Etiket arşivi: Yapay zekâ

Bir bilim insanı liderin ardından.. Merkel…

Orhan BursalıOrhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları
Cumhuriyet, 13 Aralık 2021

 

Siyasette bir bilim insanının ülkeye liderlik yapması çok ender görülür. Hele bir de kadınsa, tarihte belki de tektir (Almanya’da ilk, liderlik derken ben bilimsel liderliğini de ekliyorum). Üst üste dört seçim kazanıp 16 yıl Almanya’yı yöneten, ülkeyi Avrupa Birliği’nin de temel direği ve kendini de lideri haline getiren, Sanayi 4.0’a geçişle sanayisine çağ atlatan ve ülkeyi bilimde de müthiş yerlere getiren Angela Dorothea Merkel’den bahsediyorum.

Üstelik parti koltuğunu da hiç tereddütsüz bı-raktığını, seçimlere artık girmeyeceğini aylar önceden ilan ederek partisini ve ülkesini hazır-layan bir liderden… Büyük bir askeri törenle ve en büyük askeri nişanları alarak, askeri bandonun çaldığı, sevdiği şarkıları dinleyerek, 16 yıl boyunca hükümetinde yer alan 52 bakanın da katıldığı törenle 30 yıllık siyaset yaşamını da noktaladı. Beethoven ve Frank Sinatra da vardı seçtiği müzikler arasında.
Az kişinin katıldığı toplantı, Savunma Bakanlığı avlusunda yapıldı. Burası 1944’te, bir grup Alman subayın, Hitler’e karşı düzenlediği başarısız suikast sonrası idam edildikleri yerdi.
ALMANLARA VASİYETİ: BİRBİRİNİZE GÜVENİN
Konuşması önemliydi. Pandemi sürecinde karşılaşılan bilim karşıtı her şeye tavır aldı. Özetle:
  • Demokrasi, gerçeklere olan güven de dahil olmak üzere dayanışma ve güvene bağlı-dır. Politika bilim ve toplumsal tartışmada güvenin ne kadar önemli ve aynı zamanda ne kadar kırılgan olduğunu gördük.. Bilimsel olguların reddedildiği her yerde, komplo kuramlarına ve yayılan nefrete karşı direnmeliyiz… Siyasal zorlama aracı olarak ortaya çıkan nefret ve şid-dete karşı demokrasimizi, hoşgörümüzü koruyarak karşı çıkmalıyız.. dedi.

Şu sözler de O’nun:

  • Demokrasimiz kritik tartışmalarla ve yanlışları düzeltmelerle yaşar. 

(Bizim iktidar söylemlerine ne denli uzak anlayış! Almanya-Türkiye farklılığının temeli.)

Ve: Artık önümüzde uzanan ve geleceğimizi biçimlendiren zorluklara yanıt bulmak, bir sonraki hükümetin görevi… Bunun için sana sevgili Olaf Scholz ve yöneteceğin hükümete, en iyisini, bol başarılar diliyorum.

KUVANTUM KİMYASINDA DOKTORA

Merkel, Leibzig’de Karl Marks Üniversitesi’nde fizik okudu. Sonra Berlin’de (Doğu) Bilimler Akademisi’nin Fiziksel Kimya Merkezi Enstitüsü’nde kuvantum kimyası üzerine doktorasını verdi. Ve siyasete girmeden önce, “Prag laboratuvarında gaz-parçacık çarpışmalarının ku-vantum mekaniği üzerinde” araştırmalara imza attı.

Çok önemli kararlara imza attı, atom santrallarının belirli bir sürede kapatılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesi, bilimde liderlik, iklim değişikliğine karşı sert önlemler…

Merkel’in ardından bilim dünyasındaki hüznü görüyorum.


Kaynaklar:

Merkel’in konuşması, Almanca görüntülü: https://www.youtube.com/watch?v=7tGYAEabLpA 

Metin: www.bundeskanzler.de/bk-de/aktuelles/rede-von-bundeskanzlerin-merkel-anlaesslich-des-grossen-zapfenstreichs-am-2-dezember-2021-in-berlin-1987276 

Bilimsel veriler ve Merkel üzerine bir değerlendirme: www.nature.com/articles/d41586-021-02479-6

Merkel ve bilim üzerine Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nde yayımlanan iki makale: 1) Müfit Akyos “Merkel ve Bilim”, sayı 291, 21 Ekim 2021; Celal Şengör, “Doğayı tanıyan kişilerden lider seçme zamanı gelmedi mi?” Sayı 290, 14 Ekim 2021.

Cumhuriyetin 97. yılında sanayileşme sorunumuz

Erinç Yeldan
Erinç YeldanCumhuriyet, 28 Ekim 2020

Cumhuriyetin 97. yılında sanayileşme sorunumuz

Yukarıdaki sözler, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın 14 Ekim tarihinde Dünya Standartlar Günü vesilesiyle yapmış olduğu konuşmada müjdelenmişti.

Sanayi İcra Komitesi Türk sanayiine yön verebilir mi? Türkiye’nin, birçok gelişmekte olan çevre ekonomisiyle birlikte yaşamakta olduğu, olgunlaşmamış sanayisizleşme tehdidine çare olabilir mi? Türkiye, Sayın Bakanı’nın ifadesiyle “Elektrikli otomobiller, akıllı şehirler, akıllı şebekeler, büyük veri, nesnelerin interneti, yapay zekâ ve veri merkezlerinin sürdürülebilirliği gibi çok kritik alanlarda…” çağımızın gerekli dönüşümlerini yakalayabilir mi?

Özellikle, neo-liberal hiper-küreselleşme ve piyasa fetişizminin koşullandırmaları altında,

  • Türkiye uluslararası yeni işbölümünün meta zincirleri kümesinde kendisi için biçilmiş olan taşeronlaştırılmış sanayiye dayalı ucuz işgücü ve ithalata dayalı tüketim deposu olma işlevini kırıp atabilecek mi?

1980 sonrası Türkiye’nin yaşadığı dönüşümler bu sorulara olumlu yanıt vermemizi güçleştiriyor. Örneğin, Dayanışma Meclisi’nin “Yeni Bir Cumhuriyet’e Doğru: Sanayi – Kalkınma Raporu” (http://dayanismameclisi.org/) başlıklı çalışması bize sanayileşme önündeki kısıt ve koşullandırmaları teker teker şu sözlerle hatırlatmakta:

Ülkemizde yaklaşık olarak 40 yıldır sürdürülen neo-liberal politikalar Türkiye’yi düşük büyüme batağına saplamış ve bütünüyle dışa bağımlı hale getirmiştir. Bugün Türkiye ekonomisi, ithalata bağımlı hale gelmiş tarımıyla, uluslararası işbölümünde düşük ücret yüksek sömürü oranlarıyla, taşeronluk işlevi gören sanayisiyle, güvencesiz ve örgütsüz istihdamın damgasını vurduğu hizmetler sektörüyle, doğal ve kültürel varlıkların talanı üzerinde büyüyen yapısıyla tükenmiş bir görünüm arz etmektedir.”

“Neo-liberal tutuculuğun finansal serbestleşme programları, reel sektör tasarruflarını uzun vadeli sabit sermaye oluşumu yerine kısa vadeli spekülatif yatırımlara kanalize olmasının bir aracına dönüştürerek başta imalat sanayii ve tarım olmak üzere reel sektördeki birikimi tahrip edici etkide bulunmuştur.
***
Aslında, sanayileşmenin yaklaşık 250 yıllık tarihi bize sanayileşmenin “rasgele” bir süreç olmadığını ve devletlerin bilinçli tasarımı ve sürece aktif katılımını içeren bilinçli bir politikalar kümesi içerdiğini gösteriyor. Bu bağlamda çok önemli bir tarihçe Prof. Dr. Murat Yülek’in yeni kaleme aldığı “How Nations Succeed – Ulusların Yükselişi” başlıklı kitabında (*) dile getirilmekte.

