Oyunbozanın oyununu bozalım

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 18 Haziran 2021

 

İşin adını doğru koyalım. Tanımını doğru yapalım.

Demokratik toplumlarda, farklı siyasi odaklar ve farklı siyasi oluşumların uygar zeminde bir mücadelesi ya da boy ölçüşmesi, yani uygarca bir yarışması söz konusudur.

Yarışma sürecinin belirli rutin aşamalarında bir sandık koyulur ortaya ve vatandaşın oyuna başvurulur. Vatandaş da belli bir “etkileşim ve etkileme” sürecinde edindiği izlenime göre birine daha fazla oy vererek teveccühünü (AS: beğenisini) gösterir; iktidara getirir. “Gel, bizi sen yönet” der. Bir dahaki seçime kadar. Ama her halükârda (AS: koşulda) “mücadele, müzakere, münazara” üçlüsünün çalıştığı düzeyli bir yarışma ortamı vardır.

Demokrasiyi içine sindiremeyenlerin ve bu oyunu kabullenmeyenlerin ise aklı cebir ve şiddet yöntemlerindedir. Her türlü hileli yönteme başvurarak gerektiğinde de gizli ya da açık şiddet kullanarak ne pahasına olursa olsun iktidarı ele geçirmek ve mümkünse sonsuza dek ellerinde tutmak isterler. Biz, dünyanın her yerinde kullanılan yaygın tanımlama ile bu zihniyete faşist siyaset diyoruz.

Faşist siyaset bunu başarabilmek için iktidardaysa devletin kendisine verdiği “meşru güç kullanma yetkisine” başvurur. Yasal ya da yasal olmayan yöntemlerle, kimi zaman ele geçirdiği hukuk mekanizması kimi zaman da legal-illegal çeteleri ile itirazı, muhalif sesi, başkaldırı anlamına gelen her türlü girişimi, en ufak bir protestoyu bastırmayı “doğal hakkı” olarak görür. Bu amaçla hem hukuki zeminde görünen “meşru” güçlerini hem de üzeri örtülü örgütlenmeler, mafyadan alınan “fiziki, finansal ve lojistik destek” ile acımasız bir saldırı haletiruhiyesi (AS: duygudurumu) içindedir.

Faşist siyaset eğer muhalefetteyse, iktidara gelebilmek için türlü çeşitli kirli oyun ile “açık ya da gizli şiddet içeren” yöntemle diğer siyasi odakları, siyasi muarızlarını (AS: karşıtlarını) yıldırmaya ve sindirmeye uğraşır.

  • Bugünün Türkiyesi’nde yaşananlar, “demokrasi” denen oyunla, “faşizm” denen alçakça musibet arasındaki çelişkinin, çatışmanın ve haksız rekabetin bir aynasıdır.

Muhalefet partilerine, elinden gelen her türlü yöntemle baskı yapmaya çalışan bugünün iktidarı, en ufak bir pankart asma eylemine, bir basın açıklamasına, bir bildiri dağıtma çalışmasına, bir broşür ya da kitap yayınına, bir çarşı pazar gezmesine, bir esnaf ziyaretine bile tahammülsüzlük göstermektedir.

Geçen ay ve yıllarda, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun linç edilmesi girişiminden tutun, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize’de uğradığı provokasyona (AS: kışkırtmaya), HDP’lilerin ve İşçi Partisi milletvekillerinin her fırsatta dövülmesine, polis tarafından tartaklanmasına, yakın zamana kadar kendi saflarında yer alan siyasetçilerin bile propaganda çalışmalarının engellenmesine kadar her türlü “faşizan” yönteme başvurulmuştur.

Üstelik, iktidarın başı, daha “dumanı üstünde” malum yakışıksız demeci ile

  • “Daha durun. Bunlar iyi günleriniz. Daha neler olacak neler…” 

diyerek demokratik adaba taban tabana zıt bir tehdit ve gözdağı verme eylemine imza atmıştır.

  • Bu yüzden, dün İzmir’de HDP İl Başkanlığı binasına yönelik olarak gerçekleştirilen ve Deniz Poyraz adlı bir emekçi kadının öldürüldüğü saldırı, “tek başına HDP’yi hedef alan” değil, bizzat “demokrasiyi ve demokratik siyaseti hedef alan” bir faşist eylemdir.
  • Arkasındaki kişinin sosyal medyadan ortaya saçılan kirli kimliği de bunun delilidir.

Tam da bu nedenle, bu saldırıya karşı sadece (yalnızca) tek tek “demeç vermek ve kınamak” düzeyinde tavır almak yeterli olamaz.

Demokrasiden yana herkes, demokrasi “oyunu”nun taraftarı herkes, HDP’yi yalnız bırakmamalı ve faşizme karşı ortak tavır içinde yer alıp kol kola girmelidir. İktidarın uzun süredir yapmaya çalıştığı üzere “HDP ile saf tutanı terörle saf tutmuş sayarız” küstahlığı ve terbiyesizliğine taviz (AS: ödün) vermeden, herkes bu “umacı”nın etkisinden sıyrılmalı ve kararlı biçimde dayanışma göstermelidir.

Aksi takdirde hem faşizme boyun eğilmiş hem de bundan sonra vuku bulacağı (AS: gerçekleşeceği) artık neredeyse kesin olan benzer alçaklıklara karşı demokrasi cephesi güçsüzleştirilmiş olacaktır.

İleride bir gün bir mafya reisinin çıkıp da “Bir gün geldiler. HDP’ye bir saldırı yapacağız diye benden destek istediler. Ben de en iyi elemanımı tahsis ettim…” demeyeceğinin garantisi yoktur. Devlet-mafya-siyaset-medya kirli denklemlerinde pişirilip kotarılan faşist kumpaslara karşı durmanın yegâne (AS: biricik) yolu, bugün, hemen şimdi, hiç vakit geçirmeden ayağa kalkmak ve korkmadan en yüksek sesle şu sloganı haykırmaktır:

“Faşizme Karşı Omuz Omuza!..”

Yarın çok geç olmadan, bu dayanışmanın içinde bulunmak, evlatlarımıza, bu toprakların insanlarına, temelde de demokrasiye karşı boyun borcumuzdur.

Oyunu bozmak isteyenlere izin vermeyip onların oyunlarını bozmak tarihi bir görevdir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Haziran 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DÜŞMAN

AKP’nin Cumhurbaşkanı RTE, “FETÖ’den PKK’ya şimdi de organize suç örgütlerine kadar yeminli millet düşmanlarının malzemelerini Meclis kürsüsüne taşımakta ısrar edenleri gördükçe ülkemiz adına üzülüyoruz.”

Biz de ülkemizi yönetenlerin kimlerle işbirliği içinde olduğunu gördükçe üzülüyoruz…

HELALLİK

Sedat Peker’in görüşmelerini yayımladığı gazeteci Hadi Özışık hatasını kabul ettiğini açıkladı ve helallik istedi.
Helallik isteyince tüm hatalar, suçlar yok olur. En etkili aklanma yöntemidir! En üst düzeyde denenmiştir!..

HAYAL

Zonguldak’ta sokak müzisyenliği yapan çocuk, hayalinin fakirliğin olmaması ve eve yiyecek götürmek olduğunu söyledi.
Bakan hanım fakirlik kalmadı demişti.
Çocuk ne bilsin?..

ÖDÜL 

Sayıştay raporuna da yansıyan 200 milyon TL’lik usulsüzlükte imzası olan 5 isim yüksek maaşla yeni görevlere getirildi.
Demek ki zoru başarmışlar…

TAKDİR

Danıştay’ın okullarda öğrenci andının okutulmamasına ilişkin kararının gerekçesinde, ”öğrenci andının içeriğinin anayasa ve yasalara aykırı olmadığı ve halen eğitim materyali olarak kullanılmaya devam ettiği vurgulandı. Dava konusu yönetmelik değişikliği ile yalnızca öğrenci andının her sabah topluca okutulmasına son verildiği, bu konuda idarenin takdir yetkisi bulunduğu” kaydedildi.

