Boğaziçi öğrencilerinden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup

Boğaziçi öğrencilerinden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup

Boğaziçi Üniversitesi’nin yürekli gençlerinin tümüyle meşru saptama, uyarı ve istemlerine bütünüyle katılarak paylaşıyoruz.. (Dr. Ahmet Saltık)
***

Boğaziçili öğrenciler, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerini hedef alan açıklamalarının ardından açık mektup yayınladı. Öğrenciler,Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz. Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz” ifadelerini kullandı.

Boğaziçi öğrencilerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a açık mektup

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’de uzun yıllar siyaset yapmış olan Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atamasına yönelik tepkiler sürüyor.

Boğaziçi Dayanışması, açıklamalarıyla kendilerini hedef gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben açık bir mektup yayınladı. Boğaziçi Dayanışması’nın Twitter hesabından, Günlerdir bizleri aracı kanallarla hedef gösteren 12. Cumhurbaşkanına Açık Mektubumuzdur ifadeleriyle paylaşılan mektupta Erdoğan’a Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz hatırlatması yapıldı.

Eylemlerin nedenleri ve taleplerin sıralandığı açık mektupta yer alan ifadelerin tamamı şu şekilde:

“Daha önce Melih Bulu’ya “Bir Provakatör Üstünde Şiir Denemeleri” şiiriyle yanıt vermiştik. Konunun asıl sorumlusunun siz olduğunuzu anlayıp yanıt vermeniz sevindirici. Bugüne kadar bizimle TÜRGEV aracılığıyla el altından görüşmeler talep ettiniz. Şimdi de bizimle basın aracılığıyla tartışmaya çalışıyorsunuz. Biz aracıları sevmiyoruz, doğrudan ve herkese açık bir şekilde konuşmayı tercih ediyoruz. Umarız siz de böyle devam edersiniz.

Önce size eylemlerimizin nedenini ve taleplerimizi hatırlatalım:

Üniversitemize öğrencileri ve öğretim üyelerini hiçe sayarak bir kayyum atadınız. Yaptığınız yasal mı? Evet her fırsatta tekrar ettiğiniz gibi yasal ama meşru değil. Bu atama, toplumda içinde zerre kadar adalet kırıntısı taşıyanı isyan ettirecek bir atama!

Üstüne üstlük, bir Cuma günü bir gece yarısı kararıyla daha; hocası, öğrencisi, emekçisi tüm kurumu sindirmek adına fakülteler açıyor, dekanlar atıyorsunuz. Üniversitemizi kendi siyasi militanlarınızla doldurma çabanız, içine düştüğünüz siyasi krizin göstergesidir. Krizinizin mağdur ettikleri günden güne büyüyor!

TALEPLERİNİ SIRALADILAR 

Biz kendi anayasal haklarımızı toplumun tüm kesimlerinin maruz bırakıldığınız haksızlığın farkına varması için kullanıyoruz. Taleplerimiz şunlardır:

* Bu süreçte gözaltına alınan, tutuklanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın!

* LGBTİ+ arkadaşlarımıza ve diğer hedef gösterilen bütün gruplara yönelik itibarsızlaştırma kampanyaları sona ersin!

* Başta bu gözaltılara, tutuklamalara ve hedef göstermelere sebebiyet veren Melih Bulu olmak üzere bütün kayyumlar istifa etsin!

* Üniversitelerde, üniversitenin bütün bileşenlerinin katıldığı demokratik rektörlük seçimleri yapılsın!

‘BİZİ SİZE KOŞULSUZ İTAAT EDENLERLE KARIŞTIRMAYIN’

Yürekleri yetiyorsa diye başlayan bir cümle kurmuşsunuz. Cumhurbaşkanını istifaya çağırmak bir anayasal hak mıdır? EVET! O halde bir anayasal hakkı kullanmak ne zamandan bir cesaret sorunu oldu?

  • Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz.

Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz. İçişleri Bakanı dini hassasiyetleri kaşıyan yalanlar söylüyor. Biz kendimize otosansür uygulamayacağımızı söylüyoruz. LGBTİ+ arkadaşlarımıza sapkın diyorsunuz, biz LGBTİ+ hakları insan haklarıdır diyoruz. Parti üyeleriniz Soma’da madencileri tekmeliyor. Biz işçilerin yanında eylemli bir şekilde saf tuttuk, tutacağız.

  • HDP Genel Başkanını hukuksuz bir şekilde hapishanede tutuyorsunuz. Gazetecileri de sendikacıları da…

Bizse gerçekleri korkmadan haykıranlarla biriz, beraberiz, tüm kayyumların karşısındayız diyoruz.

  • Siz Berkin Elvan’ın annesini mitinglerde yuhalatıyorsunuz. Biz Berkin Elvan’ın yanındayız diyoruz.
  • Siz “Osman Kavala‘nın karısı da bu provokatörlerin arasında yer alıyor” diyerek adını bile anmadan Ayşe Buğra’ya sataşıp, hedef gösteriyorsunuz.

Bir kadının bahse değer tek özelliğinin onun eşi olduğuna dair cinsiyetçi boş inancı çiğ bir üslupla dile getiriyorsunuz. Biz ise “Ayşe Buğra kıymetli bir hocamız, ve bir bilim insanıdır” diyoruz. “Ona yapılmış bir saldırıyı kendinize sayarız” diyoruz. (Siz şimdi de bu mektup için suçluyu övmekten, cumhurbaşkanına hakaretten düzinelerce dava açarsınız, biliyoruz ama doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyeceğiz, onu da biliyoruz!)

Kendi atadığınız rektörü okulda tutacak gücünüz olmadığı için, yeni kurulacak fakültelerle, şişirme kadrolarla ayakta tutmaya çalışmak da pek yüreklice bir tutum olmasa gerek. Bu nedenle yürek konusunda söylediklerinizi ciddiye almıyoruz.

Biz farkındayız ki ne Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’nin en önemli kurumu ne de Melih Bulu’nun kayyum olarak başımıza gelmesi Türkiye’nin en önemli sorunudur. İstifanız talebine gelince, biz sizi bu mesele nedeniyle istifaya çağırmayız. NİYE Mİ? Siz istifa edecek olsanız,

  • Hrant Dink katledildiğinde istifa ederdiniz!
  • Soma’da 301 madenci katledildiğinde istifa ederdiniz!
  • Roboski’de 34 Kürt öldürüldüğünde istifa ederdiniz!
  • Çorlu’daki tren kazasından sonra istifa ederdiniz!
  • Başta KHK’lılar olmak üzere, işsiz bıraktığınız ya da iş bulamayan binlerce yurttaşın geçim derdini görüp istifa ederdiniz!

O zaman halkı yoksulluğa mahkum eden ekonomi politikalarınız içinden çıkılmaz hale gelince damadınızı kurban etmek yerine sorumluluğu üstlenirdiniz.

Örnekler çoğaltılabilir fakat siz hiç istifa etmediniz. Sizin tabirinizle yürekli olmak yerine safça kandırılan olarak görünmeyi tercih ettiniz. Şimdi sizi niye istifaya çağıralım? Biz Melih Bulu o koltukta oturduğu sürece protestomuzu boyutlandırarak sürdüreceğiz. Bu konuda gerekeni yapıp yapmamak ise sizin bileceğiniz iştir.

Biz demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilenlerin yanındayız!

Bu topraklarda ezilenleri meydanlardan, kürsülerden bağırıp tehdit ederek hedef göstererek susturamayacağınızı anlamanız dileğiyle.”

