24 Kasım 2019 günü web sitemizde yayınlayamadıklarımız ve günümüz…

24 Kasım 2019 günü web sitemizde yayınlayamadıklarımız ve günümüz…

Erdoğan, sarayına 104 m2 tek parça halı dokutmuş Hereke’de Sarayı için. Ederi 324 bin TL imiş,
yani 162 asgari ücrete eşit; 162 yoksul ailenin 1 aylık geçim bedeli. İnsanların ailece borç –  haciz- işsizlikten siyanür içerek, kendini yakarak intihar ettiği ülkemizde. “İTİBARDAN TASARRUF” OLMAZ” buyurmuştu AKP = Erdoğan. Bir de mevlütte tek taş yüzük takılan bebek. 1 halı ve 1 yüzük..

Kaç aileyi intihardan kurtarırdı acaba?

Eyyy AKP’liler vicdanınızı kökten yediniz mi siz?
****
Sarayın açık – örtük harcamaları mutlaka kısılmalı ve hesabı verilmeli. ABD’de Kongre’de (Temsilciler Meclisi ve Senato) yapılan gizli görüşmeler 25 yıl sonra açıklanıyor. Türkiye’de de Cumhurbaşkanının örtülü ödenek harcaması makul bir süre sonra mutlaka halka açıklanmalı.

Saray’ın gündem değiştirmeye öylesine çok gereksinimi var ki… Sıra CHP’yi karıştırmada.
Saray’a gittiği söylenen CHP’li vekil.. İktidarın değirmenine su taşımayalım..
Kılıçdaroğlu : “CHP örgütlerine yönelik ciddi kumpaslar var.” (Cumhuriyet internet)

  • Soruyoruz: Erdoğan neden, malvarlığını açıkla(ya)mıyor!?

Erdoğan İstanbul’da (15.11.19) borç ve faiz ödemelerinin azaltıldığını söyledi. Doğru mu?? 

2019 bütçesi 2018’den feci durumda, açık 80,6 milyar TL ile kalmadı, 125 milyar TL’ye çıkarıldı geçen ay. Ayrıca 80 milyar TL’yi aşan TCMB kârı ve yedek akçesi de bütçeye aktarıldı. Durum böylesine dehşet verici iken, CB’nın “örtülü ödenek” harcaması olağanüstü artıyor! Niçin?!

2019 Bütçe Giderleri 961 milyar TL
Faiz Giderleri 117,3 milyar TL
Bütçe Gelirleri 880,4 milyar TL
Vergi Gelirleri 765,5 milyar TL
Bütçe Açığı -80,6 milyar TL
Faiz Dışı Fazla 36,7 milyar TL

2019 bütçesinde AKP hükümetinin faiz ödemesi 117,3 milyar TL olup 961 milyar TL’lik bütçenin 1/8’i.. 2018’de bu oran 1/10 ve ödenen tutar 71,6 milyar TL idi; %50 artış var ödenecek faizde. Sağlık Bakanlığı bütçesi 47 milyar TL, borç faizi ödemesi bunun 2,5 katı.. Bir de FAİZ DIŞI FAZLA adı altında zihinlere kurulan tuzak var.. Bu, BORÇ ANA PARASI demek.. Açıkçası bütçeden, her şeyden önce BORÇ FAİZLERİ ödeniyor. Sonra kalan bölüm FAİZ DIŞI adını alıyor. Bu bölümden yemeden – içmeden tasarruf yapıp “fazlalık” vermek gerek ki, borçların ana parasını ödemek olanaklı olabilsin. Buna da tuzaklı bir adlandırma ile FAİZ DIŞI FAZLA deniyor ki, yurdum insanı, hatta ortalama okumuşu, iktisatçısı.. bile anlamasın!

  • POST-MODERN İŞGAL ALTIN DAKİ ÜLKEMİZ, AKP = RTE ve KURTULUŞ
  • Türkiye ekonomisi çökme riski ile yüz yüze! (Bkz. AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR? )
  • Genç işsizliği 1/3’ü aştı. Bu yıkım verisi de mi bir şey ifade etmiyor AKP’liler için??
  • Abdüllatif Şener  : Cumhuriyetimizin bütün değerlerini yok etmek için uğraşan bu iktidar çok tehlikelidir.” https://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=52916&action=edit

    15 asırlık İslam tarihinin en günahkâr iktidarı Erdoğan hükümetidir.”

    “Erdoğan’ın dış politikasıyla akan kan, tecavüze uğrayan kadınlar, köle pazarlarında satılan kadınlar, masum ve yetim kalan çocuklar, İslam tarihinin en vahşi ve korkunç sahnelerini meydana getirmişlerdir. Müslümanlar, Müslümanların şerrinden korunmak için Akdeniz’i geçerken on binlercesi boğularak öldü. Böyle bir zulüm politikasının din ve imanla ne ilgisi var? Bu, İslam’a ihanet politikasıdır. 15 asırlık İslam tarihinin en günahkar iktidarı Erdoğan hükümetidir.”
    ****
  • Yoksulluk ve çaresizlikten, borçtan, UMUTSUZLUKTAN canına kıyan 3 aile,
    11 kişinin sorumlusu kim, kim, kim?
    AKP = RTE’nin hiiiiç sorumluluğu yok mu? Hala uyanmayacak mısınız? İzlediğiniz ekonomik talan politikalarının (dini de alet ederek!) yürekleri dağlayan, Türkiye’yi dünyaya rezil eden utanç verici sonuçlarından yalnızca 2’si bu! Hükümetler, Fırat’ın kıyısında kuzusunu yitiren çobana karşı bile sorumlu iken..Artık kendinize gelin, insaf edin, insaf edin! Halkın yarısını yoksullaştırdınız..

‘Yapacak bir şeyim yok’

Ekiplerin evde yaptığı incelemede baba Selim Simşek’in bıraktığı bir mektup bulundu. Mektupta maddi sıkıntı çektiğini, 9 aydır çalışmadığını yazan baba Şimşek,

Herkesten özür diliyorum ama artık yapacak bir şeyim yok. Hayatımıza son veriyoruz.

  • Ulusumuz artık çok acı gerçekleri görmeli; bu iktidarın olağanüstü hataları ülkemizin saygınlığını ve gücünü çook ağır yaraladı. Kişisel hırs ve çıkar uğruna ülke heba ediliyor!
    *****
    Sitemizde yayınladığımız aşağıdaki makalelerimizin okunup yayılması dileğiyle :
  • CUMHURBAŞKANI VE AİLESİNE AÇILAN DAVANIN, ANLAŞMA ÜZERİNDE NE KADAR TESİRİ VAR?
    *****
    AKP’nin PKK-Kürdistan İKİYÜZLÜLÜĞÜ– Tarihsel birer belge olan 28 fotoğrafı görmek için lütfen tıklayınız.
    HDP çok akıllı olmalı; PKK ile tüm ilişkisini kesmeli! Millet ittifakı dağılmamalı,
    güçlenip sürmeli.
    İYİ Parti de sıkı durmalı, oltaya takılmamalı.
    ***

    MEDİKAL EPİDEMİYOLOJİ çeviri kitabımız Palme yayınevince basıldı.
    Tıklayın webe_konan_onsoz_19.9.19
    ******

    TBMM’den hızla yasa çıkarılarak çocukluk aşıları zorunlu kılınmalıdır;
    salgın riski büyüyor..!

Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu: Sorunlar Öneriler Konferansı

  • AKP’nin utanç veren, ibretlik FETÖ bağlantılarını kendi ses ve görüntüleri ile izleyin :https://youtu.be/KKxkccTS1DI AKP içi uzantılara dokunmak yok ama her yere, başta TSK, bitmeyen FETÖ operasyonları.. Niye!? Ulusal ordu yerine majestelerinin ordusu mu hedef?! Ya korunan yandaşlar?? Ya B. Arınç’ın çıkışları? Mızrak artık çuvala sığmıyor mu??

