Kapatılan hastaneler, artan ölümler

authorDr. BAYAZIT İLHAN

Salgın doğrudan ve dolaylı etkileriyle devam ediyor. Sağlık Bakanı değişik dönemlerde itiraf niteliğinde açıklamalar yapıyor. Önceki hafta, şu ana kadar açıklanan Covid-19 nedenli yaklaşık 50 bin ölümden “çok daha fazlasının” salgın nedeniyle ertelenen sağlık hizmetleri ile ilişkili olarak gerçekleştiğini ifade etti. “Çok daha fazlası” ne kadar bilmiyoruz. Aynı açıklamada Covid-19 geçirip “tümüyle iyileşen” 65 yaş üstü yurttaşlarımızda 45 gün sonra gerçekleşen ölümlerin iki kattan fazla arttığını söyledi.

Ertelenen sağlık hizmetleri, Covid-19 sonrası risk gruplarının iyi takip edilmesi için yapılabilecekleri salgının başından bu yana ifade etmeye çalışıyoruz. Özellikle tam da Bakanın dediği, yurttaşların salgın hastalık korkusuyla hastanelere gidememesi, ameliyatların ertelenmesi, kalp, şeker, kanser, böbrek, karaciğer hastalarının kontrollerinin, taramalarının aksaması meselelerini çok anlattık. Toplumun değişik kesimlerinden 122 kurumun oluşturduğu Hastanemi Açın Platformu’nun (HAP) kezlerce dile getirdiği çok pratik bir çözüm var:

  • Şehir hastaneleri gerekçe gösterilerek kapatılan şehir merkezlerindeki hastanelerimizi açın, bazılarını Covid-19 dışı hastaların güvenle kontrollere gidip tedavi olması için tahsis edin!

Kaç kişinin canı kurtulurdu?

Şimdi bu soru acı biçimde tüm haklılığı ile karşımızda duruyor. Size kolay anlaşılabilecek bir örnek vereyim : Bakan

  • Kalp krizi teşhisleri salgın döneminde %56 azalmasına rağmen, kalp krizine bağlı ölümler %10’dan fazla artış gösterdi.” diyor.

Teşhisler, insanlar evlerinde kalp krizi geçirdiklerinden azalmış, ölümler de hastalar ya geç başvurduğu ya da evde-yolda öldüğü için artmıştır. Ankara’da özellikle kardiyoloji alanında öne çıkan Türkiye Yüksek İhtisas hastanesi kentin ulaşımı en kolay yerinde boş yatıyor, kapanmadan önce 442 yataklı, 105 yoğun bakım yatağı olan, bir yılda 33 bin 691 acil hasta muayenesi ve 7 bin 343 ameliyat yapılan bir hastaneden söz ediyorum. Soruyorum, bu hastanemiz HAP’ın dediği, önünde kezlerce açıklama yaptığı gibi açılıp, kalp hastaları dahil Covid-19 dışı hastalarımızın güvenle sağlık hizmetine sunulsaydı ölümler azalmaz mıydı? Azalırdı. Şimdi kolayca “50 binden fazla” denerek geçilen bu canların bir kısmı yaşıyor olurdu. Sorumluluğu ağırdır.

Aynısı Ankara Numune Hastanesi, Bursa Memleket Hastanesi, Adana Numune Hastanesi, Mersin, Kayseri, Manisa Devlet Hastaneleri gibi sayısız önemli hastanemiz için de geçerlidir.

Şimdi Bakan haklı olarak bir gerçeğe değiniyor: Covid-19 sonrasında da birikmiş sağlık hizmeti ihtiyacı ve hastalığı geçirenlerde bildiğimiz ya da bilmediğimiz yan hastalıklar nedeniyle gelecek 3 yıl boyunca “mevcut ölümlerin 3-4 katı kadar daha kayıp bekleniyor”. Bunları söyleyen Bakan’ın gecikmeden söylediğimiz kolay adımı atması ve kapattıkları bu hastaneleri yeniden açması gerekmez mi? Hadi, daha çok gecikmeden hastanelerimizi sağlık hizmetlerine kazandıralım, ölümleri azaltalım. Hele yeni hastane kapatmayı aklımızdan bile geçirmeyelim.

Şişli Etfal Dayanışması

Bir başka yakıcı örneği İstanbul’da yaşıyoruz. Bölgesinin tam teşekküllü (AS: donanımlı) tek devlet hastanesi, 122 yıllık bir değer, eğitim ve araştırma hastanesi olan Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle neredeyse tümüyle boşaltıldı, hekimler, sağlıkçılar başka hastanelere gönderildi. Arazi değerli, yerine ne yapılacağı belirsiz. Çalışanlar, bölge halkı bir araya geldi, uzun zamandır hastanelerinin kendi yerinde yenilenmesini ve sağlık hizmetine devam etmesini istiyorlar. Şişli Etfal Dayanışması olarak sayısız etkinlik yaptılar, en son geçtiğimiz salı günü Sağlık Bakanlığı önünde bu istemlerini dile getirdiler, TBMM’de ziyaretlerde bulundular.

Şimdi soru şu                              :

  • Bu hastanelerimizin alanı kent rantına mı kurban edilecek yoksa demokratik ülkelerde olduğu gibi çalışanların, halkın istemlerine göre sağlık hizmetlerine devam mı edecek?
  • Sağlık hakkı için mücadele her yönüyle güncelliğini koruyor.

Kayıp silahlar ve derin sessizliğimiz

Zafer ARAPKİRLİZafer ARAPKİRLİ
Zafer ARAPKİRLİ – Kayıp silahlar ve derin sessizliğimiz (krttv.com.tr)
09 Temmuz 2021

(AS: Bizim katkımız yazını altındadır..)

İngiltere, Finlandiya, Hollanda, İspanya, İtalya, Avusturya vb. bir ülkede, akşam saatlerinde internet sitelerine ve sosyal medyaya şöyle bir haber düşse:

“İktidar partisi içinde bazı unsurların İçişleri Bakanı tarafından yasadışı biçimde silahlandırıldığı, aralarında uzun namlulu Kalaşnikof tüfeklerin de bulunduğu çok sayıda kayıt dışı silahın, iktidar partisi gençlik kollarına mensup bazı şahıslarca gizlice nakline ilişkin tanık anlatımlarının bulunduğu…”

Üstelik de bunu, kaçak durumda olan ve bugüne kadarki anlatımlarında pek çok şeyin gerçek olduğu bilinen, devletle geçmişte birlikte pek çok gizli-örtülü-kirli iş çevirdiği için “geri plana” hakim olduğu şüphe götürmeyen bir mafya lideri ortaya atmış olsa?..

O ülkelerden herhangi birinde bugün tüm televizyonlar, 24 saat canlı haber yayınına geçmiş, gazetelerin birinci sayfaları bu konudaki haber ve yorumlarla “yığılı” bir şekilde yayımlanmış olurdu. Ülkeyi yönetenler, tabii ki en başta İçişleri Bakanı bu konuda bir açıklama yapmak zorunda kalırdı. Sabah ilk iş, radyo ve TV programlarında en azından bir resmi ağızdan bir açıklama duyulurdu.