Takdir hatalıysa?..

GELECEK

Gelecek Partisi Genel Sekreteri Cemalettin Kani Torun, Suriye’de akan kanın özerk bir Kürt yapısıyla durdurulabileceğini savundu.

Bu Gelecek gelmese…

UÇUCU

CB Yardımcısı Fuat Oktay, “Uçan araçlara geldiğimizde artık dünya liderliğine oynayacak bir Türkiye göreceksiniz” ifadelerini kullandı.

Uçan AKP’lileri görüyoruz ya, yeter…

KİME?

Cumhurbaşkanlığı YİK Üyesi Cemil Çiçek,

”Ortalıkta siyasetçilerin araçlarına çantalar dolusu para konulduğu iddiaları var. Bu iddia suç örgütü lideri olarak tanıtılan birisine ait. Bunu görmezden gelebilir misiniz?”

Soruyu üstüne alınan çıkar mı?..

MİLLİ

Bakanlığının adı “milli” ile başlayan H. Akar diyor ki;

“Türkiye, ittifakın yükünü ve tüm değerlerini paylaşarak NATO‘yu kendi güvenliğinin merkezine koymakta ve aynı zamanda NATO‘nun güvenliğinin merkezinde yer almaktadır.”

AKP’yi millici ve Amerika karşıtı gören ve herkesi Amerikan gemisine binmekle suçlayanların dikkatine sunulur…

ATATÜRKÇÜLÜK

Açıköğretim Fakültesi İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabına AKP dönemiyle ilgili 47 sayfa eklendi.

Atatürkçülüğe nasıl karşı olunur” öğretisi…

DOYURMA

RTE, halkın aç olduğunu söyleyen muhalefete, ”Aç olarak dolaşanları siz doyurun” dedi.
İktidar zenginlerin kasasını doldurmaktan fakirleri doyurmaya zaman bulamıyor da…

ANKARA

Parti grubundaki konuşmasında RTE, “Ankara havaalanını biz yaptık” dedi.
Yanlış anımsamıyorsam Ankara Kalesi’ni de AKP yapmıştı

GARANTİ

5 milyon yolcu garantisi verilen Ankara Yüksek Hızlı Treni (YHT) ancak 740 bin kişi kullandı. Hedefin tutmaması nedeniyle 2020 için yolcu garantisi ödemesi 21 milyon 352 bin dolara ulaşacak.
Garantileri hesaplayanların garanti geliri ne kadardır?..

SORUYORUM

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Sarıklı amiralin soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Bakan Ruhsar Pekcan’ın soruşturulması neden engellendi?
  4. Sedat Peker’in iddiaları niçin araştırılmıyor? Suçlananlar neden açıklama yapmıyor?..

Hayati sorun: Seçim güvenliği ve muhalefetin görevi

Emre KongarEmre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr

Sevgili Ergin Yıldızoğlu “Önümüzdeki seçim üzerine spekülatif düşünceler” başlıklı dünkü makalesine, benim bir yazıma gönderme yaparak başlamıştı:

“Emre Kongar Hocamın saptamasına katılıyorum: ‘…önümüzdeki seçim normal bir seçim değildir… Bu seçim, Demokrasi ile Diktatörlük arasında bir seçimdir.’ Kaygılarına da…”

Erken seçim olasılığını, seçim güvenliği sorunlarını da iktidarın lider-parti-hareket-devlet bütünlüğü açısından tartıştığı yazısında, Parlamenter Demokrasi karşıtı olan iktidarı şöyle tanımlıyordu:

“Bu ‘lider-parti-hareket’ birliğinin ötesinde, Rejimin şekillendirdiği, kadrolaştırdığı:

İç ve dış güvenlik örgütleri…
İdari bürokrasi…
Yargı sistemi var…
Medya var…
SADAT gibi silahlı örgütler var…
Sayısı açıklanmayan bir özel koruma ordusu var.
Mafya var.

Bu ‘Bir’liğin içindekileri birbirine bağlayan derin ideolojik ve ekonomik (vakıfları düşününce) kurumsal örüntünün ötesinde, salt bu ‘Bir’likten nemalanmak için birikmiş ikinci bir çıkarcılar çemberi var.

Diğer bir deyişle karşımızda ‘lider-parti-hareket-devlet’ birliğinden oluşan bir iktidar var.”

Yıldızoğlu’nun bu yargısına katılmamak olanaksız:

Onun bu teşhisi doğru kabul edildiği zaman, ki doğrudur, iki temel sorun ortaya çıkıyor:

1) Seçim adaletinin, şeffaflığının ve güvenliğinin sağlanması.
2) Seçim sırasında ve/veya seçimin kazanıldığı anlaşıldıktan sonra oluşabilecek yasa ve anayasa dışı engellere, müdahalelere karşı önlem alınması. 
***
Bugüne kadar yaşananları, önce 16 Nisan 2017 halkoylaması bağlamında anımsayalım:

1) Propaganda dönemi, bırakın medyanın tümüyle tarafgir olmasını, OHAL koşulları bahanesiyle vali ve kaymakamların denetiminde, “Hayır” açıklamalarına karşı baskı altında geçirildi.
2) Güvenlik gerekçeleriyle belli sandıklar birleştirildi ve taşındı.
3) Oylama sırasında çeşitli baskı öyküleri medyaya yansıdı.
4) İktidarın oylamayı kaybettiği anlaşıldığı zaman, YSK, yasalara aykırı olarak mühürsüz oylara ve zarflara oy sayımında geçerlilik kararı verdi.

Bu konuda eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’un kitabını okuyunuz: Hukuk Dünyasında DOĞMAYAN HALKOYLAMASI, Oylamanın Dürüstlüğü ve Ahlakiliği İlkesinin Çiğnenmesi, İmge Yayınları, Ankara, 2018.

5) Selçuk bu konudaki tek çözümün, bu halkoylamasının yeniden yapılma takviminin ilan edilmesi olduğunu vurgulamaktadır.

6) İktidarın tetikçileri ekranlarda, “Evet çıktı ama savaşa hazır olun” çağrısı yaptı.
7) Parklarda, pompalı tüfekli, tabancalı kişiler havaya ateş ederek halkı korkuttu ve sindirdi.
8) Sonuçlar resmen açıklanmadan, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” denilerek iktidarın kazandığı ilan edildi.
***
Şimdi bir de 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Büyükçekmece örneğini anımsayalım:

1) Daha birkaç sandık açılmışken iktidarın adayı “Kazandık” açıklaması yaptı.
2) İmamoğlu’nun enerjik medya atağı ile iktidarın “kazandık” söylemi püskürtüldü ve seçim 13 bin küsur oyla kazanıldı.
3) Bunun üzerine YSK, aynı zarfta bulunan iktidarın kazandığı belediye meclisi üyeliklerinin oylarını geçerli saydı ama muhalefetin kazandığı büyükşehir belediye başkanı seçiminin oylarının geçersiz olduğuna hükmetti.
4) İktidar adayı, “Çaldılar” dedi.
5) Polis ve savcılar harekete geçti, sandık kurulu üyeleri, başkanları ve seçmenler üzerinde teker teker haksız ve hukuksuz baskılar kuruldu.

Bu konuda Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün’ün kitabını okuyunuz: “SANDIK OYUNLARI, 2019 Yerel Seçimlerinde Neler Oldu? Tekin Yayınevi, İstanbul, 2021.”