(Emre Ulaş, YENİÇAĞ, 24.11.2019)

Prof. MÜMTAZ SOYSAL’ın ARDINDAN BİRKAÇ ÇARPICI ANI..
*****
Kurulacak ilk Ulusal İktidar eliyle Türkiye, kapsamlı bir restorasyon dönemine girecektir.

Sevgi, saygı ve UMUT ile. 24 Kasım 2019, Ankara
====================================
Dostlar,

Teknik engeller yüzünden yaklaşık 10 ay önce 24 Kasım 2019 Öğretmenler gününde yayınlayamadığımız yazımıza arşivimizde gözümüz ilişti..

İnsan belleği “nisyan ile malül” imiş.. 10 ayda ülkemizde neler olmuş neler…
2018’de durumu 2019’dan hallice imiş…

  • 2018 bütçe gideri 763 (599’u-%88 vergi!), gelir 697, Açık 66, Faiz 71,6 (%26↑); yatırım 68,8; Sağlık Bak. 37,6; DİB 7,8 (151 bin pers.); SGK 133,5 (2016’da 108); Emn. GM + Jand. GK 40,1; Mrk. Yön. borcu 2017 sonu 871,6 milyar (%15↑) TL

    Pekii, içinde bulunduğumuz yıl (cari yıl) 2020’de durum nasıl ??
    2020’de bütçe gideri 1 Tr 95,5 milyar (Bn) TL, faiz dışı giderler 956,5 Bn TL, bütçe gelirleri 956,6 Bn TL, vergi gelir 784,6 Bn TL,
    bütçe açığı 138,9 Bn TL, %12,7!
    7 L gelir + 1 TL açık (borçlanma)!
    Bütçenin %12,7’si ya da her 8 TL’den 1’i veya toplanan 100 TL  verginin 17.7 TL’si faize,
    139 Bn TL! Faiz 2019’da 117 Bn TL idi;
    2018’de ise 71,6 Bn TL idi. Bir de borç ana parası (Faiz Dışı Fazla!) ödenecek..
    Üniversitelere 50,7 Bn TL. Beklenen özelleştirme geliri 10 Bn TL.
    2020, %5 büyüme ve %8,5 enflasyon hedefli!? AR-GE’ye ise yalnızca 5 Bn TL.
    Ocak’ta 40,5 Bn TL TCMB’nın kâr ve ihtiyat akçesine el kondu, bütçe fazlalık verdi!?
    Sağlık Bakanlığı ödeneği kişi / yıl 710 TL!
    2020, emekçiler için çok zor bir yıl olacak..
    ****
    Diye notlar düşmüşüz..
    Araya salgın girdi, yüzlerce milyar TL para basıldı, tüm yıl için öngörülen 140 milyar TL bütçe açığı 7. ayda gerçekleşti..
    Yıl başından bu yana %30 dolayında enflasyon gerçekleşti..
    Dolar 7,5 TL’yi, € 8 TL’y, Sterlin 9 TL’yi geçti..
    Yandaş basın “Doların ateşi düşmüyor..” diye uydurdu; gerçekte ağır hasta olan ve ateşi düşürülemeyen TL idi..
    AKP = RTE ise tüm ekonomik çöküntüyü “gene” dış güçlerin ülkemizi kıskanıp saldırması masalına bağlayarak mazlum yurdum insanına ninnilerini sürdürdü..
    ***
    Salgını yönetemedik, masum insanlar her gün 60-70 kişi “resmen” sapır sapır ölmekte..
    Ama iktidar gene başarı öyküsü yazmakta; dünyada en başarılı yöneten birkaç ülkeden biriyiz!
    Salgınla köktenci savaşım için yeter akçalı (mali) kaynak yok! Ve bedeli ölüm!

    Veee. kamuoyu yoklamaları AKP + MHP blokunun birlikte oylarının %40’ı aşamadığını gösteriyor ısrarla.. Erdoğan’ın yeniden CB seçilme şansı yok!
    Ama hala 2023’te ilk 10 ekonomi içinde olacağımız masalı anlatılmakta; oysa G20’den düştük, 2012’den bu yana kişi başına ulusal gelir sürekli gerilemekte, 10 bin Doların altında!
    Salgın ve ağır ekonomik bunalım birlikte..
    Akılsızca eklenen ağır dış politika sorunları
    Hangi ülkede iktidarı götürmemiş ki?
    Siyasal tarihte örnekleri dolu.. Ya daaaa; açık faşizm!
    Şimdi ne olacak acaba Türkiye’de??

    Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ama UMUT ile.25 Eylül 2020, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
    Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

    www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Atatürk’ü Anlamak ve Özümsemek

Atatürk’ü Anlamak ve Özümsemek

Cumhuriyet, 24 Eylül 2020
Son günlerde, anlamsız bir biçimde Gazi Mustafa Kemal Atatürk tartışması yaratıldı.

Bu konuda, gazetemiz her zamanki objektif tutumunu sürdürdü. Gazetemizin yazarları da kendi açılarından konuyla ilgili görüşlerini açıkladılar. Bu başyazı, Türkiye’nin en ciddi, aydın kesimin güvendiği ve itibar ettiği, temelinde Atatürk’ün aydınlanma devrimlerinin harcı bulunan Cumhuriyet gazetesinin kurumsal görüşünü belirtmek ve konunun çerçevesini çizmek amacıyla yazılmıştır.

Konu basit değildir. Bu, basit bir konu olarak değerlendirilemez. “Ülkemizde birçok sorun varken bu konunun öne çıkarılması doğru değildir” biçiminde formüle edilen görüş, temelinden sakattır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı, CHP’nin kurucu önderi Atatürk’ün adını kullanmamak ve bu konuda çeşitli gerekçeler üretmek olağan sayılamaz.

KONUNUN TEMELİ

I. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra 1918 Kasım ayından itibaren (AS: bşlayarak) Anadolu’nun dört bir yanında yabancı orduların işgalleri başladı. Sosyalist düşünceye bağlı bilim insanı ve anayasa hukukçusu Prof. Bülent Tanör, Türkiye’de ve Türk toplumunda, “1918’de başlayıp 1940’lara kadar süren büyük bir dönüşüm yaşandığını” belirtir. (Kurtuluş-Kuruluş, s. 7)

Önce Kuvayi Milliye örgütlenmesi, sonra 3 yıl süren antiemperyalist savaş… 9 Eylül 1922 zaferlerinden sonra 1940’lara kadar süren aydınlanma devrimleri… Yine Tanör’e ve birçok yabancı siyaset bilimciye göre “1940’lardan sonra çok partili yaşama geçiş, 1920’lerde başlayan yeni oluşumun uzantısı niteliğindedir”.

Kimi yazarlar çok partili yaşama geçişi “karşıdevrimin başlangıcı” olarak yorumlasa da, yabancı siyaset bilimciler, bu demokratik atılımı da Atatürk devriminin kendini yok etmesi değil, kendini tamamlaması olarak değerlendiriyorlar.

BÜYÜK DÖNÜŞÜM BİR BÜTÜNDÜR

1919’da başlayan ve 1940’lara kadar giden bu hareket, ister “ihtilal” ister “inkılap”, ister “devrim” adı verilsin, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, yüzlerce yıl durağan olarak kalmış Türk toplumu açısından büyük bir dönüşümdür.

Bu nedenle, 1919-1940 arası bir bütündür. Birinci aşama Kurtuluş Savaşı, 2. aşama Kuruluştur. Birbirinden ayrılmaz. Her iki aşamanın önderi Mustafa Kemal’dir. Bu nedenle Gazi Mustafa Kemal ve Atatürk birbirini izleyen bir süreçtir ve birbirinden ayrılamaz.

KİM KULLANIYOR?

