http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/secimin-kaybedeni-476657/, 27 Mart 2014
analiz yapacağım!
Başlıyorum…
Önce tarihsel bir tespitte bulunmak istiyorum:
Şemsettin Günaltay (1883-1961) İttihatçılar’ın İslamcı kanadına mensuptu.
Mehmet Akif ve Eşref Edip’le siyasal İslamcı çevrelerin okuduğu Sebil ür-Reşad dergisni çıkaran saç ayağından biriydi. Akademisyendi; İstanbul Darülfünun ve aynı zamanda dönemin en yüksek medresesi sayılan Süleymaniye Medresesi’nde öğretmenlik /
hocalık yaptı. 1924’te Darülfünun İlahiyat Fakültesi’nde dekanlık yaptı. Milletvekili oldu. Yirmi yıl da Türk Tarih Kurumu başkanlığı yaptı. Ve…
Türkiye 1950 genel seçimine giderken, CHP, Hasan Saka yerine Şemsettin
Günaltay’ı başbakanlığa getirdi. Tarih 16 Ocak 1949.
Günaltay’ın niye başbakanlığa getirildiği sadece siyasal kimliğinden değil;
icraatlarından da belli oldu. 8 Haziran 1949’da mecliste şunu diyecekti:
“İlk mekteplerde din dersleri okutturmaya başlayan hükümetin başkanıyım; bu
memlekette Müslümanlara namazlarını öğretmek, ölülerini yıkamak için İmam
Hatip kursları açan bir hükümetin başkanıyım; bu memlekette Müslümanlığın
yüksek esaslarını öğretmek için İlahiyat Fakültesi açan bir hükümetin
başkanıyım.”
Çok partili hayatın başlamasıyla CHP, siyaset yapmak için dinin popülerliğinden
faydalanma/yararlanma rüzgarına kaptırdı kendini. Örneğin, seçimlere iki ay kala tekke ve türbelerin kapatılmasına ait kanunu kaldırdı. Seçim listesinde DP’den iki İlahiyatçı aday varken CHP listesinde dört İlahiyatçı vardı! Vs. Sonuç…
CHP, 14 Mayıs 1950 seçimlerini, İslamcı çevrelerin, “Türkiye’nin ilk İslamcı
başbakanı” dedikleri Günaltay’a ve onun dinsel ağırlıklı icraatlarına rağmen
kaybetti! Yani, masa başında hazırlanan “siyaset mühendisliği” işe yaramamıştı!
Peki…CHP neden kaybetmişti? Mesele sadece din miydi? Soru bugüne de ışık tutuyor.
Fakat, -yanlış anlaşılmamak için- ikinci bir tespit daha yapmama izin veriniz…
Din gerici midir?
Türkiye’de belli çevrelerde “Osmanlı’yı din geriletmiştir” gibi bir yanlış kabul var.
İslam kültürünü gericilik kaynağı olarak ele alırsak kendi tarihi mirasımızla aramıza
kopukluk sokarız. Osmanlı toplumu İslam yüzünden geri kalmamıştır; Osmanlı toplumunu geri bırakan unsurlar, aynı ortam içinde dini de geri bırakmıştır. Eğer dini gericilik
nedeni olarak görürsek Farabileri, İbni Sinaları, El Kindileri, İbni Rüştleri nasıl
değerlendireceğiz? Osmanlı’nın gerilemesinde din dışında çok farklı nedenler vardı. Ekonomi -politik temelli düşünmememizin sonucudur bu kaba anlayış.
Evet, bugün de Türkiye’yi gericileştiren siyasal-ekonomik yapı dini de gericileştiriyor!
İslam’ı cahiliye dönemine dönüştüren bu gerici yapının kodlarını çözmek gerekiyor.
O halde -bugünü anlamamıza yarayacak- soru şudur :
CHP, “İslamcı Başbakana” rağmen 1950 seçimlerini neden kaybetti?
Jandarma, Kur’an kurslarını bastı vb basit-sığ yalanları bırakınız; gerçekler
üzerinden tartışalım.
