ATO Halk Sağlığı Komisyonu Sunumları Başlıyor!

ATO Halk Sağlığı Komisyonu Sunumları Başlıyor!

Satır içi resim 2

Merhaba herkese iyi haftasonuları 🙂

Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta bir hazırlık toplantısı yaptık ve önümüzdeki ayların işbölümü ortaya çıkmış oldu.
İlk seminerimiz eğitim müfredatında yapılan değişiklik hakkında. Konuşmacılarımız Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Ebru Aylar ve TED Üniversitesi Öğretim Üyesi Ilgın Gökler Danışman. Etkinliğin moderatörlüğünü ise ATO Genel Sekreteri Mine Önal üstlenecek.
“Yeni Müfredat Değişikliği Çocuklarımıza Ne Getirecek?” başlıklı yeni dönemin ilk seminerine hepinizi bekliyoruz, görüşmek üzere 🙂
====================================
Emek veren arkadaşlarımıza teşekkür ederiz..Toplantılara katılım ve destek doğallıkla bizim de dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 30 Eylül 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sağlıkta Dönüşüm Kaç Hekimin Daha Canını Yakacak?

Yeter Artık!  Sağlıkta Dönüşüm Kaç Hekimin Daha Canını YakacakYeter Artık! Sağlıkta Dönüşüm Kaç Hekimin Daha Canını Yakacak?

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Dün Iğdır Devlet Hastanesi’nde Üroloji uzmanı Dr. Serkan Yarımoğlu poliklinik hizmeti verdiği sırada hastası tarafından bıçaklı saldırıya uğramıştır. Olayın ardından ağır yaralanan meslektaşımız ameliyata alınmıştır. Sağlık durumu ile ilgili sevindirici haberlerin gelmesi olayın vahameti ile düştüğümüz dehşeti bir parça azaltmıştır. Meslektaşımız Dr. Serkan Yarımoğlu’na öncelikle geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, böyle bir saldırının bir daha yaşanmamasını temenni ediyoruz.

Sağlık alanında yaşadığımız ve Sağlıkta Dönüşüm Programı ile tanıştığımız şiddet ne yazık ki hız kesmeden devam ediyor. Her gün neredeyse her saat bir sağlık çalışanı sözlü ya da fiziksel şiddete uğruyor.

  • Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık alanı piyasa koşullarına teslim edilmiş,
  • Hastaneler birer ticarethaneye dönüşmüştür.
  • Sağlıkta dönüşüm hekimler için ağır iş yükü, değersizleştirilme, performansa dayalı ücretlendirme, iş barışının bozulması ve şiddet anlamına gelmektedir.
  • Hastalar için ise kışkırtılmış sağlık tüketimi, doktor doktor gezme, beş dakikada muayene, sonu gelmeyen katkı – katılım payları söz konusudur.

Sonuçta Sağlıkta Dönüşüm Programı ile inşa edilen sağlıksız sistemin olumsuz tüm sonuçları sağlık çalışanlarının en çok da hekimlerin omuzlarına yüklenmektedir.

Sorumlulara sesleniyoruz; Yeter artık!

Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddeti önlemek için gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını talep ediyoruz.

Hastalarımıza iyi gelmeyen, hekimlerin canını yakan politikalarınızdan bir an önce vazgeçin.
(http://www.ato.org.tr/news/show/250, 29.09.2017)

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu

===================================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın yukarıdaki basın açıklamasını ve çağrısını, feryadını biz de acı ve kaygı içinde aynen paylaşıyoruz..

Sağlıkta dönüşüm = Health transformation Batı kaynaklıdır, dış güdümlüdür.
Örneğin Suriye – Irak politikasında AKP nasıl batağa saplandıysa, Sağlıkta da bu dış dayatmalı politika ile aynı yere varacaktır, hatta varmıştır! İnatla görmezden gelinmektedir çıkmaz sokak.

  • Şehir hastaneleri talanı kör kör sürdürülmektedir rant transferi misyonu gereği!

Yeni Sağlık Bakanı örgütlenmede minik geri dönüş adımları atar gibidir ürkek ürkek..

Bu çok yanlış ve Batı çıkarlarına hizmet eden sağlık politikası insan haklarına aykırıdır. Ülkemizin ve insanımızın doğasına da uymamaktadır ancak ağır aksaklıklardan, sağlıktaki soygundan sorumlu olan hekimler değildir. Halkın bu acı gerçeği artık görmesi gerek. Kendisini böylesine perişan ederek on milyarlarca dolar servetimizi de yerli – yabancı sermayeye aktaran AKP politikasıdır. Necipler necibi milletimizin – ümmetimizin itirazını, öfkesini milyonlarca oy boca ettiği iktidara yansıtmalıdır; başka kurtuluşu yoktur. Hekimler bu süreçte halkın düşmanı değil müttefikidir!

Sevgi ve saygı ile. 03 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Hüsnü Mahalli : Barış Suriye’den başlar

Bölgede yeni dönem…
Barış Suriye’den başlar

Hüsnü Mahalli

Hüsnü Mahalli
YURT
Gazetesi, 31.08.17

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Arap Baharı‘ Tunus sonra da Mısır’da başladığında Bunun ‘Kanlı’ olduğunu yazıp anlattığımda herkes bana kızdı. Sağcılar ve solcular batının bu oyununa inanmıştı. Olaylar Suriye’ye sıçradığında;
1-Esad’ın asla devrilmeyeceğini
2-Rusya’nın Esad’dan asla vazgeçmeyeceğini
3-İran ve Lübnan Hizbullahı’nın sonuna dek Esad’a sahip çıkacaklarını ve
4-Bütün bu oyunların hedefinde Türkiye’nin de olduğunu yazıp anlattım.
Marksist solcular bile beni  ‘demokrasi düşmanlığıyla’ suçladı. Geldiğimiz nokta ortada.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum her şeyi açıklıyor. 5 N 1 K kuralına gerek yok.
Önemli olan budan sonrası. Onu da bu yazıda özetliyorum Yani Rusya-Türkiye-İran üçgeninin yapabileceklerinde. Herkes İran Genel Kurmay Başkanının Ankara ziyaretini konuştu.
Yakında Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’a gidecekmiş. Putin ve Erdoğan sürekli telefonlaşıyor.
Astana Anlaşması gereği üç ülke arasında her düzeyde koordinasyon ve işbirliği var.
Özellikle istihbarat ve askeri alanlarda.
IŞİD ve NUSRA‘ya karşı. 30 Eylül 2015’te Rus uçakları Suriye’ye gittiğinde Esad ülkenin yaklaşık %yirmisini kontrol ediyordu. Bugün %elliden fazlası. Yılsonuna dek bu oran %75-80  olur. O zamana kadar IŞİD ve Nusra’nın işi bitirilecek.
Her iki örgüt içinde savaşan Suriyeliler silahlarını bırakacak. Bırakmazlarsa ortadan kaldırılacaklar. Tıpkı Suriye-Lübnan sınırında olduğu gibi.
Suriye ve Lübnan ordularının yanı sıra Hizbullah militanlarının ortak operasyonlarıyla sınır son üç haftada tamamen IŞİD ve NUSRA’cılardan temizlendi. Sırada Suriye-Ürdün sınırı var. İran ve Hizbullah destekli Suriye ordusu ve Rus güçleri bunun için hazırlık yapıyor.
2015’te kurulan ve merkezi Bağdat’ta olan Suriye-Irak-İran-Rusya Koordinasyonu bunun için çalışıyor. Unutulmamalı ki Irak  ordusu ve yüzbinlerce Haşdi Şaabi militanı yani Şii milisler henüz tüm Irak’ı IŞİD’çilerden temizleyemedi. Bu süreç 4-5 ay sürebilir. Suriye’de olacağı gibi.
Ama tek koşulla Türkiye’nin işbirliği ile. O da var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile barışmasından bu yana her şey bu yönde gelişiyor.
Ocak 2017’de dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ‘Suriye politikası başından beri yanlış’ demişti. Anlaşılan Ankara yanlışları düzeltmeye çalışıyor.
Rusya ve İran’ın yardımıyla. Bazen ABD’ye rağmen bazen de dolaylı da olsa onunla birlikte.
S-400 füzeleri bu oyunun bir parçası. ABD ve Rusya terör örgütleri IŞİD ve NUSRA’dan kurtulmaya kararlı. AB ülkeleri de el altından yardım ediyor. Herkes Şam ile diyalog kuruyor.
IŞİD sonunda Suriye-Irak sınır bölgesinde toplanacak. NUSRA Türkiye sınırına 20 kilometre uzaklıkta İdlib’te. Sayıları en az 20 bin ve yarısı yabancı uyruklu. Yani Çeçen, Uygur, Suudi, Tunuslu… Rusya-Türkiye-İran işbirliğinin hedefinde bunlar var. Yani bu yabancılar ne olacak?
Sonra da sıra PYD’ye gelecek. ABD ile anlaşarak İran-Türkiye-Rusya Üçlüsü PYD’nin kontrolündeki bölgelerin büyük bölümünü alıp Suriye devletine verecek. Yani Esad’a. İran, Türkiye ve Esad istemediği sürece Suriye’de federal ya da özerk bölge kurulamaz.
ABD işe karışırsa karşısında bu üç ülkeyi bulacak. Bir de Rusya’yı.
Trump’ın bir çılgınlık yapacağını hiç sanmam. Yaparsa da hiç şaşırmam.
Nasıl olsa herkes Kürt kartına oynuyor. Örneğin Suriyeli Kürtlerin ‘Akdeniz’e koridor açma’ projesi. Bu konuyu dillendiren ‘stratejist ve uzmanlar’ dünyadan haberi yok. Bırakın koridoru İran ve Rusya destekli Esad’a rağmen Kürtlerin federal ya da özerklik isteği bile gerçekleşemez.
Bu durum Türkiye’yi rahatlatır. Belki de kendi Kürtleriyle daha barışık bir politika izlemeye zorlar. Tıpkı Haziran 2015 öncesinde olduğu gibi.
Görüldüğü gibi 2011 başlangıcında olduğu gibi Ankara’nın tüm hesapları yine Suriye gerçekleriyle çakışıyor.