Osmanlıcılar, halife hayranları, siyasal İslamcılar laik devrimleri anımsattığı için “Atatürk” adını kullanmazlar. Bir kesim soldan dönen ve kendilerine ikinci cumhuriyetçi denilen liberaller de kendi “entel takıntıları” çerçevesinde Atatürk adını kullanmayarak solculuk yaptıklarını sanırlar.

KENAN EVREN: ‘KENDİNDEN MENKUL ATATÜRKÇÜLÜK’

Atatürkçülüğü hiç anlamamış, 12 Eylül askeri cuntasının başı Kenan Evren’in Atatürkçülüğü “kendinden menkuldür”, “kendi kendine verilmiştir”, tutarsızdır. Bu nedenle gerçek Atatürkçü Nadir Nadi, “Ben Atatürkçü değilim” yazısını yazdı. Ancak Atatürk ismini kullanmaktan da hiçbir zaman geri durmadı. 16 Aralık 1965 günü bir yazısında aynen şöyle demişti:

“… Böylece büyük kahramanın ömrü boyunca nefret ettiği ve bütün gücü ile bizi kurtarmaya çalıştığı dogmacılığı şimdi gericiler O’nun adına sığınarak tam anlamıyla hortlattılar…”

Nadi, böylece “dogmacı” Atatürkçülere de karşı çıkıyordu.

Bu günlerde hiçbir değeri olmayan 40 yıl önceki Kenan Evren’e gönderme yaparak ve sebep göstererek Atatürk adını kullanmak istememek, kendini ve karşısındakileri aldatmaktan öteye bir anlam taşımaz. Bu davranışlar; Türk devriminin sosyolojik gelişimini anlayamamış, sözü edilen ayrımın da bir emperyalist tuzak olduğunun ayırdına varamamış, “entel takıntılar”dır.

SINIFSAL AÇIDAN DEĞERLENDİRME

Gerçek sosyalistler, Mustafa Kemal, Gazi Mustafa Kemal Paşa ya da Atatürk adlarını kullanmakta bir sakınca görmezler. Bundan bir ayrıcalık yaratma yoluna gitmezler. Sosyalistler, gerek Kurtuluş gerekse Kuruluşu’ ele alırken temelde eleştirel yaklaşırlar. Kurtuluş ve Kuruluş döneminde yapılanları, günümüz emekçi sınıflarının işine yarayacak düşünce modeli çerçevesinde değerlendirirler. Atatürk’ün antiemperyalist liderliğini daima üstün tutarlar. Bu nedenle, sosyalist düşünce sahiplerinin bu tutumu önemlidir ve saygıyla karşılarız.

DİNCİLER VE ‘İKİNCİ CUMHURİYETÇİLER’

Radikal dinciler, kutsal din duygularını her zaman siyaset rantı için kullananlar, Atatürk’ten nefret ettikleri için numaracı solcular da her fırsatta Türk toplumunda tartışma yaratma zeminini kullanmak istedikleri için bu ayrıma sarılmak isterler. Bu girişten sonra konuya daha somut noktalardan bakmalıyız.

KENDİSİNE UNVAN VERMEDİ

Atatürk, kendisine hiçbir zaman isim ve unvan vermedi. O’nun isimleri ya öğretmenleri ya da Meclisler tarafından verildi. Mustafa idi, ortaokulda öğretmeni tarafından kendisine Kemal adı verildi ve Mustafa Kemal oldu. Anafartalar’da savaş kahramanı olarak Mustafa Kemal adını tarihe geçirdi. Yabancı askeri strateji uzmanlarının kitaplarına genç Yarbay Mustafa Kemal adı, askeri bir deha olarak girdi.

MUŞ VE BİTLİS’İ KURTARDI

Çanakkale savaşlarındaki başarılarından sonra Diyarbakır’a kolordu komutanı olarak atandı. Generallik rütbesini Diyarbakır’da Nisan 1916’da aldı. Henüz 35 yaşındaydı.

Kolordu komutanı olarak ilk girdiği savaşta Çarlık Rusyası’nın işgalci ordularından 7-8 Ağustos 1916’da Muş ve Bitlis’i kurtardı. Böylece Mustafa Kemal Paşa adı savaş tarihi kitaplarına işlendi. Acaba bu tarihsel gerçeği dinciler, kendilerini yerli olarak tanıtanlar ve “İkinci Cumhuriyetçiler” biliyorlar mı?

KUVAYI MİLLİYE ÖRGÜTÇÜSÜ

19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya ayak bastı ve yalnızca 80 gün sonra tüm rütbeleri elinden alındı, ordudan tart edildi ve apoletleri söküldü. Tarih 8 Temmuz 1919’dur. Ve o tarihten sonra “Kuvayı Milliye” önderi olarak sivil örgüt çalışmalarına başladı, Erzurum ve Sivas kongrelerini gerçekleştirdi, 23 Nisan 1920’de Meclis’i açtı.

Meclis başkanı olarak ve tartışmalarda demokrasiyi koruyarak dünyanın en acımasız emperyalist işgaline karşı antiemperyalist bağımsızlık savaşını yönetti. Sakarya Savaşı’ndan önce Meclis’in kararıyla Başkomutan oldu. Ancak bu karar nedeniyle asker elbisesini yeniden giydi ve savaşı yönetti. Sakarya Savaşı’nda “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” diyerek dünyanın binlerce yıllık savaş stratejisini tersyüz etti. Tüm dünyada, anti-emperyalist savaşların temel ilkelerini belirledi. Sakarya savaşının zaferle sonuçlanması sonunda Meclis tarafından kendisine “Gazilik” unvanı oybirliğiyle verildi.

MAZLUM MİLLETLERİN ÖNDERİ

30 Ağustos 1922 bir saldırı savaşıdır. Türklerin son 200 yıldır yenilerek ve toprak yitirerek gerilemelerinden sonra ilk kez yaptıkları bir savaştır. Her şeyden önce emperyalist işgalcilere karşı bir saldırı savaşıdır. Mazlum milletlere cesaret veren bir zaferle sonuçlandı. İşte bu nedenle 30 Ağustos zafer haberini alan ve İngiliz sömürge yönetimi altında yaşayan Gandi şu açıklamayı yapıyordu: “Bu zafer, mazlum ve tutsak uluslara ilk kez bağımsızlık düşüncesini kavrattı.” (8 Eylül 1922)

Bizim ayakları yere basmayan “İkinci Cumhuriyetçi” solcular Gandi’nin bu sözlerini kavrayabiliyorlar mı, anlamını algılayabiliyorlar mı? Bu zaferin tüm dünyadaki tutsak halkların üzerindeki etkilerini değerlendirebiliyorlar mı?

ANTİEMPERYALİST BAŞARI

Kuvayı Milliye ordularının, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girişleri, vatanın işgalci emperyalistlerden temizlenişi salt Türk milletinin bağımsızlık yolundaki temel sınır taşı değil, tüm bağımsız milletlerin emperyalistlere karşı zaferidir.

YENİ BİR EVRENE GİRİŞ

Bundan sonra, Mustafa Kemal yeni bir evrene giriyordu. Zaferden yalnızca 50 gün sonra, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanıdır. Yalnızca bu iki tarih, Ortadoğu ve tüm İslam dünyası açısından çok büyük 2 devrimdir. Hemen ardından 1500 yıllık halifelik ilga edilerek (kaldırılarak) din devleti yıkılıyordu. Bundan sonra aydınlanma hareketi başlıyordu. Çağdaş bir toplumun inşası, adım adım yaratılması başlıyordu.

Alfabe reformu, Türklerin yüzyıllardır süren ve Araplaştırılmalarına son veren büyük devrimin adıdır. Tekke ve zaviyelerin kaldırılması, mahalle mekteplerinin kapatılması, eğitim (AS: Öğretim olacak) birliği yasasının kabul edilmesi ardından alfabe devriminin kabul edilmesi, kadın haklarının verilmesi, hukuk devrimi, kimilerinin sandığı gibi üstyapı değil; sosyolojik açıdan toplumbilimi yönünden tümüyle altyapı devrimleridir.

