Etiket arşivi: Tuğrul Türkeş

Körfez’de kriz: Katar yenilirse Türkiye de yenilmiş sayılır mı?

Körfez’de kriz: Katar yenilirse Türkiye de yenilmiş sayılır mı?

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye kamuoyunda Körfez bölgesine dair iki yerleşmiş algı var. Birincisi, bu ülkelerin, yani Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan (SA), Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, hepsinin aynı toplumsal, dinsel kökene sahip oldukları için aynı dış politikayı izleyecekleri ve ikincisi ise hiçbirinin ABD dış politikasından bir milim sapmayacakları, Washington’un sözünden çıkmayacakları düşüncesidir. Son kriz, Körfez bölgesine ilişkin kafa karışıklığını iyice artırdı.

ilhanuzgelKriz beklenmedik bir anda çıktı. Daha yeni Trump Suudi Arabistan’ı ziyaretinde 50’den fazla Müslüman ülkenin katıldığı bir toplantıyla İran karşıtı bir blok oluşturmuş, Katar da bunun içinde yer almıştı. Bundan sonraki adımın İran’a yönelik sertleşme olması beklenirken, birden küçük Katar’ın üzerine başta Trump yönetimi olmak üzere Mısır, SA ve diğer Körfez ülkeleri neredeyse çullanınca dikkatler bölgeye yöneldi.

Bunun nedenleri üzerine çok geniş bir spekülasyon yelpazesi oluştu. Kısaca sıralamak gerekirse:
-Katar Yatırım Fonu’nun Rus Rosneft’in hisselerinin % 19,5’ini alması
-Irak’ta kaçırılan Katarlılar için radikal İslamcılar ve İran’a bir milyar dolar fidye ödendiği iddiası
-Rusya’nın, hackerleri aracılığıyla Körfez’deki uyumu bozmaya çalışması (kriz Katar Emiri’nin “İran bölgede önemli bir İslami güç” dediği bilgisinin internet sitesine düşmesiyle başladı)
-BAE’nin, ABD’nin Centcom üssünü kendi topraklarına taşınmasını istemesi
-ABD’nin Katar’a silah satmak istemesi
-Katar’ın Müslüman Kardeşler örgütüne destek olması
-Katar’ın İran ve Hizbullah ile fazla yakınlaştığı
-İsrail’in bu yüzden krizi tetiklediği

Bunlardan en akla yakını, bölgesel siyasetin dönüşen dinamikleri de göz önüne alındığında, Katar’ın değişen bu siyasete uyum sağlama konusunda direnmesi ve İran’a karşı giderek dozu artan bir sertleşme ortamında, geçmişte göz yumulan aykırı ve ayrıksı dış politika çizgisinin sorun yaratmaya başlaması gibi gözüküyor.

Burada özellikle kamuoyunda krizin nedeni olarak ABD’nin SA ve Katar’la silah satış anlaşmaları imzaladığı yolundaki kolay kabul gören açıklamanın doğru olmadığını da söylemek gerek. Bunun neden silah satışıyla ilgisinin olmadığı aşağıda ayrıntılandıracağım.

KÖRFEZ’DE BİR “DİKEN” OLARAK KATAR

Vatandaş olarak nüfusu 300 bini geçmeyen (Katar yönetimi zenginliği paylaşmamak için ülkesinde uzun yıllardır yaşayanlara bile vatandaşlık vermiyor. Bunun toplamı 2,3 milyon kadar) bu küçük ülkenin üç önemli özelliği var. Birincisi, dünyanın üçüncü büyük doğal gaz rezervine sahip olması, ikincisi üzerinde 11 bin Amerikan askerinin bulunduğu bir üssü barındırıyor olması, üçüncüsü ise özellikle 1990’lardan başlayarak başta SA olmak üzere diğer Körfez ülkeleriyle sorunlu ilişkilere sahip olması.

Katar için sorun küçük ve zengin bir ülke olarak tek kara bağlantısını oluşturan SA tarafından yutulma ve onun etki ve nüfuzu altında kalma endişesi oldu. Örneğin 1992’de bu ülkeyle küçük çaplı bir sınır çatışması yaşadı. 1995’te babasını darbeyle indiren Emir Halife Al Tani ile birlikte Katar, SA etkisinden çıkmaya yönelik bir dış politika izlemeye başladı. 2002’de SA’dan kaçan rejim aleyhtarlarını ülkesine kabul edip televizyona çıkartınca, Riyad büyük elçisini geri çekti ve beş yıl geri göndermedi. 1991 Irak savaşı sonrasında SA’da bulunan Amerikan askerlerini kabul ederek aslında kendi güvenliğini de bir bakıma garanti altına almaya çalıştı. 2013’te ise Temim Al Tani başa geldi ve dış politikası daha aktif hale geldi.