 

HALK TV Programımız – 06 Şubat 2021

Dostlar,

HALK TV’de Sn. Fatma Nur AK’ın konuğu olduk.. (Yaklaşık 23 dakika)

Aşı kıtlığını – yoksunluğunu irdeledik.
Buna ek 3 m doz ilk bölüm aşının 14 Ocak’tan bu yana 24 günde bitirilemediğini, günde ortalama 110 bin doz uygulama yapılabildiğini, bu durumun kabul edilemezliğini vurguladık. Oysa yaygın – hızlı aşılama için mutlaka “seferberlik” mantığı ile düzenleme gerekliydi, AKP iktidarı bunların hiçbirini yapmadı. “Yavaş” gitmek işine geliyor galiba!? “Elimizde aşı var, sırası gelene yapıyoruz, gelen insanlar bu denli..” denmek isteniyor galiba!? Hiç aşı teşviki kamu duyuruları (spotları) göremiyoruz TV’lerde!?

Ama yeterli toplum bağışıklığına hızla erişme olanağı yok bu gidişle.
Bunu sağlayamazsanız, geçelim sönümlendirmeyi, salgını denetleyemezsiniz bile. Öte yandan Türkiye’de uygulanan Çin kökenli SİNOVAC aşısının hastalığa yakalanmayı önleme gücü %50,65 olarak açıklandı ilgili firma tarafından, kıl payı %50 üstünde. Makale The LANCET‘te yayınlandı (Evre 3 ara raporu). DSÖ ve CDC, salgın nedeniyle, %50 koruyucu aşıya bile ivedi (acil) kulanım onayı vereceğini açıklamıştı.

Oysa Sağlık Bakanlığı, bu aşının Türkiye ayağında yürütülen Evre3 çalışmasını çooooook erken sonlandırdı Çin kökenli aşıyı uygulamaya geçmek için. %91,25 koruyuculuk oranı açıklandı. Bu oranın tümüyle bilim dışı, geçersiz, yok hükmünde olduğunu, ülkemizde söz konusu aşının koruyuculuk oranını bilmediğimizi duyurmuştuk o gün(lerde). Bilimsel,matematik temelli tartışma çağrısı yapmıştık ancak karşımıza çıkan ol(a)madı..

Bu arada, yaygın ve ciddi mutasyonlar nedeniyle ( 3 varyant tip 70’i aşkın ülkede görülmekte), mRNA aşıları ve viral vektör aşıların henüz bilinmeyen / açıklanmayan ama ciddi oranda koruyucu etkinlikleri azalmış olabilir. Zaman aleyhimize, mutasyonlar istenmeyen yönde. Öte yandan 100 doz aşıdan 75’i, 10 varsıl ülkece gasp edilmiş durumda! Küresel ölçekte salgın nasıl denetlenir bu durumda??

DSÖ’nün çabaları yetersiz kalıyor, BM ise suskun. Bu tablo nasıl açıklanabilir? BM etkin rol üstlenmeli ve salgının küresel ölçekte yönetimine hakkaniyet temelli dayanışma için ağırlık koymalı. Hep söyledik 24 Ekim 2020’den bu yana; BM Genel Kurulu, 2-4 hafta eşzamanlı bir küresel kapanma çağrısı yapmalı. Ancak böylelikle yangının azgınlığı baskılanabilir salgınla savaşım sürdürülebilir.

Zaman geçtikçe aşılara direnç, dezenfekten – antiseptiklere direnç, sağaltımda (tedavide) kullanılan destek ilaçlara (anti-viral birkaç antibiyotik) direnç; üstüne üstlük daha kolay yayılabilen – bulaştırıcılığı artmış, daha öldürücü yeni varyantlar..

  • Çözümsüzlüğe sürükleniyoruz.

Okullar bu koşullarda açılabilir mi?

Pek çok ülkede sıkı sıkıya kapalı iken.. Türkiye’de böylesi bir yol, yangına benzin dökmek anlamına gelebilir.. Aklınızdan bile geçirmeyin.. Bu yarıyıl böyle gitsin.. bir giderim (telafi) yolu bulunur ama giden canlar geri gelmez!

Sağlık Bakanlığına Çağrı

Ayrıca, Çin firması SİNOVAC’ı yeter hız ve miktarda üretemiyorsa, lojistik tedarik sıkıntılı ise, -ki apaçık öyle- Reis Hazretleri Çin’li mevkidaşını telefonla arayıp desin ki:

  • Türkiye’de uluslararası yetkilendirilmiş (akredite) GMP ve GLP standartlı farmasötik ürün kuruluşlarımız var, sizin lisansınız altında burada da üretelim, hız kazanalım…

O halde yapılacak daha çoook iş var.. Çok özetle :

  1. Aşılamayı hızlandırmak ve 0-18 yaş dilimi dışında 70 milyon tüm nüfusu hedeflemek zorunludur çünkü %50 koruyucu aşı ile ancak 35 milyon insanı bağışık kılabilirsiniz.
  2. Okulları bu ortamda açmak yangına benzin dökmektir, bu yarıyıl böyle kapanmalıdır.
  3. İlaç devi Merck-S&D bile aşı geliştiremedi havlu attı; Çin’e Sinovac lisansıyla Türkiye’de üretim önerilmeli GMP-GLP standartlı ilaç fabrikalarımızda.
  4. 2-4 hafta tam kapatma hala zorunlu, direnmek boşuna!

Ayrıntılara ve daha çoğuna aşağıdaki erişkeden (linkten) ulaşabilirsiniz.

İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin hızla yerine getirilmesi dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 07 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı?

Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı?

Image result for UMUR GÜRSOY
print sharing button
  • Sadece aptal sığırlar kasaba oy verir.
    (Bir TV dizisinden replik)

[Çevre ve sağlıkta risk iletişimi -8] Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı? – Yeşil Gazete (yesilgazete.org)

Saptamalarımıza devam edersek, şehir yaşamında dahi kırsal, göçebe ve aşiret düzeni alışkanlıklarımızı terk edememişiz. Çarpık kentleşme, çarpık sanayileşme, çarpık bir ‘yenileşme karşıtlığı’ ve çarpık bir ‘milliyetçilik’ bunlara eşlik etmeye devam ediyor. Yani hâlâ, yeni bitmiş gecekonduya taşınma ve yerleşme telaşesinde gibiyiz; başımızı kaldırıp da çevremizde neler olup bittiğine bakmaya, bahçe düzenlemesine vb. bir türlü sıra gelmiyor. Bu nedenle, dördüncü yazımızda Uğur Tanyeli’nin sözünü ettiği nükleer santral, hava kirliliği, Covid-19 virüsü salgınları gibi çağdaş korkularımız henüz oluşmamış. Türkiye için yapılmış bilimsel risk iletişimi ve risk algılaması çalışmaları olmadığı gibi; Türkiye’de sağlıkta risk iletişimini bilen, önemseyen, merak eden de yok (bkz. Birinci yazı: Bilgisizlik ve Tam Bilgisizlik Belirsizliği’). Sağlık Bakanlığı’nın, devlet kurumlarının ve iktidarların ‘risk iletişimine kafa yormak, kapasite geliştirmek’ diye bir dertleri olmamış. Sivil toplum örgütleri, medya, senaryo yazarları ve edebiyatçılar vb. da halkta böyle bir talep yaratamamışlar. Büyük toplum çoğunluğu bir strateji ve öngörü oyunu olan satrançtan ve fen bilimlerinden habersiz.