Oysaki, canım memleketimde dün akşam aynı bu dediğim içerikte bir iddia ortaya atıldı ve ertesi sabaha “sanki hiçbir şey olmamış gibi” uyandık ve günlük yaşam sürüyor. İktidar medyası zaten cesaret edemediği için “müspet ya da menfi” hiçbir şey yazmamış, iktidar TV ve radyoları yine “kulağının üzerine yatmış” durumda. Muhalif tavırlı medya ise (benim bu yazdığım yazı örneğindeki gibi) “Şaşırdık mı?” içerikli birkaç yazı ve yoruma yer verip geçecek.

Çünkü… Evet… Şaşırdık mı?

Çünkü… Evet… Bu ülkenin geçmişinde de, (iktidarda kim olursa olsun) Devlet’in bu tür “rutin dışı” (bu tabir eski başbakanlardan Süleyman Demirel’e aittir. Devlet zaman zaman rutin dışına çıkabilir demiştir) uygulamaları hep olmuştur ve olmaktadır. “Müesses nizamı korumak” adına, onyıllardır bu topraklarda gücü ellerinde bulunduranlar, “kayıtsız – kuyutsuz – rutin dışı – iktidarın hizmetinde” örgütlenmeleri gerçekleştirmiş ve yönlendirmiştir. Bunu, kimi zaman Kontrgerilla” etiketi ve markası ile “dış düşmana” (60’lar, 70’ler) karşı yaptığını savunmuş, kimi zaman “Terörle mücadele” görüntüsü ile aslında kirli mafyatik faaliyetlere zemin oluşturmak amacıyla (90’lar Susurluk dönemi) yapmış, kimi zaman da bugünün pratiğinden anlaşıldığı kadarı ile “iktidarı yitirmemek amacıyla” muktedirin kendi yandaşlarını gizlice silahlandırmış olması muhtemeldir.

Duyduğumuzda, okuduğumuzda şaşırmıyor olmamız, yani “rutin dışı”nı, adeta “rutin” gibi kanıksamış ve kabulleniyor olmamız, işin en kaygı verici yönü değil midir?

15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi gecesi, devletin yasal güvenlik güçleri dururken, otobüsler, minibüsler dolusu insan çatışma alanlarına nasıl sevk edilmiştir? Normal bir hükümet, öyle bir ortamda sivil vatandaşlarına sokağa çıkma yasağı uygulayarak koruma altına alması gerekirken, neden sokaklara meydanlara doluşma çağrısı yapmıştır?

Kimse kimseyi kandırmasın. O gece sokaklara, yani çatışma alanlarına gitmeleri istenen ve bu konuda teşvik edilen, silahlandırılan (evet silahlandırılan – devlet bunu bizzat itiraf etti) insanların iktidar partisi yandaşları olduğu gerçeğini bilmiyor muyuz? Bir iki gönüllü vatanseverin dışında, herkes böyle bir durumda evlerine kapanıp Devlet’in ne yapacağını beklerken, bir grup insan iktidar tarafından (belki de önceden örgütlü ve haberli – eğitimli) sokağa çıkarılıp çatışmanın göbeğine atılmıştır.

Devleti yönetenler orada burada saatlerce saklanırken, sıradan vatandaş bizzat devletin ellerine tutuşturduğu “kayıt dışı” silahlarla ölüme yollanmış ve ölmüş, yaralanmıştır. (Sonradan onlar için toplanan “şehit ve gazilere” yardım paralarının hiç edildiği ayıbına girmeyeyim..)

Şimdi, soru şudur                             :

Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milleti ile bu konuyu hiç tartışmayacak, Parlamento zemininde bu işin, bu iddiaların bir soruşturması (yine) yapılmayacak mıdır?
Mafya liderinin bu kez işaret ettiği somut bir isim de vardır. İçişleri Bakanı ve iktidar partisinin bazı mensuplarını ismen zirketmekte ve gün gün, saat saat, sokak sokak, köşe bucak tarifler yapmaktadır. Bu kişiler, en başta da sayın bakan çağrılıp tek bir soru sorulmayacak mıdır?

İddialar doğruysa, bu silahlar nereden gelmiş, kimin deposunda saklanıyor ve kim hangi yetki ile hangi yasal temelde kimlere,
ne için, nerede kullanılmak maksadı ile dağıtılmıştır? Çok yakın geçmişte, bir genel seçim sonrasında iktidar yandaşı – seçmeni -sempatizanı olduğunu gizlemeyen insanların büyük kentlerimizin cadde ve sokaklarında konvoylar oluşturarak havaya ateş açarak yaptığı kutlamalarda kullanılan silahlar da bunlar mıdır?

O gün seçimi kazanan bu insanların kutlama maksadıyla tetiğine bastığı bu silahlar, yarın (demokrasi bu ya, kazanmak da var kaybetmek de) bu kez havaya değil başka yerlere sıkılacak mıdır?

  • Bunların adı “yasadışı silahlı terör eylemi” değil midir?

İki satır yazı, iki çift sözlü kelâm, iki tweet, iki dakikalık basın açıklaması yapana ağız dolusu “Teröriiiiiiiist!..” diye hücum edip zindanlarda sürüm sürüm süründürmeye yeminli güvenlik ve yargı mekanizması, bütün bu iddialar ve olgular karşısında nasıl sessiz kalabilmektedir?

İzmir’deki menfur cinayet benzeri, yarın bir gün, muhalefet partilerinden birinin il-ilçe merkezlerinden birine dalıp kan dökmesi muhtemel bir eli kanlı faşiste bile (hâlâ) yakıştırılamayan “terörist” yaftası, bundan böyle muhaliflere bu kadar cömert kullanılabilecek midir?

Canım ülkem; Kalaşnikof diyorum, su tabancası değil!

Ve derin bir sessizlik içinde yazlıklarımızda havuzlarımızın başında su tabancaları ile gülüşerek oynaşan çocuklarımızın geleceğinden söz ediyorum.
=========================================

Dostlar,

Durum “çoook ciddi” ötesi, “ürkünç” tür!
Bu sorunun üstüne gidilmeli ve aydınlatılmalı, hukuksal olarak gereği tümüyle yapılmalı, söz konusu silahlar mutlaka bire bir geri toplanmalıdır.
Gerekirse TBMM’den geçici yasa çıkarılmalı, bu silahları bulunduranların ceza yaptırımı görmeksizin, verilecek kısa sürede teslimi istenmeli ve hepsinin teker teker balistik muayeneleri yapılarak karıştıkları cinayetler aydınlatılmalıdır.

Türkiye bu çok ağır sorunu görmezden gelemez, kulağının üstüne yatamaz.
Hele yandaş medya.. bu kez olsun susma – örtme – 3 maymunu oynama olanağı yoktur.

Saygın ve yürekli – ilkeli gazeteci Sayın Zafer ARAPKİRİ, tartihsel bir sorumnuluğu yerine getirmiştir. O’nun son sözleriyle bağlayalıım biz de, paylaşmış olarak aynı zamanda :
***
Canım ülkem; Kalaşnikof diyorum, su tabancası değil!

Ve derin bir sessizlik içinde yazlıklarımızda havuzlarımızın başında su tabancaları ile gülüşerek oynaşan çocuklarımızın geleceğinden söz ediyorum.
***

  • AKP iktidarı Türkiye’yi hangi karanlıklara sürüklemektedir?

    Sevgi ve saygı ile. 10 Temmuz 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

CHP’nin Tarihi Görevi

Mehmet Tomanbay (@mtomanbay) | TwitterProf. Dr. Mehmet TOMANBAY
22. DÖNEM ANKARA MİLLETVEKİLİ
Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra Milli Mücadele’yle ilgili ilk açıklamasını 22 Haziran 1919’da Amasya’da yapmıştır. Tarihe “Amasya Tamimi” olarak geçen ve Atatürk tarafından kaleme alınan açıklama, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” cümlesiyle başlar. “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesiyle de çözümün ne olduğunu belirtir.

KİRLİ İLİŞKİLER SAÇILDI

Mustafa Kemal ve arkadaşları Milli Mücadele’nin yol haritasını, Erzurum ve Sivas kongreleriyle çizmişlerdir. Sivas Kongresi, Cumhuriyetin kurulmasında en önemli dönemeçlerdendir. CHP’nin 2. Kurultayı’nda Atatürk, Sivas Kongresi’ni “partimizi doğuran kurultay” olarak tanımlar. Bu sözüyle

  • CHP’ye, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olan cumhuriyetimizi, ebediyete kadar koruma, kollama görevini vermiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri egemen olan demokratik parlamenter sistem, 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumuyla terk edildi. Yerine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen tek adam rejimi egemen kılındı. TBMM işlevsizleştirildi. Otoriterlik ve kutuplaşma arttı. Kuvvetler ayrılığı yok edildi. Denge, denetleme mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Egemenlik kişiselleştirildi. Artık Türkiye’yi denetlenemeyen, partili bir cumhurbaşkanı yönetmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulanmasıyla ekonomide,
dış politikada, toplumsal sorunlarda sıkıntılar giderek büyümüştür

  • Salgın hastalığın da iyi yönetilememesi sonucu, işsizlik olağanüstü artmış, gelir dağılımı daha da bozulmuştur.

TL’deki değer kaybı durdurulamamıştır. Vatandaş yükselen enflasyon karşısında, her zamankinden daha çok ezilmiştir. Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de geri adımlar atılmıştır. AB ve ABD’yle ilişkilerde iyileşme olmamıştır.

  • Organize suç örgütlerinin kirli ilişkilerinin devleti nasıl tahrip ettiği de son dönemde kamuoyuna yansımıştır.

MİLLET İTTİFAKI’NIN SORUMLULUĞU

Bu ortamda siyasal mücadele yaşamsal önemdedir. Muhalefet partilerinin, ülkemizi hızla sonu belirsiz noktaya yaklaştıran gidişe dur deme sorumlulukları büyüktür. Yapılması gereken, Amasya Tamimi’nde Atatürk tarafından belirtilmiştir. Kötü gidişe dur deme görevi milletindir. Milleti örgütleme sorumluluğu da kurucu parti CHP’nin ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nundur.

Bu anlamda Kılıçdaroğlu, CHP’nin sorumluluğuna uygun bir politikayla “Millet İttifakı” adıyla muhalefet partileri arasında önemli bir dayanışmayı başarmıştır. Bu politika ilk meyvesini yerel seçimlerde vermiş, Millet İttifakı birçok belediye başkanlığı kazanmıştır. Bu başarı, CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik beklentiyi daha da artırmıştır. Her geçen gün artan ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları aşabilmek için Millet İttifakı’nı daha da genişletmek, güçlendirmek zorunludur. Milletin büyüyen sorunlarını, Millet İttifakı’nda bir araya gelen güçlerin azmi çözebilir. Türkiye’nin toplumsal yapısı ve toplumdaki hassas dengeler nedeniyle, ittifakın genişletilip güçlendirilmesi kolay değildir. Ancak ülkemizin birliği, dirliği için bu zor görev başarılmalıdır.

Atatürk, ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeli durum karşısında, Anadolu’da binlerce yıldır tasada, kıvançta bir arada yaşamış, aynı gelenek, görenek, inanca sahip kesimleri, etnik ve mezhepsel farklılıklarına bakmadan, ayrım yapmadan bir araya getirmişti. Ümmetten millete geçmeyi başarmıştı. Cumhuriyeti kurmuştu. Şimdi de millet, her kesimden siyasi liderin aynı sorumlulukla davranmasını beklemektedir. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın diğer liderleri, ittifakı desteklemek isteyen, Atatürk ilke ve devrimlerine sadık, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmeyi arzulayan irili ufaklı her partiyi ve parti liderini, ittifak çatısı altında buluşturma sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar. Cumhuriyetimizin esenliği ve kurtuluşu, Millet İttifakı’nı kuran Kılıçdaroğlu ve diğer genel başkanların bu zor ama tarihi görevi başarmalarına bağlıdır.

ABD, NATO ve Türkiye

Erzincan Haberleri, Erzincan Haberleri, Erzincan Haber, Erzurum Haberleri,  Erzurum HaberTunçer KILINÇ
Em. ORGENERAL
ESKİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERİ

Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

ABD yönetimindeki NATO’nun varlığını koruyabilmesi için daima büyük hacimli bir tehdide ihtiyaç vardır. Tespit edilen tehditle başa çıkabilmesi için üye ülkelerin bir arada tutulması ve dayanışmanın sağlanması çok önemlidir. İtalya’da eğitim veren NATO Savunma Koleji’nin başlıca işlevi de üye ülkelerden seçilmiş sivil ve asker bürokratların tehdit konusunda motivasyonlarını sağlamak ve dayanışmaya yönelik propaganda yapmaktır.

Bu kolejde eğitim almış bir subay olarak bu değerlendirmeyi kurs sonunda, 1978’de verdiğim raporda belirtmiştim. O tarihte somut tehdit, Varşova Paktı’ydı.

DÜŞMANCA TAVIR

Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılmasından sonra NATO’nun devam edebilmesi için kökten dinci terör, tehdit olarak tespit edildi. 1990’dan günümüze NATO bu tehditle oyalandı. ABD emperyalizmi, bu dönemde Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) Ortadoğu’daki enerji kaynaklarına el attı. Bu amaçla NATO güçlerini de kullandı. Sırasıyla

  • Afganistan, Libya, Irak ve Suriye parçalandı.

Günümüzde Çin ve Rusya, NATO’nun Haziran 2021’deki zirvesinde tehdit mevkiine oturtuldu. Oysa ABD’yle ekonomik rekabet dışında, bu ülkelerin ne Batı Avrupa ülkelerine ne ABD’ye karşı düşmanca bir eylemi söz konusudur.

  • Ana maksat, ABD savunma sanayisini güçlendirmek,
  • üye ülkelerden oluşan pazarı yeni ülkelerle genişletmektir.

ABD, her dönemde NATO birlikteliğini manivela olarak kullanarak üye devletleri, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda sömürmektedir.

Bir yandan silah ve teçhizat standardizasyonu ile pazarını korur bir yandan üye ülkelerin silahlı kuvvetlerini de kullanarak dünyadaki enerji kaynaklarına hâkim olmaya çalışır. Nitekim bir dönem hem Çin’in ihtiyaç duyduğu petrol yollarını tutmak hem İran’ı kontrol altında bulundurmak için NATO yapısıyla Afganistan’a girmiştir. Bu amaçla Uzakdoğu’da Çin’i, Karadeniz ve Kafkasya’da Rusya’yı çevrelemek suretiyle ve bu ülkelere karşı düşmanca davranışlarla dünya barışını tehlikeye atarak zorla hasım yaratmıştır. Şimdi de “tehdit var” diye, NATO’nun diğer üyelerini baskı altına almaya çalışmaktadır.

  • NATO ülkelerinin güvenliğini bahane ederek kendi çıkarlarını hayata geçirmenin zeminini hazırlamaktadır.

NATO’DA KALARAK BAĞIMSIZ OLAMAYIZ

  • Günümüzde NATO artık bir savunma örgütü değildir.

1990’dan beri, ABD’nin dünyayı hegemonyası altına alması için bir araçtır.

  • NATO ülkeleri arasında da asla dostluktan bahsedilemez.
  • Özellikle ABD, Türkiye’nin hiçbir zaman dostu olmamıştır.

Her zaman kendi çıkarını gözetmiştir. Ne var ki bizim aymaz liberallerimiz, aramızda bunca sorun varken yeniden beyaz sayfa açmak peşindedirler. 1980 darbesinden, FETÖ’nün darbe girişiminden, ABD Başkanı’nın geçen nisan ayında sözde soykırım iddialarını tanımasından,

  • önce Irak’ın sonra Suriye’nin kuzeyinde Kürt oluşumuna verdiği aktif destekten ders almamışlardır.

Düşmanla yeni bir beyaz sayfa, muharebedeki beyaz flamayla aynı anlamdadır

Bu şartlarda Türkiye yol ayrımındayken ABD’den destek almak isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afganistan bataklığında göreve talip olmuş, ülkemizi büyük riske atmıştır.

Bu girişim, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk devlet olan, tarihi dostluk bağlarımız bulunan Afganistan’ın ülkemize duyduğu sevgi ve saygıyı etkileyebilir.

Türkiye NATO’da daha fazla kalarak ABD vesayeti altında tam bağımsızlıktan bahsedemez

2023 seçimlerinde iktidara gelecek olan yönetim, bu hususları dikkate almak zorundadır. Muradımız, bir vesayetten kurtulup başka bir vesayet altına girmek değildir. Bu gerçekler karşısında ABD ve diğer NATO ülkeleriyle masaya oturmamız, açık yüreklilikle düşüncelerimizi belirtmemiz, NATO üyeliğimizin ancak bu çerçevede sürebileceğini anlatmamız gerekir. Sonuç alınmazsa coğrafyamızın bize bahşettiği jeostratejik özellikten yararlanarak ulusal çıkarlarımızı, onurumuzu, bağımsız olarak korumak, nihai hedefimiz olmalıdır.
=================================
Dostlar,

Sn. Em. Org. Kılınç gerçekte “çooook da kısa tutmuş!”

Ülkemizdeki gladyo – kontrgerilla operasyonları, iç çatışma çıkarma girişimleri, aydın cinayetleri, T.C. Devletinin aydınlatmaktan alıkonduğu cinayetler…

Bunları da yazmak, tarihe bir kez daha not düşmek gerek.

Yine de ABD – NATO kurgusunun iğren yüzünü sergilediği için Sn. Kılınç’a teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 09 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

YÖNETİM ve SİYASET AÇISINDAN SALDIRGAN ve YIKICI KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Tarihten günümüze dek, her devirde, her toplumda ve her kültürde; ırklar, inançlar, dinler, ahlak ve hukuk örüntülerinden bağımsız olarak görülen saldırgan, yıkıcı ve kıyıcı kişilik özelliklerinin yönetimleri üzerine yapılan otoriter ve totaliter nitelikli psiko-sosyo-kültürel ve siyasal davranışlar için yapılan başlıca saptamalar şöyle özetlenebili(×) :

1- İktidar Olmak İçin Her Şeyi Araçsallaştırma

Elde edilecek temel final iktidar amacı için, yalan, iftira, karalama, öldürme, asıl amacını gizleme (takiyye), kargaşa (kaos) çıkarma, kandırma, ikna, rüşvet, zina, korkutma… benzeri araçları kullanarak ve her türlü dinsel, ahlaksal, hukuksal, insancıl.. değerleri hiçe saymak ve çiğnemek. Bir tümce (cümle) ile söylemek gerekirse, son amaca ulaşmak için her türlü ahlaksal, hukuksal ve insansal değerleri yok saymak. Amacını kutsallaştırıp öbür tüm kötü ve ahlak dışı araçları aklamak (meşrulaştırmak). Bir çeşit Makyavelizm..

2- Baskı ve Üstünlük Kurma

Kimi insanlara ve liderlere göre İktidar olmak; güç devşirmek, güç kullanma tekeline sahip olmak demektir. Kişi ne denli etkin ve yaygın güç sahibi ise o ölçüde güçlü bir iktidar sahibi olduğuna inanır. Bu gücün kullanım alanı da genelde haksız, ahlaksız, adaletsiz ve hukuksuzlukla mücadele etmek değildir. Kendisinin şimdiki ve gelecekti rakiplerini basķı altında tutmak, korkutmak ve iktidarını bu yolla sürdürmek içindir.

3- Öç Alma (intikam) Duygusu İle Yaşama

Bir toplumdaki açık, gizli cinayetler, yapanı bilinmeyen bombalamalar, kıyımlar, kuşkulu intiharlar, işkenceler ve bu yolla toplumdaki korku iklimini yaygınlaştırmak ve özgürlükleri kısmak. Bir çeşit, geçmişten intikam alma, rövanşizm ya da kısasa kısas… korku kültürünü yayarak halkı sindirme.

4- Özseverlik – Sadistlik

Kendi bedensel varlığını, düşünsel ve kültürel kapasitesini, inancını, mesleksel, teknik ve kültürel birikimini herkesten üstün görmek. Kendisine hayran olmak. Başkaları ile eşitliğe karşı çıkmak. Ukala ve kibir yüklü olmak. Bu nedenle kendisini sürekli olarak her türlü iktidarın doğal sahibi olarak algılamak. (AS: Narsisizm – Özsevicilik!)

5- İdeolojik Takıntı Sahibi Olmak

Kendi ideolojisini her türlü eleştiriye kapatarak kutsal ve dokunulmaz yapmak. Öbür tüm ideolojileri aşağılamak, değersizleştirmek. Yok saymak. Başka ideoloji sahibi olanları düşman olarak görmek. Onlara yaşam hakkı tanımamak. Kendi gibi düşünmeyenlere “Ya sev ya terk et” demek.

6- Bireysellikten – Özgürlükten Uzaklaştırmak

İnsanların bireysel (AS: ama toplumcu!), akılcı ve özgürlükçü kimliklerini yok etmek. Halkı olabildiğince sürüleştirmek, robotlaştırmak, ağzı olup dili olmayan, aklını kullan(a)mayan otomatik itaat, sadakat ve itirazsız görev makinelerine dönüştürmek. Örneğin Hitler Nazileri ve Mussolini Faşistleri buna örnek olarak gösterilebilir.

7- Rakipleri ve Hedef Grupları İsanlıktan Çıkarma

Kültürel, etnik, dinsel, ideolojik…rakipleri ötekileştirip aşağılayarak insanlıktan çıkarma. Onları insan saymama ve yaşama hakkı tanımama. Örneğin Hitler tarafından Yahudilerin, Çingenelerin (Romanların), engelli ve genetik rahatsızlığı olanların gaz odalarında boğulup fırınlarda yakılmaları! 1965 yılları öncesi ABD’de zencilerin yaşadıkları ya da kölelik rejimlerindeki kölelerin insan değil, mal olarak kabul edilmesi. Sahiplerinin köleleri ve cariyeleri istedikleri gibi.kullanabilmeleri, tıpkı bir mal gibi alıp satabilmeleri…

8- İktidar Sahiplerine Kesin ve Sorgusuz İtaat İsteği

Tarihsel, kültürel alışkanlıklar, ayrıca çarpıtılmış hatalı ve yanlış dinsel öğretilerin etkisi ile de insanların, halkların ya da toplumların sınırsız, koşulsuz, sorgusuz ve itirazsız biata, sadakata, kanaata zorlanmalarıdır. Ortaçağ kral ve sultanlarının temel davranış kalıpları böyledir. Günümüzde, despotik Ortadoğu İslam ülkelerindeki iktidar sahipleri kendi halklarından sorgusuz ve sürekli olarak, “Ul’ul Emre İtaat” bekledikleri görülmektedir.

9- İktidar ya da Grup Kimliği ile Özdeşleştirme

İnsanları, halkı ya da toplumu iktidardakilerin etnik, dinsel, siyasal ve ideolojik iktidar kimlikleri ile özdeşleştirme (aynılaşmasını sağlama). Mevcut iktidarın temsil ettiği kimlik şablonu içinde olmayan dinsel, etnik ideolojik kümeler ya da bu şablona girmek istemeyenleri ötekileştirme, ayrıştırma, düşmanlaştırma ve yok sayma. Laik, sivil, çağdaş, çoğulcu ve demokratik yapıyı engelleme. Dikensiz tek renk ve tek tip bir gül bahçesi (!) oluşturma.

10- İktidara mutlak uyum sağlamaya zorlama

Dinsel, siyasal, kültürel, medyatik, ekonomik, sanatsal … seçkinler (AS: yandaş) yaratarak onları mülkiyet sahipliği ve finansal açıdan desteklemek, iktidarla uyum içinde çalışabilecek fırsat ve rant kollayanlara (oportünislere) bürokratik, akademik, siyasal unvanlar ve kadrolar dağıtmak. Devlet kapılarını ve olanaklarını onlara açmak. Çünkü mevcut (AS: varolan) siyasal iktidarların sürekliliği açısından iktidarlar bu tür “sadık köleler“e sürekli gereksinim duyarlar.

Son söz                                  :

Yukarıdaki 10 Kıssadan hisse kapabilmek herkesin kültürel ve entellektüel derinliği ve gereksinmesi kadardır.

Demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne çağdaş, tüm insanların eşitliğine dayalı, ulusal istence ve temel insan haklarına bağlı yönetimler her zaman vazgeçilemez olmalıdır.

(×). Michael Shermer, AHLAKIN YAYI.
Çev. Erhan Güzel. Phoenix Yayınları, ss.47-48 ve 295-325

Göz göre göre…

Milletçe çok kötü bir sınav veriyoruz.
Hattâ sadece biz de değil, bütün insanlık kötü bir sınav veriyor.
Üstelik, bundan 100 yıl önce yaşanan pandemilerden edinilmiş bunca tecrübeye, bilimin ve teknolojinin, okur yazarlığın, aydınlanmanın ulaştığı bunca seviyeye rağmen.

Covid-19 Pandemisinden, ölümcül bir hastalıktan, çok hızla yayılan ve 21’nci yüzyıl tıbbının bile zaman zaman karşısında çaresiz kaldığı bir belâdan, bu belaya karşı yaptıklarımızdan yapamadıklarımızdan, daha doğrusu yapmadıklarımızdan söz ediyorum.

2019 yılının Aralık ayında Çin’de ortaya çıktığı andan itibaren, vaktimizin büyük bir bölümünü “Acaba komplo mu? Bilmem ne laboratuvarının dünyaya oynadığı bir oyun mu? Uluslararası ilaç ve aşı tekellerinin bilmem nesi mi? Bize bir şey olmaz abi..” ve benzeri aymazlıklarla geçirilen vakitte bile önemli sayıda insanın hayatına malolan bir süreç bu.

İzleyen aylarda, “Gribin bir türüymüş. Basit bir şey aslında ya. Gargara yaparız geçer…” benzeri gevezeliklerle geçirdiğimiz vakitte bile belki çok sayıda canı koruyabilir, kurtarabilirdik. Sonrasında bütün dünyada olduğu gibi bizde de hızla yayılmaya başladı. Mart ayında ilk vakanın (zorla da olsa) kabul edilip kayda geçirilmesinin ardından, ağır kayıplar vere vere 16 ayı geride bıraktık.

Maalesef bu süreçte hem krizi yönetme durumunda olanlar, yani küresel anlamda Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization – WHO) ve dünyanın anlı şanlı devletleri başta olmak üzere bizim hükümetimiz de çok ciddi hatalar yaptı. Ortada, yüzyılların, hatta bin yılların derin bir tıbbi bilgi birikimi varken, bunlar sağlıklı biçimde birararaya getirilip ortak çözümler ve çareler üretilemedi.

Köklü devletler, köklü bilim kuruluşları bile telaş ve paniğe esir oldu. Demokrasisi en güçlü olandan en zayıf olanlara kadar Gezegenin dört bir yanındaki yönetimler, kararsızlık içinde çok vakit kaybettiler ve bu süreçte milyonlarca insanın hastalığa yakalanması ve yüzbinlercesinin ölümünü adeta seyrettik. (AS: Küresel ölümler resmi veri ile 4 milyonu aştı!)

Çıkış noktasının insanlığa hizmet olduğundan kuşkumuz olmadığı aşı ve ilaç çalışmaları devam ediyor. Aşıların bir kısmı, laboratuvar ve klinik çalışmalarını görece başarı ile tamamlayarak ticari olarak da piyasaya sürüldü. Şu ana kadar da dünya çapında nüfusun %24’ü en az bir doz aşı olmuş durumda. Yaklaşık 3 milyar 200 milyon doz aşı yapıldığını biliyoruz. Günde yaklaşık 38 milyon kişi aşılanıyor.

Ama büyük bir adaletsizliğe de dikkat çekmek gerekirse, gelir seviyesi düşük ülkelerde aşıya erişim oranı, nüfuslarının %1’ine tekabül ediyor (AS: karşılık geliyor). Yani insanlık, burada da ağır bir eşitsizliğe imza atmış durumda.

  • Şu anda, aşıyı mümkün olan en hızlı biçimde tüm insanlığa eriştirip uygulamaktan başka elimizde bir silah bulunmuyor.

Bunda da başarıya ulaştığımız (tek tek çok zengin ülkeleri istisna tutarsak) söylenemez. Ancak ortada henüz çare bulmamız gereken daha büyük bir başarısızlık duruyor. O da, insanlığın bu pandemi belasına karşı yeterince farkındalık seviyesine ulaştırılamamış ve olağanüstü bir aymazlığa düşmüş olması.

Kabaca 20 aylık bir süreden söz ediyoruz. Evet, aslında bir insan ömründe göz açıp kapayana kadar geçecek kadar kısa bir süreden. Bu kadarcık bir sürede azıcık “sıkıya gelemedik”. Gelmedik. Gelemedik. Yalan mı?

Kendi ülkemizden ve toplumumuzdan örnekleyeyim : Neredeyse 3 ayda bir “Off sıkıldık ya.. Açılalım artık” sendromuna girmedik mi? Devletiyle milletiyle, “Eh yeter artık. Daral geldi abi. Tamamdır. Açılalım” noktasına gelip, sonra ağır bedeller ödemedik mi?

İngilizlerin güzel bir tabiri vardır: “One is one too many” (Bir tanesi bile çoktur) derler, kabul edilemeyecek olumsuzluklar için. İnsan yaşamından söz ediyorum. Bir insanın bile ölümü, yeterince acı bir bedel değil midir? Dünya çapında 4 milyon insan ölmüş. Bizim ülkemizde de 50 bin civarında. Oysaki amaç tek bir insanın bile yitirilmeyeceği bir ortamı temin etmek değil midir?

Devletin hatalarını yanlışlarını, veri gizleyerek çarpıtarak sağlanmaya çalışılan “Sorun yok, her şey yolunda. Kontroldayız” algısı da vakaların ve ölümlerin tırmanmasına yol açmasını başından beri eleştirdik. Oraya girmiyorum. Ama toplum olarak da bu işin bu boyutlara gelmesinde vebalimiz yok mu?

“Aman abi bir an önce açılalım. Kırlara çayırlara, deniz kenarlarına, cafelere, restoranlara, barlara, pavyonlara, stadyumlara akalım” sendromunun bu işte katkısı yok mu? Bir maskeyi ve mesafeyi bile beceremedik.

En başından itibaren o “Allahın cezası maskeyi” canımızı kurtaracak bir aparat olarak görmeyip, bir “gereksiz aksesuar” olarak bakmadık mı? Her dakika çenemize indirmedik mi? Kolumuza takıp da tüm topluma küstah ve yılışık bir meydan okumanın simgesine dönüştürmedik mi? Mesafe denen şeye zerre kadar önem vermeden, birbirimizin ensesine yanaşmadık mı her yerde?

Sokaklarda ve cafelerde, maske takmamayı mazur gösterebilmek için yerine göre ağzımıza bir sigara iliştirmek, elimize bir dondurma, bir dürüm, bir gazoz-bira şişesi almıyor muyuz? Yeme içme mekanlarında, sadece çalışanların ve mekanın önünden geçenlerin maskeli olması gerekiyormuş gibi, kendiliğinden cahilce yeni bir kural oluşturmadık mı? Ve buna hâlâ devam etmiyor muyuz?

“Açılım saçılım” yönünde verilen kararların daha imzası bile atılmadan, devasa kalabalıklar (lebaleb diyelim) oluşturup kendimizi bu kalabalıkların en orta yerine atmadık mı? Aşı olmaya gidiyoruz ama, aşıya “Bu işten kesin kurtulduk artık. En azından ben kurtuldum abi. Başkalarının canı cehenneme”  diye bakmıyor muyuz?

  • Aşıyı uygulamada da devletin bir yığın hatalı, milletten bilgi gizleyen, sayıları çarpıtarak oluşturduğu tehlikeli algıyı saymıyorum bile.

Delta Varyantı‘nın en azgın olduğu bir ülkeden (Rusya) akın akın turist getirmeyi marifet sayma sorumsuzluğunu ve kepazeliğini anlatmaya gerek bile duymuyorum. Hepsinden daha dehşet verici olmak üzere, bunlara dikkat çekenlere adeta “Vatan haini” yaftası iliştirmeye devam ediyoruz. Aklı başında tüm bilim insanlarının ve aydınlarının uyarılarına “bozgunculuk” diye bakılmasına ne demeli? Ve maalesef, bilim bunların tersini söylüyor.

Böyle gidilirse, bizi önümüzdeki 3-5 ay içinde yeni “peak”lerin, yeni “dalgaların” yeni ve artacak vaka ve  ölümlerin beklediğini düşünmek için çok mu karamsar olmak gerekiyor. Sıkamadık dişimizi. Sıkıya gelemedik. Tüm insanlık ve necip milletimiz.
Umarım, bedeli tahmin edilenden daha ağır olmaz.
Ne demiştim yukarıda? İngilizlerin  “One is one too many” sözünü aktarmıştım.
Bir canın yitirilmesi bile ifrattır.

Sokaklarda hayvanlarını, gözünü kırpmadan zehirleyebilen, ormanlara dalıp 3 milyon 5 milyon ağacı acımadan kesen, on binlerce insanın sapır sapır dökülmesini önemsemeyen bir kafadan bir acımasız kafadan söz ediyoruz.

Hepimizin “ortak kafası” bu, maalesef.

Halk ozanı Hozatlı Ahmet Yurt Dede yaşamını yitirdi

Anadolu’nun Kayıp Şarkıları albümünde ‘Eşrefoğlu’ parçasını seslendiren Hozatlı Ahmet Yurt Dede yaşamını yitirdi

Tuncelili halk ozanlarından Hozatlı Ahmet Yurt Dede yaşamını yitirdi.
Hozatlı Ahmet Yurt Dede, Kalan Müzik’in geçen ay vefat eden kurucusu Hasan Saltık’ın da amcasıydı.

Hozatlı Ahmet Yurt Dede’nin eşi Fethiye Yurt 2 hafta önce yaşamını yitirmişti.

Sarı Saltık Ocağı Pirlerinden Ahmet Yurt Dede, bugün Hozat Cemevi’nden Hakka uğurlandı
(https://www.tum-haberler.com/haber/ahmet-yurt-dede-hakka-ugurlandi-18273, 09.07.2021)

Yaşa bağlı sağlık sorunları nedeniyle bir süredir sağaltım (tedavi) gören Ahmet Yurt Dede, dün gece saatlerinde yaşamını yitirdi. Bu gün Hozat Cemevinde düzenlenen cenaze töreniyle ilçedeki aile mezarlığına defnedildi. Cenazeye, Tunceli Valisi Mehmet Ali Özkan, kurum amirleri ve vatandaşlar katıldı.
***
KÜLTÜR BAKANLIĞI TAZİYE İLETİSİ YAYINLADI

Tuncelili Alevi Dedelerinden Hozatlı Ahmet Yurt, 87 yaşında vefat etti. Ahmet Dede için Kültür ve Turizm Bakanlığı taziye mesajı yayınladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın resmi sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda “Halk ozanlarımızdan Hozatlı Ahmet Yurt Dede’nin vefatını üzüntüyle öğrendik. Ailesine, yakınlarına ve tüm sevenlerine sabırlar diliyoruz” denildi.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener de başsağlığı iletisi yayınladılar.

HOZATLI AHMET YURT DEDE KİMDİR ?

