz koruma bulamamıştır.
Bir daha dünyada savaşlar olmasın, insanlar ölmesin, herkes barış ve huzur içinde yaşasın diye kurulan BM de gerek yaşam hakkının korunmasında, gerekse diğer insan haklarının sağlanmasında çok pasif kalmıştır. Savaşların ve iç savaşların önlenmesinde ve sonlandırılmasında, mülteci krizlerine müdahalede kuruluş amacına uygun davranamamış, egemen devletlerin dümen suyuna girmiştir.
İnsanlık krizi
Bugün huzur ve refah içinde yaşayan bir avuç insan dışında kalanlar, büyük bir insanlık krizi içindedir. Bu krizin dünya genelinde ve Türkiye’deki yansıması ise her türlü şiddetin sistematikleşmesi, yaygınlaşması ve hatta sıradanlaşmasıdır. Daha birkaç yıl önce, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde İstanbul’da masum 44 kişinin, Ankara’da Gar Katliamı’nda 102 kişinin teröre kurban verilmesini unuttuk, yeni terör olaylarının olmaması için dua etmeye başladık. “Yurtta barış, dünyada barış” söyleminden “yurtta savaş, dünyada savaş” konseptine yönelmiş bulunuyoruz.
İçeride ve dışarıda sürdürülen savaş politikaları sonucu, ülkemizin temel sorunları giderek ağırlaşmıştır. Siyasal otoriterleşme tırmanışa geçmiştir. Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, siyasal gücün tek elde toplandığı, anayasaya aykırı, fiili bir sisteme geçilmiştir.
Kazanımların gerisinde
Ülkemizin bu ağır koşulları yetmezmiş gibi, yaşadığımız 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, ardından ilan edilen OHAL uygulamaları ve çıkarılan KHK’ler sonucu, insan hakları ihlalleri zirve yapmış, insan hakları mücadelesinin kazanımları onlarca yıl geriye götürülmüştür.
İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2017 yılı insan hakları raporuna göre, “OHAL KHK’lerle işinden atılan, hiçbir yerde çalışma hakkı tanınmayan, sosyal haklarına ve malına mülküne el konulan, keyfi gerekçeler ile gözaltına alınan, işkence gören, sonu belirsiz sürelerce tutuklu kalan, her türlü hukuki koruma ve savunma haklarından yoksun bırakılan, ne anayasa yargısından, ne de idari yargıdan cevap alabilen yüz binlerce “medeni ölü” yaratılmıştır. Medeni ölüler yaratılarak “sosyal infaz” uygulanmaktadır”.
Tehlikeli dönüşüm
Darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen OHAL ve çıkarılan KHK’lerle, tıpkı askeri darbe dönemlerindeki gibi, içerik bakımından insan hakları hukukuna aykırı mevzuat ve uygulama dönemine geçilmiştir. OHAL’in gerekçesi darbe teşebbüsü ile mücadelede iken, çıkarılan KHK’ler ile toplumsal muhalefet üzerinde ağır baskı kurulmuştur. Kapatılan “muhalif” TV’ler, gazete ve dergiler, tutuklanan gazeteci, milletvekilleri ve belediye başkanları ile güzel ülkemiz adetâ demokrasi ve hukukun olmadığı üçüncü dünya ülkelerine dönüşmektedir.
Dünyanın en çağdaş insan hakları belgesi olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. yılında da dünyada ve Türkiye’de evrensel insan haklarının yaşama geçmesi idealinin maalesef çok uzağındayız.
Türkiye’de, insan haklarının hayata geçmesinin tek koşulu, acilen “barış”ın tesis edilmesidir. Başta yaşam hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, temel insan hakları ancak barış ortamında ve ikliminde hayata geçirilebilir ve içselleştirilebilir.
Barış içinde, insan haklarımızı koruyacağımız ve kutlayacağımız güzel günler yakın olsun…
İnsanoğlu enteresan bir evrimleşme sürecine girdi. Kendini ilahi olan güçlere sahip bir varoluş deneyimini yaşamak üzere geliştiriyor. Düzeni bozup yeniden yaparken de aslında sistemi en ilkel haline, tarih kitaplarında okuyup ayıpladığımız o dramatik sefil anlara geri dönüyor.
Bu kibir ve acımasızlıkların sonunda yaradan, tıpkı aynı hataya düşmüş yüzlerce uygarlığa yaptığı gibi bizleri de ortadan kaldıracak. En azından işin sonunu biliyoruz…