CHP’nin kaybetmesinde 7 Eylül devalüasyonunun etkisi yok mu?
Yoğun işsizliğin etkisi yok mu?
Başta Karadeniz olmak üzere açlık sınırına gelen insanların büyük bir iç göç
yaşamasının etkisi yok mu?
Savaş yorgunluğunun etkisi yok mu?
Yani yeni bir toplumsal yapı şekilleniyordu. CHP bunu fark edemedi.
Örneğin partinin idari yapılarını, yüksek bürokratların, subay yakınlarının ve yerel
eşrafın inisiyatifine bırakarak, sosyal tabanını genişletemedi; daralttı.
Bakınız:
CHP’nin 1946-50 arasında yaşadığı iktisadi krizin benzerini, DP de 1957-60
arasında yaşadı. Tek örnekle geçeyim;
1959’da %208’lik enflasyon oranıyla Türkiye, Brezilya’nın ardından dünyanın
en yüksek enflasyona sahip 2. ülkesiydi.
Yani, 1960 askeri müdahalesi olmasaydı, DP büyük ihtimalle iktidardan düşecekti.
Din’le filan alakası yok. Ayrıntıya girmeyeyim, gelelim bugüne…
Dinle ilgisi yok
1950 seçimini DP’ye kazandıran içgöç olgusuyla 1990’larda Erbakan’ın ”Milli Görüş”ü büyüten içgöç olgusu benzerdir.
1990’lardan sonra Türkiye’de yeni bir toplumsal yapı doğdu; ve dolasıyla siyaset
yeniden şekillendi.
90’ların ekonomik-siyasi krizlerini anımsayınız. Erdoğanlar buradan çıktı! Ve en kolayını seçtiler, güya hep baskı altına alınmışlardı, ezilmişlerdi; ve bunu yapanlar ise seçkinler, vesayetçi elitler idi.
“Düşman”/”Şeytan” sayısını artırarak her seçimde bu içi boş tehdit algısını kullandılar.
(Darbe, TÜSİAD, medya, yargı, CHP vs.) Erdoğan iktidar oldu ama hep muhalif
görünürlüğü elden bırakmadı. Sürekli kitlelerin arzularına seslendi; gerçekleri manipüle ederek samimi Müslümanları, eğitimsizleri, mağdurları, merkezde yer alamayanları
yönlendirerek başarı sağladı. Yoksullar-mazlumlar; “yapamamanın, olamamamın”
suçunu “ülkenin kaymak tabakasında” aradı.
Erdoğan da hala bu çevrelerin duygularını kışkırtıyor:
“Ne diyorlar biliyor musunuz? ‘Bizim İzmir mitingimize gelenler midyeyi kabuğuyla
yiyenler olmayacak’ diyorlar. Güya AK Parti’nin İzmir mitingine gelenleri tahkir
ediyorlar. CHP kafası budur.”
Bu “midye fantazisi” Erdoğan’ın kazandığı tüm seçimlerin sihirli formülü.
“Kaybedenler Kulübü”ne pompaladığı “sizi aşağılıyorlar” mesajının simgesi.
Böylece…
Her ezilmiş yoksul, tüm sorunların, bütün musibetlerin kaynağı olarak zenginleri,
eğitimlileri, modernleri ve -yıllardır iktidar olamamış- CHP’yi gördü / görüyor!
- “Görmezden gelinen milyonlar” böyle kindar yapılarak
gericileştirildi.
Erdoğan Türkiye’yi böldü…
İşte bu nedenle, o ezilmişler 17 Aralık hırsızlığını görmüyor; görmek istemiyor;
yalanla yaşamayı tercih ediyor!
Yani, “Erdoğan’a adanmışlığın” siyasetle, demokrasiyle ve dinle ilgisi yok.
Diyeceksiniz ki, “seçimin tek kaybedeni kim?”
Ne yazık ki, kazandığını sanan aldatılmış, gericileştirilmiş yoksullar…
Onlara kızmaya kimsenin hakkı yok.
Suçlu arıyorsanız;
neoliberalizmi bu ülkeye sokarak orta sınıfı yok eden Özal’dan başlayın…