1934 tarihinde Tunceli’nin Ovacık İlçesi’nin Güneykonak (Eski ismi Çakperi) köyünde doğdu.

Okuduğu deyişlerle Alevi inancını tüm dünyaya tanıtan bir kültür ataşesi olarak da bilinen Ahmet Yurt Dede uzun zamandır Hozat’da yaşıyordu.

ALEVİ OCAKLARINDAN SARI SALTIK OCAĞI MENSUBUYDU

Sevilen Halk Ozanı Ahmet Yurt, Sarı Saltık Ocağı mensubuydu. Anadolu’nun Kayıp Şarkıları albümünde “Eşrefoğlu” şarkısını seslendiren Hozatlı Ahmet Dede, geniş kitlelerce tanınmıştı. Yurt’un 600’ün üzerinde şiir ve deyişi bulunuyor.
(cumhuriyet.com.tr  ve basın 08 Temmuz 2021)
=========================================

Dostlar,

Can akrabamız Ahmet Yurt dedemizi de Hakka uğurladık..
Önceki ay Hasan Saltık‘ı..
Daha dün, Emre Saltık‘ı..
Kurşun mu döksek (!)…
***
Kişisel arşivimizden birkaç paylaşım…
14 Mayıs 2009, Ankara – Batıkent Cemevi, Cem’i yürütürken… yakaladığımız 3 kare..


İnsanın içini yakan deyişlerinden birkaçını izlemek için..

https://www.youtube.com/watch?v=u6-U7q7GDZA

https://www.youtube.com/watch?v=DXqog9hzHDM

https://www.youtube.com/watch?v=c7UAP2KCcnQ

https://www.youtube.com/watch?v=-6ta9njqF98

Sevgi ve saygı ile. 09 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Swap (Takas) Yapmayız Ama Afganistan’a Yollarız!

H. Ufuk SÖYLEMEZ
Eski Devlet bakanı
Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

ABD’yle önceleri sözde stratejik müttefik, sonraları ise yalnızca müttefik olduğumuz söyleniyor her fırsatta. Ama bu öyle sorunlu bir müttefiklik ki ABD, parasını ödediğimiz F-35 savaş uçaklarını vermiyor, fiilen gasp ediyor. S-400’ler nedeniyle Savunma Sanayii Başkanı’na yaptırım uyguluyor. Türkiye’yi Ermeni meselesinde, soykırımcı” ilan ediyor. Tüm bunlara rağmen Afganistanda Türk askerinin terör ve Taliban karşısında, Kâbil Havalimanı’nı savunması için adeta sefer görev emri” çıkartıyor.

İşin bir de ekonomik boyutu var. 2020 Mart ayından itibaren (AS: başlayarak), salgın hastalığın dünya çapında yaygınlaşması ve tüm ekonomileri olumsuz etkilemesiyle ABD, hem Doların dünya çapındaki pozisyonunu ve değerini korumak hem de gerçek” müttefiklerine döviz likiditesi sağlamak için, FED aracılığıyla geniş çaplı swap (takas) uygulamalarını devreye soktu. Gelin görün ki, FED’in o günlerde ABD’ye uçak dolusu insani sağlık malzemesi gönderen Türkiye’ye de böyle bir jest yapabileceği şeklinde, gerçekçi olmayan bir hesap ve beklentiye girenlerin, hevesleri kursaklarında kaldı.

ABD NİYETİNİ GÖSTERDİ

ABD, elinde kendi Dolar bazlı hazine tahvillerini tutan yani paralarını Dolara yatıran, Doların rezerv para olmasına böylece büyük katkı sağlayan, ayrıca siyaseten de dost ve müttefik olarak gördüğü ülkelere, hastalığın yarattığı döviz likiditesi ihtiyaçlarını karşılamak üzere, cömert swap (takas) hatları açtı. FED, elinde yüz milyarlarca Dolar tutarında kendi hazine kâğıdını bulunduran ülkelerle, salgının neden olduğu ekonomik krizi ve döviz likiditesi sıkıntısını aşılabilmeleri için yüksek montanlı swap (takas) anlaşmaları yaptı.

Ekonomik krizden uluslararası dayanışma, mali yardımlaşma ve işbirliğiyle çıkmak gibi bir niyetinin olmadığını, olmayacağını dünya âleme gösterdi. Doların rezerv para olarak hâkimiyetini (AS: egemenliğini) korumak, ekonomik krizde (AS: bunalımda) Doları desteklemek amacıyla sadece ve sadece (AS: yalnızca ve yalnızca) müttefik olarak gördüğü ülkelerin merkez bankalarıyla swap (takas) anlaşmaları yaptı.

Aralarında Türkiye, Mısır, Nijerya, Güney Afrika, Şili, Kolombiya, Arjantin, Tayland gibi yüklü miktarda Dolar bazında kredi veya tahvil borcu olan ülkeleri ise görmezden geldi, her zaman yaptığı üzere. Bunun bilinen istisnası, elinde 23.5 milyar Dolar tutarında ABD hazine tahvili olan Endonezya’yla bu tahvillerin teminat (AS: güvence) gösterilmesi karşılığında yapılan swap (takas) anlaşmasıdır.

TÜRKİYE’NİN YAPTIĞI SWAP (TAKAS) ANLAŞMALARI

Türkiye’nin Çin ve Katar’la yaptığı söylenen swap (takas) anlaşmaları, olumlu olsa da yetersizdir. Türkiye’nin dış borçlarının % 60’ından çoğu Dolar bazındadır (AS: türündendir). Dış borçlanmasının % 70’ine yakınını, AB ve ABD banka ve fonları üzerinden yapmaktadır. Öte yandan dünyada 2020’de uluslararası ödemelerde para birimi olarak %37.6 oranında Dolar, %37.8 oranında Avro, %6.9 oranında Sterlin, %3.5 oranında Japon Yeni kullanılmıştır. 2020’de, küresel toplam döviz rezervlerinin % 61’i ABD Doları, %21’i Avro idi.

Türkiye’nin Katar ve Çin dışında Azerbaycan, Malezya, Japonya, Güney Kore ve İngiltere’yle de swap (takas) anlaşmaları yapmaya çalıştığına yönelik haberler vardır. Rezervlerin bakiyesini geçici olarak yüksek göstermek ve ilgili ülkelerle yerel para birimleri üzerinden ticaret yapabilmek açısından yararlı gözükse de, bunlar rezervlerimizin net eksi bakiyede olduğu, dış ticaretimizin, dış borçlarımızın büyük bölümünün Dolar ve Avro bazında (AS türünde)  olduğu gerçini değiştirmez.

Sonuçta ABD, Türk askerinin Afganistan’a gitmesini ister ve teşvik ederken Türkiye’yle swap (takas) anlaşmasına yanaşmıyor. Yanaşmaya niyetli de görünmüyor. Böylesine sorunlu bir müttefiklik ilişkisi için Türkiye, ulusal çıkarlarını tehlikeye atabilecek, Karadeniz’de kıyıdaş olduğu Rusya’yla ciddi güvenlik sorunlarına yol açabilecek adımlar atmaktan vazgeçmeli, heves etmemelidir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Temmuz 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GAVAT

Sosyal medyada Şebnem Tüfekçi adlı genç kız, sokakta şort giydiği için kendisine tepki gösteren bir kişinin videosunu paylaştı. Adı Y.A. olduğu belirtilen kişi Tüfekçi’ye ve babasına “Gavat” diyerek hakaretler yağdırdı.