  • Yani Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümü İran ve Rusya ile işbirliğinden geçer.

Onlar da Esad’ı işaret ediyor. Olur mu bilemem ama bana göre 2018’in ilk haftalarında Putin Şam sokaklarını dolaşacaktır. Sonrasını tahmin etmek hiç de zor değil.

  • Batılı ülkeler ve Körfez’in Kral, Emir ve Şeyhleri  her zaman olduğu gibi Türkiye’ye kazık attı ve atacak.

Her şey ortada. Geriye siyasi irade, kararlılık ve karar gerekiyor. Bu kez karar kesin doğru olmalıdır. Türkiye bir 6 yıl daha yanlışlara dayanamaz. Benden söylemesi bu kez bedeli çok ama çok ağır olur. Türkiye ve tüm bölge için. İran ve Rusya işbirliği bunun bilindiğinin kanıtıdır. Çok ilginç bir denklem:

  • Pers, Osmanlı ve Rus imparatorlukları Abbasi ve Emeviler için ortak ve doğru bir formül arıyor. 

    İşin içinde daha birçok ayrıntı var ama onlar da burada anlatılamaz.
    Önemli olan Esed’in bir an önce Esad olmasıdır. Bu da çok zor bir iş değil.
    Sonuçta tek bir harf değişecek. Herkesi ve her şeyi kurtarmak için değer.
    Başka türlüsü de olmaz. Olur diye düşünenler var olan durumu iyi okusunlar.
    6 yıllık bela onlara yetmediyse gelecek olan beladan 60 yıl kurtulamayacaklarını anladıklarında herkes için iş işten geçmiş olacaktır. Benden söylemesi. Daha önce de söylemiştim.
    Hepsi de doğru çıktı.
    ==========================================
    Dostlar,

    Sayın Hüsnü Mahalli’yi AKP tepti bilindiği gibi.  AKP = RTE’nin Suriye politikasındaki ürkünç (vahim) yanlışları YURT Gazetesindeki köşesinde ve Halk TV’deki programlarında Ayşenur Aslan ile yüreklilikle ve çok açık olarak ortaya koydukça iktidarın tepkisini çekti. Sonunda ilahların gazabı patladı ve H. Mahalli kendisini hapiste buldu. Sağlığı tehlikeye girdi. Uzunca bir süre yazıp – konuşmaktan alıkondu.

Peki ne oldu? AKP = RTE, Ortadoğu konusunda uzmanlığı tartışılmaz olan gazeteci Mahalli’nin yıllar öncesinden yazıp söylediği noktaya geldiler. Yazık oldu geçen yıllara ve akan kanlara.. Sınırımızda Sevr planı Kürdistan’ın kurulmasına ramak kaldı!

Zararın neresinden dönülürse kârdır diyerek avunabilir miyiz? Hayır! Bunca ağır dış politika hataları yapanların, önüme gelenlerin kandırdığı siyasilerin mutlaka hem politik hem de hukuksal olarak hesap vermek zorunda.

Türkiye, zamanı geldiğinden bu hesapları da hukuk devleti kapsamında soracaktır elbet.

Biz Sn. Mahalli’nin yazılarına yorumlarımız da katarak sitemizde hep yer verdik. Siyasal iktidara çağrıda bulunduk. Ancak iktidar bu ulusalcı sağduyu çığlıklarını duymazdan geldi. Kendisini kurup iktidara getiren Atlantik ötesi güçlerin güdümünde, onların taşeronu gibi davrandı. Ne var ki artık deniz bitti.. AKP = RTE geç de olsa acı gerçeklerle yüzleştiler. Bundan sonra hiç ama hiç hataya yer yok. Ne konjonktürün ne de halkın – ekonominin takatı kaldı! Verdiğimiz şehitlerin kanları, sorumluları boğacaktır eğer yeni hatalar yapılırsa!

İçeride tüm Ulusu birleştirici politikalar izlemek kaçınılmaz bir zorunluk.
TBMM mutlaka devrede olmalı.. TEK ADAM bu kibrinden vazgeçmeli; Türkiye’nin muazzam birikimini paha biçilmez bir servet olarak değerlendirmeli. Her tür israf ve yolsuzluk adeta bıçakla kesilmeli. Hiçbir toplum kesimi ötekileştirilmemeli, yurttaşlara EŞİT davranılmalı.

Anayasa’ya ve Atatürk’e saygı kusuru yapılmamalı.

  • Yaşamı – EĞİTİMİ – Devleti dincileştirme dayatmasından derhal vazgeçilmeli, 

Sn. Mahalli zaten kapsamlı yazmış, biz de uzatmayalım. Arşivimizde tutmuştuk. Üstünden 33 gün geçti, demlendi bu yazı. Her geçen gün gelişmeler, bu yazı içeriğini doğruladı. Şimdiye dek Sn. Mahalli’nin Suriye – Ortadoğu sorunlarında yazdıklarının tümü gerçekleşti. Bundan sonrası için O’nun danışmanlığına çok ciddi gereksinimimiz var.. Lütfen, lütfen eyyy yetkililer.

Sevgi ve saygı ile. 03 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Düşman tarafında kalan ŞAİRLERE SON ÇAĞRI!

ŞİİR KÖŞESİ

Hüseyin HAYDAR
AYDINLIK
, 30.09.2017

Düşman tarafında kalan
ŞAİRLERE SON ÇAĞRI!