Oysa, çevre ve sağlıkta risk değerlendirmesi, riski yönetimi ve riski iletişimi konuları uzak hamleleri iyi görmekle ve hesaplamakla çok ilgili. Ülkenin pek çok istatistiği gibi çevre ve sağlık istatistikleri de ya hiç ya da il- ilçe-mahalle/köy özelinde yayımlanmıyor. Medya, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve üniversiteler özgür/özerk değil. Ülkenin çeşitli konularda gereksinimi olan Ülke Karakter/Veri Tabanları -Profile/Data Base (örneğin Ulusal Bireysel Besin Tüketimi ve veya ilaç tüketimi, aşı karşıtlığı vb.) yok vb vb…

Ülkemizde iletişim deyince sadece iletişim fakültesi, basın-yayın ve medya anlaşılıyor. Ülkenin risk iletişimi becerileri konusunda deneyimli az sayıdaki insan gücü, SB’nın kariyeri ve deneyimi ödüllendirmeyen işlendirme (istihdam) politikaları nedeniyle küstürülmüş ve ilgisiz görevlerde kaybedilmiş.

Türkiye’nin ithal etmek zorunda kaldığı (Covid-19 dışı) tüm aşıların üç yıllık maliyeti (40 milyon dolar) gibi bir harcamayla ile ancak tekrar kurulabilecek Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nin önce Aşı Üretim Enstitüsü, 2004’de; sonra da tamamı 2011’de 663 sayılı kanun hükmündeki kararname ile büyük bir strateji eksikliği ve öngörüsüzlükle kapatılmış.

Bireyler ne yapabilir?

Yukarıdaki paragraflardaki saptamalarımızın çevre ve sağlıkta risk iletişimi ve algılamasıyla ilgisini kurmayı okurumuza bırakıyorum. İnsanların çoğu, korktuğu tehlike başına gelmeden tehlikenin olasılığını derinlemesine anlayıp algılamazlar. Dördüncü yazımda belirttiğim gibi, Türk halkının ekonomik kriz olmasından korkmasının (%76’sı) temelinde ekonomik kayıplara uğramaktan ve işini kaybetmekten korkmak vardır. Risk iletişiminde ekonomik kayıplara uğrama ve işini kaybetme riskine yeterince vurgu yapılmamakta ve anlaşılır bir risk senaryosu yazılmamaktadır. İnsanların kurallara uymadıklarında domino etkisi (it ite, it kuyruğuna) nedeniyle işlerini kaybedebileceklerini anlatmak, algılatmak gerekir. 

Bu konuda devleti ilgilendiren toplumsal önerilerimi bir önceki yazımda yapmıştım. Bunlardan bilinemezliklerle ilgili, sorulamayan, söylenemeyen ve bireylerin yapabileceği üç eylemi yazarak yazı dizimizi sonlandırıyoruz.

Toplumun %60’ının aşılanması 2022 Ocak’a kadar sürer

Ülkemize gelen Çin malı Sinovac inaktive (ölü virüs içeren) Covid-19 aşısının 3 milyon dozluk ilk partisi, birinci öncelikli grup olan çalışan sağlıkçılara yapılmaya başlandı. Çalışan sağlıkçılara aşı önceliğinin bittiği 18.01.2021 pazartesi akşamına kadar sevindirici bir oranla (her yüz sağlıkçıdan 78’i) 830 bin halen çalışan sağlık görevlisi aşı oldu. Emekli sağlıkçıların aşılanması için verilen süre (19.01.2021 Çarşamba akşamı) bitiminde 953 bin olan aşılanan kişi sayısı, diğer öncelikli risk gruplarına yapılamaya başlandığı 20 Ocak sabahından sonraki iki günün (22.01.2021) sonunda 1.202.050 kişi oldu. İki günde öncelikli risk gruplarından 249 bin kişiye yani günde 124 bin 525 kişiye aşı yapılabildi.

Bu aşılama hızıyla en az bir kronik hastalığı olan ya da 65 yaş üzerindeki yaş gruplarında olup acil aşılanması gereken 23 milyonun (sağlık personeli hariç) aşılanması yaklaşık 185 gün yani yaklaşık 6 ay (Temmuz 2021 sonuna kadar) sürer. Toplumun %60’ının (49,8 milyon) aşılanması ise yaklaşık 13 ay (2022 yılı Ocak ayı sonuna kadar) sürecek demektir.

Bu nedenlerle aşı tedariğini takip eden günlerde nüfusun %60’ının dahi ilk doz aşılamaların üç ay içinde bitirilebilmesi için önceki yazımda da belirttiğim gibi ekiplerin tek vardiya çalışması halinde günde en az 553 bin kişi aşı yapılmalıdır.

Elimizdeki Sinovac aşısının koruyuculuğu hakkında henüz yeterli bilgi yoktur. 15-59 yaş aralığında aşının koruyuculuğu en düşük: Yüz aşı yapılanda 50,4 kişi (9000 sağlık çalışanı üzerindeki Brezilya Faz 3 çalışması:). Sonraki: Yüz aşı yapılanda 65,3 kişi (1620 kişilik Endonezya Faz 3 çalışması:). En yüksek ise: Yüz aşı yapılanda 91,25 kişidir (1300 kişilik sağlık çalışanındaki Türkiye Faz 3’ü geçici ilk sonuçları).

Bir aşının koruyuculuğu düştükçe aşılanması gereken toplum yüzdesi artar. Salgınbilimciler  salgının bulaştırıcılığı, bir kişinin 2,5-3,5 kişiye bulaştırması hızında -R0 2,5-3,5 iken- yüzde yüz etkili bir aşıda toplum bağışıklığını sağlayabilmesi için nüfusun % 60-72’sinin; yüzde 80 etkili aşıda nüfusun % 75-90’ının; koruyuculuğu daha düşük aşılarda ise tüm nüfusun aşılanması gerektiğini ifade etmektedir.  Bu nedenle, aksi açıklanıncaya kadar elimizdeki Çin aşısının bir-iki, en geç üç ay içinde nüfusun en az %90’ına yapılması gerekir.

Aşısı yaptırma eğilimleri ve aşı direncinin nedenleri

Ne var ki, Ipsos’un Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması’nın 37. Dönemi Koronavirüse Karşı Aşı Yaptırma Eğilimi verilerine göre 22-26 Ekim haftasından 25-29 Aralık haftasına kadar tekrarlanan bir kamuoyu araştırmasına göre 18 yaş üzeri yurttaşlarımız arasında “Her 10 kişiden 4’ü aşı hazır olunca ilk 3 ay içinde aşı yaptıracağını ifade ediyor.” Aşı yaptırmayı düşünenlerin sayısı 25-29 Aralık haftasında % 44’e yükselmiştir. Çünkü ilk hafta %51 olan aşılanma isteği,  %38 kadar düşmüş, 25-29 Aralık yurttaşların % 32’i kararsız, % 24’ü kesinlikle aşı yaptırmayı düşünmediklerini söylemişlerdir.

Aşı yaptırmayı düşünmeyenlerin nedenleri

Aşı yaptırmayı düşünmeyenler veya kararsız olan bireyler, en çok (yüz kişiden 50-48’i) koronavirüs aşısının yeni olmasından ötürü olası yan etkilerinden endişe ettiklerini belirtmişlerdir. 2-7 Aralık haftasında “Aşı firmasına/aşıya güvenmiyorum” diyenler ikinci, “Aşının beni koronavirüse karşı koruyacağını düşünmüyorum” diyenler ise üçüncü en çok aşı yaptırmama nedeni olarak bulunmuştur.

