Benim de Merdan Yanardağ ile birlikte “18 Dakika” adlı 45 dakika kadar süren bir yorum programı yaptığım TELE1 televizyon kanalı, Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK kararıyla 22 Şubat Çarşamba günü saat 00.00’dan itibaren (başlayarak) üç gün süreyle karartıldı. *** Önce olayı anımsayalım:
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu RTÜK, TELE1’de Enver Aysever’in sunduğu “Ayrıntılar” programına konuk olarak katılan TİP Milletvekili Sera Kadıgil’in Diyanet eleştirisi sebebiyle, TELE1’e 3 günlük ekran karartma cezası vermişti.
RTÜK oyçokluğu ile alınan kararın gerekçesini Sera Kadıgil’in “Diyanet bu haliyle siyasal İslamcı gereçtir” sözleri olarak göstermişti.
Bu karar üzerine TELE1, cezanın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle yargıya başvurmuş ve Ankara 2. İdare Mahkemesi, oybirliği ile yürütmenin durdurulması kararını vermişti.
RTÜK bu karara karşı bir üst mahkemeye itiraz etmişti.
Ankara Bölge İdari Mahkemesi İdare Mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararını iptal etti ve TELE1’in ekranı karartıldı.
*** Hem RTÜK’ün bu ceza kararı… Hem de bu cezanın yürütmesini durduran İdare Mahkemesi kararını kaldıran Bölge İdare Mahkemesi kararı… Anayasasında “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde mantıksız, haksız ve hukuksuz bir karardır.
Mantıksız bir karardır:
Çünkü, Sera Kadıgil, TELE1 personeli değildir, TELE1’de program yapmamaktadır, TELE1’i temsil etme, TELE1 adına konuşma yetkisine sahip değildir.
Dolayısıyla, sözleri asla TELE1’i bağlamaz.
Özetle, önceden ne diyeceği de bilinmeyen bir konuğun sözleri dolayısıyla TELE1’in cezalandırması, bırakın yasaları, düz mantığa bile aykırıdır.
Hukuksuz bir karardır:
Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin bir bürokratik kurumudur ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı onu eleştirmek hakkına sahiptir.
Üstelik Sera Kadıgil bir milletvekilidir ve görevi zaten iktidarı ve devlet kurumlarını irdelemek, değerlendirmek ve eleştirmektir.
Yani Sera Kadıgil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı eleştirirken aslında görevini yapmaktadır.
Demokrasiye aykırı bir karardır:
Çünkü Sera Kadıgil bir milletvekilidir, kürsü dokunulmazlığına sahiptir; kürsüde dile getirdiği görüşleri dışarıda da aynıyla dile getirmek hakkına sahiptir.
Üstelik bir siyasal parti üyesidir ve her siyasal parti üyesi gibi iktidarı ve devletin bürokratik kurumlarını eleştirmek, hatta onların kaldırılmasını bile istemek hakkına sahiptir.
Unutulmasın ki bu rejimde, bir siyasal lider, bırakın Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını bile önerebilmiştir.
Hukuk Devleti kavramına, temel hak ve özgürlüklere aykırı bir karardır:
Çünkü sadece (yalnızca) bir devlet kurumunun eleştirilmesi değil, iktidarın bir siyasal eğiliminin, bir yöneliminin ve bunu temsil eden bir kurumun eleştirilmesi de ifade özgürlüğüne girer.
Evrensel hukuk ve demokratik rejim anlayışına da aykırıdır:
Çünkü din ve mezhep inançları üzerinden, tek bir inanç grubuna yönelik olarak tekelci ve istismarcı bir biçimde siyaset yapılması hem Hukuk Devleti’nin hem de Demokratik Rejimin altını oyar.
*** Sevgili okurlarım, özetle RTÜK’ün verdiği ceza ve bu cezanın yürütmesinin durdurulmasının kaldırılması ve TELE1 ekranının karartılması, Anayasa’ya da Demokrasi’ye de Hukuk Devleti’ne de Laikliğe de temel hak ve özgürlüklere de mantığa da aykırıdır.
(AS: Bizim katkımız ve Sn. Kaboğlu’nun “Légion d’Honneur” ödülü alması ile ilgili notlarımız yazının altındadır..)
TBMM Dijital Mecralar Komisyonu’da dün görüşülmeye başlanan basın torba yasa önerisi, “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle (AS: dürtüsüyle), ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” için ceza yaptırımı öngörmekte.
