Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

“Su ve Sağlık” Konferansımız, Atılım Üniversitesi

Dostlar,

26 Mart 2025 günü, Yönetimin istemiyle Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesinde, “SU ve SAĞLIK” başlıklı bir konferans sunduk.

Yansıları web sitemizde de paylaşmak istedik.

Nüfus artıyor, iklim faciası sürüyor, su savaşları ufukta ve her yıl 2 milyon dolayında insan su kökenli sorunlardan ölüyor.

Küresel ölçekte ve ivedi çözümler üretmek zorunlu.

Suyu çoooooooooookk ama çoooookkkk tasarruflu kullanmak da!

Yararlı olmasını dileriz.

Lütfen tıklayınız :

Su ve Sağlık, Ahmet SALTIK, Atılım Üniv. Tıp Fak. 26.3.25

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Türk gençliğinin ‘vazife’sini üstlenmesi

Olaylar ve Görüşler

Prof. Dr. Doğan Soyaslan

Cumhuriyet, 08 Nisan 2025

Son Yazısı / Tüm Yazıları

AKP, 2002 yılında demokratik, laik, Cumhuriyete bağlılık vaadiyle iktidara geldi. Ancak kendisini hukuk ile bağlı saymadı, bürokrasiye ve mahkemelere, Cumhuriyet değerlerine karşı olanlar yerleştirildi.

Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinin önemli günlerini simgeleyen
milli bayramlar değersizleştirildi, milli eğitim dogmatikleştirildi. Kurucu liderler aşağılandı,
ceza yasası esnek hale getirildi. Ceza ve ceza yargılama hukukunun temel ilkelerine uyulmadı.
Özel yetkili mahkemeler kurularak

  • Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy kumpas davaları ile Türk ordusuna ağır darbeler vuruldu.

Bu yapılanları hukuk devletiyle bağdaştırmak olanaklı değildi.

2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile yargı organı cumhurbaşkanının emrine verildi. Böylece güçler bir kişide toplandı. 2015 Haziran seçimlerinden sonra hükümeti kurma görevi muhalefet liderine verilmedi. (AS: AKP, hükmeti kuracak çoğunluğu sağlayamamıştı.)

YARGININ ELE GEÇİRİLİŞİ

Kumpas davalarıyla görevlerinden tasfiye edilen Cumhuriyete bağlı subayların yerine,
15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminde bulunacak olanlar atandı.

  • Olağanüstü hal ortamında yapılan 16 Nisan 2017 anayasa değişiklikleri ile
    parlamento devre dışı bırakıldı.

Mühürsüz oylar geçerli sayılarak, kurucu unsuru olmayan (mühür) bir işlem ile cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adıyla her yetkinin bir kişiye bağlandığı
yeni bir anayasa kabul edilmiş sayıldı (yoklukla sakattır).

Böylece Cumhuriyetin içinin boşaltılması sürecinde çok önemli bir adım daha atıldı.

ÇÖKÜŞE DOĞRU

2019 belediye seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanan Ekrem İmamoğlu’nun seçimi hukuka aykırı olarak geçersiz sayıldı.

İsrail aracılığı ile Batılı emperyalist güçlerin Suriye’yi parçalamasından sonra, Türkiye’de binlerce kişinin ölümüne neden olan bir terör örgütü elebaşının kurucu önder sayılması,
Türk vatandaşlığı kavramının tartışılmaya başlanması, Kemalist teğmenlerin Ordudan ihracı, ekonomik sıkıntılar ve nihayet 2024 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı’nı açık farkla kazanan ve cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıklayan Ekrem İmamoğlu’nun 30 yıl önce aldığı üniversite diplomasının ülkenin en eski ve itibarlı kurumu olan İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Yönetim Kurulu tarafından hukuka bağlı Cumhuriyetle bağdaşmayacak şekilde, ortaçağ kurumlarına özgü bir zihniyet ile iptal edilmesi ve ardından tutuklanması o güne dek siyasal yaşama
seyirci kalan gençlerin sabrını taşırdı ve meydanlara çıkmasına neden oldu.

ANAYASAL HAK

Gençler için Cumhuriyeti korumak ve kollamak Anayasanın başlangıç hükümlerine göre bir hak, ölümsüz önderin emirlerine göre bir “vazife”dir.

Demokratik bir toplumda protesto bir haktır.

Bu hak anayasanın 34/1. maddesinde öngörülmüştür:

  • “Herkes önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Söz konusu hakkın kullanılma biçimi ve koşulları 2911 sayılı yasayla düzenlenmiştir.

Hukuka uymayan devlet kurumlarına karşı insanlar protesto ve yürüyüşler düzenleyerek, hukuka dönülmesini sağlarlar.

Gençlerin eylemleri, genel kamu hukuku açısından hukuka aykırı hareket eden hükümete karşı bir sivil itaatsizlik biçimidir.

Gençler, seçme ve seçilme hakları ile Atatürk ilkelerine ve hukuka bağlı özgürlükçü Cumhuriyet rejiminin korunmasına yönelik meşru müdafaa haklarını kullanmakta,
aynı zamanda görevlerini yerine getirmektedirler.

Toplantı ve gösteriler bir toplumun gelişmesi ve demokratikleşmesi için yararlı siyasal eylemlerdir. Bu eylemler iktidarın halkın istemlerini göz önünde tutmasına ve ülkeyi barış içinde yönetmesine katkı sağlar. II. Abdülhamit tarihin seyrini görebilse ve Jön Türkleri anlamış olsa idi, 1909’da iktidardan düşürülmeyebilirdi.

ORANTISIZ GÜÇ KULLANMAK SUÇTUR

Toplantı ve gösteriler silahsız ve saldırısız yapılmalıdır. Bu eylemlerde ateşli silah, bıçak, sopa, taş vs. taşınamaz ve kullanılamaz. Silah taşıma, polise veya sivil vatandaşlara saldırma, yakıcı ve yıkıcı eylemlere başvurma durumlarında toplanma ve gösteri hakkının sınırları aşılmış olur.
Bu durumda polis eylemcileri etkisiz duruma getirmek zorundadır. Ancak polis güç kullanırken yalnızca etkisiz hale getirmeye yetecek ölçüde güç kullanabilir. Bu gereğin üzerinde güç kullanılması hukuka aykırıdır (TCK md. 256). (AS: kasten yaralama!)
Karşı tarafı meşru müdafaa durumuna sokar.

Gençler salt gösteri yapmaları nedeniyle gözaltına alınamazlar veya tutuklanamazlar.
Çünkü hakkın icraası hukuka uygunluk sebebi söz konusudur (TCK md. 26/1).
Haksız gözaltı ve tutuklamalar kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve görevi kötüye kullanma suçu oluşturur. (AS: TCK m. 109 ve 257)

PROTESTOLAR HUKUKA UYGUN

Silahsız ve saldırısız gösteri yapan, çevreye ve insanlara zarar vermeyen,
eleştiri ve protesto hakkını kullanan öğrencilere biber gazlarıyla, coplarla,
tomalarla, yumrukla, tekmeyle saldırılamaz.

Saldıranlar ve saldırı emrini verenler yaralama ve ölümlerden sorumludurlar.

Gençlerin hareketinde herhangi bir hukuka aykırılık yoktur.

  • Protesto haklarını kullanmakta ve iktidardan Cumhuriyetin kuruluş felsefesi doğrultusunda hukuka uygun hareket etmesini istemektedirler.

Türkiye Barolar Birliği : MUHTEŞEM DAYANIŞMA, 5 Nisan 2025 – Ankara

MUHTEŞEM DAYANIŞMA

BİNLERCE MESLEKTAŞIMIZ SAVUNMANIN BAĞIMSIZLIĞI VE HUKUKA SAYGI İÇİN TEK YÜREK OLDU

Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) çağrısıyla Türkiye’nin dört bir yanından gelerek Ankara’da toplanan binlerce meslektaşımız, 5 Nisan Avukatlar Günü‘nde, savunmanın bağımsızlığı ve hukuka saygı için tek yürek oldu.

TBB’de buluşan Baro Başkan ve temsilcileri ile meslektaşlar, TBB Başkanı Av. R. Erinç Sağkan, Yönetim, Disiplin ve Denetleme Kurulu üyeleri tarafından karşılandı.

Yürüyüş kortejinin oluşturulmasının ardından binlerce avukat,

  • “Savunma Susmadı Susmayacak”,
  • “Hukuk için Adalet için Avukatlar Burada”,
  • “Avukat Yaşarsa Adalet Yaşar”,
  • “Avukatın Sesi Kesilirse Yurttaşın Nefesi Kesilir”,
  • “Avukata Şiddete Hayır”,
  • “Bağımsız Yargı” yazılı pankartlar ve sloganlar eşliğinde basın açıklaması yeri olarak belirlenen Anıtpark’a yürüdü. Yağmura rağmen (karşın) muhteşem (görkemli) bir katılım ve dayanışmanın sergilendiği yürüyüşe Anıtpark’ta, TBB Başkanı Av. R. Erinç Sağkan tarafından yapılan basın açıklaması nedeniyle ara verildi.

“5 NİSAN AVUKATLAR GÜNÜ, BU ÜLKEDE ADALET İÇİN MÜCADELE EDEN HERKESİN GÜNÜDÜR”

Av. Sağkan https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/muhtesem-dayanisma-85555https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/muhtesem-dayanisma-85555açıklamasında,

  • Hukuk devleti ilkesinin aşındığı, yargının bağımsızlığının zedelendiği ve savunma makamının sistematik biçimde baskı altına alınmaya çalışıldığı, avukatlık mesleğinin icrasını zorlaştıran hukuki, ekonomik ve sosyal engellerin giderek arttığı bir ortamda; savunma hakkını, meslek örgütlerimizin bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü koruma sorumluluğuyla hareket ediyoruz.”

    diyen Sağkan, 5 Nisan’ın aynı zamanda dünyanın en büyük barolarından biri olan İstanbul Barosu‘nun da kuruluş yıldönümü olduğunu hatırlattı. Sağkan, 147 yıllık bu köklü kurumun seçilmiş yönetiminin haksızlıkla ve mesnetsiz (dayanaksız) iddialarla, hukuka aykırı yargı kararlarıyla görevinden uzaklaştırılmak istendiğine dikkat çekerek,

  • “Şunu açıkça ifade ediyoruz: Baroları susturulmak istenen bir ülkede, savunmanın sesi bastırılmak isteniyor demektir. Ama biz buradayız; meslek örgütümüze, mesleğimizin onuruna ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkıyoruz. Ve biliyoruz: Bu ses, susturulamaz!” dedi.

Sağkan,

  • Artık 5 Nisan, bu ülkenin avukatları için yalnızca bir kutlama günü değildir.
    Bu tarih, adaletin yalnız bırakıldığı her anı hatırlatan; suskunluk dayatıldığında yükselen sesin, geri adım istenildiğinde öne çıkan iradenin günüdür.
    5 Nisan Avukatlar Günü yalnızca bir meslek günü değil, bu ülkede adalet için mücadele eden herkesin günüdür.


“MAHKEME SALONLARINDA ADALETİN SESİ DEĞİL, SUSKUNLUĞU YANKILANIYOR”

Açıklamasında,

  • “Bugün birlikte attığımız her adım, hukuk devleti ilkesine yönelen tehditlere karşı bir hatırlatma, bir uyarı ve sarsılmaz bir duruştur. Ve bugün burada olmak; ‘Savunma susmadı, susmayacak!‘ deme kararlılığımızın ifadesidir.”şeklinde konuşan Sağkan, hukukun araçsallaştığı, hukuksuzluğun ise olağanlaştığı bir dönemden geçildiğini kaydetti.
  • Mahkemelerin, hukukun temel ilkelerine ve yerleşik içtihada aykırı şekilde verdiği kararlar, yurttaşların hukuka olan güvenini derinden sarsıyor.

    diyen Birlik Başkanı, sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Mahkeme salonlarında artık adaletin sesi değil, suskunluğu yankılanıyor.
    Haksız tutuklamalar, istisnalar değil, sistemli bir hukuksuzluğun ifadesi hâline gelmiş durumda. Hukuka aykırı tutuklamalar nedeniyle yüzlerce genç, geçtiğimiz bayram sabahına ailelerinden, özgürlüklerinden mahrum (yoksun) bir biçimde uyanmak zorunda kaldı. Her yerde söylüyoruz: Bu ülkede, anayasal haklarını kullandıkları için müdahaleye uğrayan gençlerin, öğrencilerin, yurttaşların yalnız olmadıklarını hissettiren avukatlar var! Bugün bir kez daha görüyoruz ki, avukatlık yalnızca bir meslek değil; hukukun, hak ve özgürlüklerin, adaletin sesi olma sorumluluğudur. Çünkü hakları ihlal edilen mağdurların talepleri (istemleri) bizim için yalnızca hukuki bir vaka değil, adalete erişim hakkını gerçeğe dönüştürme sorumluluğumuzu hatırlatan bir yardım çağrısıdır.”

“HİÇBİR GÜÇ BU VİCDANI SUSTURAMADI, SUSTURAMAYACAK”

Sağkan, “Avukatlık yalnızca bir meslek değil, bir adanmışlıktır.” vurgusu yaptığı konuşmasında,

  • “Bizler, yalnızca hukukun temsilcisi değil, aynı zamanda vicdanın da taşıyıcılarıyız. Ve şimdiye kadar hiçbir güç bu vicdanı susturamadı, susturamayacak. Ne Gümüşhane Baro Başkanımız
    Ali Günday’ı ne de dört ayaklı minare altında Diyarbakır Baro Başkanımız Tahir Elçi’yi katlettiklerinde sindik… Susmadık, korkmadık, biat etmedik, itaat etmedik.”
    dedi.


Yalnızca mesleğimizin onuru için değil, aynı zamanda mesleğini onuruyla sürdürmenin mücadelesini veren binlerce meslektaş için yürüdüklerini kaydeden Sağkan,

  • “Bu meydandan yükselen ses, yalnızca avukatların değil, adaletin ve hakkaniyetin sesidir!” dedi. Sağkan, sözlerini şöyle tamamladı:
  • “Bu yürüyüş, savunmanın yalnızca mahkeme salonlarında değil, hayatın içinde, yurttaşın adalet arayışında da var olduğunu gösteren bir iradenin ifadesidir. Attığımız her adım, yalnızca bugünün değil, mesleğimizin ve hukukun geleceği içindir. Hukuksuzluk karşısında susmayan her ses, yalnızca bugünü değil, yarını da savunmaktadır. Adaletin tek bir güvencesi var; o da adaleti savunmaya hazır olanların kararlılığıdır. Biz avukatlar, yalnızca hak arayanların değil, hukukun ve adaletin de teminatıyız. Bugün burada toplanan irade, sadece meslek onurumuzu değil, yurttaşın haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunmanın iradesidir.
    Hiçbir güç, bu iradeyi teslim alamaz!
    Savunma susmaz! Savunma durmaz! Savunma boyun eğmez!”

TBB BAŞKANI AV. R. ERİNÇ SAĞKAN’IN KONUŞMASININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ

BİNLERCE AVUKAT ATA’NIN HUZURUNDA

Anıtpark’taki basın açıklamasının ardından Anıtkabir’e yürüyen kortej (yürüyüş kolu)
Aslanlı Yol’dan yürüyerek, Ata’nın huzuruna çıktı. TBB Başkanı Sağkan’ın Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün mozolesine çelenk koymasının ardından saygı duruşunda bulunan heyet, daha sonra Misak-ı Milli Kulesi‘ne geçti.

Sağkan, Anıtkabir Şeref Defterine şunları kaydetti           :

“Büyük Atatürk,

Bugün, 5 Nisan Avukatlar Günü’nde, hukukun üstünlüğünün ve adaletin teminatı (güvencesi) olan savunma makamını temsil eden 200 bin avukat adına; Türkiye Barolar Birliği yönetim, disiplin ve denetleme kurullarının üyeleri, Baro Başkanlarımız ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen meslektaşlarımızla birlikte manevi huzurundayız.

Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu Cumhuriyetimizin yılmaz savunucuları olarak, hukuku yalnızca bir meslek alanı değil, insan onurunun ve özgürlüğünün güvencesi olarak gördük. Haksızlığın kimden geldiğine ve mağdurun kim olduğuna bakmaksızın, her zaman ve her koşulda temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olduk; hukuki güvenliğin ve adil yargılanma hakkının teminatı olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinden yana olduk.

Cumhuriyet tarihimiz şahittir ki (tanıktır ki), yurttaşlarımızın adalete duyduğu inancı her gün yeniden yeşerten mücadelede, hukuka bağlılık yemini etmiş meslektaşlarımızın emeği, kararlılığı ve fedakârlığı vardır. Savunmayı susturmaya, etkisizleştirmeye ve bağımsız yargıyı zedelemeye yönelik her türlü girişime karşı, avukatlar olarak hak arama özgürlüğünün sesi olmaktan asla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.

‘Kimsesizlerin kimsesi’ Cumhuriyet’in yılmaz neferleri ve hak savunucuları olarak, cübbemizi hiçbir baskı karşısında iliklemeyecek, hukukun üstünlüğü mücadelesini onurla sürdüreceğiz.

Her gün daha da büyüyen özlem, şükran ve saygıyla…” 05 Nisan 2025, Ankara

Av. R. Erinç Sağkan
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

Haber ile ilgili Görseller

=================================================
Biz de oradaydık, İstanbul Barosu Başkanı Sn. Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu ile Anıtkabir’de..

Polisler ve hekimler

Özdemir AktanT24 Haftalık Yazarı
ao.aktan@gmail.com   06 Nisan 2025, Özdemir Aktan, Prof. Dr.

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

  • Hekimleri bağlayan esas belgeler uluslararası tıbbi etik kuralları ve sözleşmelerdir.
  • Bu düzenlemelerin ulusal yasaların üzerinde olduğu bilinmelidir.
  • İyi hekimlik” ancak bu kurallara uyulduğunda gerçekleşebilir
özdemir aktan 6 nisan haftalık

Yaygın halk kitleleri tarafında demokrasi ve adalet özleminin yüksek sesle dile getirildiği bu günlerde, hükümetin ürktüğü ve sert önlemlerle korkutma yoluna başvurmuş olduğu açıkça görülüyor.

Yüzlerce gencin gözaltına alınması ve daha da ötesi tutuklanması kabul edilebilir bir davranış değil. Bu gözaltılar sırasında kolluk kuvvetlerinin aşırı şiddete başvuruyor olması durumu daha da ciddileştiriyor. Bunlar herkesin gözü önünde oluyorken gözaltında olanları da tam olarak bilemiyoruz.

Bu gibi durumlarda hekimlere düşen görevler artıyor ve zorlaşıyor.

TTB “İşkence insanlık suçudur” başlıklı bildirgesinde;

  • “Ancak ne yazık ki güvenlik güçlerinin yurttaşlarımıza karşı giderek daha da artan bir şekilde şiddet uyguladığı, bu şiddetin daha çok gençlere yönelik olarak işkenceye dönüştüğü yönündeki iddiaları dikkatle takip ediyor ve görüntüleri dehşetle izliyoruz.
  • Öncelikle belirtelim ki işkence insanlık suçudur. Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesine göre zaman aşımı işlemeyecek şekilde üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasını gerektirir.
  • İşkence suçunun tespitinde ve ispatında başta gözaltı giriş-çıkış muayeneleri olmak üzere biz hekimlerin düzenleyeceği raporlar son derece kritik öneme sahiptir.” diyerek hekimleri de uyarıyor.

Gözaltına alınanların sağlık kontrolundan (denetiminden) geçmeleri gerekiyor. Burada amaç bir kötü muamele veya darp bulgusu varsa bunun saptanması ve raporlanmasıdır. Bu kolluk kuvvetleri (güçleri) için de önemli, çünkü oluşan darbın gözaltında olmadığı ancak bu şekilde ispatlanır.

Pratikte ise sorunlar çıkar. Polis hastanede oyalanmamak adına raporu bir an önce almak ister ve hekimlere de baskı burada gelir. Hangi hastaneden hızlı rapor alınacağı bilinir ve oraya gidilir. Hızlı rapor maalesef çoğu kez muayene etmeden veya üstünkörü bakarak verilen rapordur. Gözaltı sayısı arttıkça da baskı artar. Bu görevi hakkıyla yapmayan hekim suç işlemektedir.

Bir tutuklu veya hükümlüyü muayene eden hekim mesleğini icra etmektedir.

  • Tutuklu ve hükümlülerin nasıl muayene edilmesi gerektiği İstanbul Protokulu’nda belirlenmiştir ve tüm dünya tarafından kabul görmektedir.

İstanbul Protokolu bu konuda çok nettir:

“Her alıkonulan, mahremiyetine saygı gösterilen bir ortamda muayene edilmelidir.
Polis ya da diğer kolluk güçleri hiçbir zaman muayene odasında bulunmamalıdır.
Bu usule ilişkin önlemden, sadece muayeneyi yapan hekim, eğer alıkonulanın sağlık personeline karşı ciddi bir güvenlik riski oluşturduğu yönünde ikna edici bir kanıt olduğunu düşünüyorsa vazgeçilebilir. Böyle bir durumda, muayene eden hekimin istemi üzerine, muayene esnasında polis ya da diğer kolluk güçleri değil, sağlık kurumunun güvenlik personeli hazır bulunmalıdır. Bu koşulda da, güvenlik personeli hastaya göre işitme uzaklığının dışında (yani yalnızca görüş uzaklığı içinde) olmalıdır.”
(AS: İstanbul Protokolü m.124)

Bu tür tutuklu veya hükümlü hastaların götürüldükleri hastanelerde yaşadıkları sorunların başında güvenlik güçlerinin muayene odasında bulunmayı istemeleri ve kelepçeli olarak muayene dayatmaları geliyor. Tüm diğer hastalar için geçerli olan haklara bu hastaların da sahip olduğu açıktır. Hasta bilgilerinin mahremiyeti burada daha da önem kazanmaktadır çünkü kolluk güçlerinin önünde kendisine yapılan işkence ve kötü muameleden söz etmek zorlaşabilmekte, özellikle kadın hastalar için özel sorunlarını dillendirmek olanaksızlaşabilmektedir.

Hasta ve hekim arasındaki güveni pekiştirmek için de kelepçelerin çıkarılması esastır.

  • Hekimlerin uymaları gereken bir başka önemli nokta ise bu muayenelerin
    sağlık kuruluşlarında yapılması zorunluluğudur.

Son olaylarda hekim çağırarak otobüste veya gözaltı yapılan emniyet binalarında muayenelerin yapılması kabul edilemez ve buna uyan hekimler suç işlediklerini bilmeliler.

Tabip Odaları daha önce de eksik veya yanlış rapor veren hekimleri soruşturmuş ve kanıtlandığı durumda da ceza vermekten çekinmemiştir. Bugün de bu muayeneleri yapan hekimler yakından izlenmekte ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır

Hekimleri bağlayan esas belgeler uluslararası tıbbi etik kuralları ve sözleşmelerdir.
Bu düzenlemelerin ulusal yasaların üzerinde olduğu bilinmelidir.
“İyi hekimlik” ancak bu kurallara uyulduğunda gerçekleşebilir.

==============================================================

AS : Bizim katkımız                     

İstanbul Protokolü’nün adındaki İstanbul’un özgül ağırlığı, İstanbul Sözleşmesi’nden biraz daha fazla. Kılavuzun oluşum öyküsü, Türkiye’den başlıyor. 1996 Mart’ında Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından Adana’da düzenlenen “İnsan Hakları ve Tıp Mesleği” toplantısı sonrasında oluşturulan bir çalışma grubuna kadar uzanıyor öykü. Çalışma grubu, ölülerde işkence izlerini saptamaya dönük Minnesota Otopsi Protokolü’nden ilham alarak, “canlı” bedenlerde işkence izlerinin saptanması için bir muayene protokolü hazırlanması için kolları sıvamıştı. Uluslararası insan hakları ve hekim örgütlerinden hekim, hukukçu ve başka uzmanların da katılımıyla yapılan yoğun çalışmalar sonucunda, 1998 Haziran’ında TTB, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin işbirliğiyle olgun bir taslak ortaya çıkarıldı. On beş ülkeden 40 örgüte mensup 75 uzmanın katkısıyla daha geliştirilen taslak, 5-7 Mart 1999’da İstanbul’da yapılan uluslararası bir toplantıda “İstanbul Protokolü” adıyla son biçimine kavuştu. Yıl sonuna doğru İstanbul Protokolü Birleşmiş Milletler’e resmen sunuldu, 20 Nisan 2000’de de BM İnsan Hakları Komisyonu üyesi 52 devletçe aynen onaylandı. İstanbul Protokolü’nün resmen Birleşmiş Milletler Belgesi olmasının 25. yılındayız.

İşkence, korkunç bir şey!

İnsanlığın, bu kıyıcılığın, bu gaddarlığın, bu zulmün izini sürmek için, onu kayda geçirmek için, dünyaya göstermek için, hesabını sormak için olanca hukuk, teknoloji ve tıp bilgisini kullanmak zorunda kalması, gerçekte trajik bir durum. Uzmanlık, titizlik, dikkat, sabır, sebat ve muazzam dayanç (tahammül) gerektiren bu acılı çabanın altına girenler, insanlık kahramanlarıdır.
İstanbul Protokolü, kahramanca bir insanlık emeğinin belgesi. (https://birikimdergisi.com/haftalik/10237/istanbul-sozlesmesi-istanbul-protokolu)

“YENİ ANAYASA” YAPILABİLİR Mİ?

Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri

Cumhuriyet, 28.03.2025

Sürekli yeni anayasadan söz edildiğine göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez ilkesi “hukuk devleti”nin ayaklar altına alındığı bir dönemde biz yine bu ilkeye sadık kalalım ve “yeni anayasanın
nasıl yapılması gerektiği konusunda anayasa hukuku öğretisine bakalım.

* Yeni anayasa yapımı söz konusu olduğunda iki iktidar gündeme gelir:
Kurucu iktidar ve kurulu (kurulmuş) iktidar.

Kurucu iktidar, bir devlet kuran ya da bir devleti yeniden kuran iktidardır; kurulu (kurulmuş) iktidar ise, kurucu iktidarın kurduğu devlette, onun koyduğu anayasal kurallara göre kurulan iktidardır.

Kurucu iktidar;

– Sömürgelerin bağımsızlığını kazanmasıyla yeni bir devletin doğması,
– Devletlerin birleşerek tek bağımsız devlet durumuna gelmesi,
– Bir devletin bölünüp ortaya birden çok bağımsız devletin çıkması,
– Kurtuluş savaşı veren bir milletin bağımsız bir devlet kurması,
– Devrim, hükümete karşı darbe ya da iç savaş sonrası iktidarın ele geçirilmesi durumlarında,
söz konusudur.

Kurucu iktidar döneminde ortada bir anayasa yoktur ya da yok edilmiştir. Kurucu iktidar
bu konuda “mutlak ve sınırsız” bir yetkiye sahiptir. Kuruluş felsefesine ve ideolojisine
uygun olarak, kuruluş sözleşmesi olan yeni anayasayı yapar ve bunu korumaya alır.

Seçimle gelen sonraki iktidarlar, kurucu iktidarın yaptığı anayasa çerçevesinde kurulurlar;
varlık ve meşruluk kaynakları bu anayasadır; bu anayasayla bağlıdırlar; ancak bu anayasayla verilen yetkileri kullanabilirler.

Kısacası kurucu iktidarlar yeni anayasayı yaparlar; kurulu iktidarların anayasa konusundaki yetkileri anayasal kurallarla sınırlıdır. Eğer anayasada kurulu iktidara “yeni anayasa yapma” yetkisi verilmişse, yeni anayasa yapabilirler; yok eğer yalnızca “anayasada değişiklik yapma” yetkisi verilmişse, o zaman da anayasada yalnızca değişiklik yapabilirler, yeni anayasa yapamazlar.

Örneğin İsviçre (m.193), Bulgaristan (m.153), Almanya (m.146), İspanya (m.168) ve Finlandiya (m.95) anayasalarında parlamentolarına yeni anayasa yapma yetkisi verilmiştir.

* Türkiye Cumhuriyeti’nde durum farklıdır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra çıkarılan anayasalar (1924, 1961 ve 1982) kurucu iktidarların anayasalarıdır ve her üç anayasada da TBMM’ne yeni anayasa yapma yetkisi verilmemiş; yalnızca, kimi maddeler dışında anayasada değişiklik yapma yetkisi verilmiştir. (1924/m.102, 1961/m.155, 1982/m.175)

  • Kurucu iktidar, kendi yaptığı anayasanın dışında yetki kullanılmaması için de,
    hem “milleti” hem de “kurulu iktidarı” getirdiği kurallarla sınırlandırmıştır.

1982 Anayasası’nın başlangıcı ile 6, 8 ve 11. maddeleri bu tür düzenlemelerle donatılmıştır.
Bu maddelere bakarsak yetki sınırı olarak şu kuralları görürüz:

Egemenlik kayıtsız koşulsuz millete aittir (m.6).
Ancak millet, egemenliğini “anayasanın koyduğu esaslara göre” kullanabilir.
Yani millet iradesi anayasal kurallarla sınırlandırılmıştır.

Egemenliği Türk Milleti adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluş,
bu Anayasa’da gösterilen hukuk düzeni dışına çıkamaz.

Egemenliği millet adına kullanan Yasama, Yürütme ve Yargı organlarının yetkileri
anayasal kurallarla sınırlandırılmıştır.

– Yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhurbaşkanı’nın anayasal kurallarla bağlı olduğu ayrıca belirtilmiştir. (m.8)

Hiçbir kimse ya da organ kaynağını Anayasa’dan almayan devlet yetkisi kullanamaz. (m.6)

– Organların egemenliği kullanmak için oluşturduğu idare, kamu kurum ve kuruluşları, görevlerini yaparken her şeyden önce anayasal kurallara bağlıdırlar.

– Özel ve tüzel kişiler, yani yurttaşlar ve özel kuruluşlar da anayasal kurallara uymak zorundadırlar.

– Bunların yanında, Cumhurbaşkanı’nın ve milletvekillerinin “Anayasa’ya bağlı kalmaya”, “Anayasa’ya sadakattan ayrılmamayayemin ettikleri gözden uzak tutulmamalıdır.
(m. 81 ve 103)

İşte tüm bu kurallar, yeni bir anayasa yapılmasına engeldir.
TBMM’nde yeterli çoğunluğa sahip de olsanız yeni anayasa yapamazsınız.
Yapılmasının “fonksiyon gaspı/yetki gaspı” yoluyla “anayasayı ihlal” anlamına geleceği açıktır.

* Kuşkusuz, ilk dört madde ve bu maddelerde yer verilen ilkelerin içinin boşaltılmasına ilişkin olanlar dışında, Anayasa’nın kalan tüm maddelerinde değişiklik yapılabilir. Yapılmıştır da.

Darbe anayasası denilen 1982 Anayasası’nın, kuruluş felsefesine uygun kurallar içeren
ulusal-üniter devlet yapısı, laik Cumhuriyet ilkesi, temel hak ve özgürlüklere ilişkin maddeleri dışında hemen tümü değiştirilmiştir. Kalan maddelere darbe anayasası nitelemesi yapılması kandırmacadan ibarettir. Hedefe konulan da bu düzenlemelerin değiştirilmesi
olsa gerektir.

Son olarak belirtmek gerekir ki; “yeni bir anayasa”dan söz edildiğine göre, acaba “sivil darbe” yoluyla bir “karşı devrim” sürecine girildi de toplumun haberi mi yok!?

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 2 Nisan 2025

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Bu hafta iğnelerin yerine bir bilmece sunuyorum.

Bakalım aşağıda bazı özelliklerini sunduğum şahsı tanıyabilecek misiniz?

Bilmek zor çünkü yüzlerce ipucundan bazılarını verebiliyorum…

  • Bir alyans sermaye ile yola çıkmıştır ve hala tek mal varlığı odur.

Aksi olursa kendisine hırsız denilmesini bile istemiştir.

Dünyadaki emsalleri arasında en az varlıklıların başında gelmektedir.

  • Oğluna tek gemi aldırmamış, gemiciklerle yetinmesini sağlamıştır.
  • Yakınlarına ayrıcalığa karşıdır.

Oğlunun askerlik yapamayacağı bağımsız tabiplerce raporlanmıştır.

Damadının bakan olması tamamen yetenekleriyle bağlantılıdır;

Damadın olgun davranışları ve ekonomide ülkeyi her ay daha iyiye götüren başarıları en iyi kanıttır.

  • Aziz milletini fakir düşüren iktidarları “zalim” olarak nitelemiştir.

Emeklilerin ikramiyesi az artırılınca, üzüntülü bir yüzle, ”Daha çok olmalıydı” demiştir.

  • Uluslararası siyasette çok tutarlıdır, devletin prestijini korumada duyarlıdır;

NATO’nun Libya’ya müdahalesini doğru bulmadığı için uçaklarımızı göndermemiştir.

Türk yargısının tutukladığı ABD’li rahibi ve Alman gazeteciyi devlet başkanlarının baskısına rağmen görevde olduğu süre içinde iade ettirmemiştir.

Arap şeyhinin ülkemizde cinayet işlemesine göz yummamıştır.

15 Temmuz darbesinde rolü olan Arap ülkesi ile diplomatik ilişkiyi kesmiştir.

  • Dünya çapında bir liderdir, kimse kendisine “ahmaklık etme “ diyememiştir. O da, “dostum” diyerek aynı nezaketle yaklaşmıştır.

Büyük diktatör Putin bile onun karşısında put gibi durur. Kapıda beklemesin diye bahçede karşılamıştır.

  • Zengin iş adamlarına asla ayrıcalık tanımamıştır.

Başta beşli çete denen ballı ihale zenginlerine döneminde göz açtırmamış, ballı garantiler verilmesini, vergi borçlarının silinmesini önlemiştir.

  • Devletin-milletin malına kendi malı gibi sahip çıkmıştır.

Merkez bankasından yok olan milyarlarca doların bulunması için gece gündüz çalışarak yerine konmasını sağlamış, sorumluların anasını ağlatmıştır.

  • Lüks ve şatafata karşıdır.

Köhnemiş, küçücük bir köşkten koca ülkeyi yönetmektedir, sarayları sadece çalışanlar ve halk için yaptırmıştır.

  • FETÖ ile tek başına hem de örgütten geriye tek kişi kalmayana kadar mücadele etmiş, en yakın arkadaşlarının bile yargıdan kaçmasına izin vermemiştir.
  • Yolsuzluğa, hırsızlığa asla izin vermemiştir;

Deniz Feneri davasında; baş hırsıza bir türlü yaklaşamadıkları için yargıçları görevden aldırmıştır.

17-25 Aralık olaylarında yolsuzluğa bulaşan bakanların Yüce Divanda yargılanması için çok uğraşmış ancak Meclisin kararına saygı duyduğundan sessiz kalmıştır.

Bazı belediye başkanlarını görevden alarak vurgunlarına son vermiş ancak yargılatmaya gücü yetmemiştir.

Evindeki paraların kaçırılması konusunda oğlu ile yaptığı konuşmaların montaj olduğu bağımsız yargı eliyle kanıtlanmış, aklanmıştır.

Soruşturmayı yürütenlerin cezalandırılmasına çok üzülmüştür.

  • Dini asla siyasete alet etmez.
  • Namaz görüntülerini medyada yayımlatmaz, camide tek kelime siyasete girmez.

Rakiplerinin inancını söz konusu etmez.

Hatalarında dine sığınmaz.

  • Yargı bağımsızlığına karşı tarihteki en duyarlı devlet adamıdır;

Beğenmediği kararlarda bile yüksek yargı organlarına laf etmemiş, ettirmemiştir.

Hiçbir olayda “bağımsız yargı önünde hesap vereceklerdir” gibi son derece doğru bir yaklaşımla adres göstererek yargıya talimat vermemiştir.

Turpun büyüğü heybede” gibi, olayları bildiği ve yönlendirdiği algısını yaratacak açıklamalardan kaçınmıştır.

Hiçbir davada kendini savcı yerine koyacak kadar işin içine girmemiştir.

Devlet sırlarının açığa çıkmasını istemediği için kozmik odaya girilmesini bizzat önlemiştir.

Devletin genelkurmay başkanının teröristlerin gizli tanıklığı ile yargılanmasına ve ceza almasına göz yummamıştır.

  • Ekonomi konusunda kendini çok iyi yetiştirmiş ancak kendisi gibi uzman bir maliye bakanı bulamadığı için ülke ekonomisini bir türlü istediği düzeye getirememiştir. Ancak ileriki yıllarda ülkeyi çok yükseklere zıplatacağı hatta uçuracağına olan inancını yitirmemiştir.
  • Bazı hazımsızların, üniversite diplomasının sahte olduğu hatta lise geçişinin bile şüpheli olduğu yolundaki dedikodularına her fırsatta karşı açıklama yapmış; lise ve üniversite arkadaşları ile yıllık anma toplantıları düzenlemiş, hocalarını ağırlamıştır.
  • Ekranda görünmeyi sevmez. Halkın kendisini özlemesine ve daha sık görme isteğine karşın çok ender çıkar. Her çıkışında insanlara gülümseyen, sevecen bakışları ve tüm toplumu kucaklayan dille hitap eder.

Son derece nazik bir İstanbul beyefendisidir. Ağzından bir devlet adamına yakışmayacak tek kötü kelime çıkmaz.

Güzel Türkçemizi akıcı bir şekilde, yabancı kelime karıştırmadan kullanmaya özen göstererek vatandaşlara örnek olur.

  • Bilim, sanat ve kültüre çok değer verir.

Sanata ve sanatçılara saygı duyar.

Hoşuna gitmeyen heykele tükürmez.

Okuduğu binlerce kitap-makaleden, izlediği eserlerden örnekler vererek halkı aydınlatır, yol gösterir.

  • Kendi yaptıklarını rakiplerinin üstüne atarak üste çıkma gibi küçük düşürücü yöntemlere başvurmaz.. Dürüstlük timsalidir. Hatalarını kabul etme olgunluğuna sahiptir.
  • Sözünün eridir. Kanıt sunamayacağı bir şeyi asla ileri sürmez.

Halka açıklama sözü verdiği bilgi ve belgeleri zamanından önce bile ortaya koymuştur.
(Türbanlı bacının üstüne işeme görüntüleri çarpıcı, unutulmaz örnektir.)

Mülakata karşı olmamasına karşın söz verdiği için kaldırtmıştır.
*****

Bilin bakalım dört dörtlük bu devlet adamı hangi şanslı ülkenin lideridir, kimdir?..

Yanıtlarınızı bekliyorum…

Eylemlerde maske takanlara ceza verilir mi?

Tolga Şirin

Prof. Dr. Tolga ŞİRİN
Anayasa Hukuku Uzm.
Tolga Şirin© T24 01 Nisan 2025

Eylemlerde maske takanlara ceza verilir mi?

Gösterilerde maske takmak, tek başına bir suçun ya da şiddet eyleminin göstergesi değildir. Aksine, kimi zaman anayasal hakların bir parçası ve güvencesidir. Yasa koyucunun amacının kamusal güvenliği korumak olduğunu varsaysak bile, bu amacın gerekçesiyle araç arasında ölçü bulunmalıdır,

Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla birlikte başlayan protestolar, şimdiden Türkiye’nin siyasi tarihindeki yerini aldı. Milyonlarca kişinin katıldığı bu eylemlerle ilgili davalar da önümüzdeki süreçte gündemdeki yerini koruyacak görünüyor.

Ezici çoğunluğu 15-25 yaş arasındaki gençlerden oluşan eylemciler hakkındaki olası davalarda merkezi konu 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu olacak görünüyor. Bu Kanun’a muhalefet nedeniyle yapılacak yargılamalarda hükûmet çevrelerinin iddiası, yasak olduğu ilan edilen gösterilere katılmanın suç olduğu yönünde.

Fakat İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı farklı. Burada ayrıntılarına girmek mümkün değil ama kabataslak şöyle özetleyebiliriz: Bir gösterinin kanuna aykırı olarak ilan edilmesi bu gösterilere katılanları otomatikman suçlu kılmaz. Yasağın şiddet ve suç (nefret suçu, ırkçılık vs.) ile ilişkilenmiş olması gerekiyor. Eğer böyle bir ilişkilendirme yoksa ve gösterici barışçıl ise bu durumda bu kişilere müdahale edilmesi de cezalandırılmaları da toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünü ihlal eder.

Dahası var. Göstericilerin bazılarının şiddete karışmış olması da tüm gösterinin yasaklanmasına ve herkese müdahaleye gerekçe olamaz. Devlet, barışçıl protestocular ile şiddete karışanları ayırmakla mükellef.

Bu konularda defalarca kez yazdık. Uzatmayacağım.

Bu yazıda başka bir veçhenin, maske meselesinin üzerinde durmak istiyorum.

Gösterilere yüzünü örterek katılma suçu

İmamoğlu protestolarına katılan gençlerin ezici çoğunluğunun yüzlerini gaz maskesi, bez, dalış gözlüğü, sanatsal maskeler vb. şeylerle örttüğüne tanıklık ettik. Büyük olasılıkla bu durum ceza soruşturmasına konu olacak. Zira 2015 yılında İç Güvenlik Kanunu olarak bilinen kanunla mevzuatımıza “kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma” suçu girdi.

O zamanlar bu kanuna karşı çıkmıştık. Bugün de karşı çıkıyoruz. Fakat şu anda mesele, karşı çıkmanın berisinde, Kanun’un yanlış uygulanma olasılığı.

Büyük olasılıkla gösterilere katılan ve maskeli olduğu saptanan hemen herkese bu norm uygulanmak istenecek. Bence bu doğru olmaz. Şöyle ki Anayasa’ya göre böyle bir sınırlama, maskenin bir silah sayılıp sayılmayacağına bağlıdır. Zira anayasal güvence altına alınan şey “silahsız ve saldırısız toplanma hakkı”dır.

Bizim bu düzenlemeyi aldığımız Almanya’da (mehazda) bazıları bu tür nesnelerin “pasif silah” sayılabileceğini iddia ettiler. Ama benim de hemfikir olduğum diğer görüştekiler bu konuda genel geçer bir yanıt verilemeyeceğini her olayın somut koşullarına bakılması gerektiğini söylüyor.

Maske takmanın veya yüzü saklamanın çeşitli nedenleri olabilir. Mesela siyasi amaç taşınıyor olabilir. Yahut pandemi vb. bulaşıcı hastalıklardan korunmak veya yoğun gaz kullanımı karşısında sağlığı koruma endişesiyle hareket ediliyor olabilir. Bu durumda sağlık hakkı dikkate alınmalıdır. Eylemci, göstericilerde çokça gördüğümüz üzere V for Vandetta filmindeki “Guy Fawkes” maskesini takmış olabilir ki bu tür örneklerde meselenin sanatsal ifade özgürlüğüyle ilgili bir yönü vardır. Yahut kişinin inancı bunu gerektiriyor olabilir ve saçının yanı sıra yüzünün bir bölümünü örtmek istemiştir. Bu durumda din ve vicdan özgürlüğünün de hesaba katılması gerekir.

Yani bir bez parçası sadece bir bez parçası değildir. İçi ve anlamı başka anayasal haklarla doldurulduğunda bunların dikkate alınmaması Anayasa’yı ihlal eder. Bu tür bir norm, Anayasa’nın özüne ve amaçlarına uygun şekilde yorumlanmalıdır.

Öğreti ne diyor?

Bu konu, yukarıda belirttiğim gibi Almanya’da çokça tartışıldı ve tartışılıyor. Almanların Toplantı Kanunu’ndaki yasağı yorumlayan Prof. Michael Sachs (önde gelen anayasa hukukçularından biridir) meseleyi şöyle ele alır:

“Silah kavramı kapsamına, nesnel olarak silah olarak kullanılmaya uygun olmaması nedeniyle, koruyucu kıyafetler, kasklar, kalkanlar gibi sözde pasif silahlanma kesinlikle girmez. Bununla birlikte, gösteri katılımcılarının bu tür bir teçhizatla donatılmış olması, özellikle beklenen polis müdahaleleri göz önünde bulundurularak seçilmişse, şiddet eğilimini gösterme niyetine işaret edebilir. Ancak, yalnızca koruyucu önlemler alınmış olmasından yola çıkarak şiddet eğilimi sonucuna varılamaz, zira bu önlemler yalnızca polis müdahalelerine karşı pasif bir şekilde karşı koymayı kolaylaştırmaya uygun olabilir.”

Bizde de Anayasa Mahkemesi’nin eski başkanı ve Anayasa Hukuku Profesörü Zühtü Arslan benzeri bir görüşü bir karşı oy yazısında dile getirmişti:

“Yasak kimliklerini gizlemek isteyen kişilerin hangi saikle bunu yaptıklarını dikkate almamakta, tamamen barışçıl amaçlarla toplum veya mahalle baskısından kaçınmak için kimliğini gizleyerek bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmayı da yasaklamaktadır. Sözgelimi, küreselleşme ve küresel sermaye karşıtı bir gösteriye katıldığının çalıştığı uluslararası şirketçe bilinmesini istemeyen ya da cinsiyetçi politikaları eleştiren bir yürüyüşe kimliğini gizleyerek katılmak isteyen bir kişinin yüzünü örtmesinin saikleri, yüzünü terör ve şiddet eylemlerini gerçekleştirmek için gizleyenlerin saiklerinden farklıdır. Kimliğin gizlenmesinde herhangi bir istisnaya yer verilmemesi, siyasi görüşleri, dini inançları ya da diğer özel durumları nedeniyle kimliğinin bilinmesini istemeyen bireyler açısından toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını aşırı şekilde sınırlandıracaktır. Bunun yanında ‘kimliği gizleme amacı’nın tespiti her zaman kolay değildir. Demokrasilerde şiddet içermediği ve suç teşkil etmediği müddetçe toplantı ve gösteri yürüyüşünde kullanılan araçlara da müdahale edilmemesi gerekir. Bu kapsamda özellikle öğrenci gösterilerinde destek veya protesto amacıyla sıkça kullanılan maskelerin de [maske yasağı] çerçevesinde değerlendirilmesi mümkündür.”

Zühtü Arslan, doğru bir noktaya parmak basıyor. Kişi yüzünü patronundan veya diğer kişilerden saklıyor olabilir.

Bana kalırsa da “kimliğini gizleme amacı”; kimliğin, Anayasa’ya ve kanunlara uygun hareket eden kolluk güçlerinden saklanmasını ifade ediyor.

Hukukun dışına çıkmış, güç kullanma yetkisinin sınırını aşmış, açıkça şiddete yönelmiş bir kolluk görevlisinden/suçludan kendini korumak tabii ki kişilerin hakkıdır.

Karşıt görüşteki gösterilerden de kendimizi saklamak ve korumak isteyebiliriz.

Aynı şekilde bireyler patronundan, ailesinden ya da çevresinden görüşlerini saklamak isteyebilir. Zira dünya görüşünü kiminle paylaşacağı kişilerin kendi bilecekleri bir iştir.

Bu örnek, cinsel yönelimler açısından da benzerdir. Mesela bir kişi bir LGBTİ+ eylemine katılmıştır ama cinsel yönelimini herkese açık etmek istemiyor olabilir. Bu durumda meselenin özel hayata ve mahremiyete saygıyla ilgili yönü ortaya çıkar.

Birinin, salt maske takmasından hareketle vandalizm veya terör suçuna hazırlandığını varsaymak çok tehlikelidir. Bu noktada böylesi savların Avrupa’da, sokaklarda başörtüsü/çarşaf vb. şeylerin kamusal alanda giyilmesinin yasaklanması bağlamında savunulduğunu hatırlatmakla yetineyim.

Son olarak bahsi geçen norm, masumiyet karinesini tersine çevirmesi yönünden de tartışmaya açıktır. Zira norm, ilk bakışta, kişinin suçlu olduğunun devlet tarafından kanıtlanması yerine, kişiye suçsuz olduğunu kanıtlama (yüzünü kimliğini gizleme dışında bir amaçla örttüğünü gösterme) yükümlülüğü getirir görünmektedir.

Uluslararası hukuk ne diyor?

Uluslararası hukukta da durum, az önce bahsettiğime koşut. BM toplanma özgürlüğü özel raportörü Maina Kiai bu konudaki tematik raporunda az önce söylediklerimi özetlemiştir.

İnsan Hakları Mahkemesi de İbragimova/Rusya kararında kişinin şiddetle ilişkisi kurulmaksızın sadece maske takıyor olmasından ötürü cezaya çarptırılmasını ölçüsüz ve demokratik toplum düzeniyle uyumsuz bulmuştur.

Venedik Komisyonu da konuyla ilgili bir rapor ve rehberinde yukarıda anlattıklarımı özetlemiştir:

“Maske ve yüz örtülerinin takılması konusunda genel veya rutin kısıtlamalar getirilmemelidir. Toplantılarda ifade amaçlı maske takılması ve yüzün örtülmesi, ifade ve toplanma özgürlüğü haklarıyla korunan bir iletişim biçimidir. Maske takmak, belirli bakış açılarını veya dini inançları ifade etmek veya bir toplantı katılımcısını misillemeden korumak amacıyla gerçekleşebilir. Barışçıl bir toplantıda maske veya diğer yüz örtülerinin takılması, yakın bir şiddete dair kanıt bulunmadığı durumlarda yasaklanmamalıdır. Davranışları tutuklama için olası bir neden oluşturmadıkça ve yüzünü kapatması kimliğinin tespit edilmesini engellemedikçe, bir kişiden maskesini çıkarması istenmemelidir.”

Ceza alan/alacak barışçıl kişilerin yargılamalarında bu ve benzeri savların hesaba katılması gerekir. Uzatsak uzatırız ama burada keselim ve şöyle toparlayalım:

Gösterilerde maske takmak, tek başına bir suçun ya da şiddet eyleminin göstergesi değildir. Aksine, kimi zaman anayasal hakların (ifade özgürlüğü, sağlık hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, özel hayatın gizliliği gibi) bir parçası ve güvencesidir. Yasa koyucunun amacının kamusal güvenliği korumak olduğunu varsaysak bile, bu amacın gerekçesiyle araç arasında ölçü bulunmalıdır. Barışçıl bir eylemciyi salt maske taktığı gerekçesiyle cezalandırmak, bu ölçüyü açıkça bozar.

Yargının yapması gereken şey, göstericinin maske takma nedenini, gösterinin niteliğini, kişinin barışçıl olup olmadığını ve başka bir anayasal hakkın devreye girip girmediğini somut olarak değerlendirmektir. Soyut ve otomatik cezalandırma anlayışının hem iç hukukta hem uluslararası hukukta artık geride kalması gerekir.

Unutmayalım: Anayasa, yalnızca sessiz ve kimliksiz yurttaşları değil; inancını, fikrini, rengini, maskesini barışçıl yollarla taşıyanları da korumak için vardır.

Kişilerin “anonim kalma hakkı”, sosyal medya ve sanal dünyaların dışında, fiziksel dünyada da karşılık bulmalıdır.

Ulusun direnme hakkı

Olaylar ve Görüşler

Dr. CİHANGİR DUMANLI
EM. TUĞGENERAL, HUKUKÇU
Son Yazısı / Tüm Yazıları
Cumhuriyet, 28 Mart 2025

 

Demokratik ülkelerde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişki hukuksal bir sözleşmeye dayanır. (Rıza Türkmen, Güçsüzlerin Gücü, Türkiye’de İnsan Hakları, s.11)

Bu toplumsal sözleşmenin bir tarafı olan, seçimle gelen ve anayasaya bağlı kalacaklarına ant içerek göreve başlayan yöneticiler, yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini korumak ve tüm eylem ve söylemlerinde başta anayasa olmak üzere hukuka uymak zorundadır.

Sözleşmenin öteki tarafı olan ulus (yönetilenler) ise yönetenlerin hukuka uygun düzenlemelerine uymakla yükümlüdür.

Bir sözleşmede taraflardan birisi sözleşmenin koşullarına uymazsa, diğer tarafın da uymama hakkı doğar. Bu hukukun genel bir ilkesidir. Demokrasilerde iktidar meşruluğunu (genel kabulü) hukuktan alır. Hukuka uymayan iktidar meşruluğunu yitirir.

  • Toplumsal sözleşmeye uymayarak meşruluğunu yitiren iktidara karşı
    yönetilenlerin (ulusun) direnme hakkı doğar.

Direnme hakkı insanlığın binlerce yıllık demokrasi savaşımında acı deneyimlerle ortaya çıkmış, evrensel bir haktır ve pek çok anayasal metinde yer almıştır.

1789’DAN 1961 ANAYASASI’NA

1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, temel insan haklarını sayarken, 2. maddesinde özgürlük, mülkiyet, güvenlik haklarının yanında “baskıya karşı direniş(resistance a l’oppression) hakkını belirtmektedir.

1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nde ise yetkilerini yönetilenlerin rızasından alan hükümetlerin, yurttaşların haklarını güvenceye alma görevleri olduğundan söz etmekte; “Herhangi bir yönetim bu hakları ortadan kaldırırsa, halkın o yönetimi değiştirme ve yerine
bu hakları güvence altına alacak yeni bir yönetim kurma hakkı vardır.”
denilmektedir. (Declaration of Independence and the Constitution of United States of America, National Defence University Press, Washington, D.C. 1995, p.5)

Bağımsızlık Savaşımız bir yönü ile düşmanla işbirliği yaparak meşruluğunu yitiren Osmanlı yönetimine karşı ulusun direnme hakkını kullanarak yeni bir devlet kurmasıdır.

Ülkemizde 1961 Anayasasının başlangıç bölümünde “anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruiyetini kaybeden iktidara karşı direnme hakkını kullanan Türk milleti” ifadesi bulunmaktadır.

Benzer örnekler dünya demokrasi tarihinde görülebilir. Direnme hakkının kullanılmasının önkoşulu siyasal iktidarın temel hak ve özgürlükleri sistemli bir biçimde çiğnemesi (ihlal etmesi), baskı ortamı yaratması ve buna karşı başvurulacak hukuk yollarının kapalı olmasıdır (Türmen, age. s.53 ).

Hukuk yollarının yasalarda açık olması ve iktidar yetkililerince bunun vurgulanması yeterli değildir. Uygulamada açık olması, ulusun yargıya güveninin tam olması gerekir.

TÜRKİYE’DE DURUM

AKP iktidarı, bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını ve AİHM kararlarını tanımayarak, anayasa ile güvence altına alınmış olan hak ve özgürlükleri kısıtlayarak, yargıyı siyasal bir araç gibi kullanarak; laikliğe aykırı eylem ve söylemlerde bulunarak, TSK’nin komuta yapısını bozarak, milli eğitimi anayasaya aykırı olarak dini eğitim durumuna getirerek anayasayı pek çok kez açıkça çiğnemektedir.
***
Bardağı taşıran son damla muhalefeti kendisine uygun bir duruma getirmek amacıyla yargıyı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) karşı bir araç olarak kullanması olmuştur. İBB darbesine karşı yurttaşların yurt çapında, kendiliğinden, haklı ve barışçı protesto eylemleri, direnme hakkının kullanılmasıdır.

Anayasal hak olan barışçı gösterilerin (AS: Anayasa m.34) “sokak terörü” olarak tanımlanması ise demokrasi ve özgürlükler konusundaki bilgisizliğin ifadesidir, terörü meşrulaştırır.
Direnme hakkının kullanılmasının tüm koşulları gerçekleşmiştir.

1980 (12 Eylül) darbesi ile siyasetten uzaklaştırılan üniversite gençliğinin protestolara katılması ümit vericidir. Muhalefet bu eylemleri siyasal bir güce dönüştürebilmelidir.

Ancak İBB protesto eylemlerinin, anayasanın 34. maddesi çerçevesinde silahsız ve saldırısız yapılması önemlidir. Eylemlerden rahatsız olanların araya kışkırtıcılar (provokatörler) sokarak barışçı eylemleri şiddete bulaştırmak istemesi olasıdır. Eylemleri düzenleyenler ve katılanlar bu konuda çok duyarı olmalıdır.

Bu tür olaylarda güvenlik güçlerinin görevininyurttaşların silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma” özgürlüklerini güvenlik içinde kullanmalarını sağlamak olduğu unutulmamalıdır.

ÇÜRÜYEN AKP REJİMİ ve MEŞRU DİRENİŞ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik
Cumhuriyet gazetesi, 27 Mart 2025
https://x.com/profsaltik/status/1905128751245177010

ÇÜRÜYEN AKP REJİMİ ve MEŞRU DİRENİŞ

AKP=RTE iktidarı örtük gündemini 22+ yılda giderek Türkiye’ye dayattı ve duvara dayandı : Çürüdü!

Küreselcilerle işbirliği yapılarak, dinci-ümmetçi Türk-Arap-Kürt federe devleti temelli BOP uğruna gözünü karartarak sürüklenen Rejim, 9 Temmuz 2018’de tahta çıktı. Hukuk dünyasına doğmamış derecede yok hükmünde olan, açıkça hile ile kıl payı geçen (!?) 2017 Anayasa değişikliği, 2002-2015 giriş, 2015-2017 OHAL ara dönemi ardından tırmanma dönemine girdi. Daha çok gecikilmemeliydi. “TEK ADAM”, 2. Abdülhamit’ten daha güçlü kılınmıştı. Ülke ve ulusun parçalanması demek olan BOP’u halka kabul ettirebilmek için mevziler yeterince dövülmüştü. AKP’li vekil Ensarioğlu, TV’lerde meydan okuyarak 3 Erk’in ellerinde olduğunu adeta tebliğ ediyordu.

RTE daha açıkça, “Yeni Türkiye” ye herkesin, haddini bilerek boyun eğeceğini buyuruyordu. Halk istendik yoksullaştırılmış, on milyonlar sadakaya bağlanmış, anayasa askıda, dudak uçuklatan ölçekte sermaye aktarımıyla İslami komprador elit yaratılarak halk kutuplaştırılmış, anamuhalefet iyice karıştırılmış, parti genel başkanları dahil karşıtlar kodese tıkılmıştı. Dış politikada topludurum (konjonktür) elverişli idi. Trump yeşil ışık yakmış, AB de Türkiye’ye özellikle güvenlik açığı temelli gereksinimliydi RTE’nin sanrısıyla.

Kemik taban, “artık şeriat isterük” naralarına başlamıştı. Laiklik ayaklar altınaydı; özellikle DİB-MEB eliyle.

22 yılda tutuklu-hükümlü sayısı 6 kat büyütülmüş, rejimin zindanlarında yer kalmamıştı. RTE sınır tanımıyor, “turpun büyüğü heybede” diyerek durmayacağını açıklıyordu. Diplomasını görmediğimiz adam, kendisini 4-5 kez seçim sandıklarında yenen İmamoğlu’na diploma dahil kumpas başlatıyordu. Politik ihtirasın ve narsisistik kişiliğin sağduyu yitimi ile ülke ateşe atıldı : Salt ekonomik diyet onlarca milyar Dolar! Faiz 42,5 iken 47’yi aştı, TL şimdilik en az %10 eridi. Zam yağmuru gecikmedi. Çok merak ediyoruz; AKP=RTE İmamoğlu’nu kurban alma tuzağının bu çok olası piyasa tepkisini öngörmemiş olması düşünülebilir mi? İki olasılık var : İlki, bu yetiden yoksunluk. Bu korkunç bir sorun. Türkiye’yi yönetenlerin ne denli sığ, ufuksuz, uzgörüsüz (vizyonsuz), ehliyetsiz olduğunu ortaya kor. İkincisi ise öngörerek İmamoğlu satrancını oynamak. Bu ilkinden de beter. Neronvari gözünü karartarak, Cumhurbaşkanlığı görevini mutlaka ölene dek sürdürmek için ülkeyi-ulusu ateşe atmaktan kaçın(a)mamak! Her iki durumda da Ulusa düşen 40 katır ya da 40 satır! Zerrece meşruluk kaygısı duymadan. Zaten 2017 hileli Anayasa değişikliğiyle AKP iktidarı meşruluğunu yitirmiştir. CHP’li Özel, acı gerçeği geç gördü: Çırılçıplak Faşizm! Yıllardır yazıp söylüyoruz; üstelik bizdeki dinci faşizm ve de emeperyalizm güdümünde!

AKP=RTE ve iç-dış akıl hocası saray dalkavukları, sandılar ki, bu zulüm sürdürülebilir ve Ulus tam teslim alınır. Ham hayal efendiler! Bu topraklarda Osmanlı hükümranlığına karşın başlayan demokratikleşme iki yüzyıldır sürmekte. 1923 Atatürk Cumhuriyeti kök salmış, Türk devrimi dal budak saçılmıştır; hedef çağdaş uygarlık düzeyinin ötesidir. Dini alet ederek köhne bir çöl şeriatı dayatmak ve halkı aldatarak sömürmek, emperyalizme maşalık dönemi kapanmıştır. İnsanın insana kulluğu yok edilmiş, el kapıları kapatılmıştır; çünkü bu memleket bizimdir; kadim Anadolu binlerce yıldır Anadolu halkının öz yurdudur. Sınırları kan ve canla çizilmiştir!

Anamuhalefet CHP’nin başlattığı eylemler tümüyle MEŞRU DİRENİŞtir.

Direnme hakkı, koşulları doğduğunda en temel insan haklarındandır ve uluslararası hukukta tanınmıştır. Halkı bu aşamaya, bir tür “nefsi müdafa” ya zorlayanlar utanmalı ve aklını başına alıp burada durmalıdır. Adalet Bakanı, RTE’nin “Türkiye hukuk devletidir” sözleri komik ötesi ve halkın aklıyla alay etmek, afyon yutturmaktır. Durun ve düşünün, aynaya bakın, neden arı kovanına çomak soktunuz?

AKP içinden sağduyulu seslerin yükselmesi zamanıdır. İzmir eski MV Kocadağ, AKP’yi eleştirdi diye partisinden atılıyor. 11. CB Gül uyardı. Tekirdağ’dan bir AKP yöneticisi Avukat “Devletin dini adalettir” diyerek istifa etti. Bunlar buzdağının ucu. Yurtsever AKP-MHP’liler artık ayağa kalkmalıdır.

Devlet aklı gaflet uykusundan uyanmalı ve RTE hukuk dışı, ülke-ulus güvenliğini, stratejik çıkarını ve barışını tehdit eden girişimlerden mutlaka alıkonulmalıdır; olmuyorsa Bakanlar, bürokratlar… istifa edilmelidir.

Anayasal, demokratik, hukuka tümüyle uygun ve yerden göğe meşru direnme hakkını kullanan ulusa asla kolluk şiddeti uygulanmamalıdır. Bu eylemlerde Kolluk, yeter güvenlik sağlayarak her tür baltalayıcı (provokatif) girişimi engellemelidir. Başlıca görevi de budur. Genç polis evlatlarımız yersiz ve orantısız şiddete asla koşullandırılmamalıdır. Yasa dışı buyruk suçtur ve iktidar değiştiğinde hepsinin hesabı yargıda sorulur.

RTE, barışçıl eylemleri alet ederek OHAL ilanına kesinlikle yönelmemelidir. Tersine, halkın bu son derece sağduyulu, ölçülü, sorumlu, ağırbaşlı meşru direnişine saygı duyduğunu açıklamalı ve “Nerede hata yaptık, görüşmelerle bulup düzelteceğiz..” demelidir. Tarih, halkın hakkını er ya da geç aldığının şaşmaz tanığı ve ibretlik öyküsüdür. Zorbalaşan iktidarlarsa önünde sonunda devrilmekte ve hesap sorulmaktadır. AKP=RTE, yaşamının yol ayrımına geldi; inat ederse ya politik intihar ya kuzgun leşe olacaktır; 3. yol yok Erdoğan!

 

TÜRK İSTİKBALİNİN EVLATLARINDAN ATATÜRK’e YANIT

ImageAv. Aybars AKDOĞAN

Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

Bizlere emanet ettiğin Türkiye Cumhuriyeti’nde insan için var olan devlet kutsallaştırılarak; kutsal olan insan, devletin kölesi durumuna getirilmiş; insan hak ve özgürlükleri kimi insanlar için sınırsızca genişletilip kimileri içinse tümüyle ortadan kaldırılmış ve temeli adalet olan devlet, temelinden yıkılmaya yüz tutmuştur. Adaletin ve hukuki güvenliğinin olmadığı şimdiki durum bir devlet düzeni değil, ayrımcı bir zulüm düzenidir.​

Bizler biliyoruz ki; yıkılmaya yüz tutmuş ama ilelebet payidar kalacağını söylediğin Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, üzerimizde uygulanagelen böl ve yönet politikasına karşı izlememiz gereken tek yol; bütün ayrılıkları yana bırakarak ortak bir amaç çevresinde birleşmek, BİR olmaktır. Ve bu ortak amaç, ülkemizde iktidara sahip olan gaflet ve dalalet (aymazlık ve sapkınlık) ve hatta hıyanet içindeki iktidar sahiplerini iktidarlarından uzaklaştırarak hakça bir düzenin egemen olduğu tam bağımsız Türkiye’yi kurmaktır.

Bizler, Cumhuriyet’in en değerli hazinemiz olduğunu iyice kavramış Türk istikbalinin evlatları olarak biliyoruz ki;

  • Bugün Türkiye Cumhuriyeti, anayasal düzeni ortadan kaldırmış gayrimeşru bir iktidarla karşı karşıyadır.

16 Nisan 2017 tarihini unutmamış olan bizler, bütün dünyaya ilan ediyoruz ki; anayasal düzeni hukuk dışı bir darbeyle ortadan kaldıranların devleti yönetme hak ve yetkileri yoktur ve hiçbir koşul altında da olmayacaktır. Meşru bir anayasanın ve iktidarın var olmadığı güncel koşullar altında, EGEMENLİĞİN KAYITSIZ VE ŞARTSIZ SAHİBİ halkımızın asıl kurucu iktidar yetkisiyle hukuk düzenini yeniden kurması gerekmektedir.​

Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

Bugün Cumhuriyet’e sahip çıkma iradesini ortaya koymakta olan bizler, üzerimize düşenin ne olduğunu kesin olarak anlamış bulunmaktayız. Tarih sahnesinde bizlere verilmiş olan görev, 100. yaşında anayasasız bırakılmış ve yıkılmaya yüz tutmuş Cumhuriyet’i, adalet temeli üzerinde yeniden ayağa kaldırmaktır. Ve bizler bugün, içinde bulunduğumuz durum ve koşulların gereğini yerine getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni halkın kurucu iktidarı eliyle meşru bir anayasaya ve halkımızı hakça bir düzene kavuşturmak amacıyla yola çıkmış bulunuyoruz.

İstiklal ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düştüğümüz şu günlerde, içinde bulunduğumuz imkân ve şartların hiç müsait olmadığının farkındayız. Ancak vazifeye atılırken içinde bulunduğumuz durumun imkân ve şartlarını düşünmüyoruz. Çünkü bizler; 100 yıl önce canlarınızı ortaya koyarak kurup bizlere emanet ettiğiniz Türkiye Cumhuriyeti’ne, en kıymetli hazinemize sahip çıkma iradesini ortaya koyarken, ilhamımızı sizden ve Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine önderlik etmiş olan Mahatma Gandhi’nin “Güç fiziksel kapasiteden değil, boyun eğmeyen iradeden gelir.” sözünden almaktayız.​

Bugün, Türk istikbalinin evlatları olan bizler, Türkiye Cumhuriyeti’ni meşru bir anayasaya ve halkımızı insanlık ailesinin içindeki saygın yerine yeniden kavuşturmak amacıyla yola çıktığımızı bütün dünyaya ilan ederken; bütün yurttaşlarımızı hakça bir düzenin egemen olduğu tam bağımsız Türkiye idealini gerçekleştirme yolunda birlikte yürümeye çağırıyoruz.