Yıllık arşivler: 2015

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu: Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:

Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

erkan

Dr. Erkan Duymaz
Hukukçu,
erkan.duymaz@istanbul.edu.tr
http://www.sosyaldemokratdergi.org/2015/03/erkan-duymaz-gezi-hukuki-izleme-grubunun-gezi-raporu-demokrasi-ve-totalitarizm-sarkacindaki-turkiye/
17.03.2015

Taksim Gezi Parkı protestolarının güvenlik güçlerince bastırılması sırasında yaşanan
hukuk dışı uygulamalara ve hak ihlallerine dikkat çekmek ve süreci hukuksal açıdan izlemek amacıyla Haziran 2013’te kurulan “Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu” yaklaşık bir buçuk yıldır üzerinde çalıştığı Gezi Raporu’nu 30 Aralık 2014 günü düzenlenen bir basın toplantısında kamuoyu ile paylaştı. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin, Gezi davalarını izleyen avukatların, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası,  Çevre Mühendisleri Odası, DİSK ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla hazırlanan Rapor, çok disiplinli bir yaklaşımla Gezi’yi merkeze alarak Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ışık tutmayı amaçlıyor.
Gelin hep birlikte
Demokrasi,
– İnsan hakları ve
– Hukuk devleti üçlüsünün ne durumda olduğuna kısaca bakalım.

Özetin özeti

Rapor’un alt başlığı derin bir kaygıyı yansıtıyor…

Türkiye’nin demokrasi ve totalitarizm arasında gidip gelen bir sarkaçta tasavvur edilmesi
bir yandan rejimin öngörülemez niteliğine gönderme yaparken, öte yandan iktidarın otoriter eğilimlerinin sıradanlaştığını ve artık toplumu bütünüyle denetim altına almaya çalışan totaliter bir rejime kayışın söz konusu olduğunu ifade ediyor. Nitekim Gezi sonrası tanık olunan uygulamalar ve çıkarılan yasalar, demokratik bir toplumun vazgeçilmezleri olan

– ifade,
– basın,
– örgütlenme,
– toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri

üzerindeki baskıları artırmakla yetinmemiş, toplumsal muhalefetin her türlüsünün “suç” olarak kabul edildiği bir “topyekûn suçlulaştırma ve yıldırma” siyasetinin izlendiğini göstermiştir.

“Darbe girişimi” saptırmasına yanıt

Gezi eylemlerini uzaktan izleyen tarafsız bir gözlemci, hiç kuşku yok ki, yaşam alanlarına
sahip çıkmak amacıyla sokaklara dökülen insanların meşru ve barışçıl yollarla istemlerini
dile getirmesini demokrasi açısından bir kazanım olarak değerlendirirdi. Gösterilerin kitleselleşmesini ve ülkenin her tarafına yayılmasını ise demokrasiye olan inanç ve güvenin
her şeye karşın sürdüğünün bir işareti olarak yorumlardı. Ne var ki siyasal iktidarın gösterilere ilk tepkisi bir kez daha “milli irade” söylemini öne sürmek oldu. Protestolara verilen desteği kırmak ve göstericileri itibarsızlaştırmak için başvurulan bu yöntemle Gezi muhalefeti
milli iradeye karşı gelişen bir hareket, bir darbe girişimi, bu muhalefetin bileşenleri ise “marjinal” ve “darbe yanlısı” olarak topluma sunulmaya çalışıldı. Dahası, ülkenin 80 ilinde sokaklara çıkan üç milyondan çok insan ulusal iradenin bir parçası değilmiş gibi,

Gezi eylemleriyle eşzamanlı olarak “milli iradeye saygı mitingleri” düzenlendi.
Bugün bakıldığında Gezi eylemlerinin bir darbe girişimi olarak sunulmasının bir siyasal stratejiden ibaret olmadığı görülmektedir. Nitekim Çarşı taraftar grubuna mensup göstericilere karşı hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, hukuksal olarak ve eylemli olarak olanaklı olmasa da, Hükümeti devirmeye girişim suçunun oluştuğu savunulmuştur.
Öte yandan, Ali İsmail Korkmaz davasında yargılanan ve ceza alan bir polis memuru,
Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu, kendisinin de darbecilere karşı güç kullandığını ve
böylece hükümeti koruduğunu öne sürebilmiştir!

Gezi Raporu’nun kuşkusuz en önemli katkılarından biri, Gezi’yi meydana getiren
toplumsal muhalefetin kaynağını objektif bir bakışla analiz ederek, Gezi’nin bir özgürlük ve demokrasi hareketinden ibaret olduğunu ortaya koymaktır. Her türlü darbe girişimi ve
komplo kuramlarını dışlayacak bu çalışma, kent ve doğa talanına dayalı kalkınma modeli, toplantı ve gösteri hakkının sürekli engellenmesi, polis şiddeti, kişilerin yaşam alanına ve tercihlerine müdahaleler, eğitim sisteminin muhafazakarlaştırılması çabaları ve daha birçok etkenin Gezi hareketini besleyen damarlar olduğunu göstermektedir. Gezi’ye katılan veya
destek veren belli başlı grup ve oluşumların aktarıldığı Gezi’nin özneleri bölümü bu saptamayı doğrulayacak niteliktedir. Gezi Parkı’nın yaş, cinsiyet, meslek, sosyal statü, inanç ve siyasal görüş bakımından görülmemiş bir çeşitliliğe sahne olması, yukarıda anılan etmenlerle birlikte düşünüldüğünde,

  • Gezi’nin kendiliğinden gelişen bir halk hareketi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Hak ihlallerinin bilançosu

Hukuk İzleme Grubu’nun çalışmasının önemli bir bölümü Gezi müdahalelerinde ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine ayrıldı. Göstericilere karşı açılan soruşturma ve davalar ve gösteriler sırasında gerçekleşen gözaltılar konusunda ayrıntılı bilgiler sunan Rapor,
bu yönüyle önemli bir belge niteliğinde.

Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ışığında Gezi müdahalelerine bakıldığında oldukça kaygı verici bir insan hakları ihlalleri tablosundan söz edilebilir. Bu süreçte
ortaya çıkan hak ihlallerinin temelinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının keyfi bir şekilde engellenmesi yatmaktadır. Rapor’un altını çizdiği en temel gerçek, yer yer ve zaman zaman şiddet olayları yaşanmış olmasına karşın Gezi protestolarının genelinin barışçıl nitelikte olduğudur.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadının da işaret ettiği gibi, kolluğun gereksiz ve ölçüsüz güç kullanımı sonucu göstericilerin direnmesi veya gösteri
sona erdikten sonra kimi kesimlerin polisle çatışması toplantı veya gösterinin barışçıl niteliğini değiştirmemektedir. Kısacası, eylemlerin keyfi bir şekilde yasaklanması, barışçıl eylemlere müdahale edilmesi ve müdahale sırasında gereksiz ve yasalara aykırı güç kullanılması olağanüstü durumlarda bile görülmeyen yoğunlukta bir hak ihlalleri zinciri oluşturmuştur.