Murat Hoca’nın vurguladığı üzere sanayileşme, “ileri ve geri bağlantılarla güçlendirilmiş bir sanayi yapısını amaçlayan kamu politikalarına” bağlı. “Sanayi politikası” ile “sanayileşme stratejisi” de aslında farklı yaklaşımlar içeren, farklı anlamlar taşıyan olgular. Sanayi politikası, sanayileşmenin farklı aşamalarında devreye sokulması gereken ve devletin aktif olarak kurgulayacağı teşvik ve önlemler bütününü sergilemekte. Bu bağlamda, stratejik öncelikli sektörleri finans piyasalarının kısa dönemli ve anarşik gelgitlerine göre değil, katma değer yaratma kapasitelerine göre sıralayacak; ileri ve geri teknolojik girdi-çıktı bağlantılarını uyumlaştıracak, “yaparak öğrenme” ve “sektörler arası taşma etkilerini” geliştirecek, derinleştirecek ve yönetecek devlet müdahaleleri gerekiyor.

Bu süreci adım adım ve aktif olarak yönetebilmek için ise “iktisaden tam bağımsızlığı” ve “kalkınmacılık perspektifini başat” olarak gündemine koyan bir devlet anlayışı gerekiyor.
***
Gazi
’nin “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözlerinin üstünden doksan yedi yıl geçmiş. Eşitliğe, özgürlüğe, barışa, kadınların, çocukların ve azınlıkların haklarına ve çevreye saygılı bir Cumhuriyet özlemiyle tüm okurlarımın Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım.

(*) Murat A. Yülek. How Nations Succeed: Manufacturing, Trade, Industrial Policy and Economic Development. Palgrave. 2018.

TEKNOLOJİ HER ŞEYİ ÇÖZER Mİ?

TEKNOLOJİ HER ŞEYİ ÇÖZER Mİ?

Ölümcül Salgınlarda Endüstriyel Hayvancılık Sisteminin Payı - Prof ...

Tayfun Özkaya
Yurt Gazetesi, 23.5.2020

Dünyada hangi sorunla karşılaşsak teknolojinin bunları çözeceğine inanan hayli köksüz bir inanç var. En saçmalardan başlayalım. Küresel iklim değişikliğini (AS: artık küresel iklim faciası deniyor!) sona erdirmek için karbondioksiti veya sera gazlarını ortadan kaldırma konusunda bazı düşünceler var. Bunlara genel olarak jeomühendislik (geoengineering) deniliyor. Örneğin karbondioksiti okyanuslarda veya monokültür (tek tür) ağaç plantasyonlarında depolamayı düşünüyorlar. Bu işlemlerin insan toplulukları, ekosistem, doğal süreçler, uluslararası barış ve güvenliği konularında çok olumsuz riskleri taşıdığı ve olumsuz etkileri olabileceği düşünülüyor. (1)
Siz de “bu güzel bir fikir olabilir” diyorsanız, belki de bu tarz fikir yürütme hastalığına yakalanmışsınız demektir.
Tarım alanında da bu tarz yaklaşım görülüyor. Örneğin hassas tarımın (precision farming) endüstriyel tarımın yarattığı sorunları çözeceğine dair köksüz düşünceler var. Hassas tarım; coğrafi bilgi sistemleri, küresel konumlama sistemleri (GPS), uzaktan algılama teknolojileri vb. sistemlerle yüklü pahalı tarım makineleri (traktör veya hasat makinesi gibi) kullanarak arazide adeta adım adım değişken girdi uygulamaları yapmaya olanak sağlıyor. Hassas tarıma kökten karşı çıkmak anlamsız olsa da bu gibi teknolojilerin şimdiki uygulamalarında tarım kimyasallarını (sentetik tarım ilaçları ve kimyasal gübreler) sadece bir miktar azaltabileceği, buna karşılık ağır ve pahalı makine ve sistemlere ihtiyaç duyulacağı çok açık. Bu ise sadece büyük şirketlerin tarım yapabileceği, çiftçilerin büyük çoğunluğunun da işçi olarak bunların bir tür kölesi gibi yaşayacağı bir gelişmeye yol açıyor. Hatta köle bile olmak belki daha iyi olabilecek, çünkü önemli bir insan çoğunluğunu düpedüz oyun dışı bırakabilecekleri görülebiliyor. Ancak hassas tarım anlayışını agro-ekolojik tarım sistemi ile birleştirmek de olanaklı. Burada yalnızca hassas tarımın uygulandığı şekliyle durumu değerlendiriyorum. Bunları yazarken kuşkusuz teknoloji düşmanlığı falan yapmıyoruz. Teknoloji sınıflar sisteminden bağımsız olarak gelişen bir olgu değildir. Örneğin yapay zekânın pekâlâ insanların ve doğanın yararına kullanılabileceği açık. Ancak savaşlarda üstünlük sağlamak için veya insanları despotik bir denetim altında tutmak için de kullanılabilir. (2)
Bir de topraksız tarım olayı var. 2080 yılında dünyanın buna ihtiyaç duyacağı söyleniyor. İzmir ve Giresun’un Bulancak İlçesinde Piraziz’de bu konuda yeni projeler yapılıyor. İzmir’deki proje önceki belediye yönetiminden kalmış bir proje imiş.
Türkiye’de daha önce tarım yapılan ve şimdi ekilmeyen 3,5 milyon hektar tarım arazisinin olduğunu biliyoruz. Sanki toprak kalmamış gibi neden topraksız tarım yapılacak. Çevreci olduğu yolundaki iddialar da pek gerçeği yansıtmıyor. Tarım kimyasalları kullanılmaya devam ediliyor. Sezon sonunda kullanılan atık su doğaya bırakılıyor. Tesis için yoğun sermaye ve materyal kullanılıyor.
2080 yılında bu kadar çok nüfusla ve küresel iklim sorunu ile dünyanın yürümeyeceği açık. Küresel iklim değişikliği önlemler alınmaz ise önümüzdeki on yıllarda yaşamı çekilmez duruma getirecek. Aslında şu anda da etkilerini görüyoruz. Teknolojik aldatmalardan başımızı alıp, aptalca tüketimi düşürmek, agro-ekolojik tarıma geçmek, fosil yakıtları kullanmayı bırakmak,

  • demokratik yollardan nüfusu sınırlandırmak hatta düşürmek

gibi önlemleri almak gerekiyor.
Bu ve benzeri olayları açıklamak için İngilizce bir terim var: “Technological fix” . “Teknolojik tamir” diye çevrilebilir (AS: bize göre “teknolojik uyarlama” de denebilir). Bu yaklaşım bütün sorunların (hatta sosyal sorunların) teknolojik çözümleri olduğunu düşünmektir. Örneğin otomobiller istenilmeyen kirlilik yaratıyorsa, kamu taşıma araçlarını ve bisikleti yaygınlaştırmak veya daha az seyahati gerektirecek olanaklar yaratmak yerine otomobillerde teknolojik değişiklik yaparak kirliliği azaltmak yönünde düşünceler geliştirilir. Her sorunu çözmek için buna benzer parlak düşünceler var. Ancak çoğunun içi boş ve sorunların temel çözümlerinin (bir bölümü toplumsal çözümler) gözlerden uzaklaşmasına yol açıyor.
Bir daha yinelemek gerekiyor : Teknoloji düşmanı değiliz. Teknolojinin bir avuç şirketin çıkarları doğrultusunda kullanımına karşıyız. Teknolojik düzeltmelere karşı dikkatli olalım. Her sorunu teknolojik değişikliklerle çözemeyiz.

(1) Jeomühendislik karşıtı bir manifesto birçok kuruluş tarafından imzalanmıştı. Bkz: ETC, Manifesto Against Geoengineering, October 2018 https://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/home_manifesto_english_.pdf
(2) Tarımda, elektrik enerjisinde ve bilgisayar yazılımları alanlarında alternatiflerin neler olabileceğinin incelendiği bir çalışma için bkz: Tayfun Özkaya (editör). 2015. Başka Bir Teknoloji Mümkün, Yeni İnsan Yayınevi.

2018 Davos Zirvesi’nin ardından

2018 Davos Zirvesi’nin ardından

Melih Baş

Prof. Dr. Melih Baş
Aydınlık Gazetesi, 29.01.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Açılış konuşmasında Hindistan Başbakanı N. Modi, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan kurumların sistemlerinin gelişen ülkelerin gereksinmelerine yanıt vermediğini söyledi ve artan korumacılığa, terörizme ve iklimsel değişime değindi. Hindistan ekonomisinde açılmayla yeni yatırımları beklediklerini ve 2025’te 5 trilyon dolarlık bir ekonomi oluşturacaklarını belirtti. Konuşmasında aynı Xi gibi küreselleşmenin farklı bir biçimde sürmesini vurguladı.

Bu yılki ana tema, sadece kadınlardan oluşan bir panelde tartışıldı, kadınlara pozitif kayırmacılık vardı bu yıl.

Angela Merkel şöyle seslendi: ‘Küresel işbirliğine gereksinmemiz var, duvarlara değil!’ Korumacı Trump’a bir yollama gibi!

MACRON İDDİALI

Emmanuel Macron, iklimsel değişikliğe vurgu yaptı ve iddialı konuştu: ‘2021’de bütün kömüre dayalı termik santrallerini kapatacağız. Böyle bir strateji yeni iş olanakları açacak ve yetenekleri çekecek, yetenekler yaşamın iyi olduğu yere gider’. Macron, Yeni İpek Yolu’nun yeşil bir yol olmasını, kömüre dayalı bir geleceğin olamayacağını vurgulayarak Çin’e bir mesaj yollamış oldu.

WEF’in kurucu başkanı Klaus Schwab, ‘dünyanın niteliksel kolaylaştırmaya olan gereksiniminde iş dünyasının liderlik yapması gerekir’ dedi.

Çin’den (Xi’nin sağ kolu) Liu He, gelecek üç yılda üç şeyle savaşacaklarını söyledi:
Finansal risklerden korunma,
– yoksulluğun hafifletilmesi ve
– kirliliğin azaltılması.

Kapanış konuşmasını yapan Trump’tan bir demet: ‘Amerikan ekonomisi şahlandı. Borsamız rekor üstüne rekor kırıyor. Servet benden sonra 7 trilyon dolar arttı. Güven endekslerimiz yükselirken; 2,4 milyon kişilik ek istihdamla işsizliği düşürdük. Kurumlar vergisini düşürdük. Sermayeyi ve yatırımları davet ediyoruz, teşvik var, en iyi işçiler bizde. Önce Amerika ama yalnız Amerika demiyoruz; Amerika büyürse dünya da büyür. Ticaret serbestlesin ama adil ve karşılıklı olmalı. Bundan böyle adil olmayan uygulamalara (sanayi ikamelerine, telif hakkı hırsızlığına, kamu plan desteklerine vs.) göz yummayacağız. Güvenlik olmadan refah olmaz, askeriyemize de tarihsel yatırımlar yapıyoruz, dostlarımıza da salık veriyoruz, finansal görevlerini de yapsınlar. Kore ve İran nükleerden arındırılmalı. Teröre ve eski göç anlayışlarına karşı ulusumuzu, sınırlarımızı koruyacağız. Görevimiz insanlara, işçilere ve müşterilere sadakat’. Trump, gelir eşitsizliği, iklimsel değişiklik vb. şeylere girmedi ama konuşmasını dinbazca ‘Allah sizi korusun’ diye bitirdi.

ALİBABA’DAN MESAJLAR

Alibaba’nın kurucusu Ma’nın konuşması ilginçti: Yeni teknolojiler yeni işler açacak, başarılı insanların ortaya çıkmasını sağlayacak, ama beraberinde toplumsal sorunları da getirecek. Yapay zekâ ve büyük veri insanlar için (istihdam vb.) tehdit oluşturuyor. Teknolojinin insanları daha yetenekli hale getirmesi gerekli, bu yüzden insanların benzersiz işler yapmaları ve bu bağlamda eğitimin de buna yönelmesi gerekli. Ailemin yoksulluğu nedeniyle çok iyi bir eğitim görmedim ama benden daha akıllı personeli toplayıp ekip oluşturdum. Başarı öykülerinden değil, kendinizin ve başkalarının hatalarından öğrenin. Kısa sürede yitirmek istemiyorsanız yüksek IQ’ya sahip olmanız, uzun sürede saygı görmek istiyorsanız yüksek LQ’ya (Love IQ) sahip olmanız gerek. Bilgelik ve özenle yönetmenin en iyi yolu kadınların görev almasıdır, Alibaba’da üst düzey yöneticilerin % 37’si kadındır. Küreselleşmeyi ve ticareti kimse durduramaz, savaşları durduracak şey de ticarettir. Küreselleşme kapsayıcı, çağdaş ve basit olmalı ki fırsat eşitliği olsun. Teknoloji devleri olarak şanslıyız ama iyi bir kalbe sahip olup, yaptığımız her şeyin gelecek için olduğunu unutmamalıyız.

SONSÖZ

Zirvede ödül alan Elton John şöyle dedi:

  • Dünya değiştirilmeli, dürüst olalım, dünyadaki eşitsizlik ayıp!

Haydi John’un ‘I am still standing (Ben hala ayaktayım)’ şarkısını dinleyin: https://www.youtube.com/watch? v=DdxBQY9j8Ik
==============================
Dostlar, 

Küresel talan – soygun -sömürü senaryoları – planları,
her yıl Davos’ta güncellenerek optimalize ediliyor

Davos’ta her yıl küresel sermayenin sözcüleri toplanarak, sömürü düzenini nasıl sürdüreceklerini kararlaştırırlar. İşin çıplak özeti budur, gerisi boş sözdür. İngiliz araştırma kurumu OXFAM, bunun böyle olduğunu – başkaca bir şey olmadığını – yeni bir şey bulunmadığını… birkaç sayısal veri ile bir kez daha ortaya koydu..

  • Küresel gelirin %82’sine, dünya nüfusunun %1’i olan 75 milyon elit el koyuyor!

Son verilerle yıllık 80 trilyon doları aşan bu rakamın küre insanlarına dağılımı zaman içinde, “zamane-i Küreselleşme” de iyileşmiyor, giderek bozuluyor. Dünyalı başına 10 bin doları biraz aşan ortalama yıllık gelir rakamının bir anlamı yok; çünkü dağılım çok adaletsiz.

80 milyon nüfuslu bir Ütopya ülkesinde her gün 40 milyon piliç, 40 milyon da ekmek tüketiliyorsa; bu, zorunlu olarak o ülkede her gün herkesin yarım piliç + yarım ekmek yediğini kanıtlamaz!

Yakın zamana dek bu % 1’lik “homo supra eliticus” (terim bize aittir) küresel yıllık gelirin yarısını gasp etmekteydi.. “Homo insectus” lar ise “kalan” ile yetinmek – sürünmek zorunda idi.

Küresel sermaye imparatorluğunun kritik kurumlarından DB (Dünya Bankası, ki IMF ile İkiz Kızkardeşler olarak tanımlanır..) ise son derece yaratıcı (!) yoksulluk ve yoksul tanımları üretiyordu. Örn. Sahraaltı Afrikası başta olmak üzere kürenin birçok yerinde günde 1 Dolar’ı aşan geliriniz var ise açlıktan ölmeyebilir ve “mutlak yoksul” sayılmazdınız! 1-2 Dolar / gün gelir ise “görece yoksul” etiketi almanız demektir. Yoksul sayılmamak için ise 2+ Dolar / gün gelir yeterlidir! Böylelikle küresel yoksulluk oranı (prevalansı) olduğundan çoooook daha düşük gösterilerek sızlanma huysuzluğu gösterebilecek kimi vicdanlar susturulabilir ya da yatıştırılabilir!?

