ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Haziran 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HAMDOLSUN

AKP’nin cumhurbaşkanı RTE, Biden’la görüşmesi sonrası ABD Başkanı’nın Türkiye’yi soykırımla suçlaması ile ilgili olarak, ”Hamdolsun o konu hiç gündeme gelmedi” dedi.

  1. “Ülkemizi haksız yere suçlamaktan utanmadın mı?” diyememekten utandı,
  2. Soykırım yapıldığına kendi de inanıyor…

ASIR

Yandaşlarının “dünya lideri” dediği RTE, Biden’la yaptığı görüşmede ülkemize ne kazandırdı?

  1. Hayal kırıklığı,
  2. Afganistan’a ucuz Mehmet görevi,
  3. Soykırımcı ilanına karşı “hamdolsun” utancı,
  4. Hepsi…

ŞEREFSİZ

Hükümete yakın Sağlık-Sen Bayburt Şb. Bşk. Cemil Kandemiroğlu, BÜ‘nde eylem yapan akademisyenlere “Hepiniz şerefsizsiniz, hainsiniz” diyerek hakaret etti.

Savcıya gidilse “fikir özgürlüğü” nden yırtar.

“Şeref nedir?” dense tanımdan çakar…

MAFYA

Ankara’da KESK‘in açtığı “Mafya sömürü düzenine karşı direneceğiz” pankartına polis izin vermedi.

  • Polis vatandaşın mı, mafya – sömürü düzenin mi güvencesi?..

DUVAR

301 madencinin öldüğü Soma faciası davasında çıkan komik cezaların ardından aileler “Adalet adliye duvarlarında asılı kaldı” yorumu yaptı.

İktidarda “Adalet”li bir parti ve güdümündeki yargının ülkeyi getirdiği yer…

FETÖ

Yargıtay’ın Balyoz davasında yedi kişi hakkındaki berat kararını bozmasının ardından E. Org. Çetin Doğan, “Eğer bu karar doğruysa yargıya artık FETÖ elinin tekrar yerleştiğini söyleyebiliriz”

Ne zaman çekti?..

TEMİZLİK

TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, Peker’in iddiaları ile ilgili olarak:

Kamuoyu nezdinde dile gelen bu şüphelerin giderilmesi gerektiğini ve temiz toplum, temiz siyaset için her türlü mücadelenin yanında olacaklarını açıkladı.

Tuz kokunca temizlik nasıl yapılır?…

TAKOZ

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan diyor ki;

“Laiklik Türkiye’nin önündeki en büyük takozdur ve zihnimizi körleştiren, bizi Batı’ya bağımlı kılan bir prangadır.

Türkiye laikleştikçe, değerleri aşınıyor, çıkarperest, fırsatperest, duyarsızlaşan, hız, haz ve ayartının kölesi olan, güdülmeye müsait bir yığın hâline geliyor.”

  1. Kaplan, örnek aldığı birileri gibi kendi yaptığıyla karşısındakini suçlamış.
  2. Toplumu yığınlaştıran ve toplumun gelişmesine takoz olan; laiklikten nasibini alamayan, biata dayalı bilinçsiz / kör inançtır.

MEDET

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, “Türkiye’yi tam bağımsız büyük Türkiye yapacağı iddiasını asla dile getirmeyen, Amerika’dan, Joe Biden’den medet uman bir muhalefet ile karşı karşıyayız.” dedi.

Bu sözlere bayıldım. 10 tam puan.

Peki AKP / RTE’den ne haber?..

ADALET

DİSK, yoksul sayısının artarak %29’a ulaştığını; Türkiye’nin adil gelir dağılımı konusunda Avrupa sonuncusu olduğunu açıkladı.

Ne yapayım, 19 yıldır uğraştım düzeltemiyorum!..

EMEKLİ

RTE açıklama yapan 104 emekli amiralle ilgili olarak,

“100’e yakın emekli amiralin şu anda hesapları soruluyor. Sen emekli olmuşsun ya, senin milletle, devletle ne işin var. İşine bak, bunların hesabını bu ülkenin yargısı size soracaktır.” ifadelerini kullandı.

  1. Emekli vatandaş değildir.
  2. Emekli iş yapmalıdır.
  3. Cumhurbaşkanı yargıyı etkilemekte serbesttir, yasalar O’nu bağlamaz…

ETİK

Partinin temel ilkeleri ve etik değerleriyle bağdaşmayan davranışları nedeniyle Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilen CHP Düziçi Belediye Başkanı Alper Öner, CHP’den istifa ederek AKP’ye katıldı. Öner, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı kendine şiar edinen ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde milletin safında yer aldığına yürekten inandığım Adalet ve Kalkınma Partisi’ne katılmaya karar verdim” dedi.

  1. AKP’yi bu kadar iyi tanıyan bu adamın CHP’de işi neymiş?
  2. Tarikatlar önderliğinde muasır medeniyet seviyesine ulaşmada gecikilmez!
  3. Bu adam AKP’de iş yapar. Bahçeli, Türkeş, Soylu ve Kurtulmuş’u aratmaz…

YALAMA

Sağlık Bakan Yardımcısı Sabahattin Aydın’ın eşi tarafından kurulan ve Bakanlığın e-nabız işlemlerini yapan firmanın, 20. ihalesini de Bakanlıktan aldığı ortaya çıktı.

Bal tutan yalama…

DUA

Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Kutluhan Kovid-19 hastasına ‘şifa duası’ gönderdiğini ve hastanın iyileştiğini söyledi.

Üfürmek için 7 sene tıp okumaya ne gerek çok sayın hocam; Kur’an kursuna gidiver bitsin…

SEÇMECE

Kamudan çift maaş alan Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürü Metin Yener, Sayıştay Başkanlığına aday gösterildi.

Milletin hakkını ne korur ama!..

STANDART

Veyis Ateş, Sezgin Baran Korkmaz’ın ses kaydına ilişkin “Kendisine kumpas kurulduğunu, ses kaydının montajlama yöntemiyle oluşturulduğunu” söyledi.

Standart savunma. Reis de böyle demişti…

MAAŞ

Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü AKP eski milletvekili Fahrettin Poyraz’ın 11, yardımcısı Davut Arpa’nın 5 ayrı yerden maaş aldığı iddia edildi.

Bu adamların değerini bilmek gerek!

Bu kadar maaş yandaşa yetmez daha ballılarını vermek gerek!..

VARLIK

ABD, Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlığını belirlemiş.

Liste yedi sayfa.

Ne cevherler yetiştirmişiz bu vatana!..

BAYRAK

Kocaeli AKP Gebze ilçe Teşkilatı’nın sandık başkanları toplantısında, masalara serilen Türk Bayrakları sofra bezi gibi kullanılarak üzerine yiyecekler konuldu.

Seçim zamanı gelince bayrak şiiri okuma yarışına girerler…

MÜZİK

Yeni normalleşme kapsamında müzikli eğlence mekanlarında 24:00’ten sonra yasak uygulanacak. Konuyla ilgili RTE, “Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur”

Müzik hasta ruhun rahatsızlığıdır!..

KONUŞMA

RTE Antalya’da AKP teşkilatlarına uyarıda bulunarak, “Eğer biz bir dava adamıysak, bu davanın mensupları birbiri aleyhine konuşamaz” dedi.

Konuşurlarsa foyalar dökülür parti çözülür…

SORMA

“128 Milyar nerede?” pankartı açan CHP’lilere “Cumhurbaşkanına hakaretten dava açılıyor.

Anlayamadım: Sorunun Cumhurbaşkanı ile ilgisi ne? Hakaret kelimesi hangisi?..

S O R U Y O R U M              :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Sarıklı amiral soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Bakan Ruhsar Pekcan hakkındaki soruşturma neden engellendi?
  4. Sedat Peker’in açıklamaları neden soruşturulmuyor? İlgililer neden açıklama / yalanlama yapamıyor?..

HIRSIZDAN ÇALMAK!

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Silahlı hırsız çetesi bankaya baskın yapar. Çete Reisi bağırır; “Yere yatın ve kıpırdamayın. Çalacağımız para sizin değil. Başkasının parası için ölmeyin.”
Çete paraları toplar ve kaçar. Banka Müdürü, yardımcısının kulağına fısıldar; “Bana bak, akıllı ol. Hırsızlar arka odadaki kasayı görmedi, esas para orda. Polisler gelmeden, arka kapıdan kasayı boşalt!”
Ertesi gün Hırsız Çetesi Reisi televizyonda şu haberi duyar; “Hırsızlar bankayı 23 milyon lira soydular!”
Reis; “Ulan aldığımız para 3 milyon lira! Vay anasına, bizi de soydular…”

Ülkemiz artık ilkesiz, kuralsız, gerçeklerden ve ahlaktan kopmuş, bir yönetim ile onun gözleri doymayan memurları tarafından yönetiliyor!