6) Akgün, özellikle, ilçe ve il seçim kurulları ile Yüksek Seçim Kurulu kararlarının hukuka uygunluğu üzerinde durmaktadır. Muhalefet bu konuda bu kurulların sorumluluklarını anımsatmalı ve hukuka aykırı kararlarını kamuoyu ile paylaşmalıdır.
7) Sonunda yenilenen seçimlerde İmamoğlu ilk seçimde aldığı oyların 13 bin dolayında olan farkını 8 yüz bine çıkararak seçimi kazandı ama belediye meclisi üyelikleri ve bazı ilçe belediye başkanlıkları ilk seçimde, büyükşehir belediye başkanlığı dışındaki oylar geçerli sayıldığı için iktidarda kaldı.
***

Değerli okurlarım, önümüzdeki seçimler,
Demokratik Rejim için bir ölüm-kalım meselesidir:

Türkiye ya Demokrasiyi istismar eden, yozlaştıran, işlemez hale getiren bu iktidardan kurtulacak ya da çok uzun bir süre için yeniden sömürülen, azarlanan, karanlık bir korku imparatorluğu yapısına kurban edilecektir.

Seçimlerin güvenliği, şeffaflığı ve adaleti için yapılacak her eylem, alınacak her önlem Anayasa ve yasalar çerçevesinde olacağı için muhalefet partilerinin haklarıdır:

Korkmaya, çekinmeye, sinmeye germek yoktur!

Derhal önlem almaya başlamalı ve bu önlemleri kamuoyu ile paylaşmalıdırlar.

MÜSİLAJ

Suay Karaman 

Ülkemizde çevre duyarlılığı çok geç ortaya çıkan bir olgudur. Bu konuda henüz yeterince yol aldığımız da söylenemez. Çevre bilinci olmayınca ya da yeterli gelişmeyince, yaşadığımız yerleri, dağları, ovaları, yaylaları, akarsuları, gölleri, denizleri yok etmekten hepimiz suçluyuz. Ülkemizde her gün yeni bir çevre katliamıyla karşılaşmaktayız. Maden aramaktan, yol yapmaya, orman talanından, atıkları akarsulara, göllere, denizlere boşaltmaya kadar (AS: dek) sürekli çevremizi kirletmekte, hatta yok etmekteyiz. 

2019 yılının Kasım ayında Gümüşhane yakınlarındaki Dipsiz Göl’ün suyu, define aramak için boşaltılmıştı. Define bulunamayınca Buzul Çağı’ndan kalan 12 bin yıllık doğa harikası Dipsiz Göl’ün üstü toprakla örtülmüştü. Yine aynı zamanlarda Burdur yakınlarındaki bembeyaz kumsalı, turkuvaz renkli suyuyla ülkemizin Maldivleri olarak bilinen ve dünyada Mars gezegeninin toprak yapısına benzerlik gösteren iki noktadan biri olan Salda Gölü de, millet bahçesi yapılmak için talana kurban edilmişti. Ülkemizde bunlar gibi daha pek çok acı örnek bulunmaktadır. 

2021 yılının başından itibaren (AS: bu yana) İstanbulun güney sahillerinde (AS: kıyılarında) başlayarak, İzmit Körfezi, Bursa Gemlik, Balıkesir Erdek ve Çanakkale sahillerine kadar (AS: kıyılarına dek) yayılan beyaz bir tabaka (AS: katman), Marmara Denizi’ni kaplamaktadır. Müsilaj (deniz salyası) adı verilen bu madde sarı ve beyaz renkli, suya göre daha az akıcıdır. Müsilaj, tesadüfen (AS: rastlantıyla) oluşan bir çevresel felaket (AS: yıkım) değildir. Müsilajın oluşması için 3 tetikleyici etken vardır: Küresel iklim değişimine bağlı olarak Marmara Denizi’nde sıcaklıkların artması, durağan deniz koşullarına sahip Marmara Denizi’nin yapısı ve yanlış atık birikmesine bağlı olarak fosfor, azot yükü yükselmesi. Ülke sanayisinin yaklaşık yarısı Marmara Denizi çevresinde bulunmaktadır. Hem evsel, hem endüstriyel atıklar çok az arıtılarak ya da arıtılmadan Marmara Denizi’ne atılmaktadır. Müsilaj, yıllardır yanlış atık yönetim politikalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. 

Suya dışarıdan karışan fosfor gibi organik bileşikler, su yosunları ve bazı (AS: kimi) bakterilerin hızla çoğalmasına yol açmaktadır; buna fosfat kirliliği adı verilir. Bunun sonucunda oksijen bunalımı (AS: suda çözünmüş oksijen düzeyi düşer; BOD ve COD değerleri yükselir) yaşanır ve oksijensiz yaşayan, insan sağlığı için zararlı olan zehirli sıvılar salgılayan farklı mikroorganizmalar gelişmeye başlar. Bu mikroorganizmaların çıkardığı organik bileşikler deniz yüzeyinde sümüksü salgı birikmesine neden olur ve böylece suyun üstü de, altı da müsilajla kaplanır. Denizlerde mikroorganizmalar tarafından hücreden dışarı salgılanan şekerli ve proteinli kimyasal maddeler, ortamdaki diğer kirletici parçacıkları birbirine yapıştırarak ortamı az akışkan duruma getirmektedir. Oksijensizlik durumu ekosistemin işlevsiz kalması anlamına gelmektedir ve bu ortamda hiçbir canlı yaşayamaz (AS: anaerob canlılar yaşar), böylece ekolojik ortam ölür (AS: bozunur). 

Müsilaj, birdenbire ortaya çıkmamıştır; yılların yanlış politikalarının ürünüdür ve ilk olarak 2007 yılında görülmeye başlanmıştır. 2018 yılından beri de özellikle Marmara, Karadeniz ve Ege Denizi’nde suyun üstünde ve altında görülmeye ve yayılmaya başlamıştır. Bunca yıldır önlem almayan yetkilerin sorumluluğu da, kusurları da çok büyüktür. Bu durumun turizm ve balıkçılık sektörlerini çok olumsuz etkileyeceği bellidir. Bunun yanında biyolojik çeşitliliğin azalmasına da neden olacaktır. Türkiye’de yılda yaklaşık 29 milyon ton sanayi atığı denizlere dökülmektedir. Günümüzde belediyelerin %85’inin arıtma tesisi, yaklaşık 700 belediyenin ise kanalizasyonu yoktur. İşte yıllarca yapılan yanlışlar, müsilaj gibi sorunların doğmasına neden olmuş ve denizlerimiz kirlenmeye mahkûm edilmiştir. 

Büyük sorun durumuna gelen müsilaj için ivedilikle önlemler alınmalıdır. Deniz yüzeyindeki müsilaj temizliği sadece (AS: yalnızca) makyajdır. Bütün işletmelerin ileri biyolojik (AS: ve kimyasal) atık arıtma sistemine geçirilmesi sağlanmalıdır. Denizlere azot, fosfor ve organik atık boşaltan işletmelerin, ileri biyolojik – kimyasal artıma sistemlerine geçene kadar (dek) üretimleri durdurulmalıdır. Çöp ve atık suların yerinde arıtılması ve geri dönüşüme yönlendirilmesi sağlanmalıdır. Çevreye duyarlı ve korumacı politikalara bağlı bir kalkınma ve gelişme planlanması uygulamaya geçirilmelidir. Kimi sanayi kuruluşları yurdun değişik bölgelerine dağıtılarak, Marmara Denizi’nin ferahlaması sağlanmalıdır. Böylece insanlar kendi kentlerinde iş güç sahibi olacağı için, Batıya göç de sınırlandırılmış olur. 