Bir örnek üzerinde tartışalım: Aşının koruyuculuğunun % 60 olduğunu varsayalım. Yukarıdaki araştırma verilerine göre toplumda zaten yüz kişiden 24’ü aşı yaptırmayacak olursa kalan 76 kişi aşı yaptırsa bile bunların içinde 30 kişi Covid-19’a karşı korumasız olacak, yakalanırsa hastalığı hafif geçirecek, ama yüz kişiden 54’ü hâlâ hastalığı yayacak. Bunu Türkiye nüfusuna yansıtırsak 44,82 milyon kişi hastalığı geçirme ve bulaştırma olasılığında olacaktır. Gerçek toplumsal bağışıklık oranı % 48 gibi ( salgınbilimcilerin istemediği, yani salgından korumayan bir oranda kalacaktır.

İŞTE BU NEDENLERLE:

1- Özellikle ölü virüs aşısı olan ve ülkemizin ilk ağızda yapmaya başladığı Çin firmasınca üretilen Sinovac aşısını gönül rahatlığıyla yaptırın.

  • Koruyuculuk yüzdesi ne olursa olsun, aşı oldukları halde Covid-19’a yakalananlarda hastalık hafif seyretmekte ve ölüme neden olmamaktadır.

Aşı sonrası yan etki oluşma riski,  Covid-19 hastası olma riskine kıyasla çok çok azdır. Aşı olmak bedensel, ulusal koruma ve özgürlüklerimizin geri gelmesi için tek çaredir. Eğer aşılama çalışmaları hızla istenen oranda toplumsal aşılamayla sonuçlanmazsa 2-3 ay içinde hastalık virüsünde olası mutasyon (yapı değişiklikleri) nedeniyle, var olan aşıların korumadığı yeni bir tip Covid-19 salgını olabilir. Bu nedenle

  • Aşı olmak sadece bireysel korunmanın çaresi değil, bir yurtseverlik, milliyetçilik, insan haklarına saygı göstergesidir.

2- Bize ve sevdiklerimize acımayanlara acımak, kendimizi aldatmaktır. ‘Maske’yi (uygun olarak) takmayan ve aşı olmayı reddettiğini bildiğiniz kişileri çalıştırdığı / bu kişilerin çalıştığı işyerlerinden hizmet ve mal alışverişi yapmayın. Kurumsal ve 1’den çok kişinin çalıştığı işyerlerinde çalışanların yalnızca 1’i bu hatayı yapıyorsa bile, kurum veya işyeri sahibine acımasızca şikayet edilmelidir. Böyle sorunlu çalışanların işyerleri sahipleri, ‘nedeninin önlemlere uymayan hangi çalışan olduğunu bütün ekibe söyleyerek’, çalışan ekibin hepsine (geçici olarak) maddi veya sosyal hak (performans) cezası vermelidir. Böylece çalışanların içlerinden birisi maske takmaz, aşı olmazsa bütün ekibin işsiz kalacağını anlamaları ve diğer çalışanların maske takmayana sosyal baskı yapması sağlanarak salgın kural ve yasaklarına uyulması sağlanacaktır.

3- Son olarak: Birey olarak gelecekteki salgınlardan korunmak için yapabileceğimiz en iyi işlerden birisi de yaklaşan ilk seçimde oyumuzu kasaplarımıza vermemektir. Ülkemizdeki siyasi mevzuatın eksiklikleri nedeniyle cumhurbaşkanları ve milletvekili gibi yöneticilerin ve siyasetçilerin cezalandırılmaları, ancak genel ve yerel seçimlerdeki oylarımızla olmaktadır. Ayasofya Camisi’nin açılışı, Giresun mitingi gibi sosyal mesafe ve maske denetimlerinin yapılamadığı büyük toplantılar yapmakta ısrar ederek toplumdaki salgın riskini artırıp risk algısını zayıflatan, riski uzun süre saklayarak topluma yalan söyleyen, Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılmasını isteyen, mazlum çoğunluğun değil zalim azınlığın haklarını ve gelirini koruyan vb. siyasetçilere oy vermeyerek kendisi ve partisi cezalandırılmalıdır.

Bu Paralar Nereye Gitti?

Bu Paralar Nereye Gitti?


Recep YILMAZ
Mühendis – Yazar
Cumhuriyet, 29 Ocak 2021

2020 yılı Bütçe Kanunu’nda 139 milyar lira olan bütçe açığının yılsonunda 173 milyar lira olarak gerçekleştiği açıklandı. Bir önceki yılın açığına göre tam %40 arttı. Ama bu bile bir başarı hikâyesi gibi sunuldu. Aslında propagandanın böylesine yakın tarihten aşinayız.

Yine 2020 yılında bütçeden yapılan faiz ödemesi ise 134 milyar lira oldu.

  • 18 yılda toplam 1 trilyon liranın faize ödendiğini artık sağır sultan bile duydu.

Öte yandan 833 milyar lira da vergi toplandı. Peki, bu paralar nereye gitti?

İşinden, gelirinden olan işçiyi yalnızca öldürmeden yaşatacak düzeyde verilen ücretler İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanıyor. Faize kasasından 134 milyar lira çıkan maliyenin işçiye verdiği yok üstelik aldığı bütün ücretlerden vergi tahsil ediyor.

BORÇLANMA HAKKI YOK

2020 yılının büyük kesimi maalesef pandemiyle geçti ve geniş tanımlı işsiz sayısı 10 milyonu buldu. Büyük bir bölümü de ücretsiz izne gönderildi.

  • İki milyondan çok işsiz veya ücretsiz izinli işçi pandemide “Nakdi Ücret Desteği” adıyla oluşturulan günlük 39 lira ile geçinmeye layık görüldü.

    İŞKUR verilerine göre Nisan-Aralık 2020 döneminde 2 milyon 291 kişiye toplam 7.2 milyar lira ödendi. Daha da önemlisi 2020 yılsonunda fonda 103 milyar liralık varlık bulunduğu halde işçiler 39 liraya talim ettirildi. 2020’de günlük 39 lira olan bu Nakdi Ücret Desteği 2021 artışı(!) ile 47 lira oldu. Bu ücretten Damga Vergisi alan bir anlayış ise hâlâ devam ettiriliyor. (AS: Asgari ücretten damga vergisi alan AKP iktidarı, Şehir Hastanelerinin milyarlık sözleşmelerinde damga vergisi yok!)

Kısa çalışma ödeneğini alabilenlerin sayısı ise nisan ayında 3 milyon 243 bin iken aralık ayında bu sayı 1 milyon 238 bin kişiye düştü. İşverenin bildirimiyle ödenebilen bu ücretin alınabilmesi için son üç yılda toplam 450 gün primi ödenmiş ve son 60 gündür de çalışıyor olması gerekiyordu. 2020 yılında bu şekilde toplam 25.3 milyar lira ödendi.

İşsizlik ödeneğini alabilenlerin sayısı ise nisan ayında 592 bin iken aralık ayında bu sayı 207 bin kişiye düştü. 2020 yılında bu şekilde toplam 6.2 milyar lira ödendi. Sigortalı olduğu gün sayısına göre altı, sekiz veya on ay gibi bir süre için verilen işsizlik ödeneğini hak edebilmek Türkiye’de engelli koşu ile eşdeğer.