Katar gaz ihracından elde ettiği müthiş parayı kurduğu Katar Yatırım Otoritesi aracılığıyla dünyanın her yerinde çok farklı alanlarda yatırım yapmak için kullanırken, siyasal olarak da dış politikasını giderek çeşitlendirdi, üyesi olduğu Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinden farklılaştırdı. 2013’e dek daha çok yumuşak güç (soft power) olarak ticaret, finans, yatırım, medya, eğitim, dış yardım gibi alanlara yoğunlaşarak sahip olduğu maddi gücün çok ötesinde bir etki alanıyla SA’yı dengelemek istedi.

2005’te kurduğu ve 335 milyar dolarlık bir mal varlığını yöneten Katar Yatırım Otoritesi başta İngiltere, ABD, Çin ve Almanya olmak üzere çok sayıda Volkswagen’den İngiliz gaz dağıtım şirketine, Çin Tarım Bankası’ndan Miramax film şirketine dek riski dağıtan ve çeşitlendiren bir yatırım stratejisi izledi.

Yine bu çerçevede Doha’da bir Eğitim Kenti (Education City) kurarak Amerikan üniversitelerinin (Georgetown, Carnegie Mellon, Northwestern) kampüs kurmalarını sağladı, Rand, Brookings gibi önde gelen Amerikan düşünce kuruluşlarına Doha’da ofis imkanı tanıdı. El Cezire televizyonu bütün Arap dünyasında etkili bir araca döndü ama bunun da bir bedeli oldu.

Bir yandan Katar Havayolları, öte yandan Katar Ulusal Bankası ülkenin ulaşım ve yatırım kapasitesini artırırken Katar Foundation aracılığıyla sponsorluklar imajını güçlendiriyordu. Bu hırs sonuçta 2022 Dünya Futbol Şampiyonasının ev sahipliğini üstlenmeye ve bunun için rüşvet skandalına karışmaya kadar vardı.

BOYUNU AŞAN İŞLER

Katar bu yumuşak güç unsurlarıyla sınırlı kalsaydı Körfez’de rahat da edebilirdi ama 2013’ten başlayarak siyasal açıdan bölgede akıntıya karşı işlere girişmeye başladı. Ortadoğu’nun karmaşık ve kaygan dostluk/düşmanlık, ittifak/hasım denklemlerinde kafa karıştırıcı diplomatik ve siyasi angajmanlara girmeye başladı. Bu noktada Katar’ın kapasitesiyle en uyumlu işlevi, Lübnan, Yemen ve Sudan’da etkili sonuç aldığı arabuluculuk tipi girişimleri olabilirdi ve Katar Ortadoğu’nun Norveç’i muamelesi görebilirdi. Ama Katar arabulucukla yetinmeyip bölge siyasetinde belirleyici bir aktör olmaya çalıştı.

Burada komşularını rahatsız eden en olmayacak denklemi kurdu. Hem statüko karşıtı Sünni gruplarla, hem de İran ve Hizbullah ile yakınlaştı.

İran cephesinde, Katar bu ülkeyle ilişkilerini yakın tutarak SA’yı dengelemeye çalıştı. Karşılıklı ziyaretler ve siyasal alanda işbirliği giderek arttı. Bir önceki emir Hamad Tahran’ı ziyaret ederken, Aralık 2013’te İran dışişleri bakanı Katar’a geldi ve burada yeni Emir Sani, İran’ı bölgede güçlü görmek istiyoruz dedi. İki ülke ayrıca İran’da bir serbest ekonomik bölge kurulması konusunda anlaştı. Ama daha kritik bir gelişme, Bağdat’ı ziyaret eden Katar dışişleri bakanının, İran Devrim Muhafızları’nın Suriye ve Irak’taki Kudüs birliklerinin başında bulunan General Kasım Süleymani ile görüştüğü iddiasının geçtiğimiz Mayıs ayında SA medyasında dillendirilmesiydi. Bu görüşmenin gerçekten yapılıp yapılmadığını bilmek mümkün değil ama yapıldıysa krizi tetikleyici bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Eğer yapılmadıysa Suudiler krize meşruiyet sağlamak için bu haberi üretmiş olmalılar.

Daha önemli bir nokta Katar ve İran’ın Basra Körfezi’nde bitişik bir doğal gaz sahasından yararlanıyor olmaları. Katar ihraç ettiği gazın yarısını bu sahadan çıkarıyor ve bu yüzden de İran ile arasını iyi tutmaya çalışıyor.

Katar’ın Sünni İslamcı örgütlerle ilişkisi ise iyice karışık. Bir yanda Müslüman Kardeşler örgütüne verdiği açık destek, öte yanda Taliban ve El Kaide ile sürdürdüğü dirsek teması, bu küçük ülkeyi ve dış politikasını tanımlamakta güçlük yaratıyor.

Bu politikanın ilk belirgin işareti Hamas Gazze’de seçimi kazanınca başladı. Katar, Hamas’ın hem destekçisi hem de finansörü oldu, Hamas lideri Meşal Suriye’den çıkmak zorunda kalınca onu kabul etti, bir önceki Emir 2012’de Gazze’yi ziyaret etti.

Arap Baharı sürecinde bir yandan El Cezire yayınları, öte yandan elindeki finansal imkanlarla Mısır, Libya ve Tunus’ta Müslüman Kardeşler’in uzantısı yönetimleri destekledi. Dengeyi koruyabilmek için Bahreyn’de ve Yemen’de ise SA’nın yanında yer aldı. Ama Mısır’daki darbeden sonra MK üyeleri Katar’a sığınınca, bu kez SA, BAE ve Bahreyn 2014’te diplomatik ilişkileri kestiler.

Katar ayrıca 2013’te Doha’da bir Taliban ofisi de açtı. Bu ofis Taliban ile Afgan ve Amerikalı yetkililer arasında bir temas trafiği sağlıyordu.

Bütün bu aykırı görünen dış politika trafiğini Katar, ABD’nin gözetiminde ve onayıyla gerçekleştiriyordu. Sonuçta ABD, kendisi yapamayacağı ve doğrudan içine girmek, taraf olarak görünmek istemediği sorunlarda Katar’ın sağladığı bu esnek, her yere, her aktöre ulaşabilen diplomasi akrobasisinden faydalanıyordu ve sınırları aşmadığı ve bu yarar devam ettiği sürece de, bazı eleştirilere rağmen sessiz kalıyordu.

Katar bu süreçte çok iddialı olan bazı dış politika girişimlerinde bulunmaya başladı ve Arap Baharı’yla bunlar daha çok göze battı. Libya, Mısır, Gazze ve Yemen ama özellikle Suriye’de Katar kendi güç ve kapasitesinin çok ötesinde bir politika izlemeye başladı. Katar yalnızca sahip olduğu finansal gücüyle sınır ötesi stratejik maceralara girişecek durumda olmadığı için burada Türkiye ile ortak hareket etmeye başladı. Ekonomik maliyetini Katar’ın, istihbarat ve askeri yönünü Türkiye’nin sağladığı bu işbirliği süreciyle Libya’da ve Suriye’de İslamcı gruplara her türlü destek verildi, Türkiye ile Katar neredeyse kader birliği yapan ayrılmaz bir ikili gibi çalıştı. Hem MK, hem de militan İslamcı gruplara verilen bu destek, bu grupları kendilerine tehdit olarak gören başta SA olmak üzere diğer Körfez ülkelerini uzun süredir rahatsız ediyordu. Bekledikleri fırsat Trump’ın SA ziyaretinde verdiği destekle geldi ve toplu bir hesap kesme sürecine gidildi. Yalnızca bir diplomatik yalnızlaştırmanın da ötesinde işin içine bu kez Mısır da dahil oldu ve Kuveyt ve Umman hariç, bölge ülkeleri Katar’ı hem diplomatik, hem de ekonomik açıdan sıkıştırıp dize getirmeye çalıştılar.

TRUMP’IN SİLAH SATIŞI EFSANESİ

Krizin Katar ABD’den silah satın alsın diye çıkarıldığını ve geçen gün Katar savunma bakanının Washington’da 12 milyar dolar karşılığında F-15 uçağı satın alma anlaşması imzaladığı haberinin duyulması bu konudaki kanıyı güçlendirdi. Ama hem SA’ya 110 milyar dolarlık, hem de Katar’a 12 milyar dolarlık silah satış anlaşması haberi yanıltıcı. Bir defa SA bu konuda bir anlaşma imzalamadı, yalnızca bir niyet beyan etti. Zaten daha önceden yapılmış bir anlaşmalar var ve onlar işliyor.

Katar’a gelince, bu ülke daha 2013’te Obama yönetimine eskiyen Fransız Mirage savaş uçağı filosunu yenilemek için 36 F-15 uçağı alımı talebinde bulunmuştu. 2014’te ise Katar Apachi helikopterleri, Patriot ve Javin füze sistemleri alımı için 11 milyar dolar karşılığında anlaşmıştı.

Burada sorunlu olan bakış açısı, ABD’nin Körfez ülkelerine silah satmaya çalıştığı ama bu ülkelerin almamak için direndiği şeklindeki anlayış. Gerçekte durum bunun tersi. Yıllardır bu ülkeler ABD’den gelişmiş silah sistemleri almaya çalışırken işi yokuşa süren ABD yönetimi ve özellikle Kongre etkeni oluyor. F-15 ve F-18 gibi gelişmiş savaş uçakları söz konusu olduğunda en büyük baskı bunların bir gün kendisine karşı kullanılma ihtimalinden çekinen İsrail’den geliyor. Katar 2013’ten beri F-15 uçağı almaya çalışıyordu ve Obama, savunma sanayisinin de baskısıyla, gecikmiş olan anlaşmayı ancak Kasım 2016’da imzaladı. Dolayısıyla, Katar’ın şimdi imzaladığı anlaşmada tür ya da miktar belirtilmiyor ve söz konusu anlaşma bir ihtimal bu sistemlerin teslimine ilişkin olabilir.

TÜRKİYE BU KRİZİN NERESİNDE?

Türkiye geleneksel olarak Ortadoğu’da, özellikle Araplar arası krizlere mesafeli dururdu. Bunu gereksiz bir şekilde Kemalizmin basiretsizliği, inisiyatif eksikliği ya da Ortadoğu’ya sırtını dönme olarak tanımlamak yerine, belli bir mantığa dayanan bir politika olduğunu tekrar düşünmek gerekiyor.

AKP ile bu politika tamamen terk edildiği gibi, dış politikada önce yeni Osmanlıcı ve İslamcı, sonra Sünni eksenli dış politika izlenirken, bu son krizle birlikte Türkiye artık Sünni Araplar arası bir krizin parçası oldu ve açıkça Katar’ın yanında yer aldı.

Tahmin edilebileceği gibi bu son derece riskli bir politika. Çünkü Katar’ın karşısında Mısır, SA, Bahreyn ve BAE var. Hiçbir boyutunun Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmediği bu krizde SA’nın karşısında yer alması, kriz bittikten sonra Türkiye’nin kendisine zarar verecek boyutlar içeriyor.

Öncelikle bu kriz Katar içinde bir lider değişikliğiyle sonuçlanabilir ya da Katar bu baskıya direnemeyip Suudilerle ve tabii ABD ile aynı hatta gelebilir. Bu durumda, Türkiye’nin Katar’a verdiği desteğin bir anlamı olmayacağı gibi, ileride sınırlı da olsa bir bedel ödeyebilir.

Daha önemlisi, Türkiye’nin Katar’da kurmaya başladığı askeri üs. İlk kez Türkiye sınırları ötesinde bir ülkede askeri bir üs kuruyor. Ama bunun getireceği risklerin ne kadar hesap edildiği belli değil. Kriz düşük bir ihtimal de olsa, sınırlı bir sıcak çatışmaya dönüşse ve üs bir şekilde isabet alsa ki benzeri bir durum Musul yakınlarındaki Başika Kampı’nda yaşandı, bu Türkiye’yi çok zor durumda bırakır. Kriz bitinceye dek bu risk devam edecek.

Türkiye’nin ısrarla Katar’ın yanında yer almasının nedenlerine gelince; ilk önce iktisadi işbirliği önemli bir etken. Katar Digitürk (BeIN), Finansbank ve Abank gibi şirketleri satın almanın yanında çok sayıda gayrimenkul yatırımı da var. Ama daha önemlisi, Katar’dan bir ihtimal gelen sıcak para ile Türkiye’nin yaklaşık 13 milyar dolarlık inşaat sektöründeki ihaleleri. Tabii bir de her iki rejimin birlikte yürüttükleri Arap Baharı sürecinde Suriye’deki ÖSO başta olmak üzere radikal İslamcı gruplara verilen destek ve buna eşlik eden ortaklık var.

Krizde Erdoğan Katar’ın yanında yer aldığını açıklayınca, hükümete yakın medya “Diren Katar”, “Katar’ın 15 Temmuz’u” tarzında yayınlar yapmaya başladılar ve asıl hedefin Türkiye olduğunu ileri sürdüler. Katar’ın her açıdan sıkıştırılması Türkiye’nin tek dostu olan Katar’ı da kaybetmesiyle sonuçlanabilir ki, ülke olarak bu coğrafyada başka dostu kalmaz.
===========================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. İlhan Uzgel, Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye’de Uluslararası İlişkiler hocamızdı. Geçtiğimiz yıl Mülkiyeliler Balosunda aynı masada oturmuştuk. Prof. Uzgel, AKP’nin OHAL KHK’larından biri ile görevinden uzaklaştırıldı ne yazık ki. Ancak bilim namusu ve yurtseverlik gereği görevini, her durum ve koşulda sürdürüyor.. Yazıda, konuya egemenliğin derinliğine dikkat edilmesi hakseverlik olur.

Türkiye, ölçüsüz bir risk almıştır hem Katar’da askeri üs kurarak hem de ek askeri birlikler göndererek. TBMM’de, Anayasa’nın 92. maddesi uyarınca Katar’a askeri birlik gönderilmesi istemine dönük AKP hükümeti tezkeresi enine boyuna tartışılmamıştır. TBMM, AKP’nin 316 vekili ve Genel Başkan RTE’nin ağırlığıyla bağımsız istencini (iradesini) sergileyememekte, adeta noter gibi çalıştırılmaktadır. 3 Kasım 2019 seçimleri ile AKP – RTE bir kez daha işbaşına gelirse, TBMM’nin iyice göstermelikleşeceği tartışma dışıdır.

  1. AKP = RTE, sorunun ciddiyetini ve karmaşıklığını yeni kavrıyor gibi görünüyor. Bunu Erdoğan da itiraf etmişti bunalımın başında ve dün (20.6.17) sözcüsü Kalın aracılığıyla “.. Suudi Kralının bunalımın aşılması için himmetini esirgemeyeceği..” yolunda dilek ve niyet kipli epey alttan alan bir dil kullandi. 11,437 km2’lik (Konya 38.873 km2) avuç içi kadar yarımadada Türk birliklerinin olası bir sıcak çatışmada güvenliği ve tahliyesi nasıl sağlanabilecekir? Hava yoluyla İstanbul’dan 2740 km uzaklık söz konusudur. Karayoluyla 3 bin km’ye yakın ve mutlaka S. Arabistan topraklarından geçmek koşulu ile muazzam bir uzaklık.. Sıcak çatışmada S. Arabistan’ın karasal girişe izin vermeyeceği tartışma dışı iken, hava koridoru da kesilebilir. Türkiye, olmayan balistik füzeleriyle mi koruyacaktır Katar’ı ve uzak diyarlara yolladığı Mehmetçiklerini.. Yemen Türküsü’nün acılı ezgileri kulaklarımızı tırmalıyor..
  • Katar… Katar… Katar Türkiye’ye ne katar, ne götürür?
  • Bunun da hesabını bir tek RTE mi yapar?

Hiç sorulmadı sanırız ama bizim aklımıza geliyor.. OPEC üyesi Katar’ın doğalgazı dışında ciddi petrol kaynakları da var.. Damat da enerji bakanı.. Ticari ilişkiler var mı, varsa ne boyutta acaba? TBMM’de bir soru önergesi olarak gündeme getirilse gerçekçi ve zamanında (hızlı) yanıt alınabilir mi? Alınamazsa neden??

Şimdilik net olan, “.. her iki rejimin (Türkiye + Katar) birlikte yürüttükleri Arap Baharı sürecinde Suriye’deki Esad karşıtı ÖSO başta olmak üzere radikal İslamcı gruplara verilen destek ve buna eşlik eden ortaklık..

Konjonktürel nedenlerle bu fatura bütünüyle ve açıktan masaya konmuyor olabilir. Nitekim Trump da S. Arabistan ziyaretinde teröre destek veren birkac ulkeyi belirtip “.. hepsini saymayayim.. ” dedi.. Iste böyle hem kullanir hem de terör suclusu ilan eder let! ?
Fakat hiç kuşku duyulmasın, küresel aktörler yararlarını ençoklayacak bir strateji ile en optimal yer ve zamanda bu kartlarını masada ileri süreceklerdir.

MİT TIR’larının yükü ve gittiği yer konusunun iktidarın aşil topuğu oluşu da elbette bağlantılı ve boşuna değil.. Başbakan Yrd. T. Türkeş yeminlerle açıkladı Türkmenlere gitmediğini bu TIR’ların.. Yükü silah olmasa da, terör örgütlerine başkaca lojistik destek sağlanması uluslararası hukukta suçu ortadan kaldırabilir mi??

UCM’nin (Uluslararası Ceza Mahkemesi) yargı yetkisine giren 3 suç var : Savaş suçu / İnsanlığa karşı suç / Soykırım suçu..  Yarı buçuk da saldırı suçu..

Haydi hayırlısı.. 21 Haziran yılın en uzun aydınlık günü..

Bu konuda sitemizde daha önce yer verdiğimiz 2 yazıya da bakılmasını dileriz :

http://ahmetsaltik.net/2017/06/11/katar-krizi/ Katar’a_asker_gonderme_karari_vahim_bir_hatadir

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 21 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

FUAT AVNİ’den : 19 Eylül 2015 Haberleri ve Düşündürdükleri


FUAT AVNİ’den : 19 Eylül 2015
Haberleri ve Düşündürdükleri

Fuat_Avni_ve_RTE

 

 

 

 

 

 

 

1. İsrafsaray’da tamamen diktatörlük kurulu. Yezid hiç kimseye güvenmediğinden,
avaneler sadece onun istediğini yapmakla yetiniyor.
2. Yezid avanelere, avaneler birbirlerine güvenmiyor.
Koltuğunu koruma derdine düşenler birbirlerinin kuyusunu kazıyor.
3. İsrafsaray’daki kutuplaşma Turkiye’deki kutuplaşmadan daha büyük.
Herkes kendince bir ekip oluşturmuş.
4. Mücahit Aslan, Yezid’in kasası ve sır küpü olduğu iddiasıyla kendini en güçlülerden sayıyor. O da etrafına adamlar toplamış durumda.
5. Genel sekreter ve uzantıları, Perinçek’in adamları dahil vesayetin birçok karanlık şahısla ilişkili. Karanlık bir ekip oluşturmuş.

6. Genel sekreter yardımcısı Nadir Alpaslan ve uzantıları da hiçbir gruba güvenmiyorlar.
Kendi ekiplerini kurmuşlar.
7. İbrahim Kalın kendini çok akıllı gördüğünden ayrı bir ekip kurmuş ve kendini aileden biri olarak görüyor.
8. Bir zamanlar bütün kontrolü kendinde zanneden Varank tek başına kaldı.
Kimse O’na güvenmiyor. Yezid dahil herkesi dinletip kayda aldırmış.
9. Birbirlerinden aldıkları bilgileri birbirleri aleyhinde zan oluşturmakta kullanıyorlar.
Her grup Fuat Avni’yi diğer grubun içinde arıyor.
10. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor. Kimse kimseye güvenmiyor,
her fırsatta arkadan iş çeviriyorlar, tek dertleri Yezid’e yaranmak.

11. Yezid tam anlamıyla paranoyak. Herkesten şüphelendiği, korktuğu ve kimseden
emin olmadığı için kimseye güvenmiyor.
12. Davutoğlu ve ekibine güvenmediği için parti içinde paralel bir oluşuma gitti.
Sadece onlarla ve bizzat çalışıyor.
13. Yezid’in hangi konuda ne tepki vereceğini kestiremiyoruz.
Kimseden kendisiyle ilgili olumsuz bir tek ima dahi istemiyor.
14. Yezid ne derse desin herkes kafa sallıyor. Bazen ‘Bu kadar da aptallık olamaz’ diye
içten içe gülüyorum.

15. Yezid’e iletilecek bilgi gelince, hoşuna gitmeyecek bir şeyse herkes birbirine topu atıyor. Bilgi onun istediği şekle sokulup sunuluyor.

16. Yezid, paralel bir dünyada yaşıyor. Avaneler sürekli ona olan hayranlıklarını ifade ediyorlar. Kendi gruplarındaysa küfür bile serbest.
17. Konuşmaları bir şablona oturtuldu. Yezid’in kafasına göre şekillendiriliyor ve bunları
Hamdi Kılıç yazıyor.
18. Konuşma metinleri Yezid’in yaptığı zulümleri başkalarına yıkma mantığıyla kurgulanıyor.
19. Yezid, sadece AKP’ye oy veren %45-50’ye göre hareket ediyor. Onların gönlünü hoş tutacak şekilde konuşuyor.

20. Ana tema olarak ‘terör’ü seçtiler. Konuşmalar ve faaliyetler bu alanda ağırlık kazanıyor. Yalanlar ve iftiralar metinlere konuluyor.