Bu arada; deniz dibinde yaşayan denizhıyarı (deniz patlıcanı), deniz suyunu süzer, deniz tabanını tarayarak, havalandırır ve ekosistemi güçlendirir. Bir tane denizhıyarı, günde yaklaşık 400 kg, yılda yaklaşık 150 ton kumu filtre ederek, ağır metallerden arındırır ve denizin dibini temizler. Sularımız kirlendiğinde denizlerimiz için kurtarıcı olabilecek denizhıyarları, denizlerimizin geleceği için büyük önem taşımaktadır. Ancak ülkemizde bu canlıların avlanmasına siyasal iktidar  izin verdi. Uzakdoğu’da sevilen bir besin maddesi olarak kullanılan bu canlıların kilosu 150 Dolar olduğu için, döviz gelecek diye denizlerimizde avlanıp satılmaya başlandı. Bu konuyu TBMM gündemine taşıyan ana muhalefetin soru önergesine, iktidar duyarsız kalmıştır. 

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı katıldığı bir TV programında “Kanal İstanbul, Marmara’daki deniz salyasını bitirecek” ifadelerini kullanmıştır. Laik ve bilimsel eğitimin yerine dinsel ağırlıklı eğitim yapılınca böyle dayanaksız ve bilim dışı konuşmalarla ülkenin yönetilemediği ve yönetilemeyeceği açıkça görülmektedir. Kanal İstanbul, Marmara Denizi’nin ölümü demektir ancak rant uğruna her şeyi yapan siyasal iktidar için, çevrenin talan edilmesinin, denizlerin yok edilmesinin önemi yoktur.

Müsilaj sorunu için bu doğal bir olay’’ denilerek aylarca akışına bırakan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ancak 6 Haziran 2021’de eylem planı açıkladı. Özellikle Marmara Denizi’ni etkisi altına alan müsilaj felaketi için eylem planını hazırlamak iyi bir gelişmedir ancak önemli olan bu planın uygulanmasıdır. Ülkemizde birçok yasa var fakat uygulanmalarında sorun vardır. Bunun yanında bütün kurumların, belediyelerin işbirliği yapması gereklidir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek için disiplinler arası işbirliği çok önemlidir. Her şeyi kendi bilen ve kendi yapan siyasal iktidarın Türkiye’yi getirdiği olumsuz durum ortadadır. 

Musilaj sorunundan başka Ege ve Akdeniz kıyılarımızda yeni yeni ‘sargassum’ adlı kahverengi deniz yosunu görülmeye başlandı. Hidrojen sülfür salarak, çürük yumurta gibi kokan bu kahverengi yosun, suda tehlikesizdir ancak kıyıda çok ciddi cilt (deri) sorunlarına ve solunum sorunlarına yol açmaktadır. Bu konuda yöre halkının bilinçlendirilerek, önlemlerin bir an önce alınması gerekmektedir. 

1 Haziran 2021 tarihinde CHP’nin Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorununun araştırılması için verdiği önerge AKP ve MHP tarafından reddedilmişti. Ama 10 Haziran 2021’de AKP’nin Marmara Denizi başta olmak üzere denizlerdeki müsilaj sorununun nedenlerinin tespit edilmesi (saptanması) ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kurulması önerisi kabul edildi. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişmedir ancak AKP’nin kendisi dışında verilen önergeleri kabul etmemesi, sorunların daha da büyümesine yol açmaktadır. 

Azim ve Karar, 14 Haziran 2021

YÜZBİNLERCE OKUNAN YAZILARIMIZ, İZLENEN TV PROGRAMLARIMIZ,,

Dostlar,

Dün, 13 haziran 2021 Pazar günü, SÖZCÜ Gazetemizin saygın yazarlarından Sn. Uğur Dündar, 4. kez bizi köşesinde konuk etti :

Ertesi gün, 29 Nisan 2021 akşamı, AKP = RTE tek adam rejimi sözde “tam kapanma” ilan etti.
1 Mart 2021’de başlatılan 3. açılım – saçılım kumarının faturası ülkemize çook ama çooook ağır olmuştu. İktidar, istemeye istemeye, yarım ağızla, %50 düzeyinde ancak sayılabilecek bir kapanmaya geçmek zorunda kaldı.. Oysa 28 Şubat’a dek, feryatlar etmiştik sakın haaa 3. bir açılım  – saçılım kumarı oynanmasın… diye.. 1 Mart – 29 Nisan 2021 arasında ülkemizin yaşadığı dehşet tablosunu çok yazdık, görselle de verelim :

Devasa 3. dalganın faturası çok ağır oldu, gerçek nedeni salgın değil, kötü yönetim oldu!

 

 

Söz konusu SALGINDA SON DURUM.. başlıklı dünkü SÖZCÜ Gazetesi makalemiz, Sn. Dündar’ın bizimle paylaştığı rating ölçeğine göre dün en çok okunan makale oldu.

Ayrıca, aşağıdaki 3 tweet iletimizden de görüleceği üzere, 14.6.21 günü saat 23.50 dolayında toplam 38.760 + 7.624 + 135.424 = 181.808 kez okundu.

Face book, Linked in hesabımızda ve doğrudan web sitemizde okunanlar da var..

Sn. U. Dündar, “Pazar yazısı olMAmasına karşın rekor düzeyde okundu” iletisini paylaştı bizimle.
**

12 Haziran 2021 günü saat 20:00 -20:45 arasında HALK TV’de katıldığımız programın rating skorlarını ise programcı Sn. Fatih Ertürk bizimle paylaştı :

 

Halkımız gerçekleri öğrenmek istiyor.
Biz de BİLİMSEL AKILCILIKTAN zerrece ayrılmadan bunu yapmaya çalışıyoruz.

 

 

Tüm izleyenlere, okuyuculara, paylaşanlara, TV ekranlarında fırsat verenlere, gazete köşelerinde tam sayfa konuk edenlere… şükran ile..

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

Devletin fethi 

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 14 Haziran 2021

Organize suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla hakkında yakalama kararı çıkarılan Sedat Peker, açıklamalarıyla AKP hükümetini sarsmaya, hükümet ise bunları görmezden gelmeye devam ediyor.

“Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, hakkındaki iddialara rağmen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sahip çıkarken, savcılar söz konusu iddiaların doğru olup olmadığını araştıracaklarına ve soruşturacaklarına, meslek ahlakını yerle bir ederek hükümetten gelecek talimata ve açıklamaya göre hareket ediyorlar!
***
Sedat Peker, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında bugüne kadar şu iddiaları ortaya attı:

1) Soylu kendisine, yurtiçinde ve yurtdışında koruma polisi tahsis etti.
2) Soylu, hakkında soruşturma dosyası hazırlandığını kendisine önceden bildirdi ve kendisi bunun üzerine yurtdışına çıktı.
3) Soylu, kendisinin yurtiçine “dönüş bileti” idi.
4) Soylu’nun bir akrabası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda, rant sağlamak amacıyla imarlaşmayla ilgili gelişmeleri takip etti.
5) Silivri Emniyet Müdürü, Soylu’nun baskıları sonrasında intihar etti.
6) Soylu’nun Demokrat Parti’de siyaset yaptığı yıllarda, kendisinin sağ kolu olan birisi Soylu’ya destek verdi, Soylu bu kişiyi belediye başkan adayı yaptı.
7) Kendisi Rize’deki bir cinayet davası konusunda yargılanırken, avukatını Soylu’nun babası buldu.
8) Soylu’nun sahibi olduğu sigorta şirketi, Bakan olduktan sonra kâr oranını artırdı.
9) Soylu, hakkında soruşturma başlatılan Bodrum’daki bir otel sahibi işadamının, önceden yurtdışına kaçmasını sağladı ve başka bir işadamının bu iş adamına olan 45 milyon dolarlık borcunu, “yukarının haberi var” diyerek silmesini talep etti.
***
Bu iddialar doğru mudur, yanlış mıdır, bunu araştırması gereken, hükümet talimatıyla hareket etmeyen bağımsız savcılardır. Savcıların bunları araştırıp soruşturabilmesi de Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ve ona bağlı birimlerin desteğiyle olabileceğine göre, Emniyet Genel Müdürlüğü de İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğuna göre, hakkında iddialar bulunan bir İçişleri Bakanı görevde olduğu sürece, bu araştırmanın ve soruşturmanın bağımsız, nesnel ve sağlıklı bir biçimde yürütülemeyeceği açıktır.