Türkiye’ye uyarlayabilir miyiz bu verileri? 2 Dolar = 7,5 TL desek.. Aylık; 7,5 x 30 = 225 TL.. Bu rakamı aşıyorsanız, DB’nın eşsiz ekonomistlerinin fetvaları gereği YOKSUL DEĞİLSİNİZ. Sanırız – korkarız – umarız.. bu hesaptan SGK’nın haberi yok! O, hala, asgari ücretin aylık brüt tutarının 1/3’ü olan 679 TL’yi “SGK Yoksulu” tanımı için kullanıyor.. Bu “hazin” durumdaki 9 milyon dolayında “yoksul” dan “prim = ek vergi” almıyor; Anayasa md. 60 uyarınca (Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.. yazıyor o maddede!) merkezi yönetim bütçesinden aktarma (transfer) yapılıyor SGK’ya.

TÜİK, SGK’dan daha becerikli gözüküyor! Yoksulluğun temel kaynağı olan işsizliği düşük oranda göstermek için, “son 1 haftadır iş aramayan” bıkkın-yılmış garibanları “işsiz” saymayarak siyasal iktidarın gözüne girmeye çabalıyor. Yoksulluğu da AKP = RTE‘nin canını sıkmayacak biçimde ayarlıyor. Örn. yoksul sayılmak için artık ortanca hane halkı gelirinin %60’ının değil, %50’sinin altında gelirinizin olması gerek..

Devekuşları bu manevraları öğrenseler, kum fırtınalarında ne yaparlardı acaba? Ne bilelim biz, örneğin en yakın TÜİK veya SGK binalarına sığınmak gibi!?

Bu arada, dünyada 1500 dolayında Dolar milyarderi olduğunu, Türkiye’ye nüfusuna oranla %1 hesabıyla 15 dolar milyarderi düşerken bunun 2 katını aşkın süper zenginimiz olduğunu da kaydedelim. Üstelik bu sayı 16. yılına giren tek başına AKP iktidarında azalmayıp artıyor. Ortalama servetleri 1,7 milyar dolara yakın. Oysa AKP’nin seçim kampanyasında 2002’de hedef alınan 3 Y’den biri Yoksulluk ile savaş ve onu yenmekti. (Öbür 2 Y : Yolsuzluk, Yasaklar). Kişi başına yıllık gelir 3500 dolardan 3 katına çıktı “hamdolsun” Erdoğan’a göre ama, 230 milyar Dolar olan toplam borç da 3 kattan fazla büyüdü..

Gini katsayısı da küçülmüyor, Lorenz eğrisi de belini düzeltemiyor!

Aklımıza Nasrettin Hoca’nın kedi ve et fıkrası geliyor. 2 okka et alıp yemek yapması için karısına veren Hoca, akşam düşkırıklığı yaşar, çünkü kedi eti yemiştir (!) ve eşi et yemeği pişirememiştir. Hoca el kantarını kapıp kediyi tartar ve 2 okka geldiğini görünce karısına çıkışır..

  • Be kadın, 2 okka bu kedi ise et nerede; et ise kedi nerede?!

Küresel gelir 80 trilyon Dolar / yılı aştı da, bunca yoksul neyin nesi??

Bağlayalım              :

  • Küresel talan – soygun -sömürü senaryoları – planları,
    her yıl Davos’ta güncellenerek optimalize ediliyor..

Nereye ve hangi vakte dek?
Postmodern köle “homo insectus” ların, Roma’lı köle Spartaküs gibi

  • Bu zincir benim ayağımda ne arıyor?!” sorusunu soran dek.. (2 bin yıl önce!)

Küreselleşme zamanının sanal zincirini sorgulamadan önce bir ara adım atalım ve artık lütfen “Küreselleşme” yerine “KüreselleşTİRme” diyelim de, KüreselleşTİRmecileri deşifre etmeye başlayalım; Küreselleşme masallarının farkında olduğumuzu hiç olmazsa ima edelim küresel efendilere..

Sevgi ve saygı ile. 04 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

CAN ATAKLI: Biz dindar-kindar eğitim derdindeyken dünya nereye gidiyor?

Biz dindar-kindar eğitim derdindeyken
Dünya nereye gidiyor?

CAN ATAKLI
SÖZCÜ
, 4 Haziran 2017

​ACAYİP YAZILAR

Tek adam diyor ki “Fizik zorunlu ders oluyor da din dersi niye olmasın?”
Olsun tabii olmasına da “dindar-kindar” bir nesil yaratmak için din eğitimine ağırlık verirken acaba dünyanın gittiği yolu ıskalıyor muyuz oturup bir düşünmemiz gerekiyor.
Pakistanlı siyasal bilimci Dr. Faruk Saleem’in, 2010’da “The News International” gazetesinde yayınlanan makalesinde çok çarpıcı bölümler var.
Dr Saleem İslam Konferansı Örgütü’nün 57 üyesinde toplam 500 üniversite olduğunu ancak sadece ABD’deki üniversite sayısının 5758 olduğunu belirterek “Hristiyan dünyasında okuma yazma oranı % 89 (15’inde % 100) iken Müslüman dünyasında okuma yazma oranı %40, herkesin okuryazar olduğu tek bir Müslüman ülke yok, 100 Hristiyan’dan 40’ı üniversite mezunu iken 100 Müslüman’dan yalnızca 2’si üniversite mezunu” diyor.
Tabii durum böyle olunca Müslüman dünyadan bir bilim adamı, çağı değiştiren bir düşünür, dünyayı farklı kılan bir siyasetçi çıkamıyor.
Buna karşı Müslüman dünyada bir tek Türkiye genel oranların dışında kalabiliyor. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına Müslüman dünyadan yalnızca Türkiye’deki 1 üniversite girebiliyor. Bir tek Türkiye’den çıkan bilim adamları, sanatçılar, yazarlar bir fark yaratabiliyor.
Bunu Atatürk’ün kurduğu laik-demokratik Türkiye Cumhuriyeti başarabildi.
Şimdi bu gidiş dindar-kindar” eğitim dayatması ile durdurulmaya çalışılıyor.
Oysa dünya çok başka bir yere gidiyor. Baş döndürücü hızla gelişen teknoloji, yeni buluşlar ama en önemlisi yeni fikirler iyi eğitim almamış, bunun önemini kavramamış ülkelerin insanlarını silindir gibi ezip geçecek.
Bugün Pazar olmasını da fırsat bilerek belki biraz uzun ama çok önemli ve anlamlı bir yazı paylaşmak istiyorum.
Roger Stapley adlı fütürist bir yazarın çoğu belki hepimiz hayattayken görebileceği yenilikleri anlatan bir yazısı bu. Birlikte okuyalım;
Düşünün, tahayyül edin… 1998’de Kodak’ta 170.000 kişi çalışıyordu, şirket ürettiği fotoğraf kâğıtlarının %85’ini dünya çapında satıyordu. Birkaç yıl içinde fotoğraf kâğıdı üretimine gerek kalmadı ve şirket iflas etti. 1998 yılındayken, çok değil üç yıl sonra 2001’de fotoğraflarınızı film kâğıdına çekmeyeceğiniz aklınıza gelmiş miydi? Dijital kameralar 1975 yılında icat edildi. İlk kameralar yalnızca 10.000 piksel yeteneğindeydi. Bütün üstel teknolojilerde olduğu gibi dijital kameralar uzunca bir süre hayal kırıklığı yarattı ama daha sonra, sadece birkaç yıl içinde, film fotoğrafçılığına göre çok üstün olduğu kanıtlandı ve fotoğrafçılıkta kullanılan başlıca yöntem haline geldi.
Şimdi aynı şey yapay zekâ, sağlık, elektrikli / otomatik (şoförsüz) araçlar, eğitim, üç boyutlu baskı, tarım ve mesleklerde de oluyor.

