Etiket arşivi: TEKEL

‘Epistemolojik kopuş’

ADD Çankaya Şubesi: Şube KurullarımızRecep YILMAZ
Mühendis

17 Ekim 2022, Cumhuriyet

“Epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım” ile sınanan yurdum insanı gıda enflasyonunu iliğine dek yaşıyor.

Şu an ekim ayında tarlalar ekime hazırlanıyor ve buğday toprakla buluşuyor. Şekerpancarı topraktan sökülüp fabrikalara taşınıyor. Tarımsal üretim için en çok gerekli olan girdilerden mazot, peş peşe gelen zamlarla birlikte 11 Ekim 2022’de 28.60 liraya ulaştı. Mazotta yaşanan bu durum, tarımsal üretimi tehlikeye sokmaya yetiyor.

Şekerpancarı

ULUSAL TARIM

Şekerin fiyatı son bir yılda dört kat arttı. Şeker fabrikalarının kaptı kaçtı gibi özelleştirildiği, sulama maliyetinin (bedelinin) ve sulama elektriğinin çiftçiyi çarptığı bir ülkede şaşırmamak gerek.

Sütte maliyeti (maloluşu) karşılayamayan üreticiler yoğun biçimde zam istiyordu. 1 Ekim’de 5.70 liradan 7.50 liraya yükselen sütün litresi %13 zamla birlikte 8.50 lira oldu. Aslında bu önerilen fiyat olup, çiğ süt fiyatı şu an 10 lira / L olmasına karşın, üretici süt ineğini kesime gönderiyor.

Davranışsal ekonomi ve nöroekonomi uzmanı ise zamların kaynağını soğan depolarında veya marketlerde arıyor. Aynaya baksa aranan suçlu bulunacak!

Buğdayı, ayçiçeği tohumunu, ayçiçeği yağını koşar adım Rusya’dan ithal eden (dışalım yapan) heterodoks ekonomi, ülke çiftçisini ithalatla (dışalımla) terbiye ediyor (!)

TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi), Zirai Donatım Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et Balık Kurumu (EBK), Şeker Fabrikaları, SEKA, TEKEL, TİGEM… gibi tarımsal üretimi destekleyen kamu işletmeleri tasfiye edilir (kapatılır), özelleştirilir veya değersizleştirilirken yaşanan kopuş “epistemolojik bir kopuş” değil ulusal tarımdan kopuştu.

YAĞMA DÜZENİ

Birçok stratejik sektör gibi tarım sektörü de yeni-liberal politikalarla ve Dünya Bankası’nın, IMF’nin dayattığı ekonomi reçeteleri ile yeniden biçimlenirken başlayan bu kopuş, gıda arzını (sunumunu) stratejik kamu işletmeleriyle güvence altında tutan, kendi kendine yeten konumdan bugüne savrulmaktı.

Ülkemizde yaşanan ekonomik dönüşüm elbette epistemolojik kopuşun (!) uydurucusu Nureddin Nebati’nin Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandığı 2 Aralık 2021 tarihi ile başlamadı ancak bu kısacık sürede tanık olduklarımız bu noktaya nasıl geldiğimizin sanki bir özeti gibi…

  • “Bu ekonomi modeli tutmazsa üzülürüm!”
  • “Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz gözlerimde?
    Ekonomi güven, istikrar, beklenti işi. Ekonomi gözlerdeki ışıltıdır.”
  • “Enflasyonda % 50 seviyesini göreceğimizi düşünmüyorum. Umarım yanılmam.”
  • “Bir problem mi yaşadınız. Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız.
    Bürokrasiyi alaşağı ederiz.”
  • “Piyasada işler elhamdülillah iyi, piyasalar canlı.”
  • “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor.
    Çarklar dönüyor.”

Ve son olarak “Epistemolojik kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım!”

Maliye Bakanı Nebati’ye göre piyasa tıkır tıkır işliyor. Ancak toprağa ter akıtan, üreten çiftçinin işleri değil; pazarlık yöntemiyle ihaleler ile semiren müteahhitlerin (yüklenicilerin) işleri tıkır tıkır işliyor.