Adamın kumarhanede çekilmiş şortlu fotoğrafı yayımlandı.

  1. Şort giyen, giyilmesine izin veren gavatsa bu adam ne?
  2. Hem kıza yiyecek gibi bakıp hem namus / dindarlık taslamak dürüstlük mü?
  3. Her olayda “Türbanlı bacım” mağduriyetine sığınıp nutuklar atan, neden bir kez olsun bu tür saldırılara tepki göstermez?..

BOYNUZ

Kanal İstanbul tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Bu proje İstanbul için bir cinayet” ifadelerini kullandı.

Aydınlık Gazetesi ve gazete yazarı Gaffar Yakınca ise projenin yararlı olduğunu savundular.

  1. Perinçek iktidara karşı konuştuğunun ayırdında değil,
  2. Beş yılda bir muhalefet yapma kontenjanını kullandı,
  3. Aydınlıkçılar Genel Başkan’dan bu davranışı beklemediği için ters köşe oldu…

TASARRUF

RTE, kamuda tasarrufa gidilmesi için genelge yayımladı.

İmamın dediğini yap, yaptığını değil…

PİSLİK

AKP’li eski vekilin oğlu,

  • “Ben Muhammed Berat Yazıcıoğlu. Bana, kardeşlerime ya da anneme bir şey olursa sebebi AKP Milletvekili öz babam İrfan Rıza Yazıcıoğlu ve O’nun ortağıdır. Aralarındaki kara ve kirli para trafiğini ve yargıda çevirdikleri işleri bildiğim içindir. Yardım edin..”

paylaşımını yaptı.

Bu partide pisliğe bulaşmamış kimse yok mu? Varsa neredeler?..

TAŞKIN

RTE’nin kardeşinin kayınbiraderi Yahya Birinci, sosyal medya üzerinden Sedat Peker’e sahip çıkarken Erdoğan’ı eleştirdi. Belge istenirse vereceğini söyledi.

Lağım dolmuş her tarafından taşıyor.
Yetkililer lağımın içinde, o yüzden belgeden kaçıyor…

ŞAHLANIŞ

S. Soylu, “1 Temmuz’dan itibaren ekonomide öyle bir şahlanacağız ki.. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, ABD çatlayacak.”

Fiyatlar şahlandı. Vatandaş çatladı…

PORSİYON

Tasarruf tedbirlerinin açıklanmasının ardından Emine Erdoğan “Porsiyonları küçültelim” çağrısı yaptı.

Pasta kırıntısı yiyelim…

ŞATAFAT

AKP’nin Cumhurbaşkanı’nın yazlık sarayının fotoğrafları yayımlandı.

Vay anasını, bu ne şatafat !

Kasımpaşa’da yırtık ayakkabı ile top oynarken tatillerini böyle yerlerde mi geçirirlerdi?

Porsiyon küçültmekle vatandaş bunları ödeyebilir mi?..

BEDAVA

RTE,1 Temmuz’da, aşının Avrupa ülkelerinde parayla yapıldığını açıkladı. 2 Temmuz’da, önce söylediği fiyatı yarıya indirdi. 5 Temmuz’da, Avrupa ülkelerinde de bizim gibi ücretsiz yapıldığını söyledi.

Ne kadar sallarsan salla, nasıl olsa inananlar var ya.

Her şeye zam, her şey parayla, yalan bedava..

KURBAN

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı İstanbul Vakfı’nın Kurban Bayramı’nda ihtiyaç sahibi ailelere kurban eti ulaştırmak üzere yapacağı yardım kampanyasına önce izin verilmedi gelen tepkilerin ardından ise izin çıktı.

Muhalif belediyelerin halka yardımını engelleyen kendine Müslümanlar…

İSTİFA

Sağlık Bakanlığı’ndan ballı ihaleler alan şirketin yönetiminde olan Bakan Soylu’nun kuzeni, sağlık nedeni ile istifa etmiş.

Bal dokunmaz ama!..

GÜVENLİ

Tosuncuk, Brezilya’da teslim olup ülkeye dönmeyi seçti.
SBK, Avusturya mahkemesinden Türkiye’ye iade talep ediyor.
Anlaşılan hırsızlar için en güvenli ülke Türkiye…

TERS

Ordu BBP Kadın Kolları Başkanı Fatma Yümlü, AKP iktidarını eleştirdiği için bulaş bahanesiyle ters kelepçe takılarak gözaltına alındı.

Eleştiri fıtrata ters…

SORUYORUM                                :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Sarıklı amiralin soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının soruşturulması neden engelleniyor?
  4. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?

Halil Çivi şiiri : HOR GÖRME…

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

 

Türküler halkımın kültür genidir,
Sakın türküleri hor görme gönül.
Bazen coşan, bazen yanan canıdır,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Türkü, halkın damıtılmış sözüdür,
İşiten kulağı, gören gözüdür,
Mazlumun çığlığı, ciğer közüdür,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Doğuma, ölüme, türkü yakılır,
Baskıya, zulüme türkü yakılır,
Zorbaya, zalime türkü yakılır,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Gurbetin, hasretin yanık sesidir,
Düğünlerin, halayların süsüdür,
Dipdiri, dupduru halk ezgisidir,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Kalpten kalbe köprü olur, yol olur,
Umut olur, tutunduğun dal olur,
Türküsüz bir yaşam kızgın çöl olur,
Sakın türküleri hor görme gönül,
XXX
Bazen ilahidir, bazen deyiştir,
Bazen yakarıştır, bazen kargıştır,
Devrimci dilidir, bir kükreyiştir,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Bazen bir müjdedir, güzel haberdir,
Bazen yürek yakan, acı, kederdir,
Bitmez şikayettir, kötü kaderdir,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Yürek yangınıdır, aşkın ağıdır,
Dermansız dertlerin umut bağıdır,
Hasret çekenlerin dert ortağıdır,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Çimenin, çiçeğin, kuşun sesidir,
Halkın can gözüdür, sözün hasıdır,
Gariplerin, şehitlerin yasıdır,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX
Halil Çivi der ki türkü insandır,
Bağlama teline dil veren candır,
Tarihtir, kültürdür, ölmez ozandır,
Sakın türküleri hor görme gönül.
XXX


 

SEVGİLİ YURTTAŞIM SAKIN UNUTMA :

Engerek yılanı diliyle dillendirilerek aklımızı, değer ölçülerimizi, inançlarımızı ve duygularımızı sinsice zehirleyen, insancıl, ahlaksal ve vicdani duygularımızı körelten, bizleri adaletten ve liyakatten (AS: yaraşırlıktan) uzaklaştıran, her türlü ayrıştırıcı bölücü, düşmanlaştırıcı ve parçalayıcı siyasal, dinsel ve ideolojik söylemlerin bilimsel, evrensel, ulusal ve etkin tek panzehiri;

  • Dostluk, Barış, Sevgi ve Kardeşliktir.

    Halil Çivi
    06 Temmuz 2021