EKONOMİDE DEVLETÇİLİK

Cumhuriyetin ilanından sonra ekonomiye de önem verildi. Ülkenin nüfusu 13 milyon, genç kesim savaşlarda yitirilmiş, Osmanlı Devleti’nden çok büyük borç yükü devralınmış; işte bu koşullarda ülkenin dört bir yanında yabancıların elinde bulunan tüm demiryolları millileştiriliyor, tüm limanlar kamulaştırılıyordu. 1930’lardan sonra planlı ekonomiye giriliyor, kamu iktisadi girişimleri yaratılıyordu.

“Yetmez ama evet”çi liberaller, 1923’te başlayan bu sol görüşlü ekonomi politikalarının önemini ve anlamını ne yazık ki kavrayamıyorlar…

KARL MARKS VE AVRUPA AYDINLANMASI

Karl Marks, Avrupa aydınlanma devriminin ürünüdür. 400 yıl süren karanlık ortaçağ, Rönesans ve Reform, büyük Fransız İhtilali derinlemesine özümsenmeden Atatürk devrimlerinin sosyolojik nedenleri de anlaşılamaz. Karl Marks’ı Avrupa aydınlanma devrimlerinin temel bağlamından kopararak okumaya kalkanlar, ne kapitalizmi ne de sosyalizmi anlayabilirler. Marks’ı aydınlanma devrimlerinin bağlamından kopararak Atatürk’ün yaptıklarını anlayabilmek olanaksızdır.

AYDINLANMAYI BİLMEDEN OLMAZ

Sol düşünce ile Atatürk’ü bağdaştıran, Atatürk’ün temelde sol düşünce metodolojisi içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunan İlhan Selçuk’un bir yorumunu anımsatalım. İlhan Selçuk, ayakları yere basmayan, Atatürk’ün yaptığı büyük dönüşümü küçümseyen ve anlayamayan kimi sol liberaller için şöyle diyordu:

  • “Onlar, Avrupa’daki gelişmeleri, Fransız İhtilali’ni, Aydınlanmanın büyük yazarlarını (J. Locke, Voltaire, Kant gibi) okuyup özümsemeden Karl Marks’ı okudular. Marks’ı aydınlanmanın bağlamından kopardılar, bu nedenle Atatürk’ün yaptığı büyük devrimin boyutlarını anlamalarına olanak yoktur.”

“Gardırop Atatürkçülüğü” deyimini kullanan İlhan Selçuk, bu gibiler ve burjuvalar için şöyle yazmıştı:

“Türkiye’de hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar Atatürkçülüğe zarar vermedi.”

ATATÜRK, MUSTAFA KEMAL’İN DEVAMIDIR

Mustafa Kemal olmasaydı, Aydınlanma devrimcisi Atatürk olamazdı. Atatürk, Mustafa Kemal’in devamıdır. Atatürk, yüzlerce yıl ümmet olarak yaşamış bir topluma vatandaşlık bilincini vermek istedi. Atatürk devriminin temeli; ümmetten ulusa, kulluktan vatandaşlığa geçiştir. Kadının 2. sınıflıktan eşit vatandaşlığa taşınmasıdır.

Atatürkçülük, eleştirel aklın öne çıkarılmasıdır. Atatürk, “En gerçek yol gösterici ilimdir” diyen bir devrimcidir. Bu nedenle Atatürk, Gazi Mustafa Kemal’in devamıdır ve birbirinden ayrılamaz.

DEMOKRATİK DEVLETİN HAZIRLANIŞI

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on beş yılı kendini kabul ettirme ve dış kaynaklı iç isyanların bastırılma dönemidir. Yönetim modeli otoriterdi, ancak Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren sivil örgütlenme ve demokratik meşruluk temellerine dayanılmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra karizmatik lider Atatürk, Avrupa’da 400 yıllık bir süreç sonucu ortaya çıkan Aydınlanma hareketini Türk toplumuna getirerek devrimci ve Aydınlanmacı bir yol izlemiştir.

Dünyaca ünlü siyasetbilimci Duverger, 1930’lar CHP’sini şöyle değerlendiriyor:

“…Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunuculuğunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır…

…Türk tek parti sistemi, hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamış; tekele resmi bir nitelik vermemiş, liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden daima rahatsızlık, utanç duymuştur.” (M. Duverger, Siyasi Partiler, s.364)

BİR SİMGE

Atatürk adı bir simgedir ve Gazi Mustafa Kemal’e Meclis kararıyla soyadı olarak verilmiştir.

Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini general üniformalarını giyerek Nazi ve faşist diktatörlüklerini kurarlarken Atatürk; askeri üniformasını dolabına koyarak, Türk toplumunun çağdaşlaşması yolunda devrimlerini gerçekleştiriyor, aynı zamanda bir muhalefet partisi kurulmasının girişimlerini de yapıyordu.

Bizim “İkinci Cumhuriyetçiler”, esip gürleyen, kimi noktalarda ego şişkinliği yaşayan, ancak ayakları yere basmayan ve kendileri için sol etiketini yapıştıran sol liberaller, tüm bu büyük değişimi, devrim niteliğindeki dönüşümü anlayabiliyorlar mı? Bunları değerlendirebiliyorlar mı?

Bu gelişmeleri dünya tarihi, Ortadoğu tarihi ve Türkiye tarihi açısından ele alıp makro düzeyde özümseyebiliyorlar mı?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, “Anadolu aydınlanması”nın devrimci önderi Atatürk adı, kimi “entellerin takıntılarını” tatmin etme alanı ve oyun sahası olmamalıdır.

ULUSAL KANAL PROGRAMIMIZ – 23 Eylül 2020

Dostlar,

Bu gün, 23 Eylül 2020 Çarşamba günü akşam 20:30’da Ulusal Kanal’da olacağız.

 

 

 

 

 

 

 

 

KORONA SALGINI bağlamında ülkemizin Sağlık Sistemini konuşacağız.
Sn. Sinem Fıstıkoğlu kolaylaştırıcı (facilitator, moderator) olacak.
Prof. Dr. Tacettin İnandı,
Dr. Yusuf Eryazgan
Dr. Hikmet Çevik
ve biz konuşmacı olacağız..

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Eylül 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Eylül 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

UZAK

CHP lideri 3 milyon öğrencinin internetsiz, 754 bin öğrencinin televizyonsuz olduğunu açıkladı.
Uzaktan eğitime uzaklık…

TARİH

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu,

“Meis’i İtalyanlar’a vermişiz, onlar da Yunanistan’a vermiş. Yanıbaşımızdaki adaları vermişiz, geçmişteki anlaşmaları büyük bir başarı öyküsü diye bize ders kitaplarında ilkokulda anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz.”

Lozan’dan önce Osmanlı’nın verdiği adalarda suçu Atatürk ve İnönü’ye yüklemek için söylenen yalan mıdır?

Tarih bilmemekten gelen yanlış mıdır?

Hangisi daha ayıptır?…

AŞI

Aydın İl Sağlık Müdürlüğü, yurt dışına çıkacak olan yerli ve yabancı turistlerin yaptırması zorunlu olan ve kişi başı 30 Euro olan ‘Covid-19 PCR testi numune alım noktası’ olarak AKP Milletvekili Metin Yavuz’un EGEMED Hastanesi’ni görevlendirdi.

Kazan kazan…

GİDİŞ

Yunanistan’da yayın yapan Dimokratia gazetesi 18 Eylül başlığında ‘S…. git Erdoğan’ ifadelerini kullandı.

