ŞEYH SAİT AYAKLANMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

ŞEYH SAİT AYAKLANMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Hüsnü MERDANOĞLU

Mondros ve Sevr antlaşmaları ile tutsak edilen Osmanlı İmparatorluğu sonrasında yeni bir Türk devleti kurulması için başlatılan kurtuluş ve kuruluş savaşında, sadece düşman ile savaşılmamıştır. Başta İstanbul hükümetti olmak üzere iç ve dış güçler, Kuvayı Milliye’nin başarısız olması için sürekli olarak ayaklanmaları kışkırtmışlar ve desteklemişlerdir. Kurtuluş ve kuruluş savaşından günümüze kadar çıkarılan ayaklanmaların sayısal görünümü oldukça düşündürücüdür; Ulusal Kurtuluş savaşı sürecinde 21, cumhuriyetin ilanından sonra da 33 olmak üzere günümüze kadar
54 ayaklanma olmuştur. Bu ayaklanmalardan PKK adını taşıyanı halen sürmektedir. Bu sayı, altı yüzyıllık Osmanlı İmparatorluğu döneminde görülen ayaklanmaların neredeyse iki katıdır.
Ayaklanmaların dış destekli olduğunun birçok kanıtı bulunmaktadır. 28 Temmuz 1920 günü Amiral Sir F. de Robeck, Lord Curzon’a şunları yazmıştır: “Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi biliyorum, daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi, sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklardır, Kürt liderleri Mustafa Kemal’i sevmezler, çünkü o Bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz çünkü o sizin yaptığınız an¬laşmayı kabul etmiyor, o halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı bir¬likte kullanalım”
Aynı Amiral 26 Mart 1920 günü Lord Curzon’a şunları yazmıştır:
“Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Erme¬nilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul’daki Kürt Ku¬lübü Başkanı Said Abdülkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir…”
Mustafa Kemal Paşa, tüm sorumluluğu omuzlarında taşıyan bir önder olarak, “ülkeyi yabancıların boyunduru¬ğundan kurtarmak ve bağımsızlığını kazandırmak için” çıktığı yolda, bir yandan iç ayaklanmayla uğraşmış, diğer yandan İstanbul Hükümetince ölüme mahkûm edilerek, başına ödül konmuş bir “asi” gibi gösterilmeye çalışılmıştır. “Dışarıdan bakan bir göz, uğruna yaşadığı ve bir ömür boyu emek verdiği özlemlerinin tümünün sona erdiğini sanabi¬lirdi.” Ancak O, umutsuz gibi görünen koşullara karşın, belirlediği yol¬da yürüdü. Kurtuluştan sonra sarf ettiği; “Ben Erzurum’dan İzmir’e, bir elimde silâh, bir elimde sehpa, öyle geldim” söylemi, yaşadığı koşullar ile aynen örtüşmekteydi.
**
13 Şubat 1925 günü Şeyh Sait başkanlığında Genç ilçesinde başlatılan Şeyh Said ayrılıkçı ayaklanması da; yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bütününe, başlatılan devrim sürecine yönelik bir ayaklanma olmuştur. Bu süreçte hem cumhuriyet kurulmuş hem de demokrasinin yerleşmesi için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Ne var ki yeni kurulan parti, cumhuriyet düşmanlarının barınağı durumuna getirilmiştir. Öte yandan Bükreş’te toplanan Hilafet Kongresinde devrik padişah Vahdettin taraftarları, Türkiye’de suikastlar düzenleyerek ve isyan çıkararak, karşı ihtilal kararı almışlardır. Karşı ihtilali hazırlamakla görevli ihtilal komitesi, ülke içinde gizli bildiriler dağıttırmış, gezici hocalar ve seyyar satıcılar eliyle devrim (inkılâp) hamlelerini kötületmiş, hilafet lehine kamuoyu hazırlamaya başlamıştır.
Bu aşamada Şeyh Sait’i, hem hilafet komitesi hem de İngilizler desteklemişlerdir. Ayrıca I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması kesinleşince bir Kürt devleti kurmak için örgütlenen Kürt Teali Cemiyeti de, cumhuriyetin ilanından sonra “komite” ye dönüşerek, aradıkları fırsatı bulmak için çalışmalarını sürdürülmüştür. Beklenen fırsatı bulduklarını sananlar, Şeyh Sait’e destek vermişler ise de, karşılarında Cumhuriyet’e kanat germe onurunu ve özverisini koruyan, Türk Ordusunu bulmuşlardır.

Günümüzde Kuzey Irak olarak bilinen Musul sorununun çözümsüzlüğe itildiği bir aşamada ve Musul petrollerinde gözü olan emperyalist beklentiler güdümünde çıkarılan Şeyh Sait Ayaklanması, 15 Nisan 1925’te Şeyh Sait’in teslim olması ile sonlanmıştır. Ayaklanma sonrasında Atatürk, şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“… Türkler, Cumhuriyetin korunmasına, vatanın gelişmesine ve milletin yükselme yolunda çalışmasına engel olmak isteyenlerin uğrayacakları hayal kırıklığını kesin olarak ispat etmişlerdir. Muhakkaktır ki, milletimizin takip ettiği kurtuluş ve çalışma yolunda ilerlemekten başka bir hal kabul edilemez.”
Bu değerlendirmeler ışığında bilinmelidir ki;
-Kurtuluş yolunda ilerleyebilmek için; devleti yönetenler, yönetim sorumluğunu bilinciyle vatanı gelişmesine engel olanları hayal kırıklığına uğratma yeteneğine ve kararlılığına sahip olmalıdırlar.
-Ulusal amaca hizmet eden kuruluşlar, amaçlarından saptırılıp saygınlıklarına gölge düşürülürse, bu gölgede; güvensizlik, anarşi ve ümitsizlik çoğalır. Ümitsizlik ise geleceği tehlikeye düşürür.
Yine unutulmamalıdır ki;
Ulusal Kurtuluş ve Kuruluş Savaşımız; “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” başlatılıp kazanılmıştır. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm, bizi yutmak isteyen kapitalizm var olduğu sürece iç ayaklanmalar açıktan ya da örtülü olarak destek bulacak ve emperyalizme karşı savaşın sürecektir. Emperyalizme karşı süren savaşta barılı olmanın önde gelen koşulu ise ulusal bilinç, ulusal birlik ve bütünlüktür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir