Vatandaş olabilmek

Örsan K. Öymen
Son Köşe Yazıları
Cumhuriyet, 19.05.2025

Türkiye Cumhuriyeti bir din, mezhep, etnik kimlik ve ırk devleti değildir.  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de Türkiye’yi ve Türk milletini, din, mezhep, etnik kimlik, ırk ile değil; anayasal düzen ve vatandaşlık bağlamında tanımlamıştır. Anayasanın 10. maddesinde buna uygun olarak şu anlatım yer alır:

  • “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep
    ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

Bir kişinin Müslüman, Sünni, Alevi, Hıristiyan, Musevi, Türkmen, Kürt, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Laz, Arap, Ermeni, Rum olması, anayasa ve vatandaşlık bağlamında konu dışıdır.

Din, mezhep, etnik kimlik, ırk fetişizmine dayalı siyasetle bir ulus, bir millet, bir vatan, bir devlet kurulamayacağı gibi; bu fetişizme sahip bir insan, vatandaş, vatanın paydaşı, vatandaşlık bilincine sahip değildir.

Bu nedenle Türkiye’de AKP, YRP, SP, GP, DEVA gibi din ve mezhep üzerinden; MHP ve DEM gibi etnik kimlik üzerinden; BBP ve HÜDA PAR gibi hem din – mezhep hem de etnik kimlik üzerinden siyaset yapan siyasal partilerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve geleceğine yönelik herhangi bir olumlu katkı sunmaları kategorik olarak olanaksızdır.

Söz konusu siyasal partilerin, seçmenlerin yaklaşık yarısını temsil etmesi, Türkiye’nin en büyük talihsizliğidir. Bu gerçek, halkın da vatandaşlık bilinci konusunda ne denli geri kalmış olduğunun göstergesidir.

Ancak bundan halk değil, halkı bu noktaya getiren ve halka örnek olmayı beceremeyen siyasal partiler, hükümetler, bu hükümetlerin kurduğu çarpık eğitim sistemi, bu siyasal partileri ve hükümetleri üreten emperyalizm sorumludur.
***
Modern emperyalizm (AS: Günümüz emperyalizmi) ülkeleri ekonomik açıdan sömürmek ve / veya stratejik amaçlarla kullanmak için çeşitli yöntemler kullanır. Modern emperyalizm, klasik emperyalizm gibi, işgal, fetih, sömürge yöntemlerini kullanmaz; onun yerine, kamucu, halkçı, devletçi ekonomi politikalarının yerine, özelleştirmeci ve serbest piyasacı ekonomi politikalarını dayatarak, ülkelerin ekonomilerini ele geçirir ve / veya ülkelerin üniter (tekil) ve laik yapılarını ortadan kaldırarak ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik üzerinden böler ve parçalar.

  • AKP iktidarı, bu nedenle emperyalizmin her açıdan vücut bulmuş somut halini temsil eder.

Çünkü AKP, kamuculuk, halkçılık, devletçilik karşıtı, özelleştirmeci ve serbest piyasacı bir ekonomi politikası yürüttüğü gibi, siyasetini din ve mezhep üzerinden yürütmektedir; koşullara ve çıkarlarına göre, MHP ve/veya DEM üzerinden, etnik kimlik siyasetini de buna eklemektedir.

AKP emperyalizmin Türkiye’deki şubesidir!

Türkiye’de siyasetçilerin, bürokratların, kamu görevlilerinin, medya üyelerinin (AS: çalışanlarının) , üniversite öğretim üyelerinin, öğretmenlerin, hukukçuların, avukatların, birçok meslek kesimi üyelerinin ve halkın çoğunluğunun hâlâ bunun farkında olmamasının bedelini,

Türkiye ne yazık ki yakın bir gelecekte, çok ağır bir biçimde ödeyecektir.

***
Siyasetteki kısmen fiili durumla birlikte, Anayasanın DEM’in desteğiyle ve ahlaksız milletvekili transferleriyle, din, mezhep, etnik kimlik siyaseti çerçevesinde biçimlenmesi durumunda, emperyalizmin projesi (tasarımı), vatandaş olmayı başarmış, Cumhuriyetin kuruluş değerlerini özümsemiş, demokratik, laik, sosyal hukuk devletine sahip çıkmış onlarca milyon vatandaşa zorla ve hukuken dayatılmış olacaktır!

Bu aynı zamanda Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması sürecini hızlandıracaktır!

Bu aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur!
Vatandaş olmayı başaramamış bir topluluk, millet ve vatan sahibi olmayı hak etmez; kabile, cemaat, ümmet olmanın ötesine geçemez!

Bu nedenle herkesin en kısa sürede aklını başına toplayıp sorumluluk üstlenmesi, miskinlikten, kişisel çıkar peşinde koşmaktan, seyirci olmaktan kurtulması, tarihsel ve yaşamsal zorunluktur!

106 YIL SONRA MEŞ’ALE YİNE GENÇLERDE… BULUŞMA YİNE İZMİR’DE…

Dr. Noyan UMRUK
Em. Tuğgeneral

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, üç yanı özene bezene denizlerle donanmış bu güzelim memleketin tarihini ve kaderini çizen büyük gelişmeler deniz’lerin dağ gibi dalgaları ile başlıyor.

Bandırma vapuru ile başlıyor destanımız…

Kurtuluş savaşının Gazi’nin ceviz kabuğu gibi bir vapurla Karadeniz’in amansız dalgalarının kucağında Samsun’a çıkışı ile başlaması ne yaman bir başlangıç, ne engin bir hayal gücüdür… Sonunda, destan, müstevlilerin, taşeron ordularının önce İzmir, Ege’den, sonra da fiyakalı askerleri ve komutanları ile birlikte bu kez İstanbul, Marmara’dan Türk Bayrağını tören geçişi ile selamlayarak gemilerine binip, geldikleri gibi ama bu kez …larına baka baka gitmeleriyle ve de Gazi’nin Çankaya’ya çıkışı ile taçlanır…

Tarihimizin, provası Çanakkale’de yapılan, bizleri ve tüm mazlum ulusları onurlandırıp, kıvançlandıran 19 Mayıs’la başlayan döneminin genç kahramanlarını Kuvayı Milliye Destanında Koca Nazım öylesine içten bir coşku ile ve öylesine duygu yüklü anlatır ki; gözlerin yaşarmaması mümkün değildir…

Antep köylüklerinde ırgatken, ulusal efsane kahramanına dönüşen Karayılan… Kuvvacı’lara ulaklık yapan 14 yaşında fidan gibi bir gençken attan düşüp sakatlanan Adapazar’lı kambur Kerim…

Ya Anadolu’ya takasıyla silah taşırken Karadeniz’in hırçın dalgalarında yitip giden Arhavi’liİsmail…

Kamyonetinin patlayan lastiğine üstünde başında ne varsa doldurup “sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, sana tek başına verilmiştir üç nümrolu kamyonet” diyerek görevine çırılçıplak devam eden Süleymaniyeli bitirim şoför Ahmet…

Onlar büyük olasılıkla binlerce kahramandan bazıları…

Ama işte size gerçek bir genç kahraman Tıbbiye’li Hikmet Bey… Rahmetli Orhan BORAN’IN

babası…

Mustafa Kemal ” Gençlerin de görüşlerini almalıyız ” diyerek Sivas’ta toplanacak olan kongreye 3öğrencinin katılmasını ister. Bunun üzerine Askeri Tıbbiye, Sivas Kongresi’ne 3 delege göndermek ister. Üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Bey ve Yusuf Bey (Balkan) delege seçilir..

Hikmet Bey, Sivas Kongresinde ABD ya da İngiltere’nin manda ya da himayesini savunan söylemlere çok şaşırır. Oturumlar sırasında söz aldığında, delegelerin şaşkın bakışları arasında yüksek ve heyecanlı sesle şu sözleri söyler:

  • “Delegesi bulunduğum Türk gençliği, beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdi. Mandayı kabul edemeyiz.
    Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız.
    Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz.”
Daha sonra Mustafa Kemal’e dönerek aynı coşku ve kararlılıkla
  • “Paşam siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.”

Herkes bu net ve heyecanlı söylem karşısında şaşkın, Mustafa Kemal ‘in tepkisini beklerken, yanıt gelir:

  • ”Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz.
    Manda da yok, himaye de… Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklal, ya Ölüm.”
Gazi, Tıbbiyeli gencin bu içtenlikli çıkışından çok mutlu olmuştur.

1960’lar da “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” marşı eşliğinde Turan Emeksiz,  A. İhsan Kalmazlar gibi 27 Mayıs şehitleri…

Sonra 70-80 arası, Kanlı Pazar, 1977 1 Mayısı… Kuruluş değerlerini tazeleyip, çağın koşullarına koşut ileriye taşıyan 61 Anayasası…

Cephe hükümetlerinin görmezden geldiği kardeş kavgası, aydın genç katliamı, 5000’i aşkın can…
Cana kıymayan Deniz’lerin darağacında canına kıyılması…

80 darbesi, yaşı yükseltilerek darağacına gönderilen Erdal Eren, bir kuşağın özellikle solun üzerinden silindirle geçilmesi…

2000’li yıllar… Bir yandan Silivri Zindanları, tarifsiz haksızlıklar… Çalınan hayatlar, onurluca katlanılan ağır ızdıraplar, ölümler, intiharlar…

Gezi direnişi… Polise içinden çıktığı halka acımasızca saldırması için emir verenler…8 Gezi şehidi… Şehitlerin sonuncusu 15 yaşında bir fidan: Berkin Elvan…

Ve nihayet açılım kepazeliğinin kahredici sonuçları…On binlerce şehit ve gazi… Vatanın bir bölümünün kundaklanması…

Ve nihayet emperyalizmde oyun çok: Eski ortağın marifetleri ve 15 Temmuz şehitleri…

Topluma karanlık günler yaşatarak, korkutarak izlenilen tutarsız politikalara, yarattıkları hukuksuz ortama, bulaştıkları akıl almaz yolsuzluklara karşın halkta “ehven-i şer” imajı yaratarak siyasi emellerine ulaşmak ve böylece kendilerini kurtarmak isteyen nekrofiller hızla kendi iradeleriyle hazırladıkları sonlarına yürümektedirler…

Bir türlü bitirilemeyen, köküne kibrit suyu ekilemeyen bu güzelim ülke. tarihini yadsımayarak her zaman her yaştan genç vatansever evlatlarının omuzlarında taşınacak ve de yükselecektir…

Kadim dostum rahmetli Kayahan o güzelim şarkısını bu günler için söylemiş herhal:
Size sevdanın yolları dolarlar, avrolar, villalar…
Bize kurşunlar ya da Atatürk’ün şu sözleri:
  • “Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir… …Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; ‘Demek adliyeyi ıslah etmek lazım.’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem,
    bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”

Şimdi her yaştan gence ilaveten 6 milyon genç daha yürüyecek sandıklara ilk kez, önümüzdeki ilk seçimlerde… Umudumuz sizlersiniz gençler… Meş’ale yine sizlerde…

19 Mayıs ruhu – bilinci, direnişin gıdasıdır

Olaylar ve Görüşler
Son Köşe Yazıları
Cumhuriyet, 19.05.2025

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Tarihi Uzmanı

“Ben, İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa
batıp boğulmayı 
yeğledim ve yola çıktım!” 
Mustafa Kemal Atatürk (1927)

Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919’da Samsun’a doğru yola koyulacaktır. Şişli’deki evinden çıkmış, otomobile binmek üzeredir. Yukarıdaki sözler, bu sırada eve gelip güvenilir kimselerden aldığı duyumu kendisine ileten Rauf (Orbay) Bey’edir. Orbay’ın duyumu, Bandırma gemisinin Karadeniz’de batırılacağı yolundadır.

Düşündüklerini yapmaktan alıkonmayı ölmekle eşdeğer sayan Mustafa Kemal, Rauf Bey’i yukarıdaki kararlılık içeren sözlerle yanıtlar ve Galata Rıhtımı’na gelir. Sandallarla Kız Kulesi önlerine vardıklarında müttefiklerin (bağlaşıkların) gemide arama yaptıklarını görür ve “19 Mayıs ruhu”nun (bilincinin) şifresi niteliğindeki şu sözleri söyler:

  • “Ne kadar ahmaklık!
    Silahlar ile cephane arıyorlar.
    Biz ise kafamız ile imanımızı götürüyoruz.”

İşte, 19 Mayıs ruhunu yakalamak için bu sözler derinlikli bir biçimde çözümlenmelidir.

19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’da Anadolu toprağına ayak basan Mustafa Kemal Paşa, o andan itibaren (başlayarak) usunda olgunlaştırdığı ve “vicdanında bir giz gibi sakladığı” eylem planını yaşama geçirmeye başlar. 19 Mayıs ruhunun (bilincinin) anahtar sözcükleri “kafa” ve “iman”dır (inançtır). Burada “kafa” bilgiyi, ülküyü, düşünceyi, düşünceyi kullanma yeteneğini; “iman” ise düşüncenin bir amaca yönlendirilmesini, eyleme dönüştürülmesini ve siyasal anlamda düşünceye bağlılığı işaret eder.

Gazi Mustafa Kemal’in başlattığı ulusal savaşım, bir yandan işgalini sürdüren emperyalizme, öbür yandan da içeride taht uğruna her türlü hakaret ve onursuzluğu kabullenmiş halife-sultana dönüktür. O, bu iki boyutlu savaşımın gerekçesini şöyle özetler:

  • “Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet..
    bunların hepsi içeriğini yitirmiş anlamsız sözlerdi.”

Paşanın betimlediği bu karanlık ve gerçekçi tablonun -düşünsel bir arka plan (ard alan) olmaksızın- tersine çevrilebilmesi düşünülemez!

Mustafa Kemal’in, Mayıs 1919 öncesine ilişkin düşünsel arka planının (ard alanın) tepe noktaları gözden geçirilecek olursa, Osmanlı’nın 1881’de Düyun-u Umumiye’yi kurması ve ileride Sevr olarak karşısına çıkacak teslimiyet süreci, çocukluk ve gençlik yıllarını kapsayan Abdülhamit’in anayasal istibdat dönemi, yüzbaşı rütbesi ile Şam’da mesleğe adımını attıktan bir yıl sonra gizli Vatan ve Hürriyet Cemiyeti kuruculuğu, sarsıcı olmasına karşın halife-sultanın egemenliğini dışla(ya)mayan 1908 İkinci Meşrutiyet Devrimi’nin içinde geçen çalkantılı yıllar; etkin görevler üstlendiği ve acı dolu gözlemler yaptığı Trablusgarp-Balkan savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı’nın yenilgi almadığı tek cephe olan Çanakkale Kara (ve deniz) Savaşları’nda tarih sahnesine çıkış ve Anafartalar kahramanlığı aşamalarının olduğu görülür.

İşte 19 Mayıs ruhu (bilinci), bütün bu aşamaların bireşimidir.
Olup bitenleri irdeleyen, olacakları sezen ve zamanı geldiğinde tarihin kendisine sunduğu olanakları değerlendiren bir dehanın ürünüdür!
Emperyalizme ilk yenilgisini tattıran, Devrimin kapısını aralayarak Anadolu insanını, padişahın kulluğundan özgür bireye; ümmeti millete; medreseyi üniversiteye dönüştüren; yarı teokratik bir monarşiden çağdaş, laik-demokratik bir Cumhuriyet çıkaran da bu ruhtur (bilinçtir)!

Atatürk’ün, 19 Mayıs’ı armağan ettiği gençliğin, 19 Mart’taki Saraçhane mitingi ile birlikte, 106 yıl önceki direniş ve dirilişin gıdası olan 19 Mayıs ruhuna (bilincine) bağlılığını görmek gurur vericidir.

Şimdilerde varlığını sürdüren örtülü emperyalizm ve istibdadı çağrıştıran bugünkü tek adam rejimi de bu ruh (bilinç) ile dağıtılacaktır! Ulusa yol göstermeyi sürdüren bu yüce ruhu (köklü bilinci) Samsun’a taşıyan büyük Atatürk’ün anısı ve yapıtı önünde saygı ile eğiliyor,
bayramımızı kutluyoruz.

19 MAYIS’IN 106. YILINI KUTLARKEN

Ahmet NİŞANCI
19 Mayıs 2025

TÜRK ULUSUNUN ONURLU, BAĞIMSIZLIK ve ÖZGÜRLÜK SEVDALISI DEĞERLİ HALKI!

Bu gün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden kurtuluş hareketinin başladığı en önemli günün 106.yılı…
Bir süredir üst katlardaki yönetenlerin hangi amaca hizmet anlayışıyla Türk Ulusu’nun yüz yılı aşan büyük bir coşku ve heyecanla kutladığı bugünü, neden basit bir gün gibi sınırladıklarını ve halka neden eksik ve buruk bir kutlama seçeneği bıraktıklarını anlamakta zorluk çekenlerdenim.

Bu gün, yeniden doğuşu, var oluşu ve dirilişi simgeleyen, adı Mustafa Kemal olan bir Anka Kuşu, Türk Ulusu’nun kurtuluşunu sağlamak üzere Samsun üzerinden ülkenin geleceğine bir güneş gibi doğmuştur.

İyi bir tarih okuyucusu ve tarihin iyi bir öğrencisi olarak bu gün burada Anka Kuşu olarak adlandırdığımız Mustafa Kemal Atatürk’le sizleri bir kez daha yakından buluşturmak, sizlerle kavramsal olarak tanıştırmak, tanıtmak, anlatmak ve kavratmak görevindeyim.

1981 yılında Selânik’te, Zübeyde Hanım ile Ali Rıza Bey’in Mustafa adlı bir çocukları doğdu. 1893’de ortaokuldaki öğretmeni Mustafa Bey, ondaki cevheri görerek “Bu böyle olmayacak, aramızda bir fark olmalı” dedi ve adına “Kemal” adını ekleyerek ve okulun sicil defterine de işletti.

1889’da zamanının en iyi eğitim veren okulu Harbiye’de artık parlak bir subay adayı öğrencidir Mustafa Kemal. 1902’de Harp Akademisi’nde kurmaylık eğitimi alan bir subay ve 1905 yılında Türk Ordusu’na armağan olarak katılan bir Kurmay Yüzbaşı… Ama daha tayini bile yapılmadan
Ordudan atıldığı için acıyarak aralarına aldıkları Fethi adlı arkadaşlarının ihbarıyla– gizli örgüt kurmak, gizli toplantılar yapmak ve en önemlisi Abdülhamit’in arabasına bomba koyma planı yapmak suçlamasıyla tutuklanıyor, sarayda sorgulanıyor, Abdülhamit’in sürgün ocağı olan Bekir Ağa Bölüğü’nde iki ay, işkenceli bir hücre yaşamından sonra suikast suçlaması asılsız çıkıyor, gazete çıkarmak, gizli toplantılar yapmak gibi suçlamalar Harp Akademisi Komutanı Ali Rıza Paşa’nın devreye girmesiyle işlem dışı kalıyor, sürgün olarak Şam’daki 5. Ordu’ya tayin ediliyor.
Eğer Ali Rıza Paşa devreye girmese bugün belki de bir Mustafa Kemal olmayacaktı… Doğallıkla belki biz de olmayacaktık! Türk soyu yabancıların egemenliği altında erimiş, tükenmiş olacaktı.

Yüzbaşı Mustafa Kemal 1906’da Şam’da gizli Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kuracak ve vatan kurtarıcılığına ilk adımını atacaktır…

13 Mart 1909’da 31 Mart ayaklanmasının,
1910’da Arnavutluk İsyanının bastırılmasında
Yüzbaşı Mustafa Kemal, Ordu’da kurmay subaydır…

1911’de binbaşıdır Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta Şark Gönüllüleri Komutanı ve Gerilla Savaşçısı,
1912’de Trablusgarp Tobruk Savaşı Komutanı,
1913’te Sofya’da askeri ataşedir.
1 Mart 1914’te Yarbay Mustafa Kemal,
1915 Tekirdağ’da 19. Tümenin Kurucu Komutanı…

19 Şubat 1915 – 9 Ocak 1916 Mustafa Kemal Çanakkale Kara ve Deniz savaşlarındadır ve
18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi ile yıldızı parlayacaktır.
7 Ağustos – 10 Ağustos 1915 Conk Bayırı’nda,
25 Nisan 1915 Arıburnu’nda Anzak Askerlerini durduran Yarbay Mustafa Kemal’dir…
1 Haziran 1915’te 34 yaşında albaylığa yükselen Mustafa Kemal,
10 Ağustos 1915 Anafartalar Grup Komutanıdır ve İngiliz, Anzak Birliklerini durduracaktır…
10 Ocak 1916 Edirne’de 16. kolordu komutanlığının ardından
1 Nisan 1916’da 35 yaşında generalliğe (mirliva- tuğgeneral) yükselecektir. Harp Akademisinden mezun olarak 1905’te Kurmay Yüzbaşı olarak 24 yaşında başladığı askerlik görevini 11 yıl gibi bir kısa zamanda başarılarının getirdiği erken yükselişlerle 35 yaşında generallikle taçlandıracaktır.
5 Nisan 1917’de 7. Ordu Komutanlığı’nın ardından
31 Ekim 1918 Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkışıyla başlattığı kurtuluş hareketiyle, umutların tümüyle yok olduğu bir dönemde tüm yurttaşları aynı ülkü çevresinde toplayarak ulusal birliği gerçekleştirmiş, Büyük Millet Meclisini açarak (23 Nisan 1920) yürüttüğü kurtuluş savaşıyla tarih önünde büyük bir utku (zafer) kazanmıştır.

O’na kurtuluşa giden yolda:
Ordu yok dediler, kurulur dedi,
Para yok dediler, bulunur dedi,
Düşman çok dediler, yenilir dedi ve başardı.

13 Kasım 1918 : Adana’dan Yıldırım Orduları Komutanlığı’ndan trenle dönmüş, Haydarpaşa rıhtımındadır. Aynı gün İtilaf Orduları İstanbul’u işgal etmiştir. Fransız işgal kuvvetlerine ait Kartal istimbotu ile işgal kuvvetleri gemilerinin arasından Galata’ya geçmektedir. Yanında yaveri Cevat Abbas vardır; üzüntülüdür, ama;

  • “Geldikleri gibi giderler!” diyecektir.

19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Kıtaları Müfettişi; Türk Kurtuluşunun önderi olarak Samsun’dadır
21-22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’nde;

  • “Milletin kaderini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” diyecektir.

Bu sözün anlamını gerçekleştirmek için bütün olumsuzluklara karşın sonsuz bir umutla ve planlı bir biçimde çalışacak ve kurtuluş savaşı ile yurdun kurtuluşunu sağlayacak, cumhuriyet yönetimine kavuşturduğu ve yaptığı devrimlerle Türkiye Halkı’nı ve Türkiye’yi dünyanın saygın ülkeleri arasında güçlü bir dünya devleti durumuna getirecektir.

Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da “Ya istiklal ya ölüm!” diyerek Türk Milleti’nin önünde Türk Milletiyle birlikte büyük bir bağımsızlık savaşına girişerek dünyanın en güçlü emperyalist devletlerine karşı dünya tarihinde benzeri olmayan bir başarının, utkunun (zaferin) mimarı, başarılı bir komutanı ve yurdun kurtarıcısı ve devlet kurucusu olmuştur.

Daha sonra da dünyadaki bütün ulusların her coğrafyasında yaşayan insanların mutluluğu, dünya barışı için ortaya koyduğu siyasi, toplumsal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) çalışmalarıyla bütün dünya devletlerinin ve devlet insanlarının takdir ve beğenisini kazanmış dünyadaki tek devlet adamıdır.

Mustafa Kemal Atatürk; ırk, din, etnik köken yaklaşımını reddeden bir anlayışla ulusun

tek bayrak,
tek vatan,
tek devlet

anlayışıyla ortak bir tarih, ortak ülkü içeriğinde birlikte yaşama istencinden (iradesinden) yanadır ve bu görüş ve düşüncelerinin gerçekleştirilmesi için yaşama geçirdiği devrimlerle Türk Ulusu’ nun sonsuz sevgisini kazanmış eşsiz bir önderdir.

Bugün Atatürk’ün gösterdiği ilkeler doğrultusunda çağdaş hedeflere ulaşmak için Türk Ulusu’ nun özgür bireyleri olarak büyük bir azim ve kararlılıkla çok çalışmak, güçlü ve büyük bir ülke olduğumuzu bütün dünyaya kabul ettirmek gibi bir sorumluluğumuz vardır.

Ülkemizin siyasal yaşamında cumhuriyet ve demokrasi karşıtlarının geriye dönük amaçlarla zaman zaman kesintiye uğratmaya çalıştıkları çabaları başarılı olamayacaktır; modern çağlara özgü çağdaş uygarlık yolundaki ilerleyişimiz sonsuza dek büyük bir hızla ve kararlılıkla sürecektir.

Atatürk’ün Büyük Nutuk’unun sonunda ülkenin geleceğinin güvencesi olarak gördüğü ve

  • “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”

diyerek görevlendirdiği Türk Gençliği dimdik ayaktadır ve ülkemizin geleceğinin güvencesi olarak tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne sonsuza dek sahiplik görevini yerine getirmekte asla çekince (tereddüt) göstermeyecektir.

Ülkemizin ve Türk Ulusu’nun yüksek idealleri için Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini çok iyi kavramak, anlamak, toplumun her kesimine yaymak ve yaşamımızın her alanında uygulamaya koymak görev ve sorumluluğundayız.

Kurtuluş Savaşının yüce komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bütün silah ve dava arkadaşları komutanlarımızı, vatanın kurtuluşu ve Türk ulusunun bağımsızlığı için canlarını veren şehitlerimizi, gazilerimizi, kurtuluşun ve kuruluşun başlangıç günü olan 19 Mayıs’ın 106. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları huzur içinde olsun!

  • Büyük Türk Ulusu!
  • Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızın 106. yılı kutlu olsun!

19 MAYIS NEDİR?


Prof. Dr. Halil ÇİVİ 

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
19 Mayıs 2025

19 Mayıs ne demektir?

19 Mayıs :
Teslimiyet yerine mücadele,
Korku yerine cesaret,
Hanedan yerine millet,
Umutsuzluk yerine umut,
Çaresizlik yerine çözüm,
Ayrışma yerine dayanışma,
Mandacılık yerine özgürlük,
Yenilgi yerine zafer,
Sevr yerine Lozan,
Sömürge olmak yerine tam bağımsızlık,
Saltananat yerine Cumhuriyet,
Hilafet yerine laiklik,
Kulluk yerine eşit yurttaşlık,
Feodalite yerine çağdaş toplum,
Koşullayan eğitim yerine, akıl ve bilimcilik,
Kadercilik yerine devrimcilik…

Say say bitmez…

19 Mayıs, Yüce Önderimiz MUSTAFA KEMAL ATATÜRK demektir.


Bu duygu ve düşüncelerle herkesin

19 MAYIS GENÇLİK ve SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN!

Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyi’nin İstanbul Barosuna destek açıklaması

Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyi’nin
İstanbul Barosuna destek açıklaması [*]

İstanbul Barosu Başkanı Sn. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu‘nun konuşması :

https://x.com/istbarosu/status/1924036561747734855?s=08

Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi (CCBE), 46 ülkenin Baro ve Hukuk Birliklerini ve bunlar aracılığıyla 1 milyondan çok Avrupalı avukatı temsil etmektedir.

16 Mayıs 2025 tarihinde Bordeaux’da düzenlenen Genel Kurul Toplantısı vesilesiyle ve 28-29 Mayıs 2025 tarihlerinde Marmara Cezaevi’nde (eski adıyla Silivri Cezaevi) yapılması öngörülen ceza duruşmasını göz önünde bulundurarak CCBE, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve Yönetim Kurulu üyelerinin, adil yargılamanın temel güvencelerine saygı gösterilmeksizin 21 Mart’ta yapılan duruşma sonrasında görevden alınmalarını şiddetle kınamaktadır.

Bu süreç, iki gazetecinin ölüm koşullarına ilişkin etkili ve tarafsız bir soruşturma yürütülmesi, uluslararası insani hukuka saygı gösterilmesi yönündeki meşru çağrılarına cevaben başlatılmıştır; bu çağrılar (İstanbul Barosunun) hukukun üstünlüğü ve insan haklarını savunma görevleriyle tamamen uyumludur.

CCBE, İstanbul Barosunun 10 Yönetim Kurulu üyesi ve başkanının “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçlamalarıyla karşı karşıya kalmasından derin endişe duymaktadır. Buna ek olarak, 23 Ocak 2025 tarihinde İstanbul havalimanında gözaltına alınarak tutuklanan avukat Fırat Epözdemir o tarihten bu yana tutuklu yargılanmaktadır.

3 aydır tutuklu iken, 8 Nisan 2025 tarihinde, Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) Başkanı olarak görev yapmış olan Fırat Epözdemir hakkında 2015’te Şırnak’ta uygulanan ve 288 kişinin hayatını kaybettiği bildirilen olaylarla ilgili bir gözlem misyonu sırasında yaptığı açıklamalar da dahil olmak üzere, kamuoyuna yaptığı açıklama ve beyanlar nedeniyle 15 yıla dek hapis cezası istemiyle savcılık tarafından iddianame düzenlendi. CCBE, avukat Fırat Epözdemir’in ofis bilgisayar ve eşyalarına el konulmasından da özellikle endişe duymaktadır. Bu eylemler, hukuk mesleğinin ve onu temsil eden kurumların bağımsızlığına yönelik son derece ciddi bir saldırı teşkil etmektedir.

CCBE, avukatların ve onları temsil eden kurumların bağımsızlığı ilkesinin hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez bir teminatı olduğunu hatırlatır.

CCBE, avukatlık mesleğinin bütünlüğünün, adaletin tesisinin ve hukukun üstünlüğünün korunması için tüm avukatların misilleme, müdahale, sindirme veya taciz korkusu olmadan mesleki sorumluluklarını yerine getirebilmeleri gerektiğini hatırlatır.

Yukarıda belirtilenler ışığında CCBE:

– İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu’nun ve Yönetim Kurulu’nun görevden alınmasını şiddetle kınamaktadır;
– İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu, Yönetim Kurulu üyeleri ve görevlerini yerine getirirken tehdit edilen tüm Türkiye avukatlarıyla sarsılmaz dayanışmasını ifade eder;
– İstanbul Barosu ve temsilcilerine yönelik tüm yasal işlemlerin derhal geri çekilmesi çağrısında bulunur;
– Avukat Fırat Epözdemir’in derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrısında bulunur;
– Türk makamlarını avukatlık mesleğinin bağımsızlığına ilişkin uluslararası yükümlülüklerine saygı göstermeye ve Avukatlık Mesleğinin Korunması Sözleşmesini imzalamaya ve onaylamaya çağırır;
Hukukun üstünlüğünü ve İnsan Haklarını savunan İstanbul Barosuna tam desteğini
ifade eder;

– Uluslararası toplumu ve Avrupa kurumlarını Türkiye’de avukatların bağımsızlığını korumak için somut tedbirler almaya teşvik eder.
– CCBE ayrıca, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçlamalarıyla 28 ve 29 Mayıs 2025 tarihlerinde Marmara (Silivri) cezaevinde görülecek ceza duruşmasını takip edecektir.

https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=19600 

[*]  Bu metin, CCBE’nin İstanbul Barosuna desteğini göstermek için yayınladığı diğer açıklama ve beyanları takip etmektedir:
Investigation Against the Istanbul Bar Association (13/01/2025)
Joint Statement by the International Legal and Human Rights Community on the Actions Against the Istanbul Bar Association (28/01/2025)
Dismissal of the President and leadership of the Istanbul Bar Association (24/03/2025)
CCBE statement in support of the Istanbul Bar Association (27/02/2025)

Bildirinin Fransızca ve İngilizce versiyonuna aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.

FR:  https://www.ccbe.eu/fileadmin/speciality_distribution/public/documents/HUMAN_RIGHTS/HR_Statements/FR_HR_20250516_CCBE-Statement-in-support-of-the-Istanbul-Bar-Association.pdf

ENG: https://www.ccbe.eu/fileadmin/speciality_distribution/public/documents/HUMAN_RIGHTS/HR_Statements/EN_HR_20250516_CCBE-Statement-in-support-of-the-Istanbul-Bar-Association.pdf

“Terörsüz Türkiye” ve yüzyılın tuzağı


Batı
ülkeleri, Türkiye’ye ve ulusçuluğa yönelen Arap ülkelerine karşı, sürekli Kürtleri kullandılar. 1918-38 yılları arasında, Anadolu’da 12 Kürt ayaklanması çıkarıldı. Yıl 1919…  Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’nde yaptığı konuşmada şunları söyler:

  • “İngilizlerin amacının, Kürtlere Kürdistan kurma sözü vererek onları aleyhimize ve bize karşı suikast düzenlemeye yöneltmek olduğu anlaşılmış, karşı önlemler alınmıştır.”

İngiltere Başbakanı Lloyd George, 19 Mayıs 1920’de San Remo konferansında şunları söyler:

“Kürtler, arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremezler… Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir…”

Şeyh Sait ayaklanması da, tüm Kürt isyanları gibi ülke dışındaki güçlerle bağlantılıydı. İngilizler, Musul-Kerkük’e el koymak istiyorlardı. Kürtçüler de, “Kürt-İslam Devleti” kurmak hayaliyle İngilizlerle iş birliği yapıyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, Şeyh Sait ayaklanması hakkındaki konuşmasını, şu ünlü sözüyle bitirir:

  • “Devrimi başlatan, tamamlayacaktır.”

Şeyh Sait isyanı mimarlarından Kürt İslamcılar, Ermeni terörist çetelerle ittifak içinde bulunurlar. PKK terör örgütü ile Ermenistan arasında da, hep yakın iş birliği olmuştur. 1980’lerde, PKK ile ASALA arasında ittifak kurulur. 2020’de Azerbaycan’ın Karabağ’ı Ermenistan’dan kurtarma savaşında, PKK teröristleri Azerbaycan’a karşı kullanılırlar.

ABD, taşları döşüyordu… ABD Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) eski Orta Doğu Direktörü Graham Fuller, 1990’da şunları söyledi:

  • “Kemalizm bitti… Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir.”

7 Ağustos 2003’te, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı C. Rice, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, 23 ülkenin rejimi ile sınırlarının değişeceğini belirtti. Türkiye, bu ülkeler arasında.

Mayıs 2015’te Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, ABD’yi ziyaret etti. Başkan Yardımcısı Biden’ın, Barzani’ye söylediği şu sözler, ABD politikasının bir özetiydi:

“İkimizin de ömrü, Kürdistan’ın bağımsızlığını kendi gözlerimizle görmeye yetecek.”

ABD, taşları döşemeyi sürdürüyordu… İsrail ve Suudi Arabistan, bir plan üzerinde anlaşırlar.

4 Haziran 2015’te, bu planı ABD’de açıklarlar. Planın, önemli üç maddesi şudur:

  1. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması.
  2. İran’da rejim değişikliğinin yapılması.
  3. İsrail ve Araplar arasında bir barış planının yapılması.

Hedefleri ne kadar açık, değil mi?.. Gizleme ihtiyacı bile duymazlar.

Katolik dininin (AS: mezhebinin olacak) ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Françesko,
8 Mart 2021’de Barzani yönetimini ziyaret etti. Ziyaret anısına, bir pul bastırılır. Pulda, yer alan haritada:

  • Hatay, Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars ve güneyi, sözde “Büyük Kürdistan” olarak adlandırılır.

PKK’nın sözde haritası da, budur. SEVR haritasıyla örtüşür. Bu nedenle, SEVR sevdası zirvededir.

ABD, taşları hızla döşüyordu… Diaspora Kürtleri Konfederasyonu (DİAKURD), Birleşmiş Milletler’e (BM) başvuruda bulunur. Başvuruda:

Kürt halkının, kendi kaderini tayin etme hakkının Lozan Antlaşması ile engellendiği… Türkiye’den ayrılma hakkının, artık bir zorunluluk olduğu belirtilir. BM, bu başvuruyu, 3 Eylül 2024’te kabul eder. DİAKURD’un üyeleri arasında Almanya, Fransa, İsveç, Japonya, Avustralya’dan da temsilciler bulunuyor. ABD, taşları hızla döşüyordu…

Mayıs 2025’te, İsviçre’nin Lozan kentinde “Lozan Kürt Enstitüsü” kurulur. Enstitünün kuruluş amacı: Kürtlerin, kendi kaderini tayin etme hakkını savunmak… Lozan’ın oluşturduğu statüyü değiştirmek… Temmuz 2025’te, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde bir çalıştay düzenlenmesi planlandı bile.  ABD, taşları döşemeyi sürdürüyordu…

“Terörsüz Türkiye” Süreci, 2025’te hız alır.
12 Mayıs 2025’te, PKK terör örgütü silah bıraktığını açıklar.
Açıklamada, Lozan Antlaşması’nı, 1924 Anayasası’nı, Cumhuriyet’i reddeder.
SEVR Antlaşması’na dönülmesi gerektiğini söyler.

Kürt Diasporası’nın BM’ye başvurusunun kabul edilmesi…
Lozan Kürt Enstitüsü’nün kuruluşu…
PKK’nın fesih açıklamasında, Lozan’ı ve 1924 Anayasası’nı reddetmesi…
Suriye’de PYD/YPG’nin özerk bir yapıya doğru gidişi…

Ve… Yeni Anayasa çalışmasında…
“Türk” yerine “Türkiyeli”, resmi dil “Türkçe” yerine “Kürtçe”nin de yer alması…
Ve… Türkiye’nin “ulus”, “üniter” devlet yapısının ortadan kaldırılması…
Sevr’den daha geniş sınırlara sahip, “Büyük Kürdistan” devletinin kurulması.

Tarihin ve coğrafyanın hükmü:

  • “Ulus” ve “üniter” devlet yapısı yok olursa, ne vatan kalır ne de makam…

https://www.sozcu.com.tr/terorsuz-turkiye-ve-yuzyilin-tuzagi-p174373   

KENDİMCE İTALYA TURU

Dostlar,

Ressam Birsen İĞCİ SALTIK, 10 Mayıs 2025 günü bir görsel sunum yaptı. Gazi Üniversitesi Resim İş Öğretmenliği bölümü mezunu ve alanında tezli master (MA) derecesi sahibi bir sanatçı olarak, İtalya’ya önceki ay yaptığı 1 haftalık inceleme gezisinin izlenimlerini paylaştı.

Yüksek Ticaretliler Derneği konferans salonunda (Mithat Paşa Cd. 16) gerçekleşen konferansta sanatçı, çok sayıda yansı (slayt) içeren bir “power point” sunumu yaptı. Sanat Tarihi birikimi ve ilgisi ile Floransa, Roma, Napoli, Venedik ve Pompei‘de gördüklerinin fotoğraflarını paylaştı ve dünden günümüze tarihsel iletileriyle, sanat akımlarıyla yorumladı.

Ülkemiz kültür – sanat politikalarına ilişkin irdelemeleri ve katkıları da oldu doğallıkla.

Tarihsel yapıt kaçakçılığı sorununun uluslararası korkunç boyutlarına değindi ve Atatürk sonrası ulusal kültür – sanat politikalarımızın özlenen yerden çok uzak olduğundan yakındı. Ülkemizin mimari bakımdan modernleşirken, tarihsel dokuyu da korumasının vazgeçilmez olduğunu, İtalya’daki üst düzey özen örnekleriyle paylaştı.

Türkiye’nin, bir geçiş (transit) coğrafya olması nedeniyle, –ozan Ahmed Arif’e yollama ile– adeta “uygarlıklar beşiği” olduğunu, tarihsel yapıtların korunup gelecek kuşaklara aktarılmasının tüm uygarlığa karşı sorumluluğumuz olduğunun altını çizdi. Böylesi bir politikanın Türkiye’nin turizm gelirlerini de büyük oranda artırabileceğini belirtti. Son yıllarda artan tarihsel yapıt “yitiklerinin”  (!) çok kaygı verici olduğunu ve durdurulması gereğini de ısrarla vurguladı.

145 yansıyı, açıklayıcı kısa notlarla izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız.
PDF dosyasını indirip arşivleyebilirsiniz.

Konferansa katılarak çiçekler getiren, ileti gönderen… dostlarımıza, Konferans salonunu incelikle kullanımımıza açan Dernek Başkanı dostumuz Davut Özdemir‘e çok teşekkür ederiz.

Kendimce İtalya Turu, Birsen İĞCİ SALTIK

Sevgi ve saygı ile. 17 Mayıs 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu – Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

AKP, Şiddetin İktidarı : Toplumsal Baskı ve Sessiz Yıkım

Toplumsal şiddet, toplumda bireyler, kümeler veya kurumlar arasında güç ilişkileri temelinde ortaya çıkan fiziksel, psikolojik ya da yapısal zarar verme eylemlerinin tümünü kapsayan şiddet türüdür (Galtung; 1969, 1990). Yazar şiddeti salt doğrudan – fiziksel olarak değil, aynı zamanda yapısal ve kültürel biçimleriyle de tanımlar. Toplumsal şiddet, bu üçlü şiddet kuramı ile incelenebilir.
Doğrudan Şiddet: Fiziksel saldırılar, kolluk şiddeti, gözaltında kötü işlem (muamele) vb.
Yapısal Şiddet
: Adaletsiz yasalar, gelir eşitsizliği – derin yoksulluk, fırsat eşitsizliği,
sistemli ayrımcılık.
Kültürel Şiddet: Medya, din, ideoloji ya da eğitim yoluyla bu adaletsizliklerin meşrulaştırılması.
   Halk Psikolojik travma alıyor: Sürekli korku, umutsuzluk, depresyon yaygınlaşır.
Aile, komşuluk, arkadaşlık bağları zayıflar (toplumsal çözülme). Baskı altındaki toplumlarda yatırım ve üretim düşer (Ekonomik gerileme). Sanat, düşünce, akademi susar;
otosansür yaygınlaşır (Kültürel baskı).
İktidar ve şiddet uygulayanlara da sonuçlar ağırdır. Ahlak çöküntüsüyle zorbalık sıradanlaşır, şiddeti içselleştiren kişiler vicdan ve moral çöküntüsü yaşar. Baskıcı sistemler
an gelir, içte – dışta meşruluklarını yitirir. Uzun erimde korkuya dayalı iktidar birden (ani) kırılma ile çökebilir; Arap Baharı gibi (Siyasal kırılganlık). Demokrasi çiğnemleri (ihlalleri), yaptırımlara ve uluslararası yalıtıma yol açar.

   Siyaset bilimi kapsamında neler önerebiliriz?

   Hakikat ve Adalet Komisyonları : Güney Afrika, Şili, Arjantin’de yitik insanların bulunması. Geçmişteki şiddetin araştırılması ve kabulü barışçıl geçişin ilk adımıdır. Sivil Toplumun güçlendirilmesi için insan hakları kuruluşları, sendikalar, bağımsız medya ve akademi desteklenmelidir. Şiddetin meşrulaştırılmasına medya okuryazarlığı, eleştirel düşünce eğitimi, dayanışma bilinci yaygınlaştırılarak direnmelidir.
   Demokratik Geçiş Süreçleri ile baskıcı rejimlerden çıkışta karşıtları yok etmeden uzlaşma
ve yeniden yapılandırma gerekir. Günümüzde Türkiye, yalnızca ekonomik bunalım ve demokratik gerilemeyle değil, aynı zamanda sistemli bir toplumsal şiddet sarmalıyla
yüz yüze. Bu şiddet doğrudan copla, basınçlı – boyalı suyla, gazla.. açık alanlarda, gözaltında, cezaevinde görülse de; gerçekte çok daha derin, yaygın ve görünmez biçimlerde yaşamımıza işliyor. Bu hukuksuz ve orantısız şiddet, hem toplumu hem yapanı zehirliyor.
Galtung’a göre şiddetin 3 biçimi var: Doğrudan, Yapısal ve Ekinsel (Kültürel).
Ülkemizde yıllardır yaşadığımız, giderek artan ve yaygınlaşan bu tablo, 3 şiddet biçiminin
iç içe geçerek kurumsallaş-tığını kanıtlıyor. Doğrudan şiddet, polis müdahalesi ve gözaltında, cezaevinde somutlaşırken; Yapısal şiddet; hukuk sisteminin yozlaşması, eğitim – sağlık gibi temel hizmetlerde büyüyen eşitsizliklerle oluşur. Ekinsel şiddet, adaletsizliklerin medya,
din ya da milliyetçi söylemle meşrulaştırılmasıdır; kabul edilemez.