Dördüncü endüstri devrimine, üstel yazılım teknolojisine hoş geldiniz!.. Bu yazılım kabiliyeti 5-10 yıl içinde geleneksel endüstri yöntemlerinin büyük bölümünü yok edecek.
Über‘in sadece bir yazılımdan ibaret olduğunu, şirketin kendine ait bir tek otomobili bile olmamasına rağmen dünyanın en büyük taksi şirketi olduğunu hatırlatmak isterim.

YAPAY ZEKÂ
Bilgisayarlar dünyayı anlama ve yorumlama konusunda kat be kat üstün. İçinde bulunduğumuz yıl bilgisayar, dünyanın en iyi “go play” (damaya benzer, çok zor bir uzak doğu oyunu) oyuncusunu yendi. Bu olay, tahmin edilen tarihten on yıl önce gerçekleşti.
ABD’de genç avukatlar işsiz. Avukatların ilgilendiği çok karmaşık olmayan hukuki konularda gerekli öneri veya çözüm yollarını saniyeler içinde ve % 90 doğrulukla “IBM Watson Programı”ndan alabilirsiniz. Aynı işlem avukatlarla yapılırsa doğruluk oranı % 70’den yukarı çıkmıyor. Eğer hukuk tahsili yapıyorsanız hemen bırakın, yakın gelecekte avukat sayısı bugünkünden %90 daha az olacak, sadece özel konularda yetişmiş olanlar kalacak.
Watson kanser tanısında sağlık personeline yardımcı oluyor. Watson tarafından yapılan kanser teşhisi, normal insan tarafından yapılana göre dört kat daha doğru ve kesin.

ŞOFÖRSÜZ ARAÇLAR
2018’de ilk şoförsüz araçlar yollarda görünecek. 2020 yılı dolayında günümüzün otomobil endüstrisi çökmeye başlayacak. Özel bir aracınızın olması gerekmeyecek. Gerek duyduğunuzda telefonla araç isteyeceksiniz, şoförsüz araç kapınıza gelecek ve sizi gitmek istediğiniz yere götürecek. Park sorunu ortadan kalkacak, gittiğiniz mesafenin karşılığı olan ücreti ödeyeceksiniz.
Çocuklarımız araba sahibi olmak ve ehliyet almak zorunda kalmayacaklar. Böyle bir düzenleme ile % 90-95 daha az sayıda araca gerek olacağından kentler değişecek. Eskiden araç park sahası olarak kullanılan alanlar yeşil parklara dönüştürülecek.
Her yıl dünyada meydana gelen trafik kazalarında 1,2 milyon kişi yaşamını yitiriyor. Bugün her yüz bin kilometrede bir kaza meydana geliyor. Oto pilotla yönetilen araçlarda kaza sıklığı her 10 milyon kilometrede bire düşecek. Her yıl milyonlarca insanın yaşamı kurtulacak. Kaza olmadığı için sigorta şirketleri büyük sorunlarla karşılaşacaklar, sigorta bedelleri 100 kat azalacak. Bugünkü araç sigortalama modeli ortadan kalkacak.
Arsa, arazi ev alım satım işleri de değişmek zorunda kalacak. İnsanlar işe giderken bile çalışabilme olanağına kavuştuktan sonra, uzak da olsa daha güzel ve doğaya daha yakın yerlere taşınacaklar. 2020 yılına dek yollardaki araçların büyük bölümü elektrikli olacak. Çevreyi kirletmeyen, maliyeti oldukça düşük elektrikle çalışan araçlar kullanıldığından kentler daha temiz ve daha sessiz duruma gelecek.
Güneş enerjisi maliyetleri o denli düşecek ki bütün kömür şirketleri 2025 yılına dek faaliyetini durduracak. Ucuz elektrikle birlikte ucuz ve bol su da gelecek. Bir metre küp tuzlu suyu içme suyu haline getirmek için sadece 2 kW elektriğe ihtiyaç var. Dünya üzerinde çok yerde yeterli su var, ama içme suyu yeterli değil. İnsanların istedikleri an, istedikleri kadar (maliyeti yok denecek kadar az) suya sahip olduklarında neler olabileceğini bir düşünün…

SAĞLIK
Tricorder X’in fiyatı bu yıl açıklanacak. İlaç şirketleri cep telefonu ile birlikte çalışarak retinayı tarayan, analiz için kan ve nefes örneği alıp, 54 değişik test yaparak hangi hastalık varsa ortaya çıkaran “Tricorder” adı verilen bir tıbbi cihaz üretiyor. Cihaz oldukça ucuz olacağından birkaç yıl içinde dünya üzerindeki herkes, hemen hemen hiç harcama yapmadan en üst düzeyde sağlık hizmetine kavuşacak.

ÜÇ BOYUTLU BASKI
Önümüzdeki on yıl içinde en ucuz üç boyutlu (3D) baskı cihazının fiyatı 18.000 dolardan 400 dolara düşecek. Aynı zamanda cihazlar 100 kat daha hızlı duruma
gelecek. Bütün önde gelen ayakkabı firmaları bu günden bu cihazlarla ayakkabı üretmeye başladı. Uzak havaalanlarında uçak yedek parçalarının 3D printerlerle üretimine başlandı. Uzay istasyonunda 3D printer kullanılıyor. Bu sayede gerek duyulan yedek parça veya malzeme yerinde üretilebildiğinden, geçmişte olduğu gibi büyük miktarda yedek parça taşınmasına gerek kalmıyor.
Bu yılın sonuna dek yeni akıllı telefonlarda 3D tarama kabiliyeti olacak. Bu sayede kendi ayaklarınızın ölçüsünü çıkararak en uygun ayakkabıyı evde üretebileceksiniz. Çin’de 6 katlı bir iş merkezi 3D ile üretilerek tamamlandı. 2027 yılına kadar bugün geleneksel yöntemlerle üretilmekte olan malzemenin % 10’u 3D ile üretilmiş olacak.

İŞ OLANAKLARI
Belirli bir sahada iş hayatına atılmayı düşünüyorsanız, kendinize sorun; “Bu işi gerçekleştirebilecek miyim?” Cevabınız evet ise; “Bunu daha erken nasıl yapabilirim?” konusuna odaklanın. Tasarladığınız iş telefonunuzla yapılamıyorsa, fikrinizi unutun. 20’nci yüzyılda başarı için tasarlanmış herhangi bir fikir, 21’nci yüzyılda başarısızlığa mahkûm olabilir.

MESLEK
Bugünkü mesleklerin (işlerin) %70-80’i önümüzdeki 20 yılda yok olacak. Pek çok yeni mesleğin ortaya çıkacağı kesin, ancak böylesine kısa bir zaman aralığında “Yeterli sayıda yeni meslek ortaya çıkar mı?” sorusunun yanıtını henüz bilemiyoruz.

TARIM
Önümüzdeki yıllarda “tarım robotları” 100 dolara satılacak. 3’üncü dünya ülkelerindeki çiftçiler arazilerinde bütün gün çalışmak yerine tarım robotunu yöneten birer yönetici olacaklar. Aeroponiklerin (havada yetiştirilen bitkiler) daha az suya ihtiyacı olacak.

MOODIES
Hangi ruh hali içinde bulunduğunuzu söyleyen “Moodies” adında bir uygulama var. 2020’ye kadar yüz ifadenizden yalan söyleyip söylemediğinizi tespit edebilecek uygulamalar geliyor. Tartışanların doğru veya yalan söylediklerinin kolayca anlaşılabildiği politik bir tartışma izlediğinizi düşünün.
Bu, bugünün bilim ve teknolojisine göre bilebildiklerimiz. Kim bilir gelecekte daha neler olacak, tam anlamıyla büyüleyici, ürkütücü, heyecan verici!..
————-
Atatürk’ü dünya anladı ama bizdeki kara cahiller, yobazlar anlamadı.
Bu da normal sayılır .Çünkü, kara cahiller ve yobazların aklları iffira, yolsuzluk, hırsızlık gibi Müslümanlığın ve insanlık değerlerin redddettiği şeytanlıklara çalışır. Allah belalarını versin. Altay Tokat
===========================================
Dostlar,

Büyük ATATÜRK boşuna mı söyledi
Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir! diye ??
Manevi mirasçılarının ancak akıl ve bilim yolundan gidenle olacağını da!

* Türkiye’deki dinci – gericilerin, AKP iktidarının aklını başına devşirmesi kaçınılmaz ve ivedi bir stratejik zorunluluktur..
Sevgi ve saygı ile. 06 Haziran 2017, Datça
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ordunun bilgisi ABD’de durmasın

Microsoft Türkiye Genel Müdürü Kansu: Ordunun bilgisi ABD’de durmasın..

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Microsoft Türkiye Genel Müdürü Kansu:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak ben de tüm verilerimiz ABD’de dursun istemem.” 

Microsoft Türkiye Genel Müdürü Murat Kansu, 15 Temmuzdan sonra verinin nerede kimin korumasında durduğunun çok önemli hale geldiğini belirterek, “Bunlar çok kritik konular. Mesela Milli Savunma bilgileri burada olabilir. Tabii ki ben de Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak ordunun datası ABD’de dursun istemem. Tüm veriler Almanya’da, ABD’de dursun istemem. Ama böyle yapacağım dersek de geride kalırız. Mesela lojistik, sağlık, belediyelerin dataları bunların bulutta durmasında bir sakınca yok. Tabii ki verinin Türkiye’de tutulması için hibrit sistemler de var” dedi.

Kansu, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada darbe girişiminden sonra Türkiye’de siber güvenlik yatırımlarının arttığını “Şimdi kiminle konuşsak siber güvenlik öncelikli konu oldu diyor.
Şu anda kalifiye eleman eksik. Altyapı eksikliği var. Bu güvenli mi, değil mi, kamu bu konularda bizden destek istiyor. Bu alanlarda kamu ile işbirliği yapıyoruz.” ifadesini kullandı.

Ciddi tehdit var

Ulusal güvenliğin korunması için kamu kurumlarıyla yakın temas içinde çalışmaya devam edeceklerini vurgulayan Kansu, “Kamuda değişen insan kaynağı sonucu önceden alınan admin yetkilerinin işten ayrılma süreçlerinde düzgün devredilmemesi, şirketlerde kritik belgelerin yedeklenmeyen ortamlarda saklanması ve evlerde güncel yazılımların kullanılmamasına kadar ülke olarak uçtan uca ciddi bir tehditle karşı karşıyayız. Hala eski versiyon işletim sistemleri kullanılıyor. Daha XP kullananlar var. Bunlar da güvenlik açığına neden oluyor..” şeklinde konuştu.

Korsan yaygın

Korsan işletim sistemi ve programla mücadenin bitmeyen çileleri olduğunu dile getiren Kansu, Türkiye’nin virüs taramalarında en fazla virüs taranan ülkelerden olduğunu Türkiye’de
bu oranın %42 iken dünya ortalamasının %17’lerde olduğuna işaret etti.

4 odak noktası

Şirket olarak, nesnelerin interneti, yapay zekâ, bulut ve siber güvenliğe odaklandıklarını
ifade eden Kansu, 2020 yılında her bireyin ortalama 5 adet internete bağlı cihazının olacağını, veri tüketimi ve üretiminin artacağını, veri en değerli sermaye olduğunu bildirdi.

‘Cuma hutbelerini ‘bulut’ta saklıyoruz’

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her cuma günü hutbeler Türkiye geneline Microsoft bulut sistemi üzerinden dağıtılıyor. Murat Kansu, bulut sistem ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı internet sitesinin herhangi bir sorun yaşamadığını belirtti.

Kansu, Türkiye’de kamu tarafındaki en büyük bulut kullanıcılarının Diyanet olduğunu,
Alo Fetva, cuma hutbeleri bizim bulut sistemimizde. Ayrıca Devlet Opera ve Balesi de bizim ikinci büyük müşterimiz. Arka planda, oyuncunun, dekorcunun, senaristin herkesin birbirinden haberdar olması gerekiyor. Seanslar kaçta başlıyor kaçta bitiyor. Bu sistemin hepsi bizim bulut sisteminde. Türkiye’de bulut farkındalığını artırmak istiyoruz” diye konuştu.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın desteğiyle hayata geçirilen Nesnelerin İnterneti (IoT) projesinde stratejik işbirliği yaptıklarını duyudan Kansu; meslek lisesi, meslek yüksekokulu öğrencileri ve öğretmenlerine açık olan Nesnelerin İnterneti yarışmasında Haziranda
jüri değerlendirmesi yapılacağını ve sonuçların ağustosta açıklanacağını söyledi.

Microsoft’tan eğitim seferberliği

Microsoft Türkiye Genel Müdürü Murat Kansu şirketin Türkiye’deki eğitim çalışmalarıyla ilgili de şu bilgileri verdi:

* Microsoft yapay zekâ temelli teknolojilerin ekonomiyi dönüştürmesi yönünde adımlar atarken özellikle bu alanlarda yetişmiş insan kaynağı sıkıntısını gidermeyi de önceliklendiriyor. Bu bağlamda, 15’incisini hayata geçirdiği, dünyanın öğrencilere yönelik olarak düzenlenen en büyük teknoloji yarışmalarından Imagine Cup 2017 ülkemizde yapay zekâ odaklı kurgulandı. 16 yaşından itibaren (AS: başlayarak) tüm öğrencilere açık olan Imagine Cup ulusal finalleri için başvurular başladı.

* Öğretmenlerin teknoloji kullanımını yaygınlaştırmayı hedefleyen Microsoft Türkiye, geçen yıl başlattığı “Harikalar Yaratan Öğretmenler Yarışması”na bu yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliğiyle devam ediyor. Microsoft ve Milli Eğitim Bakanlığı, yarışma kapsamında öğretmenlerin teknoloji ile yarattığı başarı öykülerini paylaşarak teknoloji ile yapılabilecekleri konusunda ilham vermeyi amaçlıyor.

* Microsoft, Açık Akademi ile, ilkokuldan başlayarak her yaşta bireye online olarak kod yazmayı öğretmeyi hedefliyor. Burada toplamda 110 saatin üstünde online video olarak programlama eğitimi bulunuyor ve halen 200 binden fazla kayıtlı kullanıcı var. 2012’de açılan Açık Akademi, 5 yıl içinde 1 milyon insana ulaşmayı hedefliyor.

* Microsoft, KAGİDER’in de desteğiyle Türkiye’nin kadınların teknoloji alanındaki başarılarını ve liderliklerini onurlandırmak amacıyla ‘Teknolojinin Kadın Liderleri’ni ödüllendiriyor. 2017’de de Türkiye’deki kadınların daha iyisini başarmaları için onların gerçek anlamda güçlenmesinin önündeki bariyerleri birlikte kaldırmaya devam etmek isteyenler ödül programına 9 farklı kategoride başvurabilecek. (Cumhuriyet, 13.3.17)

===============================
Dostlar,

Ülkemizin kasvet verici gündeminden zaman zaman sıyrılmak ve dünyada neler olup bitiyor bakmak zorundayız. Bilim-teknoloji başdöndürücü hızla ilerlemekte.. Zaman hızlanmış adeta.
Artık 4. Sanayi Devrimi‘nden söz ediliyor. Şunun şurasında kadim Sanayi Devrimi 1760’larda buhar gücünün sanayide motorlarda, giderek ulaşımda (tren, gemi) kullanılmasıyla başlamıştı.
İçime girdiğimiz yılların yaşamı bütünüyle dönüştürecek 4 kaldıracı görülüyor :
1- nesnelerin interneti,
2. yapay zekâ,
3- bulut ve
4. siber güvenlik

Ülkemizin bu başdöndürücü gelişmeleri ıskalamaması olağanüstü önemli.
Yoksa Osmanlı’nın karşılaştığı sonuçlar “tarihin tekerrürü” yasasıyla bizi de kuşatır.
Ne yazık ki siyasal iktidar ülkemizi son derece kötü yönetiyor.
Son derce hatalı – tehlikeli – sakıncalı – maliyetli… bir akıldışı halkoylamasına sürüklendik. Halktan EGEMENLİĞİNİ tek 1 kişiye devretmesi, kendisin yadsıması hatta kendisini
yok sayması isteniyor.. Olacak şey değil.. İstenmesi de patolojik verilmesi de!
16 Nisan 2017 günü bu anlamsız ve uğursuz dayatmayı tüm halkımız EGEMENLİĞİNE ve ÜLKESİNE – VATANINA – TAPUSUNA – KİMLİĞİNE sahip çıkarak aşacak inanıyoruz. “HAYIR” oyları sağduyu ile çoğunlukta olacak ve bu herkesin, başta AKP ve Erdoğan’ın da hayrına olacak inanınız..

Türkiye yoluna, rejimin kalbi TBMM öncülüğünde sorunlarını – çözümlerini uygarca tartışarak devam etmeli. Kim olursa olsun tek 1 kişiye bağlanma “sürü toplum” lara özgüdür ve Türk Ulusu bu dönemi en az 100 yıl önce kapatmıştır.. Dünyanın gidişi de böyle değil..

Açık toplum, saydam yönetim, siyasete katılma, yöneticilerin hesap vermesi ve giderek
temsili demokrasinin de aşılarak teknolojik olanaklarla temel konuları doğrudan halkoylaması ile kararlaştırma temelli DOĞRUDAN DEMOKRASİ çağımızın genelgeçer doğruları..

Sevgi ve saygı ile. 13 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Osman Ulagay : Nereye gidiyoruz?

Nereye gidiyoruz?

  • Davos’takilerin çoğu, dünyanın ve insanlığın farklı bir yere doğru gittiğinin farkında ve kaygılı ama nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor.
Haber görseli
Cumhuriyet, 23 Ocak 2016
Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısına katılmak üzere geldiğim Davos’ta, dünyanın gidişatı konusunda söz söyleyecek konumda bulunan insanlarla dört gün geçirdikten sonra edindiğim izlenimi soracak olursanız şunu söyleyebilirim:
  • Buradakilerin çoğu, dünyanın ve insanlığın farklı bir yere doğru gittiğinin farkında
    ve bu
    nedenle kaygılı ama nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor.

Davos’a ilk gittiğim yıllarda buraya gelenler, dünyanın gidişatı konusunda
bir fikir edinerek ülkesine geri döneceğini düşünebiliyordu oysa.

Davos’ta bu yıl en sık tekrarlanan sözcük “belirsizlik” oldu.
Dünyanın bir geçiş döneminde olduğunu ve bu nedenle gelecek hakkında
sağlıklı kestirim yapmanın kolay olmadığını kabul ediyor çoğu kişi.
Buna karşın dünya ekonomisinin nereye doğru gittiği, jeopolitik dengelerin
nasıl değişeceği, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin neler getireceği konusunda
görüş belirten ve farklı kestirimler yapanlar da var kuşkusuz ama çok ilgi görmüyor
bu kestirimler. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF), dünya ekonomisi için büyüme kestirimini bir yıl içinde 4. kez aşağı doğru revize etmek (AS: düzeltmek) zorunda kaldığı bir ortamda bu doğal.

Bu ortamda makro göstergelere güvenini yitiren herkes, günlük iniş çıkışlarla
yaşam bulan, insanlara para kazandıran ya da yitirten borsalardaki fiyat hareketlerine odaklandı bir kez daha. Dünya borsalarındaki günlük iniş ve çıkışlar anında iyimserliğe ya da kötümserliğe neden olabiliyor insanlarda. Davos’ta da böyle oldu,
Çin borsasındaki düşüşler sonrasında dünya borsalarının 2016 yılına çok kötü bir başlangıç yapmış olması, Dünya Ekonomik Forumu nedeniyle bir araya gelen
“Davos ahalisi”nin moralini fena halde bozdu.

Kuşkular Çin ve ‘Yükselen Pazar’ ülkeleri üzerinde yoğunlaştı bu yıl. Davos’ta bulunan Çinli yetkililer Çin ekonomisindeki yavaşlamanın ve Çin borsasındaki düşüşün, bilinçli bir biçimde uygulanmakta olan yapısal değişim programının kaçınılmaz sonucu olduğunu anlatmaya çalıştılar ama çoğu kimsenin bu konuda kuşkuları var.
ABD ekonomisiyle birlikte dünyanın en büyük iki ekonomisinden birine sahip olan Çin’in durumu herkesi yakından ilgilendiriyor ve geneldeki belirsizliği artırıyor.

4. Sanayi Devrimi

Öte yandan ABD Merkez Bankası’nın (FED) faizleri artırma kararıyla likidite bolluğu döneminin sonunu ilan etmiş olması da 2008 krizi sonrasında piyasalara pompalanan
15 trilyon dolar (Davos’ta duyduğum bir rakam) sayesinde bugünkü düzeylerine yükselmiş olan borsalarda şimdi yaşanan düşüşün bir nedeni olarak gösteriliyor.
(AS: 2008 toplam küresel geliri 65 Tr $!)

Piyasalardaki gelişmeler öne çıkınca 4. Sanayi Devrimi biraz gölgede kaldı ama
bilim ve teknolojideki atılımların, ekonomiden sanata, nörolojiden kamu yönetimine dek yaşamın her alanını etkileyecek dönüşümlerle ilgili birçok paneli, mültivizyon gösterisini ya da canlı performansı izleme olanağı vardı Davos’ta.

Ancak bütün bunların ötesinde, benim 4. Sanayi Devrimi’nin nasıl gerçekleştiğini
daha iyi anlamama yol açan olay, bu devrimin gerçek askerleri olan genç insanlarla karşılaşmak fırsatı oldu. Davos’ta toplantıların yapıldığı Kongre Merkezi ile öbür
mekânlar arasında ulaşımı sağlayan özel Forum minibüsleri, yüz yüze sosyalleşme için güzel bir fırsat yaratıyor. Yapılan yolculuk genelde 15 – 20 dakika sürse de bu süre içinde yolcular arasında geçen konuşmalar çok öğretici olabiliyor.

Bu yıl Davos’ta yaptığım minibüs yolculuklarında, ABD üniversitelerinden ve
dijital devrimin kalbinin attığı Silikon Vadisi’nden Davos’a gelmiş olan katılımcıların kendi aralarındaki konuşmalar, konuşulanların içeriğini pek anlamadığım halde,
çok ilginç geldi bana. Çoğu genç olan bu insanlar yaptıkları buluşlara o denli
kaptırmışlar ki kendilerini, gözleri başka bir şey görmüyor. Büyük bir heyecanla
neler yaptıklarını anlatıyorlar birbirlerine. “Harika, muazzam bir buluş bu, siz köşeyi dönmüşsünüz” türünden ifadeler havada uçuşuyor. Başka bir âlemde yaşıyorlar sanki. Yapay zekâdan 3 boyutlu baskı tekniklerine, genetikten nano-teknolojiye pek çok alanda elde edilen başarılara ancak böyle bir coşkuyla ulaşılıyor herhalde.

Onları izlerken bu ortamı Amerika dışında ve hele Türkiye’de oluşturmanın ne denli zor olduğunu düşünerek hüzünlendim. 4. Sanayi Devrimi’ni de uzaktan izlemek durumunda kalacağız herhalde.

====================================

Dostlar,

Sayın Osman Ulagay son derece birikimli ve deneyimli bir ekonomi yazarıdır.
Kendisini uzun yıllardır izleriz ve irdelemelerinden, kitaplarından çok yararlanmışızdır.
Ağırbaşlı – nesnel çizgisini tutarlıkla koruyarak saygınlığını sürdürmüştür.
Davos gözlemlerini önemsiyoruz. 2008 küresel bunalımında Milliyet‘teki köşesinde
çok ufuk açıcı yazılar yazmıştı (28.09.2008) :

Serbest piyasa ideolojisinin neredeyse bir «inanç sistemi» haline getirildiği ABD’de,
çöküşün
eşiğindeki finans sektörünü ve ekonomiyi ayakta tutmak için tüm umutların,
ABD hükümetinin kotarmaya çalıştığı
dev kurtarma paketi”ne bağlanmış olması,
gerçekten de dramatik bir gelişme.
Bu dramatik gelişmenin ardında yatan olgu ise, kapitalizmin beşiği olan Anglo-Sakson dünyasında benimsenen, finans sektörünün şişirilmesine dayalı modelin iflas noktasına gelmiş olması. Bu çöküntü, yalnızca
ABD üniversitelerinden en iyi derecelerle mezun olan parlak çocukların yarattığı karmaşık finansal yapının, iskambilden bir kule gibi devrilmesinden ibaret değil.

Finans sektöründe son 25-30 yılda oynanan ‘ahlaksız piyasa oyunu’ nun çöküşüne tanıklık ediyoruz şimdi. 
*****

1492’ye dek (Amerika kıtasının bulunması) geri götürebileceğimiz Küreselleşme süreci Kapitalizmin bir anlamda başlangıcı olmuştu. 500 yılı aşkın bir süredir, 5 yüz yıldır Kapitalizm ve Sermaye Birikimi (capital accumalation) yabanıl (vahşi) ve acımasız bir sömürü ile sürdürülüyor. Kapitalizm bir yandan emperyalist aşamaya ulaşarak dünyayı işgal edip – paylaşma ve gerekirse demir yumrukla, kanla – savaşla.. yönetme aşamasına gelmişken, bir yandan da üzerine titrediği sermaye birik(tir)imi sürecini ne pahasına olursa olsun sürdürme kararlılığında. Bu konuda ödünsüz, katı, gözü kara, çok saldırgan (agressif) hata yapmayacağı hiçbir şey yok.. Varlığını sürdürmenin vazgeçilmez koşulu olarak görüyor bu süreci!

Geliştirdiği en son ve en vahşi mali araç ise FİNANS KAPİTAL!..

Küresel sermaye baronları artık paradan para kazanıyorlar!
Yatırım yapmak, risk almak ve gerçek bir üretim yapmak, onu pazarlamak ve
bu süreçlerde tekelleşerek artı değere (plus value) el koymak gibi klasik sömürü
ve kapital birikimi süreçleri K. Marx – Vİ Lenin ile Adam Smith gibi klasik liberallerin yazınında (literatüründe) kaldı.

Akıl almaz bir post-modern sömürü, yoksullaşTIRma, küresel gelir dağılımının
kabul edilemez ve sürdürülemez kertede bozulması.. İşsizlik.. Gelinen yer burası..
Pek çok uluslararsı kurum ciddi tehlikeye hatta tehditlere dikkat çekiyor..
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ilk akla gelenlerden.. ILO özellikle sayısı hızla artan genç işsizlere vurgu yapıyor.

Dünya nüfusu alarm çanları çalan düzeyde hızla, gereksiz ve akıl dışı düzeyde artıyor.
Çevresel yüklenme – bozulma kritik aşamada, sürdürülemez hatta dönüşümsüz düzeyde.
Tüm bunlar 21. yy’da bunca bilimsel – teknolojik ilerlememize karşılık, özlenen
küresel barış ve gönenç düzeyine erişemiyor milyarlarca insan.. Sistem $ ve € milyarderleri üretiyor hızla.. Küre nüfusunun 1/5’i olan yaklaşık 1,5 milyar Süper Elit, toplam dünya gelirinin %86’sını aşan bir oranına el koyuyor. Geri kalan % 80 (6 milyar Dünyalı) “Homo insectus” (!) ise küresel gelirin % 14’ü ile yoksulluk ve yoksunluk içinde sürünmeye mahkum kılınıyor. Dahası, bu tablo her yıl daha da kötüleşiyor.

Bu soygun ve talan düzeninin, usdışılığın (irrasyonelitenin) sürdürülmesi artık pek çok bakımdan olanaksızlaştı. Egemenlerin patronları ve kurumları da ayırdında çıkmazın..

Kral çıplak, hem de çırılçıplak!..

Öyle ki, Washington Uzlaşması 1989’da SSCB yıkılırken benzetmek uygunsa “10 Kutsal Emir” (10 economic policy prescriptions considered to constitute the “standard” reform package) gibi dünyaya dayatılan politika demeti, sürdürülemeyince yerini 20 yıl içinde Post-Washington Uzlaşması ile tersi sayılabilecek kurallara bırakmak zorunda kalındı.
Artık de-regülasyon yok, regülasyon var.. Devlet de kökten tu kaka değil..

Prof. Server Tanilli reçeteyi 13 yıl önce yazmıştı.. Oraya doğru gidiyoruz..

* “ .. Çarpık Küreselleşmenin Dünya uluslarına eşit ölçüde mutluluk getirmediği
artık kesin. Dünyamızda gitgide daha güçle esen rüzgârların bir anımsattığı da şu :
* BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNDÜR.’ Bugünkü –cılkı çıkmış– modele
seçenek olabilecek modeli yaratacak olanlar ise, ‘NASIL BİR TÜRKİYE MODELİ?
sorusuna yanıt arayan bilim adamları olacak. (Cumhuriyet, 09.09.03)

Kanada’dan Prof. Dr. Michel Chossudovsky de benzer bir yol göterisi sunmuştu :

  • Mücadelenin ‘Küreselleşmesi temel bir önem taşımakta ve dünya tarihinde
    benzeri görülmemiş derecede bir dayanışma ve enternasyonalizmi gerektirmektedir.
  • KÜRESEL EKONOMİK SİSTEM,
    ÜLKELERİN 
    İÇ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜNDEN BESLENİYOR. 
  • Farklı kümeler ve toplumsal hareketler arasındaki amaç birliği ve dünya ölçeğindeki
    eşgüdüm yaşamsal önem taşıyor. (“Yoksulluğun Küreselleşmesi” adlı kitabından, 1999)

    Bu kitaba önsöz yazan ABD’den Prof. Noam Chomsky ise (son günlerde
    RTE’ye “katil” diyen kişi), sözde “Küresel reformlar” için şunları kaydetmişti :

    1. “Reformlar” sömürgeciliği yeni biçimlerde sürdürüyor.
    2. Ulusal planlamayı engelliyor.
    3. Gerçek bir demokratikleşmeyi engelliyor.
    4. Halk yararına programların ayağını kaydırıyor.
    5. Güç ve imtiyazın çıkarları için, dünyanın büyük çoğunluğunu
    acı ve umutsuzluğa teslim ediyor..

    * Bunların hiçbiri kaçınılmaz, çaresiz şeyler değil.  Kanada’lı Prof. Chossudovsky’nin kitabının –YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ– sağladığı anlayış,
    olayları tersine çevirecek mücadeleye doğru önemli bir adımdır :

    DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ!..

    Sevgi ve saygı ile.
    24 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Yazımızınn pdf biçimi (salt bizim yazdığımızı ve O. Ulagay’dan alıntılar olmaksızın) :
2015_DAVOS_FORUMUNUN_ARDINDAN