“Dezenformasyonla mücadele“ adı altında hazırlanan öneri, internet ve sosyal medyaya ilişkin düzenleme, demokratik yoplumu sönümlendirme girişimi. İşte gerekçesi:
“Bu bağlamda, yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eyleminin (dezenformasyon), birey ve toplum iradesini ipotek altına alan ve vatandaşların gerçek bilgiye ulaşma hakkını engeleyen ciddi bir tehdit haline geldiği aşikârdır. Bu tehdit, aynı zamanda çeşitli özgürlükleri istismar etmek suretiyle başta ifade özgürlüğü ve haber alma özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engellemeye yöneliktir. Gelişen teknoloji ile birlikte dezenformasyonun vardığı nokta, temel hak ve özgürlükleri korumak adına bu tehditle mücadele etmeyi zorunlu kılmıştır…“
TAMAMEN (TÜMÜYLE) ANAYASA DIŞI
Getirilmek istenen, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma“ suçu, çok yönlü olarak sorunlu:
“Ülkenin iç ve dış güvenliği”, “kamu düzeni” ve “genel sağlık” kavramları, son derece geniş kapsamlı olup, suçun nesnel olarak çerçevelenmesi olanaksız. “Gerçeğe aykırı bilgi”, çeşitli kamusal sorunlarda neyin “gerçek” olduğunu saptamak kolay olmayıp, tanımı gereği doğru ya da yanlış olamayacak değer yargılarının da cezalandırılması riskini yaratmakla, Anayasa’nın birçok maddesine aykırı..
Özetle, internet ve sanal ortamda kullanılan düşünce ve ifade özgürlüğünün, devrim niteliği taşıyan olumlu yanları değil, hep olumsuz yönleri öne çıkarılıyor. Oysa, siyasal iktidar örgütlenmesi ve insan haklarının güvencesinin bilimi olarak anayasa hukuku, sanal ortam yoluyla oluşan sosyal medyanın yarattığı sorunlara karşın, devrim niteliğindeki yeniliklerle yüzleşmek durumunda. Şu açılardan:
– Egemenliği ve demokrasiyi yeniden icat etmek,
– Normativite üzerine yeniden düşünmek,
– Hak ve özgürlükleri sorgulanak,
– Siyasal aktörlerin söylemlerini dönüştürmek.
Bizde, ilksel sorunlar nedeniyle sorunsalı, bu açılardan ele alabilme eşiğine henüz gelemedik.
Neden? Çünkü, sosyal medya dezenformasyonu vesilesiyle ele alınması gereken ilk sorun, “resmi dezenformasyon” dur.
“RESMİ” NE DEMEK?
İşte resmi dezenformasyon dizisi:
– Anayasal dezenformasyon: Anayasa değişikliği, siyasal hatta resmi dezenformsyonla gerçekleştirildi.
– KHK yoluyla yaratılan dezenformasyonla, “yargısız infaz”larla yurttaşları terörist sayıldı, OHAL KHK yoluyla onbinlerce kamu görevlisinin yaşamları karartıldı..
– Sorumsuzluk zırhı yaratan düzenlemeler: OHAL dönemi ve 9 Temmuz 2018 sonrası OHAL KHK ve yasalarla, “yargısız infaz” failleri için örülen sorumsuzluk zırhları da resmi yalanlar dizinde.
HANGİ ORTAMDA?
Covid-19 ortam ve koşullarında 7253 sayılı yasa ile iki yıl önce sosyal medya düzenlemesine karşı CHP olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk.
İptal kararını beklerken, AYM, bu kez, 5651 sayılı Yasa md.9’u pilot kararla iptal ederek TBMM’nin nasıl bir düzenleme yapması gerektiği konusundaki ilkeleri sıraladı (27.10.21): Öngörülebilir olmalı, erişimin engellenmesi usulünün kapsamı ve hukuki niteliği açıklıkla düzenlenmeli; interneti sınırlandıran kanunun dar bir uygulama alanı olmalı ve kullanımı acil bir toplumsal ihtiyaca yanıt olmalı; davranış ve olgulara bağlanan hukuksal sonuçlar belirli bir kesinlikte belirlenmeli; ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir yolun keyfiliğe ve ölçüsüz sınırlamalara yol açmaması için gerekli güvenceleri barındırmalı.
Gündemdeki yasa önerisi, şu halde, 7253 sayılı yasaya karşı AYM başvuru sonucunun beklenmesi bir yana, AYM’nin pilot kararı gereğince düzenleme gündeme bile getirilmeden görüşülmeye başlandı.
Siyasetçilerin konuşmlarını canlı olarak yayımlayan kanallara yaptırım uygulayan RTÜK’ün demokratik siyaseti sönümlendirmeye çalıştığıbir sırada,
Paramiliter nitelikte sözde bir şirket temsilcisinin
“Bu vatanı sandıkta teslim etmeyiz”
sözlerine karşı herhangi bir işlem yapılmadığı bir sırada gündeme getirildi.
Evet tam bir dezenformasyon önerisi karşısındayız. ============================================== Dostlar,
Sn. Prof. Kaboğlu son derece nitelikli “gazete” makaleleri yazmakta her hafta.
Onca yoğun parlamenter siyasal yaşamı içinde. Bu yazıları siyaset bilimi alanında, hukukta ve özellikle anayasa hukuku ve insan hakları hukukunda, hukuk felsefesi ve sosyolojsinde okuma parçaları olarak değerlendirilebilecek, değerlendirilmesi beklenen nitelikte metinler.
Bir yandan da ülkemizin değil salt kendi tarihinde, siyaset bilimi tarihinde örneği görülmemiş bir “anomali” yaşadığı dönemde, anamuhalefet partisi milletvekili olarak.. Sıklıkla AYM’ye (Anayasa Mahkemesine) gitmek gerekmekte AKP=RTE iktidarının sınır bilmez hukuk tanımazlığı karşısında.
Prof. Kaboğlu, geçtiğimiz günlerde, 1 Haziran 2022 günü çok önemli bir uluslararası ödüle yaraşır bulundu.
Fransa devleti, “Légion d’Honneur” ödülüverdi Prof. Kaboğlu’na!
Fransız üniversitelerinde yıllarca Anayasa Hukuku ve İnsan Hakları dersleri vererek hem o ülkenin hem de Türkiye’nin bu 2 alanda gelişmesine kattığı çok değerli ürünleri ve emeği için..
Ödül törenine Sn. Kaboğlu, seçkin çağrılılar arasına bizi de katarak onur verdi. Fransa Büyükelçiliğinde 01 Haziran 2022 akşamı ödül sunum töreni ve ardından kokteyl verildi.
Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Monséieur Herve MAGRO, nefis Türkçesi ile uzun – kapsamlı konuşmasını 2 dilde yaptı, paragraf paragraf. Ödülün gerekçesini ve Kaboğlu’nun 2 ülke arasındaki barışçı ve dostça ilişkilerin gelişmesine katkılarını aktardı.
Ardından Prof. Kaboğlu da benzer yöntemle uzunca konuşmasını yaptı, Fransa hükümetine ve Devlet Başkanı Emmanuell Macron‘a ödüle yaraşır bulunması nedeniyle teşekkür etti. Büyükelçi Magro, Prof. Kaboğlu’nun konuşması boyunca yanıbaşında ayakta durdu.
Büyük alkışlar ve kutlamaların ardından Ayrancı’da Ankara’ya egemen bir arazide kurulu nefis Büyükelçilik bahçesinde “cocktail prolongé” verildi.
Törene çok sayıda CHP milletvekili, CHP Gn. Bşk. Kemal Kılıçdaroğlu ve akademiyadan hukuk – siyasal bilimler hocaları çağrılı idi. Bu çevrelerden dostlarımızla keyifli söyleşi olanağı bulduk. 90 yaşına giren ve çok dinç Prof. Ruşen Keleş hocamızla da Mülkiye söyleşimiz oldu. Nazar değmesin, her gün düzenli olarak Mülkiye’deki odasına gidiyor ve halen Anabilim Dalı Başkanı olan dünkü öğrencisi, vefalı meslektaşı Prof. Ayşegül Mengi ile eski odasını paylaşıyor Ruşen hocamız..
AKP = RTE‘nin bilerek yarattığı karabasan içinde hala ülkemizde çok güzel şeyler olmakta ve gelenekler yaşatılmakta. Bu ayracın kapanacağı kesin..
SADAT kurucusu Ersan Ergür, ”Bu vatanı Türkiye düşmanları ile işbirliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz” yazdı. Cumhuriyet hukukunu koruyacak 1 tek savcı kalmadı mı bu ülkede? Adam ne demek istiyor, çağırıp sorgulayacak? AKP=RTE karşıtlarına dava açarken nasıl hızlı-hünerliler!
Birkaç saat içinde 6 binden çok okundu.
AKP = RTE, giderayak toplumu bilerek germeyi – kutuplaştırmayı sürdürmeyi seçiyor. Genelgeçer yol bu siyasal tarihte izlediğimiz.. Kendi sonunu hızlandırıyor ve netleştiriyor. Yazık.. Bu Partide hiç “sağduyu” kalmadı mı?