Yunan öyle gitmişti…

MENZİL

Gavs’a Aşık Sofiler” adlı Facebook hesabından yapılan paylaşımda, Menzil ekmeğinin şifalı olduğu, ekmeğin hamuru ve tarifinin Hz. Hatice’ye ait olduğu ve sadece Menzil’de “Gavs’ın evinde yapıldığı iddia edildi.

Menzil MS 600, devam…

AÇIKGÖZ

AKP İlçe kongresinin ardından Malkara İlçe Jandarma Komutanı Teğmen İsmail Erdoğan, AKP İlçe Başkanı Şentürk’ü parti binasında ziyaret etti ve “hayırlı olsun” dedi.

Jandarma dediğin açıkgöz olur…

SAHTECİLİK

Yerel seçimler öncesi sahtecilikle karalanan Mansur Yavaş aklandı. İftiraları atan, hükümlü, AKP’nin saygın iş adamı(!) ise yedi aydır yakalan/a/madı.

AKP’nin A’sı…

YERLÜF?

İçişleri Bakanı Soylu, AYM ile ilgili sözlerine tepki gösterenleri değerlendirirken,

“…yıllardan beri bu ülkenin değerlerini yerlüf etmek (Tarumar etmek, silmek, süpürmek) isteyenler hepsi bir cephe oldular, hepsini bir fotoğrafta Allah, göstermek nasip etti.” dedi.

En önemli değerimiz Türkçemizi o dediğinden etti…

SOPA

Almanya’nın Atina Büyükelçisi Ernst Reichel, “Türkiye yakında Avrupa Birliği (AB) Konseyi’nin sopasını görecek” dedi.

Ucundaki şekeri yalaya yalaya sapına mı geldik?…

HAYIRSEVER

  • AKP’nin hayırsever iş adamı Zarrab, siyasilere 800 milyon dolar rüşvet vermiş.

Hayırseveri severler tabi…

MÜLAKAT

Kocaeli Üniversitesi doktora-yüksek lisans öğrencisi alımında, bitirme ve yazılı notları yüksek olanlar mülakatta elendi, düşük notlular mülakatta 100 tam puan verilerek öne geçirildi.

Mülakat,  torpil kat kat…

Avusturya ADD ile webinar toplantımız

Değerli İnsanlar

19  Eylül 2020 Cumartesi günü Türkiye saatiyle 21:00’da ZOOM üzerinden Prof. Dr. Ahmet Saltık ile PANDEMİ konulu bir toplantı gerçekleştirilecek. / GERÇEKLEŞTİRİLDİ..

Tıklayınız ve izleyinz (69 dk.) :

https://youtu.be/xE4qWdV7cXg 

Ayrıntılı bilgiye www.ataturk.at sayfasından ulaşabilirsiniz.

Zoom Konferans bilgileri :  Aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak katılabilirsiniz.

https://ataturk-at.zoom.us/j/81720625228

Meeting ID: 817 2062 5228
Şifre gerekmiyor. Lütfen çevrenize de duyurunuz.

Sevgilerimle
Erol Güçlü / Viyana
Avusturya ADD Kurucu Başkanı
mailto:erol@guclu.at
======================================
Dostlar,

ADD Viyana Şubesinde Haziran 2006’da, kurucu başkan Sn. Erol Güçlü‘nün çağrısıyla

  • “AB-D Emperyalizmi Türkiye’den Ne İstiyor?” 

başlıklı bir görsel konferans vermiştik.. 14,5 yıl sonra, tarihsel dersler çıkarılması ve tarihe not düşebilmek, silkinip geleceğimize el koyma amacıyla bu kapsamlı sunumu web sitemizde yayınladık..

Viyana konferansımız : BATI (AB+D) = KÜRESEL EMPERYALİZM TÜRKİYE’den NE İSTİYOR ??

Bu belgesel dosyayı çağırıp izleyebilirsiniz.

Paylaşılması ve gereği için ilgi ve bilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

“TTB’nin Yanındayız!”

“TTB’nin Yanındayız!”

Değerli Meslektaşımız,

Bizler binlerce yıldır bu topraklarda iyi hekimlik yapmaktayız.

”…Mesleğimi vicdanımla ve onurumla uygulayacağıma,
Önceliği her zaman hastamın sağlığına vereceğime,
İnsan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime,
Bana gözdağı veriliyor olsa bile, tıbbi bilgimi, insan haklarını ve birey özgürlüklerini çiğnemek için kullanmayacağıma,

Kararlılıkla, özgürce ve onurum üstüne

ANT İÇERİM

diyen hekimlerin meslek örgütü olan, her zaman hekimlerin, sağlık çalışanlarının ve halkın yararını gözeten, kurulduğu 1953 yılından itibaren bilgi ve birikimini ülkemizin ve halkımızın bedenen, ruhen ve sosyal olarak daha sağlıklı olması için kullanan TTB’nin içinde ve yanında olmaktan onur duyuyoruz.

Toplum sağlığını önceleyen, halkın sağlık hakkını savunan, bilimsel ve özgür düşünceden taviz vermeyen meslek örgütümüz iyi ki var, hep var olacak diyoruz.

Adana Tabip Odası
Adıyaman Tabip Odası
Ağrı Tabip Odası
Ankara Tabip Odası
Antalya Tabip Odası
Aydın Tabip Odası
Balıkesir Tabip Odası
Bartın Tabip Odası
Batman Tabip Odası
Bitlis Tabip Odası
Bolu-Düzce Tabip Odası
Bursa Tabip Odası
Çanakkale Tabip Odası
Denizli Tabip Odası
Diyarbakır Tabip Odası
Edirne Tabip Odası
Elazığ Tabip Odası
Eskişehir-Bilecik Tabip Odası
Gaziantep-Kilis Tabip Odası
Hatay Tabip Odası
Isparta-Burdur Tabip Odası
İstanbul Tabip Odası
İzmir Tabip Odası
Kahramanmaraş Tabip Odası
Kastamonu-Çankırı Tabip Odası
Kırıkkale Tabip Odası
Kırklareli Tabip Odası
Kocaeli Tabip Odası
Manisa Tabip Odası
Mardin Tabip Odası
Mersin Tabip Odası
Muğla Tabip Odası
Muş Tabip Odası
Nevşehir Tabip Odası
Osmaniye Tabip Odası
Rize-Artvin Tabip Odası
Sakarya Tabip Odası
Samsun Tabip Odası
Siirt Tabip Odası
Sinop Tabip Odası
Şanlıurfa Tabip Odası
Şırnak Tabip Odası
Tekirdağ Tabip Odası
Trabzon Tabip Odası
Uşak Tabip Odası
Van-Hakkari Tabip Odası
Zonguldak Tabip Odası

Ankara Tabip Odası

TTB’nin Covid-19 raporunda korkutan uyarı: : Tsunami bizi bekliyor

TTB’nin Covid-19 raporunda korkutan uyarı: Tsunami bizi bekliyor

Türk Tabipler Birliği (TTB) COVID-19 İzleme Grubu, “Açılmadan Bugüne Türkiye” raporunda Türkiye’nin son altı aylık dönemini değerlendirdi. “Salgın Yönetilemiyor, Fırtına Kapıda” başlığıyla 85 uzman ismin hazırladığı raporda, “Bizi bir tsunami bekliyor. Önümüzdeki kış, bahar ve yaz aylarını aşısız geçireceğimizi bilmek zorundayız” görüşü dile getirildi.

