Etiket arşivi: Yahya Kemal

‘Büyük Keder Dalgası’

Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu
ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları 

31 Ekim 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


“Çorak Ülke”
 şiirinin 100. yıldönümünde, yine bir Anksiyete Çağı”. Ancak o zaman, en azından, “dünyayı yeniden yapma umudu” vardı. Bugün, ben kendimi, David Brooks’un (New York Times) “Büyük keder dalgası” gözlemine daha yakın buluyorum; nihilizme düşmemek için her gün yeniden aşmaya çalıştığımız bir duyguyu betimliyor.

‘DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDA’

Yeni bir İklim Zirvesi’ne giderken Birleşmiş Milletler’in konuyla ilgili üç kurumu, bu yüzyılın sonuna kadar hedeflenen 1.5 °C sıcaklık artışı sınırının artık gerçekçi olmadığını açıkladılar: Bu hedefe ulaşmak için gerekli uluslararası işbirliği ortamı yok. Putin’in “Dünya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en tehlikeli 10 yıla giriyor” sözlerinin, ABD Yeni Güvenlik Stratejisi’nin “büyük güçler arası rekabet dönemi” tanımlamasının, Çin’e yönelik ticari yaptırımların, Çin liderliğinin içeride otoriter ve dışarıda daha sert politikalara yönelmesinin gösterdiği gibi, olacağı da yok…

Yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışı 2.5 °C sınırına ulaşacak. “Uygarlık” artık altından kalkması olanaksız bir yıkım riskiyle karşı karşıya. Bu yıkımın bir boyutu, deniz seviyesinin yükselmesine, aşırı iklim olaylarına bağlı olarak artık kronikleşmiş su ve gıda kıtlığı; bir diğeri bu kıtlıklardan kaçanların, gittikçe daralan (hemen hepsi merkez ülkelerde) yaşanabilir alanlara sığınma çabasının ağırlaştıracağı siyasi gerginlikler. Büyük güçlerin, ekonomi, kaynak ve ulaşım açısından stratejik öneme sahip bölgeleri paylaşma çabasının yoğunlaşması da yeni jeopolitik krizleri, savaşları besleyecek. Ne de olsa: “İçeride devrim istemiyorsanız dışarıda emperyalizm…” (Cecile Rhodes)

Ulus devlet ve liberal demokrasi de vatandaşlarının temel gereksinimlerini karşılama kapasitesini hızla kaybediyor. Bu madalyonun öbür yüzünde, gücü ve serveti müstehcen düzeylere ulaşmış, finans, enerji, teknoloji ve silah şirketleri, sosyal medya ve internet üzerinden satış platformu tekellerinin sahibi, Bezos, Musk gibi tipler, hırsız siyasetçiler ortaçağ krallarını çatlatacak büyüklükte servetleri halkın gözüne sokuyorlar.

Bu büyük krizlerin, büyük servetlerin, “en çok zarar verenlerin sesinin en çok çıktığı” (Greta Thunberg) dünyasında halkın payına bir “büyük keder” dalgası düşüyor. Gallup şirketinin 140 ülkede, 150 bin kişiyi kapsayan bir araştırması keder, öfke duygularının geçen yıl rekor düzeye çıktığını saptamış: 16 yıl önce halkın yüzde 1.6’sı yaşamına “0” notu verirken (“0” en kötü – “10” en iyi), geçen yıl bu oran yüzde 6.4’e ulaşmış. En alt yüzde 20’sinin “mutsuzluk notu” ortalama 2.5’ten geçen yıl 1.2’ye gerilemiş.