Türkiye, Anayasada belirtildiği gibi, demokratik bir hukuk devleti olsaydı, İçişleri Bakanı istifa eder veya görevden alınır, suçluysa cezası uygulanır, suçsuzsa göreve iadesi sağlanırdı.
***
Sedat Peker ayrıca, AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi ve AKP eski milletvekili Metin Külünk ile tanıştığını, kendisinin ricası üzerine, zorda olan bir akrabasına para yardımı yaptığını, seçimlerden önce AKP’ye çantalar dolusu parasal yardımda bulunduğunu, Almanya’daki bazı derneklere bağış yaptığını, ayrıca AKP’nin seçimlerde halka dağıttığı kahveleri kendisinin sağladığını iddia etti.

Bu iddialar konusunda da AKP Genel Merkezi ve savcılar hâlâ bir soruşturma başlatmış değiller!
***
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Sedat Peker’in bir organize suç örgütü lideri olduğuna dair iddiasıyla birlikte, Sedat Peker’in iddiaları da doğruysa, buradan, AKP’nin içindeki bazı odakların, bir organize suç örgütü lideriyle işbirliği yaptığı sonucu çıkar.

Ancak ortaya atılan iddiaların doğru olup olmadığına, bağımsız hareket eden savcılar ve yargıçlar karar verebilir. Buna hükümet karar veremez. Buna hükümet karar verirse, Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devleti olmaz, kabile reisi tarafından yönetilen kabile devleti olur.
***
Bunlarla birlikte hâlâ yanıtlanması gereken çok önemli iki soru vardır:

1) Sedat Peker’in yıllar sonra, AKP tarafından, yeniden organize suç örgütü lideri olarak tanımlanmasına ve kendisine yönelik bir operasyonun başlamasına yol açan nedenler nelerdir? 
2) AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya neden sahip çıkmıştır? 

Bu sorulara eksiksiz yanıt verilmeden, mafya, çete, siyaset, hükümet, devlet, ticaret arasındaki ilişkilere dair iddialar hakkında bütüncül bir değerlendirme yapmak olanaklı değildir.

Doğru adres Peker değil

13 Haziran pazar sabahı kalktığımızda, Türkiye’nin tamamında adeta bir matem havası hakimdi. Sanki, çok popüler bir dizinin başrol oyuncusunun başına bir şeyler gelmiş de o haftanın merakla beklenen bölümü yayınlanmayacaktı.

Olamazdı. Ne yapacaktık? Nasıl edecektik? Nerelere gidecektik? Böyle bir acıya(!) nasıl katlanacaktık?

İşin şakası-mizahı bir yana, böylesine abuk ve sürreal durumla karşı karşıyaydık. Herkes, “Ya başına bir şey geldiyse? Ya yakaladılar ve susturdularsa? Ya açıklamaları ve Youtube kayıtları durursa?..” gibilerden bir hayal kırıklığı içine düşmüştü.

Ve ardından, Twitter üzerinden yayılan bir bilgi bu kaygıları daha da arttırdı.

“Peker, T.C. İstihbarat birimleri (MİT)’nin düzenlediği, SAT komandolarınının da katıldığı bir operasyonla ele geçirilmiş, Türkiye’ye getirilmek üzereydi.” Anonim bir hesaptan yayılan bu bilgi saatlerce doğrulanamadı, ama yalanlanmadı da. Akşam saatlerine doğru, Peker’in “maiyetindeki” birinden gelen bilgi biraz daha farklıydı. O da, “Yakalanması söz konusu değil ama Birleşik Arap Emirlikleri resmi bakamları tarafından ‘Yalnız başına’ bir adrese davet edilmiş ve orada bir görüşmeye alınmış”tı. Ancak akıbeti belli olmadığı gibi, güvenliğinden duyulan endişe de devam etmekteydi. Saatlerce de bu “versiyon” üzerinden spekülasyonlar ve ileriye dönük tahmin ve senaryolar devam etti.

Sonuçta, bu tedirgin bekleyiş geceyarısını bir kaç dakika geçe, bizzat Peker‘in açıklaması (Twitter üzerinden 6 maddelik flood’ı) ile sona erdi.

Mafya lideri, “Yakalanma diye bu durum yok. Zaten, bir uluslararası yakalama emri (Interpol üzerinden) resmi olarak bu ülke makamlarının tutuklaması vb. gibi bir olasılık da yok. Sadece bir görüşme yaptık. Bana kalmak ya da gitmek anlamında kararın şahsıma ait olduğu bildirildi. İmkanlar çerçevesinde anlatımlarıma devam edeceğim” mealinde, durumu açıklığa kavuşturdu.

Mesajının son bölümünde de üstü örtülü biçimde (mealen) “Suçladığı kişileri (başta İçişleri Bakanı’nı koruyup kollayıp hakkında bir şey yapmayanlarla da hesaplaşma” uyarısı da yaptı. Muhatap besbelliydi.

İşin bu tarafı malûm.

Ancak ben bu yazıda, olayın başka bir yönüne dikkat çekmek istiyorum.

Siyasetin ya da başka bir alemin “üstü örtülü kalmış ve kamuoyu tarafından bilinmesi gereken unsurları”nı biz neden bir mafya reisinden öğrenmek zorundayız? Bunların bir kısmını ya da önemli bir kısmını muhalif siyasetçileri ya da adil ve yansız, omurgalı, satılmamış, namuslu medya zaten söylemiyor ve yazmıyor muydu?

Evet. Peker’den yeni duyduğumuz “taze” bilgiler de olabilir. Bugüne kadar hiç duymadığımız şeyleri de ifşa etmiş ya da edecek olabilir. Ama Peker’in şu farklı (ve çok önemli) özelliğini asla unutmamak gerek.

Neticede kendisi bu kirliliklerin (yakın zamana kadar) suç ortağı değil mi? Neticede, araları bozulduğu için “intikam amaçlı” ifşaatta bulunuyor değil mi?

Neticede, aynı FETÖ’cülerin 17-25 Aralık’ta yaptığı gibi, belki de araları bozulmasa sonsuza dek konuşmayacak bir “yol arkadaşı – yoldaş – kanka” statüsünde değil miydi?

Ve en önemlisi de, 2 şeyi daha düşünmeliyiz:

1. Acaba her şeyi anlatıyor mu? Öyle ya, kendisi de “Bazı şeyler benimle mezara gidecek” demedi mi? Bizim öğrenme hakkımız ne olacak?

2. Acaba her şeyi doğru mu anlatıyor? Bazı gerçekleri, bazı ilişkileri, ilişkilerin içindeki ayrıntıları ve bazı kişileri “es geçip” mi konuşuyor?

Neticede “Kamuoyunun gerçekleri bilme hakkının şampiyonu” birinden söz etmiyoruz.

Oysaki, gerçek gazetecilerin gerçek medyası, yani omurgalı ve satılmamış medya, kamuoyunu siyasetin ve ekonominin kirlilikleri hakkında bilgilendirirken bu tür saiklerle hareket etmez.

Demem o ki, siz yine Peker’i dinleyin. Biz de dinleriz tabii.

Ama, neticede gerçek sağlıklı bilgiyi işi gazetecilik olan ve taraf tutmayan (ya da sadece kamunun bilgi alma hakkının tarafını tutan) adil ve gerçek gazetecilerden almaya devam edin. Bilgiyi, her tür bilgiyi ve belgeyi “gazetecilik süzgecinden” geçiren medyadan almaya özen gösterin.