Ne var ki yaşanan ihlaller bununla sınırlı kalmamıştır. Gezi’ye herhangi bir biçimde destek veren birçok kişi ve kurum soruşturmalarla, davalarla, işten çıkarmalarla yıldırılmaya ve cezalandırılmaya çalışılmıştır. Anayasa’nın düzenlediği çevre hakkı ve yüklediği çevresel değerleri koruma ödevinin (AS: md. 56) doğal bir sonucu olarak demokratik yollarla
barışçıl toplantı çağrısı yapan Taksim Dayanışması üyelerinin suç örgütü kurmak ve yönetmek ile itham edilmesi, polis şiddeti sonucu yaralananlara tıbbi yardım sağlayan hekim odalarına karşı açılan davalar, Çarşı grubu üyelerinin hükümeti devirmekle suçlanması, işten çıkarılan onlarca gazeteci ve soruşturmalara maruz kalan akademisyenler bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Polis şiddeti ve cezasızlık

Gezi Parkı protestolarının kitleselleşmesinde polis şiddetinin payı göz ardı edilemeyecek bir gerçek. 27 Mayıs gecesi çadır kurarak Park’ta nöbet tutan yaklaşık 50 kişilik bir gruba gün doğarken müdahale edilmesi ve yasalarla yönetilen bir devlette izahı olmayan bir saldırıyla çadırların yakılması haklı olarak büyük bir tepkiyle karşılandı. Takip eden günlerde polis şiddetinin artarak can kayıpları ve yaralanmalara yol açması, siyasi iktidarın ise göstericilere uygulanan şiddeti haklılaştırmaya gayret etmesi kalabalık kitlelerin sokaklara dökülmesine neden oldu. Polis şiddetinin özlü bir envanterini çıkaran Rapor, kolluk güçlerinin suç teşkil eden eylemlerinin soruşturulmadığını, sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmadığını, yargılanan az sayıdaki görevliye etkili bir yaptırım uygulanmadığını ve dolayısıyla devlet eliyle bir cezasızlık ortamı yaratıldığını somut örneklerle gözler önüne seriyor.

Kayıt altına alınmış ve insan hakları kurum ve örgütlerinin hazırladıkları raporlarla tespit edilmiş olmasına rağmen, polis şiddetinin yol açtığı yaşam hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerinin devlet tarafından tanınmaması ve cezalandırılmaması yalnızca bu şiddetten zarar gören kişilerin mağduriyetini artırmamış, aynı zamanda toplumun bütününe kaygı uyandırıcı bir mesaj vermiştir. Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar söz konusu olduğunda hukuk devleti ilkesinin askıya alınabileceğini söyleyen ve ülkemizde duymaya alışık olduğumuz bu mesaj devletin meşruiyetini tartışmaya açacak derecede vahimdir.

Gezi sonrası anti-demokratik mevzuat dalgası

Gezi eylemlerinin son bulmasıyla birlikte toplumsal muhalefetin yeniden oluşmasını ve örgütlenmesini engelleyecek bir dizi mevzuat değişikliği gerçekleştirildi. Ortak yönü temel hak ve özgürlüklerin kullanımını sınırlandırmak ve toplumun muhalif kesimini denetim altında tutmak olan bu düzenlemeler göstericilere karşı açılan onlarca davayla birlikte ele alındığında Rapor’un başlığında ifade edilen rejimin totaliterleşmesi kaygısının hiç de abartılı olmadığı görülüyor.

– Üniversitelerde ifade özgürlüğünü hem öğrenciler hem de öğretim elemanları açısından kısıtlayan disiplin yönetmeliği değişiklikleri;
– İmar Kanunu’na eklenen bir düzenleme ile meslek kuruluşlarının (TMMOB’a bağlı Odalar) elinden birtakım yetkilerin alınması;
– Hekimlerin Gezi’de yaralananlara tıbbi yardım sağlamasına tepki olarak Sağlık Hizmetleri  Temel Kanunu’na eklenen cezaa yaptırımı;
– Statlarda siyasal slogan yasağı ve
– Futbol taraftarlarının “fişlenmesine” olanak verecek Passolig kartı uygulaması;
– Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yetkilerini genişleten ve
internet erişim engellemelerini kolaylaştıran yeni düzenlemeler

bunlardan öne çıkanlarıdır.

Halihazırda Meclis’in gündeminde olan İç Güvenlik Paketi, tabloyu daha da karamsar kılmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasını Anayasa’ya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bir biçimde sınırlandıran 2911 sayılı Kanun’u daha da
“özgürlük karşıtı” bir duruma getiren ve toplumsal olaylara müdahale konusunda polise
geniş yetkiler tanıyan paket, içerdiği öbür güvenlikçi düzenlemelerle birlikte,
yeni insan hakkı ihlallerine ve polis şiddetine davetiye çıkarmaktadır.

Sonuç

Gezi eylemlerinin ve devletin bu eylemlere verdiği tepkinin Türkiye demokrasisine nasıl bir katkı sunacağı veya zarar vereceği zamanla daha iyi ortaya çıkacaktır.

Gezi Hukuki İzleme Grubu önümüzdeki sürece olumlu bir yön vermek arzusuyla bir dizi öneri sunmuştur.
– Çoğunlukçu demokrasi anlayışının terk edilmesinden hukuka bağlı bir yönetim istemine;
– Uluslararası insan hakları hukukuna saygı gösterilmesinden hükümet dışı örgütlerin
insan hakları alanındaki rollerinin pekiştirilmesine;
– Katılımcı karar alma süreçlerinin gerekliliğinden “torba yasa” tekniğinin terk edilmesine;
– İnsan ve çevresine zarar veren araç ve yöntemlerin ve özellikle biber gazının yasaklanmasından sorumluların yargı önünde hesap verdiği saydam ve adil bir yargı mekanizmasının oluşturulmasına….

Uzanan istem ve önerilerle son bulan Rapor,
insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti için verilen mücadeleye
katkı yapacak bir çalışmadır.

Rapor, önümüzdeki günlerde Türkiye Barolar Birliği’nin değerli katkılarıyla yayımlanacak
ve kurumun internet sitesinde paylaşıma sunulacaktır.

=======================================

Dostlar,

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:
Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Raporunu çok önemsiyoruz. Bu yazı, sitemizde 5 Mayıs’tan bu yana son günlende
yer verdiğimiz 3. yazı oluyor. Dileriz Türkiye Barolar Birliği web sitesinde tam metin olarak yayımlanır ve tümünü (240 sayfa) size sunabiliriz.

Dr. Erkan Duymaz, söz konusu Rapor’u omuzlayan genç bir Hukuk Doktoru.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden… O’nun özeti bu bakımdan değerli.

Bir kez daha bu Rapora emek verenlere şükranlarımızı sunarken;
Gezi direnişi şehit ve Gazilerini saygı ile selamlıyoruz.

Bu hazin tablonun sorumlusu, Darbe kuruntusu içinde iktidarını pekiştirme güdüsüyle davranarak şidddete sarılan – totaliterleşen, hukuk ve insan hakları alanı dışına savrulan;
dahası bu sakıncalı davranış ve tutumlarını tırmandırarak sürdüren AKP iktidarını
şiddetle kınıyor; birkez daha sağduyuya ve hukuka – insan haklarına saygıya çağırıyoruz.
Bu çağrımızınçok işe yarayacağı umudunu taşımadığımızı da hüznle belirtelim.

Tek çare, AKP iktidarını 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidardan uzaklaştırmaktır.

Sevgi ve saygı ile.
8 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tayyip Erdoğan Kur’an ile yaşamış olsaydı seçim meydanlarında eline alıp sallamazdı!..

Tayyip Erdoğan Kur’an ile yaşamış olsaydı
seçim meydanlarında eline alıp sallamazdı!..

 

Uğur Dündar

Sev­gi­li okur­la­rım,

CHP’­nin ça­lış­kan ve de­ğer­li mil­let­ve­ki­li, emek­li müf­tü İh­san Öz­ke­s’­ten bir mek­tup al­dım.

Öz­kes mek­tu­bun­da “na­mu­su ve şe­re­fi üze­ri­ne ye­min ede­rek Ana­ya­sa­”nın ön­gör­dü­ğü
ta­raf­sız­lık il­ke­si­ne sa­dık ka­la­ca­ğı sö­zü­nü ve­ren Cum­hur­baş­ka­nı Er­do­ğa­n
’­ın,
se­çim mey­dan­la­rın­da Ku­r’­an-ı Ke­ri­m’­i sal­la­ya­rak AK­P’­ye oy is­te­me­si­ni de­ğer­len­di­ri­yor ve
ib­ret ve­ri­ci tes­pit­ler­de bu­lu­nu­yor.

*****
İş­te o mek­tup:

“Sa­yın Uğur Dün­dar,

Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı Tay­yip Er­do­ğan 4 Ma­yıs 2015 Pa­zar­te­si gü­nü Si­ir­t’­te yap­tı­ğı
ko­nuş­ma­da “Sa­yın Kı­lıç­da­roğ­lu! Ben Ku­r’­an ile bü­yü­düm. Ku­r’­an ile ya­şı­yo­rum.
Onu sen ken­di­ne söy­le. Ken­di şah­sın­da Ku­r’­an’­ın ye­ri­nin ne ol­du­ğu ma­lu­m.”
de­di.

Ku­r’­an’­ın mi­ting ala­nın­da sal­lan­ma­sı, si­ya­set are­na­sın­da si­ya­se­te alet edil­me­si, hal­kı­mı­zı
de­rin­den üz­müş­tür. El­ham­dü­lil­lah he­pi­miz Müs­lü­ma­nız, Ku­r’­an tüm hal­kı­mı­zın or­tak ma­ne­vi de­ğe­ri­dir ve he­pi­mi­zin kut­sa­lı­dır. CHP’­li­le­rin de MHP’­li­le­rin de HDP’­li­le­rin de AK­P’­li­le­rin de or­tak ma­ne­vi de­ğe­ri­dir. Kut­sal ki­ta­bı­mız Ku­r’­an’­ı Ke­rim üze­rin­den ay­rış­tır­ma, öte­ki­leş­tir­me ve ku­tup­laş­tır­ma ya­pıl­ma­ya de­vam edil­me­si çe­kil­mez ha­le gel­miş­tir. Öy­le ki AK­P’­ye oy ve­ren seç­men­ler bile di­ni­mi­zin bu den­li is­tis­ma­rın­dan ra­hat­sız ol­mak­ta­dır­lar.
* * *
Pe­ki, ne­den yi­ne bil­dik din – iman, ca­mi – Ku­r’­an is­tis­ma­rı hort­la­mış­tır?
2015 mil­let­ve­ki­li se­çim­le­rin­de CHP hal­kın hu­zu­ru­na çok ha­zır­lık­lı çık­mış­tır.
Ya­şa­na­cak Bir Tür­ki­ye slo­ga­nıy­la her ke­sim­den her­ke­se do­ku­nan her­ke­sin ke­se­si­ne ra­hat­la­tı­cı kat­kı­lar su­nan pro­je­le­ri­ni açık­la­mış­tır. Bu pro­je­le­re hal­kın te­vec­cü­hü his­se­di­lir ha­le gel­miş­tir. CHP gün­de­me otur­muş, umut ol­muş­tur. Bu du­rum kar­şı­sın­da AKP pa­ni­ğe ka­pıl­mış­tır.
Ça­re ola­rak en iyi bil­di­ği ve yap­tı­ğı din is­tis­ma­rı­na tek­rar sa­rıl­mış­tır.

Ne Sa­yın Ge­nel Baş­ka­nı­mız, ne de tüm par­ti­li­le­ri­miz, oy­na­nan bu oyu­na gel­mez ve gel­me­ye­cek­tir. Rah­ma­ni­lik gö­rün­tü­sün­de­ki bu şey­ta­ni tu­za­ğa düş­me­ye­cek­tir. Hal­kın asıl so­run­la­rı­nın üze­ri­nin din iman per­de­siy­le ör­tül­me­si­ne kat­kı­da bu­lun­ma­ya­cak­tır. Bir ta­raf­ta kö­şe­yi dö­nen­le­rin öbür yanda aç­lık­tan ölen­le­rin bu­lun­du­ğu ül­ke­miz in­san­la­rı­nı her se­çim ön­ce­si ya­şa­nan
akıl tu­tul­ma­sı­na kar­şı uya­ra­cak­tır.

El­bet­te emek­li bir müf­tü ola­rak be­nim bir şey­ler söy­le­mem bek­le­nir. Ne di­ye­yim Al­lah ıs­lah
et­sin. Yü­ce Al­lah Ku­r’­an’­ı Ke­ri­mi 1400 yıl ön­ce tüm in­san­lı­ğa hi­da­yet reh­be­ri ola­rak
gön­der­miş­tir. AK­P’­nin ik­ti­da­rı için si­ya­si mal­ze­me ola­rak kul­la­nıl­sın di­ye gön­der­me­miş­tir. 

Sa­yın Tay­yip Er­do­ğan Ku­r’­an’­la bü­yü­yüp Ku­r’­an’­la ya­şa­say­dı, Ku­r’­an’­ı Ke­ri­m’­i
eli­ne alıp mi­ting mey­dan­la­rın­da sal­la­maz­dı. Çün­kü Ku­r’­an ah­la­kı bu­na el­ver­mez.
Ku­r’­an ile ya­şa­yan bi­ri, din is­tis­ma­rın­dan uzak olur.
İs­tis­mar; bi­ri­nin iyi ni­ye­ti­ni kö­tü­ye
kul­lan­ma, sö­mür­me, men­fa­ate dö­nüş­tür­me­dir. Sa­yın Er­do­ğa­n’­ın de­di­ği gi­bi is­tis­mar;
ya­şa­ma­dı­ğı­nız hal­de bir şe­yi ya­şar gi­bi gö­rün­mek an­la­mın­da de­ğil­dir. Ya­şa­ma­dı­ğı hal­de bir
şe­yi ya­şar gi­bi gö­rün­mek mü­na­fık­lık­tır. Ya­şa­dı­ğı bir şe­yi hal­kın gö­zü­ne so­kar­ca­sı­na
gös­ter­mek, ku­lak­la­rı zonk­la­tır­ca­sı­na hay­kır­mak ise ri­ya­dır, gös­te­riş­tir.
Ri­ya ve gös­te­riş ise şirk­tir. Ri­ya ve gös­te­riş, is­tis­mar­dan da­ha az gü­nah de­ğil­dir.
* * *
Sa­yın Dün­dar,

Ku­r’­an hır­sız­lı­ğı ha­ram kıl­mış­tır. Yol­suz­lu­ğu ha­ram kıl­mış­tır. Rüş­ve­ti ha­ram kıl­mış­tır.
İs­ra­fı ha­ram kıl­mış­tır. Dev­let ma­lı­nı aşır­ma­yı ha­ram kıl­mış­tır. Bas­kı­yı ve zul­mü ha­ram kıl­mış­tır.
Yap­tı­ğın­dan su­al edi­le­me­ye­nin, do­ku­nul­maz ola­nın yalnızca Al­lah ol­du­ğu­nu
bil­dir­miş­tir. İn­sa­nın bun­la­rı yap­ma­mış ol­ma­sı bi­le yet­mez. Yö­ne­ti­ci­si ol­du­ğu top­lum­da
bun­la­ra ria­yet edil­me­me­sin­den de so­rum­lu­dur. Ku­r’­an ile ya­şa­mak çok ama çok id­di­alı bir söz­dür. “Hz. Mu­ham­me­d’­in ah­la­kı na­sıl­dı­?” so­ru­su­na Hz. Ai­şe “O’­nun ah­la­kı Ku­r’­an’­dı­.” ce­va­bı­nı ver­miş­ti. Bu ne­den­le­dir ki; ‘Ku­r’­an ya­şa­yan bir can­lı ha­li­ne dö­nüş­se,
için­den Hz. Mu­ham­med çı­kar­dı­.’ de­nil­miş­tir. Bu za­vi­ye­den (AS: açıdan) ba­kıl­dı­ğın­da Ku­r’­an’­la ya­şa­mak ne ka­dar zor, ne ka­dar çe­tin ve ne ka­dar güç bir şey­dir? Hz. Mu­ham­med bu­gün
ya­şa­sa, Bü­lent Arın­ç’­ın da ‘is­raf va­r’ de­di­ği Ak­sa­ra­y’­da ya­şar mıy­dı aca­ba?
Hz. Mu­ham­med bu­gün ya­şa­say­dı as­ga­ri üc­ret­li­nin maa­şın­dan faz­la ol­du­ğu söy­le­nen
bar­dak­tan su içer miy­di aca­ba?
Evet, O’nun sa­ra­yı var­dı; du­var­la­rı ker­piç­ten, üze­ri
hur­ma dal­la­rı ve yap­rak­la­rıy­la ör­tü­lü, biz­zat iş­çi­li­ği­ni ken­di­si­ni yap­tı­ğı bir­kaç mü­te­va­zı oda.
* *** *
Ku­r’­an’­ın is­tis­ma­rı Sıf­fin Sa­va­şı’n­dan be­ri var­dır. Sıf­fin Sa­va­şı’n­da tam boz­gu­na uğ­ra­yıp
ca­nın­dan ola­ca­ğı sı­ra­da Mu­avi­ye, Ku­r’­an yap­rak­la­rı­nı mız­rak­la­rın ucu­na tak­tı­rın­ca;
sa­vaş dur­muş, Mu­avi­ye ca­nı­nı kur­tar­dı­ğı gi­bi hi­la­fe­ti­ne gi­den yo­lu da aç­mış­tır.

