Dr. Onur ÖYMEN
Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı
Çok değerli Mudanya Belediye Başkanı Sayın Hayri Türkyılmaz, çok değerli İnönü Vakfı Başkanı Sayın Özden Toker, Çok Değerli ADD Genel Başkanı Sayın Hüsnü Bozkurt, değerli siyaset arkadaşım Gürhan Akdoğan, çok değerli Mudanyalı dostlar.
Mudanya Mütarekesinin 100. yıldönümünde burada değerli arkadaşım Uğur Mumcu’nun adını taşıyan bu kültür merkezinde sizlerle bir araya gelmek, görüşlerimi sizlerle paylaşmak benim için büyük bir onurdur.
Mudanya Mütarekesine nasıl gelindi.? Kurtuluş Savaşının büyük bir zaferle sonuçlandırılmasından ve İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasından sonra Yunanların Anadolu’yu terk etmekten başka bir çaresi kalmamıştı. Herkes bu gerçeği kabul etmişti. Bir kişi dışında : İngiltere Başbakanı Lloyd George.
Yunanlar Türklerle mütareke yapılmasını istediklerini İngilizlere bildirdiler. Ancak Başbakan Lloyd George bunu erken bulmuştu. 30 Ağustos Başkomutanlıık Meydan Muharebesinde Atatürk’ün önderliğinde Türk ordusunun büyük bir zafer kazanmasından sonra bile, Lloyd George Türk ordusu İzmir’e ulaşıncaya dek geçecek zaman içinde Yunanların toparlanıp yeni bir cephe kuracaklarını ve mütarekeyi mutlak bir yenilgiye uğramış değil, Türklere direnebilen bir ordu olarak talep edebileceklerini düşünüyordu. Ancak Türk ordusunun büyük bir hızla İzmir’e ulaşması bu hesapları alt üst etti.
Artık Anadolu kurtarılmıştı. Peki hala düşman işgali altındaki Trakya nasıl kurtarılacaktı? İzmir’de halk coşku içinde kurtuluş zaferini kutlarken Atatürk, İnönü ve arkadaşları harita başında bundan sonra atılacak adımı planlamaktaydılar. Edirne dahil Trakya’nın kurtarılması için de gerekirse savaşılacaktı. Ama askeri gücü bir caydırma unsuru olarak kullanıp bu hedefi diplomasi yoluyla gerçekleştirmek her bakımdan daha uygun olacaktı. Atatürk ve İsmet İnönü böyle düşünüyordu.
Atatürk ve arkadaşları bu hedefe ulaşmak için İzmir’in işgalinden sonra boşta kalan 1. Orduyu İzmit bölgesine, 2. Orduyu da Çanakkale bölgesine doğru yönlendirdiler. 2. Orduya verilen talimat şuydu: Çanakkale’de İngilizlere mümkün olduğu kadar yakın bölgeye gelinecek ancak Türk askeri ateş açan taraf olmayacaktı. Askerlerimiz bunu başarıyla gerçekleştirdi. Tek bir mermi atmadan İngiliz mevzilerine 20-30 metreye kadar yaklaştılar. Silahlarını sırtlarına asmaları ateş açmaya niyetli olmadıklarını gösteriyordu.
O günlerde Atatürk İzmir’de yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde Türkiye’nin derhal görüşmelere başlamak istediğini, hedefimizin 8 gün içinde İstanbul’a ulaşmak ve daha sonra Doğu Trakya’yı ele geçirmek olduğunu söyledi. “Mücadelemiz Yunanistan’ladır. Barış planlarımız var ama savaş planlarımız da var” dedi.
İşgal kuvvetleri İstanbul’un çevresinde İzmit’in batısından Çanakkale’nin kuzeyine kadar bir tarafsız bölge ilan etmişlerdi. Bu bölgeyi İttifak devletleri koruyacaktı ve Padişah da bunu kabul etmişti. Yunanlar iki ay önce bu bölgeyi ele geçireceklerini söyleyince, Fransızlar ve İtalyanlar İngilizlere destek olmak için o bölgeye asker göndermişlerdi. Bunu Boğazların güvenliği için yaptıklarını söylüyorlardı. Ancak Ankara hükümeti böyle bir tarafsız bölge kurulmasını kabul etmiş değildi ve şimdi Çanakkale’de Türk askerleri bu tarafsız bölgenin sınırlarının içine girmiş bulunuyordu.
İngiltere Başbakanı ve o tarihlerde emperyalist ülkelerin lideri durumundaki Lloyd George, Türklerin hiçbir koşulda Avrupa topraklarına ayak basmalarına izin verilmeyeceğini, gerekirse bunun için savaşılacağını söylüyordu. Bölgedeki İngiliz komutanına Türkler askersiz bölgeye girdikleri takdirde ateş açılmasını ve savaşın başlatılmasını emretti. Türk askerleri İngiliz hatlarına kadar yanaşmıştı. İngiliz komutan, aldığı emre karşın ateş açtırmadı.
Fransızlarla İtalyanlar Türkiye ile yeni bir savaşa girmek istemiyorlardı. İngiltere’nin asker göndermelerini istediği dominyonlar, yani Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika buna istekli değildi. Türklerle savaşmanın bedelinin ağır olduğunu görmüşlerdi.
İngilizlerin İstanbul’daki komutanı General Harrington Fransız askeri temsilcisi Pellé’ye baskı yapmak istedi ama O, çoktan bir savaş gemisine atlayıp Atatürk’le görüşmek üzere İzmir’e gitmişti. Türk Hükümetiyle 1921 yılında Ankara Antlaşmasını imzalayan Fransız diplomat Franklin Bouillon da İzmir’e gitti. O da Atatürk’ü Türk askerinin tarafsız bölgeye girmemesi için ikna etmeye çalışacak, buna karşılık düzenlenecek konferansta Türkiye’ye destek vereceklerini söyleyecekti.
Atatürk bu önerilere şu yanıtı verdi:
- “Mütareke, askeri harekatı durdurmak anlamına gelir, oysa Türk tarafı mütareke yapılmasının Trakya’nın boşaltılmasına bağlı olduğunu defalarca vurgulamıştır. Ayrıca o ortamda ateş kesilirse Trakya’da Yunan birlikleri yeniden toparlanıp savunma tertipleri almaya çalışacaklardır. Zafer kazanmış bir komutanın görevi, düşmanı kovalayarak böyle bir durumun ortaya çıkmasına fırsat vermemektir.”
Yeni bir savaş ihtimali dünyada, hatta İngiliz kamuoyunda kaygı uyandırıyordu. Daily Mail gazetesi büyük harflerle “Yeni Bir Savaşı Durdurun” diye manşet attı. İngiliz kamuoyunun da hükümetin tutumuna desteği kalmamıştı. Pointcaré’nin Başbakanlığındaki yeni Fransız Hükümeti, Fransız askerlerinin Çanakkale’den ve İzmit’ten çekilmesi için İstanbul’daki temsilcisine talimat gönderdi. İtalyanlar bu koşullarda tarafsız kalacaklarını Mustafa Kemal’e bildirdiler. Artık Çanakkale’de İtilaf devletleri safında yalnızca bir bayrak kalmıştı: İngiliz bayrağı. O sırada İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon Fransız Başbakanı Poincaré’yi ikna etmek amacıyla Paris’e gitti. Paris görüşmeleri çok sert geçti. Fransızların tutumlarından geri adım atmaya ve yeni bir savaş başlatmaya niyetleri yoktu.
Londra’da Başbakan Lloyd George savaş yanlısı tutumunda ısrar ediyordu. Ama bunun çıkar yol olmadığını düşünenlerin sayısı giderek artıyordu. Dışişleri Bakanı Lord Curzon da artık savaş fikrini desteklemiyordu.
Atatürk Doğu Trakya’nın Türklere teslimi koşulu ile ateşkes müzakerelerini kabul edebileceğini söyledi. Ancak İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından en kısa zamanda boşaltılması Ankara hükümetinin temel koşullarından biriydi.
İtilaf devletleri 23 Eylül 1922’de Ankara hükümetine bir nota göndererek barış konferansı toplanıncaya dek bir ateşkes antlaşması yapılması için başvuruda bulundular. Notada İtilaf devletlerinin tarafsız bölge olarak tanımladıkları alana Türk tarafının asker göndermemesi koşuluyla Türkiye’nin Meriç’e ve Edirne’ye kadar Trakya’yı işgal etmek hakkındaki arzusunu olumlu biçimde değerlendirdikleri, bu konuda Türk tarafıyla müzakereye hazır oldukları bildirilmekte ve Barış Konferansının yürürlüğe girmesiyle birlikte İtilaf devletlerinin İstanbul’daki kuvvetlerini geri çekecekleri ifade edilmekteydi. Bunun için İzmit veya Mudanya’da derhal ateşkes müzakerelerine başlanması önerilmekteydi. Bu nota Türkiye’nin başlıca beklentilerinin kabul edildiği ve barışın kapısının açıldığı anlamına gelmekteydi.
Aslında ateşkes isteminin Anadolu’da Türklerle savaşan Yunanlardan gelmesi gerekirdi. Nota’nın İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından gönderilmesi Türkiye’nin gerçek muhatabının kim olduğunu gösteriyordu.
İtilaf devletlerinin Notasına Türk tarafınca verilen yanıtta Doğu Trakya’nın Edirne de dahil olmak üzere Meriç’in batısına kadar Yunanlar tarafından derhal tahliyesi kaydıyla mütareke görüşmelerinin 3 Ekim 1922 tarihinde başlaması önerilmekte ve bu müzakerelerde Türkiye’yi Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa’nın temsil edeceği bildirilmekteydi.
Sonunda İngilizler geri adım atmıştı. Örneğin Churchill şöyle diyordu:
- “Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri İtilaf devletleri için en kötü aşağılanmadır.
- İtilaf devletlerinin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.
- Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin hayatını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunların hepsi bir utanç içinde sona ermiştir”
Ateşkes müzakereleri 3 Ekim’de Mudanya’da başladı. Ateşkes Müzakereleri doğal olarak savaşan taraflar arasında yapılırdı. Bu kez öyle olmadı. Türklerle savaşan Yunanistan’ın temsilcisi Mudanya’daki görüşme masasında yoktu. Yunan General Mazarakis ve Albay Sariyanis, açıkta bulunan bir Yunan gemisinde, görüşmeleri uzaktan izleyeceklerdi!
Türkiye’nin karşısında İngiltere, Fransa ve İtalya’nın temsilcileri yer alacaktı. Peki Konferansın başkanlığını kim yapacaktı? Bu konuda önceden bir görüşbirliğine varılmamıştı. İsmet Paşa görüşmeler başlarken fiili durum yarattı. Başkanlık koltuğuna oturdu, İngiliz Generali Harrington’u sağına, Fransız Temsilcisi General Charpy’yi soluna, İtalya Generali Mombelli’yi karşısına oturttu. Bu düzenlemeye kimse itiraz etmedi. Mudanya’da bulunan Franklin Bouillon da görüşmeleri gözlemci olarak bir köşeden izleyecekti.
Sonradan anlaşıldığına göre Başbakan Lloyd George sonuna dek Yunanistan’ın beklentilerinin gerçekleşmesi için çaba göstermiş ve Türk askerleri Çanakkale’deki İngiliz hatlarına doğru yürüyüşe geçtiği sırada Türk tarafına bir ültimatom verilmesi ve Türk askerleri durmadığı takdirde üzerlerine ateş açılması için General Harrington’a emir vermişti. General Harrington bu emrin uygulanmasını kendi inisiyatifi ile 24 saat geciktirmiş, böylece bir savaşın başlamasına fırsat vermemişti.
Müzakereler esas olarak İsmet Paşa ile General Harrington arasında yürütüldü. Fransızlar ve İtalyanlar görünürde Harrington’u desteklediler ancak çeşitli vesilelerle Türk tarafının görüşlerine yakınlık gösterdiklerini hissettirdiler. Atatürk İsmet Paşa’ya gerekli talimatı vermişti ve müzakereleri günü gününe takip etmekteydi. Atatürk’ün talimatının özü şöyleydi:
- Kırkağaç bir Türk mahallesidir. Yunan kuvvetleri tümüyle Edirne’nin batısına çekilmeli ve orada TBMM Hükümeti oluşturulmalıdır.
- Trakya’nın boşaltılması ve Türklere teslimi derhal başlamalı, aralıksız sürdürülmeli ve en geç 30 gün içinde tamamlanmalıdır. İtilaf devletlerinin temsilcileri tarafımızdan teslim alınan her noktadan derhal çekilecek ve 30 günün sonunda Trakya’nın hiçbir yerinde kalmayacaktır. Yunan ordusunun Anadolu’dan alıp götürdüğü sivil ahali derhal geri verilecektir.
- Azınlıklar konusu Mudanya Konferansının konusunun dışındadır.
- Doğu Trakya’nın boşaltılmasından sonra bu bölgede İtilaf devletlerinin herhangi bir denetimi söz konusu olamaz. Ancak Batı Trakya’nın bir bölümünün Fransızlar tarafından işgali güven verici olur.
- İlkelerde görüş ayrılığı olup da görüşmelerin sürdürülmesi durumunda Boğazlarda tahkimat ve askeri önlemlerin alınmasından kaçınılmasını isteriz.
- Ateşkes antlaşmasından sonra bile, İstanbul ve Çanakkale’de İngilizlerin bulunması kabul edilemez.
6 Ekim tarihli toplantıda Harrington Hükümetinden talimat alamadığını bildirdi. Buna karşılık İtalyan temsilcisi Mombelli Hükümetinin Türkiye’nin görüşlerini kabul ettiğini açıkladı.
General Harrington’un Türk teklifleri karşısında direnmesi Ankara’da tepkilere neden oluyordu. 6 Ekim 1922’de İsmet Paşa, Atatürk’ten iki talimat aldı. Bunlardan birincisinde Yunan askerlerinin çekileceği Trakya’nın bize teslim edilmesinin şart olduğu, buna karşılık barış yapılıncaya kadar Trakya’ya asayiş ve inzibat kuvvetlerinden başka birlik geçirmeyeceğimizi bildirilmekte ve “Bugün 14.30’da toplanacak konferansta belirtilen esaslar taraflarca ilke olarak kabul edilmediği takdirde daha sonra sürdürülecek görüşmeler sırasında askeri harekatımızın durdurulması telafi edilemeyecek sakıncalar doğuracağından, harekatın durdurulmasına ilişkin yetkiniz 6 Ekim saat 18.00’den itibaren kaldırılmıştır.” denilmekteydi
İkinci talimatta ise “Trakya’nın İzmir’de belirlediğimiz esaslar çerçevesinde TBMM Hükümetine geri verilmesi kabul edilmediği takdirde, 6/7 Temmuzda derhal İstanbul üzerine harekete geçiniz” ifadeleri yer almaktaydı. Bu talimatta ayrıca, “Müzakereler olumsuz sonuçlandığı takdirde Trakya’daki düşmanı takip için İstanbul ve Çanakkale üzerinden harekete geçecek kıtalarımızla İngiliz kıtaları arasında herhangi bir yanlış anlamaya meydan bırakmamak için gerekli önlemlerin alınmasını istediğimiz bildirilmelidir.” denilmekteydi.
,
General Harrington, Dışişleri Bakanı Lord Curzon Paris’e gittiği için Hükümetiyle iletişim kuramadığını bildirerek toplantının ertesi güne bırakılmasını istedi. 9 Ekim’e kadar toplantı olmadı. Atatürk antlaşmanın gecikmeden imzalanmasını istiyordu. O gün Harrington Mudanya’ya geldi. Hükümetinden talimat aldığını bildirerek şunları söyledi: “İtilaf devletleri Hükümetleri Doğu Trakya’yı size bırakıyorlar. Meriç’in batısındaki Karaağaç da size verilecektir. Askerlerimiz barıştan sonra İstanbul’u terk edeceklerdir. 45 gün içinde yönetiminiz Trakya’ya yerleşmiş olacaktır. Trakya’da bulunduracağınız Jandarmanın sayısını birlikte saptayacağız.
İsmet Paşa İngiliz generalinin verdiği antlaşma metnini dikkatle inceledi. Sözlü olarak söylenen bazı hususların yazılı metinde yer almadığını, örneğin Karaağaç’ın Türklere verileceğinin yazılmadığını gördü. Trakya’nın bize teslimi için belirttiğimiz süre 30 günden 45 güne çıkartılmıştı. Maddeler üzerinde uzun görüşmelerde bulunuldu.. Metinde kimi düzeltmeler yapıldı. Tahliye için önerdikleri 45 günlük süre indirildi. Bütün Trakya 30 gün içinde Türklere teslim edilecekti. Trakya’ya 8.000 Jandarma geçirmemiz kabul edildi. İstanbul ve Çanakkale bölgelerindeki askerlerimiz bulundukları yerde kalacaklardı.
Mütareke 11 Ekim 1922 sabahı imzalandı. Yunanlar bu metni imzalamaya yetkili olmadıklarını belirtmişlerdi. General Harrington İsmet Paşa’ya bunda bir sakınca olmadığını, Yunanlar imzalamasa bile antlaşmanın yürürlüğe gireceğini söyledi. Bu ifadeler Yunanistan’ın Anadolu’da yürüttüğü savaşta esas söz sahibinin İngiltere olduğunu göstermekteydi.
Ateşkes antlaşması Türkiye’nin istemleri doğrultusunda tek bir mermi bile atılmadan kabul edilmişti. Trakya’nın Yunanlar tarafından boşaltılması gibi konular Mudanya’da kararlaştırılmadığı takdirde, esas Barış Konferansında bu gibi sorunlar gündemin önemli bir bölümünü kapsayacak ve dikkatler bizim esas olarak görüşülüp karara bağlanmasını istediğimiz konular yerine Mudanya’da ihtilaflı kalan sorunlara çekilecekti. Böylece bu sakınca ortadan kaldırılmış oldu.
Mudanya Mütarekesi bütün bu nedenlerle Türkiye açısından büyük bir diplomatik başarı oldu ve Barış Konferansının yolunu açtı. Artık Boğazlarda kalacak olan yalnızca İngiltere’ydi. Zira İtalyanlar daha önce Anadolu’nun tamamından çekilmişler, Fransızlar da Mudanya Antlaşmasından önce Çanakkale’yi terk etmişlerdi. Atatürk’ün önderliğinde Türkiye’nin verdiği mücadele yalnız Yunanistan’ı Türk topraklarından atmakla kalmamış, İngiltere’deki devlet yönetiminde kalıcı sonuçlar verecek bir depreme yol açmıştı.
Lloyd George Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.
İngiltere hükümetinde yer alan Muhafazakar Parti, 19 Ekim 1922’de Carlton Club bildirgesiyle hükümetten ayrıldı. İngiliz hükümeti düştü. Austen Chamberlain Parti Başkanlığından çekildi. Lloyd George da, Liberal Parti de bir daha iktidara gelemedi. Muhafazakar Parti’den Bonar Law Başbakan olarak hükümeti kurmakla görevlendirildi. Law, The Times gazetesine gönderdiği bir mektupta, “İngiltere İtilaf devletlerinin yardımı olmadan salt kendi ulusal çıkarlarını koruyabilir… Tek başımıza dünyanın jandarması rolünü oynayamayız” dedi. Bu İngiltere’nin tarihinde dönüm noktası olacak yeni bir yaklaşımı yansıtıyordu. Artık İngiltere, uluslararası ilişkilerde tek başına ağırlık sahibi olamayacaktı.
Lloyd George’un Türk Kurtuluş Savaşından sonra yaptığı bir konuşmada Atatürk ile ilgili olarak şu sözleri söylediği yabancı kaynaklarda yer almaktadır:
- “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor.
- Şu talihsizliğimize bakın ki, böyle bir dahi Küçük Asya’da karşımıza çıktı.
- Hem de bize karşı! Elden ne gelebilirdi ki?”[1]
Mudanya Mütarekesinden sonra Atatürk yakın arkadaşlarıyla beraber Bursa’ya geldi. Orada General Refet Bele’yi Ankara Hükümeti’nin İstanbul Temsilciliğine ve Trakya’daki Türk birliklerinin komutanlığına atadı. İsmet Paşa’yı da Lozan Konferansında Türk Heyeti Başkanlığına atama kararını orada kesinleştirdi. Bunun için İsmet Paşa’nın Dışişleri Bakanlığına atanması gerekiyordu. Atatürk o görevde bulunan Yusuf Kemal Tengirşek’e, bu görevi İsmet Paşa’ya devretmesini rica etti. İtilaf devletleri 13 Kasım’da Lozan’da başlayacak Barış Konferansı için davette bulundular.
Lozan müzakerelerinde İsmet Paşa her vesileyle Mudanya’da sağladığımız sonuçları dile getiriyor, buna karşılık Konferansa başkanlık eden İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise “Siz Mudanya’dan geldiniz ama biz Mondros’tan geldik. Siz Yunanları yendiniz ama İtilaf Devletlerini yenemediniz..” diyordu. Oysa Atatürk, Kurtuluş Savaşının İngiltere’nin liderliğindeki emperyalist ülkelere karşı yapıldığını ancak Yunanistan’la savaşıldığının söylendiğini” vurgulamıştır. Gerçekten Mudanya’da Yunan delegesinin masaya bile oturamaması, gerçek durumu ortaya koymuştu. Türkiye’nin masadaki muhatabı İtilaf devletleriydi ve Kurtuluş Savaşı gerçekte o devletlere karşı yapılmış, Yunan kuvvetleri 1919 Paris zirve toplantısında İtilaf devletlerince Türkiye’ye saldırmaya yönlendirilmişti ve Lozan’da Venizelos da bu gerçeği İsmet Paşa’ya açıkça söylemişti.
İşin esası Mudanya Mütarekesi bir ateşkes antlaşmasının boyutunu çok aşan ve Lozan Barış Antlaşmasının zeminini hazırlayan bir antlaşmaydı ve Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye, Mudanya ve Lozan’da peş peşe iki siyasal zafer kazanmıştı. Bu diplomasi zaferlerinde İsmet Paşa’nın rolü büyüktü.
Bütün bunlar, Mudanya Belediyesi’nin Mudanya Barış Yolu Ödülü koymasının ve bu yıl bu ödülün Mudanya Mütarekesinin 100. yılı vesilesiyle Atatürk’ün en yakın arkadaşı İsmet İnönü’ nün kızı ve İnönü Vakfının kurucu başkanı çok değerli Özden Toker’e verilmesinin ne denli doğru olduğunu gösteriyor. Hem Mudanya Belediyesini hem de değerli dostumuz Özden İnönü’yü bu vesileyle içtenlikle kutluyorum.