Heterodoks-ortodoks, yerli-ulusal, faiz-nas söylemleriyle gizledikleri yağma düzeni sayesinde kazanan hep kasa.

Halkın payına ise yalnızca zam düşüyor.

Bu düzen böyle gitmemeli!

Prof. Dr. Oğuz Oyan;, 2013 Bütçe Konuşması

Dostlar,

CHP İzmir milletvekili Prof. Dr. Oğuz Oyan‘ın 2013 Bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşma metni son derece değerli..

Çok öğretici ve belgesel..

Arşivlenmesi ve sıklıkla yararlanılması gereken bir metin..

Bize de ulaştırdığı için teşekkür ediyor; sizlerle paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
21.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

OĞUZ OYAN’ın KONUŞMA NOTU :
2013 BÜTÇESİ, 17 Aralık 2012

GELİR BÜTÇESİ ve ÖZELLEŞTİRME 

Gelir Bütçesi 

Şimdiye kadar 10 AKP Dönemi bütçesi yaşandı. Bunlardan ilk 6’sı doğrudan IMF gözetiminde hazırlanmıştı. Yedincisine yani 2009 bütçesine de yoğun IMF müdahaleleri oldu; son dakikada tarım desteklerine ve kamu yatırımlarına IMF talimatıyla % 10 tırpan vurulmuş olduğunu o dönem burada olan milletvekilleri iyi anımsarlar. Sonraki bütçeler ve şimdi 11 incisini görüştüğümüz AKP bütçesi de, OVP’ler de IMF’nin yakın izlemesi altındadır.

AKP bütçeleri, 2005-2008 döneminde ve 2011’de milli gelire oranla % 2’nin altında kalan açıklar verdiler. Bunun nedeni esas olarak, iç talep kaynaklı büyümenin beslediği dolaylı vergilerdi. Ayrıca 2005-2008 döneminde 27 milyar dolarlık (yani bugünkü kurla yaklaşık 49 milyar TL’lik) özelleştirme geliri elde edildi.

Ancak 2003-2004 (%8,8 ile 5,2) ve kriz yılı olan 2009’da (%5,5) bütçe açıkları % 5’in üzerindeydi; krizin etkisinin henüz hissedildiği 2010’da da %3,6 gibi yüksek bir oranda kaldı. 2011’deki toparlanmadan sonra 2012’de yeniden %2,5’a doğru başlangıç öngörülerini aşan bir tırmanma var. Kaldı ki bu dahi arızi gelirler sayesinde sağlanabiliyor.

Aslında 2008 sonrasını bir bütün olarak kavramak da mümkün. Bu dönemde, geçmiş dönemlerden daha fazla arızi veya olağandışı gelirlere bel bağlanmış görünüyor.
Gerçi ondan önceki dönemde de arızi gelirlerin öne çıktığı oldu: Örneğin 2005-2008’de özelleştirme gelirleri; iki yılda bir karşımıza çıkan vergi/prim afları gibi.

2008 sonrasında ise, krizin bütçe açıklarını arttıran etkileriyle başa çıkabilmek için
yeni olağandışı gelirler arandı:

  1. 2008 sonrasında özelleştirme gelirleri zayıflasa da gene var.
    Hatta özelleştirmeler için KİT satışları dışına da çıkıldı.
  2. Vergi barışı/prim affı kapsamı ise genişletilerek ve süresi uzatılarak sürdürüldü.
  3. 2008 bütçesinden itibaren İSF’dan bütçeye kaynak transferi başlıbaşına önemli bir gelir kalemi oldu. O kadar ki, 11 yılda işsizlere verilenden daha fazlası dört yılda bütçeye aktarıldı.
  4. 2/B arazilerinin satışı -orman köylüsünün sorunlarını çözmek için değil- önemli bir kaynak olarak tasarlandı. (2012 bütçesi ile 2013 için önemli gelir kaynağı olarak tasarlandı; ama -CHP’nin öngörülerini doğrularcasına- iktidarın beklentilerinin çok altında seyrediyor).
  5. Bedelli askerlik, savunma ihtiyaçlarına değil bütçe ihtiyaçlarına cevap arayışıydı; şu anki uzatma da 2012 bütçesinin açığının aşağıya çekilmesine yöneliktir.
  6. Bu arada beklenmedik arızi gelirler de 2012 bütçesi açığını aşağıya çekti: TCMB’nın 2011’de tırmanan döviz kurunu aşağıya çekmek için daha önceden düşük kurdan aldığı dövizleri satışa sunmasından elde ettiği muazzam kâr, 2012 bütçesine transfer edilince bir makyaj da buradan sağlanmış oldu.
  7. Ücret gibi zorunlu giderlerde zaman kaydırmaları da -enflasyonist aşındırmaya uğratarak ve borçlanma faizlerinin yükünü erteleyerek- bütçe açıklarını perdelemek açısından benzer işlev görebilir. Nitekim maliyenin bir fırsatçılığı da, memur maaş zamlarını bu yılın Mayıs ayına kadar ertelemesi oldu. Diğer bir fırsatçılık, Toplu İş İlişkileri Yasasının geciktirilmesi yoluyla kamu toplu iş sözleşmelerini iki yıl geciktirmek oldu.

Ancak 2012 bütçesini kurtarmaya dönük tüm bu çabalara rağmen açıklar başını yeniden kaldırmıştır. Arızi gelir alanları da giderek kurumuştur. Gelirlerin artmadığı bir ekonomik durgunluk ortamında hem olağan hem de olağandışı gelirlerin yavaşlaması ve tıkanması kaçınılmazdır.

Aslında sıkışmayı yalnızca bütçe açıkları üzerinden tanımlamak yeterli değildir.
Hazine nakit açıklarının büyümesi bir diğer sorundur. Birincil fazla yaratma kapasitesinin küçülmesi de diğer bir sorundur. Ekonomik durgunluğa rağmen
cari açıkların yeterince aşağıya çekilememesi de yeni dış kaynak girişlerine ihtiyacı büyütmektedir.

İşte bu nedenlerle, yabancılara toprak satışının genişletilerek kolaylaştırılması
hem iç hem dış açısından önem taşır. Kamu-Özel Ortaklığında “Eksik İmtiyaz” döneminin başlatılması, sağlık başta olmak üzere kamu yatırımlarını kolaylaştırırken yandaşlara rant dağıtır. Kentsel dönüşüm de aynı amaca daha geniş ölçekte hizmet eder. Sukuk uygulamalarıyla yani faizlerin (örneğin Gelir Ortaklığı Senedi –GOS- faizinin) kira olarak tanımlanmasıyla İslami katılım bankalarına yeni pazar, kamu yatırımlarına yeni kaynak yaratılması amaçlanır.

Tüm bunların çatısında ise, sıcak paraya olan esaretin icabı olarak uygulanan para ve maliye politikaları bulunur.

     Vergi gelirleri açısından da iktidar yolun sonlarına gelmiştir.

Vergi iadeleri düşüldükten sonraki vergi yükü, GSYH’ya oranla, 2002’de %15,5’ten 2012’de %19,5’e çıkmıştır. (Sosyal Güvenlik primleri hariç). Kuşkusuz Türkiye ölçeğindeki bir ekonomi açısından ulaşılan oran bir vergi kapasitesi sınırı değildir. Ancak elde edilen 4 puanlık artışın tamamından fazlası dolaylı vergiler üzerindendir. Dolaylı vergi oranı 2002’de  %65 iken, 2013 bütçesinde öngörülen %70,4’tür. Zaten yüksek olan dolaylı vergi yükü daha da artmış, dolaysız vergi yükü ise azalmıştır. Böylece talihsiz bir rekora ulaşılmıştır.