O gün bu gün Ku­r’­an is­tis­mar edil­miş­tir. Za­ma­nı­mız­da se­çim­le­ri ci­had an­la­yı­şıy­la
ya­pan­la­rın, ‘Harp hi­le­di­r’ ha­di­si­ni se­çim­ler­de ka­zan­mak için her tür­lü hi­le ve en­tri­ka­ya mes­ned
(AS: dayanak) kı­lan­la­rın var­lı­ğı bi­lin­mek­te­dir. Bu da­ya­nak ahi­ret­te işe ya­rar mı
ya­ra­maz mı el­bet­te gö­rü­le­cek­tir ta­bi­i ki.

Ge­nel Baş­ka­nı­mız Sa­yın Ke­mal Kı­lıç­da­roğ­lu­’nun ken­di şah­sın­da Ku­r’­an’­ın ye­ri­nin ne ol­du­ğu ma­lum ise, Tay­yip Er­do­ğa­n’­ın ken­di şah­sın­da Ku­r’­an’­ın ye­ri­nin ne ol­du­ğu da ma­lum­dur.

Okur­la­rı­nız­la pay­laş­ma di­le­ği ve say­gı­la­rım­la,”

İh­san Öz­kes
CHP İs­tan­bul Mil­let­ve­ki­li
Emek­li Müf­tü

Uğur Dündar : Korkunç talanla geleceğimizi yağmalıyorlar!

Uğur Dündar

SÖZCÜ, 6 Mayıs 2015

Korkunç talanla geleceğimizi yağmalıyorlar!..

Kardak Krizi nedeniyle Ege’deki gerilim doruğa tırmanmış,Yunanistan’la savaşın eşiğine gelmiştik.

Suların bir türlü durulmadığı o yılın yaz tatilini Bozcaada’da geçiriyorduk.
Bol hışırtılı, kekik ve deniz kokulu rüzgarın Ada’ya uğramayı unuttuğu sakin gecelerin birinde, Belgin-Haluk Şahin çifti ve dostlarla limanda ailecek (AS: ailece) yemek yiyorduk.
Yemeğin sonlarına doğru aniden yıldırım düşmüş gibi bir gürültü duyduk.
Oysa gökyüzü berraktı ve yıldızlar uzanıp tutabileceğimiz kadar yakın duruyordu.
“Ne oluyoruz” demeye kalmadan iki F-16 savaş uçağı cayırtılarla geçip gitti.
Artık Ada’nın yerlisi olan Haluk “Merak edilecek bir durum yok. Bandırma’dan kalkan uçaklar, devriye görevi yapıyorlar. Saros’a doğru gidip tekrar dönecekler.
Kardak sonrası devriye uçuşları yoğunlaştı.”
dedi.

Nitekim çok geçmeden bir cayırtı daha koptu.
Geceyi gürültülerle delen F-16’lar bu kez çok daha alçaktan uçuyordu.
Bozcaada Kalesi’ne sürtünürcesine geçerken birini görür gibi olduğumuz pilotlar adeta
“Biz gökyüzü devriyeleriyiz. Vatanı ve sizi koruyoruz” mesajını verir gibiydiler.
Önümüzde oturanlar da bizim gibi düşünmüş olmalılar ki, bu zorlu görevi yapan pilotları
ayakta alkışlamaya başladılar.
Ardından yanımızdaki, sonra onların yakınındakiler, derken limandaki tüm masalar ayağa kalkıp, isimlerini ve rütbelerini bilemediğimiz o kahramanları dakikalarca  alkışladılar.
* * *
Aradan aylar geçti.
Kanal-D’de yayınlanan bir programda o gecenin anısını paylaşıp, canlı yayının ardından
odama çıktım. Biraz sonra yardımcım Türkan “Uğur abi, sizi, anlattığınız pilotlardan biri arıyor”dedi. Şaşırmıştım. Hemen bağlamasını söyledim.
Telefon hattının ucundaki ses kendini tanıtmaya başladı:

“Adım Sedat Timur. O geceki uçuşu yapan pilotlardan biriyim. Yüzbaşıyım.
Harp Akademisi’ni bitirirsem kurmay olacağım. Sizinle tanışmayı çok isterdim…”

Dündar Ailesi olarak Sedat Timur ve aile bireylerini yemeğe davet edip tanıştık.
Dostluğumuz hep sürdü. O hızla terfi ederek önce filo komutanı oldu, sonra da
Kurmay Albaylığa dek yükseldi. Washington Büyükelçiliğimizde ataşelik de yaptı.
Pırıltılı sicilinin doğal sonucu olarak generalliğe yükselmeyi beklerken,
ayak oyunuyla terfisi bir yıl ertelenince, onuruna yediremeyip Hava Kuvvetleri’nden
istifa etti. 
Şimdi özel bir havayolu şirketinde uçuyor.
* * *
Yaşamının hatasını, tüm birikiminin yanı sıra, borçlanarak -Atatürk Havalimanı’na yakın olduğu için- Ataköy’de Ayamama Deresi’nin kenarına inşa edilmiş konutların, deniz gören dairelerinden birini satın almakla yaptı. Hata diyorum, çünkü haberim olsaydı aldırmazdım.

Zira bu konutların inşa edildiği zemin dere yatağı olması nedeniyle hem büyük deprem riski taşıyor, hem de dünkü SÖZCÜ’de okuduğunuz gibi

Katarlılar (!), denizin dibine devasa beton ucubeler dikiyor.

Rantçılar halkın malı olan güzelim kıyı şeridini sit ilan etmek yerine,
vahşi yağmaya açarak talan ettiriyor.
Yani Katarlıların insafına bırakılmış Ataköy, “Betonköy” oluyor.
Bu durumda insanın aklına ister istemez “Bütün imar planı değişikliklerini Başbakan’ın (Tayyip Erdoğan) emri ve onayıyla yaptım” diyen eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Ataköy sahili milli sorumluluk. Tüm yapılanmaları durdurduk,
sahili halka açacağız”
şeklindeki taahhüdü geliyor!
Bir de Sedat Timur’un şu dizeleri:
* * *
Üzülme minik serçe,
Ataköy sahilindeki yuvam bozuldu diye…
Bozulan sadece yuvalar değildir,
Bu sahil, bu ırmak, bu denizdir…
Sadece onlarla kalsa yine iyi,

Bu soluk ve bu şehirdir…
Konuşturma beni fazla,
Lütfen ısrar etme,
Ben bugünlerden çoktan vazgeçtim,
Giderek kaybolan geleceğimizdir…

* * *
Ormanları, dereleri, kıyıları, rant gördükleri her alanı,
kısacası geleceğimizi yağmalıyorlar.
Beton perdeleri “Deniz İncisi” (!) (Sea Pearl) adıyla pazarlıyorlar!..