İşçinin hukuken geçerli olmayacak bir tutanak ile “ahlak kurallarına aykırı davranış” (Kod29) suçlanması işsizlik ödeneğini almasına engel! Bunun iftira olduğunu mahkemede kanıtlayan işçiye ise ödenen bir tazminat yok. Pandemide işten çıkarma yasağından muaf (AS: muaf) tutulan bu yöntem suiistimal edilerek (AS: kötüye kullanılarak) binlerce işçi yine işten atıldı. Üstelik içlerinde önemli bir bölümü sendikaya üye oldukları gerekçesiyle bu şekilde suçlandı.

Yukarıda özetlenen üç başlıkta yapılabilen ödemelerin tümü İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yani işçinin kendi emeğiyle oluşturulan fondan karşılanıyor. Yine fondan devletin kasasına Genel Sağlık Sigortası (GSS) primi ve Damga Vergisi ödeniyor ve böylece Devlet, verdiği desteği fazlasıyla geri alıyor. İşini yitirmiş veya ücretsiz izinde milyonlarca işçinin bu dönemde yalnızca sağlıktan yararlanması amacıyla GSS primi yatırılıyor.

Yani yaşlılık primi yatırılmıyor ve bu dönem emeklilik hesabında ölü dönem olarak kabul edilecek. Üstelik borçlanma hakkı da yok!

İKİ AYRI TUTUM

İşverene yapılan teşvik ödemeleri de bu fondan karşılanıyor. 2020 yılında “teşvik” adı altında 18 milyar lira ve İşbaşı Eğitim Programı adı altında 2.7 milyar lira olmak üzere toplam 20.7 milyar lira işverenin kasasına girdi. Peki, bu dönemde fona yapılan işveren desteği ne kadar? 10.8 milyar lira. Yani işverenler bir koyup iki aldılar! Ticaretin böylesi herkese nasip olmaz.

Pandemide asgari ücret düzeyinde bir gelir desteği verilmeyen bu insanların dışında bir de GSS borçlarından dolayı sağlık hizmetine “ücretsiz” erişemeyenler var!

Bu insanlar ancak kararnamelerle izin verilirse ücretsiz erişebiliyor.

Primini ödeyemeyip borcu birikenler ücretsiz sağlık hizmetine bir kararnameyle 31 Aralık’a dek erişebilmişti. 23 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Kararnameyle 31 Aralık 2021’e değin yine uzatıldı. Yani en temel sosyal hak olan ücretsiz sağlık hakkı bir kez daha Kararnameyle bahşedildi ancak prim borçları birikmeye devam ediyor.

Oysa GSS prim borcunu affetmek geçilmeyen köprünün garantisini ödemek kadar maliyetli değil.

TEKLİYOR ÇARK…

  • Vergiyi tavana yayıp geliri artırarak işçiye, işsize destek vermesi gereken iktidar, doğası gereği tavandan alamadığı vergiyi tersine tabana yayıyor. 

Asgari ücretten bile Gelir Vergisi tahsil ediyor. İşsizin GSS primine yani aylık 107 lirasına göz dikiyor. İşsizleri her ay borçlandırıyor. Tüm bunlar astronomik yolcu garantilerini, ballı ihaleleri cebe indiren müteahhitler (AS: yükleniciler) ülkesinde oluyor. Bu paraların nereye gittiği aleni (AS: açıkça) ortada.

Nihayetinde (AS: sonunda) yaşanan işsizliği, eşitsizliği, yoksullaşmayı unutturabilmek için toplumu daha çok gererek, sağa sola bağırarak, önüne gelene terörist-zillet diyerek toplumun algısını yönetmeye çalışıyor.

Ama Can Yücel’in dediği gibi 

Tekliyor çağın çarkına okuyan çark,
durdu muydu bir gün bu kör, avara kasnak,
bir zincir yitirenler, bir dünya kazanacak!

Türkiye Sağlık Sisteminde Örgütlenme, Finansman ve İnsangücü

Açıkoturum gerçekleştirildi.. İzlemek isteyenler tıklayabilir
(Dr. Ahmet Saltık):

https://youtu.be/liv7ThV3UuQ?t=4  

******

21. Yüzyıl İçin Planlama 2021
Kış Konferansları 5
Salgın ve Sağlık 4 :
Türkiye Sağlık Sisteminde Örgütlenme, Finansman ve İnsangücü
6 Şubat 2021 saat : 14:00

2021 Kış Konferansları 5

Merhaba,

Bu hafta 2021 Kış Konferanslarımızın beşincisini

  • “Salgın ve Sağlık 4 – Türkiye Sağlık Sisteminde Örgütlenme, Finansman ve İnsangücü” başlığı ile 6 Şubat 2021 Cumartesi günü saat 14:00’da Youtube kanalımız üzerinden
    (Oturum linki: https://www.youtube.com/watch?v=liv7ThV3UuQ) gerçekleştireceğiz.

Doç. Dr. Cemal Taluğ Hocamızın takdimi,
Prof. Dr. Ahmet Saltık Hocamızın yöneticiliğini yapacağı konferansımızın konuşmacıları ise
Prof. Dr. Kayıhan Pala, Prof. Dr. İsmail Ağırbaş ve Prof. Dr. Zafer Çalışkan olacaktır.

Canlı yayın sırasında sohbet kısmı bölümünden yapacağınız yorum, soru ve görüşlerinizi bize iletebilirsiniz. Sorularınızı kime yönelttiğinizi belirterek ve tam bir biçimde sunumlar sırasında yazarsanız konferansın son bölümünde konuşmacılarımız sorularınızı cevaplayacaklardır.

Kaçıran takipçilerimiz için geçen hafta “Hazine ve Finansman” başlığı ile yayınladığımız konferansımızın vidoesunu afişin altına ekliyoruz. Dileyen takipçilerimiz videoya oradan ulaşabilir. Sosyal medya hesaplarımız (Facebook, Twitter, Instagram, Youtube) ve internet sitemizin linklerine mesajın en altındaki bölümden ulaşabilir ve etkinliklerimizin duyurularını buralardan da takip edebilirsiniz.

Bilgilerinize sunarız. Dostça selamlarımızla…
21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu

HALK TV Programımız – 06 Şubat 2021

Dostlar,

Bu gün, 06 Şubat Cumartesi günü,
saat 16:00’da

HALK TV’de Sn. Fatma Nur AK’ın konuğu olacağız.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 06 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Çok Partili Hayat Halkçı Özüne Dönmeli

Çok Partili Hayat Halkçı Özüne Dönmeli

Celal TOPKAN
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili
03 Şubat 2021, Cumhuriyet

1965 seçimleri öncesi, Suat Hayri Ürgüplü’nün başbakanlığı döneminde 13.07.1965 tarihli, 648 sayılı Siyasi Partiler Yasası çıkarıldı. Yasanın 5., 30. ve 31. maddesiyle partilerin organları tanımlandı.

Seçimlere katılan partilerin milletvekili adaylarını, seçim çevrelerinde, parti seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan bütün parti üyelerinin katılabilecekleri bir önseçimle belirleme zorunluluğu getirildi. Merkez yoklaması ile belirlenecek milletvekili aday sayısı, toplam aday sayısının % 5’i ile sınırlandırıldı.

DARBECİLER BİLE YAPMADI

Milletvekili adaylarının illerinde partiye kayıtlı üyelerin önseçimle belirlenmesi, gücünü halktan alarak siyaset yapılması zorunluğu ile siyasal partilerde, lider merkezli işleyişe son verildi. Siyasetin yapılanma ve işleyişine, örgüt merkezli yapılanma ve işleyiş getirildi.

Siyasetin yapılanma ve işleyişi yasal güvenceye kavuşturuldu.

Böylece 1965-1980 arasında örgüt merkezli siyaset yapıldı. Partilerin,1965, 1969, 1973 ve 1977 seçimlerindeki milletvekili adaylarının %95’i, illerinde partiye kayıtlı üyelerin seçtiği delegeler yoluyla, önseçimle belirlendi Gücünü halktan alarak siyaset yapıldı.

12 Eylül 1980’de darbe ile yönetime el koyan Askerler, yeni bir anayasa yaptı. Yeni anayasa, 8 Ekim 1982’de halkın oyuna sunuldu. Kabul edildi ve yürürlüğe girdi.

Darbeci askerlerin yönetiminde, 22.04.1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu çıkarıldı. Siyasetin ve siyasal partilerin yapılanma ve işleyişi yeniden düzenlendi. Milletvekili adaylarının belirlenmesi, yasanın 37. maddesi ile düzenlendi. 648 sayılı Siyasi Partiler Yasası ile getirilen, milletvekili adaylarının, seçimlere katılan partilerin seçim çevrelerinde, parti seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan bütün parti üyelerinin katılabilecekleri bir önseçimle belirlenmesi usulü ve kuralı aynen korundu.

Antidemokratik uygulamaları yöneten darbeci generallerin, belki de tek demokratik uygulaması, 1980 öncesinde olduğu gibi milletvekili adaylarının önseçimle halk tarafından belirlenmesi, gücünü halktan alarak bir siyaset yapılması kuralını olduğu gibi benimsemeleridir.

SİYASET HALKTAN KOPARILIYOR

6 Kasım 1983’te genel seçimler yapıldı. Seçimlerde, Nakşi tarikatının İsmailağa cemaati mensubu olan, tarikat kültürü ile yetişen Turgut Özal’ın genel başkanı olduğu Anavatan Partisi tek başına iktidara geldi.

Başbakan Turgut Özal, siyasetin yapılanma ve işleyişini, benimsediği kültüre uygun biçimde, genel başkanın tek başına aldığı kararlarla yönetilen lider merkezli bir yapıya dönüştürmeye karar verdi. Özal’ın isteği ile yeni bir siyasal partiler yasa taslağı hazırlandı. Yasa taslağı, 28 Mart 1986’da Meclis’te görüşüldü ve kabul edildi.

LİDER ODAKLI SİYASET

28 Mart 1986 tarih ve 3270 sayılı Siyasi Partiler Kanunu ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun milletvekili adaylarının belirlenmesini düzenleyen 37. maddesi değiştirildi. Siyasal partiler, milletvekilliği genel veya ara seçimlerinde, “Adaylık için başvuran ve adaylığı uygun bulunanlar arasından adayların saptanması; serbest, eşit, gizli oy, açık tasnif (AS: sayım – döküm) ilkeleri çerçevesinde, tüzüklerinde belirleyecekleri usul ve esaslardan herhangi biri veya birkaçı ile yapabilirler” hükmü getirildi.

Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ve ortaya konan seçeneklerle milletvekili adaylarının illerinde partiye kayıtlı üyelerle önseçimle belirlenmelerine, gücünü halktan alarak, örgüt merkezli siyaset yapılması zorunluğuna son veriliyordu. Milletvekili adaylarının, genel başkanın etkili olduğu parti kurullarında belirlenmesi, usul ve kuralı getirildi.

Bu değişiklikle genel başkan, partide tek adam ve tek karar verici oldu. Lider merkezli siyaset yapılması kuralı getirildi. Darbeci askerler bile 2820 sayılı yasanın 37. maddesi ile gücünü halktan alarak siyaset yapılmasını sağlamıştı.

Darbeci askerlerin başbakan olmasını sağladıkları Turgut Özal, Siyasal Partiler Yasası’na darbe yaptı! Parti içi demokrasiyi yok etti. Siyaseti halktan koparttı. 1968-2020 arasında, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasında, Turgut Özal’ın yönetiminde yapılan değişiklik aynen korundu. Siyasetin lider merkezli yapılanma ve işleyişi devam etti ve ne yazık ki devam ediyor.

YAPILANMA ŞART

Siyasetin bu yapılanma ve işleyişi, siyasetin halka hizmet etmek için yapılan; ülkenin ve halkın sorunlarına akla ve bilime dayalı çözümler üreten, bir yapılanma ve işleyiş olmadığı artık anlaşılmalıdır. Bu sistem, Meclis’e giren milletvekillerini parti başkanına, tek kişiye bağlıyor.

  • Bu sistem Meclis’le halk arasına duvar örüyor.

Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olabilmesi, sorunlarını çözebilmesi, gelişmesi, kalkınması ve zenginleşmesi, toplumsal barış ve huzura kavuşabilmesi için çok partili siyasal sistemin yapılanma ve işleyişinin örgüt merkezli, politik kişilerin gücünü halktan alarak halk için yapıldığı bir yapılanma ve  işleyişe dönüştürülmesi gerekiyor.

Ağır haksızlık!..

Ağır haksızlık!..

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
05 Şubat 2021, Cumhuriyet

Terörün tanımı eğer, “Sözle, tartışmayla, müzakere ve münazara ile yani barışcıl, insan gibi yöntemlerle karşısındakine bir şeyi kabul ettiremeyeceği için şiddete başvurmak” diye yapılabilirse, bu çocukların terörle ya da teröristlikle alakası yok.

Sapkınlığın tanımı, eğer “Din, millet, ırk, mezhep, sosyal geri plan gözetmeksizin” tüm insanlığı bağlayıcı temel insani ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıp “utanılası düşünce ve eylemlerin peşinde koşmak” diye yapılabilirse, bu çocuklara kim “sapkın” diyebilir?

Yasadışı örgüt mensubu olmanın tanımı, başta bu ülkenin anayasası olmak üzere, tüm yasa ve kuralları çiğneyici tavırlar içinde olmak, uluslararası insan hakları beyannamelerinin, sözleşmelerinin ve bağlayıcı tüm kural ve sözleşmelerin üzerinde tepinmek, onları ihlal etmek ve çöpe atmak olarak yapılabilirse o öğrenci kardeşlerimizin yaptıkları, bunun yakınından bile geçmedi.

İnsafsızlık etmeyin.

Bu ülkenin ve hatta dünyanın geleceğini emanet edeceğimiz, belki de bundan 5-10 yıl sonrasının Nobel’lerine layık bilim insanlarının, yöneticilerinin, düşünürlerinin, her meslekten başarılı bireylerin ve karar alıcılarının yetişeceği pırıl pırıl güzide bir eğitim kurumunun öğreticilerine ve öğrencilerine hakaret etmeyin. Onları, “provokatörlerin ve yabancı gizli servislerin maşası ve aleti olmakla” suçlamayın. Bu toplumun yüz akı, en yüksek puanları alarak medarı iftiharımız bir eğitim kurumunun sıralarına oturmaya hak kazanmış o yüksek zekâlı ve aydınlık ufuklu gençleri, yakışıksız hakaretlerle şeytanlaştırmaya çalışmayın.

O çocuklardan bazılarının, tüm çağdaş demokrasilerde kimsenin konu bile etmeyeceği şekilde, (hatta konu etmeye utanacağı bir şekilde) “Farklı cinsel tercihleri olabileceği ya da olanlara saygılı davranmaları” gerçeği üzerinden “Zaten bunlar LGBTİ filan” diye aklınızca “aşağılamaya” çalışmayın.

Velev ki L, ya da G veya B,T, İ… Sana ne?

Daha henüz aydınlatılmaya muhtaç bir “Kâbe-i Muazzama resmi olayı” üzerinden dine ve dinin kutsallarına sahip çıkma adı altında, hiçbir dinde yeri olmayan “zulüm, şiddet ve işkenceye” başvurarak o gençlerin en temel haklarından biri olan (Anayasa madde 34 ve 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası) barışçıl protesto hakkını nasıl engellemeye kalkarsınız? Onları nasıl yerlere yatırıp üzerlerinde tepinirsiniz? Nasıl kafasını gözünü patlatırsınız?

Onlara nasıl “Aşağı bak, yukarı bakma; şuraya bak, buraya bakma” gibi aşağılık emirler vermeye kalkan kamu hizmetkârları üzerinden bu ülkeyi ve devleti rezil edersiniz?

Bütün bunları, liyakatsizliği apaçık ortada olan, tüm meziyeti(!) sizin partinin üyesi ve geçmişte belli kademelerde “dava arkadaşı” olmaktan ibaret, üstelik sicili “intihal nedeniyle” bozuk olduğu tescilli bir öğretmenin ille de o okulda rektör olarak kalması uğruna nasıl yapabiliyorsunuz?

Ayıp değil mi bu konudaki yüz kızartıcı ısrarınız?

Ayıp değil mi bu çocuklara, onların her Allah’ın günü okul bahçesinde yiğitçe direnen hocalarının tertemiz onurlu duruşlarına?

Ayıp değil mi o okulun emekçisinden mezununa, velisine kadar neredeyse 1.5 asırdır “Boğaziçili – Robert Academy’li olma onurunu” göğüslerinde taşıyan tüm camiaya?

Bu ne ezikliktir?

Ayıp değil mi ele güne, cümle âleme? Bak Amerika’dan BM’ye, Avrupa’ya kadar yedi düvel kınadı sizi.

Yapmayın etmeyin.

Akıllı olun biraz.

Buradan bir “Gezi yaratma” suçlamasını herkese yakıştırıyorsunuz da…

Yoksa, asıl siz böyle bir rüya, böyle sorumsuzca ve tehlikeli bir macera peşinde olmayasınız?

Gerilimden, şiddetten, sokaklara yine hâkim olabilecek gözyaşartıcı zehirli gaz bulutlarından medet ummak, bu ülkeye yapılacak en büyük ihanet değil mi?

Hani, her ağzınızı açtığınızda ona buna “hain” diyorsunuz da..

Ağır bir haksızlık değil mi bu? Ne alakası var bu çocukların “ihanet” ile?

Yapmayın. Oturun bir düşünün.

Değer mi, bir garip “Melih’i o koltukta tutmak için” bunca kaosu yaratmaya?

Aklınızı başınıza toplayın.

Bu ülkenin, hayat pahalılığından hukuka, eğitimden sağlığa, her gün 100 – 150 can alan pandemiden uluslararası krizlere kadar bin türlü sorunu var. Onlara çare bulun.

Bırakın o iftihar edilecek pırıl pırıl beyinler, o çocuklar hem kendilerini hem de ülkemizi müreffeh bir geleceğe taşıyacak “En Hakiki Mürşit” yolunda derslerine dönsünler ve bu kriz geride kalsın.

Bir koltuk, bir iktidar, bir Melih için değmez ülkenin zaten cayır cayır yanmakta olan ateşlerinin üzerine bir bidon daha benzin dökmeye.

Kendinize gelin!.

AKP = RTE’nin Boğaziçi Çıkmazı

AKP = RTE’nin Boğaziçi Çıkmaz

Kayyım rektör Bulu “intihalci” (aşırmacı) dolaşan savlara göre..
YÖK derhal soruşturup Doktorasını iptal edebilir, Bulu’nun..
O zaman rektör olma koşullarını da yitirir 2547 sayılı yasaya göre.
Profesör sanı (unvanı) da düşer, sorun biter.
Ama bu YÖK değil ne yazık ki!
Muhalefet yarın topluca Boğaziçi Üniversitesi önüne gidip basın açıklaması yapmalı.
Bulu’yu istifaya, iktidarı atamayı geri çekmeye, YÖK’ü intihal soruşturmasına çağırmalı!

  • Çünkü bu ülkede artık a’dan z’ye herrrrrrrrrrrrrrrrrr bir şeye, ama herrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr her bir şeye artık, 2017 Anayasa değişikliklerinden bu yana, 9 Temmuz 2018’de Erdoğan’ın tahta çıkmasından bu yana “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve hepimizin alık yerine konduğu bu ucube düzende TEK BİR ADAM karar veriyor; Padişahlardan daha yetkili..
  • O seçiyor, o atıyor, o hükmediyor, o terörist diyor, o millete zillet – illet diyor, bölüyor..
  • O, Atatürk ve İsmet İNÖNÜ’ye “2 ayyaş” demeye yeltenebiliyor hiç sıkılmadan !!!???

Kök neden budur ve öbür tüm sorunlar buna ikincildir, bu sorunun türevleridir:

Herkesin yüzleşmesi gereken YAKICI – ÇARPICI – TUTSAK ALICI.. gerçek bu – dur!

Gündem değiştirmeye de çoook yaramaktadır son manevralar..

Feci ekonomik çöküntü, boğucu işsizlik – yoksulluk, intiharlar, iflaslar, borçlar, zamlar..

Her gün 100’ü çok aşkın insanımızın SALGINA vahşetle kurban verilmesi ve bunun olağanlaştırılması, 2-4 hafta kapanmaya bir türlü yanaşmayan sermaye yanlısı anlayış..
O anlayış ki, kezlerce Türkiye’yi bir ANONİM ŞİRKET gibi yönetme niyetini açıklayan ve öyle de yapagelen bir siyaset dayatmakta..

  • “Türkiye A.Ş.” iflas ettirildi “Ben ekonomistim” diyen RTE tarafından!

Ancak korku da dağları bekliyor hatta sarmış durumda Beştepe kaçak sarayını..

Acaba bir GEZİ daha olur mu?

İşler saman alevi gibi büyür ve denetimden çıkar mı??

Bunca polis baskısı bu yüzden..

İstanbul’da ışık yakıp söndüren, tencere – tava çalan evlerin kapılarını Anayasal KONUT DOKUNULMAZLIĞI hakkını apaçık çiğneyerek taciz ve tehdit etmeye dek vardıracak ölçüsüz ürkü (panik) tepkisi!

Boğaziçi Üniversitesinin atanmış rektörü Yönetim Kurulunu veya senatosunu toplasa ve hocalar hiiiç konuşmayıp “yukarı baksa”.. ne olur? Herhangi bir karar alınıp Üniversite yönetilebilir mi?
Hayalleri olduğu için istifa etmeyi düşünmediğini açıklayan atama rektör Bulu felç olur. En etkili araç budur belki de.. Salt öğrenciler değil, hocalar da çoook etkin, hatta belirleyici olabilir.

Artık sular çoook ısındı.. AKP inişi durdurulamıyor.. Eteklerde tüm taşlar tükendi.
“Terörist” sakızı artık ağzımızda çürüdü, öğürtü uyandırıyor, halkta da karşılığı kalmadı.

Muhalefeti kandırıp, “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER REJİM” tuzakları, havucu ile gündem değiştirilip zaman kazanılamaz ise Abbas yolcu..

Bu koşullarda 2023 Haziran’ını bekleme olanağı yok iktidar için. Beklemek zorunda kalırsa 2 sonucu var :

1. Seçimi hezimetle kapatıp AKP’nin partiler mezarlığına – çöplüğüne atılması.
2. RTE’nin 3. kez CB adayı olamaması! (Anayasa md. 101/2)

Tek çare muhalefeti kandırıp, muğlak anayasa değişiklikleri ile durumu kurtarmaya çabalamak..

RTE’nin 3. kez aday olabilmesinin tek yolu TBMM’nin erken seçim kararı alması. (Anayasa md. 116/3)
Bunun için de en az 360 oy gerekli. (Anayasa md. 116/1)
Cumhur ittifakı denen AKP + MHP 337’de kalıyor. Çıkış yok..

Muhalefet oyuna gelmemeli…
Bırak kendi ikileminde boğulsun.. Çözülsün, istifalar olsun.. dize gelsin..
Sen eleştirmeyi ve politik seçenekler üretmeyi, sürdür.
Koalisyona yönelmek de bir seçenek olur belki, ceberrut dayatma zayıflar, ekonomik talan hafifletilebilir..

Sevgi ve saygı ile. 04 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTANIN GERİSİNDE YATAN NEDENLER

TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTANIN GERİSİNDE YATAN NEDENLER

Celal Topkan
XX nci Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

Toplum ve siyaset bilimi: Kurumlar, kuruluşlar, siyasal partiler, devletler yanlışlar yapabilirler. Başarısız olabilirler. Yapılması gereken,

Yanlışlarla yüzleşmektir. “Gözlem ve deney” yapılarak, “neden – sonuç” ilişkisi kurularak yapılan yanlışların sorgulanmaktır.
Bir daha aynı yanlışları yapılmamanın yollarını aramaktır.
Yapılanma ve işleyişte, yenilenme ve değişime gitmektir diyor.
Aksi halde yanlışlar yapılması ve başarısızlık devam eder diyor.

Tarihsel süreç içinde, yanlışı ve başarısızlığı ile yüzleşen, gözlem ve deney” yaparak “neden -sonuç” ilişkisi kurarak yanlışlarını ve başarısızlığını sorgulayan,

Yapılanma ve işleyişinde, aklın ve bilimin öngörüsünde yenilenme ve değişime giden, kurumlar, kuruluşlar, devletler, başarılı olmuşlardır.

Buna karşın, gözlem ve deney” yaparak “neden – sonuç” ilişkisi kurarak yanlışlarını sorgulamayan, yapılanma ve işleyişinde yenilenme ve değişime gitmeyen, kurumlar, kuruluşlar, siyasal partiler, devletler sürekli başarısız olmuşlardır.

Siyasal Tarih, bunun sayısız örnekleri ile doludur.
***
Atatürk’ün, kurgulayıp planladığı, 20. Yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm tasarımı (projesi) olan halk egemenliğine dayanan laik – demokratik – sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün yönetiminde, 29 Ekim 1923 tarihinde, aklın ve bilimin öngörüsüyle kuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk, ömrünü halkına adadı. Dil, din, ırk, renk, mezhep ve cinsiyet ayırımı yapmadan, halkını yüceltmek için her şeyi yaptı.

Atatürk’ün yönetiminde devrimleri yapıldı..

  • Devrimlerle, insanı merkez alan, insana önem ve değer veren, insanın yüceltilmesini hedefleyen, toplumsal, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşümler yaşama geçirildi.

1938 yılına gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti, dünyada aklın ve bilimin öngörüsünde yönetilen, medeni, çağdaş ve uygar devletleri arasında, onurlu ve saygın yerini aldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aklın – bilimin öngörüsünde planlayan, kuran ve örgütleyen Atatürk, kendisinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetecek olanlara aklı ve bilimi tinsel kalıt (manevi miras) olarak bıraktı. Türkiye Cumhuriyeti’ni, aklın ve bilimin öngörüsünde yönetmelerini istedi.

Doğulusu ile Batılısı ile dünyanın önde gelen tarihçileri, toplum bilimcileri, siyaset ve sosyal bilimcileri, üniversitelerin araştırma kuruluşları, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün liderliğini örnek gösterdiler. Atatürk’ün kurgulayıp planladığı, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin örnek alınacak ve örnek gösterilecek sistem ve model olduğunu ilan ettiler.

Nitekim, emperyalist ülkelerin işgali, baskısı ve sömürüsü altında yaşayan ülkeler, Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşında ortaya koyduğu liderliği, yaptıklarını ve başarılarını örnek aldılar. Onlar da, emperyalist işgal güçlerine karşı bağımsızlık savaşı başlattılar. Ülkelerini bağımsızlığa kavuşturdular. Ülkelerinde benzer değişim ve dönüşümler yaptılar.

Atatürk’ten sonra, 1938-2002 arasında, Türkiye Cumhuriyeti, O’nun miras bıraktığı, bilimsel akılcılık ekseninde yönetilmedi. Türkiye Cumhuriyeti, üzerine oturduğu coğrafyasının kendisine sunduğu, tarihsel ve kültürel zenginliklere, yeraltı ve yer üstü varlığına, genç ve dinamik insan gücü potansiyeline karşın gelişemedi, kalkınamadı ve varsıllaşamadı (zenginleşemedi). Toplumsal erinç (huzur) ve barışa kavuşamadı.

Fakat, 1938-2002 arasında yapılan seçimlerde İktidara gelen, Devleti yöneten partiler ve muhalefet partileri, yanlışlarıyla yüzleşmediler. Gözlem ve deney” yaparak “neden – sonuç” ilişkisi kurarak yanlışlarını sorgulamadılar. Yapılanma ve işleyişlerinde yenilenme ve değişime gitmediler. Öte yandan toplumdan da bu yönde bir istem (talep) gelmedi.

Siyasetin bu yapılanma ve işleyişinin ülkeye ve halka bedeli çok ağır oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’ni din kurallarına göre yeniden yapılandıracağını söyleyerek siyaset yapan Milli Görüş öğretisi ile yetişenlerin kurdukları AKP, Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kötü yönetilmesini ve başarısızlığını, iktidar fırsatına dönüştürdü.

3 Kasım 2002 seçimlerinde Yoksulluğa, Yolsuzluğa ve Yasaklara son sözü verdi. Bu seçimlerde AKP, tek başına iktidara geldi.

  • Türkiye Cumhuriyeti 18+ yıldır AKP tarafından yönetiliyor.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın söyledikleriyle yaptıkları aynı olmadı.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yönetiminde:

Atatürk’ü yok etme, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluş ilkelerinden ve felsefesinden koparma, çalışması başlatıldı. Türkiye Cumhuriyeti, büyük oranda din kurallarına göre yapılandırıldı.

Türkiye zenginleşemedi. Halkın aş ve sorunu çözülmedi. Ekonomi çöktü. Yüz binlerce çalışan işini yitirdi. Üniversite bitiren gençler iş bulamıyorlar; bu kesimde işsizlik çok yüksek ve 1/4!

Toplum ayrıştırıldı ve bölündü. Ülkede barış ve huzur, iyice bozuldu. Türkiye komşu ülkeler başta olmak üzere dünya ile kavga etmeye başladı. Türkiye’nin dünyada, dostu olan ülke neredeyse kalmadı.

Bu çarpık – çelişkili – tutarsız, anti-demokratik ve çağdışı, dinci = din sömürüsü temelli….
ilkel politika demeti artık sürdürülebilir değil.

  • 21. yy’ın şafağında Türkiye tıkanmış, AKP = RTE de kendisini bütünüyle tüketmiştir..
  • Bedel çok ağırdır ana onarım / restorasyon mutlaka ve hızla başarılacaktır.