Bu arada yukarıdaki gibi ilginç olaylar yaşıyoruz!
Adının baş harfleriyle uyumlu SBK (SABIKA) adlı kişi, ABD’yi dolandırıp ülkemize geldi. Kısa sürede, Cumhurbaşkanından – Bakanlara, Yargıtay üyelerinden – Savcılara, Emniyet Müdürlerinden -Valilere kadar çok sayıda kişi tarafından saygıyla karşılandı!

Adam tam “Ohh be şimdi kendimi garantiye aldım” dediği anda, yukarıdaki Banka Müdürü kılıklı “Yerli ve Milli” Saray akbabaları, öyle bir saldırdılar ki, SABIKA kurtuluşu yurt dışına kaçmakta buldu!

Eski Türkiye’de babalar akşam eve gelen oğullarına “Nasıl kazandın, oğlum” derlerdi.
AKP Türkiye’sinde ise “Ne kadar kazandın” diye sorar oldular?
Yani kazan da nasıl kazanırsan kazan! Erdoğan’ın dediği gibi; “Kazan-Kazan!”

Ne ara bu hale geldik, hiç düşündünüz mü?
2002’de 10 yaşında olan bir çocuk, bugün çoluk-çocuk sahibi biri oldu.

  • 20 yıldır gençlik, Erdoğan’dan başka Başbakan-Cumhurbaşkanı görmedi.

(Huber Apo var ama fark etmez, O da aynı)

O Erdoğan, elindeki nişan yüzüğünü göstererek Türk Milletine şöyle diyordu :

  • “Şu gördüğünüz yüzük var ya, işte tüm servetim budur.
  • Eğer bir gün çok zengin olduğumu görürseniz bilin ki haram yemişim!”

Avrupa basını kezlerce yazdı;

“Erdoğan, dünyanın en zengin 8 siyasetçisinden biridir!”

  • Avrupa basını; “Binali Yıldırım’ın 26 milyar Dolar serveti var!”

Aynı Erdoğan Türk Milletine şunu söylüyordu :

  • Eyy Türk Milleti, zengin neden zengin, fakir neden fakir bilir misiniz?
  • Ben size söyleyeyim. Fakir, çalmasını bilmediği için fakirdir!”

Devam ediyordu Erdoğan;

  • “Hırsızlık evlattan babaya değil, babadan evlada geçer!”

AKP döneminde çok sayıda Başbakan, Bakan, Milletvekili çocuklarının hırsızlıklarını, dolandırıcılıklarını, mala çökmelerini gördük. Sormak hakkımız değil mi?

  • Bu Bakan – Milletvekili veletleri, hırsızlığı babalarından mı öğrendiler?

20 senedir genç insanlar, bu rezillikleri, bu ahlaksızlıkları göre göre büyüdüler.
İnsanlar izliyorlar, daha düne dek normal bir yaşam süren AKP’li komşularının, karı-koca son model ciplere bindiklerini, yalılara taşındıklarını gördüler!

İşte o andan başlayarak çürüme toplumun büyük bir kesimini sarmaya başladı.
Bunları görerek büyüyen genç; “Demek ki siyaset yol bulmak için yapılan bir iş imiş” diye düşünmeye başladı!

Bunun bir adım ötesi toplum ilk kez “Çalıyorlar ama çalışıyorlar yahu” veya
Hiç olmazsa bunlar besmele ile çalıyorlar” noktasına geldi!
Böyle çirkin duygunun topluma yayılması, taraftar bulması çok tehlikelidir.

Azizi Türk Milleti;
Siyaset, hizmet etmek demektir. Dürüstlük, mertlik ve hesap verebilmek sanatıdır.
Bu iş, dürüst namuslu, bilgili, cesur sanatkarlar tarafından yapılmalıdır.
Kimse şunu unutmamalıdır :
Haramın, helal cüzdanı olmaz. Haram yiyen sonucuna katlanacaktır. Hem pozitif hukukta, hem de ilahi hukukta!

Bugün yaşanan hırsızlıkların, soygunların, rüşvetlerin hesabı DOĞRU Parti tarafından
Devr-i Sabık yaratılarak, hukuk önünde mutlaka sorulacaktır.

Kim Türk Hazinesinden kör kuruş yediyse, hukuk yoluyla o el kırılacaktır…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 22 Haziran 2021

İKİ SÜREKLİ ÖĞRETMENİMİZ : Acılarımız ve yanlışlarımız

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
23 Haziran 2021

İKİ SÜREKLİ ÖĞRETMENİMİZ :
Acılarımız ve yanlışlarımız

Ey insan soyu unutma!
Eğer duygudaşlık (empati) yeteneğini geliştirebilir ve ders çıkarmasını bilirsen, yaşam boyu iki öğretmenin sana hep yol gösterecektir :

1-Çektiğin acılar, sıkıntılar, haksızlıklar duygularını insanileştirecek, seni adil, ahlaklı, sevgi ve barış dolu çağdaş ve iyi bir insana dönüştürecektir.

2-Yanlışlarını fark edip onlardan ders çıkarmayı başarabilirsen, yaşam boyu yapmış olduğun yanlışlar, verdiğin yanlış ve eksik kararlar da giderek akıl çemberini genişletecek ve doğru karar verme yeteneğini artıracaktır.

Yani, eğer ders alabilirsen, acıların ve yanlışların seni yaşam boyu eğitmeye devam edeceklerdir.

Vardığın her yanlış son, senin için, yeni bir doğrunun. başlangıcı olabilir. İnsanın kendi yanlışlarından dönebilmesi büyük bir erdemliliktir. Eskilerin deyimi ile,

“Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz”.

Kötümser olma.
Batan gūneş yine doğar.
Kış ne denli sert olursa olsun sonu mutlaka bahardır..
İyimser olmak yaşamda bir adım önde olmak demektir.
İyimserlik insanı çalışmaya, üretmeye ve yaşamın gerçeklerini yerine getirmeye yöneltir.

Öğrenmek ömür boyu sürer.
(AS: LLL – Life Long Learning)

Ancak tüm kararlarımız ve her türlü işlerimizde aklı, bilimi, ahlakı, adaleti, özdeş,mi (empatiyi) ve insaniyeti hiç unutmamak gerekir.
Çünkü başta ailemiz olmak üzere her yerde ve her zaman öbür insanlarla birlikte yaşamak zorundayız.
Tüm bu ilkeler, çağdaş bir İnsan olabilmek, sevgi, barış ve mutluluk içinde insanca yaşayabilmek için, herkes için kaçınılmazdır.

102 Yıl Sonra Amasya Genelgesi

102 Yıl Sonra Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da bir aya yakın kaldı. 12 Haziran’da Havza yoluyla Amasya’ya geçti. Orada eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve 3. Kolordu Kumandanı Refet Bey ile buluşup toplantılar yaptı. Görüşmeler sonunda, Mustafa Kemal Paşa’nın önceden hazırladığı ilkeleri kapsayan bir metin üzerinde anlaşma sağlandı.
12. Kolordu Kumandanı Mersinli Cemal ve 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşaların da görüşleri alındıktan sonra kimi düzeltmelere uğrayan metin, 21/22 Haziran gecesindeki
son toplantıda kesin biçimini aldı. Bu “Amasya Kararları” ertesi gün, yani 22 Haziran 1919’da asker ve sivil ilgililere telgrafla bildirildi. Amasya Tamimi olarak tanınan altı maddelik metnin 1. maddesi şöyledir:

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir. Hükûmeti merkeziyetimiz
İtilâf Devletlerinin tesir ve murakabesi altında mahsur bulunduğundan deruhde ettiği mes’uliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madum (yok) tanıttırıyor. Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır. Milletin halü vaz’ını
derpiş etmek (göz önüne almak) ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir
ve murakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir.

Anadolu’nun bil-vücuh en emin mahalli olan Sivas’ta millî bir kongrenin serian in’ikadı takarrür etmiştir. Bunun için tekmil vilâyatı osmaniyenin her livasından ve fırka ihtilâfatı nazarı dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin itimadına mazhar üç kadar zatın
sürati mümkine ile yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir.”
(Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, C. III, Vesikalar, İstanbul 1934, s. 47)

Amasya Kararları‘na genelde bakılınca, bunların Türk Millî Mücadelesi’nin ana programını oluşturduğu, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal dehası ve yüksek askeri yeteneği sayesinde
adım adım gerçekleştirildiği gözlenir.

Mustafa Kemal Paşa Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a gitti. İngilizlerin baskısı sonucunda 8 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanan Doğu vilâyetleri temsilcilerinin kongresine sivil olarak “Sine-i millette bir ferd-i mücahit” olarak katıldı ve kongreye başkan oldu. Onun ustaca yönetimi sayesinde, Erzurum Kongresi’nin
7 Ağustos 1919’da yayınlanan bildirisi, Amasya Kararlarına uygun olarak hazırlandı.

On maddelik Bildirgede Millî Mücadele’nin hedeflerini daha ayrıntılı olarak belirliyor ve
bu hedeflere varmak için yapılacak işleri belirliyordu. 2. maddede “Osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı saltanat ve hilafetin masuniyeti için
Kuvây-ı Milliye’yi âmil ve iradei milliyeyi hâkim kılmak esastır” hükmü açıklanıyordu.
4. maddede, merkezi hükümetin yabancı bir devletin baskısı altında kalması halinde
“Hukuku milliyeyi kâfil tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur” ibaresi bulunuyordu.
6. maddede “30 Teşrinievvel sene 1334 (AS: 30 Ekim 1918, Mondros Silah Bırakışması) tarihindeki hududumuz dahilinde kalan… ezici çoğunluğu İslamlar teşkil eden… ve yekdiğerinden gayrikabili infikâk (ayrılamaz) özkardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memâlikimiz” cümlesi, vatan sınırlarını Mondros Mütarekesi imzalandığı gün ordularımızın hakimiyeti altında bulunan toprakları çeviren hatla çiziyordu. 8. maddede “Milletin içinde bulunduğu hâli zücret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükümeti merkeziyetimizin Meclisi Milli’yi hemen ve bilâ ifâtei zaman (zaman kaybetmeden) toplaması” isteniyordu. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1960, s. 106-107)

Kaynak : http://www.tarihtarih.com/?pnum=8&pt=Cumhuriyet+D%C3%B6nemi
*****
Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere,
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın bu kritik dönemecinde emeği geçen tüm vatanseverlere şükranla..

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir.
Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır.

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

ANAYURT GAZETESİ SÖYLEŞİMİZ – 22 Haziran 2021

Dostlar,

Bu gün, ANAYURT Gazetesinde bir söyleşimiz yayınlandı. Sayın Uğur Duyan‘ın sorularını yanıtladık :
https://anayurtgazetesi.com/haber/Saltik-4-dalga-riski-halen-apacik-surmekte/735637

SORU 1       :  Türkiye’de aşılamada gelinen son noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Aşılama süreçlerinde stoksuz olarak yalnızca 1. dozun uygulanması ve 2. doz için yurt dışından gelecek olan aşıların beklenmesi salgın yönetimi açısından riskler taşımakta mıdır?

Dr. Ahmet SALTIK :

Son verilerle aşılama durumu şöyle
: Yapılan toplam aşı sayısı 41.588.607, 1. Doz uygulanan kişi sayısı 27.193.172 ve 2. Doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 (21.6.2021, saat 02:53). Türkiye aşı üreten ülkelerden biri ne yazık ki olamadı. Büyük ATATÜRK döneminde 1928’de açılan Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha Enstitüsü AKP tarafından 2011’de kapatılmamış olsaydı, KOVİT-19’a karşı aşı geliştirme olanağımız olabilirdi. Küreselleşme çağında işbirliği – uzmanlaşma gerekçesiyle, “en uygun yerden en uygun fiyata aşı sağlarım” savının ne denli yanlış olduğu kanıtlanmış ve ülkemiz AŞI gibi stratejik bir koruyucu tıp aracından, salgının ortasında neredeyse yoksun bırakılmıştır. Bu çok ağır ve bağışlanmaz aymazlığın faturası ülkemize çok ağır olmuştur. Milyonlarca insan önlenebilecek iken bu hastalığa yakalanmış, onbinlerce masum insan ise kurban verilmiştir. Sorumluları mutlaka siyasal hukuksal bedelini ödemelidir. Başka salgınların da KAÇINILMAZ olarak yaşanabileceği somut riski (olasılığı değil!) karşısında, daha çok oyalanıp – inatlaşıp – gecikmeden Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha Enstitüsü yeniden, yasa ile, özerk bir bilim kurumu olarak açılmalıdır. Ulusal kaynaklar betona, verimsiz harcamalara ve yolsuzluklara değil, bilime – ulusal ekonomiye – eğitime – sağlığa – iş yaratmaya – yoksulluğu yenmeye … yönlendirilmelidir.

Türkiye’nin eylemli nüfusu 90 milyondur. 2. doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 olup, toplam nüfusun %16’sına karşılıktır. Tersinden söylemek gerekirse, halkın %84’ü henüz 2 doz aşı olamadı. 14 Ocak 2021’de başlatılan aşılamanın 158. gününde erişilen ortalama 263 bin / doz / gündür ve son derece yetersizdir. Üstelik toplumun aşılanmaya istekli kesimleri aşılanmaktadır şimdilik. Deneyimlere göre zamanla bu istem azalabileceği gibi, değişik nedenlerle çekince yaşayan ya da aşıyı reddeden kesimlere özellikle ulaşmak gerekecektir. Bu dönemlerde aşılama hızı düşebilecektir. Oysa hızla %80’leri aşan oranlara erişim zorunludur salgını denetlemek, giderek sönümlendirebilmek için.

Türkiye, TAM BAĞIMLI olarak, çok sınırlı tutarda, çok zorlanarak ve gecikerek sağlayabildiği 2 ayrı aşıyı (Çin Sinovac üretimi CORONAVAC ve BioNTech&Pfizer) stoklamadan, başka deyimle 2’ye bölmeden yaygın aşılama yolunu seçmiştir. Tek doz aşılamada erişilebilen bağışık yanıt %30’larda kalmaktadır. 2-4 hafta ara ile 2. dozun 2 hafta ardından o aşıdan beklenen en yüksek kuramsal bağışık yanıta ulaşılabilmektedir. Aşı etkinliği %70-95 arasında değişmektedir. Dolayısıyla Aşılama, Bağışıklama ile kesinlikle eşdeğer değildir. CORONAVAC için Türkiye’de yürütülen Evre 3 çalışmasında koruyuculuk %83 olarak açıklanmıştır. BioNTech&Pfizer için ise %90’ın biraz üzerinde oran verilmiştir. Dolayısıyla, 2 doz aşılanma oranı %16 gerçekte bağışıklanma oranı değildir. Öte yandan, etik nedenlerle, aşıları bekleterek aynı insanlara 2. dozu ayırmak kabul edilemez.

Ayrıca, “görece” rahatlayan üretim – dağıtım, akla, ülkemize ve gelişmekte olan ülkelere yollanan aşıların varyant tiplere karşı etkinliğini getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uyarılarına göre, aşıları, mutant tipler karşısında, etkililiklerini korumak üzere güncellemek gerekebilecektir.

  • Aşı tekelleri, mutasyonlar yüzünden etkililiği azalan aşıları gelişmekte olan ülkelere pazarlarken, kendileri için “güncelledikleri” aşıları mı uygulayacaktır, uygulamaktadır?
  • Bu kritik bir sorunsaldır ve BM – DSÖ öncülüğünde yansız bilimsel kurumlarca açıklığa kavuşturulmalıdır.
  • Türkiye ise, dışalım sırasında ilgili firmalardan bu bağlamda, açık bildirim – yüklenim bildirimleri istemelidir.
  • Etkililikleri %50’lerin de altına düşmüş olabilecek aşılar yüksek beklentilerle halka uygulanamaz, insanlığa karşı suçtur.
  • Ne var ki, emperyalizmin ve çokuluslu şirketlerinin elleri çok kirlidir ve sicilleri sabıkalıdır.

SORU 2       : Türkiye’de toplumsal bağışıklığın kazanılması için uygulanan aşılama stratejisi yeterli midir? Bu bağlamada olgu (vaka) ve ölüm sayılarının halen yüksek düzeylerde olması ve yurt dışından turist çekme arayışları toplumsal bağışıklık için bir risk etkeni midir?

Dr. Ahmet SALTIK :

Mutasyon ürünü varyant tiplerin sayıca çok artması, dünyada yaygınlaşması ve yeni varyantların daha bulaştırıcı – daha ağır gidici bulaşa yol açması gerçeği karşısında yapılması gereken, aşılamayı hızla ve yaygın olarak ülke – küre genelinde tamamlamaktır. Türkiye verilerini ilk soruda sunduk. Güncel verilerle dünya nüfusunun %21,5’i tek doz aşıya erişebilmiştir. Toplam aşılanan sayısı 2.6 milyar ile küresel nüfusun 2.6/7.8 = 33.3’ü ya da 1/3’üdür. Bu oran Türkiye’de %30.2’dir. Her gün 36.1 milyon insan aşılanmaktadır Dünyada. Türkiye dünya nüfusunun %1,15’ine sahiptir ve her gün ortalama 417 bin doz aşılama yaparsa dünya ortalamasına erişebilecektir. Ancak 263 bin doz ile geridedir. Vurgulamak gerekir ki, tek doz aşı alabilen nüfus oranı, gelişmekte olan ülkelerde yalnızca %0.8’dir ve bu, küreselleşme çağında uluslararası toplumun utancıdır, dayanışma yoktur!

Türkiye’de Toplum Bağışıklığının ne düzeye ulaştığını kestirmek güçtür. 2. Doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 ile nüfusun %16’sıdır ve 2 ayrı aşıya dayalıdır. Sinovac aşısı öbüründen daha çok yapılmış olmakla birlikte, eş oranda uygulandığı varsayımı ile %83 ve % 93 dolayında koruyculuğun ortalaması %88 alınırsa, 2 doz aşılanan 14.395.435 kişinin gerçekte %88’i bağışık sayılabilir, bu da %16 x % 88 = %14 demektir. Aşılamaların üzerinden 6-9 ayı aşkın zaman geçmediğinden, sönümlenme dikkate alınmamaktadır. Öte yandan Türkiye’de hangi varyantların dolaşmakta olduğu da bilinmemektedir ve aşılamanın bunlara etkili olacağı varsayılmaktadır.

Ek olarak, resmi verilerle (20.6.2021, turkuvaz tablo) 5.370.299 insanımız hastalığa yakalanmıştır 11 Mart 2020’den bu yana. Bu insanların 6 aydan daha geride (20 Aralık 2020 öncesi) hastalananların (2.024.601) doğal bağışıklık düzeyinin yetersizleştiği kabul edilebilir. Bu takdirde, doğal bağışıklığın sürdüğü hastalık geçirenler 3.345.698 kişi olup, 90 milyon nüfusun %3.72’sidir. 2. Doz aşılananlardan beklenen bağışıklanma oranı yukarıda %14 olarak hesaplanmıştı, eklenirse %17.72 oranı bulunur ki, halen ülkemizde toplum bağışıklığının vardığı düzey budur. Tersinden söylemek gerekirse, Türkiye’de hala, nüfusun %82’si Kovit-19’a karşı bağışık değildir. Hastalık geçirenlerin resmen açıklanan 5.370.299’dan daha çok olduğu ileri sürülecekse, Sağlık Bakanlığı kendini ele verir, verileri makyajladığı için. Yine de iyi niyet verili (karine) kabul edilip, tüm hastalananların istense de yakalanamayacağı gerçeğinden kalkarak, gerçek olgu (vaka-hasta) sayılarının açıklananın iki katı olabileceği kabul edilirse %3.72 daha ekleme yapılabilir ki, % 21.44’e erişilir. Bu veriyle, ülkemizde nüfusun %78.5’inin halen Kovit-19’a karşı bağışık olmadığı kaydedilmelidir. Oysa olması gereken tam da tersidir.

Hiç akıldan çıkarılmamalıdır ki;
Türkiye’de 4. dalga riski halen apaçık sürmektedir!

18 yaş altı çocuklar ülkemizde 24 milyonu aşkındır. Bu kesime hiç aşı yapılmamıştır. Oysa son zamanlarda çocuklar da daha çok hastalanmakta, bulaştırmakta ve ardından MIS-C adlı ağır komplikasyonu yaşamaktadırlar. Bu bakımdan, 18+ yaş tüm nüfus %100 koruyucu bir aşı ile aşılansa (ki böyle bir aşı yok elde!) ya da hastalığı geçirerek doğal bağışık olsa bile, Türkiye nüfusunda ancak ¾’e yakın bir TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI düzeyi yakalanabilecektir. Görüldüğü gibi sorunun ağırlığı – ciddiliği Türkiye’de ve dünyada sürmektedir. Kuzey yarımkürede turizm mevsimi apayrı ve ciddi bir risk kaynağıdır.

Türkiye ve Dünya, sonbaharda 4. bir dalga yaşayabilir.

Küresel dayanışma ile yaygın- etkin – hızlı aşılama en etkili korunmadır. Salgın uzadıkça yeni mutasyonlar çözümü tıkayacaktır. Halk – Sosyal Devlet el ele, küresel eşgüdümle, Epidemiyoloji biliminin ilkelerinden asla ayrılmadan, saydamlıkla, politik kaygılar kesinkes dışlanarak, salgın yönetimi bilimsel akılcılıkla sürdürülmelidir.
===============

Dün öğleden sonra, yakın bir içerikle, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Kabine üyelerine anımsatmalarda bulunan bir yazı yayınlamıştık. Yeni “gevşeme” önlemleri öncesinde Salgında güncel durumu irdelemiş ve önerilerde bulunmuştuk :

KABİNE TOPLANTISI ÖNCESİNDE
CB ERDOĞAN ve KABİNE ÜYELERİNE
SALGINA İLİŞKİN ANIMSATMALAR

Bu yazı içeriğini 4 tweet iletisi ile paylaştık.. 300 bini aştı okunma sayısı.

 

 

 

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

GÜÇ ZEHİRLENMESİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:
” Hocam güç zehirlenmesi nedir?”
Çok kısa olarak açıklamaya calışayım :

İnsanların sahip oldukları, iktidar gücü, makam, para, servet ve şöhretleri arttıkça vicdanları katılaşır, ahlakları aşınır, adalet duyguları körelir, hükmetme ve buyurma tutkuları artar… İnsanî değerleri ve empati (AS: özdeşim, duygudaşlık) yetenekleri ise giderek erozyona (AS: aşınmaya) uğrar. Egoları (AS: benlikleri) tavan yapar ve fren tutmaz duruma gelir.

Hukuksal, toplumsal meşruluk ve adalet anlayışı artan oranda yerini güç kullanarak sınırsız ve koşulsuz yönetme, karar verme ve sahip olma iradesine (AS: istencine) bırakır.

Bu durum, “güç zehirlenmesi” olarak tanımlanır.

İktidarda kalınan süreler artıp yönetme yetkisi mekezileşerek tek elde toplandıkça güç zehirlenmesine uğrayanların duyguları giderek daha da katılaşır. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

  • Mussolini ve Hitler güç zehirlenmesine kapılmış çok tipik iki örnektir.

Uzun süre merkezi iktidar gücünü kullandığı halda güç zehirlenmesine kapılmamış yöneticiler çok azdır. Yönetim ya da iktidar süreleri uzadıkça, verilen hizmet öncelikleri de giderek, toplumsal ihtiyaçlardan ayrılarak iktidar gücünü kullananların bireysel,keyfi kararlarına dönüşebilir. Topluma ve kamu oyuna hesap verme gündemden kalkar.

İktidarda olanların güç zehirlenmesine uğrayıp giderek otoriterleşme ve diktatörlüğe dönüşme olasılığını engelleyebilmek için gerçek, özgürlükçü, çoğulcu ve dürüst demokrasilerdeki iktidar yetkisi sürekli değil, geçici bir vade (AS: dönem) içindir. Ayrıca Yasama, Yönetme (AS: Yürütme) ve Yargı erki birbirinden ayrıdır (Güçler Ayrılığı Rejimi). Yönetenlerin her türlü kararları ve uygulamaları (AS: idari işlem ve eylemleri) mutlaka yargı denetimine bağlı olur.

Parlamenter sistemde İktidarda kalma süreleri çoğunlukla 2 – 5 yıl arasında yapılan seçimlerle belirlenir ve yönetme süresi iki dönemden çok olamaz.

Kıssadan hisse                                        :

Kimi kusur ve eksikliklerine karşın, Güçler  (Erkler) Ayrılığına, Meclisin (Ulusal İstencin),  hukukun üstünlüğü ve yargı denetimine tabi çoğulcu parlamenter sistem iktidar erkini kullananların güç zehirlenmesine karşı önemli demokratik sınırlar oluşturur. Darısı başımıza.

İlhan Ağabey’e Mektup…

Aykut Küçükkaya
“Lağım” 2021 yılında öyle bir patladı ki İlhan Ağabey!..

Bir çete lideri, iktidarı, iş insanlarını, yandaş basının kalemşorlarını bir kamera ve bir tripotla tartışmalı hale getirdi…

Tabii ki biz bir çete liderinin sözüne inanarak hareket etmedik, senin yolunda sürdürdüğümüz gazeteciliğimizle “iz” sürdük… Muhabirlerin, yazarların “kirli ilişkileri” deşifre etti… Öyle ki İlhan Ağabey, iktidar kanadından bir isim çıktı, organize suç örgütünün dedikleri için şöyle bir cümle kullandı:

“Binde biri doğruysa felaket ve sıkıntıdır…”

Kamuoyundaki ortak fikir, “doğrular binde birden fazla” gibi İlhan Ağabey…
***
Siz 15 yıl önce “Tehlikenin farkında mısınız? diye gazetenizin manşetinden sorunca liberaller, “yetmez ama evet”çiler, sözde solcular bıyık altından size, bize gülüyorlardı.

Onlar, ülkeyi bir cemaatle yöneten AKP iktidarını alkışlamayı tercih etmişlerdi!..

Onlar el üstünde tutulurken AKP iktidarının desteğiyle yargıyı da ele geçiren Gülen cemaati, gazetenizi ve sizi hedef aldı. FETÖ’nün Cumhuriyet’e yönelik bu hareketini alkışlayanlar oldu, hayattaydınız ve bu “sahtekârların” tanığıydınız!..

İlhan Ağabey, sizin yıllar önce kaleme aldığınız yazılarınızın, öngörülerinizin ne kadar doğru olduğu 2021’de bir kez daha ortaya çıktı. Dün bir Yargıtay üyesi, sosyal medyadan, sizin o cümlenizi kullanarak “FETÖ’nün beyin takımı, özel ve kritik görevlerde en gizli şekilde varlığını sürdürüyor… Tehlikenin farkında mısınız?” diye yazdı.
***
Sizi en son hastane odasında ziyaret etmiştim… “Eyvallah” dediğiniz ölüme günler kala… Gazetemizin eski yazıişleri müdürlerinden Murat Ataş’la birlikte gelmiştik… Hasta yatağınızda bile gazetenizi, Cumhuriyet emekçilerini düşünüyordunuz. Hem yolsuzluk haberleri hem tarikat-cemaat haberlerim nedeniyle başımda “davalar, soruşturmalar” vardı. “Kendine dikkat et kerata” deyişiniz hâlâ kulağımda…

Gazeteciliğimizden, sizin ilkelerinizden bir milim dahi taviz (AS: bile ödün) vermeden yolumuza devam ediyoruz İlhan Ağabey… Cumhuriyet’in koridorlarının havasını solumaya başladığımda 20 yaşındaydım… Demek ki tam 28 yıl olmuş… Yine davalar, yine soruşturmalar… Nasihatini tutamadık, söz konusu gazetecilik olunca kendimize dikkat edemedik İlhan Ağabey!.. Sakın bize kızmayın!.. Muhabirleriniz, yazarlarınız bu durumu, yaşanan tabloyu tıpkı sizin gibi “Türkiye’de gazeteciliğin bir gerçeği” olarak görüyor…
***
Bugün, Hacıbektaş’ta Çilehane’de hemen yanı başınızda yatan kardeşiniz Turhan Selçuk’la sizi büyük bir özlemle anacağız. İkinize de 2021 yılında şükran borçluyuz ve bize bıraktığın mirasın bilincindeyiz…

Sahi!..

Ömür dediğin ne ki İlhan Ağabey!.. Bugün varız, yarın yokuz değil mi? Yaşamın özü ilkeler ve o ilkelerin ışığında korkmadan cesaretle yürümek!..

Evet… Bildiğim, bildiğimiz tek şey var:

  • Atatürk’ün kurduğu laik-demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin ödünsüz savunucusu Cumhuriyet gazetesi, sizin ilkelerinizle sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacak!..

========================================

Gel de Şaşma… 

Cumhuriyet, 27 Ekim 1998

PENCERE

Gel de Şaşma!..  Şaşıp kalıyorum…
Yıl 1920… Arap, İngiliz’le birleşmiş, Türk’ü arkadan vurmuş; Ermeni Rus’la birleşmiş. Doğu Anadolu’yu kana boyamış; Rum Yunan’la, Yunan İngiliz’le birleşmiş, Batı Anadolu’yu ele geçirmiş…
Ülkenin mahvolmadık, yıkılmadık, yanmadık, kan dökülmedik, kül olmadık hiçbir yeri kalmamış… Kalan ne?..
Elde avuçta İstanbul ile İzmir bile yok!.. Anadolu’nun altı yedi milyon nüfuslu en yoksul bölümüyle, yüzde 95’i okuma yazma bilmez, yorgun, yoksul, bitkin, ezik bir halk… Nasıl kurtulmuşuz?.. Şaşıp kalıyorum…
*
Yunan’ı nasıl denize döküp hizaya getirmişiz, İngiliz’i İstanbul’dan nasıl çıkarmışız, dünyanın süper güçleriyle masaya nasıl eşit oturmuşuz?..
İnanılır gibi değil… Sakın rüya olmasın?..
*
Yıl 1923…
Anadolu’da 10-11 milyon savaş artığı yaşıyor; hastalıklı, aç biilaç, parasız; yüzde 95’i elifi görse mertek sanacak kadar alfabesiz…
Ne yapacaksın?.. Demokrasi yap!.. Nasıl yapacaksın?..
2000’e 1.5 kala Nurcu tarikatının ardına bu kadar adam takılmışken, 1923’ün yanmış yıkılmış Anadolu’sunda nasıl demokrasi yapacaksın?.. Komşunun komşuyu boğazladığı iç savaşlardan, Anadolu’yu mezbahaya döndüren dış savaşlardan yeni çıkmışsın. Fabrikan yok, İşçin yok, işadamın yok, mühendisin yok, doktorun yok, uzmanın yok, tüccarın yok, öğretmenin yok, mimarın yok, yolun yok, suyun yok, barajın yok, elektriğin yok, kadınların çarşafta çuvala giriyor, erkeğin dört karı alıyor, yurttaşlık yasası yok, üniversiten yok, banka yok, burjuva yok, proletarya yok, ihracatçı yok, ithalatçı yok, sermayen yok… Kalkın bakalım… Nasıl kalkınacaksın?..
Sermayesiz ekonomik kalkınmanın yumurtasız omletten ne farkı var?..
*
Mustafa Kemal kuşağı ne yapmış?.. Yöneticiler devletçiliğe neden ve nasıl sarılmış?.. Türkler bankacılığı nasıl öğrenmiş?.. Merkez Bankası 1930’a değin neden  açılamamış? Özel sektör nasıl oluşturulmuş?.. Yeni devlet nasıl kurulmuş?.. Çağdaş öğretime nasıl geçilmiş?.. 1920’de 10-11 milyon nüfusun yüzde 95’i alfabesizken savaş artığı bir toplumla okuma yazma seferberliği nasıl açılmış?..
Kitaplıklarda kitap yokken ulusal kütüphane nasıl kurulmuş?..
Okullarda tarih kitabı bile yokken tarih nasıl yazılmış?..
Yok olmanın kuyusundan çıkıp var olmanın doruğuna nasıl tırmanılmış?..
Yunanlı ile dostluk nasıl yapılmış?.. Avrupa’da saygınlık nasıl kazanılmış?..
Şaşıp kalıyorum…
*
2000 yılına 1.5 kala, 60 milyonluk Türkiye’nin haline bakıyorum…
Hiçbir şeyimiz yokken neler yapmışız? Her şeyimiz varken neler yapamıyoruz?..
Bir de bu ortamda Mustafa Kemal’e saldıranlara bakıyorum…
===========================================

Büyük yurtsever İlhan Selçuk ustaya,
gönlümüzün taaa derinliklerinden
1 gonca gül sunmak istiyoruz..

21 Haziran 2010’dan bu yana O’nu çok ama çoook özlüyoruz. Boş “Pencere” lere bakıyoruz, artık O’nun Cumhuriyet‘in 2. sayfasındaki PENCERE köşesi boş.. 11 yıldır ve yeri dolası değil..

Dr. Ahmet Saltık
21 Haziran 2021

KABİNE TOPLANTISI ÖNCESİNDE CB ERDOĞAN ve KABİNE ÜYELERİNE ANIMSATMA

KABİNE TOPLANTISI ÖNCESİNDE
CB ERDOĞAN ve KABİNE ÜYELERİNE
SALGINA İLİŞKİN ANIMSATMALAR


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

Yanıt bekleyen sorular                              :

  • Türkiye’de aşılamada gelinen son nokta nasıl değerlendirilebilir?
  • Aşılama süreçlerinde stoksuz olarak yalnızca 1. dozun uygulanması ve 2. doz için yurt dışından gelecek olan aşıların beklenmesi salgın yönetimi açısından riskler taşımakta mıdır?

Yanıtlar…

Son verilerle aşılamada durum şöyle : Yapılan toplam aşı sayısı 41.588.607, 1. Doz uygulanan kişi sayısı 27.193.172 ve 2. Doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 (21.6.2021, saat 02:53). Türkiye aşı üreten ülkelerden biri ne yazık ki olamadı. Büyük ATATÜRK döneminde 1928’de açılan Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha Enstitüsü 2011’de kapatılmamış olsaydı, KOVİT-19’a karşı aşı geliştirme olanağımız olabilirdi. Küreselleşme çağında işbirliği – uzmanlaşma gerekçesiyle, “en uygun yerden en uygun fiyata aşı sağlarım” savının ne denli yanlış olduğu kanıtlanmış ve ülkemiz AŞI gibi stratejik bir koruyucu tıp aracından, salgının ortasında neredeyse yoksun bırakılmıştır. Bu çok ciddi ve bağışlanmaz aymazlığın faturası ülkemize çok ağır olmuştur. Milyonlarca insan önlenebilecek iken bu hastalığa yakalanmış, onbinlerce masum insan ise kurban verilmiştir. Sorumluları mutlaka siyasal hukuksal bedelini ödemelidir. Başka salgınların da KAÇINILMAZ olarak yaşanabileceği somut riski (olasılığı değil!) karşısında, daha çok oyalanıp – inatlaşıp – gecikmeden Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha Enstitüsü yeniden, yasa ile, özerk bir bilim kurumu olarak açılmalıdır. Ulusal kaynaklar betona, verimsiz harcamalara ve yolsuzluklara değil, bilime – ulusal ekonomiye – eğitime – sağlığa – iş yaratmaya – yoksulluğu yenmeye, çevreye … yönlendirilmelidir.

Türkiye’nin eylemli (de facto) nüfusu 90 milyondur. 2. doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 olup, toplam nüfusun %16’sına karşılıktır. Tersinden söylemek gerekirse, halkın %84’ü henüz 2 doz aşı olamadı. 14 Ocak 2021’de başlatılan aşılamanın 158. gününde erişilen ortalama 263 bin / kişi / gündür ve son derece yetersizdir. Üstelik toplumun aşılanmaya istekli kesimleri aşılanmaktadır şimdilik. Deneyimlere göre zamanla bu istem azalabileceği gibi, değişik nedenlerle çekince yaşayan ya da aşıyı reddeden kesimlere özellikle ulaşmak gerekecektir. Bu dönemlerde aşılama hızı düşebilecektir. Oysa hızla %80’leri aşan oranlara erişim zorunludur salgını denetlemek, giderek sönümlendirebilmek için.

Türkiye, TAM BAĞIMLI olarak, çok sınırlı tutarda, çok zorlanarak ve gecikerek sağlayabildiği 2 ayrı aşıyı (Çin Sinovac üretimi CORONAVAC ve BioNTech&Pfizer) stoklamadan, başka deyimle 2’ye bölmeden yaygın aşılama yolunu seçmiştir. Tek doz aşılamada erişilebilen bağışık yanıt %30’larda kalmaktadır. 2-4 hafta ara ile 2. dozun 2 hafta ardından o aşıdan beklenen en yüksek kuramsal bağışık yanıta ulaşılabilmektedir. Aşı etkinliği %70-95 arasında değişmektedir. Dolayısıyla Aşılama, Bağışıklama ile kesinlikle eşdeğer değildir. CORONAVAC için Türkiye’de yürütülen Evre 3 çalışmasında koruyuculuk %83 olarak açıklanmıştır. BioNTech&Pfizer için ise %90’ın biraz üzerinde oran verilmiştir. Dolayısıyla, ülkemizde 2 doz aşılanma oranı olan %16, gerçekte bağışıklanma oranı değildir. Öte yandan, etik nedenlerle, aşıları bekleterek aynı insanlara 2. dozu ayırmak kabul edilemez.

Ayrıca, “görece” rahatlayan üretim – dağıtım, akla, ülkemize ve gelişmekte olan ülkelere yollanan aşıların varyant tiplere karşı etkinliğini getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uyarılarına göre, aşıları, mutant tipler karşısında, etkililiklerini korumak üzere güncellemek gerekebilecektir.

  • Aşı tekelleri, mutasyonlar yüzünden etkililiği azalan aşıları gelişmekte olan ülkelere pazarlarken, kendileri için “güncelledikleri” aşıları mı uygulayacaktır, uygulamaktadır?

Bu kritik bir sorunsaldır ve BM – DSÖ öncülüğünde yansız bilimsel kurumlarca açıklığa kavuşturulmalıdır. Türkiye ise, dışalım sırasında ilgili firmalardan bu bağlamda, açık bildirim – yüklenim bildirimleri (taahhüt beyanları) istemelidir. Etkililikleri %50’lerin de altına düşmüş olabilecek aşılar yüksek beklentilerle halka uygulanamaz, insanlığa karşı suçtur.

Ne var ki, emperyalizmin ve çokuluslu şirketlerinin elleri çok kirlidir ve sicilleri sabıkalıdır.
***

Yanıt bekleyen sorular                              :

  • Türkiye’de toplumsal bağışıklığın kazanılması için uygulanan aşılama stratejisi yeterli midir? Toplumsal bağışıklık ne düzeydedir??
  • Bu bağlamda olgu (vaka) ve ölüm sayılarının halen yüksek düzeylerde olması ve yurt dışından turist çekme arayışları toplumsal bağışıklık için bir risk etkeni midir?

Yanıtlar…

Mutasyon ürünü varyant tiplerin sayıca çok artması, dünyada yaygınlaşması ve yeni varyantların daha bulaştırıcı – daha ağır gidici bulaşa yol açması gerçeği karşısında yapılması gereken, aşılamayı hızla ve yaygın olarak ülke – küre genelinde tamamlamaktır. Türkiye verilerini yukarıda sunduk. Güncel verilerle dünya nüfusunun %21,5’i tek doz aşıya erişebilmiştir. Toplam aşılanan sayısı 2.6 milyar ile küresel nüfusun 2.6/7.8 = 33.3’ü ya da 1/3’üdür. Bu oran Türkiye’de %30.2’dir. Her gün 36.1 milyon insan aşılanmaktadır Dünyada. Türkiye dünya nüfusunun %1,15’ine sahiptir ve her gün ortalama 417 bin doz aşılama yaparsa dünya ortalamasına erişebilecektir. Ancak 263 bin doz / gün ile çok geridedir. Vurgulamak gerekir ki, tek doz aşı alabilen nüfus oranı, gelişmekte olan ülkelerde yalnızca %0.8’dir ve bu, Küreselleşme çağında uluslararası toplumun utancıdır, dayanışma ortada yoktur!

Türkiye’de Toplum Bağışıklığının ne düzeye ulaştığını kestirmek güçtür. 2. doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 ile nüfusun %16’sıdır ve 2 ayrı aşıya dayalıdır. Sinovac aşısı öbüründen daha çok yapılmış olmakla birlikte, eş oranda uygulandığı varsayımı ile %83 ve % 93 dolayında koruyuculuğun ortalaması %88 alınırsa, 2 doz aşılanan 14.395.435 kişinin gerçekte %88’i bağışık sayılabilir, bu da %16 x % 88 = %14 demektir. Aşılamaların üzerinden 6-9 ayı aşkın zaman geçmediğinden, aşı bağışıklığının sönümlenmesi dikkate alınmamaktadır.

  • Öte yandan Türkiye’de hangi varyantların dolaşmakta olduğu da bilinmemektedir ve aşılamanın bunlara etkili olacağı varsayılmaktadır!

Ek olarak, resmi verilerle (20.6.2021, turkuvaz tablo) 5.370.299 insanımız hastalığa yakalanmıştır 11 Mart 2020’den bu yana. Bu insanlardan 6 aydan daha geride (20 Aralık 2020 öncesi) hastalananların (2.024.601) doğal bağışıklık düzeyinin yetersizleştiği kabul edilebilir. Bu takdirde, doğal bağışıklığın sürdüğü hastalık geçirenler 3.345.698 kişi olup, 90 milyon eylemli (de facto!) nüfusun %3.72’sidir. 2. doz aşılananlardan beklenen bağışıklanma oranı yukarıda %14 olarak hesaplanmıştı, eklenirse %17.72 oranı bulunur ki, halen ülkemizde toplum bağışıklığının vardığı düzey budur. Tersinden söylemek gerekirse,

  • Türkiye’de hala, nüfusun %82’si Kovit-19’a karşı bağışık değildir.

Hastalık geçirenlerin resmen açıklanan 5.370.299’dan daha çok olduğu ileri sürülecekse, Sağlık Bakanlığı kendini ele verir, verileri makyajladığı için. Yine de iyi niyet verili (karine) kabul edilip, tüm hastalananların istense de yakalanamayacağı gerçeğinden kalkarak, gerçek olgu (vaka-hasta) sayılarının açıklananın iki katı olabileceği kabul edilirse, %3.72 daha ekleme yapılabilir ki, % 21.44’e erişilir. Bu veriyle,

  • Ülkemizde nüfusun %78.5’inin halen Kovit-19’a karşı bağışık olmadığı kaydedilmelidir.

Oysa olması gereken tam da tersidir. Hiç akıldan çıkarılmamalıdır ki;

Türkiye’de 4. dalga riski halen apaçık sürmektedir!

Sonuç ve öneriler..

18 yaş altı çocuklar ülkemizde 24 milyonu aşkındır. Bu kesime hiç aşı yapılmamıştır.
Oysa son zamanlarda çocuklar da daha çok hastalanmakta, bulaştırmakta ve ardından MIS-C adlı ağır komplikasyonu yaşamaktadırlar. Bu bakımdan, 18+ yaş tüm nüfus %100 koruyucu bir aşı ile aşılansa (ki böyle bir aşı yok elde!) ya da hastalığı geçirerek doğal bağışık olsa bile,

Türkiye nüfusunda ancak ¾’e yakın bir TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI düzeyi yakalanabilecektir.

Görüldüğü gibi, sorunun ağırlığı – ciddiliği Türkiye’de ve dünyada sürmektedir.

  • Kuzey yarımkürede turizm mevsimi apayrı ve ciddi bir risk kaynağıdır;
  • sınır kapılarında önlemlerimiz son derece yetersizdir..

  • Türkiye ve Dünya, sonbaharda 4. bir dalga yaşayabilir.

  • Küresel dayanışma ile yaygın – etkin – hızlı aşılama en etkili korunmadır.
  • Salgın uzadıkça yeni mutasyonlar çözümü tıkayacaktır.
  • Halk – Sosyal Devlet el ele, küresel eşgüdümle, Epidemiyoloji biliminin ilkelerinden asla ayrılmadan, saydamlıkla, politik kaygılar kesinkes dışlanarak,
  • Salgın yönetimi mutlaka ve yalnızca bilimsel akılcılıkla sürdürülmelidir.

 Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2021, Ankara

Yazının pdf biçimi : CB Erdoğan ve Kabineye anımsatma 21.6.21

Üst kurullar ne yapar?

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş
Tüm Öğretim Üyeleri Derneği ve GÜ Öğretim Üyeleri Derneği E. Başkanı

https://www.birgun.net/haber/ust-kurullar-ne-yapar-348995 

Üst kurullar ne yapar?Devlet organlarınca yaratılan ve egemen kılınmak istenen yıkımın gerekçesini, BÜ’nin misyon, vizyon ve değerlerine baktığımızda ortaya çıkmaktadır. Bunları sıralamak isterim.

Misyonunu; “Kurumsal değerlerini sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış-evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleksel ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak”;

Vizyonunu; ”Eğitim, öğretim ve araştırmada öncü konumuyla geleceği şekillendiren bir üniversite olmak, eğitim ve öğretim deneyimini yenilikçi ve yaratıcı yaklaşımlarla zenginleştirmek, bilim, araştırma, yaratıcılık, yenilikçilik kültürünü güçlendirerek dünyanın lider araştırma üniversiteleri arasında yer almak, Akademik, bilimsel ve kültürel faaliyetlerimizle daha iyi bir geleceğin biçimlenmesine katkıda bulunmak”;

– Yüz elli yılı aşan akademik geleneği ile değerleri; “Eğitimde ve araştırmada mükemmeliyetçi, öğrenci odaklı, yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcı, farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlı, akılcı ve eleştirel düşünceyi özendiren, etik değerlere sahip çıkan, temel hak ve özgürlükleri savunan, kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyen, küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayan, doğa ve çevre sorunlarına duyarlı, mezunlarla (AS: bitirenlerle) bağını güçlü ve sürekli kılan, kurumsal mirasını (AS: kalıtını) sahiplenen ve kurum kültürünü sürdürülebilir kılmakta kararlılık”

olarak sıralanmaktadır. Bu nitelikler YÖK tarafından da “…hem ulusal, hem de uluslararası ölçekte başarılı ve saygın bir üniversite olarak tanımlanmakta ve bu başarısı nedeni ile, yükseköğretim sistemine kazandırılan “Araştırma Üniversitesi” kategorisine alınmış” olarak kabul edilmektedir.

Böyle bir üniversiteye, öğretim kadrosuna katılma koşullarını ve etik değerleri taşımadığı ileri sürülen birinin rektör olarak atanmasını, BÜ’ni yukarıda misyon, vizyon ve akademik gelenek ve değerlerinden kopartmak amacı taşıdığını ileri sürmenin çok abartı olarak göstermek isteyecekleri, “istenmeyen rektör” Nagehan Alçı ile yaptığı söyleşide, ”atanmasının krize neden olacağını ve krizin sert geçeceğini ve altı ay içinde biteceğini öngördüğünü” söyleyerek yalanlamaktadır.

Bulu’nun krizin (AS: bunalımın) sert geçeceği öngörüsü gerçekleşmiş, ancak krizin altı ay içinde biteceği öngörüsü ise gerçekleşmemiş, kriz sürmektedir. Ancak yükseköğretim alanında birisi Anayasal olan iki “yükseköğretim üst kuruluşu”, bu krizi izlemektedir.

YÖK, Anayasanın 131.Maddesinde; Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek, bu kurumların yasada belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak amacı ile kurulan “yükseköğretim üst kuruluşu” olarak tanımlanmaktadır.

Anayasada yer almamasına karşın, 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası’nda akademik bir organ olarak tanımlanan, ancak YÖK vesayetine bağlı kuruluşa dönüştürülen 2. “yükseköğretim üst kuruluşu” olan Üniversitelerarası Kurul (ÜAK), üniversite rektörleri ile her üniversite senatosu tarafından seçilen birer profesörden oluşur. Halen 129’u devlet, 74’ü vakıf/özel olmak üzere toplamda 203 üniversiteden gelen 406 üyeden oluşan bir kuruldur. Her iki kurul da, zamanla oluşturulan organlarla kuruldan kuruma dönüştürülmüşlerdir.

2 Ocak 2021’den bu yana, kıt olan gözde üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nde, bilinçli bir yıkım projesi (AS: tasarımı) uygulama bulurken, ne YÖK’ten ne de ÜAK’den bir ses duyan var mı? Kimse bu sessizliği, “biz üniversite özerkliğine, akademik özgürlüğe saygılıyız” şarlatanlığı ile açıklamaya kalkmasın! Bir kurum, hepimizin gözleri önünde yıkıma uğratılır, nitelikli kadrolar birer-ikişer tasfiye edilirken (AS: dağıtılırken), olayı BÜ duvarları arkasına sığıştırmak, Türkiye’ye, bilim dünyasına ihanetten başka bir anlam taşımamaktadır ve bu ihanetin hesabının sorulacağı şimdiden ilan edilmelidir.

YÖK ve ÜAK’nin, bu cinayeti, “kuzuların sessizliği içinde” seyretmelerinin nedenini, 2007-11 döneminde YÖK Başkanı Yusuf Özcan’a kulak verdiğimizde anlamaktayız. Kendisine verilen Başörtüsü ve İHL’ne Yönelik Katsayı Sorununu” çözmesinin ödülünü Büyükelçi olarak gören Özcan, bu kurulları oluşturanların “liyakatlerine göre değil, sadakatlerine, biat yeteneklerine göre” atandıkları ile ortaya koymaktadır. AKP’de pandoranın kutusunu açan Peker gibi, Özcan da, yükseköğretim kurumlarımızın içinde debelendikleri yüz kızartıcılığın kutusunu açan kişi olarak görünmektedir. Özcan’a göre, 2014’ten bu yana YÖK Başkanlığını sürdüren Saraç’ı tanımlayan satırlar, muhataplarının yüzünü kızartacak boyutlardadır. Özcan, bakın ne diyor :

Yekta Saraç’ı, Başbakanın kulağı gibi çalışması ve yetersiz olması nedeniyle görevden almak istediğini, ancak Recep Tayyip Erdoğan‘ın “Yekta’yı görevden alırsanız çok muhterem babası ve annesi üzülür, ben de üzülürüm” demesi üzerine vazgeçtiğini belirten Özcan, “Yekta hocanın iş yapmadığını, kimse tarafından sevilmediğini” söyledimCevabı şok ediciydi: ‘Ben Yekta’nın hiç dostu olmadığını biliyorum.” Başbakanın liyakatten ne kadar uzak olduğunu düşündüm” demektedir.