Sevgi ve saygı ile. 07 Haziran 2022, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye) www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik
Çok fırtınalı bir yıl olan 2021 yılını geride bıraktık ve 2022’ye girdik. 2021 yılı Türk toplumsal ve siyasal yaşamında özellikle ekonomi alanında büyük yaralar açmıştır. Bu 2021 yılının kısa bilançosu şöyledir:
Etkinliğini yitiren cumhurbaşkanlığı sistemi
Demokrasilerde genel seçimler ne kadar önemliyse halkın temel hak ve özgürlüklerinin de anayasal güvence altına alınması o derece önemlidir.
Kuşkusuz diğer önemli bir unsur (AS: öge), siyasal iktidarın elinde toplanan gücün anayasal kurallar çerçevesinde sınırlandırılmasıdır. Bu da güçler ayrılığı ilkesinin kabul edilmesi ve işlemesi ile olanaklıdır.
2018 yılında Türkiye, dünyada bir benzeri olmayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti.
Son üç yıldır uygulanan bu sistem, tam bir tek adam yönetimine dönüşmüş ve 2021 yılında tamamen (AS: tümüyle) etkinliğini yitirmiştir. Tüm muhalefet partileri dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu sisteme karşı çıktılar. İlk yapılacak seçimde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tarihin derinliklerine terk edilecektir.
Millet İttifakı’nın yükselişi
CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği Deva, Gelecek, Saadet Partisi’nin de içinde yer aldığı ve HDP’nin de genellikle desteklediği Millet İttifakı, 2021 yılında gücünü artırarak ilerlemesini sürdürüyor.
İyi Parti Genel Başkanı Akşener’in halka inmesi, hemen ardından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun aynı biçimde esnaf ve halk kitleleriyle iletişim kurması, Millet İttifakı’nın etkinliğini artırmış ve Millet İttifakı yükselişe geçmiştir.
Laiklik ve tarikatlar
Çok kısa koalisyon hükümetleri bir yana bırakılırsa 1950-2021 arası 71 yıllık sürede sağcı ve muhafazakâr hükümetler ülkeyi yönettiler. Sırayla Menderes, Demirel, Özal ve Erbakan hükümetleri bu tarihte yer aldı.
Menderes büyük toprak sahibiydi ve toprak sahipleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası güçlenen burjuvazinin partisi olmak istiyordu. Tarikatlardan yardım alsa da AKP gibi “İslami yaşam biçimini yerleştirmek” gibi bir amacı yoktu.
Demirel, 1965’ten 1980’lere iç pazara dönük sermaye birikiminin yürümesini sağlamaya çalışmıştı; laiklikle sert ve kesin bir hesaplaşması olmamıştı.
Kapitalist sistemi benimseyen ve kendisi de tarikat üyesi olan Turgut Özal ise 12 Eylül 1980’i gerçekleştiren, o günün ABD’ye çok yakın komutanlarıyla ve okyanus ötesi güçlerle ilişkilerini yakın tutmak istemişti. Büyük burjuvanın örgütü MESS’in (Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığından ekonominin başına getirilmişti.
En derin ayrım laikliğe bakış
Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran en önemli kalın çizgi, laiklik ile olan ilişkisidir.
Erdoğan, “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek istediğini
açıkça ortaya koymaktan çekinmemiştir.
Bu konuda yüzlerce örnek gösterilebilir ancak Mart 2021’de çıkan TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) ile ilgili bir yönetmelik değişikliği önemlidir. TSK’ye subay yetiştiren harp okulları ve astsubay yetiştiren astsubay yüksekokullarına giriş yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı.
Giriş koşulları arasında sayılan, “kendisinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve velisinin, tutum ve davranışlarıyla yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” koşulu yeni yönetmelikte kaldırıldı. Bunun yerine, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı ya da bunlarla irtibatı olmamak” kuralı eklendi.
15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra iktidarın yeni arayışlar içine girdiği ve ülkemizde tarikatların her alanda faaliyet içinde oldukları bir ortamın oluştuğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda, TSK’ye subay ve astsubay yetiştiren harp okulları ile astsubay yüksekokuluna giriş şartlarında yapılan değişiklik, TSK içinde tarikatların etkinleşmesine olanak sağlayacaktır.
Bu durum özellikle Cumhuriyet gazetesi tarafından ele alınmış, konu üzerinde günlerce sert yayın yapılmıştır. Bu konu ile ilgili en çarpıcı olay Deniz Kuvvetleri’nde Tuğamiral Sarı’nın tarikat evinde cüppeli sarıklı fotoğrafları ortaya çıktı. Bu amirale uzun süre dokunulmadı, zarar görmemesi için beklendi ve sonunda 30 Ağustos 2021’de emekli edildi.
Konu o derece ilerlemişti ki, genelde iktidarla bir çatışma içine girmek istemeyen TÜSİAD, bu konuda açıklama yapmak durumunda kalmıştı. (Ekim 2021)
Cumhuriyet gazetesi bu konuyu uzun süre gündemde tutarak kamuoyuna bilgi verdi. Cumhuriyet gazetesinin çok hassas olduğu bu “laiklik” konusu bilindiği gibi “Türkiye’nin ve demokrasinin temel direğidir. Geleceğin garantisidir, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir”.
Bu konu, 2021 yılının son günlerinde bir kez daha açıkça ve belgeli olarak ortaya çıktı. Ziraat Bankası’nın danışma komitesi “kur korumalı katılım hesabına icazet belgesi” verdi.
Kurumlarda, bankalarda şeriata uygunluk “icazet belgesi” veren komisyonlar oluşturulmuş bulunuyor.
Liyakat-yetenek konusu
Türkiye’de AKP iktidarının yarattığı en önemli yıkımlardan birisi de “liyakat” yani yeteneğe olan darbedir. AKP iktidarı işe alımlarda “liyakat” yerine “partizanlığı” uyguluyor. Yazılı sınavlarda en üst dereceler alan gençler sözlü sınavlarda eleniyor. Şu sorulara bakınız:
“Reis” denilince aklına ne geliyor? Erdoğan’ın torunlarının isimleri ne? Allah’a inanıyor musun?
15 Temmuz darbesini kim yaptı? El Muhyi ne demektir? Yargıtay 2. Daire Başkanı kimdir?
Abdülhamit Han kaç yıl tahtta kalmıştır?
Yatsı kaç rekâttır?
Öğretmen atamalarında KPSS’de yüksek puan alan ve dereceye giren adaylar bu gibi sorularla sözlü imtihanlarda eleniyor.
Sedat Peker ve soruları
Suç örgütü liderlerinden Sedat Peker’in yurtdışından yaptığı açıklamalar, Türk kamuoyunda ve siyasal yaşamda sarsıntılar yarattı. Peker’in açıklamalarına iktidar genellikle yanıt vermedi ya da veremedi. İçişleri Bakanı’na yapılan suçlamalar, Peker’in iddiaları o tarihlerde kamuoyunun konuştuğu en önemli konu oldu.
Bakan Soylu, bu iddiaları gündemden düşürmek için Cumhuriyet gazetesine çattı ve hatta bir video yayımladı. Cumhuriyet gazetesi gereken yanıtı verdi.
Bağımsız yargı
Bağımsız yargı, hukuk devletinin ve çağdaş demokrasinin vazgeçilmez en önemli kurumudur.
Türkiye, 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bağımsız yargının, hak ve özgürlüklerin tam olarak sağlanması gerekir ve yargı kararlarının AİHM kararlarıyla uyumlu olması önkoşuldur.
İktidar, tarikatçı cüppeli amirale kol kanat gerip onu korurken, “Montrö’yü deldirtmeyin” diye uyaran emekli amirallere dava açtı, onları itibarsızlaştırmak istedi.
FETÖ kumpasıyla yıllarca Silivri tutukevinde kalan 80 yaşını geçmiş saygın ve onurlu generaller hapse atıldılar. Osman Kavala, her kezinde açılan yeni davalarla cezaevinde tutulmakta.
– DEVAM EDECEK – ===================================== Dostlar,
Yazının ardılı (devamı, süreği) 03 Ocak 2022 günü Cumhuriyet‘te yayınlandı.
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye) ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Bilim Kurulu 2. Bşk.
61 Anayasasının 10 ve 11. maddeleri, Devlet’e, kişinin temel hak ve özgürlüklerini korumayı görev olarak vermiş ve de temel hak ve özgürlüklerin özüne yasaların dokunamayacağını koşul görmüştü.
Bu iki önemli madde, Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetine ve İsmet İnönü’nün demokrasisine sahip çıkan devletin temel niteliğini tanımlamaktaydı.
O nedenledir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1930 yılında Millet Meclisi’ne sunduğu Ekonomi Programı’nın ilkelerini 61 Anayasası’nda görebilmekteyiz. Eğer 61 Anayasasının 10 ve 11. maddeleri Köy Enstitüleri ve Halkevleriyle birlikte devam edebilseydi, bugün Cumhuriyetin karşıtlığı yaşanmaz, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan yasalar gündeme girmez ve de ulusal bilincin engelleri ve karşıtları doğamazdı.
Mustafa Kemal(Atatürk olmadan önce) İzmir’deki İktisat Kongresinin 1923 yılı (AS: 17 Şubat) açılış konuşmasında:
– İstiklâli tam için şu düstur var: Hakimiyeti milliye hakimiyeti iktisadiye ile tersim edilmelidir (çizilmelidir) yegâne kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır. Siyasî ve askerî muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadî zaferle tetviç edilmedikçe (donatılmadıkça) semere, netice payidar (sürekli olamaz).
Ekonomi dışı yaşayan Osmanlı Devleti sonrasında, Mustafa Kemal’in 1923 yılında böylesi gerçekçiliği hangi ülkede bir devlet başkanı söyleyebilmiştir. Mustafa Kemal, (Atatürk olmadan önce) Büyük Millet Meclisine sunduğu “İktisadî Rapor”da ekonomi ile hukuk’un bütünlüğü
ileri sürülmekteydi (madde 3):
Adalet, devletin bütün hayat ve faaliyet şubelerinde olduğu kadar ve bilhassa adil hayat ve faaliyetinin de temelidir. En iyi kanunlar ve adil hakimler, iktisadî teşebbüs ve inkişafın da başlıca muhafızı ve müşevviki (özendiricisi) dirler.
Ve o tarihe kadar bir başka ülkede hiçbir devlet adamı, hukuk ile ekonomi arasındaki bütünlüğün sağlanacağından söz etmemiş ve Birinci (1932) ve İkinci (1935) Sanayi Planlarıyla uygulanmasını sağlayamamıştı.
Şimdi soruyoruz: Türkiye’mizde 12 Eylül 1980 sonrası ve özellikle 15 yıllık AKP’li iktidarında hukuk var mı ki, ekonomik girişimlerin koruyucu ve özendiricisi olabilsin? Acaba temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmayan yasaların varlığından söz edebilir misiniz?
Bülent Ecevit, kendisini Karaoğlan yapan CHP’den ayrılarak Demokratik Sol Parti’ (DSP) yi kurarak Nisan 1999’da 57. Hükümeti oluşturduğunda “temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmayan yasalara karşılık, Anayasa’nın 15. maddesini şöyle değiştirmişti (10 Kasım 2001):
– ‘‘Savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde ‘temel hak ve hürriyetler’ in kullanılması kısmen ve tamamen durdurulabilir.”
Acaba kurduğu 57. Hükümette koalisyon ortağında kim başbakan yardımcısıydı Devlet Bahçeli karşı çıkabildi mi? Ve o koalisyon hükümetinde Bülent Ecevit MHP’den oluşan kaç devlet bakanına yer vermişti? 19 adet. Ve o devlet bakanından hiçbiri temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmasına karşı çıkmamıştı?
Beş siyasal parti değiştirerek en sonunda Vatan Partisinde Genel Başkan Yardımcısı olan Yaşar Okuyan dahil, Bülent Ecevit’in 57. Hükümetinde Avrupa Müktesebatını Üstlenme kararnamesinde Avrupa Birliği’nin direktifleriyle yüzlerce kez çalışmalar yapıldığına ilişkin Devletimizi aşağılayan söylemlere Devlet Bahçeli ve de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan ve diğerleri karşı çıkabildiler mi?
Bülent Ecevit’in ABD’den aktardığı Kemal Derviş’in Dışişleri Bakanı İsmail Cem’le
57. hükümetten ayrılarak Bülent Ecevit’in karşısında ayrı parti kurdular ve onların önerdiği
erken seçimde DSP Meclis dışında kalarak AKP’nin doğuşuna yol açılmış oldu.
AKP İktidarında Deniz Baykal’ın katkılarıyla Milletvekili olan R.T. Erdoğan,
AKP iktidarında Başbakanlık koltuğuna oturduğunda bu olanağı kendisine sağlayan
Deniz Baykal’a teşekkür edebildi mi?