 

 

Görünür görünmez yüzünüze haykırıyorum:
Büyük fırtına kopmak üzere,
Yırtmak üzere gökyüzünü kızıl ikaz.
Bağırıyorum buradan, son kez:
Ağır bombardıman başlayacak birazdan.
Çıkın ihanet sahasından dışarı,
Çekin ayağınızı düşman tarafından.
***
Biliyorum, dik durmak zordur eğilmişe,
Ayağa kalkınca başı döner bir an,
Yerçekiminden kurtuldu sanır canını.
Rüzgar uçurur varını, tüy misali,
Döner durur havalarda bir süre,
Bırakır kendini bencilliğin çekimine;
Bencillerse yüzer celladın kan denizinde.
***
Kalemini afyon çubuğu gibi kemiren,
“Ben şairim,” diye mısra sömüren,
Semir dur, diktatör sofrasında bir hisse.
Çalış bakalım, nereye varacak
Küresel muska yazarlığı işin, senin?
Demirin içinden gelsin sesim,
Birazdan başlayacak güruhun ruh temizliği.
***
Bağırıyorum yüzünüze, bir daha:
Vazgeçin kâğıt gemiler katlamaktan,
Yaşar gibi yapmayın, adam gibi yaşayın,
Gıcırdasın kadırganızın halatları.
Kalkıp yürüyün dünyanın ilk gerçeğine,
Anımsayın ozan ataların şarkılarını:
Çıkın ihanet sahasından dışarı!
***
“Bizi kimse uyarmadı,” demeyin,
Vakit varken katılın destan birliklerine,
Boşluğa sabuklamakta fayda yok.
Savaş düzenine giriyor isyan kıtaları hey!
Yüz yılın harekâtı başlamak üzere,
Vatan savaşında ileri atılın, yüreğinizle.
Bu son çağrıdır, şafak atmadan önce,
Düşman tarafında kalan şairlere!

Taşeron işçilerin(in) dramı

Taşeron işçilerin(in) dramı

Engin Ünsal

Dr. Engin Ünsal
Aydınlık Gazetesi, 01.10.2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

HÜKÜMETİN TAŞERON İŞÇİLERİ İÇİN BİR PROGRAMI YOK

Geçen genel seçimler öncesinde zamanın Başbakanı Davutoğlu taşeron işçilerinin kadroya alınacağı sözünü çok kesin cümlelerle ifade etmişti. Bırakın taşeron işçilerine kadroyu, Davutoğlu kendi kadrosunu bile koruyamadı. O kadar ki taşeronun işçilerine kadro sözü vermesi onun Başbakanlığı kaybetmesinin önemli bir nedeni bile olabilir. Bugün gelinen noktayı ve AKP’nin tutumunu iki milyon taşeron işçisi umutla beklemektedir. Boşuna beklemesinler ve AKP’yi desteklemeye devam etsinler. Çünkü hükümetin bu işçilere kadro vermek gibi bir niyeti ve girişimi yoktur. Başbakan geçenlerde Türk-İş’i ziyaret etti ve herkes bu ziyaret sırasında “Türk-İş baskı yapacak ve Başbakan bu işçilerin kamuda çalışanlarının kadroya alınacağını söyleyecek” diye umutlandı. Oysa gerçekte ne Türk-İş’in ne de hükümetin taşeron işçileri diye bir sorunu yoktu.

KUZULARIN SESSİZLİĞİ İLE BU SORUN ÇÖZÜLMEZ

Bizim işçilerimiz mütevekkildir, inançlıdır ve Allah’larına çok güvenir, her şeyi ondan beklerler ama bilmezler ki kendine yardım etmeyene Allah da yardım edemez. Taşeron işçileri gerçekten çok zor durumdadırlar. Taşeronlar bu işçilere çoğu zaman asgari ücreti bile çok görmektedir. Çoğunun sigortası yoktur. Sendika, hak getire, taşeronun kapısından bile geçemez. İş Yasası’ndan ve sendikalı olmanın güvencesinden yararlanamayan taşeron işçilerinin işi tam anlamı ile Allah’a kalmıştır çünkü hükümet yetkilileri bu işçiler için kadrodan değil statülerinin belirlenmesinden söz etmektedir ve bunun sadece kamuda çalışanlar için söz konusu olacağı anlaşılmaktadır. Statü değişikliğinin ne olacağı da açıklanmamıştır ama kesinlikle kadro değildir. Ya özel sektörde çalıştırılan taşeron işçileri? Onlardan kimse söz etmemekte ve dağ başlarındaki otlar gibi yapayalnız bırakılmaktadır. Taşeron işçileri şunu bilsinler ki; kuzuların sessizliği ile hiçbir hak elde edemezler çünkü hükümetin öyle bir niyeti yoktur. Yapacakları tek şey demokratik haklarını kullanıp, gerekli izinleri alıp sokaklara dökülmek ve hak mücadelesi vermek, haklarını söke söke almaktır. Vermeyenden haklarını ancak böyle alabileceklerini artık anlamalıdırlar. Ya bu işçiler yasaların uygulandığı, güvenceli istihdam sürecini yaşamalı ya da alt işverenlik kurumu İş Yasası’nın 2. maddesinden tümüyle kaldırılmalıdır.
=====================================
Dostlar,

Dr. Engin Ünsal ağabeyimiz iş güvenliği – hukuku konularında doktora sahibidir. Bu alanlara egemendir. Alçakgönüllük içinde hala çabasını sürdürmektedir bu uğurda. Taşeron işçileri gerçekten de ülkemizin en ağır sömürülen kesimlerindendir. Adlandırmaya (Terminoloji) dikkat; Taşeron işçileri  diyoruz. Taşeron adı verilen alt işverenin (sub-contractor) işçileri. Asıl işverenin işçileri değil. “Taşeron işçiler” de değil.. Çünkü taşeron bir işverendir ve onun da işçileri vardır.

Uluslararası Çalışma Örgütü ILO, “onurlu istihdam” (desent work) çağrısını sürüdürmektedir. Emek sömürüsünü her düzeyde durdurmak gerekir. Gerçekte taşeronluk yabanıl (vahşi) kapitalizminin türevidir. Büyük patronlar rahat ve bol kâr elde etsinler diye tasarlanmıştır, neo-liberalizm çağında iyice cilalanmıştır. İktidara yakın yandaş ya da büyük sermaye kamudan ihaleleri kokuşmuş ilişkilerle almakta, bir kâr payı ayırarak “ertesi gün” bu işi bir taşerona devretmektedir. Oturduğu yerden, spekülatif olarak ve etik dışı biçimde kazanç sağlamaktadır. Bitmedi, işi alan taşeron (ikincil ya da alt işveren), asıl işverene ödediği bedelin içinde kalacak maliyetle çalışmak zorundadır. Bu ise hem taşeron işçisinin emeğini sömürmek hem de yürütülen işin niteliğinden çalma demektir. Böylelikle kamu hizmeti alanlar da ek bir bedel ödemektedir sermayeye; iktidar üzerinden..

Halen sayıları 1 milyona yaklaşan (çoğu sağlık alışanı!) kamu sektörü taşeron emekçilerinin kamu görevine kadrolu – iş güvenceli olarak alınması yetmez. Bir o denli emekçi de özel sektörde daha ağır koşullarda sömürülmektedir. Kalıcı çözüm bu kurumun (taşeron işçiliğinin) kaldırılmasıdır. Emekçinin hak arama grevini OHAL gerekçesi ile sermaye yararına, hukuk dışına çıkarak erteleyen – engelleyen ve bunu da açıkça söyleyen AKP rejimi böylesine bir girişimi emekçi için yapar mı? Bu, emekçinin savaşım (mücadele) azmi ve kararlılığına bağlı.

Özelleştirme ile birlikte kamu üretimden çekilmekte, sendikalı emekçi oranları bu yolla düş(ürül)mektedir. 12 Eylül  döneminde 1/3’ün üstünde olan oran, günümüzde 1/9’lara gerile(til)miştir. Oysa emek örgütlenmesi temel insan hakları içindedir. Üstelik 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği ile anayasadan “1’den çok sendikaya üye olma” yasağı kaldırılnca, emek örgütlülüğü daha da parçalı duruma düş(ürül)müştür. Halen % 11-12 dolayında olan işçi sendikalılığı oranına karşılık, toplu sözleşme yapabilen emekçi oranı, bu parçalanma yüzünden %5-6 dolayındadır. Tersinden söylemek gerekirse, emeğini pazarlarken toplu sözleşme olanağı, her 100 işçinin 94-95’i için yok-tur!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
profsaltik@gmail.com  www.ahmetsaltik.net 

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek 

Birgül Ayman Güler

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Türkiye’yi federasyon tipi devlete sürüklemek isteyenler, hiçbir zaman er meydanına çıkıp konuşmadılar. Kimisi verimlilik adına, kimisi planlama adına konuşmayı, kimisi de ‘çağdaş dünyada en iyiler’den dem vurmayı seçtiler.
Bu hedefi uygulamaya geçirmek isteyenler, en uzun adımlarını 12 Eylül 1980’den sonra attılar. Yalnızca “yerel yönetimleri güçlendirmek” lafazanlığıyla yetinmediler. Büyükşehir belediyeleri kurmaları birşey değildi. Ülkeyi sekiz bölge valiliğine ayıran bir kararname çıkarmayı bile başarmışlardı. Bölge valiliği kuran kararname yasalaşamadı; yürürlükten kaldırıldı.
***
1990’lı yıllarda öne atılan fikir, il özel idarelerini güçlendirmek oldu. Ama öyle sıradan bir güçlendiriş değil. Zaten yerel yönetim türlerinden biri olan özel idareleri, illerde valilerin yetkilerini de üstlenecek hale getirmek niyeti. Öyle ki, kısa bir süre içinde valiliklere gerek kalmasın; illerde valilikler ve kaymakamlıklar kaldırılsın; böylece iller merkezin taşra kuruluşu değil il halkının özyönetimleri olsun… İl özel idareleri böyle bir dönüşümden geçirilirse, merkezce atanan valilerin yerini, elbette ‘seçimli valilik’ alacaktı. Sonuçta, yalnızca Türkiye’nin değil Osmanlı Devleti’nin de üzerinde yükseldiği “il sistemi”, yerini “eyalet sistemi”ne bırakmış olacaktı. Olmadı; fikir atıldığı yerde kaldı.
***
2000’li yıllarda bölgeselleşme – federasyonlaşma baskısı, Avrupa Birliği serinliğiyle sürdü. Bölge kalkınma ajansları, belediyeleri Anayasa’ya aykırı olarak ‘idari ve mali özerk kuruluşlar’ diye tanımlayan belediye yasaları, belediyelerde etnik-dillerin kullanılması, merkeze ait görev ve yetkilerin belediyelere devredilmesi için “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” adlı yasa hazırlıkları, aldı başını gitti. Temel Kanun düştü. İçindeki parçaların kimileri yürürlüğe girdi. Ama bu işin özü uygulamaya geçirilemedi. Yani, devletin merkeziyetçilik esasına göre kurulmasına son verilemedi. Yeni ilke, ademi merkeziyetçilik esas kılınamadı. Böylece eyaletleşme hedefi yine başka bir sonbahara kaldı.
***
2010’lu yıllarda eyaletçiler başka bir fırsat gördüler. Yapıyı, büyükşehir modeliyle değiştirmek fırsatını… Denemesini İstanbul ve Kocaeli’nde yapmışlardı. Büyükşehir belediyesinin sınırları, bu illerin sınırlarıyla aynı yapılmıştı. İki ilin alanında 3 idare olmuştu. Merkezi idarenin kendisi olarak valilik; ilin yerel yönetimi olarak il özel idaresi; yine ilin yerel yönetimi olarak büyükşehir belediyesi. Bir ilde üç idare çok fazla. Olan özel idareye oldu; tarihe karıştı.
***
2012’de yasayla, 2014’te seçimler (AS: yerel) sonunda, bu model yayıldı ve 30 ili kapladı. Bu tarihe kadar yalnızca ilin merkezindeki şehirde yetkili olan “Büyükşehir Belediyesi”, ilin tümünde yetkili oldu. Hukuken ayrı bir adları yok. Uygulamada bunlara “BüTünşehir Belediyesi” dedik. “İl-Belediyesi” de diyebilirsiniz.

  • Toplam 81 ilin 30’unda il özel idareleri kaldırıldı.

Belediyeler o kadar genişlediler ki, belediye olmaktan çıktılar. Öyle ya, belediye ‘şehir/kent’ büyükşehir de “metropolitan şehir/kent’ yönetimidir. Oysa bu değişiklik belediyeciliği “şehir” den aldı, “alan yönetimi” ya da “bölgesel yönetim” haline getirdi. Belediyelerin adı kaldı; özü ortadan kalktı.
***
Şimdi gazetelerde küçük haberler var.
Ülkenin tüm illerinde bu modele geçileceği yazılıyor. Bu doğruysa, olan şudur:

  • Büyükşehir belediyesi modeli kullanılarak, Türkiye, merkezi il idaresinden yerel il idaresine evrilecek.
  • Bunun son adımı, merkezi il idaresinin, valilik sisteminin ortadan kaldırılmasıdır; alan bölge yönetiminin “yerel”lere terk edilmesidir; yani devletin eyaletleştirilmesidir.
    ***
  • Türkiye’nin çıkarlarına köklü biçimde aykırı sinsi baskılara karşı duyarlı olmalı...

==========================================
Dostlar,

Sayın Prof. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir milletvekilliği yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden erken emekli oldu. Uzmanlık alanı Kamu Yönetimi’dir.

5360 sayılı bu yasa, AKP = RTE yönetiminin ülkemize dönük en kapsamlı ve sakıncalı – zararlı girişimidir. Bu ciddi sorun sitemizde daha önce epey işlendi. Örn. aşağıdaki dosya…

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ REFORMU VE KIRSAL ALANA ETKİSİ

Halen 750+ bin nüfuslu 30 il bu kapsamda.
Duyumlara göre AKP = RTE bu sınırı 400 bine çekerek Türkiye’yi hızla “eyaletleştirilme” yi tasarlamaktadır. En önemli, ağır, ciddi dönüşümlerden biri, Köy tüzelkişiliğinin kaldırılması ve mülkiyetindeki malların Büyükşehir belediyesine geçmesidir.

Daha açık söylemek gerekirse, kırsal kesimde Köylerde İhtiyar heyeti – Muhtarlık ile temsil edilen tüzelkişiliğin edindiği mera, otlak, yaylak, sulak alan, binalar vb. tüm taşınmaz ve varsa taşınırlara EL KONMASI ve mülkiyetinin kaldırılmasıdır.

Köy tüzelkişiliği kaldırıldığından, Köy halkının bu malların ortak malikleri olarak haklarını arama ehliyetleri de düşürülmüş oluyor.

Şubat 2005’te sayısı 500’ü aşan SSK hastaneleri ve tüm sağlık kuruluşlarına el konarak bedelsiz olarak Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi gibi.. İşçilerin SSK primleri ile yaptırılan bu sağlık kurum ve kuruluşlarının ilgili yasada (5283 sayılı yasa, RG: 19.01.2005) bedelinin ödeneceği yazılı olsa da, bildiğimiz ölçüde böyle bir ödeme yapılmamış, işçilerin emeğine el konmuş, gasp edilmiştir.

Büyükşehire dönüştürülen illerde metropol merkezdeki büyükşehir belediyesine ek salt ilçe belediyeleri kalacak, 3. kademe küçük belediyeler kapatılacaktır. Buralar belde, mahalle olarak en yakın ilçe belediyesine bağlanacaktır. Dolayısıyla bu belediyelerin taşınır – taşınmaz malvarlıkları da bağlandıkları ilçe belediyesine aktarılacaktır.

Büyükşehir belediyeleri, il sınırı içindeki tüm tarla, arazi,  otlak, yaylak, mera gibi topraklara tasarruf yetkisi kazanacaktır.  Nitekim bu taşınmazlardan satışa çıkarılan meralar nedeniyle köylüler ile Büyükşehir belediyeleri karşı karşıya gelmişlerdir. İngiltere’deki “çitleme” (Fencing) faciasındaki gibi köylü mülksüzleştirilerek sanayi için ucuz kentsel emek gücüne dönüştürülmüş, endüstri kapitalizmine dönük üretime zorlanmışlardır.

Yurttaşların bu tabloyu ve asıl hedefi iyi görmeleri ve büyükşehir olma büyüsüne kapılmamaları beklenir. Bu çok tehlikeli siyaseti güden AKP engellenmeli; sağduyulu AKP’liler uyanmalıdır!

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Onur ÖYMEN : Irak’ta üç adım

Irak’ta üç adımIrak’ta 3 adım

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Emekli Büyükelçi Onur Öymen Barzani yönetiminin referandumu sonrası ortaya çıkan durumu ve Türkiye’nin acilen atması gereken adımları Aydınlık’a değerlendirdi.

Emekli Büyükelçi Onur Öymen, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu sonrasında ortaya çıkan durum sonrası atılması gereken adımları sıraladı. Öncelikle “irade ve cesaret” gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Öymen, Irak’la yeniden masaya oturularak 1926 anlaşmasının teyit edilmesini ve Birleşmiş Milletlere bildirilmesini gerektiğini söyledi. Teröre karşı Türkiye, İran, Irak arasında koordinasyon sağlanması gerektiğini belirten Öymen, Irak’a teröre karşı kara harekatı yapılmasını önerdi.

Barzani’nin referandum kararının sürpriz olmadığını 2014’de dile getirdiğini, İsrail yöneticilerinin de bu karara desteğini açıkladıklarını belirten Öymen bundan sonra yapılması gerekenleri şöyle anlattı:

ÖNCE İRADE VE CESARET

Bugüne kadar bazı hatalar yapıldı. Kerkük kırmızı çizgimizdi. Barzani yönetimi Kerkük’e fiilen el koydu sesimizi çıkarmadık. Artık yeni hatalara tahammülümüz yok. Bu sorunu çözmemiz için önce bir irade ortaya konulmalı ve cesaretle işin üstüne gidilmeli.

1926 ANLAŞMASI

1926 Anlaşmasının 5. maddesi Türkiye-Irak sınırının değiştirilemeyeceğini öngörür. Ama şimdi bırakın sınırın değişmesini sınırın ortadan kaldırılması söz konusudur. Türkiye hemen Irak’la masaya oturmalı ve 1926 anlaşmasının aynen geçerli olduğunu teyit edip Birleşmiş Milletler’e bildirmelidir. Yapılan referandumun hukuki olarak geçerli olmadığını tescil ettirmelidir.

KARA HAREKATI

Referandum yapılan bölgede sürekli olarak Türkiye’ye saldırı düzenleyen bir terör örgütü var. Türkiye kezlerce uyarmasına karşın bölgedeki yetkililer toprakları üzerinde hakimiyet kuramadıklarını ifade ettiler. Bölgesinde hakimiyeti kuramayanlar şimdi bağımsız devlet olacaklarını iddia ediyorlar. Terör Türkiye açısından yaşamsal bir sorundur. Türkiye terörü bitirmek için kezlerce sınır ötesi kara harekatı yaptı. 2002 yılına gelindiğinde terör önemli ölçüde bitirilmişti. Bu başarı sınır ötesi kara harekatlarıyla sağlandı. Bölge kaynaklı terör saldırıları sürüyor. Ama son dönemlerde hiç sınır ötesi kara harekatı yapılmadı. Bir sefer yapılmaya kalkıldı, ABD engelledi. Hükümet direnemedi.

Hükümet Meclis’ten sınır ötesi harekat için yetki alıyor, ama kullanmıyor. Bu olmaz. PKK orada duruyor. Türkiye’ye yönelik saldırılarını sürdürüyor. Eskiden Kandil’delerdi, şimdi sınırımıza yakın başka yerlerde de kamp kurdular. Bu koşullarda yapılacak şey Irak’a karşı sınır ötesi karar harekatıdır. Tezkere çıkarılmış yetki alınmıştır. Gerçekleştirmek şarttır. Terörün kökü anca böyle kurutulur. Kara harekatı yapılmazsa terörün tasfiyesi gerçekleşemez. Yapılacak kara harekatı Barzani yönetimi için de bir mesaj olur.

IRAK VE İRAN’LA İŞBİRLİĞİ

Ortaya çıkan durumu çözmek için Irak Merkezi Hükümeti ve İran’la işbirliği daha da geliştirilmelidir. Terörün tasfiyesi için anlaşma yapılmalıdır. Teröre karşı mücadele için koordinasyon (AS: eşgüdüm) sağlanmalıdır. Irak askerlerinin Irak’ın kuzeyinde de bulunması desteklenmelidir. Sınır kapılarında merkezi yönetimin hakim olmasına destek verileceği açıklanmalıdır.

Ben 1995 yılında Demirel’in özel mektubunu İran Cumhurbaşkanı Rafsancani’ye götürmüştüm. Teröre karşı işbirliği konusunu içeriyordu. Karşılıklı güven sağlamaya önem verdik. Sonrasında bazı sıkıntılar yaşansa da ciddi işbirlikleri yapıldı.

100 YILLIK PROJE

Bağımsız Kürdistan yüz yıllık proje. Başta İngiltere olmak üzere Batı ülkelerinin isteği. Sevr anlaşması da bu projenin ürünüdür. Bu projeyi ABD de destekliyor. Barzani’nin Amerika ziyaretinde dönemin Başkan Yardımcısı Biden Barzani’ye, “Merak etmeyin biz ölmeden Kürt devletini göreceğiz” demiştir. Bu Kürt devletine destek değil de nedir?

  • Bölgede 2. İsrail kurulmaya çalışılıyor.

MUHALEFET NE YAPIYOR?

Önemli gelişmeler yaşanıyor. İktidar kuru sıkı beyanatları (AS: demeçleri) bırakmalı. Bu işi ciddi bir milli mesele (AS: ulusal sorun) olarak görmeli. Muhalefetin ise ne yaptığı belli değil. İlgili ülkelere karşı harekete geçmediler. “Yüzde 49’u bir arada tutma” gibi anlayışlar nedeniyle sessiz kalındığı görülüyor. Oysa ki bu konu milli bir konudur. Küçük hesaplar yapılacak zaman değildir. Siyasi hesaplar bir kenara bırakılmalıdır. Muhalefet bu anlayışla büyüyemez, tam tersine küçülür. Türkiye’de bazı çevreleri küstürmeyelim anlayışı Türkiye’nin büyük çoğunluğunun sana küsmesine yol açar. (AYDINLIK, 30.9.2017)
========================================
Dostlar,

AKP = RTE‘nin Kuzey Irak’ta bağımsızlık  halkoylaması sorununun yönetiminde turnusol kağıdı niteliğinde  ölçüt ve eylemler söz konusudur. Bunlardan başlıcalarını deneyimli – birikimli diplomat Sn. Dr. Onur Öymen özlü olarak sıralamışlar.

Ne var ki sorunun bu aşamaya gelmesinde AKP = RTE‘nin doğrudan katkısı söz konusudur. Nitekim Erdoğan gene kandırıldığını, bu kez öznenin FETÖ’den sonra Barzani olduğunu kamuoyu önünde itiraf etmiştir. Acı şaka bir yana, bu “kandırılmalar” artık kabul edilemez. Bir ülkenin – halkın geleceği ile böylesine oynanamaz. Çocuk işi değil, beceremiyorsan bırak git!