Bu şiddet biçimleri halkı psikolojik olarak yaralamakla kalmaz, toplumsal bağları da çözmeye başlar. İnsanlar arasındaki güven azalır, umutsuzluk ve kayıtsızlık yaygınlaşır. Travma psikoloğu Herman’a göre, uzun süre baskı altında yaşayan bireyler, yalnızca psikolojik olarak değil, toplumsal olarak da yalnızlaşır. Bu durum, şiddete itiraz edil(e)meyişi normalleştirir (öğrenilmiş çaresizlik!) ve despotluğa zemin hazırlar.

   Ancak bu diktatörlük yalnızca halkı değil, şiddeti uygulayanı da yıkıma sürükler.

Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” usumuza geliyor. Ceberrut ve itaate – boyun eğmeye dayalı rejimde insanlar, yaptıkları şiddeti sorgulamaz olur, bu da toplumsal ahlakı çürütür.
İktidar zamanla meşruluğunu yitirir; içerde korku, dışarda yalnızlaşarak yönetmeye çalışır.
Bu politika asla sürdürülebilir değildir.

  • Baskıyla kurulan her düzen, tarihsel olarak ya içerden çürüyerek
    ya da dışardan kırılarak çökmüştür.

İlk adım, bu şiddetin görünür kılınması. Hakikat ve adalet komisyonları, geçmişte yaşananların belgelenmesi ve kamuya açıklanması etkilidir. G. Afrika’da ırkçı İngiliz Apartheid rejimi sonrası bu çabalar, toplumsal barışa evrilmiştir. Geçmişte yaşanan hak çiğnemlerinin açıklanması, mağdurların – yakınlarının iyileşmesi, yaşayan eylemcinin (failin) yaptırım görmesi için gereklidir. 2. adım, sivil toplumu ve eleştirel düşünceyi güçlendirmektir. Sendikalar, dernekler, bağımsız medya ve akademi; demokratik toplumun direnç odaklarıdır. Toplumsal dayanışma, korku zincirini kırmada yaşamsaldır. Şiddetin “kültürel meşrulaştırılması” na karşı durmak gerekir. Din, milliyetçilik, aile şiddetin gerekçesi değil, barışın kaynağıdır. Eleştirel düşünce, medya okuryazarlığı, yurttaşların eşitliği sağlanmalıdır. Toplumsal şiddet salt sokakta değil; zihinde, yasada, dilde, haberlerde yaşar.
Savaşım salt meydanlarda değil; okulda, evde, ekranda, vicdanda.. sürdürülmelidir.

  • Türkiye şiddetle değil, hak-adalet-özgürlük-eşitlikle yeniden kurulabilir.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/akp-siddetin-iktidari-toplumsal-baski-ve-sessiz-yikim-2336325

TEK (Millet), TEK (Devlet), TEK (Vatan), TEK (Bayrak), TEK (Dil)

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı

TEK (Millet), TEK (Devlet), TEK (Vatan), TEK (Bayrak), TEK (Dil)

  • Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk dışına çıkamayacaktır. (Anayasa-Başlangıç Emri)”

Herkesin etnik kökeni, inancı, ana dili, kültürü onun onurudur.
Toplumun her kesimi ve devlet buna saygı duymak zorundadır.

Ayrıca devlet, vatandaşlarının bu onurlarını yaşatmalarına yardım ve destek verir.

Türk Milleti” çatısı altında, kardeş olmanın ve herkesi kucaklamanın ilk şartı budur.
Emperyalist saldırıları bu şekilde durdurabiliriz. (DOĞRU Parti)

Başlıktaki TEK Millet, Devlet, Vatan, Bayrak, Dil sloganını en çok kullanan CB Erdoğan’dır.

Bu ilkelere bağlı olduğunu, korumaktan asla vazgeçmeyeceğini kezlerce televizyonlarda, meydanlarda haykırdı!

Anadolu’da keçi çobanları sürülerini yönlendirmek için “Büüvvvtt” diye bağırırlar.
Çokça yalan söyleyenler için Kırşehir köylerinde şöyle bir yakıştırma yapılır :

“Bunun her “Büüvvvtt” dediği keçi olsa, dağlar taşlar keçi dolardı.” diye!

Gerçi CB Erdoğan’ın yalan söylediği görülmüş değildir ama uygulamalar bazen insanları yanıltabiliyor…

PKK Narko Terör Örgütü Lideri ile Erdoğan-Bahçeli ortaklığıyla yapılan anlaşmaya göre;

  • Tek Millet kalkacak, yerine Türkiye Halkları gelecek!
  • Tek Devlet kalkacak, yerine Federal Devletçikler olacak!
  • Tek Vatan kalkacak, yerine “Ortak Vatan” gelecek!
  • Tek Bayrak kalkacak, yerine şimdilik Çift Bayrak olacak. Bayrağın sopası?
  • Tek Dil kalkacak, Arabın Yalellisi ve Kürtçenin 3 lehçesi (Kurmançi-Sorani-Kelhori) konuşulacak. Türk Milleti birbirleriyle ancak İngilizce anlaşabilecek!

Ama, Erdoğan ve Bahçeli, Yes ve No’dan başka bir şey bilmedikleri için, eğer yaşarlarsa ”Kuşdili” ile konuşabilecekler!

Tabii ki tüm bunlar ileriki günlerde ülkenin her köyünde, kasabasında, şehrinde ”Ulusal Birlik” , “Kurtuluş İttifakı” ve Atatürkçü çok sayıda parti ile Sivil Toplum Kuruluşları tarafından anlatılacak ve Türk Milletinin KARARI olarak, hem Saray’a hem de Abdullah Bahçeli’ye, milyonlarca imza ve yurttaşın eşliğinde takdim edilecek!

Görelim bakalım Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler!

Türk Milleti mi kazanacak, İsrail-ABD-İngiltere’den oluşan Küresel Çete ve yerli-milli (!) elemanları mı?

Sağlık ve başarı dileklerimle. 14 Mayıs 2025