Ve eğer biri için endişe duyacaksanız, bu bir mafya reisi için değil, gazeteciler için olsun.

Birinin üzerine titreyecekseniz, gazetecilerin özgürce çalışması yani basın özgürlüğü olsun.

Birinin esenliği ve güvenliği için uykularınız kaçacaksa, kalemleri kırılmaya çalışılan, içeri atılmaya çalışılan, gazeteleri kapatılmaya, ekranları karartılmaya çalışılan gazeteciler için kaçsın.

Sedat Peker, neticede dün ve hayatı boyunca iktidarlara yakın olmuş, güçlüden yana tavır almış, onlar adına ve onlarla beraber iş çevirmiş bir suç örgütü lideri. Kendisini şu ya da bu şekilde kurtaracak güce de paraya da sahip. Bir güçlü teşkilatı ve hem ulusal hem de uluslararası “network”üne güvenebilir.

Ama, sadece ve sadece kaleminin gücüne güvenen ve onurundan namusundan güç alan gazeteci, sadece gerçeklerden ve kamuoyunun bilgilenme hakkından yana gazeteci, sizin gerçek tercihiniz olsun.

Peker yarın susabilir ya da susturulabilir.

Susana ya da susturulana kadar, tabii ki onun anlattıklarından yararlanmaya ve gerçeklere ulaşmak için ağzından her çıkanı bir şekilde ciddiye almaya hazırız.

Ancak esas kulak vermeniz ve okumanız gereken odak, bağımsız medya olmalıdır.

“Bu tarafa” bekleriz.

Hani malum banka reklamındaki gibi:

“Gerçekler bu Taraf’ta”

ÜÇ İNSAN TÜRÜ ve İKTİDAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Toplumsal yaşam dinamiğinde, tarihsel süreç içinde, hep 3 tür insan olagelmiştir.

1- Fırsatçılar – Oportünistler

Bu tür insanların temel felsefesi sürekli bireysel çıkar, mal, servet ve makam peşinde koşmaktır.
Çıkar ve rant kollamaktır. Temel taktikleri de; ideolojilerden bağımsız olarak, kendi çıkarları için, kimler ve hangi ideoloji iktidar olursa olsun, iktidar olanlara yaranma yarışına girmektir. Sağcı, solcu, liberal, devletçi, faşist, komünist, dinci , ırkçı… her tür iktidara uyum yetenekleri son derece yüksektir.
Eğer bir iktidarın çevresindeki oportünistler varolan iktidarı terk etmeye başlarlarsa o iktidar kısa bir süre sonra değişecek demektir.
Çünkü oportünistler yalnızca kendi bireysel çıkarlarına programlanmış makineler gibidir.
Geleceği ve potansiyel iktidar adayını doğru kestirir, yön (rota) ve yan (taraf) değiştirme hazırlığı yaparlar.

2- İdealistler

İdealistler genelde kurulu düzenden hoşnut olmayan, varolan iktidarı değiştirmek isteyen, kimi kez de yeni bir siyasal rejim kurmak isteyen görece daha eğitimli ve idealist insan kümelerinden oluşur. Bu tür idealist, devrimci ve çoğu zaman mutsuz toplumsal kümeler sağcı, solcu, liberal, komünist, otoriter, demokrat, ırkçı, dinci, nasyonalist ve faşist ideolojik kimlikler taşıyabilirler. Temel özellikleri de sürekli kurulu düzen ve varolan siyasal iktidar karşıtı olmalarıdır.

Tarihsel önemli bir gerçek şudur : Dinci, ırkçı, milliyetçi, faşist, komünist, liberal, demokrat, devletçi… hangi ideoloji iktidar olursa olsun, fark etmez. Belli bir süre sonra varolan iktidarın çevresi mutlaka fırsatçılar  – oportünistlerce kuşatılır. Bu kuşatma, varolan iktidarın çürümesine ya da oportünistlerce çürütülmesine dek sürer. Her türlü iktidar değişiminden sonra, oportünistlere düşen görev, yeni iktidara uyum sağlamak ve iyice kuşatmaktır.
Gerçek yaşamda sürekli iktidar olanlar ise çoğunlukla hep oportünistler olurlar.

3- Sessiz Çoğunluk

Bir ülkede, sessiz çoğunluk konumundaki nüfusun toplam nüfus içindeki yeri % 70-80’leri bile bulabilir. Bu kesimde olanların genelde eğitim düzeyleri daha az, gelir düzeyleri daha düşük, oturdukları konutlar daha az donanımlı (konforlu) ve toplumsal konumları (statüleri) de daha gerilerdedir.

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasal partilerin programları ve propagandaları daha çok bu sessiz çoğunluk konumundaki kitleyi hedef alır. Ayrıca bu çoğunluk kitle dinin, inançların, gelenek ve göreneklerin daha belirgin ve yoğun olarak yaşandığı bir toplum kesimidir. Bu nedenle de siyasal iktidarın ve öbür siyasal partilerin yoğun duygusal ve popülist propagandaların hedefi konumundadır.

Bir tümce (cümle) ile söylemek gerekir ise; demokrasilerde iktidarın varlığı ve meşruluğunu bu halk çoğunluğu sağlar, ama iktidarın sefasını ise iktidar eliti ve oportünistler birlikte sürerler.

Sonuç şudur                              :

Siyasal iktidarlar, sürekli olarak popülizme ve din sömürüsüne (istismarına) sarılarak, sessiz çoğunluğun, yani halkın ekonomik, sosyal ve kültürel… sorunlarına yabancılaştıkça halkın iktidara olan desteğini de o oranda yitirmeye başlarlar. Türkiye’ de de durum onu gösteriyor. Varolan siyasal iktidar, koltuk rehaveti, fırsatçı, rantçı oportünizm sarmalından kurtulamıyor.
Toplum da bunu fark etmeye başlamış durumda.

AKP VE MÜSİLAJ!

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı
14 Haziran 2021

Siz, 1994-2019 arası tam 25 yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesini yöneteceksiniz.
2002-2021 arası Türkiye’yi TBMM’de çoğunluğu olan AKP’nin Genel Başkanı yani “Tek Adam” olarak yöneteceksiniz ve sizin döneminizden önce pırıl-pırıl tertemiz olan Marmara Denizi, ölü bir denize dönüşecek ve siz hiç utanmadan, sorumluluk hissetmeden, ”Temizleyin talimatını verdim” diyeceksiniz, ha!

  • O müsilaj var ya, inanın sizlerden daha temiz!

Yetmedi, bir rant projesi olan “Kanal İstanbul’a bu ay başlayacağız” diyorsunuz.
Eğer bu kanal açılırsa, Avrupa’nın tüm pisliğini taşıyan Tuna Nehri, Marmara Denizini tamamen (AS: tümüyle) öldürecek. Niyetiniz, Marmara’yı toprakla doldurup, KATAR’a satmak mıdır?

  • Bu toprakları vatan olarak kabul etmiyor musunuz?

Sizlere, AKP’nin neden olacağı yeni bir çevre felaketini anlatmak istiyorum :
Bildiğiniz gibi ZEYTİN ile İNCİR ağaçları aynı dönemde meyve verir.
Ege çiftçisi, genelde her zeytin tarlasına 3-4 adet incir ağacı diker. Çünkü zeytin sineği, zeytin meyvesi yerine, incir meyvesini tercih eder. İncir ağaçları tıpkı bir paratoner gibi zeytin sineklerini çeker. İncir balını yiyen zeytin sineği ölür.
Doğal olarak zeytin meyveleri korunur!