Son günlerde sitemizin manşetinde erişke (link) verdiğimiz 2 makalemizi anımsatalım :

AKP = RTE NEDEN İKBY – BARZANİ’ye KESİN – NET “HAYIR – YAPAMAZSIN” DİYEMİYOR ?

BARZANİSTAN HALKOYLAMASI; NE YAPMALI?

Yine de umut var mıdır acaba?

  • Ülkemizin BÖLÜNME EŞİĞİNE SÜRÜKLENDİĞİNİ görmüşler midir acaba??

Lozan’ın rövanşını almak üzere,
Sevr’in “100 yıllık bir ayraç sonrasında” kaldığı yerden uygulanmasının
Batı emperyalizminin vazgeçmediği iştahı – kararlılığı olduğunu AKP = RTE kavramış mıdır acaba??

Devletimizin beka refleksi devreye girmiş midir artık??
Göreceğiz. Tersine asla izin veril(e)meyeceği olgusu bir yana, Sn. Öymen ve bizim sıraladığımız öneriler AKP = RTE için, bu yaşamsal Kuzey Irak sorununda mihenk taşıdır.

Ne var ki Erdoğan, BOP Eşbaşkanlığı görevini üstlendiğini kezlerce kameralar önünde itiraf etmiştir. Bir yandan bu BOP Eşbaşkanlığı görevi = Büyük Kürdistan kurulması;
Bir yandan da ülkemizin ve ulusumuzun bölünmez bütünlüğü birbirine tümüyle zıt!
Erdoğan hangisini seçiyor bu aşamada?
Düne de dek ilkinde görevliydi, görevlendirilmişti ABD tarafından.
Şimdi tersini yapacaksa, 3. bir “kandırıldım” itirafı ile ÖZELEŞTİRİ vermeli ve bu görevi kesin olarak bıraktığını kamuoyuna net bir dille açıklamalıdır.

Bu 2 ucu moklu değneğin bir ucunda ‘İHANET var!

Vah zavallı Türkiye’m vah, bu durumlara da mı düşecektin, düşürülecektin!

AKP seçmeninin vicdanına ve sağduyusuna bu ürkünç (vahim) tabloyu acıyla ve kaygıyla sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Selçuk Erez : HACAMAT

Hacamat 

Prof. Selçuk Erez
Cumhuriyet,  
28 Eylül 2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Başkan bir süredir pek iyi değildi: Yorgun, gergin, sağlıksız ve bitkin görünüyordu. Önce Küba’ya, sonra Houston’a gidip doktorlara danışmayı düşündüler ama Küba’yı Irma, Houston’u da Harvey fırtınası yerle bir edince ve buraları su basınca vazgeçtiler ve Başkan’ı bütünleyici tıp hocalarına göstermeye karar verdiler. 
Başkan için yapılacak konsültasyona son zamanlarda üniversitelerde verilmeye başlanan sülük – kupa çekme vb. derslerinin tanınmış hocaları çağrıldı. 
Profesör Hamit Keseroğlu, çekirdekten yetişmiş, stajını Tophane’de yapmış esaslı bir hacamatçıydı. Ülkedeki ve bütün Ortadoğu’daki yatırların yerlerini ve hangisinin hangi hastalığa iyi geldiğini bilen Yatırolog Keramet Bey ve vantuz yerine şarap kadehleri ve Oktoberfest’ten getirdiği kırılmaz bira bardaklarıyla Ar-Ge’ler yapan şişe-bardak çekme profesörü Salih Süzgeç de çağrılmıştı. Salih Hoca bu araştırmaları nedeniyle Başkan tarafından yıllardır Nobel’e aday gösterilmekte ama her kezinde hakkı yenmekteydi. 
Çiftlik sülüklerini asla kullanmayan, uygulamalarında yalnızca dere kenarlarında serbest sürünen organik kurtçukları yeğleyen ünlü Sülükbilimci Faruk da davet edilmişti. 
Davetliler konsültasyondan bir buçuk saat evvel geldiler ve bekleme salonuna alındılar. Sarayın Başmabeyincisi onları karşıladı ve önce güvenlik kontrolünden geçeceklerini, sonra sarayın altındaki sağlık merkezinde başkanı muayene edeceklerini söyledi. 
Alternatif tıpçılar güvenlik kontrolünden sonra sağlık kompleksine giden koridora götürüldüler. Ancak burası koruma polisleriyle hıncahınç doluydu. Hocalar kendilerine yol vermeyen polislere neden geldiklerini anlatmaya çalıştılar ama kıpırdayan olmadı. İtişme başladı. Ortam gerildi, çok gerildi.

Alternatifçilere bir yerden biber gazı sıkılınca onlar da akupunktur iğnelerini sallayarak ve sülük kavanozlarını fırlatarak saldırıya geçtiler.

Profesör Keseroğlu, kendisini tekmelemeye kalkan güvenlikçiye hacamat uygularken sloganlar atılmaya başladı: 
-Bu daha başlangıç.. 
Koridorlardan yükselen gümbürtü ve şıngırtılar sürerken Başkan’ın sesi duyuldu: 
-Ne oluyor? Bu daha başlangıç ne demek? 
Buraya kadar mı geldiler? Mabeyincibaşı atıldı: 
-Bir şey yok efendim, rüya görmüş olacaksınız… Muayene odasında uyukladınız azıcık. Başkan kızdı: 
-Rüya gören ben değilim, sensin! Alternatifçiler nerede? 
-Bekleme odasındalar. 
-Hepsini yolla, gitsinler! 
Başkan bir saat sonra sekreterine bütün alternatif tıp hocalarının görevlerinden alındığını bildiren bir kararname yazdırırken Mabeyincibaşı televizyonda istifa ettiğini ama Başkan’a bağlılığının ebediyete kadar süreceğini açıklıyor ve ağlamamak için kendisini güç tutuyordu.
=================================

Size alkış saygın tıp hocamız Prof. Selçuk Erez..
Yaratıcı edebiyat zekanıza da selam!

2 notumuz olsun izninizle :

1. SGK “Hacamat” (kupa tedavisi) için SUT tarifesinde 50 (elli) TL ödemekte.
2. Alternatif tıbbın alternatifi gene BİLİMSEL TIP’tır..

Merhum, kamu mallarını “babalar gibi satarım” diye efelenen Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘ın koroner by pass ameliyatı olması gerekiyordu. Üzerine İngilizce “iletiler” olan t-gömlek (ti şört!?) giyen Bayan Unakıtan istihareye yatmışlar ve kalktıklarında / uyandıklarında “Rabbim Cleveland dedi” buyurmuşlardı.. Ne yazık ki Cleveland da Bakan Unakıtan’ı kurtaramadı. Tekerlekli sandalyeye düştü ve çok geçmeden yaşamdan ayrıldı.

Necipler necibi milletimiz o feraseti ve zekasıyla mesajı alır mı acaba??
Kendine sorar mı 15 yıldır milyonlarca oy yağdırdığı siyasal parti – kadrolardan kendi ve ülkemiz gerçekte ne yarar sağladı; ne fatura ödedi?
Örneğin iktidarca “adam yerine konmamayı” da bağışlıyor mu??

  • SKG’nın – Sağlık Bakanlığının insanımızı bu tür bilim dışı yöntemlere yönlendirmesi insanlığa karşı suçtur! Utanç vericidir ve bilimsel tıp hizmeti herkese verilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ABD niye ciddiye alsın ki…

ABD niye ciddiye alsın ki…

Işık Kansu

 

Saray’daki AKP’li, casusluk cemaatinin başı Fethullah Gülen’in ABD tarafından korunuyor olmasından çok rahatsız. Son ABD gezisinde, ABD’li yetkililere FETÖ konusunda 85 koli belge verdiklerini anımsatıp “Bu hain yapılanmanın elebaşı buraya çok da uzak olmayan bir yerde, Pensilvanya’da hayatını sürdürüyor. Amerika’nın pek çok yerinde bu terör örgütüne bağlı okullar, dernekler ve şirketler faaliyet gösteriyor.” diyerek yakındı durdu.

Gelin şimdi, AKP’nin iktidara geldiği ilk günlere dönelim: 

2004 yılının nisan ayı: Casusluk cemaatinin, sık sık Abant’ta topladığı “yetmez, ama evetçi” takımın da “para karşılığı” katılıp sallabaşlık yaptığı “Abant Platformu”nun yedincisi Washigton’da yapılır. Platformun konusu, İslam, Demokrasi ve Laiklik: Türkiye Tecrübesidir. Toplantının açılışını, sömürgen küreselleşmeciliğin ideologlarından Francis Fukuyama yapar ve toplumun dindar olmasının demokrasi ve laiklik ilkeleriyle çelişmediğini vurgulayarak, okyanus ötesinden Türkiye’ye akıl verir: 

  • ABD, Batı’daki en dindar toplumlardan biri. Ancak, bu durum yönetimin laik ve demokratik olmasını engellemiyor. Türkiye, AKP tecrübesiyle hem Müslüman, hem de demokratik olunabileceğini gösteriyor.

    Fukuyama böyle der de, vaiz Fethullah ile Erdoğan’ın arası açılınca, Pensilvanya’ya gidip mektupçuluk yapacak olan Fehmi Koru durur mu? Toplantıdaki konuşmasında, esas modelin ABD olması gerektiğini salık verir: 
  • Amerika’nın anayasasında ifadesini bulan kuruluş felsefesi, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrenselleşen ilkelere bağlılığı, bazen adaletsiz ve aşırı davransa dahi genellikle baskıcı olmaktan uzak üslubu, dünyanın her tarafında takdir görüyor, taklit edilme hevesi uyandırıyor.

    15 Temmuz FETÖ’cü cunta girişimi sonrası, casusluk cemaatinin ikinci adamlığından emekliye ayrılan Hüseyin Gülerce ise, – ki Washigton’daki platformu düzenleyen kişidir öneriyi bir adım öteye götürür ve toplantının amaçları arasında Büyük Ortadoğu Projesi için hazırlıklar yapan ABD’ye, bölgeye ilişkin birinci elden mesajlar vermenin de yer aldığını söyler.

    Ne rastlantı ki, AKP’den Mehmet Aydın ve Ali Babacan’ın bakan düzeyinde katıldığı Abant Platformu’ndan hemen birkaç ay sonra, Haziran 2004’te, İstanbul Çırağan Sarayı’nda yapılan ABD-TESEV (bir Soros örgütüdür)- Alman Marshall Fonu Toplantısında

  • Recep Tayyip Erdoğan, BOP eşbaşkanlığının kendisine verildiği açıklar
  • Üstlendiğimiz misyon gereği, Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine yöneleceğiz.” 

    Yani, BOP eşbaşkanlığını FETÖ sayesinde almıştır. 
    Şimdi, kendisine BOP eşbaşkanlığı görevini veren ABD’ye, FETÖ yüzünden dikleniyor. ABD de, ciddiye almıyor…

Referandum sonucu 
Yapamazsın, edemezsin, başına dünyayı yıkarım filan… Ne oldu? Barzani, istediği referandumu yaptı. Sonuç: Türkiye, ABD ve İsrail mandası kuran bir aşiret reisine söz geçiremeyen ülke konumuna düştü.
==========================================
Teşekkürler sevgili dostumuz Işık Kansu..
Çok önemli belirlemeler (tespitler) var kısa ve özlü yazıda..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SGK HİZMETLERİNE YÖNELİK OMBUDSMANLIK KARARI

SGK HİZMETLERİNE YÖNELİK OMBUDSMANLIK KARARI

Mahmut ESEN 
E. Mülkiye Başmüfettişi

SGK Başkanlığının bazı hatalı eylem ve işlemlerinin düzeltilmesi bağlamında TBMM Kamu Denetçiliği Kurumuna (Ombudsmanlık) yaptığımız başvurunun gereği için SGK Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. 

SGK Başkanlığı; nüfusumuzun tamamına yakınına sigorta ve genel sağlık gibi yaşamsal önemde hizmetler sunan bir kurumdur.[1] Bu bağlamda sigortalıların tedavi ve ilaç giderleri de SGK tarafından karşılanmaktadır. SGK tarafından sigortalılara verilmekte olan hizmetler nitelikleri gereği süreklilik arz etmekte ve hatta ilgilinin ölümünden sonra bile devam edebilmektedir.  Bu bağlamda  ülke ve ulusumuza uzun süre hizmet ettikten ve SGK primi ödedikten sonra emekli olan, geçmiş hizmetleri/konumları gereği özel olarak korunup kollanması gereken ve büyük bölümü kronik rahatsızlıkları nedeniyle yaşamlarının sonuna kadar belli ilaçları kullanmak durumunda kalan 11,7 milyonluk emekli topluluğuna verilmesi gereken hizmetler  özel bir önem kazanmaktadır.

Bu yüzden SGK bünyesindeki Bilgi Edinme Kanunu uygulamaları başta olmak üzere SGK’da halkla ilişkiler konusu özel bir öneme sahiptir.

Bilindiği üzere  4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu  (BEHK) uyarınca kamu kurum/ kuruluşları; bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki sahip oldukları her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, hızlı ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.

Bu amaçla kamu kurum/ kuruluşlarında bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi veya belgelere erişimin zamanında (en çok 30 gün içinde) sağlanabilmesi için bilgi edinme birimleri oluşturulmuştur. Ayrıca bilgi edinmeden kaynaklanacak iş yükünün en aza indirilebilmesi için kamu idarelerinin hizmetlerine ilişkin bazı bilgileri internet sayfaları üzerinden yayınlamaları da gerekmektedir.

SGK’nın başvuru sahiplerinin bilgi edinme hakkının kullanılması, bilgi ve belgelere erişimde güçlüklerle karşılaşılmaması konularında SGK’nın örnek bir uygulama içinde olması gerektiği açıktır. Oysa SGK’ nın bu tür etkin/arzu edilen bir faaliyet sergileyemediği; diğer kamu idarelerine örnek olma bir yana, bilgi edinme başvuruları konusunda merkezi konumda olan Başbakanlık Bilgi Edinme Merkezinin (BİMER) de iş yükünün gereksiz yere artırılmasına neden olduğu görülmektedir.[2]

Bu amaçla SGK Başkanlığının, hizmetlerinden kaynaklanan  yakınmaları ve bilgi edinme istemlerini etkisiz hale getirebilmek, cevaplandırılmış göstermek  için  özel yöntemler  (telefonla / başvuru halinde ayrıntılı bilgi verileceği, ayrıca dilekçe verilmesi vb.) geliştirdiği tespit edilmiştir.

Yukarıdaki tespitimizi kanıtlamak bağlamında  sadece tanık olduğum / bizzat yaşadığım ve güncelliğini koruyan bazı örnek olaylar aşağıya özet halinde çıkarılmıştır.

  • Özel hastanede koroner anjiyo sırasında damara takılan ve sigortalı tarafından karşılanmış olan stent bedellerinin geri  ödemelerinin yapılıp/yapılmayacağına ilişkin 27.07.2015 günlü kısa/öz ve olabildiğince tekniğine göre hazırlanmış, BİMER/ALO 170 üzerinden ve bizzat yapılmış müteaddit başvurularla yenilenmiş olan dilekçemize, ancak CİMER aracılığıyla yapılmış başvuru üzerine  Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığının 16.06.2016 günlü yazısından sonra kısmen de olsa (10 ay sonra) bilgi alınabilmiştir.
  • Ankara’da özel bir hastanede  yapılmış muayene, bazı tetkik ve tahlillerde; 5510 sayılı Kanuna, SUT ve SGK ile yapılmış sözleşmeye aykırı olarak % 200’ü aşan ek ücret alındığının fark edilmesi üzerine, talep edilmesi halinde hastane yetkililerince aynı gün düzenlenerek verilmesi gereken SUT eki EK-1/B “Hastaya Sunulmuş Olan Hizmetleri ve İlave Ücreti Gösterir Belge” talep edilmiştir. Usulsüz ilave ücret alınıp/alınmadığı gösterecek nitelikte olan bu belge hastane yetkililerince verilmemiştir.

Bunun üzerine anılan belgeye SGK aracılığıyla ulaşılmak istenmiştir. İlki 22.02.2017 tarihli olmak üzere SGK’ya  muhtelif başvurular yapılmıştır. Alınan yanıt yazısında başvurumun işlem aşamasında olduğu, sözlü bilgi alınabileceği belirtilmiştir. İlgili müdürlüğe gidilmiş, personel tarafından “…şikayet incelemesinin altı ay sürdüğü, kendilerinden de yasa dışı fazla ücret alınabileceği vb.” açıklamalarda bulunulmuştur. Halen  dilekçeme bir cevap alınamamış, yoğun uğraşımıza karşın talep üzerine aynı gün  düzenlenerek hastaya verilmesi gereken belgeye dahi henüz ulaşılamamıştır.

  • SGK Başkanlığına, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu  (BEHK) bağlamında,  11.04.2017 gün ve 4917 sayılı, 23.04.2017 gün ve 5354 sayılı, (görevlerine son verilmiş kamu görevlilerinin emekli aylıklarının hesabı; yetim aylıkları koşullarında değişiklik yapan SGK Yönetim Kurulu kararına yönelik) iki ayrı başvuru ile bilgi/belge talep edilmiştir.

Makul bir süre içinde yanıt alınamaması üzerine talebim BİMER aracılığıyla yinelenmiştir. Bu kez SGK Başkanlığından alınmış “SGK’nın ilgili birimine ayrıca dilekçe ile başvuruda bulunmam halinde talebimin inceleneceği” belirtilmiştir. Ancak ortada yeniden başvuruyu gerektirecek bir durum yoktur. Bu yaklaşımla SGK tarafından bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılmasının, bilgi veya belgelere zamanında erişim hakkı önlendiği, bu yolla BEHK amaç ve ruhuna aykırı hareket edildiği, BEHK etkisiz hale getirildiği açıktır.

  • SGK; kronik rahatsızlıklarım nedeniyle sürekli kullanmakta olduğum bazı ilaçların doz bitim tarihlerini (ilk kez kullanılan 30 tabletlik bir ilacın bitim tarihinin 45 gün olarak belirtilmiş olması dahil) hatalı tespit etmiştir. Açık ve seçik olarak arz ve ifade edilmiş olmasına karşın mükerrer olarak yapmak zorunluğunda kaldığım başvurularıma; SGK Kavaklıdere SGMM hukuka / mevzuata aykırı, birbiri ile çelişen dayanaktan yoksun, sorunu (sorularımızı) açıklamayan noksan / hatalı cevaplar verilmiştir.

Bu hususun tarafımdan belgelendirilmesi/ısrarımız üzerine de cevap yerine bu kez “şahsen başvurmam halinde ayrıntılı cevap verilebileceği” belirtilmiştir. İletişim çağında vatandaş SGK’ya (memurun ayağına) çağrılmakta, bir tür sorguya çekilmek istenmektedir. Yukarıda verilmiş örnek olaylardan da anlaşılacağı üzere, SGK’nın hizmetlerine yönelik şikayetleri ve bilgi edinme taleplerini etkisiz hale getirmeye yönelik (üstelik yerleşik hal aldığı gözlenen) hatalı uygulamalarının hızla düzeltilmesi gerekmektedir. Halkımızın bu tarz bir uygulamaya layık olmadığı değerlendirilmektedir. Bu türden bir uygulamanın yönetim hayatımızda/biliminde yeri olmadığı düşünülmektedir.

Şikayet edilen konular genel sağlık sigortası ve bilgi edinme hakkı ile ilgili olduğu için salt kişisel/basit bir işlem değildir. Bu yüzden SGK Başkanlığının; sözü edilen eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarının, insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelenmesi/araştırılması ve SGK Başkanlığına gerekli önerilerde bulunması için bu konularda yetkili 6328 sayılı Kanunla kurulmuş olan TBMM Kamu Denetçiliği Kurumuna (Ombudsmanlık) başvuru yapılmıştır.

Şikayetimiz üzerine KDK tarafından 14.09.2017 gün ve 10855 sayı ile “gönderme kararı” verilmiştir. Anılan kararda: İdari başvuru yolları da  tüketilmeden yapılmış olan[3] şikayet başvurusunun gereği yapılmak üzere SGK Rehberlik ve Teftiş Başkanlığına gönderilmesine; 

İdare tarafından, iyi yönetim ilkelerine uygun olarak, başvurana makul bir süre içinde verilecek cevabın bir örneğinin KDK da gönderilmesine; 

İdare tarafından başvurana verilecek cevabın tebliği veya 60 gün içinde cevap verilmemesi halinde bu sürenin bitimi tarihinden itibaren KDK yeniden başvuru yapılabileceğinin başvurana hatırlatılmasına; karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere şikayetimiz üzerine başlatılmış süreç devam etmektedir. Bu sürecin sürdürülmesinde ve izlenmesinde toplumsal yarar olduğu anlaşılmaktadır.

[1]  Türkiye’de 31.05.2016 itibarıyla; 20.775.874 aktif, 11.553.846 pasif (emekli) olmak üzere toplam 32.329.720 sigortalı kişi bulunmaktadır.
(http://www.bumko.gov.tr/Eklenti/10275,2017yilibutcegerekcesi.pdf?0&_tag1=E595FBCC29FA4EAD494A56873635CD3CC34B8222)

Öte yandan 5510 sayılı Yasa uyarınca Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamındaki sağlık hizmetlerinin, tek elden SGK aracılığıyla verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle halen toplam nüfusumuzun % 99’u  (TBMM üyeleri, AYM Başkan ve üyeleri, bankaların yardımlaşma sandıkları vb. kuruluş mensupları dışında) GSS sistemi kapsamına alınmıştır. Yeterli gelire sahip olmayan vatandaşımızın sigorta primleri Devlet tarafından ödenmektedir. (AS: Anayasa md. 60)

[2] 7.06.2017’de BİMER’e yapılan (istek/öneri/şikâyet) şeklindeki başvuruların sayısının 808.844’e ulaştığı anlaşılmıştır.
[3] SGK Başkanlığınca nüfusun tümüne yakınına hizmet verildiği için çok sayıda rutin/teknik nitelikli idari işlem tesis edilmektedir. Bu işlemler alt kademe birimlerince  yerine getirlldiğinden, üst makamların müdahale olanakları sınırlıdır. Bu yüzden SGK’daki işlemlerde idari başvuru yollarının tüketilmesi kolay değildir.
===========================================
Dostlar,

E. Mülkiye başmüfettişi Sn. Mahmut ESEN dostumuz gerçekte emekli değil!
Kendi özelinde halkın hakkını aramayı sürdürüyor ve ilerleyen yaşında hakkını bilgiyle, dirençle almaya çabalıyor. Artık bu bürokratik zorlukları Türkiye aşmak zorunda. Yurttaş bunca vergi veriyor, bedel ödüyor.. Kamudan hak ettiği nitelikli hizmetleri alma hakkı var. Hem yasal düzenlemeler hem de Kamu Görevlileri Etik İlkeleri (5176 sayılı yasa) yurttaş bakımından bu hakkı, kamu açısından da yükümlülüğü pekiştiriyor. Gereğinde sorumlulara yaptırım uygulanmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2017, Ankara

 

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com