DSP iktidarında Bülent Ecevit, 61 Anayasasındaki temel hak ve özgürlüklere dokunulmasını sağladığı içindir ki, R.T. Erdoğan BOP Eşbaşkanı olmuş ve kendisine görev verildiğini açıklamıştı. Temel hak ve özgürlükleri yok eden yasaları artırmakla yetinmemiş, hukukun faşistleşmesini sağlayarak, Açılım Projesi ile PKK’nın yeniden oluşumunu sağlamış, yollara hendekler kazılı bombalar konulmasına kaymakam ve valiler seyirci kalmışlar, Fettullah Gülen’in ortaklığıyla Devletin paylaşılmasına katkıda bulunmuş, sonraları can dostu Esat’ın Suriyesini yıkacağını sanarak Cuma namazını orada kılacağını da açıklamaktan çekinmemişti. R.T. Erdoğan Başbakan ve sonra da Cumhurbaşkanı seçildiğinde acaba Türkiye’de bir babayiğit ortaya çıkıp hangi kararınızda başarılı olabildiniz diye sorabilir mi?
Bugün Türkiye bir iç savaşın içindedir. Bu kaosu kim yarattı?
Bugün ülkenin Yasama, Yürütme ve Yargılama erklerini Cumhurbaşkanının ellerine teslim eden Millet Meclisinden Faşizmin hukukundan kurtuluş beklenebilir mi? Biri ortaya çıkıp (gazetelerdeki ünlü köşe yazarları dahil) muhalefette milletvekilleri, gizli tanığın hukuk devletinde geçerliliği olabilir mi ve devlete 5726 sayılı yasa ile gizli tanığın gizli kalması için kimliklerinde her türlü değişimin yapılması sahtekârlığı verilebilinir mi? Ve bu demokrasiyle değil ahlâk ile de bağdaşamaz kim diyebildi? Ve acaba biri çıkıp örneğin Eski Meclis Başkan Vekili Hasan Korkmazcan temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan yasaların çizelgesini çıkarıp bu yasalar var oldukça Demokrasiden ve insan haklarından söz edilemez diyebildi mi? Demokratik Cumhuriyetin erdemini ve kurallarını koruyan çağcıl Anayasa metni hazırlayabildi mi?
Bizler laf üretmenin uzmanlığını sürdürdükçe elbette Devletin tüm kurumlarını tek kişiye devreden Anayasa, R.T. Erdoğan’ın hamiyetli ve basiretli ellerine geçtiğinde, acaba AKP’nin yok olmasını önleyebilecek mi?
Kişiyi devlet yapan bu Anayasa halkın uyanışını yeniden yaratabilmesinin olasılığı,
olası mı dır?
Bizden söylemesi.. kim bilir?
Dr. Ölçen.
================================== Evet dostlar,
Cumhuriyetimizin ağabeyi, 1921 doğumlu, Atatürk sevdalısı bir bilgeden bu dizeler..
İTÜ mezunu Mühendis, Ekonomi doktorası, DPT uzmanlığı ve milletvekilliği deneyimli.
Lütfen www.olcen.net adresli web sitesini ziyaret eder misiniz?
Ve RTE ile AKP kendine sormaz mı ki, benzer hataları geçmişte yapanlar siyaset sahnesinden silinip gittiler..
Bir tansık (mucize) olur da RTE, kendisini kesin olarak despotlaştıracak Anayasa değişikliğini veto eder, gündemden kaldırır mı??
Ya da, ya da AYM gerçekten ‘‘Ankara’da yargıçlar var” dedirterek, önüne getirildiğinde değişiklikleri açıkça anayasaya aykırılık karşısında iptal eder mi??
Türkiye’nin bu 2 tansıktan birine öyle gereksinimi var ki!
Demokratikleşme (!) Paketinde Laik Cumhuriyet Hedef Alınmıştır!
Tansel ÇÖLAŞAN Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı
Laiklik:
1) Laik ya da seküler devlet dine dayanmaz. Osmanlı Türk Anayasacılığı teokratik
ya da yarı teokratik bir sistemden laikliğe doğru evrilmiştir. 1876 Kanun-u Esasi’sinde yer alan “devletin dini İslamdır” hükmü, 1923 Anayasa değişikliğine ve
1924 Anayasasına (ilk dönemde) girmiş ancak 1928’de metinden çıkarılmış 1937’de laiklik Anayasal ilke olmuştur.
2) 1961 ve 1982 Anayasaları laiklik konusuna geniş yer vermiş koruyucu düzenlemeler getirmişlerdir.
3) 1982 Anayasasına göre “laiklik”, Cumhuriyetin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez niteliklerindendir (md. 2-4-14).