Gezi Hukuksal İzleme Grubu Gezi raporu açıklandı

Gezi Hukuksal İzleme Grubu
Gezi raporu açıklandı

Gezi'nin_simgesi_yuzune_gaz_SIKILAN_KIZ

DHA, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27870157.asp, 31.12.2014

Gezi Hukuki İzleme Grubu tarafından hazırlanan ‘Gezi Raporu’nda,
Türkiye’nin giderek otoriter, hatta totaliter rejime doğru hızla yol aldığı belirtildi.

Gezi Hukuki İzleme Grubu‘nun bir süredir üzerinde çalıştığı

‘Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacında Türkiye’

başlıklı ‘Gezi Raporu’ tamamlandı. Akademisyenler, avukatlar, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası ve DİSK başta olmak üzere çok sayıda kişi, meslek odası ve sivil toplum örgütünün çok yönlü olarak katkı sunduğu belirtilen raporu, Taksim Hill Otel’de düzenlenen basın toplantısıyla Gezi Hukuk İzleme Grubu Başkanı
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu açıkladı.

Kaboğlu,

“Türkiye’de seçimlerin demokrasi açısından anlamını, yargının demokrasi içindeki yerini,
dil-devlet ilişkisine dek, din özgürlüğüne dek, demokratik rejim, hukuk devleti veya
hukukun  üstünlüğü bağlamında bu konularını tartıştık. Bunları tartışırken, demokrasi anlayışı bakımından esasen çoğunlukçu demokrasinin öne çıktığını ve çoğunluk = milli irade şeklinde bir görünümün 2013-2014 Türkiye’sinde karşımıza çıktığını ve çoğu zaman hukukun üstünde
bir görüntü yansıttığını saptamış bulunuyoruz.” dedi.

Prof. Kaboğlu, söz konusu milli iradenin, hukuk ve siyaset arasındaki çelişkinin ana eksenini oluşturduğunu ifade etti.

ibrahim_kaboglu


“TANZİMAT’TAN BU YANA…”

Prof. İbrahim Kaboğlu, demokratik devlet açısından bakıldığında din-devlet ilişkisinde yaşanan, dinin siyasete alet edilmesi şeklindeki uygulamaların, son Milli Eğitim Şurası’nda alınan
tavsiye kararlarıyla iyice gün ışığına çıktığını belirterek,

“Hatta Tanzimat’tan bu yana tanık olunan laikleşme yönündeki hareketler ilk kez bu kadar açık ve büyük bir dalgayla, dinselleşmeye doğru, dinsel eğitime doğru kayış şeklinde bir görünüm ortaya çıkmıştır. Burada demokratik rejim ve hukukun üstünlüğü üzerinde 3 yönlü tehdit
veya kıskaç saptamasında bulunulmuştur.

– Birincisi, anayasal fren ve denge düzenekleri giderek bozulmuştur.
– İkincisi; merkeziyetçi eğilimle yani yetkilerin tek kişi üzerinde toplanması yönündeki eğilimle ülkedeki çevresel bozulma arasında tam bir paralellik saptanmaktadır.
– Bir tür yeşil neo-liberalizmin, kural tanımaz neo-liberalizmen çevresel ve doğal değerler üzerinde merkezileşme eğilimiyle birlikte musallat olduğunu söyleyebiliriz” dedi.

“GEREKLİ KORUMA ANAYASAMIZDA VARDIR”

Kaboğlu, hak ve özgürlükler alanının giderek daraltılması ve bunun da belirli bir mezhep bakış açısının belirleyici olmasının raporun 1. bölümünün nedenini oluşturduğunu belirtti. Kaboğlu, 1. bölümde Gezi’ye giden sonuçları tartıştıklarını ve Gezi’nin bir sonuç olduğunu ifade ederek,

Esasen Gezi ekseninde meydana gelen olayların bir daha meydana gelmemesi için gerekli koruma anayasamızda vardır (AS: Anayasa md. 56). Çok eleştirdiğimiz, karşı çıktığımız
1982 Anayasası asgari güvenceleri koymaktadır. Sağlıklı ve düzenli bir kentleşmeden ormanların korunmasına kadar asgari güvenceleri koymaktadır. Bu çerçevede yurttaşlara
yalnızca hak tanımamakta, ödevler yüklemektedir.” dedi.

RAPOR…

Gezi Raporu’nda şu ifadeler yer aldı                         :  

“2013 yazında bir kent ve çevre savunması hareketi olarak başlayan Gezi protestoları
kısa zamanda toplumun değişik kesimlerinden gelen siyasal tepki ve istemleri içine alarak
güçlü bir toplumsal muhalefete dönüşmüştür. Bu muhalefetin siyasal iktidar tarafından
şiddetle bastırılmaya çalışılması, temel hak ve özgürlüklerin sürekli bir şekilde ihlal edildiği, hukuk devleti ve demokrasiyle bağların koparıldığı bir siyasal ortam yaratılmıştır.
Barışçıl sokak gösterileri ile dile getirilen demokratikleşme ve özgürleşme istemleri
siyasal iktidar tarafından bir darbe girişimi olarak topluma sunulmuş, bu suçlama göstericilere karşı hazırlanan iddianamelerde de yer almıştır. Bu ve Gezi sonrası meydana gelen öbür  gelişmeler demokrasiden uzaklaşılarak otoriter, hatta totaliter bir rejime doğru hızla yol alındığını göstermektedir.

Gezi’de gün yüzüne çıkan toplumsal muhalefet bizzat iktidarın politikaları sonucu şekillenmiştir.

Özellikle kentsel ve ekolojik talan, kişi özgürlüğü ve özel yaşama müdahaleler,
kadın bedeni üzerinden siyaset, toplumu muhafazakarlaştırma çabası, artan polis şiddeti gibi etmenlerden beslenen Gezi muhalefetinin, ulusal irade karşıtlığı, darbe savunuculuğu
veya komplolarla ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Anayasa ve uluslararası insan hakları hukuku ışığında bakıldığında, Gezi protestoları geneli itibariyle  barışçıl eylemlerdir.

Bu eylemlerin sistematik bir şekilde yasaklanması, zor kullanılarak bastırılması,
anayasa ve hukuka aykırıdır.

Toplumsal muhalefetin tekrar canlanmasını önlemek amacıyla ifade ve örgütlenme özgürlüklerini kısıtlayıcı yeni düzenlemeler ivme kazanmıştır. Özgürlükler alanı daralırken, yasalaşma aşamasında olan iç güvenlik paketiyle (AS: Bu yasa Nisan 2015’te yürürlük aldı
ne yazık ki!) Kolluğun yetkileri genişletilmek istenmektedir.”

========================================

Dostlar,

Önceki gün Halit Çelenk anma töreni izlenimlerimizi bu sitede sizlere sunarken,
söz konusu  Rapor’un 1. lik ödülü aldığını ve 240 sayfalık kapsamlı bir kitap olarak
Türkiye Barolar Birliğince bastırılarak ücretsiz dağıtıldığını belirtmiştik.
(https://ahmetsaltik.net/2015/05/06/6-mayis-1972-6-mayis-2014-42-yil-sonra-3-fidan-a-ozlemle/)
Prof. İbrahim Kaboğlu da bu törende çalışmayı özü ile katılımcılara tanıtmıştı.Bir özeti biz de sitede sizlere sunalım iistedik.
Tam metin elimize geçerse onu da paylaşacağız..

Emek veren herkesi şükran ve saygı ile karşılıyoruz.
GEZİ şehitlerini – gazilerini içimizin sızısıyla hürmetle selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
7 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Oylar bölünsün!

Oylar bölünsün!

Dr. Mustafa Bodur
AYDINLIK
, 5.5.2015

HAYIR, başlıkta yanlışlık yok. Açıklayacağız, elbet. Ama şaşırtıcı bir-iki paradoks (AS: çelişki) daha söyleyelim. Çok oy başarı mı (yani çok milletvekili mi)?
Hayır. Yalnızca %11 oy ile 100 milletvekili kazanmak mümkün mü? Evet.
Şimdi başlıktaki garip denk-lemin sağlamasını yapalım.
Evvela ilk paragraftaki paradoksların kaynağı:
Efendim ülkemizdeki seçim sisteminin adı barajlı D’hondt sistemidir.
Bu adaletsiz ve tuhaf sayım yöntemi ile tüm bu garip sonuçlar olanaklıdır. Zaten yaşanmış örnekler doğrudan bizde son üç seçimde oldukça güzel örneklenebilir.2002 seçimlerinde AKP’nin oy oranı %34, milletvekili oranı %66.
2007 seçimleri AKP oy oranı %46, milletvekili oranı %62.
2011 seçimleri AKP oy oranı: %49,9, Milletvekili oranı: %59.

Görüldüğü üzere oylar artarken mebus sayısı düşmektedir.

“Oylar bölünmesin” diyenleri temelde takdir etme durumundayız. Ağırlıklı olarak gönüllü
ya da gönülsüz CHP ve MHP’ye oy veren iyi niyetli insanlarımızın amacı AKP’nin yenilgisidir. Ancak seçim sisteminin mekanizmasının bilinmeyişi ve bu konuda insafsız, kötü niyetli
ısrarlı aldatma söylemleri ile seçmenlerimiz bu iki parti dışındaki oyları tam bir kayıp olarak görmektedirler. Oysaki kısaca değindiğimiz bu tuhaf seçim sistemi ile
CHP ve MHP’nin alabilecekleri oyların tamamını bile almaları durumunda
maalesef AKP’nin sandalye sayısı yeterince azalamaz.
Bu sistemin hesaplama mantığına göre AKP’nin en ciddi boyutta yıpratılması (
mebus sayısının düşürülmesi) ancak bir başka partinin (Vatan Partisi) barajı aşıp
Meclis’te yer almasıyla
 olanaklıdır.
Dolayısıyla AKP’nin iktidardan düşmesini isteyenlerin Vatan Partisi’nin Mecliste yer alması için köstek değil destek olmaları şarttır.

3 Devrimcinin 43. Ölüm Yıldönümü

3 Devrimcinin 43. Ölüm Yıldönümü..

Satır içi resim 2

Üstteki görseli paylaşan Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’a teşekkürlerimizle…

*****
Vatan Partisi üyeleri, 43 yıl önce idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını andı.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için, ölümlerinin 43’üncü yılında mezarları başında anma töreni yapıldı.

Karşıyaka mezarlığındaki kabirlerini karanfillerle donatan Vatan Partisi üyeleri Deniz Gezmiş’in darağacındaki son sözleriyle yemin etti.

Törende konuşan Vatan Partisi Ankara İl Başkanı Osman Yılmaz,
buraya yas tutmak için gelmediklerini söyledi.

Yılmaz, o günkü mücadelenin “2’inci Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırıldığını hatırlattı.

Slide2

 

 

 

 

 

 

 

 

16 Şubat 1969’da 6. Filo askerlerini denize döken yurtseverlere M. Şevket Eygi gibilerin kışkırtıcı yazılarıyla saldırıp 2 devrimciyi öldürenler günümüzde bölücü partiyde toplandı.
İstanbul’a demirleyen Amerikan 6. Filosu’nu protesto için 16 Şubat 1969’da Taksim’de yapılan emperyalizm ve sömürü karşıtı mitinge katılanlar burada toplanan sağcıların saldırısına uğradı.
Polisin teşvik ettiği saldırganlar, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ı öldürdü,
yaklaşık 200 kişi yaralandı. 16 Şubat, 46 yıldır “Kanlı Pazar” olarak anılıyor.
(http://www.bianet.org/biamag/genclik/144384-kanli-pazar-dan-once-gazeteler, 7.5.15)

Öncü Gençlik
Ankara İl Başkanı Berkan Özer de Deniz’lerin mücadelesini bugün

Vatan Partisi‘nin yürüttüğünü belirtti. Vatan Partisi Ankara Milletvekilleri adaylarının da katıldığı törende daha sonra Halit Çelenk ve Mahir Çayan’ın da mezarları ziyaret edildi.

Hatay’ın İskenderun ilçesi ve Antalya’da da Vatan Partisi üyeleri Deniz ve arkadaşlarını andı. Hatay’da denize karanfiller bırakıldı.

Antalya’da Muratpaşa Belediyesi tarafından 3 Fidan Parkı açıldı.
“3 fidan anıt rölyefi” karanfillerle donatıldı.

Slide3

*****
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı şükran ve saygıyla, özlemle anarken;
o masum gençleri “Gazaba gelen ilahlar kurban istiyor..” psikolojisi içinde ölüme gönderen
tüm sorumluları da lanetleiyoruz.. Bu sorumluları Tarihin bağışlamayan vicdanına gömüyoruz..
TBMM’de Denizlerin idam ilamı

Kana kan, cana can, 3’e 3; İNTİKAMMMM!!! çığlıkları içinde onanmıştı
ne yazık ve ne ac ki!

Sevgi ve saygı ile.
7 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YARSAV eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu : Adana’daki MİT TIR’ları..


YARSAV eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu,
Adana’daki MİT TIR’larına ilişkin soruşturmaların savcıları hakkındaki tutuklama kararını
SÖZCÜ‘ye değerlendi.

portresi

ASUMAN ARANCA/ANKARA
SÖZCÜ
haber portalı, 6.5.15

Hakim ve Yargıçlar Sendikası eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ”Darbe dönemlerinde bile olmayan olaylar yaşandığını” savunarak şunları söyledi:

 

”Türkiye’de artık adil yargılama adil soruşturma değil yargılamanın varlığından bile 
söz edilemez. Haklarında bu şekilde soruşturma yürütülen kişiler hakkında herhangi bir biçimde tahliye istemini inceleyebilecek bir yargıç, bu kararları denetleyemeyecek, denetleyebilmesi durumunda onlar da tutuklanacak.”

“Bu, Türkiye’de hukukun, yargının bütünüyle iktidarın bir silahı sopası haline geldiğinin
bir baskı aracı haline geldiğinin yeni bir örneğidir. Artık Türkiye’de darbelerin yapmadığı bir tahliye yasağı dönemi başlamıştır. Tutuklanan hakim ve savcıları tahliye edecek her kim olursa olsun, derhal soruşturulacağı bir sürecin varlığı Türkiye’de yargının da sonu anlamını taşımaktadır. Yapılan işlem adı geçen kişilerin şahsında, yargıya ve millet iradesine karşı yapılmış bir işlemdir. burada bütün yargıç ve savcıların ‘beni de tutuklayın, beni de soruşturun’ diyeceği bir dönem başlamıştır.”

================================

Dostlar,

Teşekkürler yürekli insan, yiğit yargıç Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu‘na..

Hukuk Fakültelerinin – Dekanlarının, Türkiye Barolar Birliği’nimn bile ağzını aç(a)madığı
bir ortam ve konuda hukuka ve yargıya “ama” sız, çifte standartsız yaklaştığınız için..

Bir de CHP’ye bir güzel teşekkür borcumuz var galiba!?..

Sn. Eminağaoğlu son olarak Çankırı yargıçlığı görevinden istifa ederek miltetvekili aday adayı oldu. CHP yönetimi, çooook ağır bedeller ödemiş bu birikimli savaşım (mücadele) adamını değerlendirmedi, Kontenjandan uygun bir sıraya koymadı. Emin beyin emekliliğne de daha 1,5 yıl var ve yargıçlık mesleğine yasa gereği dönemiyor. Avukatlık yaparak ekmeğini çıkarmaya çabalayacak bundan böyle.