Bu dalga, liberal demokrasiye, onun liderlerine olan güveni eritiyor. Bu kedere, öfkeye, tercüman olacak, “dünyayı yeniden yapma umudunu” yaşatacak bir sol hareketin yokluğunda “süreç olarak faşizm” hızlanıyor: İsveç’te ikinci parti, Macaristan’da, Polonya’da, İtalya’da, Hindistan’da iktidarda, İspanya ve Finlandiya’da 2023 seçimlerinde birinci sıraya yükselebilir. Pazar günü, Brezilya’da, büyük sermayenin ve ordunun tercihi faşist Bolsonaro, ya seçimleri “Atı alan Üsküdar’ı geçti” misali kazandı ya da “hile var” diyerek ortalığı birbirine katmaya başladı. Benzer bir krizin, ABD ara dönem seçimlerinde, 2024 başkanlık seçimlerinde yaşanma olasılığı çok yüksek. Tabii bu arada Türkiye de önümüzdeki seçimlerle bu resmin içinde kendine uygun bir yer bulacak.

Adeta, Yahya Kemal’in şiirindeki gibi “Dönülmez akşamın ufkundayız” ancak, şiirin “boş ver keyfine bak” havası bir seçenek değil. Çünkü “büyük keder” kişinin değil bir uygarlığın sonuna ilişkin. Bir insanın kendi yaşamı tükenirken “boş vermeyi” seçmesi bir özgürlük sorunu.

  • Bir insanın uygarlığın geleceğine boş vererek
  • “kişisel haz ilkesine”, (AS: Hedonizm’e) “öbür dünya umuduna” sığınması ise
  • insan olmaktan vazgeçmeye ilişkin bir ahlak sorunu.

====================================
Dostlar,

Homo sapiens” kendi elleriyle kendi sonuna doğru dört nal koşmakta.

Bu yüzyıl sonuna dek havaküre (atmosfer) sıcaklığının en çok 1,5 derece artması bile alarm sınırı iken, bu hedefin yakalanması çok güç görülüyor. Ülkelere tanınan karbon dioksit salım (emisyon) kotaları kürsel pazarda haraç mezat!! Diyelim Çin, ABD.. yoksul, sanayileşmemiş bir Afrika ülkesinin nüfus, yüzölçümü gibi ölçütlere dayalı belirlenen yıllık toplam fosil yakıtları salım (emisyon) kotasını satın alıyor! Satan ne ölçüde bunalımın ayırdında bilinmez ama alanın olası yıkımı bildiği çok açık. Bir bilinç tutulması mı bu??

İnsanoğlu yaşamının kumarını oynamakta! Birkaç çarpıcı örnek..

– DSÖ’ne göre (Dünya Sağlık Örgütü) dünya nüfusunun %99’u (doksan dokuzu!),
DSÖ standartlarına göre kirli hava soluyor.
– Kanserlerin neredeyse %80’e varan kesimi çevresel; Kanser politik bir hastalık!
– Unutulmuş kimi hastalıklar geri dönerken, yepyeni hastalıklar oluşuyor ve bu tür
ardışık afetlerin birlikte, eşzamanlı deneyimlenmesi salt bir zaman sorunu..

Yapılabilecekler belli ve sınırlı                :

1. Sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) söylemi (mottosu) artık “sürdürülebilir” değildir. Hızla SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM (sustainable life) ayarlarına (moduna) geçilmelidir.

2. Küresel nüfus artış hızı %1,05’lerden en çok 10 yıl içinde yüzde yarımın altına çekilmeli,
yıllık net 80 milyonu aşan nüfus çoğalması 40 milyonun altına düşürülmeli.
(Türkiye’de yarım milyonun altına..)

3. BM ve ilgili uzmanlık kuruluşları DSÖ, FAO, UNEP, UNDP, ILO, UNICEF, UNESCO..
ağır küresel bunalımı / sağkalım (beka, survival) sorununu kesinlikle gündemden düşürmeden BM Genel Kurulunda, Güvenlik Konseyi’nde gündemde tutmalı ve küresel kapitalizm mutlaka dizginlenmeli. Tüketim çılgınlığı durdurulmalı, herkes en üst düzeyde tasarruflu yaşamalı.

4. Bilimsel buluşlar çevreyi – doğayı gemlemek için değil (Doğa fahişemiz değil!), onun yasalarını anlayarak birlikte barış içinde yaşamak (peaceful co-existence) felsefesiyle kullanılmalı.

5. Ekolojik devlet – ekolojik anayasalar dönemi açılmalı.

Son olarak; Neondertal insandan Homo sapiens‘e evrilen insanoğlu, 21. yy’ın ilk yarısında,
yepyeni ve “hızlı” bir evrimleşme ile “Homo environmentum“a yükseltgemeli kendisini.

Çünkü; ya Doğa intikam alarak sırtındaki zorunlu parazit insanoğlunu atarak büyük olasılıkla çok daha keyifli olarak evrendeki varlığını biz olmadan sürdürecek;

Ya da pes edecek ki bu da uygarlığın yeryüzünde sönümlenmesi ile eşdeğer.

Belki bu arada evrende başka gezegenlerde yaşam bulunursa ya da kolonileşme olanaklı olursa.. Ünlü kuantum fizkçisi Stephan Hawking‘in uyarısı ise “en geç bin yıl içinde” bu düşötesi (fantastik) tasarımın gerçekleşmesi.

Görünen o ki o denli zamanımız yok; uyan insanoğlu uyan!!

Sevgi ve saygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

 

 

26 Ağustos’lar

GÖRÜŞ
26 Ağustos’lar

PROF. DR. CENGİZ KUDAY

Selçuklu Hükümdarı Alparslan, Malazgirt’te cuma namazı sırasında yaptırdığı bir geçit resminden sonra, ordusuna ezcümle aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:

  • Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğruna savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde yanlış varsa beni kahret. Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melik Şah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak gelecek bizimdir. Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, bütün Müslüman minberlerinde bizim için dua ettikleri şu vakitte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum.
    Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım ya şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler peşimden gelsin, ayrılmayı isteyenler gitsin. Burada emreden Sultan ve emredilen asker yoktur.
    Zira bugün ancak ben de sizlerden biriyim, sizlerle savaşan gaziyim.
    Beni takip edenler ve nefislerini ulu Tanrı’ya adayanlardan şehit olanlar cennete, sağ kalanlar ise zafere kavuşacaklardır.”  
    (26 Ağustos 1071)

Yahya Kemal 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un başlaması üzerine,
26 Ağustos 1922” başlıklı şu güzel şiirini yazar:

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi. 
Senin uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi.
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâmın!”

Nâzım Hikmet Ran; Kuvayi Milliye Destanı’ndan:

26 Ağustos 1922 saat 2.30

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır
Ne ağaç, ne kuş sesi
Ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin
gece yıldızların altında kayalardır
…….
Kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe’den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık Tepesi olmasa
afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
kuzeydoğuda güzelim dağları
ve dağlarda tek/ tek/ateşler yanıyor.
……….
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu/ paşalar: “üç”, dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe’den afyon ovasına atlayacaktı.
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

*****

26 Ağustos 2013

Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye-Suriye sınırında kaçakçılarla önceki gece başlayıp yaklaşık 10 saat süren bir çatışma yaşandığını duyurdu: “200-250 araç,
üç bin kişilik kaçakçı yaya şahıs ile 300-350 atlı başarıyla engellenmiştir.”

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu“Kimyasal incelemesinden sonra Suriye’ye karşı bir koalisyon oluşursa, Türkiye de içinde yer alır.” (Cumhuriyet, 29.8.13)

Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ardından


Dostlar
,

Değerli büyüğümüz, meslektaşımız Dr. Mustafa Şerif Onaran‘ı yitirdik.

87 yaşında bir yaşam bilgesiydi. Çayyyolu Hekimköy’deki evinde, NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış Ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) Genel Kurul, Yönetim Kurulu (bizim 2. başkan olduğumuz yıllarda) toplantılarını yapardık. Eşi Prof. Dr. Leziz Onaran NÜSED Genel Başkanı, sonra Doç. Dr. Özen Aşut‘a devrederek
onursal genel başkan idi.