Devletin temel amaç ve görüşleri arasında Cumhuriyeti, laiklikle özdeşleşmiş bir
devlet şeklini korumak da vardır (md.5).
Egemenlik bağsız koşulsuz millete ait olup;
kaynağı bakımından laik özelliktedir.
1982 Anayasası, laikliğin ön koşulu olan, devletin din esaslarına dayanmaması ilkesini kabul etmiştir. Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzenini bir ölçüde de olsa, din kurallarına dayandırılamaz (md. 24/son). Yani dinin devlet işlerine karıştırılmaması ve devletin temel düzenine bir ölçüde de olsa dayanak oluşturmaması buyruğu vardır.
Laiklik ilkesinin gereği, kutsal din duyguları devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz(başlangıç/5).
Temel hak ve özgürlükler bakımından bu hükmün yansıması; bu hak ve özgürlükler
“laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz”
(md. 14/1) ve
“Kimse devlerin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma… amacıyla….
istismar edemez.” (md. 24/son)
“Eğitim ve öğretim, Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim-öğretim yerleri açılamaz.” (md.42/3)
Siyasal partiler laik cumhuriyet ilkelerine uymak zorundadırlar (md.68/4-69/5)
Milletvekili ve cumhurbaşkanı yeminlerinde laik cumhuriyeti ilkesine bağlılık sözü verilir. (md.81,103)
Bu hükümler halen yürürlükte olan 1982 Anayasasında yer alan laiklik ilkesini koruma amaçlı kurallardır.
Anayasada yer alan laiklik ilkesi yargı kararlarıyla da korunmuştur.
Anayasa Mahkemesi; 1970’ten beri laik devlet ilkesinin korunmasına ilişkin önemli kararlar verdi: Laiklik, önce “dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme” anlamına gelir. (07.03.1989 gün, E:1989/1-K:1989/12 sy. karar)
“Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devriminin kaynağı olan laiklik ilkesi, toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını amaçlar … Laiklik; Türk Devrimi’nin, Cumhuriyet’inin özü ve ulusal yaşamın temelidir… Atatürk ilkelerinin en önemlisi laikliktir.” (04.11.1986 gün ve (E:1989/11-K:1989/26 sy. karar)
Türk Anayasa hukukunun laiklikte bulduğu özgün anlam budur.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), Leyla Şahin ve Refah Partisi kararlarında, “laiklik, Türk devletinin kurucu ilkelerinden biridir ve Türkiye’de Demokratik Sistemin korunması için önemlidir.” vurgusu yapmıştır. (Leyla Şahin; 44774/98-İHAM 4. daire 29.06.2004-B. Daire10.11.2005) *
1982 Anayasasının yukarıya alıntı yapılan ilkeleri ile Anayasa Mahkemesi ve İHAM’ın söz konusu kararları bugün hâlâ yürürlüktedir. Hiçbiri ortadan kaldırılmamıştır.
Hukuk dünyası ve doğallıkla siyasal iradeyi bağlayıcı niteliktedir.
Ne var ki; son yıllarda Yasama ve Yürütme eliyle yürürlüğe konan çok sayıdaki yasa ve yönetmelik kuralı ile gerek Anayasanın Laiklik temel ilkesi gerekse Anayasa Mahkemesi ile İHAM kararları yok sayılmaktadır. Anayasamız gereğince bir siyasal partinin
bu tür eylemlerin odağı olması durumunda bu husus kapatılma nedenidir.
Gelinen noktada şanssızlık, hakkında bu gerekçelerle açılmış ve siyasal konjonktür nedeniyle “kapatılma” kararı verilememiş bir siyasal parti şu anda iktidardadır ve Anayasa’ya aykırılık oluşturan eylemlerin odağı olmaya devam etmektedir.
30.09.2013 günü Başbakan tarafından açıklanan “Paket” te yer alan; kamuda türbanın serbest bırakılmasına yönelik olarak Kılık Kıyafet Yönetmeliğinde yapılacağı belirtilen değişiklikle, buna koşut olarak TCK’da yapılması planlanan değişiklikleri Anayasada yer alan ve korunan laik temel düzene ve yargı kararlarına aykırıdır.
Halkımız laik Cumhuriyetin hedef alındığını görmüş, tepkisini koymuş,
bu gidişe DUR demiştir.
Şimdi sıra siyasettedir. Muhalefetin halkın iradesini arkasına alıp,
birlikte güç oluşturmasını ve bu gidişe DUR demesini beklemek hakkımızdır.
(*1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku; Bülent Tanör – Necmi Yüzbaşıoğlu)