Oysa kimler kimler CHP kontenjanlarından ilk sıralarda değil ki??
Bütün ulusalcılar tasfiye edilerek.. Prof. Süheyl Batum’lar, Prof. Birgül Ayman Güler’ler...
“Atatürk’e kefere diyen” yüzsüz sefil sağcılar,  “Sözde Ermeni soykırımı”na açıktan ve militanca destek veren Ermeni kökenli kadın adaylar, onaylı – kod numaralı  CIA ajanları,
AKP’nin sözde açılımının mimarları…. Atatürk’ün partisinde bir araya tolandılar..

Sen çok yaşa e mi, Kılıçdaroğlu’nun Y-CHP’si ve yandaş kurmayları!

CHP’nin Çileli kuvayı milliye tabanına ise dizini dövmek kalıyor galiba..
Bir de “tıpış tıpış” giderek 7 Haziran 2015 günü “mecburen – mecburiyetten” CHP’ye
oy vermek.. Bu lenetli kısır döngünün mutlaka kırılması gerek…

* Bin selam olsun Atam’a; bir oyum var Vatan’a!

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tayyip’i kandıran kandırana

Soner Yalçın

5 Mayıs 2015, SÖZCÜ

Tayyip’i kandıran kandırana

Geçen hafta…

Mehmet Barlas ve oğlu Cemil Barlas’ın itirafçı olmaları gerektiğini yazdım.
Çünkü, Barlasların haber sitesinde “Rauf Atilla Polat” adında biri vardı;
bugünün “Fuat Avni”sine benzer yazılar kaleme alıyordu.
Bu isimden gidilirse “Fuat Avni”ye ulaşılabileceğini söyledim. Tartışma büyüdü…
Bu tartışmalarda Davutoğlu’nun danışmanı Atılgan Bayar’ın yazdıkları ilgimi çekti. Barlasların, Erdoğan’a küfür eden Cemaatçi Önder Aytaç’ın yazılarını, 10 Mart 2013’e dek yayınlamaya devam ettiğini belirterek, “Paralel’in kazanacağını düşünüyorlardı.
Erdoğan’ın kazanacağını anlayınca Paralel’den dümen kırdılar” diye yazdı.
Bu tespitin izini sürdüm…
Gülen’in resmi sitesinde; 1994’ten bugüne kadar hakkında çıkan köşe yazıları var.
Mehmet Barlas yazılarını okudum (Gülen’i en çok öven makaleyi; Taha Akyol,
Mahmut Övür, Enis Berberoğlu, Yiğit Bulut’
un yazdığını gördüm! Neyse.)
Mehmet Barlas’ın Sabah’taki ilk yazısının tarihi; 14 Şubat 1995. Erbakan’a akıl veriyordu: “Farklı kesimleri ve siyasi görüşleri temsil eden insanlar, Fethullah Gülen’in iftarında bir araya gelince şaşırıyoruz. Bu gerçeğe, öncelikle Necmettin Erbakan’ın ve Refahlı, önde gelen
diğer politikacıların eğilmesi şart…”

Yine Sabah’ta; “Gelelim, muhafazakar ve mukaddesatçı kesimdeki yenilikçiliğe. Bir haftadır Zaman gazetesinde, Fethullah Gülen’in ‘Ufuk Turu’ yayınlanıyor. Bakın neler diyor Fethullah Hocaefendi…” deyip övgülerini sıralıyordu. (19.8.1995)
Sonra…

Maaşı 25 bin dolar

Barlas’ın, 28 Şubat sürecinde Gülen’i öven-koruyan makalesi yok..!
“28 Şubat’ta Sabah’tan kovuldu, bu nedenle yazamamıştır” demeyin.

1) Dönemin Sabah patronu Dinç Bilgin TBMM’deki Darbeler Komisyonu’na,
“Barlas Ailesi’nin işlerine 28 Şubat süreci içinde son vermedim. Çok yüksek ücretli yazarımdı; 25 bin dolar alıyordu. Aynı zamanda bize rakip televizyonlarda programlar yapmaya başladı. Aramızdaki ihtilaf ondan doğdu, arkasında siyasi bir durum yok.” dedi.

2) Sabah’tan hemen sonra Barlas, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazdı.
Yani, yazabilirdi fakat Gülen’i övmeye 28 Şubat’ta ara vermişti!..
Barlas’ın, Gülen övgülü yazıları 28 Şubat’tan sonra tekrar başladı. Üstelik…
Yeni Şafak’ta, 30 Eylül 2000’de yirmi gün tam sayfa “Hocaefendi Sendromu” başlıklı
yazı dizisi kaleme aldı: “Yayın organları, okulları, dershaneleri, vakıfları, finans kuruluşları birer belirti (veya sendrom) şeklinde alınıp, Fethullah Gülen’in devleti ve orduyu ele geçirmek için, gizli ve planlı bir çalışma yapan bir ‘çete lideri” olduğu ileri sürülüyor…” diyerek
bunun ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu yirmi gün boyunca yazdı.
Yetmemiş olacak ki; “Sosyo- Politik Bir Gerçek Olarak Hocaefendi Sendromu” adlı
Gülen kitabı çıkardı.
Uzatmamayım… Tarihleri hızlı geçip yakın tarihlere gelelim….
Barlas tekrar Sabah’a döndü ve Gülen’e kol-kanat germeye devam etti.
“Bir başka sakız edilen kavram da ‘Cemaat’ değil mi? Özellikle son dönemde
Fethullah Gülen’in cemaati, belirli çevrelerin hedefinde…” (19.4. 2011)
Barlas’ın benzer yazılarından çok örnek vermeye gerek yok; çünkü başka “derin”konular var.

Örneğin…
Cemaat’in, 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan’a yönelik MİT kumpası ardından Barlas şunu yazdı: “AK Parti ile Cemaati veya Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen’i birbirlerine düşürme projesi de, aklın ve mantığın kabul edebileceği bir girişim olamaz.” (24.4.2012)
“Gülen Cemaati’nden AK Parti’ye muhalif bir siyasi hareket çıkarmaya dönük arayışlar, Rus medyasında da, bizim medyada da nakıs teşebbüsler olmaktan öteye gidemez.” (13.7.2013)
Bitmedi…

Yine dönek oldu

Gelelim, 17-25 Aralık süreci öncesine…
Barlas, 12 Kasım 2013 tarihli yazısında Erdoğan’ı üstü örtülü biçimde eleştirdi:
“O’nun ağırlığını ve başardıklarını ancak O siyaset arenasından çekildikten sonra tam olarak değerlendirebileceğiz.”
Altı gün sonra… Gülen’in ABD’den dönmesi gerektiğini belirtti. (18. 11.2013)
Neler oluyordu?
Davutoğlu’nun danışmanı Bayar, 17-25 Aralık sürecinde Barlas’ın TV ekranına çıkmayıp; kimin başarılı olacağını beklediğini belirtti.
Barlas, 17 Aralık operasyonu’ndan iki gün sonra şöyle yazdı:
“Yolsuzluk iddiaları kamuoyunu tatmin edecek biçimde bir sonuca ulaştırılmalıdır…”
Bir gün sonra… “Aklı başında, vicdan sahibi, siyasi sağduyusu ve vatandaşlık bilinci olan hiç kimse ‘Yolsuzluk olsa bile bunlar görmezden gelinmelidir’ demez, diyemez.”
Barlas bu süreçte “ortaya” yazılar kaleme aldı…
“Günlerdir siyaset gündemini karıştıran ‘Dosyalı Operasyon’u planlayanlar tam olarak neyi amaçlıyorlardı bilemiyoruz… Ancak hiç unutmayalım ki, krizler de bir süreçtir ve sonuçları da, bu süreç noktalanıncaya kadar tam belli olmaz.” (26.12.2013)
Barlas bekledi. Süreç tamamlandı. Ve Erdoğan kazanınca dönek oldu.
Artık dün yazdıklarının tam aksini yazmaya başladı. Örneğin…
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef alan geçen yılın ocak ayındaki yargı operasyonu arkasındaki güdülerin çok açık ve seçik biçimde tahlil edilmesine rağmen, Paralel Devlet’in üzerine o zaman gidilmemesi, ‘Acaba yöneticilerimiz gaflet uykusuna mı dalmışlardı’ kuşkusunu doğal olarak gündeme getiriyor…” (10.1.2014)
“Geçen yıl ‘Gezi Kalkışması’ ile başlayıp ‘17-25 Aralık dost modern darbe girişimi’ile
dibe vuran süreçte….” (22.4.2014)