Dr. Onaran çok başarılı bir Mide – Bağırsak Sistemi (Gastroenteroloji) Cerrahı idi ve Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi‘nde şef idi. Asker hekimlikten Binbaşı iken ayrılmıştı. Atatürk aşığı idi, şiir – edebiyat üstadı idi hekimliğinin yanı sıra..

Bizleri ileri yaşına karşın, bastonuna dayanarak kapıda tek tek karşılar ve uğurlardı sevecen bir konukseverlikle.

Ardından, değerli dostu – dostumuz Atilla Aşut aşağıdaki dizeleri kaleme aldı BirGün gazetesinde.. Eşi de e-ileti ile bilgi verdi.. Sağolun AŞUT dostlar..

Başınız sağolsun Leziz hocam ve Dr. Mustafa Şerif Onaran dostları..

Sevgi ve saygı ile.
28.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Image processed by CodeCarvings Piczard ### FREE Community Edition ### on 2013-05-23 07:54:15Z | http://piczard.com | http://codecarvings.com

 

 

 

 

(İzmir 1927 – Ankara 24.5.2013)

Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ardından..

 

Atilla AŞUT
BİR GÜN Gazetesi, 27.5.13

PortresiŞu satırları, henüz mürekkebi kurumamış,
19 Mayıs 2013 Pazar günkü günlüğümden aktarıyorum:

“Öğleden sonra saat ikide Mustafa Şerif Onaran’ı aradım. Uzun süredir göremiyordum O’nu. Etkinliklere de gelmiyordu. Hatta, “Ankara Öykü Günleri”nin bir oturumunda konuşmacı olduğu halde toplantıya katılmamıştı. BirGün’de yarın çıkacak yazımda onun da adı geçiyordu. Hem durumunu öğrenmek, hem yazıyı haber vermek için telefon ettim. Sesi hayli yorgun ve derinden geliyordu. Ne zaman kendisine telefon açsam, hep şen şakrak konuşur, espriler yapardı. İlk kez neşesiz ve isteksiz gördüm O’nu. ‘Bir süredir hastayım. Toparlanamadım henüz. Öykü Günleri’ne de o yüzden gelemedim.
Oysa İlhan Tarus’un öykücülüğü üzerine konuşacaktım. Yaşlandık be Aşut!
Evden pek çıkmıyorum. Kendimi halsiz, güçsüz hissediyorum.’
 dedi.

Mustafa Şerif Onaran, bilgisayarla barışık bir yazar değildir. Siyah Beyaz gazetesinin Kültür-Sanat editörlüğünü yaptığım günlerde, işlek el yazısıyla yazılmış köşe yazılarını getirirdi her hafta. Gazetenin bir kuralı vardı:

Yazıların e-posta yoluyla ya da disketle gönderilmesi gerekiyordu. Ama Mustafa Bey’in durumunu bildiğimizden, kendisine ayrıcalık tanımıştık bu konuda.

Aradan yıllar geçti, Dr. Mustafa Şerif’in daktilo alışkanlığı değişmedi. Kıyı dergisinde yayımlanan bir yazımda, “Daktilodan Vazgeçmeyenler” dizelgesinde anmıştım adını. Hâlâ da öyledir. Yazılarını önce elle yazıp sonra daktiloya çeker, yayıncılara postayla gönderir. Telefonda söyleşirken, Onaran’ın aşırı yorgunluğunu biraz da buna bağlamıştım. ‘Dergi yazıları yoruyor olmalı sizi?’ dedim. ‘Yooo’ diye yanıt verdi,
Tam tersine, dinleniyorum yazarken. Onlar da olmasa, kendimi büsbütün boşlukta sanacağım. Yazılar bir bakıma yaşama tutunmamı sağlıyor…’

Rahatsızlığı dolayısıyla konuşmayı kısa tuttum. ‘Aradığın, sesini duyduğum için mutlu oldum, sağ ol’ dedi bitirirken. Ben de kendisine sağlık ve esenlik dileklerimi yineledim…”

Bu satırları “Yazıevi Günlüğü”ne düştükten dört gün sonra Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın ölüm haberi geldi…

* * *

Kimi kişilere ölümü konduramazsınız! Yaşları ne olursa olsun, öylesine yaşam doludurlar ki, sanki hiç ölmeyeceklerini düşünürsünüz. Mustafa Şerif Onaran, benim için böyle biriydi. 87 yaşındaydı ama gönlüyle de, kafasıyla da çok gençti. Sürekli yazınla-sanatla beslenen duygusal ve düşünsel dünyası O’nu hep genç kılıyordu. İlerlemiş yaşına karşın, kesintisiz “okuma uğraşı”nı yaşam biçimine dönüştürmüştü. Anadolu’nun en uzak köşelerinde yayımlanan dergileri tanıtmak; okuduğu yazılar-şiirler üstüne yorumlar, değerlendirmeler, değiniler yazmak, O’nun en büyük tutkusuydu.

Yeni yayınları, çağdaş eğilimleri, yazın alanındaki gelişmeleri hep O’nun yazılarından izlerdik. Güncel konuları, engin bilgi birikimiyle harmanlayıp tarihsel göndermelerle zenginleştirerek, içtenlikli bir deneme tadında sunardı okura. Mustafa Şerif’in yazılarını okuyanlar, her zaman yeni şeyler öğrenmiş olmanın sevincini yaşarlardı.

Şu anda 90 yaşında olan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘in bir sözü hayli düşündürdü beni. Üç yıl önce bir dergiye verdiği röportajda şöyle demiş:

“Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil. Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız. Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir. Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz. İnsan için önemli olan, vizyonu ve enerjisidir.”

Bu sözler, Dr. Mustafa Şerif Onaran’ı düşündüğümde, daha da anlamlı geliyor bana…

* * *

Mustafa Şerif Onaran hekimdi. Ama ben O’nu daha çok “edebiyat doktoru” olarak tanımlardım. Yazarlığı hekimliğinin önüne geçmişti. Yazın bilgisi ve birikimi olağanüstüydü. Genç yaşından beri Türkiye’nin en nitelikli yazarlarıyla bir arada olmuş, özellikle Türk Dil Kurumu’ndaki Yönetim Kurulu üyeliği ve Yayın Kolu Başkanlığı sırasında ünlü yazarlarla dostluk kurmuştu. Türk Dili dergisindeki görevi de bu yakınlaşmayı pekiştirmişti. Ankara’nın eski sanat mekânları ve yazın ortamları konusunda uzmandı. Onun dergilerde ve gazete sayfalarında kalmış pek çok anı yazısı, kent belleği açısından büyük önem taşır.

“Yazar” kimliği ağır bassa da, Onaran öncelikle bir ozandı. İlk şiirleri 1944’te İstanbul dergisinde yayımlandı. Daha sonra FikirlerYücelVarlık ve Türk Dili dergilerinde sürdürdü bu uğraşını. Dönemin eleştirmenlerinden övgü de almıştı. Nitekim yanılmıyorsam 1952 yılında Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü Azmi Tekinalp’le paylaşmıştı. Ama O, unutulmuş bir ozandı. Belki de bu yüzden, eski şiirlerini 1986 yılında kitaplaştırırken, “Unutulmuş Şiirler” adını vermeyi uygun bulmuştu.
Ne yazık ki düzyazılarının kitaplaşmasını göremedi. Son zamanlarda bu yolda kimi girişimleri olduğunu söylüyordu. Daha çok Bilgi Yayınevi’nden böyle bir beklentisi vardı. Ama yayınevinin sahibi ve yakın dostu Ahmet Küflü’nün ölümünden sonra kitap tasarısı tavsadı. Belki şimdilerde onun denemelerini, anılarını okurla buluşturmak isteyen başka yayıncılar çıkacaktır.

* * *
Ozanlığı ve yazarlığı yanında, Edebiyatçılar Derneği Başkanı olarak da değerli hizmetleri olmuştur. Özellikle Sivas kıyımının ardından düzenlediği etkinlikleri ve Sivas Kitabı’nın gerçekleşmesindeki çabalarını belirtmeliyim. Kitabın yayın sorumluluğunu O’nun önerisiyle üstlendim. Altı ay gece gündüz çalışarak, 584 sayfalık dev bir yapıt koyduk ortaya. Mustafa Şerif Onaran, bu yorucu süreçte, Dernek yönetimindeki kimi olumsuz yaklaşımlara karşın, özendirici ve yüreklendirici tutumuyla hep yanımda oldu.

Onun yazın alanındaki çabaları saymakla bitmez. Bir dönem TRT 2’de Talât Sait Halman ve Erendiz Atasü ile birlikte sundukları “Sözün Büyüsü” izlencesinin tadı hâlâ damağımızdadır. Son yıllarda Milli Kütüphane salonunda ve Cer Modern’de Rüştü Asyalı ve Berin Ötenel’le yaptığı tematik “Şiir Günleri”nin de hayli tiryakisi olduğunu biliyorum.

Mustafa Şerif Onaran’ın saygıdeğer eşi Prof. Dr. Leziz Onaran’la NÜSHED’de (Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Derneği) birlikte çalıştık. O yüzden Onaran ailesiyle çok yakın bir ilişkimiz oldu. Derneğin yayın organı Son Reçete dergisinin yayın yönetmeniydim. Dr. Mustafa Şerif’in yanı sıra, başta Orhan Asena, Behçet AysanErcan Kesal olmak üzere, NÜSHED yönetimindeki öteki yazar-hekimlerin de yazıları, şiirleri yer alırdı bu dergide. Şimdi yıllar sonra Son Reçete’nin sayılarına yeniden göz attığımda, o günlerde nükleer karşıtı eylemlerde azımsanmayacak işler yaptığımızı düşünüyorum…

* * *
Kendine özgü, yumuşak, sıcak, kucaklayıcı bir yazma biçemi vardı Mustafa Şerif Onaran’ın. Polemikten uzak durur; uzlaşmacı ve barışçı bir dil kullanırdı. Kesin yargılarda bulunmaktan ve yan tutmaktan kaçınırdı. Bu yüzden zaman zaman tartışırdım O’nunla. “Gerektiğinde yan tutmalı, eleştirel bir duruş sergilemeli yazarlar!” derdim. O da bana, kavgacı bir insan olmadığını, diyaloğa önem verdiğini söyler dururdu. Cumhuriyet Kitap’taki köşesinde sık sık çınlatırdı kulağımı. Kimi zaman tatlı takışmalarımız da olurdu. Ama Onu eleştirirken bile saygıyı elden bırakmamaya özen gösterirdim. Yazdıklarım karşısında hiçbir zaman alınganlık göstermemiştir.

Dostluğumuz, son nefesine değin sürdü…

Yazın dünyamız, O’nun ölümüyle bilge bir yazarını, koca bir çınarını daha yitirdi.
Kuşku yok ki, Yahya Kemal’in dediği gibi,

  • “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, müşkül budur ki;
    ölmeden evvel ölür kişi.”

Mustafa Şerif Onaran böyle biri değildi. Dolu dolu yaşadı. Geride güzel bir ad bıraktı.
87’sinde bile yaşam doluydu. O yüzden, “her ölüm, erken ölümdür” sözü bu ölümle
bir kez daha doğrulanmış oluyor.

Sevgili dostumuzu cuma günü Kocatepe’den Cebeci Gömütlüğü’ne uğurladık.
Uğur Mumcu’nun, Tahsin Saraç’ın, Mustafa Ekmekçi’nin, Gürhan Uçkan’ın yanına…

Işıklar içinde uyusun…

* * *

Ş U T

RTE’nin dönme hızı!

ABD’ye giderken:

-“Cenevre Konferansı gibi yaklaşımlar ipe un sermektir.”

ABD’den dönerken:

-“Cenevre’yi önemsiyorum…”

A Ş U T