Aydın Ovası için “Dağlarından YAĞ ovalarından BAL akar” denir. Doğrudur, Aydın Ovası ülkemizin en verimli, bereketli yöresidir. Şimdi bu bereketli ovadan 25 bin dekar arazi yok olacak!
Aydın-Denizli otoyolu yapımı için 25 bin dekar birinci sınıf tarım arazisi ekilir dikilir olmaktan çıkarılacak, kamulaştırılıp yol olarak kullanılacak!

Bu otoyol gerekli mi? 25 bin dekar tarım arazisini yok olmasına değer mi?
Gelişmiş ülkelerde yollar genelde iki-gidiş (AS: 2 de geliş) olarak yol yapılır! Nedeni ise, yıllar sonra bu yolların güzergahları, yapım malzemeleri, yapım teknikleri değişecektir. Hem başlangıçta fazla yatırım yapmamak, hem de tekrar araziye dönüştürülmesi için bu yöntem tercih edilir.

Aydın-Denizli otoyol uzunluğu 140 km, genişlik 2×3 gidiş-geliş olacak.
Mevcut 2×2 gidiş yoldan, yolculuk süresi sadece 15 dakika kısalmış olacak!
Araç başına geçiş ücreti 8,25 Avro (yaklaşık 85 TL), günlük araç geçiş garantisi
35 bin araçtır!
Müteahhite ödenecek tutar, 1 milyar 549 milyon Avro!
Müşavirlik hizmetleri + kamulaştırma bedelleri ile maliyet 2 milyar Doları bulacaktır.
Her yıl, geçsek de geçmesek de 90 milyon Avro’dan fazla para ödeyeceğiz.

Ne yapılabilir?
Amaç bu yolun yapımından “Para Kazanmak” değil de, hizmet ise;
Mevcut yolun iki yanından (Kamulaştırma bedelleri önceden ödenmiştir) birer geçiş ilave edilip, 2×3 gidiş-gelişe dönüştürülür!
Kamulaştırma bedeli ödenmemiş olur!
Aynı hatta mevcut 131 kilometrelik tren yolu modernize edilip, yük-yolcu taşınması yapılabilir.
Geçen yıl buradan 158 milyon Dolar kuru incir ihraç edilmiştir. Bu para her yıl kazanılmaya devam eder.

Akıl- bilim- ülke gerçekleri, hem 2 milyar Dolar verip, üstüne her yıl 90 milyon Avro ödemenin çok hatalı bir tutum olduğunu göstermektedir.

Bu tutumda AKP ısrar ederse, bilin ki bu proje, diğerleri gibi, Türk Milletinin kazıklanmasıdır.
O zaman Aydın-Denizli otoyolunun adı, “Yeni Soygun Yolu” olacaktır ve DOĞRU Parti bu soygunun ve çevre cinayetinin hesabını mutlaka soracaktır.

Sağlık ve başarı dileklerimle.

SÖZCÜ’de makalemiz : SALGINDA SON DURUM!..

SALGINDA SON DURUM!..

Değerli okurlarım,

Yukarıdaki bilimsel tabloyu, Kovit-19 salgınının başından bu yana, toplumumuza ve ülkemizi yönetenlere bilimsel doğruları ve mücadele etmek için alınması gereken önlemleri anlatmaya uğraşan, varlığından onur duyduğumuz saygın bilim insanlarımızdan, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, siz SÖZCÜ okurları için hazırladı. Gece gündüz demeden sürdürdüğü insanüstü çabaları nedeniyle değerli hocamıza sizler adına teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
13 Haziran 2021, SÖZCÜ, Uğur Dündar
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ugur-dundar/salginda-son-durum-6483618/?utm_source=yazardetay&utm_medium=free&utm_campaign=widget_yazarlar 
***

“Aşılama çok yavaş da olsa yaygınlaşma eğiliminde iken, kimi aşı çekinceleri
doğal karşılanabilir. Bu çekincelerin giderilmesi, uzmanların katkısıyla başarılabilir.

  • Ancak AŞI KARŞITLIĞI ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
  • Bu kişi ve çevreler, hem kendi hem de başkalarının yaşamını tehdit etmektedirler.
  • Tezleri asla bilimsel değildir, etik dışıdır, yasa dışıdır hatta suçtur.

Multisystem Inflammatory Syndrome in Children / MIS-C” adı verilen ağır – ciddi – öldürücü komplikasyon, ülkemiz dahil, giderek daha çok görülür olmuştur. Bu tabloda,
Kovit-19’a yakalanan çocuklarda, birkaç hafta (genellikle 3+ hafta) sonra çoklu organ yetmezliği gelişmekte ve yüksek oranda ölümcül gitmektedir. Dolayısıyla, henüz çocuklarda aşılama yaygınlaştırıl(a)mamışken, ülkemizde 18 yaş altında hiç başlan(a)mamış iken,
onların korunması ayrı bir boyut ve önem kazanmıştır. Bu da başlıca YAYGIN VE HIZLI AŞILAMA ile dolaylı olacaktır. Okulların büyük ölçüde yüz yüze eğitim yapmadığı ve
ay sonunda bütünüyle kapanmak üzere olduğu ek varsayımı ile…
***
BİR KEZ DAHA ANIMSATMA GEREĞİ DUYUYORUZ :

Anayasa madde 12 :
Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.

Anayasa buyruğu çok açıktır. Maddenin 1. fıkrasında tanımlanan temel hak ve özgürlükler
asla sınırsız ve hele hele KEYFİ DEĞİLDİR
!

Bu haklar aynı zamanda herkese ödev ve sorumluluklar da yüklemektedir:

  • Temel hak ve özgürlükler, kişinin topluma, ailesine ve öbür kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerir.
    ***
  • Ülkemizde ve dünyada tüm insanlara çağrımızdır :
  • Kovit-19 aşıları yeterince güvenilir ve etkilidir.

Son verilerle tüm dünyada 2,3 milyarı aşkın doz aşılama yapılmıştır. Şimdiye dek bu aşılara yüklenebilecek, aşılamayı durdurmayı gerektirecek ciddi olumsuzluk gözlenmemiştir.

Sağlık Bakanlığı, halkı aşıya teşvik için yaygın ve sürekli halk eğitimi yapmalıdır başta TV’lerde. Çekinceler giderilmeli, sorular yanıtlanmalı, alan aşı karşıtlarına bırakılmamalıdır. Ayrıca anımsanmalıdır ki; 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 72. maddesi, salgın hastalık durumlarında ZORUNLU AŞI UYGULAMASI için İdare’ye (Yürütme maddesinde Bakanlar Kuruluna) yasal yetki tanımaktadır. Bu yetki, günümüz rejimi ile partili Cumhurbaşkanındadır.

Madde 72/2 :  “Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbiki.”Dileriz yasal zorlamaya başvurmak gerekmesin. Ancak bu konunun Sağlık Bakanlığınca özenle izlenmesi ve aşıdan kaçınma – red sorununun bütün boyutlarıyla ortaya konması gereklidir. Böylesi tutum – davranış içinde olanlar ne orandadır? Yaş, cinsiyet, meslek, eğitim, sosyo-ekonomik durum, ülkedeki dağılım…. ortaya konarak hızla bilimsel önlemler geliştirilmelidir.
***

  • Randevu alıp haklı neden olmaksızın aşı olmaya gelmeyenlere yaptırım uygulanmalıdır.
  • Aşılama çalışmalarının baltalanmasına (sabote edilmesine) kesinkes engel olunmalıdır.Kuşkusuz tüm bunlar, hedef kitleye yeterli aşı sağlanması önkoşuluna bağlıdır.