TTB'nin Covid-19 raporunda korkutan uyarı: Tsunami bizi bekliyor

Sözcü‘de yer alan habere göre, TTB’nin Covid-19 pandemisi değerlendirme raporunu TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. D. Sinan Adıyaman, TTB Covid-19 İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, Merkez Konseyi üyesi Prof. Dr. Özlem Kurt Azap’ın katıldığı sosyal medya üzerinden yapılan basın toplantısında Doç. Dr. Osman Elbek açıkladı.
TTB DİNLESEYDİ, BU KADAR ÖLÜM OLMAYABİLİRDİ
Elbek’in sunduğu raporun amacı, “41 i hekim olmak üzere 95 sağlık çalışanı ve 7 bin 506 yurttaşı Covid-19 nedeniyle kaybettik. Tüm amacımız ölümleri önlemektir” şeklinde açıklandı. Rapor sunumu öncesi konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, “TTB’nin önerileri hayata geçirilseydi, bizlerle yapıcı eşitlikçi bir eşgüdüm sağlansaydı bu kadar ölüm yaşanır mıydı?” sorusunu gündeme getirdi.
LİTERATÜRE GÖRE KUSURSUZ FIRTINA GELİYOR
Raporu sunan Doç. Dr. Osman Elbek, grip mevsiminin gelmesiyle birlikte Covid-19 salgının ürkütücü boyutlara varacağına dikkat çekerek şunları söyledi:
  • Salgın yönetilemediğini, ancak fırtına kapıda olduğunu vurgulamak istiyoruz. Fırtınadan kastımız, yaklaşan mevsimsel grip salgınıyla Covid-19 birleştiği bir süreçtir. Bu literatürde kusursuz fırtına olarak adlandırılmakta. Çünkü bu sürecin çok daha fazla ölümcül etkisi olabileceğini öngörüyoruz, bu yüzden fırtına kapıda demeye çalışıyoruz”.

YARGILAMAK DEĞİL, ANLAMAK ÖNEMLİ

Salgının geldiği boyutların bilimsel ölçütlere uyulmadan hızlı ve denetimsiz açılım yapılmasından kaynaklandığı belirtilen raporda, sorunun çözümü için önemli olanın yargılamak değil, anlamak olduğu vurgulandı. Covid-19 pandemisinin insani, tıbbi, ekonomik, sosyal ve siyasal bir sorun olduğunun altı çizildi.

HALA MESLEK HASTALIĞI KABUL EDİLMEDİ

Raporda sağlık çalışanlarının adaletsizce yaklaşımlara maruz kaldığı, hekimlerin kaygı verici düzeyde değersizlik ve tükenme hisleri içinde olduğuna dikkat çekilerek “İçlerinde hak kaybına uğrayacak olsalar da istifa etmeyi düşünen, psikiyatrik destekle ayakta kalmakta çalışanlar var. Birçok ülkede Covid-19 meslek hastalığı olarak kabul edilirken, Türkiye’de meslek hastalığı kabul edilmiyor” denildi.

RAPORDA ÖNE ÇIKAN BAŞLIKLAR

Raporun Covid-19 salgın sürecinin değerlendirildiği bölümünde Türkiye’nin Zayıf ve güçlü yönlerini anlatan Doç. Dr. Elbek şunları söyledi:

– Başarılı olduğu alanlar veya işine yarayacak sahip olduğu avantajlar, sağlık çalışanlarının özverisi ve bilimin gücü. Geliştirilmesi gereken zayıf yönleri ise sağlıkta dönüşüm programı, salgın yönetim yetersizliği, birlikte çalışabilme becerisi olmayışı ve pandemiyi doğru okuyamamak.

Pandemi sürecine olumsuz etki yapan problem ve riskler ve tehdit ise otokratik ülke yönetimi. Türkiye’de tepeden tırnağa her şey artık ortak aklın dışında yürümeye başladı. ‘Ben bilirim’ zihniyeti salgın yönetimi politikasına yapılacak en kötü adımdır. Hep birlikte yönetmeye, bir birimizden öğrenmeye ihtiyacımız var.

– Salgının denetim altına alınma politikasının demokratik ve ortak akıldan geçen bir sistemi tüm Türkiye inşa etmekten geçtiğini görüyoruz. Yaşanan ekonomik kriz ve sağlığın ticarileşmesi, hastanelerin ticarethane olarak kabul edilmesi bir tehdit.”

“BİZİ BİR TSUNAMİ BEKLİYOR”

Elbek, dünyanın hemen tüm ülkelerinde olgu düzeylerinde pikler yaşandığını belirterek “Bu beklenen bir şeydi. Ama Türkiye’nin olgu sayıları hiçbir pike izin vermeden devam etti. TTB olarak Temmuz ve Ağustos’ta uyarı yaptık. Bunun iyi bir şey olmadığını, eğer buna etkin önlem alınmazsa Eylül ayında, grip mevsimine çok yüksek hasta sayısıyla girebileceğimizi ifade etmiştik. Keşke hayat bizi doğrulamasaydı. Şimdi önümüzde bizi bir tsunami bekliyor. Biz yüksek bir toplumsal bulaş havuzuyla bu sürece giriyoruz. Çünkü açılma dönemini bilimsel kriterlere uygun yapmadık” görüşünü dile getirdi.

“65 YAŞ ÜSTÜ DEĞİL, GÖRECE GENÇ İNSANLAR ÖLÜYOR”

Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre Türkiye’deki erkek ölümlerinin, Avrupa bölgesi erkek ölümlerinden daha fazla olduğunun görüldüğünü söyleyen Elbek, 65 yaş üstündekilerin insan hakkının ihlal edildiği bir süreç yaşandığını belirterek sözlerine şöyle devam etti:

“Bizde 65 yaş üstü ölüm oranı daha düşük. Avrupa bölgesinde %88 iken ülkemizde %71. Bir sayın valinin söylediği gibi bir ayağı çukurda olanlar ölmüyor. Görece daha genç insanlar ölüyor. O zaman bu iki nedeni iyice araştırmamız lazım. Tütün kullanımı mı, obezite mi, şeker hastalığı gibi diğer etmenler mi? Eğer ölümleri düşürmek istiyorsak, neden İstanbul, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Marmara’da ölüm hızı yüksek ve daha fazla insan ölüyor, bunu incelemek lazım.”

AŞIDAN 1 YIL ÇOK FAZLA KATKI BEKLENMEMELİ

TTB Covid-19 izleme grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, Covid-19 aşısıyla korunmanın önümüzdeki en az 6 aylık süreçte mümkün olmadığını söyledi. Pala, aşıdaki gelişmeleri şöyle anlattı:

– Dünyada şu anda en kısa sürede uygulamaya geçebilecek aşılara baktığımızda, bu aşıları üretebilecek firmalar 1 yıl içerisinde 300 milyon doz civarında bir aşı üretiminden söz ediyorlar. Yani yıl sonuna kadar aşılar hem güvenilirlikleri, hem de koruyucuları açısından onaylansa ancak bir aşı 300 milyon doz üretilecek. Bu dozun dünyaya yetmesini bırakın, önde gelen birkaç ülke tarafından şu anda ön satın alması bile yapılmış durumda.

– Dolayısıyla ne 2020 yılı için nede 2021 yılının ilk ayları için, en azından ilk 6 ayı için dünya da aşıyla korumanın ciddi bir gündem oluşturmayacağı anlaşılıyor. Dünya Sağlık Örgütü geçen hafta bu konu hakkında önümüzdeki 1 yıl için aşıdan çok fazla katkı beklenmemesi gerektiğinin altını çizdi”.

BÖLGESEL KAPANMALAR GÜNDEME GELEBİLİR

Günlük yeni olgu görülme sıklığının 100 binde 1’in üzerinde olduğu her yere özgü önlem almak gerektiğini söyleyen Pala, “Türkiye’de salgının neredeyse ağırlıklı olarak sınıfsal bir özellik göstermesinden de yola çıkılarak, kamu-özel sektör ayrımı olmaksızın bütün çalışanları ve aileleri için en az 2 hafta sürecek bir kapanma gündeme gelebilir. Ama bu kapanmayı bütün Türkiye için önermek yerine salgının gerçek verileri üzerinden yeni olgu görülme sıklığının nerelerde olduğu belirlendikten sonra tartışmamız gerekir” diyerek filyasyon verilerinin açıklanmasının bulaş kaynaklarının ev, işyeri ortamları, okullar ve toplu ulaşım mı olduğunu verilerine ulaşılacağını, bununda salgının önlenmesinde büyük rol oynayacağını söyledi.