21. Bir şekilde 300-305 milletvekili kazanmak için her yol deneniyor.
Sürekli toplantı ve değerlendirme yapılıyor.
22. Yezid, bu sayıyı yakalamak için Mesut ve Berna Yılmaz ile görüştü.
Cemil Çiçek, MKYK’ya eski isimlerle irtibat kursun diye konuldu.
23. Kimse Süleyman Soylu’yu sevmediği halde o da yakın olarak toplantılara katılıyor.
Yezid onu ispiyoncu olarak kullanıyor. Karakteri dipte.
24. Davutoğlu, Mehmet Ali Şahin’i istemiyordu. Şahin, İsrafsaray’a gelip Yezid’le görüştü ve biat yeniledi böylece devre dışı kalmadı.
25. Bozdağ, Davutoğlu’nu yakın takip için görevlendirildi. Binali, pusuda bekliyor.
Atalay, artık Davutoğlu’nu istemeyenlerin safında.
26. Yezid, salı günü Fidan’la görüştü. Terör olayları azdırılacak.
Mitinglerin arefesinde şiddeti ve çatışmayı arttırmayı planlıyorlar.
27. Mitinglere yeterince adam toplamak ve milleti sokağa dökmek için kaosu derinleştirme peşindeler. Çalışmalar sürüyor.
28. Yezid, Tuğrul Türkeş ile de bizzat ilgileniyor. Onunla MHP’den oy çalacağını düşünüyor. Listeye de bizzat aldırdı.
29. ‘CHP, HDP ile birlikte hareket ediyor ve CHP teröre destek veriyor’ kampanyası başlatacaklar. Amaç ikisini birbirine düşürmek.
30. HDP’yi baraj altında tutmak için gerekirse iç savaş çıkarmayı bile göze aldılar.
Her toplantıda bunu konuşuyorlar.
31. Muhalifleri susturmak için bir yandan ‘paralel’ bir yandan da ‘teröre destek veriyor’ diyerek operasyonlara zemin hazırlanıyor.
32. Doğan grubunu seçim öncesi susturmak icin Varank ve Berat özel olarak çalışıyor.
Yezid ‘Ne olursa olsun, bitirin’ talimatı verdi.
33. Tek başına iktidar olmazsa her şeyin biteceğini çok iyi bilen Yezid,
her türlü kirli kumpası kursa da kaybetmeye mahkum. Az kaldı.

======================= 

Dostlar,

“Fuat Avni” nin yukarıda yazdıklarını görmezden gelemedik…
Paylaşmak istedik..
Ülke ve insanlarımız tam bir propaganda bombalaması – kirliliği içinde..
Bu da kuşkusuz “kara propaganda” nın bir bölümü.

En temel soru şu          :

Devletin her türlü olanağı AKP – RTE’nin elinde iken “Fuat AVNİ” denen
sanal kişilik, nasıl oluyor da belirlenemiyor ve “susturularak” bertaraf edil(e)miyor ??
İçerik apaçık AKP – RTE aleyhine olduğuna göre, dolaylı da olsa mağdur yaratarak
AKP – RTE’ye yarar doğurmayacağına göre; geriye kalan olasılık,
yabancı istihbarat örgütlerinin hüneridir..Peki buna sevinecek miyiz?
2 yanı keskin kılıç.. Evet AKP – RTE’yi fena sıkıştırıyor..
Ama sonunda AKP bu ülkede bir siyasal parti, RTE de 12. CB’lığı makamını işgal eden kişi. Yani yabancı istihbarat birimlerinin “oyuncağı” mı Türkiye’nin tepeleri bile??
Ya da bunlara yükledikleri misyonun yerine getirilmesini sağlamanın güvencesi mi?Sonra; yabancı istihbarat birimleri bu yolla neyin pazarlığını yapabilirler??
Türkiye’nin başına musallat ettikleri / edecekleri kurum ve kişilere şantaj ve politikalarını
dikte ettirmek!?

Görülüyor mu, Türkiye ne feci durumlara düştü, düşürüldü?!

Sevgi ve saygı ile.
21 Eylül 2015, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

RTE ‘mikro çalışmalar’ ile oy peşinde

RTE ‘mikro çalışmalar’ ile oy peşinde

Orhan Bursalı


Seçim süreci renkli epey hamlelerle geçecek. “Eğer oy dağılımında, AKP’yi tek başına iktidar yapacak bir sonuç çıkmayacaksa, neden seçim kararı aldılar, neyapacaklar da oylarını artıracaklar?” diye soruyoruz ya..


Cumhurbaşkanı, seçim sonuçlarını bu kez yukarıya tırmandırıp tek başına AKP iktidarı kurdurabileceği konusunda kendine güveniyor, demiştik önceki analizlerimizde.

AKP, büyük seçmen kitlelerini çekecek zamanlarını tüketti. Bu nedenle küçük hedeflere yöneldi ve oradan bir, buradan iki, şuradan üç oy politikasıyla, sepetlerini doldurma peşindeler.
Seçmen ve siyasal partiler üzerinde oy mühendisliği sürüyor. Her seçim öncesi, bir RTE/AKP klasiği olarak. İktidar torbasından bir Tuğrul Türkeş balığı çıktı. Tuğrul Bey ne tür açıklamalar yapacak ve MHP bütün bunlardan nasıl etkilenecek, göreceğiz.
Ama iktidarın, MHP üzerinde kum torbası çalışmalarına başladığı söylenebilir.

Saadet, AKP için hazine sandığı mı ?

RTE/AKP’nin 2. ve önemli “oy rezervi”, Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi.
Bu sonuncusunun eski lideri Seçim Hükümeti’nde bakan. Bu, o kesime atılmış bir kancadır. Ama orada AKP’ye fazla seçmen yok.


AKP için büyük balık Saadet Partisi’dir. 3 Ağustos tarihli “% 41 parçalanır mı” başlıklı yazımda “Saadet Partisi’nden devşirme ve biraz oy beklentisi olabilir.
Bekleyin. Büyük Birlik Partisi oylarından kayabilir”, demiştim.

10 Ağustos “Erken seçim AKP için bir bomba” yazımda ise: “SP üzerinde manevragündeme düştü. Saadet Partisi liderliğinden bir kısmı, partisini satmaya hazır olabilir. Bu iş siyasal ve ekonomik ikbal kapılarını açmaya bakar. Peki, partinin seçmenleri koyun mu ki yöneticilerinin ikbali için tercihlerini mezara gömsünler.. Bilemem”. (bakınız, http://orhanbursali. blogspot.com.tr’de 2015 Ağustos Arşivi 3 ve 10 Ağustos tarihli yazılarım)
Zamanı geldi ve iki partinin genel başkan yardımcıları ilk toplantılarını yaptılar, Parti Başkanı Kamalak şartlarımıza yanıt verirlerse, tabii ki biz kardeşleriz” söylemine dikey ve beklenen geçişi yaptı!

‘Hepimiz kardeşiz’ söylemine geçiş
Tabii ki kardeşsiniz, bugüne kadar harala gürele müsamereniz, AKP’nin size muhtaç olacağı zamana kadardı. Nihayet, son seçimdeki yüzde 2.1 oyları, 1 Kasım seçimlerinde AKP/RTE için bir hazine sandığına dönüştü!
7 Hazirandan önce belki de AKP, Saadeti yokladı, fakat ya koşullarda anlaşamadılar ya da Saadet bu seçimlerde güç toplayacağız saptamasını yaptığı için yanaşmadı. Şimdi 2 puanını kaça devredecek onun hesaplaşması içindeler.
7 Haziran’dan önce Fatih Erbakan, zaten dümeni AKP’ye kırmış ve Kamalak’ı eleştirmişti.
Kamalak’ın yüzü gülüyor. İktidarın hırsızlıkları üzerine söylemleri falan hepsi bitti. O keskin söylemler çöpe.. Numan Kurtulmuş’un yoluna girdiler. Kaç milletvekili, 3 mü 5 mi.. Bence 10’dan aşağı inmesinler! Sonra tabii gelsin diğer devlet olanakları!
Kamalak ve adamları öyle de, Saadet Partisi seçmeninden kaçı Kamalak’ı izler bilmiyorum. Ben o seçmenin parti yönetiminden daha duyarlı olacağını düşünüyorum. Sencer Ayata’ya sordum, yüzde 1 alabilir, dedi.

Kürt aşiretleri AKP hedefinde
AKP, oradan yüzde 1, şuradan yüzde 0.5; oradan 1000 oyla 1 milletvekili, buradan 5 bin oyla bir milletvekili daha minik hesaplar peşinde, tek başına iktidar torbasına seçmen devşirmeye çalışıyor.
Haa, bir nokta daha var: Kürt seçmen üzerine AKP’nin saldırısı bir süredir devam ediyor. Tabii Kürt aşiretler üzerinden.. Önceki seçimlerde HDP bu aşiretler üzerindeki yoğun çalışmasıyla, aşiretleri AKP’den koparmayı başarmıştı. Şimdi AKP tersine hamleler peşinde. Sonuç alır mı? Sencer Bey, tersine, en az yüzde 1 Kürt oyunun daha AKP’den kopacağını söylüyor.
Evet, durumu gözlüyoruz, AKP’nin torbasındaki başka balıkları merak ediyoruz! Umutsuz bir çaba mı yoksa oylarını koruma, biraz artırma uğraşısı mı, izleyeceğiz.