     Türkiye’de vergi kapasitesi ve vergileme potansiyeli dolaysız vergi alanındadır. Ama bu potansiyeli harekete geçirebilmek ancak ciddi bir vergi reformuyla mümkündür. Bunu yapmak ise siyasi cesaret ister, siyasi güç ve irade ister, ama daha önemlisi bugünkü iktidarın sınıfsal ittifaklarına bağımlı olmayan bir iktidar yapısı ister.

Bugünkü iktidar, mali anesteziden, dolaylı vergi kolaycılığından ve arızi gelirler arayışlarından vazgeçmeden siyasi ömrünü tamamlayacak gibidir.

Nitekim, 2013 için de büyüme ve fiyat artışlarının, ithalat artışlarının üzerinde dolaylı vergi artışı öngörüleri bunların habercisidir. Ancak, ekonominin, iç talebin ve dış ticaretin daraldığı bir dönemde öngörülen KDV+ÖTV artışları nasıl gerçekleşecek kuşkuludur. Önümüzdeki yılda KDV’yi %19’a çıkarmak, ÖTV’ye yeni zamlar tasarlamak, yeniden değerleme oranıyla vergi ve harçlara enflasyonun üzerinde zamlar yapmak iktidarın dar ufkunun temel yapı taşları olacak gibidir.

Ama bunlara rağmen iktidarın beklentileri iyimser kalmaktadır, çünkü bütçe açıklarını tutmak zor olacaktır. 2012’de ortaya çıkan ancak arızi gelir  (TCMB, 2/B, bedelli) zorlamalarıyla (veya ücret giderlerinde zaman kaydırmalarıyla) kısmen dizginlenebilen çifte açık riski, önümüzdeki yıl daha belirgin olacak gibidir. (Aslında çifte açık, tasarruf-yatırım dengesizliğinin büyümesi de eklenirse üçüz açıktır). Kamu açıklarını sınırlı tutarak şimdiye kadar ikiz açık riskini örtebilen iktidar, durgunluğa rağmen yüksek kalan cari açık yanında şimdi de yükselen bir bütçe açığıyla baş etmek zorundadır.

Aslında çifte veya üçüz açık yaratan koşullar 2000 sonrasının “düşük kur-yüksek faiz” politikalarının sonucudur. Bu politikalar toplumun tasarruf kapasitesini eritti, iç talebi ucuzlayan ithalata yöneltti. Büyüyen cari açığın finansmanı bu dönemde kolayca bulunuyordu, gelişmiş ülkeler büyük bir pazara dönüştürdükleri Türkiye’yi memnuniyetle fonluyorlardı. Bu süreç sonunda kamudan sonra özel sanayiyi ve yatırımları da aşındırdı. Sanayinin GSYH içindeki payı 1998’de %23,9’dan 2012 yılının üçüncü çeyreğinde %14,4’e kadar geriledi. Bu son dönemde özel sektör yatırımları %11 oranında geriledi.

Türkiye, bugünkü iktisat politikalarıyla büyüme kapasitesini de artık koruyamaz noktaya gelmektedir. 2012’nin ilk 9 ayında elde edilen %2,6’lık büyüme eğer gerçek dışı
(çünkü bir ödeme aracı olarak kullanılan) altın ihracatı dışarıda bırakılırsa, K. Boratav’ın
(soL, 18 Aralık 2012) hesaplamasına göre %1,9’dan ibarettir. Bu bir tıkanmadır. Tıkanma, bütçenin hem gelir hem de gider büyüklüklerini etkilemektedir ve etkileyecektir. 2013 yılı için daha iyimser bir senaryo da ufukta görünmemektedir. İktidarın da böyle bir hedefi yoktur.

Sonuçta bu 2013 bütçesinin gelir ve gider politikaları eşitsizlik yaratıcı ve yoksullaştırıcıdır. Gelir dağılımını bozucu yönde çalışmaktadır.

  • Bütçe ve vergi gelirlerinin yükü emekçilerde/yoksullarda, ama bütçenin imkanları onlara dönük değil. Tüketim özerindeki vergilerin yoksul bütçesi içindeki payı zengin bütçesindeki payının 2 katından daha fazla. Demek yoksullar, dar ve sabit gelirliler bütçenin yükünü taşırken,

–        düşük ücretlere,

–        düşük emekli maaşlarına,

–        düşük tarımsal desteklere,

–        düşük sosyal yardımlara

mahkum edilmektedirler.

  • Bütçe imkanları ise

-yandaş sermayeye

-Hazine’ye borç veren rantiye sermayeye gitmektedir. (Bütçeden borç faizlerine 50 milyar TL ayrılırken, milyonlarca tarımsal üreticiye 9 milyar TL tarımsal destek uygun görülmektedir).

Bu, azgın bir neoliberal düzendir. Bu, AKP’nin sermaye düzenidir. Bu, AKP’nin adaletsiz/kalkınmasız düzenidir.

Olağandışı gelirler de AKP’nin vergi adaletsizliğiyle uyumludur:

–        İşçilerin biriktirdiği İSF bile işsizlere yönelik değil.

–        2/B yoksul köylüyü mülksüzleştiriyor, zilyetliğindeki topraktan koparıyor,
arsa yatırımcısına peş keş çekiyor.

–        Vergi/sigorta primi afları dürüst mükellefi cezalandırıyor.

–        Bedelli askerlik, askerlik yükümlülüğünü sadece yoksul/düşük gelirli/vatan sevgisi yüksek kesimlere bedensel/yaşamsal angarya olarak yıkıyor; gelir sahipleri için yükümlülüğü vergiye dönüştürüyor; ayrıca bedel ödeyenler arasındaki gelir farklarını da görmüyor.

–        TCMB’nin döviz alım satımından elde ettiği kârları bile, kur değişiminden zarar gören kesimler açısından bir negatif gelir transferi anlamına geliyor.

Özelleştirme

Ama asıl katmerli adaletsizlik, özelleştirme süreçlerinde yaşanıyor:

(i)                İstihdam kayıplarıyla, yaşam düzeyi gerilemeleriyle büyük sosyal tahribatlar yaşanması.

(ii)              Bölgesel eşitsizliklerin açılmasına neden olunması.

(iii)             Vergi gelirleriyle oluşmuş kamusal varlıkların toplumsal mülkiyet niteliğinin, iç veya dış sermayeye transferi yoluyla yok edilmesi. (toplumdan toplumun çok dar bir kesimi olan sermayeye mülkiyet transferi; çoğunlukla da, toplumdan yabancı sermayeye transfer).

(iv)             Özelleştirme sürecinde çok yoğun olarak yaşanan yolsuzluklarla, bu mülkiyet/servet transferinin sermayenin kayırılmış kesimlerine ve iktidar gücünü elinde tutan siyasetçi ve bürokrata şaibeli servet/gelir transferine yol açması.

1986 sonrasında 46 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştır; bunun 38 milyar doları AKP dönemindedir. Kaldı ki, AKP döneminde, TMSF ve Ulaştırma Bakanlığı’nın 10 milyar dolara yakın özelleştirmesi de buna eklenmelidir. Batık bankaların yükünü devraldığını abartarak ifade etmeyi pek seven iktidar, TMSF özelleştirmelerini hiç dillendirmemektedir.

AKP döneminde veya tüm süreçte yapılan özelleştirmeler, ne kadar hacimli gözükseler de, satılan tesis ve taşınmazların gerçek ikame değerlerinin çok altında işlem gördükleri için aslında kamu mülkiyetinin değersizleştirilmesi üzerinden yapılmıştır.

Özelleştirmelerin toplam hasılatı, AKP’nin üç yıllık bütçe açıklarını bile kapamaya yetmemektedir.
Bütçenin iki yıllık borç faizi ödemelerini karşılayamamaktadır. Özelleştirme gelirlerinin 11 milyar dolarlık bölümünün ise henüz vadeleri gelmediği için tahsil edilemediği de hesaba katılmalıdır.

Sağlanan kaynakların yaklaşık yarısı Hazine’nin iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmıştır. AKP döneminde 2005-2011 aralığında Hazine’ye aktarmalar 27,6 milyar dolardır. Yani AKP dönemi özelleştirme gelirinin %73’ü borç ödemelerine aktarılmıştır. Peki ama 7 yılda gerçekleştirilen bu 27,6 milyar dolarlık veya yaklaşık
50 milyar TL’lik aktarmanın anlamı nedir? Tek bir yılın borç faizi ödemelerini ancak karşılayabilmektedir.

Bir başka açıdan, borçların bu finansman tarzı Latin Amerika’daki “borç- hisse senedi takası”nın dolaylı bir örneğidir. Elde edilen gelirlerin yaklaşık yarısı da özelleştirilen kurumların mali yapılarının güçlendirilmesinde harcanmıştır. Ki bu cilalama da özele yapılan transferin örtük bir boyutunu da göstermektedir.

Bütün bunlar bize hem soygunun büyüklüğünü hem de neoliberal siyasetlerin açmazlarını göstermektedir.

     KİT’lerin tasfiyesi, ayrıca, Türkiye’nin sanayi altyapısının aşındırılması sonucunu vermiş, uluslararası şirketlere Türkiye iç pazarını daha kolay ele geçirme fırsatını sunmuştur.

***

Özelleştirme yolsuzlukları                           :

Bütün bunlardan daha vahim olanı, AKP özelleştirmelerinin bir yolsuzluklar ve şaibeler dizisi olmasıdır. Bunları saymak ve anlatmak için bile bir saat gerekir. Ben size kısa ve özet bir başlıklar listesi vereyim:

–        Balıkesir SEKA ÖİB değer tespitinin ellide birine 1,1 milyon dolara Albayraklar’a satıldı. Buna direnen Abdüllatif Şener yerine Unakıtan getirildi. İptal kararı uygulanmadı.

–        TÜPRAŞ ilk ihalede yüzde 70 hissesi 1,3 milyar dolara adresi bir posta kutusundan ibaret bir Rus şirketine satılmak istendi. Petrol-İş yargı yoluyla süreci durdurdu. Ama komisyonlar alınmış, İsviçre hesaplarına yatırılmıştı bile. Wikileaks belgelerine bakınız.

–        TÜPRAŞ’ın %14,76 hissesi Global Menkul Kıymetler aracılığıyla sözde halka arz denilerek ama halktan kaçırılarak OFER’e satıldı. İptal kararı uygulanmadı.

–        Kuşadası Limanı Global-Ofer’e özel imtiyazlarla devredildi.

–        Çeşme Limanı işletme hakkının devrine yargı iptal kararı verdi.

–        TEKEL Alkollü içkiler bölümü değerinin çok altında peşkeş çekildi.

–        Tekel tütün, depolarındaki stok değerinin çok az üstünde bir fiyatla satıldı.

–        Eti Alüminyum Tesisleri 2005’te talan fiyatı olan 305 milyon dolara yani değerinin onda birine Başbakana yakın CE-KA firmasına satıldı. Ana fabrika ile birlikte, Oymapınar Hidroelektrik Santralı, üretime esas olan boksit maden rezervi, tesisin Antalya’daki limanı ve mal varlıkları ile sosyal tesislerinin tamamı satış listesine dahil edilmişti. (Üstelik şirketin kasasından bir kuruş bile çıkmamış, ödeyeceği para grubun Karadeniz Otoyolu inşaatından alacağına mahsup edilivermişti). Yargı 2006’da yürütmeyi durdurdu, Oymapınar HES’in iadesine hükmetti, 2007’de “kamunun zarara uğratıldığı” gerekçesiyle satışı iptal etti. Hükümet bu karara 7 yıldır uymamakta direndi ve suç işledi. Bu arada CE-KA firmasına öylesine arka çıkılıyordu ki, özelleştirme şartnamesine bile uymamakta bir beis görmüyordu. (En 110 milyon dolar yatırım yapılması, boksit madeninin işlenmeden ihracı yasağı, Oymapınar’ın otoprodüktör lisansı dışında kullanılmaması, elektrik üretiminin en fazla %25’inin diğer kullanıcılara satılabileceği şartlarının hiçbirine uymadı. Hem CHP hem de Metalürji Mühendisleri Odası idari işlemler aleyhine 3 ayrı dava açtı).