HALK TV Programımız : 21 Eylül 2020

Dostlar,

Bu gün, 21 Eylül 2020 Pazartesi saat 13:15 sonrasında HALK TV’de olacağız.. /  OLDUK..

TTB’nin basın açıklaması, salgın ortasında okulların açılması, bu akşam beklenen olası yeni önlemleri.. konuşacağız.. / KONUŞTUK..

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Savunma hakkı kutsaldır

Savunma hakkı kutsaldır

Yekta Güngör Özden Biyografi.info.

Yekta Güngör Özden
SÖZCÜ, 21 Eylül 2020

Öncelikle kutsallığı inanç-din bağlamında değerlendirerek anlamlandırmak kavramı sınırlamak, anlamını daraltmak olur. Sözcüğü değindiği konu, çözmeyi amaçladığı sorunla ilgili açıklamak ilgi bağı yönünden daha uygundur. Kutsallık mutlak ve yalnız inanç alanıyla ilgili değildir. Varlığı, niteliği, yapısı, değeri nedeniyle önem taşıyan, özen ve duyarlıkla sözü edilenler kutsallıkla anılabilir. Üstünlük, özellik, değer ölçüleri yönünden özgünlüğü olanlar bu kapsamdadır. Dokunulmazlığı, saygınlığı, yaşam ve özgün değerler yönünden belirgin ayrıcalığı olanlar da böyledir. Yurdun, bayrağın tartışılmaz özellikleri için olduğu gibi. Savunma, yaşam, hak ve adalet güvencesidir.

İnsan varlığını, yaşamını, sağlığını, haklarını, özgürlüklerini doğrudan ilgilendirdiğinden İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin

  • İnsanın istibdat (baskıcı düzen) ve baskıya karşı son çâre olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması esaslı bir zaruret olması..

diyerek önemi vurguladığı, ayrıntılarını 1, 8, 10, 11, 19’uncu; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi‘nin de 5, 6, 7 ve 10’uncu maddelerinde güvenceye aldığı haklar, yaşamsal değerlerin hukuksal dayanaklarıdır.

Ulusal hukukumuzda Anayasa‘nın 12-15’nci ile 17-27’nci ve 35-39’uncu maddelerinde öngörülen haklar ve özgürlükler, 41, 57 ve 61’inci maddelerindeki sosyal haklardan sonra 66-74. maddelerde belirlenen siyasal haklar, ulusal yaşamın dayanaklarını oluşturmuştur.

Ceza yasalarında haklara ve özgürlüklere karşı işlenen suçlar için öngörülen cezalar, yöntem yasalarında da hakların kullanılmasına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Başta anayasal düzen olmak üzere birey ve toplum yaşamına yönelik suçlar için öngörülen cezalarla disiplin cezasına kadar uzanan ayrıntılar yasalarda yer almaktadır.

1963 yılında Türkiye Baro Başkanlarının düzenlemeye başladıkları Avukatlık Kanunu Tasarısı’na 1965-66 yıllarında Ankara Barosu Genel Sekreteri iken son biçimini verdiğim metni Baro Başkanımız Avukat Saffet Nezihi Bölükbaşı’nın başkanlığındaki bir kurulla Adalet Bakanı Hasan DİNÇER’e sunmuştuk. İktidarın TBMM’ne taşıdığı bugün kimi değişikliklerle uygulanmakta olan 1136 no.lu Avukatlık Yasası‘nın yürürlük süreci böyle gelişmiştir. Temelde ve genelde savunma mesleği olan avukatlığın günümüzdeki meslek yapısı Barolara yönelik olumsuz girişimler, devletin temeli olan adaleti gerçekleştirme ve yaşama geçirme çalışmalarına gölge düşürecek birer sapmadır. Siyasal duyumsuzluklar ve çirkin partizanlıklarla meslek örgütünü yanlı ve etkisiz duruma düşürmek bağışlanmaz büyük kusurdur. Nasıl kimi avukatların bir siyasal parti genel başkanını ziyaret edip ayrı baroyla yanlılıklarını açıklamaları yanlış ötesi sakıncalı ise, yurttaşların partilerine göre avukat isteyip bulmaları da o ölçüde olumsuzdur. “Parti Baroları” olmasa bile “Partili Baro”lar mesleğe ihanet, adalete saygısızlıktır.

Siyasal tarih, nice olaylardaki savunma hakkı anlatımlarıyla doludur. Yaşamı sona erdiren kararların savunmaya verdiği olanak ile hiç savunmasız ölüm uygulamalarının duyurduğu tepkiler, sorunun önemini ortaya koyan insanlık özlemleridir. Yaşam hakkının en belirgin, en önemli öğesi olan savunmaya ilişkin Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Ali SİRMEN 4.9.2020 günlü yazısında savunma kurumundaki çalkantılara değinerek konunun önemini ve değerini duyuruyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Robert SPANO 3.9.2020 günü Ankara’da verdiği demeçte

  • Hukuk üstünlüğü ilkesi, bize yol gösteren, ileriye gitmemizi sağlayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin parlak yıldızı, kutup yıldızıdır.
  • İktidardaki kişiler mahkemeleri kontrol edemez.
  • Yasalar yalnızca halka değil, gücü elinde bulunduranlara da tartışmasız uygulanmalıdır.
  • Yasaların üstünde hiç kimse yoktur.”

diyerek konunun özelliğini vurgulamıştır. Kimi zaman, kimi durumlarda “son söz” olan savunma, yaşamın noktalanmasıdır.

 

Sağlık Bakanı ve Türk usulü filyasyon

Sağlık Bakanı ve Türk usulü filyasyon

Nuriye Ortaylı


Doktor, Halk Sağlığı Uzman
21 Eylül 2020,
https://yetkinreport.com/2020/09/21/saglik-bakani-ve-turk-usulu-filyasyon/?fbclid=IwAR048f3tiotzRdALrRl9DafpnjHhQtuKO7hvyRfwOtLzQDrvdaF3C3tM4ws

Sağlık Bakanı Koca’nın filyasyonla ilgili son açıklamaları gerçeklerle tam örtüşmüyor. (Foto: Twitter/CNNTürk)

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Hürriyet’ten Ahmet Hakan’la görüşmesinde Türkiye’deki filyasyonun dünyada eşi benzeri olmadığını söylemiş. Salgının başından beri hemen her alanda tekrar tekrar duyduğumuz bir nokta bu. Yalnızca Türkiye’de uygulanan ilaç tedavileri, yalnızca Türkiye’nin ulaştığı tedavi başarı oranları, yalnızca Türkiye’de uygulanan haftasonu sokağa çıkma yasakları. Sağlık Bakanlığı salgın yönetiminde orijinalliği önemsiyor.
Her ne kadar yeni Koronavirüs, adı üstünde yeni bir etken olsa da salgınlar yeni değil. Yazılı tarihte, hatta daha öncesinde (Firavun, Musa’yı dinlemediği için Mısır’a bir salgın hastalık musallat olur) salgınlar vardı. İnsanlık, Covid’i tedavi etmeyi yeni yeni, deneye yanıla öğreniyor. Henüz aşı ya da önleyici bir tedavi geliştirilemedi, ama salgınları, Covid’e benzer solunum yoluyla bulaşan etkenlerin yarattığı salgınlar da dahil, kontrol altına almak konusunda çok şey biliyoruz.