Neler yazmıyordu ki artık:
“Bir kulağı Amerika’ya, diğer kulağı İsrail’e kilitlenmiş olan Pensilvanya Örgütü
yöneticileri….” (1.3.2015)

Ben diyorum ki:
Barlasların bu göz boyaması kimseyi kandırmamalı; İtirafçı olmalılar ve;
Gülen ile “derin” ilişkilerini anlatmalıdırlar…
Yoksa… Tayyip ileri günlerde, “yanağımı okşayarak beni kandırmış” diyebilir…

=============================

Dostlar,

Anımsanacaktır, rahmetl, Uğur Mumcu, Mehmet Barlas gibileri müthiş benzetiyordu.
Liboşlari dönekler, fırdöndüler, liberal tosuncuklar…

Huylu huyundan vazgeçemiyor anlaşılan.. Yaşı 80’e dayansa da..

RTE ne yapsın, böylesine ustalar varken karşısında;
habire kanıyor / kandırılıyor adamcağız..

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Gidip baktım bitmişsin usta…

Bekir Coşkun

5 Mayıs 2015

Gidip baktım bitmişsin usta…

Eğer yine de seçimi AKP alırsa, 2 olasılık vardır:
Ya o meçhul seçim hilesi yine yapıldı…
Ya da herkes tiyatrocu…
*
Ankara’dan, Manisa’dan, İzmir’den, Urfa’ya kadar dolandık… Kızgın olmayan,
yaka silkmeyen, nefretini dile getirmeyen, pişmanlığını itiraf etmeyen, ağzı köpürmeyen
bir tek kişiye olsun rastlamaz mı insan?..
Türkiye başına geleni yeni anladı sanki…
Bence nihayet Anadolu’nun vicdanı sızlar gibi…
*
İnsanlarla uzun konuşmalara gerek yok…
Tek kelime yetiyor açmaya…
“Saray” deyip susun mesela…
Köpürüyor ağızları…
Kızgınlık dökülüyor dudaklardan…
Bilmediğiniz şeyleri de duyuyorsunuz
“Sarayın altından hava alanına kaçmak için iki tane tünel var” gibi…
*
Öyle uzun uzadıya sormanız gerekmez, arama motoruna kelimeyi yükleyip tık’lamak gibi…
“İşsizlik” deyip kesin, yeter…
“Pahalılık” deyin yeter…
“Suriyeliler” deyin yeter…
“Kutu” deyin yeter…
“Gemi” deyin yeter…
“Başkanlık” deyin yeter…
Dilsiz sağıra “Sarayın bardakları“ deseniz dili açılıyor, susturamıyorsunuz bu sefer…
*
Cumhurbaşkanı’nın “Toplu açılış yapıyorum” diye meydanları dolanması çok işe yarıyor aslında…
Tersine dönmüş her şey, O konuştukça AKP batıyor…
O konuştukça, bezginlik ve bıkkınlık artıyor…
O konuştukça kahvehanelerde, evlerde söyleniyor insanlar…
Hukuksuzluklar, suçlar, günahlar yeniden ortaya dökülüyor…
Konuşsun yani…
Ne kadar konuşursa, o kadar iyi…
*
Burası Urfa…
2011’de AKP’nin % 64.8, CHP’nin %3.02, MHP’nin % 3 oy aldığı şehir…
Eğer seçim hilesi yapamazlarsa, CHP ile MHP dirilmiş…
Özellikle HDP almış götürmüş…
AKP Urfa’da bu haldeyse, Türkiye’yi varın siz hesaplayın…
*
13 yıl sonra da olsa…
Uyanmış vicdan…
Gidip yerinde gözümle gördüm…
Bitmişsin usta…

5 Mayıs 2015 akşamı Halit Çelenk Hukuk Ödülleri töreni

Değerli Dostlar

5 Mayıs 2015 akşamı Av. Halit Çelenk Hukuk Ödülleri törenine bekliyoruz.5Mayis2015_anma_posteri5 Mayıs 2015, Salı
Saat 19:00, Yer : Barolar Birliği Balgat Merkezi
İlhami Soysal Sok. no 3
Av. Özdemir Özok
Konferans Salonu, Litai Otel
anma_fotosu
Düzenleme Kurulu adına
Özlem Şen Abay – Ali Rıza Aydın
İyi dileklerimizle…
========================================
Dostlar
,Av. Halit Çelenk‘i 5 Mayıs 2011 günü yitirmiştik.
Av. Halit Çelenk, Denizlerin avukatı idi.
Bu davaya gönlünü, gövdesini koymuştu..
Bir dava adamı ve harman yürekli bir yiğit idi..
Yılmaz bir Devrimci idi..
4 koca yıl geçti O’nu yitireli.. çoook özlüyoruz..
Merhum Çelenk’in küçük kızı Sayın Prof. Dr. Ferda Özyurda ile Ankara Üniv. Tıp Fak.
Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda meslektaş olarak bitişik odaları paylaşıyoruz..
Çelenk ustanın damadı Prof. Dr. Ümit Özyurda da aynı fakültede çalışma arkadaşımız.
Önceki anmalara katılmıştık. Buna da katılacağız.
Ailesinin ve Ulusumuzun acısını paylaşıyoruz..
Tüm devrimci çabalarını saygı ve şükran ile selamlıyoruz..
*****
Av. Halit ÇELENEK ile telefon görüşmemiz..22.05.08 günü bizi telefonla Fakültede iken aradılar (kızı çalışma arkadaşımız Prof. Ferda Özyurda aracılığıyla).
6 Mayıs 2008 günü yazdığımız “Deniz’e, Hüseyin’e, Yusuf’a!” başlıklı yazımızdan
çok mutlu olduğunu, bizi kutladığını belirttiler ve teşekkür ettiler.
Deniz’in idam öncesi sözleri gündeme geldi.. Biz, “Atatürk’ün adı geçti mi?” dedik..
– Bu gençler Atatürkçü değillerdi, Kemalist değillerdi..
ama O’na çok saygılı ve bağlı idiler.. dedi.
Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü düzenlediler.. dedi.
Son sözlerini TV’lerde bana söyletmiyorlar.. dedi:
  • Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği
  • Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ilkleri
  • Yaşasın Türkiye’nin bağımsızlığı
  • Kahrolsun emperyalizm

İdam öncesi son sözleri idi.. dedi. Aradan 36-37 yıl geçti, düşünce açıklaması suç değil ama ürküyor ve söyletmiyorlar.. dedi.
Biz de teşekkür ederek, emeklerine kutlama ve saygı ile telefon görüşmesini bitirdik.
*****

Halit Çelenk ile, 10.03.07

10 Mart 2007’de imza gününde
Sayın Çelenk ile birlikteyiz..
(12 Eylül’de işkence ile öldürülen
İlhan Erdost’un ağabeyi
Muzaffer İlhan  Erdost kitapevinde)
TBB (Türkiye Barolar Birliği) sitesinde aşağıdaki başlıkla yayımlanan habere erişemk için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

“HALİT ÇELENK HUKUK ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU”

 HALIT_CELENK_HUKUK_ODULLERI_SAHIPLERINI_BULDU_5.5.15

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2015, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com