Şimdi üyeleri, AKP’nin ilk YÖK Başkanı tarafından “tek atama ölçütü buyruklara bağsız-koşulsuz boyun eğme ve sadakat yarışında ilk sırada yer alanlardan” oluşan YÖK ve ÜAK Başkan ile üyelerinin, üniversitelerimizi, Bulu’lardan korumalarını beklemek tatlı bir düşün ötesine geçemez.

Bulu ve benzerleri,yükseköğretim sistemimizin yaşamsal önem taşıyan felaketidir (AS: yıkımıdır). Yükseköğretim kurumlarımızın AKP’nin “özel alanı” olması, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ve Erdoğan’ın Başbakanlığında 11 Aralık 2007’de başlamış, 2018’den başlayarak “Eroğan’ın özel alanına” dönüşmüştür. Bu tarihten sonra yükseköğretim kurumlarımızdaki uygulamaları, yasa ve anayasa terazisine çıkartarak, değerlendirmek de anlamını yitirmiştir. Ancak bunların sahiplerinin, kağıt üzerindeki sorumlulukları sürmekte olup, ilk iktidar değişikliğinde, “karınca ezmez” moduna girilmezse, hesabının sorulabilir olduğunu anımsatmak isterim.

Bulu’lar, biat ve sadakat ölçütü ile atanmış olduklarından, akademik yetersizliklerinin, bir siyasal parti militanı olmalarının, var olan yayınlarının “bilimsel aşırma” ürünü olmalarının önemi bulunmamaktadır. Ancak, korsan olarak kadrolarına kattıklarının, danışmanlık gibi korsan bir unvan yaratmanın cezai, idari ve mali sorumlulukları, şimdilerde uygulama bulmayan anayasa ve yasa maddeleri içinde yer almaktadır.

  • BÜ cinayeti, benzerleri ile birlikte, sorunun siyasal iktidar sorunu olduğunu ortaya koymuştur

ve ülkemizin doğrudan geleceği ile ilgili olup, bu cinayetin neden olduğu yıkım, tüm toplumu ve hatta dünyayı ilgilendirir olmuştur.

Toplumun ve siyasetin projektörünün (AS: ışıldağının) en az, Peker’in ortaya saçtıkları üzerine olduğu ölçüde BÜ ve benzerleri üzerine yöneltilmesi gerekmektedir.

Üniversite sistemimizde çözüm, atanma yönteminden daha yaşamsal olanı, “tek adam-rektör”den, her birimde üyelerinin seçimle geldiği “kurullar eliyle yönetim”i yeniden kurallaştırmadadır.

HAMDOLSUN

Suay Karaman

AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, NATO zirvesi (AS: doruğu) için Brüksel’e doğru yola çıkmadan önce havalimanında basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısında, ABD Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak kabul etmesini gündeme getireceğini bildirmiş ve “Bu yaklaşım bizi ciddi manada üzmüştür. Bunu gündeme getirmeden geçmemiz doğru değildir. Türkiye rastgele bir ülke değildir.” demişti. Tayyip Erdoğan, 14 Haziran 2021 günü ABD’nin yeni başkanı ile ilk yüz yüze görüşmesini yaptı. Görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyen Erdoğan, toplantının ‘samimi ve yapıcı geçtiğini‘ aktardı. Ancak görüşmede 1915 olaylarının gündeme gelip gelmediği sorusuna verdiği “Hamdolsun hiç gündeme gelmedi” yanıtıyla ise şaşırttı. Çünkü bu görüşmede soykırım konusunda Türkiye’nin rahatsızlığının iletileceği beklentisi bulunuyordu. Bunu “hamdolsun” diye ifade etmekle, bu konuyu dile getirmeyi düşünmediği aynı zamanda dile gelmesini istemediği ortaya çıkmış oldu. Yani yurt içinde biriken gazı almak için yalancı pehlivanlık yapılmıştı.

ABD ile Türkiye arasındaki sorunların tercüman aracılığıyla yapılan 45 dakikalık bir görüşmeyle çözüme ulaştırılamayacağı zaten belliydi. Görüşmede ABD ile Türkiye arasındaki sorunlu konular üzerinde durulmadığı, hatta bunların arka plana itildiği anlaşılmaktadır. Joe Biden’ın 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak resmen ilan etmesi durumu, “hamdolsun” diye geçiştirilemez. Bunu gündeme getirmemek, Biden’ın ‘soykırım’ sözüne verilecek bir yanıtın olmadığı şeklinde anlaşılır. Bu tutum, Ermenileri ve onların iddialarına (AS: savlarına) sahip çıkanları, Türkiye’ye karşı daha da cesaretlendirecektir (AS: yüreklendirecektir). Böylece ‘Ankara’daki iktidar bundan rahatsız değil’ sonucu çıkarılacaktır. “Sözde Soykırım suçlaması” bu görüşmede değilse, ne zaman gündeme getirilecektir? Ne için “hamdolsun” deniyor?

Bunun dışında; parasını ödediğimiz S-400’ler konusunun ne olacağı belli değildir. Aynı şekilde parası ödenen ama teslim alınamayan F-35’ler ile ilgili durum belirsizliğini korumaktadır. Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması konusunda ne yapılacaktır? ABD’nin FETÖ’ye desteği ne olacaktır? Suriye’nin kuzeydoğusuna yerleşmiş olan ve ABD tarafından her konuda desteklenen PKK/PYD terör örgütünün durumu ne olacaktır? ABD’de devam eden Halkbank davasının sonucu ne olacaktır? Karadeniz’le ilgili olarak ortaya çıkan yeni gelişmeler kapsamında ABD’nin tutumu ne olacaktır?

Bu görüşmeden Türkiye için Afganistan görevi çıkmıştır ya da çıkartılmıştır. Üstelik tüm ülkeler Afganistan’dan kaçarken ve hiçbir istem yokken Türkiye bu göreve, kendisi gönüllü olmuştur. ABD ve NATO güçlerinin çekilmesinin ardından Türkiye’nin Kâbil Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nın güvenliğinin sağlanmasında öncü rol oynaması,

  • Batının jandarmalığını kabul etmek anlamına gelmektedir.
  • ABD’nin başedemediği Taliban ile bizim askerimiz savaşacaktır.
  • Türkiye, ABD’nin fedaisi ya da paralı askeri midir?
  • Bu bataklığa Türk askeri sokulmamalıdır.

Taliban güçlerinin sözcüsünün bir açıklama yaparak Türk askerinin Afganistan’da kalmasını kabul etmeyeceklerini ve işgalci olarak nitelendireceklerini bildirdi. Kısaca Türk askeri Kabil’de kaldığı takdirde Taliban’ın açık hedefi olacaktır. Yıllar sonra yeni bir Kore bataklığı ile karşı karşıya olacağımız bilinmelidir. Bu durumun yakın zamanda Suriye’de yapılan hatalardan daha da kötü sonuçlara yol açacağı bilinmelidir.

Erdoğan – Biden görüşmesinde her iki taraf da büyük ve temel sorunları şimdilik görmezden gelerek yeni bir olgu yaratmak istemektedirler. Rusya ve Çin ile sert politikalara geri dönmek isteyen ABD yönetimi, NATO’yu da bu politikasına ortak etmiştir. Türkiye’yi de bu politikanın içine çekmek Batı dünyasının çıkarlarına uygundur ama bu konuda Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düşen noktaların olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

– Ulusal çıkarlarımızın yok edilmesine tepki vermeyenlere,
– Ege’de işgal edilen adalarımızdan vazgeçenlere,
– ABD’nin Trakya’da yanı başımızda Dedeağaç’ta üs kurmasına sesini çıkarmayanlara ‘yerli ve milli’ demek;

aymazlık, sapkınlık ve ihanetle açıklanabilir.  

Biden – Erdoğan görüşmesinden sonra heyetler (AS: kurullar) arasında yapılan görüşmelerin ayrıntıları henüz ortaya çıkmamıştır. Ancak ülkemizin çıkarlarının korunmayacağı bellidir. Büyük önderimiz Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinden sapan Türkiye’nin yeni hedefi “Hamdolsun” olarak açıklanmıştır. Dış politikada yapılan yanlışlar ülkemizin saygınlığına gölge düşürdüğü gibi, Batının jandarmalığı görevine de soyundurulduğunu açıklamaktadır.

Azim ve Karar, 21 Haziran 2021