Filyasyonda Türkiye’den başarılı ülkeler

Nitekim dünyada bazı ülkeler, mesela Moğolistan, Vietnam, Singapur, Tayland, Taiwan bu ilkeleri uygulayarak salgının başlamasını önledi. Başka bazıları da mesela, Güney Kore, Japonya, Çin Halk Cumhuriyeti, Yeni Zelanda, Uruguay, Ruanda zaman zaman ufak dalgalanmalar olsa da kontrol altında tutmayı başarıyorlar.
Bu saydığım ülkelerin çoğunun Güneydoğu ve Doğu Asya’dan olması kanımca tesadüf değil. Bu bölgedeki ülkeler 2002-2003 SARS salgınını yaşamış ve dersler çıkararak aradaki on beş yılda halk sağlığı altyapısını güçlendirmişlerdi. Özellikle de Türkçe’de Latince’den alınmış bir kelimeyle filyasyon dediğimiz, diğer birçok dilde temaslıların aranması (contact tracing, recherche des contactes) denilen sistemi güçlü bir şekilde kurmuşlardı. O kadar ki bu ülkelerin çoğunda filyasyon çalışmasının dedektif gibi “Vaka Sıfır” denilen, bir salgın öbeğine virüsü ilk getiren kişinin bulunmasına kadar sürdüğünü yalnızca kişilerle görüşmeyi değil, bulaşmanın olduğu ortamların incelenip, bulaşmaya katkısı olan faktörlerin belgelendiğini bilimsel dergilerde yaptıkları yayınlardan biliyoruz.

Yukarıdaki ve aşağıdaki şekiller Çin’de yapılmış bir araştırmanın sonuçlarını gösteriyor. Restoranda yemek yiyen henüz belirti göstermeyen, daha sonra pozitif çıkan bir kişinin, kendi masasında ve diğer masalarda enfekte ettiği insanları gösteriyor. Pozitif vaka, klima cihazının altında oturuyormuş; hava akımıyla oldukça uzak masalardaki insanlar da enfekte olmuşlar. Klimaları kullanmayın bilgisi bu makaleye dayanıyor, kapalı ortamlarda bulunmayın bilgisi de. Restoranların ilk kapatılan mekanlar olması da…

Aslında bugün neredeyse her dünya vatandaşının öğrendiği yeni Koronavirüsün bulaşma yolları, en çok hangi ortamları sevdiği gibi bilgileri bu ayrıntılı filyasyon raporları sayesinde öğrendik. Bizden tek bir yayın yok. Bilimsel yayın olmadığı gibi kamuyla paylaşılan tek bir rapor, vaka analizi, öbek analizi vb yok. Dolayısıyla filyasyon çalışmalarının başarısı ve niteliği konusunda fikir yürütmek çok zor.

Bakanın verdiği bilgiler ne kadar doğru?

Bakan testi pozitif çıkanların temaslılarının evde izlenmesinin bir tek Türkiye’de yapıldığını söylemiş. Bu konuda yanıldığını düşünüyorum. Çünkü temaslıların karantinası, sanıyorum Wuhan salgını dışında bütün ülkelerde evde yapılıyor. Her ülke kendi altyapısına göre farklı yöntemlerle karantinadaki bu “temaslıları” izliyor. Mesela Ruanda’da emek yoğun bir şekilde, her köyde, her mahallede bulunan, o köyün/mahallenin ahalisinden seçilmiş ve kısa sürede eğitilmiş, toplum sağlığı çalışanları kullanılıyor. Kore’de, Çin’de, ABD’de telefon takipleri ve karantinanın kırılmasını önlemek için cep telefonu aplikasyonları kullanılıyor.
Ama sonuçta başarılı filyasyon çalışması yürüten bütün ülkelerin bir takip sistemi var, bu olmazsa olmaz. Dolayısıyla Bakanın anlattıklarından uyguladıkları filyasyon programının hangi kısmının Türkiye’ye has olduğunu anlamak mümkün değil.
Zaten kanımca peşinde olmamız gereken şey orijinallikten ziyade başarı olmalı. Salgını kontrol altına almakta başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değil. Hızlanan vaka sayılarına da filyasyon ekiplerinin yetişmesi mümkün değil. Yetişemediklerini kırsal bölgelerde, temaslılara bildirimin jandarma tarafından yapıldığını duyunca anlıyoruz. Neresinden baksanız sakıncalı bir yöntem, zira filyasyonda insanlarla güven ilişkisi kurulması, doğru bilginin alınması için hayati önemdedir.
Üstelik temaslı ziyaretinde, yalnızca evde kalın demenin ötesinde temaslının ve ailesinin bulaşmayı önlemek için bilgilendirilmeleri gerekir. Jandarmanın bu konuda herhangi bir yetkinliği olabilir mi? Daha önce Bakanlık vakaların hangi şehirlerden olduğunu açıklamamalarını kişisel bilgilerinin korunması konusundaki duyarlılıklarına bağlamıştı. Kapısına jandarma gönderilen temaslılar, kişisel bilgilerinin korunduğuna inanabilirler mi?

Pozitif hastanın eve gönderilmesi

Dünya Sağlık Örgütü testi pozitif çıkan, testi pozitif olmasa da Covid ile uyumlu belirtiler gösteren herkesin bir sağlık kuruluşuna yatırılarak bakımını ve izolasyonunu öneriyor. Ancak bunun olanaklı olmadığı durumlarda, yani sağlık kurumlarının kapasitesinin vaka sayılarına cevap veremediği hallerde, bu hastaların, yurtlar, stadyumlar, spor salonları vb.den dönüştürülmüş kurumlarda bakılması gerektiğini söylüyor. Ya da riski çok düşük olan ve çok hafif belirtileri olanların, evde bulaşmanın önlenmesi için sıkı tedbirler alınmak koşuluyla eve gönderilebileceğini vurguluyor.
Sağlık Bakanı neredeyse her gün akşam yatak sıkıntımızın olmadığını, yatak doluluk oranlarının yüzde elli civarında olduğunu tekrarlıyor. Üstelik Bakan, iki hafta önce Diyarbakır’da yaptığı basın toplantısında, şehirdeki bulaşmanın yüzde doksanının hanelerde gerçekleştiğini ve o gün yapılan takiplerde, evde olması gereken pozitif hastaların ve temaslılarının yüzde onunun evde bulunamadığını söyledi.
Bu üç bulguyu birbirine bağlayınca testi pozitif çıkanların, üstelik ellerine Hidroksiklorokinin gibi ciddi yan etkileri olan bir ilaç verilip eve gönderilmesini anlamak mümkün değil. Yataklar yarı yarıya boş ise neden izolasyona uymama oranları yüksek insanları, başkalarıyla birlikte yaşadıkları evlere gönderiyoruz? İmkansızlıklar içinde bir ülke olsak, başka çaremiz olmadığı için başvurulabilecek bu yönteme neden başvuruyoruz? Bu gerçekten Türkiye’ye has bir uygulama.

Bulaşma hızı yalnızca filyasyonla önlenemez

Yalnızca hastanelerdeki sağlık çalışanları değil, filyasyonda çalışanlar da dayanma sınırlarının ötesindeler. Kapı kapı gezmekten, yoruldular, enfekte oluyorlar. Bir aile hekimi arkadaşım, Temmuz ayı başında bölgesinde 15 temaslı izlerken, Ağustos ortasında 60 pozitif hasta ve onların dört beş katı temaslısını izlemek zorunda kaldığını söyledikten bir gün sonra kendisinin enfekte olduğunu öğrendim.
Hızlanan sayılara filyasyon ekiplerinin yetişmesi mümkün değil. Net bir strateji geliştirip, tehdidin büyüklüğüne uygun tedbirler alınmadığı sürece ağır hastalığın ve ölümlerin önünü almamız mümkün değil. Virüsün davranışını artık biliyoruz, önlem alınmadığı sürece, hele enfeksiyon bizde olduğu gibi ülke çapında yaygınsa, bulaşma hızlanarak devam ediyor. Maalesef can kayıpları da.