Aşılama yavaş olur ve zamana yayılırsa, en son erişilen aşılanma oranı “toplum bağışıklığı” ile eşanlamlı olmayabilir. 2. doz aşıdan sonra 6 aydan uzun zaman geçenlerin bağışıklığı azalmaya başlar; hastalığı geçirerek doğal bağışıklık edinenlerin de…

Son verilere ülkemizde durum şöyle : 11 Haziran 2021, T.C. Sağlık Bakanlığı (saglik.gov.tr)

Toplam Yapılan Aşı Sayısı : 32.762.205
1. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 19.189.762
2. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 13.572.443

Bu veriler 90 milyon eylemli (fiili) ülke nüfusuna göre sırasıyla %36.4, %21.3 ve %15.1 düzeyindedir ve salgını denetim altına almak için gereken %70-80’lerden henüz çok geridir. Üstelik sayıları çoğalan ve yaygınlaşan mutant- varyant tipler ciddi sorundur.

Türkiye, toplam aşılanan sayısı bakımından (32,8 milyon doz ile) dünyada 13. sıradadır (https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, 11.6.21)

11 Haziran 2021 tarihli “resmi” turkuvaz tablo verileri aşağıdadır, durum hala çok ciddidir.

***

DAHA ALINACAK ÇOK YOL VAR… 

Verilerle oynanması bir yana, pek çok nedenle gerçek verilere erişmenin güç olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) birkaç hafta önceki uyarısında ölüm sayılarının kayda girenlerin 2-3 katı olabileceğini vurgulamıştır. Toplam küresel ölüm sayısı 3.795.062’ye erişmiştir. 2 ile çarpılırsa 7.590.124, 3 ile çarpılırsa 11.385.186 tutarına erişilir ki; Türkiye’ye pratik bir yaklaşımla, dünya nüfusunun %1.1’ine denk nüfusumuz nedeniyle 83.483 – 125.237 arasında bir “ölüm” sayısı düşer!

Oysa ilan edilen 48.593’tür. Salgının başından bu yana Kovit-19 ölümü dünya genelinde %2 olarak verilmekte iken, bu oran (case fatality rate) Türkiye’de yalnızca %0.9 olup, dünya genelinin yarısından azdır! Gerçek ölüm sayıları için resmi verileri 2-3 ile çarpma gereği ortada iken, bu katsayı, PCR+ olanların yakalanmasında daha da yüksek olabilir. Ölüm, sonuçta gizlenebilecek bir olay değildir. Ancak gerçek nedenlerde saptırma yapılabilir.

Kovit-19 olgularının %85’e varan bir kesiminin hastalığı hafif, belirtisiz, ayakta geçirebildiği, PCR testlerinin virüs taşıyıcılarını yakalama yeteneği (en iyimser %70 dolayında) ve tarama amaçlı test yapılmadığı dikkate alınırsa,

  • Ülkemizde iyimser kestirimle günde 20 binden az yeni olgu olduğu söylenemeyecektir!

Klasik buzdağı yaklaşımı ise genel olarak olguların 1/10’unun yakalanabildiği yönündedir.
***
TOPLUMSAL BAĞIŞIKLIK SORUNU…

İki doz aşı olanlar %15,1… Hastalığı geçirip kayda alınan olgu sayısı 5.319.359.
Salgın “resmen” 11 Mart 2020’de duyuruldu. Aradan 15 ay geçti. 6. aydan sonra doğal bağışıklığın yetersizleşeceği göz önüne alınırsa, toplam 5.319.359 kayıtlı hastanın 1.780.673’ü 11 Aralık 2020 öncesine tarihleniyor. Dolayısıyla ancak 3.538.686 hasta son 6 aylık döneme ilişkin. 90 milyon nüfusta payı %3.9 olup, “hâlâ” yeterince bağışık varsayılırlarsa, 2 doz aşı olanlarla birlikte %3.9 + %15.1 =%19.

Tek doz aşı olanlarda genel anlamda %30 bağışıklık düşünülebilir ki çok yetersizdir. Dolayısıyla,

  • Türkiye’de toplum bağışıklığı oranı, 11 Haziran 2021 günü akşamı için %19 olarak kestirilebilecektir ki çok yetersizdir.
  • Bu oran hızla %80’lerin üstüne çıkarılmak zorundadır.
  • Tersinden bakılırsa, toplumun %81’i ya da her 5 kişiden 4’ü hala Kovit-19’a karşı duyarlıdır!

Bir “teselli”, kayda girmeksizin hastalığı geçirenlerin kayda alınabilen 5,3 milyondan çok daha fazla olabileceği – olduğudur. Ancak bu bilinmezliğe dayanılamaz. Bu yüzden de uygun aralıklarla, örneğin her ay, seroprevalans çalışması yapılarak toplum bağışıklığının oranı, ülkesel dağılımı ve temel Epidemiyolojik özellikleri tanımlanmalıdır.
***

UNUTULMASIN                                                :

  • Bulaş sürdükçe ve salgın uzadıkça virüs mutasyona uğrayarak tehlikeli mutant / varyant tiplere daha çok evrimleşebilecektir.
  • Bu olguaşılara direnç geliştirme sorunu doğurabilir ki, başlıca savunma aracından yoksun kalınması demektir; çok ağır küresel yıkımları olabilir.
  • Salgınlar dalgalanmalarla giderler.. Son haftada dünya genelinde yeni hasta yakalanma oranı %16, ölüm oranı ise yalnızca %1 azalmıştır. Türkiye’de bu oranlar aynı sırayla %14 ve %30’dur! Niçin, nasıl??
  • Özellikle ölüm sayılarında olağanüstü hızlı azalış, Epidemiyolojik açıklanabilirlikte değildir!
  • Kuramsal olarak yeni bir dalga olasılığı / riski sıfırlanabilmiş değildir!

15 aylık tablo aşağıda. İlk dalga oluşmadan önce ve sonrasında önerilerimiz olmuştu, çoook az uyuldu. 2. dalga için KASIRGA YAŞARIZ, yapmayın, etmeyin, demiştik 2020 sonbaharı – kışı boyunca; yaşadık! 3. dalga için Şubat 2021 boyunca kendimizi paraladık, 2. dalgayı ararız… diye ama 1 Mart 2021’de 3. açılım – saçılım kumarı, gördüğünüz en dev dalgayı doğurdu; kimse beklemiyordu!?

  • Şimdi : Kim verebilir 4. dalganın olmayacağının güvencesini??

    Türkiye aklını başına almalıdır..

  • Özellikle kuzey yarımkürede turizm mevsiminin ve hareketliliğinin başlaması ciddi bir potansiyel risktir. Teşvik edilmesi değil, olabildiğince sınırlandırılması önerilir.
    Sınır kapılarında uluslararası standart salgın denetim önlemleri titizlikle sürdürülmeli,
    Dünya Turizm Örgütü de bu bağlamda sorumluluk almalıdır.
  • DSÖ’nün COVAX Girişimi etkinlikle yaşama geçirilmelidir adil aşı hakkı için.
  • Ülkemizde de ÖNCELİKLE VERİLER SAYDAM – DÜRÜST PAYLAŞILMALI,
  • Salgın Yönetimi Epidemiyolojik ilkelerden asla sapmaksızın tümüyle bilimsel yürütülmelidir. 
  • Bilimsel özenlilik ilkesi kesinlikle elden bırakılmamalıdır.
  • SOSYAL DEVLET bir an bile desteğini eksiltmemelidir; TÜİK’in resmi verisiyle
    ülkemiz nüfusunun en az %27’si yoksuldur! Bu hazin – çok tehlikeli oran, Kovit-19 dahil,
    pek çok bulaşıcı olan – olmayan hastalıkla savaşta ve sağlıklı bir toplum yaratmada
    belki de en temel engeldir!..”
    ***
    Makalenin pdf biçimi: SÖZCÜ, Uğur DÜNDAR, SALGINDA SON DURUM, 12 Haziran 2021

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik