Dostlar,
“Cumhuriyetimizin Ağabeyi” sayılabilecek 1921 doğumlu, 92 yaşındaki bilge
bilim insanı, mühendis – ekonomist, politikacı, eski CHP milletvekili
Dr. Ali Nejat ÖLÇEN, bu yazısında “SAFSATANIN İKTİDARI” nı işliyor
AKP hükümetine gönderme ile.. İnsanlık tarihi ve bilim tarihinden çarpıcı alıntılarla..
Bir de bilimler sınıflaması şema ile..
Dr. Ölçen Cumhuriyet’in ürünü.. Hem bu olgu hem de 92 yaşında bir bilgenin
aydın işlevini sürdürmesi, internete e-ileti ile yazısını yollaması ve bizim de
okuyup öğrenmemiz ve düşünmemiz ne büyük keyif ve mutluluk ve de sorumluluk!
Sayın Ölçen, en azından “Dalya” diyene dek aksamasız devamınız dileğiyle ve şükranla..
Sevgi ve saygı ile.
28.7.2013, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
===================================================
SAFSATANIN İKTİDARI
Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN
Auguste Comte (1798-1857) uygarlık aşamalarının üç dönemden geçerek evrime uğradığını açıklayan, Pozitivizm’in ve de Toplumbilim’in (Sosyoloji’nin) öncü kurucusudur.
O’na göre Teolojik dönemi “Metafizik” izlemiş ve Pozitivizm her ikisini gerilerde bırakarak bilimsel düşünceyi yapılandırmıştır. O’nun nitelediği bu aşamaların ilkini
yani teolojik dönemi Anadolu’muzun 1200’lü yıllarda başlayan Osmanlı devletinde yaşamıştır. Osmanlı, “Teoloji” dönemiyle yetindiği içindir ki, bilime kapalı kalmış,
tarihin karanlığında yitip gitmiştir. Aslında devleti yöneten kadroların padişah ve
halifelerin teolojinin gereklerine uygun yaşadıkları da söylenemez. Osmanlı için din,
kılıç kalkan gibi yalnızca “fütuhat“ aracı idi..
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’imizle, “metafizik dönemi”ni aşarak “pozitivizm”i yaşam ve yönetim biçimine dönüştüren ve uygulayan ilk devlet adamıdır.
Batı’da ortaçağın sonlarına doğru, 1600’lü yıllarda bilimsel düşünceyi yapılandıran pozitivizm”e Türkiye’miz ancak 400 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle ulaşabildi. Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı “Hendese” (Geometri) kitabında “üçgen, dörtgen, açı, eşitlik, denkley (sonradan denklem olarak değiştirildi) sözcüklerini öğrenmişti. (1936)
Ülkemizde “olguculuk” olarak tanımlanan pozitivizm aslında “doğanın kendisine özgü yasalarının yarattığı bilgiyi tanıma” yöntemidir. Nasıl bir yöntem? Doğanın neden olduğu “olguyu” gözlem yaparak, deney yoluyla ölçmeye çalışarak. Galileo Galilei
o nedenle 450 yıl önce, “Sayamadığınız, ölçemediğiniz hesaplayamadığınız olayları tanıyamazsınız.” demişti. Doğayı ve onun değişimleriyle ortaya çıkan “olgu” yu tanımak, nasıl doğduğunu ve hangi sonuçları doğuracağını bilmeye çalışmaktır
Pozitivizm. Öylesi bilinmeyeni bilmek için ne teolojik dönemin inançları ve ne de metafiziğin varsayımları geçerli olabilir!
- Din, bir inanç kurumu olarak kalabilmelidir.
Ülkemizde Cumhuriyet ilan edilinceye dek yerkürenin büyük bir öküzün boynuzları üzerinde durduğu inancı egemendi; deprem, öküz kımıldadığında ortaya çıkıyordu!
Bu inanç türü metafiziğin (“safsata” nın) ta kendisidir. Bugün Suudi Arabistan Diyanet İşleri Başkanı, yer küresinin döndüğüne inanmayı “kafirlik” kabul etmekte. Ve eğer dünya dönseydi, Batıdakı dağları doğuda görürdük diyebilmektedir. O ülkedeki kültür düzeyi henüz metafizik (safsata) dönemini aşamamış.
Bugün AKP iktidarı, öğrenim kurumlarını, yasama ve yargı erklerini metafizik döneme geriye çekmenin çabası içindedir. O yüzden ülkemiz bilimi yadsıyan, bilim dışı “metafizik” sel dogmaları temel alan bir siyasal iktidarın neden olduğu karmaşayı yaşamaya başladı. Alınan kararların hiç birisinde tutarlılık yoktur. Kararların tümü iç tutarlılıktan ve gereklilikten yoksun olduğu için, tümü ülkeyi sorunlar yumağı içine sürüklemekte devletin güvenilirliğini yitirmesine de neden olmaktadır. Ülkemizin içinde düştüğü karmaşayı Başbakan olan R.T. Erdoğan’ın zihninin “metafizik” sürece takılı kalmış olmasıyla açıklamak yanlış olmaz. Uzun süredir cemaatların öğretisi olan metafizik kalıntılar safsatayı temel aldığı içindir ki; O tür rahle-i tedris’ten yetişenlerin iktidarında “gerçekçi + doğru + yararlı” kararlar alınması olanaklı değildir. AKP iktidarı safsataya açık, bilime kapalı bir siyasal örgüttür.
Nedir metafizik? Bunu betimlediğimizde AKP’yi daha yakından tanımış oluruz. Bunun için inanç, dogma türlerini iki bölümde düşünmemiz gerekecek. Örneğin taşın düşmesine ilişkin iki inanç türü söz konusu olabilmişti bilim öncesi çağda. Biri teolojik inanca bağlı Tanrının iradesi sonucu taşın düştüğüne inanmak. Bu inanca uymayarak “taşın ağır olduğu için düştüğü” nü sanmak. Bu ikinci tür kanı, metafizik türü bir düşün biçimidir. Yani olay ya da olgular nesnenin özündedir. Pozitivizme göre taşın düşmesi, yer küresi tarafından kendisine doğru çekim gücünün sonucudur. Bu sonuç
ne teolojik ve ne de metafiziksel kanı değil, doğrudan doğruya gözlen ve ölçüm sonucu ulaşılan bilimsel bilginin kendisidir. Örneğin, nesne düşerken her saniyede hızı 9.81 metre artar. g=9.81
yerkürenin yerçekimi (gravitasyon) katsayısı olarak anılmakta.
Şimdi AKP’nin neden metafiziksel yani “safsata” iktidarı olduğunu kanıtlamaya çalışalım:
Bilimsel bilgiler birbiriyle çelişmez birbirlerine eklenirler, bir başka bilginin doğmasını sağlarlar.
AKP iktidarının kararlarının hiç birisinde bir bilginin bir başka bilgiyle çelişmediğine tanık olamazsınız. Kararları, söylemleri arasında daima çelişki vardır ve kimileri bunu “yalancılık” biçiminde nitelemektedir. Belki de, yalıncılık değil metafiziksel zihnin içsel çelişkilerinin ürünüdür.
Örneğin “Kürt Açılımı” bir metafiziksel karardır. Çankaya’daki Abdullah Gül’ün hangi olgunun sonucu olduğunu bilmediği “iyi şeyler olacak” deyimi de benzer türde metafiziksel söylem idi.
O nedenledir ki “Kürt Açılımı” daha sonraki “Demokratik Açılım” ile taban tabana çelişik sonuçlar yaratmaya başladı. “Kürt açılımı” ile “Demokratik açılım” ın her ikisinin de metafiziksel yani safsata karar olmanın çelişkilerini yaşamaktayız.
AKP iktidarına ilişkin bir başka çarpıcı örnek te Suriye Devlet Başkanı ile dostluk ilişkisi ve o ilişkiye zıt düşmanlık tavrı da metafiziksel karar olduğu içindir ki aradaki çelişki giderilememiş ve ülkeye zarar vermeye başlamıştır. Devlet ancak pozitivizmin ilkeleri yani bilimsellikle yönetilir ve
neden-sonuç ilişkisinin geçerliliği ölçüsünde başarı sağlanabilir.
Bugün AKP iktidarında kimi Prof. olan öğretim üyelerinin pozitivizmi yadsıyan metafizik yöntemine uygun dogmatik bilgileri (geçersiz kanıları) öğrencilerin zihnine aktardıklarını görmekteyiz.
Her halde R.T. Erdoğan da öylesi öğrenim sürecinden geçmiş olmalı.
Örneğin adını burada belirtmeyeceğim bir öğretim üyesi (Prof. Dr) kitabında “Cinlerin ışık hızıyla dolaştıklarını dolayısıyla Malazgirt Meydan Savaşı’nda doğan bir cin’in hala aramızda dolaşacağını” ileri sürmüştü. (Işık hızında nesnelerin kitlesinin sonsuza yaklaşacağını bilmiyor bu öğretim üyesi). Sonradan Prof. olan bir başka öğretim üyesi “sonsuz hızla kendi çevresinde dönen cismin boyutlarının yok olacağını” yazmıştı kitabında. Hacette Üniversitesi’nde Psikoloji bölüm başkanı olan bir başka öğretim üyesi “Seks furyasının yaygınlaşmasına Psikiyatri bilim dalını kuran Sigmund Freud’un neden olduğunu ileri sürmüştü ders kitabında.
Her halde, soyadı ”Üzmez” olan dinci yazarın, 14 yaşındaki kız çocuğu üzmeden becermeye yeltenmesi, Freud’un şehveti önermesinden kaynaklanıyor olmalı! Hizbullah’ın öncülerinden
Ali Kalkancı’nın şehvet düşkünlüğü de Freud’u çok iyi hatmetmiş olmasındandır!
Tsaor’dan kaçıp, iki kızıyla birlikte dağda mağaraya sığınan Lut da Freud’un etkisi altında kalmış olmalı ki, her iki kızıyla cinsel ilişkiye girerek büyük kızından Moad adını verdiği oğlu ve küçük kızından da adı Benjamin olan ikinci oğlu doğuyor. Tevrat böyle yazmakta.
Bu örnekler ülkemizde siyasal alanı değil Üniversitelerin kimini de metafizik (safsata) virüsünün işgal etmekte olduğunu gösteriyor. Ülkemizde Auguste Comte’yi (1798-1857) en tutarlı biçimde yorumlayan yapıt, Prof. Dr. Veysel Sönmez’in 2008 yılında yayımlanan ”Bilim Felsefesi” kitabıdır.
O kitabın 162.sayfasındaki bir alıntı yukarıda özetlediğimiz tarih bilinci kavramına gereksinimi şöyle açıklamakta:
Comte’a göre tarihsel olaylar, biyolojik olaylarda olduğu gibi aynı olana bir zorunlulukla birbirlerini doğururlar. O da bir bilimdir. O da incelenebilir. Bundan dolayı bütün bilimler gibi tarih ve toplumbilimde pratiğe uygulanabilir ve insanlığın hizmetine sunulabilir.
O nedenle 16.7.2013 günlü e-mail iletisinde bu satırları yazan kişi (Ali Nejat) “Tarih Pozitif Bilimdir” savını ileri sürmüştü. Bu savın gereği olarak Auguste Comte’nin bilimleri “soyu ve somut” olmak üzere farklı iki gruba ayrılmasını temel alarak düzenlediğim “Bilimimin Evrimi” şemasını ardışık sayfada görmektesiniz.
Osmanlı‘nın egemenliği boyunca “metafizik “ olgusuna bağımlı kalarak bilimi dışlamasının en çarpıcı örneğini 1620 yılında Lehistan’ı Yeniçeri ordusuyla kuşattığı zamana ilişkin yapacağım karşılaştırma açıklamaktadır. İri kıyım atlar üzerinde kılıç ve palalarıyla (bugün AKP iktidarının hoşgörüsü altında elinde pala ile insan kovalayan vahşileri görebilmekteyiz!) Lehistan’ın sınırları kuşattıklarında içerde Kepler adındaki biri “gezegenlerin güneş çevresinde eliptik yörünge ile dolaştıklarının matematiksel hesaplarını yapmaktaydı.
Batı kalem kullanırken Osmanlı at üzerinde kılıç kullanıyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetinde AKP iktidarı ülkemize “pala ile kalem” arasındaki çelişkiyi yaşatmaktadır.
AKP‘yi iktidara getiren üyeler, ülkeyi ve kendi partilerini karanlıktan arındırmayı düşünüyor ve bunu yurtseverlik görevi kabul ediyorlarsa, partilerini R.T. Erdoğan’dan kurtarmaları O’nu
parti dışına itmeleri gerekir. Yalnız kendilerini değil ülkeyi de kurtarmış olurlar.
Neden? Çünkü “bilimin evrimi” sürecine karşı çıkmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.
Ulusları tarihin karanlığına gömülmekten kurtaracak tek bir çare vardır; bilimin içinde yer almak! Bilime kapalı kalan ulusları tarihin çöplüğünden hiçbir güç kurtaramaz. AKP içinde yurtsever üyeler olduğuna bu satırları yazan kişi (Ali Nejat) inanmak istemektedir.
BİLİMİN EVRİMİ
Mutezile akımını terk ettikten sonra İslam dünyası, “Bilimin Evrimi” şemasındaki Teoloji ile Metafizik çerçevesi arasında sıkışıp kalmıştır. O nedenledir ki, bugün emperyalizmin oyuna gelmekte ve onların sattığı ya da ilettiği silahlarla birbirlerini acımasızca katletmektedirler.
Bilim dışında kalmanın bedelini canlarıyla ödediklerinin farkında bile değiller.
İslam dünyasının içtenlikli nüfusu bir çıkmazın içindedir. Bir yanda onları birbirine düşman eden emperyalizm ve öte yanda o emperyalizmin uşaklığına soyunan şeyhleri, kralları. Batının kendilerine sundukları görkemli armağanlar ile sefahat içinde saltanat süren emperyalizmin uşakları, öte yanda sefalet içinde yaşamaya çalışan mazlum İslam nüfusu. Bu dramı, bu soygunu, bu adaletsizliği, kan dökücü vahşeti önleyecek olan çare, metafizik dediğimiz safsata dönemini terk ederek bilim yoluna girebilmektir. Bunu İslam dünyasında 1800’lü yıllarda ikinci kez Mısır Hidiv’i Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı devletinin burnunun dibinde başarmıştı. Bugün eğer bir
Mısır Devleti varsa, onun yaratıcısı Mehmet Ali Paşadır. Ve bugün o Mısır kan gölünde birbirlerini boğazlıyorsa emperyalizmin gözü doymayan uşakları yüzündendir.
İslam dünyası yeniden Mutezile akımının yarattığı aydınlık döneme ulaşabilmelidir.
Petrol tükendiğinde bu dinin yaşamsal sorunlarla karşılaşacağı olasılığını kimi din adamları düşünmeye başlamalıdır.
Bizden söylemesi. (28.7.13)