Peki bütün bu yargı kararlarını tanımama sonrası ne oldu?

Başbakan ve ilgili yedi bakan yargı kararlarını uygulamadıkları için tazminat ödemeye mahkum oldular.

25 Nisan 2012 gecesi kabul edilen 6300 sayılı torba yasaya, yine bir gece yarısı operasyonuyla eklenen kuralla (4046 sayılı özelleştirme yasasına eklenen ek 5. madde) özelleştirme konusundaki yargı kararlarının etkisiz kılınması için Anayasa’ya aykırı bir biçimde Bakanlar Kurulu’na yetki verildi.

Bu yetki, Bakanlar Kurulu’nca 11 Haziran 2012 gününde kullanılmış; Eti Alüminyum A.Ş., Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.’ye ait Kuşadası ve Çeşme limanları, SEKA’ya ait Balıkesir İşletmesi ve Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.’nin (TÜPRAŞ) % 14,76 oranındaki hisselerinin özelleştirilmesine ilişkin işlemleri iptal eden yargı kararlarıyla ilgili olarak geriye ve ileriye dönük herhangi bir işlem tesis edilmemesi ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca yapılmış bu yöndeki iş ve işlemlerin devam ettirilerek sonuçlandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar, 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı 12 Haziran 2012 günlü Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kararnameyi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri, yani Başbakan, 4 Başbakan Yardımcısı ve 21 Bakan imzalamışlardır. Bu karar ve onun dayanağı yapılan yetki kanunu, Anayasa’nın birçok maddesi yanında 125 ve 138 inci maddelerine aykırıdır. 125/1’inci maddeye göre, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” ve 138/4’e göre, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”.

(İşin ilginci, SEKA’yı gaspeden Albayrak grubu, BK kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan bir gün önce, sanki bu kararı biliyormuş gibi, SEKA ile ilgili yeni yatırım kararını açıklıyordu).

Yani tam bir Minare-Kılıf hikâyesi… Çalmak ve kılıfını hazırlamak! Burada kılıf,
“torba yasa” oluyor. Peki tüm bu yolsuzluklara, toplumun ortak varlığını yandaş bir sermaye şirketlerine peş keş çekmeye, kamu malı hırsızlığına ne zamana kadar kılıf geçirilebilir? Bütün bunlar, bir devr-i sabık yaratmadan bu dönemin pisliklerinin temizlenemeyeceğini göstermektedir. Yüce Divana gelecekte çok iş düşeceğe benzer.

***

Listeye devam edelim:

–        Kütahya Şeker Fabrikasını alan Vahit Kiler’e 113 dönüm arazi, Bursagaz’ı alan Çalık Grubuna 8 dönüm arazinin “yanlışlıkla” devredildiği ortaya çıkmıştır.

–        TMSF’nun Ceylan Grubundan 52 milyon TL’ye alarak borcundan mahsup ettiği Antalya Deluxe Resort Oteli bir süre sonra AKP yandaşı bir şirkete 25 mn. dolara satıldı.

–        Manisa’da 3 milyon 751 bin dolara özelleştirilen Sümerbank’ın arsasının
yalnızca bir bölümü 13 milyon 750 bin dolara satıldı. Bülent Arınç bu satışı iyi bilir.

–        BEDAŞ (Boğaziçi Elektrik Dağıtım AŞ)’nin TEDAŞ’a ait %100 oranındaki hissenin özelleştirilmesinde 2010 yılında 2 mr 990 milyona Karamehmet ortaklığına verilmiş, ancak ne bu şirket ne de ikinci ve üçüncü (2,750 mr., 2,496 mr) gelen şirketler ek teminatları yatırmayarak başlangıç teminatlarını da yakmışlardı. Üç gün önce gerçekleştirilen yeni ihale ise, 1,96 milyar TL ile Cengiz-Kolin-Limak OGG şirketi üzerinde kalmıştır. Tam bir milyar TL daha düşük fiyata…

–        Türkiye’nin en büyük 5 inci elektrik dağıtım firması olan Akdeniz Elektrik Dağıtım AŞ (AKEDAŞ) 2010’daki özelleştirme ihalesinde 1 milyar 165 milyon dolara Doğuş Holding üzerinde kaldı. Ama, kimler devreye girdiyse siz daha iyi bilirsiniz, bu firma ve izleyen iki firma teminat yakarak ihaleden çekildi. Yeni ihalede AKEDAŞ 546 milyon dolara, üstelik ilk ihaledeki “bedelin tamamının tek seferde ödenmesi” şartı kaldırılarak 4 eşit taksitle verildi! Alan firma kimdi? Yargı kararlarına rağmen Oymapınar HES’i vermemekte direnen yandaş firmaydı.

–        Gemlik Gübre Fabrikası, DDK raporuna göre, 2000 yılında belirlenen değer olan 140-170 milyon dolar yerine en çok 96 milyon dolar teklif verilmediği için satılmamış, AKP döneminde değer 64-84 milyon dolara indirilmiş ve Fabrika 83 milyon dolara satılmıştır. En iyimser hesapla 13 milyon dolar zarar vardır. Ama daha fazlasını da görelim: Bu fabrikanın sadece arsası, içindeki 154 lojmanla birlikte 120 milyon dolar etmekte. Limanıyla birlikte fabrikayı satın alan işadamı Ali Rıza Yıldırım’ın basına yaptığı açıklama daha da ilginç: “İGSAŞ gübre, 90 milyon dolara satıldı, içinde 60 milyon dolar vardı. Eti Gümüş 33 milyon dolara satıldı, 20 milyon dolar nakiti vardı. Gemlik Gübre bugün satılsa, iki katına satılır”. 

İşte bir kişisel zenginleşme ve toplumsal yoksullaşma hikayesi daha…

3 Mayıs 2007’de bir AKP Milletvekili (Amasya-Hamza Albayrak) şöyle diyordu:

  • Dua ile geldik, şimdi beddualar başladı”.

Doğruyu oldukça erken fark etmiş ve söylemiş. Ama bilesiniz ki, biz sizin yolsuzluklarınızı ve yetim hakkı üzerinden kişisel zenginleşmelerinizi divana (öbür dünyaya) havale etmeyeceğiz. Bunların hesabını bu dünyada yüce divanda soracağız. Şaibelerle dolu olan döneminizi yanınıza kâr bırakmayacağız.

     Sonsöz  : 11 inci bütçesini karşımıza getiren iktidarınız, cumhuriyet yıkıcılığı ve
yeni rejim inşası misyonuyla hareket ettiği için, oy çoğunluğuna rağmen aslında bir azınlık ideolojisini yerleştirmek için mücadele ettiği için, doğası gereği dış güçler karşısında teslimiyetçi ve işbirlikçi karakterdedir. Emperyalizmle işbirliği yapmadan
bu iddialı hedeflerine ulaşamayacak bir iktidar türüdür. Bu niteliğiniz dışişlerinden savunmaya, eğitimden sağlığa kadar bütün politikalarınıza sinmiştir.

  • Onun için, Patriotlarla ilgili gönderen ülkeler parlamento kararı alırken siz ülkenize silah konuşlandırırken bile bunu Meclise getirmezsiniz.
  • Onun için kendi silahlı kuvvetlerinizi hegemon gücün de telkinleriyle Silivri zindanlarında tasfiye sürecine sokarsınız.
  • Onun için bağımsız ekonomik politikalar uygulayamazsınız, bütçenizi ve OVP’nizi bile sadece kendi aklınızla yapamazsınız.